16 minute read
AFRiKA’NIN ŞEHiRLERi -2BAMAKO
Batı Afrika’da gerçekleşen Fransız istilasından Bamako da nasibini alır ve 1883 yılında Fransız işgalci güçlerince ele geçirilir. Şehre hemen bir kale inşa edilir ve akabinde Bamako giderek büyür, 1908 yılında da Fransız Sudan’ı denen Batı Afrika İşgal Fransası’nın başkenti olur. Bu vaziyet 1960 tarihine kadar devam eder. Emperyalist Fransızlar’ın 1960 yılında göstermelik olarak özgürlüklerini bahşettikleri bu kadim coğrafyada Mali Cumhuriyeti kurulur ve başkenti de Bamako olur.
Dr. Serhat ONUR
Advertisement
oğu Afrika’nın Sahra altı bölgesinde yer alan Mali’nin başkentidir Bamako, ülkenin güney batı köşesinde Nil Nehri ve Kongo Nehri’nden sonra 4180 km uzunluğu ile Afrika’nın en uzun 3. nehri olan Nijer Nehri’nin kıyısında kurulmuştur. Nehir Limanı sayesinde canlı bir ticari hayatı vardır. Şehrin adı ülkedeki hakim yerel dil olan Bambara lisanında “Timsah Nehri” anlamına gelmektedir. Mali’nin en büyük şehri olan Bamako’nun 2019 nüfusu 2.529.000 olup, Afrika’nın da 28. büyük şehridir. Tropikal savan ikliminin etkin olduğu şehirde ŞubatMayıs arası en sıcak dönem olup, ortalama sıcaklık 39 C° civarıdır. Haziran-Ekim ayları arası ise “Yağmur Mevsimi” dir.
TARİH Mali İmparatorluğu'nda bir şehir merkezi olarak görülse de, Bamako’nun kesin kuruluş tarihi bilinmemektedir. 11. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar Mali İmparatorluğu içinde önemli bir şehir olan Bamako, özellikle İslamiyet’in bu bölgelerde yayılışında rol almış, hatta kuzeyde yer alan ve Afrika Kıtası’ndaki en önemli İslami ilim merkezlerinden olan Timbuktu kadar ünlenmiştir. Fakat Mali İmparatorluğu’nun çökmesi ile önemi azalmış ve 1883 yılına gelindiğinde sadece 800 nüfusu olan küçük bir kasaba haline gelmiştir. Bu dönemde Batı Afrika’da gerçekleşen Fransız istilasından Bamako da nasibini alır ve 1883 yılında Fransız işgalci güçlerince ele geçirilir. Şehre hemen bir kale inşa edilir ve akabinde Bamako giderek büyür, 1908 yılında da Fransız Sudan’ı denen Batı Afrika İşgal Fransası’nın başkenti olur. Bu vaziyet 1960 tarihine kadar devam eder. Emperyalist Fransızlar’ın 1960 yılında göstermelik olarak özgürlüklerini bahşettikleri bu kadim coğrafyada Mali Cumhuriyeti kurulur ve başkenti de Bamako olur.
GÜNÜMÜZ Şehir “Komün” denilen 6 bölgeye ayrılmıştır. Her komünün başında seçilmiş bir belediye başkanı olup, komünler de kendi içinde mahallelere ayrılmıştır. Türkiye’deki büyükşehir ve ilçe belediyeleri sistemine benzemektedir. Mali’ye 2010 yılında yaptığımız gönüllü sağlık çalışmasında 4. komündeki merkez referans hastanesinde faaliyet göstermiştik. Bu komün Bamako’nun oldukça fakir bir bölgesindeydi ve ihtiyaç sahibi çok fazla insan vardı. Hastanesi de oldukça yetersiz olup, sınırlı sayıda ve basit ameliyatlar yapılabiliyordu. Haftada bir,
bazen de iki ameliyatın yapıldığı hastanede çalıştığımız 10 gün zarfında, sabah 08.00, akşam 21.00 arası çok yoğun bir tempoyla, 300 civarında ameliyat yapmış, hastane çalışanları ve hastaların fazlaca teveccühüne mazhar olmuştuk. Ameliyatlara başladığımız ilk gün bize kan kusturan, ameliyat yapmamamız için her türlü zorluğu çıkaran yerel anestezist hekimin ilerleyen günlerde, bizim sadece yardım amacıyla geldiğimizi anlayınca “Ben sizi onlardan zannettim ve o yüzden sizlere kötü davrandım. Ama siz onlardan değilmişsiniz, özür dilerim” demesi, bize Afrika ve Batı gerçeğini özetlemiş ve bu mazlum kıtaya daha çok gelmemiz için büyük bir şevk ve sorumluluk vermişti. Malili hekim arkadaşın “Onlar” dediği, Afrikalı insanı “Kobay” gibi gören, sözde “Medeni” Batılı ülkelerin emperyalist zihniyetinin uzantısı olan ve ameliyat yapmayı, zerrece önemsemedikleri Afrikalılar üzerinde öğrenen acemi hekimlerden başkası değildi. Ameliyatlardan, Nijer Nehri etrafına kurulan Bamako’da, şehir içi ulaşımda can damarı olan köprülere geçelim. Bamako’da Nijer Nehri üzerinde üç köprü bulunmaktadır. İlki “Eski Köprü” olarak da bilinen “Şehitler Köprüsü” dür. 1957 yılında, kolonyal dönemde açılır, bağımsızlık mücadelesi esnasında bu köprüde verilen şehitler anısına ismi 1961 yılında değiştirilir ve “Şehitler Köprüsü” olur. Bu hadise ve köprü, bize yakın tarihimizi hatırlatır.
