10 minute read

ŞAiR NABi’NiN TARiHi DEĞERDEKi: MEKKE VE MEDiNE

Next Article
KIDEMLi SUNUCUMUZ

KIDEMLi SUNUCUMUZ

ŞAİR NABİ’NİN TARİHİ DEĞERDEKİ: MEKKE VE MEDİNE YOLCULUĞU -III-

Yaklaşık üç günlük bir Kudüs ziyaretinden sonra Nabi ve beraberindekiler, tekrar Ramle'ye döner ve oradan da Askelon, Gazze ve Ariş yolu izlenerek Mısır'ın Salihiyye kasabasına, yani Kahire'ye varırlar. Dr. Şakir DİCLEHAN

Advertisement

u yazımızın ilk bölümlerini, Şehir ve Kültür Dergisi’nin geçen ayların iki sayısında neşretmiştik. Bu sayı ile konuya noktayı koymuş olacak ve Nabi’nin dillere destan ünlü “Na’t”ını bugünkü Türkçeyle vererek okuyucuların istifadesine sunmuş olacağız. İlgiyle okunacağı ve istifade edileceğini umarız.

KAHİRE’YE YOLCULUK Şair Nabi, Şam’da üç gün süren Çehrin’in alınması dolaysıyla yapılan kutlamalardan sonra, Kahire’ye gitmek üzere yola çıkar. Bazı şehirlerin ayrılışında olduğu gibi, burada da yola çıkış tarihine yine yer verilmez. Nabi ve beraberindekiler, on gün kadar bir zaman zarfında, Ramle'ye ulaşırlar ve oraya eşyalarını bırakarak Mescid-i Aksa'yı ziyaret etmek için Kudüs'e giderler.

“Tuhfetü'l-Harameyn'de, Mescid-i Aksa'nın tasvirine ayrılan bölümün azlığı, buraya yapılan ziyaretin, eser içinde önemli bir yer tutmasına karşılık, Nabi'nin, Mescid-i Aksa ziyareti için, üç gün ayırması, Kudüs veya Mescid-i Aksa ziyaretinin Nabi'nin yolculuk anıları içinde çok fazla yer tutmadığı görülmektedir. Bunun da bazı nedenleri vardır elbette…

Mescid-i Aksa'ya yapılan ziyaret kısalığının, Nabi'nin Mısır Hac kervanının yola çıkmadan önce ona yetişme çabasından kaynaklanabileceğini akla getirmektedir. Yaklaşık üç günlük bir Kudüs ziyaretinden sonra Nabi ve beraberindekiler, tekrar Ramle'ye döner ve oradan da Askelon, Gazze ve Ariş yolu izlenerek Mısır'ın Salihiyye kasabasına, yani Kahire'ye varırlar. Sina Çölü geçilerek yapılan bu yolculuğun ve Mısır’a varmanın pek de kolay geçmediğini Nabi’nin şu dizesinden de rahatlıkla anlaşılmaktadır: “İdelüm tayy-i beyaban bir içim su diyerek” Nabi’nin “Dünya anası” olarak nitelendirdiği Kahire’ye ulaştığında mevsim Sonbahardır. O, Kahire'nin nüfusunun yoğunluğu, pazarları, binalarının yüksekliği ve mimarisi ile Kürt ve Çerkezlerin, birbirleriyle rekabet ederek yaptırdıkları camilerin çokluğu ve bunların birbirlerine yakınlığı karşısında şaşkınlığını dile getirir.

Nabi, Memluk (Kölemen) Sultanı Çerkez asıllı Kansu Gavri (1501-1516) tarafından yaptırılan Camii ile Tolunoğulları devletinin kurucusu Ahmed Bin Tolun tarafından Miladi: 879

yılında yaptırılan “Sultan Tolun Camii”ni ziyaret eder. Hatta sarmal şeklindeki cami minaresinin, Sultan Tolun Camii’nin yapısıyla tam uyum göstermemesi ve uyuşmaması üzerine Nabi, ilginç bir beyitle bu durumu kelime kalıplarına dökerek şöyle der: “Egerçi nahl-i hurma-veş değülse zahirum hemvar Asa-yi Musevi-veş batınumda istikamet var” (Her ne kadar dış görünümüm, hurma ağacı gibi düzgün değilse de, İçyapın, Hazret-i Musa’nın Asası gibi düzgün ve doğrudur.) Nabi, bu semtte bulunan ünlü Sultan Hasan Camii’ni de ziyaret etmekten geri kalmaz Bu cami, Memluk Sultanı Hasan Bin Muhammed Bin Kalavun tarafından (1356-1362) bir külliye şeklinde yaptırılmış ve 1363 yılında ibadet için açılışı gerçekleştirilmiştir. Dört mezhebe göre eğitim verildiğinden, dört mezhep medresesi olarak da bilinmektedir caminin etrafındaki bu külliye.

Aynı şekilde Nabi, Peygamber Efendimiz ashabından Mısır fatihi Amr Bin As tarafından yaptırılan camii ile Nil nehrini, Birke-i Özbekiyye ve Birke-i Fil adlı ünlü su depolarını, Kahire’deki mesire yerlerini ve Ehram tepelerini de tek tek gezer.

Mısırda iken, şehrin valisi Abdurrahman Paşa'dan, en azından IV. Mehmed'in fermanı gereği, iltifat ve yardım görmüş olduğu kuvvetle muhtemeldir. “Abdî” mahlasıyla şiirler de yazan Abdurrahman Paşa'nn, Nabi ile içli dışlı olduğu, samimi bir arkadaşlık kurduğu ve müşterek gazel yazdıkları bilinmektedir.

Nabi’nin Mısır’da en dikkat çeken gezilerinden biri de Allah’ın, Cennetin bir köşesi olarak kullarına bahşettiği Mukaddem tepesinin yamaçlarındaki “Karafe Mezarlığı” ziyaretidir. Ukbe Bin Nafi’, İmam Şafii, Ömer Bin Fariz ve Tarikat şeyhi İbrahim Gülşeni gibi ünlü isimlerin gömülü bulunduğu bu semtte, pislikten geçilmediğini üzüntüyle kaydeder ve tenkitli bir üslupla yazar bu yerdeki görünümü.

Ne yazık ki günümüze kadar süren bu durum, Hicri: 1008/ Miladi: 1599 Yılında, Mısır’da Lala Mustafa Paşa’nın valiliği esnasında defterdarlık yapan ünlü Tarihçi Gelibolu’lu Mustafa Ali tarafından Kahire’yi anlatan, “Halâtu Kahire” isimli kitabında da, yana yakıla anlatılır bu tarihi yerlerin bakımsızlığı… Gelibolulu Mustafa Âli, Bu kitapta, İmam-ı Şafiî Camii’ndeki abdest alma yerlerinin çok kötü durumda bulunduğunu, kirden ve pislikten geçilmediğini anlatır. Bugün de İmam-i Şafiî Camii’ndeki abdest alma yerlerini gören ve Gelibolulu Mustafa Âlî’nin tasvir ettiği şekilde bulanlar, hayretlerini gizleyememektedirler. Cami’de namaz kılarken halıların tozlarından secdeye gidildiğinde, inanılmaz şekilde alınların kirlendiğini görmekten sıkılmakta ve bunu dile getirmekten pek de çekinmemektedirler.

MEKKE’YE DOĞRU YOLCULUK Nabi, Hicri takvime göre, 20 Şevval 1089/ Miladi hesaplamalara göre, 5 Aralık 1678 tarihinde, Mekke'ye gitmek üzere Mısır Hac kervanına katılarak Kahire'den yola çıkar Hac kafilesi. Nabi Mısır’ın bu kentinden ayrılma olayını şu şekilde dile getirir: “Gönül tayy it bisat-i ayşi hengâm-i azimetdür Yüri berk-i sefer amâde it kim vakt-i rıhletdir” (Ey gönül! Yaşam yaygısını katla, yolculuk zamanıdır. Yürü, Sefer şimşeğini hazırla ki, göçme zamanıdır.)

Kervan, Adiliyye, Birketü'1-Hac, Tih Sahrası, Mısır Akabesi, Sina Dağı, Bedr-i Huneyn ve Râbık üzerinden yoluna devam ederek ve burada ihrama bürünerek Mekke’ye ulaşmanın heyecan ve sevinciyle yolculuklarını sürdürürler. Kış aylarında bile, gece yolculuğu yapan Mısır Hac kervanının bu yolculuk adetlerini gözetleyen Nabi, bunu hayretle izlemekten ve dikkatli bir şekilde tasvir etmekten de geri kalmaz.