15 Temmuz işgal girişiminde, İstanbul “Boğaziçi Köprüsü”nde şehit olan vatandaşlarımızın anısına hürmeten, köprünün isminin “15 Temmuz Şehitler Köprüsü” olarak değiştirilmiştir. Bazı köprüler vardır ki, onlar sadece araçların değil özgürlük mücadelelerin de geçtiği sembollerdir milletler için. İkinci Köprü olarak bilinen Suudilerin yaptığı “Kral Fahd Köprüsü” 1992 yılında, Üçüncü Köprü olarak bilinen yeni köprü ise Çinlilerin Batı Afrika’daki yaptığı en büyük hibe projesi olarak gerçekleşmiş ve 2011 yılında açılmıştır. Yeri gelmişken Mali ve özellikle Bamako’da çok fazla Çinli yaşadığından bahsetmek isteriz. Bamako’ya sağlık yardımı amacıyla gittiğimiz 2010 yılında, şehirde 10.000 üzerinde Mali vatandaşlığına geçmiş Çinlinin yaşadığını duyunca çok şaşırmıştık. Hatta ülkede Çinlilerin kurduğu bir siyasi partinin olduğunu ve aktif siyasette yer alıp seçimlere katıldığını öğrenince şaşkınlığımız daha da artmıştı. Daha ötesi Çinlilerin, Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu Bamako’da, gayri ahlaki fitilin ateşlenmesine sebep olan altı bar, üstü umumhane tarzı işletmeleri şehrin bazı bölgelerinde açtıklarını da üzülerek öğrenmiştik. Çin’in uzun yıllardır yoğun temasta olduğu Mali’de, Türkiye Bamako Büyükelçiliğimizin açılış tarihinin 2010 yılı olması, Mali özelinde Afrika Kıtası’nı ne kadar unuttuğumuzun üzüntü veren bir örneğidir.
Bize unutturulan bu mazlum coğrafyada ecdadımızdan aldığımız bayrağı dalgalandıramadığımız, açmamız gereken fakat açamadığımız ilim, irfan ve ahlak müesseselerinin yerine, başka milletlerin gayriahlaki mekanlar açtığını üzülerek görüyor, kahroluyor, mazlum coğrafyaların
ümidi olan bizlerin kabahatidir bu diyerek hayıflanıyorduk. Fakat son yıllarda, bizlerin de içinde olduğu, Afrika Kıtasında gerçekleştirilen devlet ve sivil toplum kuruluşlarının gayretli çalışmaları sayesinde, asırların ihmalini bir nebze olsun gidermeye çalışan Türkiyemiz var şükürler olsun.