Nabi, Mekke'de bulunan Harem-i Şerif’i, Safa ve Merve’yi, Arafat Dağı’ndaki durma işlemini, Mina ve Müzdelife gibi kutsal mekânları, İslami kurallara göre bir bir ziyaret edip tavafını tamamladıktan sonra Hac görevini tamamlamış olur böylece.

ÜNLÜ NA’TIN YAZILIŞ MENKIBESİ Mekke'de yirmi gün kalan Nabi, Medine'ye gitmek üzere Şam Hac kervanına katılarak bu kutsal yerlerden ayrılmaya karar verir ve yola çıkar.Kafilede Osmanlı Devleti'nin ileri gelen paşaları da vardır. Kafile, bir gece yarısı Peygamber şehri Medine-i Münevvere'ye yaklaştığında ve şehrin sınırları içine girdiğinde, Hazret-i Peygamber'i ziyaret aşkı, Nabi'yi iyice sarar. Öyle ki vücudu bir hoş olur, uykusu kaçar ve gözlerine uyku girmez hiç. Kafilede bulunan Eyüplü Râmi Mehmed Paşa o esnada kıble tarafına doğru ayaklarını uzatmış

uyumaktadır. Resul-i Kibriya'nın beldesine girerken gördüğü bu manzara, Nabi tarafından hiç de hoş karşılanmaz. Paşayı uyandıracak bir şekilde şu meşhur şiirini söylemeye başlar: “Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-i Hudâ'dır bu Nazargâh-i İlâhî'dir Makâm-i Mustafâ'dır bu Felekde mâh-i nev Bâbü's-Selâm'ın sîneçâkidir Bunun kandilî Cevzâ matla-i nûr u ziyâdır bu Habîb-i Kibriyâ'nın hâbgâhıdır faziletde Tefevvuk kerde-i Arş-i Cenâb-i Kibriyâ'dır bu Bu hâkın pertevinden oldu deycûr-i adem zâil A’mâdan içti mevcûdât çeşmin tûtiyâdır bu Mürâât-i edeb şartıyla gir Nabi bu dergâha Metâf-ı Kudsiyândır busegâh-i Enbiyâdır bu Nabi’nin bu muhteşem Na’tı, - yerine tam oturmasa ve güzelliğini koruyacak şekilde olmasa da- yeni nesillerin anlayabilmesi için, günümüz Türkçesiyle şu şekilde ifade edebiliriz: (Edebe aykırı hareket etmekten sakın! Zira burası Allah’ın Sevgili Peygamberi’nin bulunduğu yerdir. Burası, Cenab-i Hakk’ın sürekli nazar kıldığı Mustafa’nın makamdır. Gökyüzündeki Hilâl, O’nun “Selâm Kapısı”nın yüreği yaralı âşığıdır. Güneş de bu aydınlık ve ışığın kaynağı olan O’nun nurunun kandilidir. Burası, Allah Habîbi’nin yattığı yerdir. Fakat fazilet bakımından Cenab-i Kibriyâ’nın Arşı’ından da yücedir.

Bu kutlu toprağın ışığından, yokluk karanlığı sona erdi ve varlık âlemi, yokluktan iki gözünü, onun sürmesiyle açtı.

Ey Nabi! Bu dergâha edebe uyarak gir. Çünkü burası, meleklerin etrafında döndüğü ve peygamberlerin saygıyla eşiğini öptüğü yerdir.) Bu şiiri işiten Paşa, gözünü açar, hemen kendine gelir, uyarmanın nedenini anlar, toparlanır, doğrulur ve Nabi'ye dönerek: - Ne zaman yazdın bunları? Senden başka duyan oldu mu onları? Diye sorar. Yusuf Nabi: - Bunları daha önce herhangi bir yerde söylemiş değilim. Şimdi, sizi bu halde görünce elimde olmadan yüksek sesle dile getirmeğe ve söylemeye başladım. İkimizden başka bilen yok! Der. Paşa: - Öyleyse bu durum, aramızda kalsın, diye ikaz eder. Nabi, susar ve yola devam ederler. Kafile, sabah ezanına yakın vakitte, Hazret-i Rasulullah'ın mescidine yaklaşır. Bir de bakarlar ki, mescidin minarelerinden müezzinler, ezandan önce, Nâbî'nin: "Sakın terk-i edepden..." beytiyle başlayan bu ünlü Na’tını okumaktadırlar. Nâbî ve Paşa, hayretler içinde kalırlar. Mescide girdiler, namazı kıldıktan sonra, hemen müezzinin yanına koşarlar. Nâbî, heyecanla: - Allah adına, peygamber aşkına söyle, sen ezandan önce okuduğun o beyitleri kimden, nereden ve nasıl öğrendin? Diye sorar. Müezzin önce cevap vermek istemez, Nâbî, çok ısrar ve rica edince müezzin: - Resûl-i Kibriya Efendimiz (Allah’ın esenliği üzerine olsun), bu gece bütün müezzinlerin rüyasını şereflendirerek: "Ümmetimden Nâbî isimli birisi beni ziyarete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üzerindedir. Kalkın, ezandan önce, onun benim için yazdığı beyitleri okuyarak kendisini karşılayın, mescidime girişini kutlayın!" buyurdu. Biz de Efendimizin emirlerini yerine getirdik, deyince, Nâbî, hepten şaşırır ve heyecanlanır, dayanamayıp ağlamaya başlar. Gözyaşları içinde müezzine tekrar: - O iki cihanın Efendisi, gerçekten Nâbî mi dedi, o benim ümmetimdendir mi buyurdu? Diye sorar. Müezzin: - Evet, Nâbî dedi, o benim ümmetimdendir buyurdu demesi karşısında Nâbî, bu iltifata daha fazla dayanamaz, sevincinden düşüp bayılır. Bir zaman sonra ayıldığında Paşa’yı ve müezzini yanında ağlarken bulur. Medine'de iken Nâbî, Hazret-i Peygamber'in türbesinde kandilleri yakma görevini gururla yapar. Medine'den, Şam ve oradan İstanbul'a dönüş yolculuğunun tasvirini kısaca birkaç cümleyle geçiştiren Nâbî, eğer kervandan hiç ayrılmadıysa, Hicri takvime göre, Rebiü’l-âhir'in sonlarında veya Cemaziye’l-evvelin başlarında (Miladi/Haziran 1679) İstanbul'a dönmüş ve döner dönmez, Hac Yolculuğu izlenimlerini edebî bir üslûpla kaleme almaya başlamış olması, ihtimal dahilindedir.

Nabi’nin bu çok güzel ve anlamlı şiiri, başka şairler tarafından tahmis edilerek (Beş dizeye tamamlanarak) yazılmıştır daha sonraki zamanlarda…

KANGALLI SADIK DOSTUMUZ

Öyle bir dost hayal edin ki ilk karşılaştığınız andan itibaren sizi sahiplensin, korusun, kollasın; hisleriyle kimin size zarar vereceğini bilsin. Canan COŞAR