Bamako’ya ilk gittiğimiz zaman, oldukça eski ve bakımsız görülen şehirde, 2.köprüye yakın nehir kenarında modern binalar görmüş ve merakla bunların ne olduğunu sorunca “Bakanlık Binaları” olduğu cevabını almıştık. Bu bilgi o kadar ilginç olmasa da, bizi şaşırtan bu binaları Libya lideri Kaddafi’nin yaptırdığı öğrenmek olmuştu. Mali’de çok sevilen Kaddafi, ülkede büyük bir kahraman olarak görülmekteydi. Bir çok kez Mali’yi ziyaret eden Kaddafi’nin her gelişinde ülkede resmi tatil ilan edilip, büyük törenler yapıldığını da beraber çalıştığımız yerel hekim arkadaşlar anlatmıştı. Ülkenin tek uluslar arası uçuşlara açık “Modibo Keita Uluslararası Havaalanı” Bamako’dadır. Mali’ye giriş kapısı olan bu havaalanı ilk gittiğimiz sene olan 2010 yılında oldukça iptidai idi. Afrika tecrübesi olmayan bazı arkadaşlarımızın, burası uluslararası bir havaalanı mı, yoksa Türkiye’deki küçük bir kasabanın otobüs garı mı şeklindeki şaşkın bakışları hala hafızamdadır. Son yıllarda Afrika’nın bir çok hava alanında ki yenileme çalışmalarından Bamako Havaalanı da nasibini almış ve modern bir çehreye kavuşmuştur.
Bamako sanatsal yönden çok renklidir. Kıtanın en önemli fotoğraf etkinliklerinden birisi olan
“Afrika Fotoğraf Buluşmaları” 1994 yılından beri Bamako’da yapılmaktadır. İç savaşlar, darbeler gibi Afrika kıtasının maalesef her daim iç içe olduğu durumlar nedeniyle bir çok kez yapılamayan etkinliğin 11.si 2018 yılında gerçekleşmiştir. Mali, Afrika yerel müziğini, dünyaya duyuran ülkelerin başında gelirken, Bamako’da bunun merkezi konumundadır. Şehirde dolaşırken her köşe başından içinizi kıpır kıpır yapan yerel melodileri duyabilirsiniz. Mali müziği hakkında malumatı olmayan bendenizin, Bamako’da kaldığımız süre zarfında sürekli dinleyip, çok beğendiği bir çok yerel şarkıyı ihtiva eden albümleri, Türkiye’ye dönüşte haftalarca evde, arabada sürekli dinlemem, bir süre sonra aile içinde ufak çaplı bir musiki krizine sebep olmuştu. En meşhur şarkıcıları “Salif Keita” yı ve onun muhteşem şarkısı “Folon”u mutlaka dinlemenizi ve bu “Albino Afrikalı” şarkıcının hayatını da okumanızı şiddetle tavsiye ederiz efendim.
Hepimizin bir şekilde duyduğu, dünyanın en zorlu araba yarışlarından olan “Paris-Dakar Rallisi”ne alternatif olarak 2005 yılından beri düzenlenen ve ülkemizde pek bilinmeyen yaklaşık 8.000 kilometre mesafeli ve “Dünyanın En Büyük Amatör Rallisi” olarak adlandırılan “Budapeşte-Bamako Rallisi”nin de son durağı Bamako’dur. Her yıl Ocak ayının son Pazar günü şehre yüzlerce ralli arabası ve motosiklet gelmekte, Bamako bir karnaval şehrine dönmektedir. 80 farklı ülkeden 730 katılımcının yarıştığı 2020 Şubat ayında yapılan son ralli ise, Mali’deki karışıklıklardan dolayı maalesef Sierra Leone’nin başkenti Freetown’da
nihayetlenmiştir. Bu etkinlik sadece bir yarış olmayıp, yarış organizasyonu esnasında geçilen güzergahlara yapılan yardım kampanyaları ile de dikkat çekmektedir. Her yarış dönemi Batı Afrika’ya ortalama 800.000 Euro civarında yardım ulaştırılmaktadır.
ZİYARET MEKANLARI Ulusal Müze; 1956 yılında açılan ve o tarihten beri açık olan müzede etnografik eserler yer almaktadır. Müze bir çok sergilere ve sanatsal faaliyetlere de ev sahipliği yapmaktadır.
Muso Kunda Müzesi; Malili kadınların toplum içinde karşılaştığı zorluklara dikkat çekmek için kurulmuş, gündelik yaşantılarından da kesitler sunan, tahminimce tüm kıtada tek olma özelliğine sahip müzedir. Büyük Cami; Mali’nin en büyük camisi olup, 1970’lerin sonuna doğru, kolonyal dönem öncesi yapılıp sonrasında harap olan kerpiç caminin yerine yapılmıştır. G Noktası Tepesi; Ulusal Müzenin de bulunduğu ve Bamako’yu kuş bakışı gören bu tepe şehrin hareketli noktalarından. Geceleri oldukça iyi aydınlatılan bölgede, sokak lambaları altında ders çalışan bir çok öğrenci görmüş, niye burada ders çalıştıklarını sorunca da, “Evimizde elektrik yok” cevabını almıştık. İsmi de, Fransız işgal döneminde burada bulunan Fransız askeri kontrol noktasının adı olan “G kontrol Noktası”ndan gelmektedir. Yerel Pazar; Coura bölgesinde gümüş takılar, deriden mamüller, müzik aletleri ve ahşap oymalar gibi bir çok yerel objenin satıldığı pazardır. Özellikle animist dönemde, kötü ruhları kovmak için tasarlanmış ahşap maskeler tam bir sanat eseridir.
TÜRKİYE VE BAMAKO Türkiye Mali Büyükelçiliği Bamako’dadır. THY (Türk Hava Yolları), haftanın yedi günü direkt olarak İstanbul-Bamako uçuşlarını gerçekleştirmektedir.
KAYNAKLAR 1. https://islamansiklopedisi.org.tr/bamako 2. https://www.blackpast.org/global-african-history/bamako-mali-11th-century/
3. https://populationstat.com/mali/bamako
4. http://www.budapestbamako.org/
PİSA ŞEHRİNE KULEDEN BAKIŞ...
akitlerden İtalya’ydı, Pisa şehrini ziyaret etmek için düştük yollara... Şehri mayıs ayında ziyaret etmek nasip oldu. Çok güzel bir vakitte gittiğimi bizzat yaşayarak anlamış oldum. Bu dönemde hava ılıman ve bölge çok daha sakindi. Ekimden sonra yoğun yağmurların görüldüğü bölgede, kış mevsimi de oldukça nemli geçtiği için, nisan, mayıs, haziran, eylül ve ekim ayları en uygun aylardır. Rahat bir gezi programı düşünüyorsanız mutlaka mevsime dikkat etmelisiniz. İtalya’nın batı kıyısında bulunan Pisa, bana göre ülkenin en hoş şehirlerinden birisiydi. Ligurya Denizi’ne sadece 20 dakika uzaklıkta olup ülkeyi ziyaret eden turistler genellikle Floransa şehrine giderken Pisa’ya uğrarlar. Pisa bulunduğu konum itibariyle mükemmel ulaşım bağlantılarına sahip bir şehirdir. 11. yüzyıldan başlayarak tarihi sahnede kendine iyi bir isim yapmayı başaran Pisa şehri, denizcilikte ismini en üst sıralara çıkardı. Denizcilikle birlikte şehirde nüfus artışı, altyapının ve şehrin gelişmesine sebep olmuştur. Bugün hala 12. yüzyıldan ayakta kalan ünlü anıtlar şehri süslemeye devam etmektedir. Pisa şehri, 241 km uzunluğunda olan Arno Nehri kıyısında kurulmuştur. Nehrin, şehre ayrı bir güzellik ve manzara kattığını görüpde yürüyüş yapmadan şehirden ayrılmanızı istemem. İtalya'nın en sıradışı meydanı olarak bilinen, Mucizeler Alanındayız. İsmini İtalyan yazar Gabriele d’Annunzio’nun 1910 yılında yazmış olduğu şiirinden almış. Tarihi İtalyan Rönesansı’na kadar uzanan Ünlü eğik kuleyi yani Pisa Kulesini ve hemen yanında Romanesk Katedralini (Santa Maria Katedralini) görüyoruz. Ayrıca Toskana bölgesinde mimari hayranları için, Pisanın en iyi gotik tarz heykel eserlerinden biri olana Vaftizhane ziyaret etmelerini tavsiye ederim..
SANTA MARIA ASSUNTA KATEDRALI 11. yüzyıldan yapımı tamamlanan bu muhteşem katedralin dış cephesinden bakıldığında, taş, mermer kemer ve üç zengin bronz kapı ile gerçekten süslü bir yapı olarak göz doldurmaktadır. Katedralin içi, dışından daha muhteşemdi. Bu yapı gerçekten dini yapılar arasında en dikkat çekicisiydi. Altın süslemeli tavana sahipti ve Hz. Meryem’in Göğe Kabulü’nü gösteren çarpıcı bir fresk (kireç suyunda eritilmiş madeni boyalarla, yeni sıvanmış olan ıslak bir duvar yüzeyine resim yapma tekniği.bu yolla yapılmış duvar resmi.) içermektedir.
PISA KULESI Pisa Kulesi, Santa Maria Assunta Katedrali’nin ardından, 12. yüzyılda inşa edilmiştir. Kısa sürede temellerin dengesiz olduğu ve binanın eğilmeye başladığı anlaşılmış. Pisa kulesi, 56 metre yüksekliğinde, 6 sütün üst üste oturtularak inşa edilmiş, yapımında sadece mermer kullanılmış, 8. Katında çan bulunan 294 basamağı çıkarak kulenin en üstüne çıkılabilir. Kule hala eğilmeye devam ediyor ve çökmemesi için önlemler alınmış durumda. Kule ile ilginç fotoğraflar çekmek mümkün. Mimari açıdan çok güzel bir yapı olarak görmeye değer bir eser.
VAFTIZHANE Pisa Kulesi ile aynı zamanda inşa edilmiş olup, 54 m yükseklikte ve birçok farklı heykel, kemer ve dekorasyona sahip muhteşem bir dış tasarıma sahip muazzam yapıdır. Vaftizhanenin kubbeli çatısının yarısı turuncu çinilerle kaplanırken, diğer yarısı çıplak kalmış ve hiç bitirilmemiş durumdadır. Vaftizhane içinde de zengin dekorasyon devam ediyor ve her ikisi de çok süslü olan bir minber ve bir vaftiz kurnasını içeride görebilirsiniz.
CAMPO SANTO Katedralin yanında bulunan Anıtsal Mezarlık, Mucizeler Meydanı’ndaki önemli yapılardan biridir. Mutlaka görülmesi gereken bir mekan.
PALAZZO DEI CAVALIERI Pisa’daki önde gelen saraylardan biri olarak, Palazzo dei Cavalieri ve Şövalyeler Meydanı mutlaka görülmeli. 16. yüzyılda inşa edilmiş
olan bu saray ve aslen St. Stephen Şövalyelerinin genel merkezi olarak kullanılmaktaymış. Bu sarayın ön cephesi gerçekten çok güzel ve taş eser görkemli bir dekorasyona sahip. Toskana Dükleri’ni temsil eden bir dizi taş heykel bulunmaktadır.
BORGO STRETTO Fantastik mimari ile üst düzey toptan alışverişin bir tümünü birden arıyorsanız Borgo Stretto sizin için ziyaret edilmesi gereken enfes bir yer. Bu keyifli cadde, şehrin kalbinde yer almakta ve Ponte di Mezzo’nun yanındaki Piazza Garibaldi’de başlıyor. Bu sokakta çeşitli tasarım mağazaları, butik mağazalar ve şirin kafeler bulabilirsiniz. İtalya’nın Pisa şehrinde yer alan Pisa Kulesi ve etrafındaki katedral, anıt mezarlığı ile vaftizhane UNESCO Listesi’nde yer alıyor. Tüm gezi severlere tavsiye ediyorum..
İyi Seyahatler diliyorum...
BÜYÜKSİNAN UZAK DEĞİL
Ne görsem, ötesinde hasret çektiğim diyar; Kavuşmak nasıl olmaz, mademki ayrılık var. Necip Fazıl KISAKÜREK Ahmet KÖSEOĞLU
ir Afrika atasözünde, "Uzak, değer verdiğin bir şeyin olmadığı yerdir" denir. Hayatımın ilk yirmi beş yılını mütevazı bir şekilde geçirdiğim Büyüksinan / Araplar Mahallesi bana hiç uzak olmadı, hep ısıttı beni. İlkokul yılları mahalleyi tanımaya, gözlemlemeye başladığımız; puştalarına saklanıp mezarlığından sarı güller topladığımız, Kavakaltındaki Cıngırıklı Kuyu'dan atını sulayan at arabacının arabasının arka alt selesine sinerek bindiğimiz, binemeyenin de hasedinden, "Amca, arkaya kamçı!" diyerek bizi müzevirlediği ve kafamıza gelen kamçı ile doğruca üzüm bağlarına ya da Ali Ağanın bahçesine kaçtığımız günler neden "uzak" olsun ki... Belleğimde yer eden taptaze, sımsıcak, capcanlı o yılları şöyle bir hatırladığımda ruhumun ve bedenimin ağustos sıcağında soğuk suya girmiş gibi serinlediğini; ama üşümediğini hissediyorum. Bu tarz "nostaljik" yazılarda yaşadığımızı değil de hatırladıklarımızı yazıp hoş sâdâya bir kâse güzel anı taşımaktan daha ötesi beklenmemeli diyorum. Hayatının ilk yirmi yılını romanlaştıran ünlü yazar Gabriel Garcia Marquez, Anlatmak İçin Yaşamak adlı eserinde, "İnsanın yaşadığı değildir hayat, aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır" diyerek yaşadığını değil de hatırladıklarını anlatmıyor muydu...
TRİPORTÖR VE AT ARABASI Bugün on dört kişiden fazla yolcu almayan -trafik mecburiyetiyle- dolmuş minibüslerin genç şoförlerinin, yirmi yıl önceleri yine on dört kişiye kadar yolcunun bindiği -ayaktakilerle- Arçelik marka, üç tekerlekli -triportör- dolmuşların geçmişinden haberdar olduklarını sanmıyorum. Tosba Taksi'nin -Wolkswagen- biraz büyüğü gibi olan, üstten uğur böceğini de andıran motosiklet direksiyonlu, simit değil, esasında yazın yakıp kışın donduran; ama yazın kapı pencere açıp doğal yolla serinletilen, kışın da yolcuların nefesiyle ısınan -şoför piknik tüple ısınır- bu küçük, şirin dolmuştan mahallemiz müdavimleri pek de memnundular. Fenni Fırın / Araplar hattı dolmuşunu bekleyip işe gideceklerinde yahut eve dönüşlerde pek kasıntılı olurlardı. Aheste yürüyüşleriyle de dolmuştan indikleri her hâllerinden belli olurdu. At arabası ile yapılan dolmuşçuluğun tarihe karışacağını, mahalle toplu taşımacılığında -özel- triportörlerin milât olacağını at arabası sürücüleri pek akıl edemiyordu. Çünkü benzin, yedek parça vesaire... O masraflı bir makine idi. At arabası ile dolmuşçuluğu hayal meyal hatırlıyorum. At arabaları dolmuşçuluktan yük taşıyıcılığına geçti. Bir müddet sonra o da zorunlu olarak bitti. Şehir içi trafiğine girmelerinin yasaklanması onların hazin sonlarının başlangıcıydı. Şimdilerde ise triportörlerin daha küçük kasalı ve iptidaisi yük taşımacılığı yapmaya çalışıyor. Nedense onların da şehir içi trafiğiyle sorunları var. At arabalarının dramatik sonuyla triportörlerinki örtüşüyor. Ee, ne demişler, çalma kapıyı çalarlar kapını...
O günlerin trafiği araç gürültüleri, egzoz gazları, korna seslerinden ziyade, bisiklet zili, at nalının ritmik şakırtısı ve arabanın tempolu takırtısıydı...Akşam eve dönüşte atın boş olan arabasını öyle bir çekişi vardı ki toynağının ahengini, nal sesinin ritmini, hülasa atın hâlini görmeye değerdi. Arabacı atını Cıngırıklı Kuyu'dan ıslık çalarak sulayıp, yemciden atın arpasını da alarak yola revan oldu mu, at kuyruğunu hafifçe kaldırır, ben geliyorum dercesine tempolu koşar, arabacı ya bir türkü tutturur ya da bir keyif sigarası tüttürürdü. Keyfi beyde görülmeyen arabacı mahalleliyi kamçılı eliyle selâmlayarak günlük rızkını çıkarmanın mutluluğuyla huzur yuvası na kavuşurdu.
DELİ BEKÇİ VE KUŞÇU ALİ Köprübaşı Karakolu bekçisi Alaaddin, nâm-ı diğer Deli Bekçi, iş çıkışında mahalledeki Hacı Bakkal'ın önüne gelip de düdüğünü uzun uzun iki kere öttürdü mü bütün çocuklar asfalt yolun kenarındaki kaldırım taşına tek sıra dizilip oturur ve beklemeye başlarlardı. Biraz irice iki oğlan çocuğu Deli Bekçi'nin yanında durur, biri biraz ürkek bir sesle, "Bağırttırayım mı?" diye sorar. Ceberut görünüşlü, katı duruşunun ardında ince bir ruhu olan Deli Bekçi, kafasını tamam anlamında sallayarak başlama iznini verir. İki çocuk ağız birliği yapmışçasına, "Deli bekçi! Pis bekçi! Mundar bekçi!" diye bağırarak oturan çocuklara ayak -yol- verirler ve onlar da yüksek sesle üç defa bağırırlar. Görevli iki çocuk arkaya döner, ikinci slogan için hazır olduklarını gösterirler, yine kafa işaretiyle izni alıp bir ağızdan, "Allah, Deli Bekçi'ye akıl versin!" diye bağırıp çocukların da üç defa tekrarlamasını sağlarlar. Bu usulle
üçüncü sloganı da, "Allah'ım, Deli Bekçi'yi affet!" diyerek tamamlayan çocuklarının duaları semaya yükselir. Deli Bekçi bakkala seslenir, "Hacı! Tart getir oradan bütün şeftalileri!" İki görevli çocuk, şeftali kasalarını getirirken olgun / iri şeftalilerden paylarına düşeni gözüyle kestirip dağıtımda elleriyle gölgelerler ve bütün çocuklara birer birer şeftalileri dağıtırlar. Bu rituel yıllarca, bahar ve yaz günleri ikindi namazını takiben hep devam edegeldi. Bakkalda çocukların severek yiyebileceği ne varsa alınıp dağıtıldı... Mahallenin tek, heybetli, haşmetli bekçisi Alaaddin Beyi, komşuları ve ailesinin anlayamamasına anlam veremiyordum; ama çocukların bekçiyi, bekçinin de çocukları anladığını anlamıştım o zaman. Allah rahmet eylesin rindî bekçi...
Veren el olmanın, nefsi ayaklar altına almanın, abd-i acizliğin mahalledeki sembolüydü Deli Bekçi. Konya'mızda her mahallenin delisi, velisi, topçusu, kuşçusu vardır. Ama Araplar Mahallesi'nin kuşçusuyla topçusu (futbolcu) meşhur olurdu. Birçok kaliteli topçu mahalle aralarında gençliğini tüketirken şansı yaver giden çok azı da İdmanyurdu, Gençlerbirliği ve Konyaspor'da top koşturma mutluluğuna erişmişti. Kuşçuluğun takımı ve ligi yoktu. Zaten olsa da Kuşçu Ali ligler üstü idi. Konya'da tektendi. İki yüzün üzerinde oyunlu, taklambaç kuşu olan Ali, ay geçmezdi ki kolunu, ayağını kırmasın. Yolda yürürken, damlarda kuş uçururken sürekli havaya bakan Kuşçu Ali'nin kırılan kolu, çıkan ayağının ilâcı Kırıkçı Hasan Ağa idi. Kuşçu Ali'nin pazar günleri gösteri uçuşu yaptırıp, bir yandan kuşları gözüyle takip ederken öte yandan Elifli, Mardinli, Limonlu, Zitkara, ak, önden perçinli, arkadan perçinli gibi, adlarıyla tanıtıp tüm özelliklerini, marifetlerini ve yalnızca kendinde bulunduğunu ballandıra ballandıra, övünerek, şişinerek anlatışından onlarca gencin kuşçuluğa merak sardığını biliyorum.
EV VE HAYAT Büyüksinan Mahallesi şehir merkezinden biraz dışarıda -şimdilerde tam ortada- olması köy ile şehir hayatı arasında bir yerde durmasını da kaçınılmaz kılıyordu. Mahalle sakinlerinin büyük bir kısmının yakın civar köylerle bağlantısı vardı. Zaten köyden şehre gelenler, şehrin köylerine giden yolun başlangıcı civarına yerleşiyorlardı. Mahallelerde kendi köylerini yeniden oluşturuyorlardı da diyebiliriz. Birkaç tane iki katlı evin bulunduğu mahallemizde tek katlı bahçeli evler çoğunlukta olup örtmesi, ahırı, yakacaklığı, tandırı hayatın -bahçenin- olmazsa olmaz küçük yapılarıydı. Ata erkil ailenin ihtiyacını karşılaması amacıyla her ahırda bir iki inek, sekiz on tavuk bulunur, bazen mevsimlik olarak etlik ya da kurbanlık koyun da beslenirdi. Mahalleli sabahları, sığır sürüsünün İsmet Paşa İlkokulu civarından başlayıp toplanarak geldiğini, çobanın kendine has üslûbuyla bağırıp çağırışından anlar, kapılar gıcırdayarak