ivas, tarihi ve kültürel değerleri ile ünü Türkiye sınırlarını aşmış bir şehrimiz. Milli mücadelenin en önemli şehirlerinden olan Sivas; Kangal ilçesi ile de şehrin Türkiye dışında tanınmasını sağlayan Anadolu’nun eşsiz değerlerinden biridir. Kangal, birlik ve beraberlik anlamına gelir. Geniş bir vadi içerisine kurulan yerleşim yerini kangal şeklinde dağlar çevirmiştir. Birlik içinde yaşayan halk sıcakkanlı yardım sever ve hoş görülüdür. İlçe kültür ve turizm açısından büyük bir öneme sahiptir. Tarihi açıdan kervansarayı, türbesi, kilisesi ile birçok önemli mekâna sahiptir. Ayrıca sedef hastalığına tek şifa kaynağı olan Balıklı Çermik ve adını yaşadığı yerden alan Kangal köpekleri ile Kangal; tüm dünyada bilinmektedir. Öyle bir dost hayal edin ki ilk karşılaştığınız andan itibaren sizi sahiplensin, korusun, kollasın; hisleriyle kimin size zarar vereceğini bilsin. Sadece size değil aile fertlerine; özellikle de çocuklara karşı büyük bir hassasiyet taşısın. Güven duygusunun zedelendiği son yıllarda, bir hayvana güvenmek; ona evini, aileni teslim etmek ilginç tabi ki. Aynı dili konuşan iki insan anlaşamazken birbirlerini anlayamazken bu hayvanlar konuşmayı bir kenara bırakalım sahibinin kalp atışını bile hissederler. Tıpkı bir bakıcı gibi çocukların yanından ayrılmayarak onları korurlar. İnsana yakın bir ruha sahip olmaları ile bütün duygu ihtiyaçlarına uyum sağlayan hayvanlardır. Bazen, öfke anında söylediğimiz “beni ite köpeğe muhtaç / muhatap etme” gibi kızgınlık ifadeleri ile Allahın yarattığı bu güzel varlıklar karşısında haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Çünkü dost canlısı bu hayvanlar bekçi ve çoban köpeği olarak insanların en sadık dostları arasındadır. Kangal köpeklerinin en çok bilinen özelliği dostane olmalarıdır. Evini, aileni koruması için getirirsin Kangal yavrusunu çiftliklerden. Öyle küçük, öyle sevimlidir ki siyah kulakları, siyah burnu, ırkına has tüy renkleri ile dikkatleri üzerine toplar. Kimisinin tüyleri koyun gibi kıvırcık, kimisi düz, kimisi beyaz tüylü, kimisi kahverengi. Doğduğunda bir bebek gibi kucağında taşıyabilirken birkaç ay içinde çok hızlı gelişim göstererek 70 – 80 cm boya ulaşırlar. Ayağa kalktıklarında ise bir adam boyunu geçerler. Erkek ve dişi arasında çok belirgin gelişim ve karakteristik özellikleri vardır. Erkekler dişilere göre daha çabuk gelişir. Daha hızlıdır. Uysal, cana yakındır. Dişilerin ise insani özellikleri daha belirgindir. Eşini ve sahibini çok kıskanırlar, başına buyruk inattırlar. Dişiler sadece kendi istediklerini yaparlar. Eğer dişi ve erkek birlikte Kangal köpeği besliyorsan zorlu bir mücadele seni bekliyor demektir. Kapına seni koruması için diktiğin bu sevimli dost sabahın ilk ışıklarında seni görür görmez kuyruğunu sallayarak sevimli, şirin hareketler yapmaya başlar. Yavrudur, tıpkı bir çocuk gibi sevilmeye muhtaçtır. Siyah burnu ile seni önce koklamaya başlar. Yalar, sanki yutacakmış gibi. Kucağına yatar, sırnaşır beni sev, beni bırakma der gibi.

Acıkmıştır, yemek ister, sonrasında koşup gezmek ister. Farklıdır diğer köpeklerden. Her şeyi yemez, özeldir, bir tabak da onun için hazırlarsın. Etleri haşlar, didikler, büyük bir özenle önüne koyarsın. Bağlı olduğu kulübede gün boyu beklemez. Bağlı olmak mutsuz eder, çözülmek ister, özgür bir ruha sahiptir. Kim tutabilmiş ki ruhu özgür yaratılanı. Onları şehirde beslemek zordur. Hayvanat bahçesinde aslanı birkaç metre kare alanda tutmak gibi bir şeydir. Özgür olmak isterler. Onların oyun alanları yaylalar, dağlardır. Arkadaşları ise koyunlar, kuzular ve kendi cinsleridir. Kangal köpekleri ile evcil köpeklerle yaptığın gibi top oynayamaz, yatıp uyuyamazsın. Ayağını toprağa basmak ister, topraktan güç alır. Rahatlar, dinlenir toprak üzerinde. Onu güçlü yapan topraktır, kolay kolay yenilmemesinin sebebi de budur. Uzun süre seninle yaşar. Artık ailenin vazgeçilmez bir parçası olur. Tek bir şey ayırır onu senden; sevgisizlik… Sevgi, şefkat sadece insan için gerekli değildir. Özellikle Kangal köpeklerinin en büyük yaşam kaynağı sevgi ve şefkattir. Senin kalp atışını hisseden bu asil ve sadık dost ölüm ayırana kadar seni bırakmaz. Yeter ki sevgiyi eksik etme sadık dostundan.

This article is from: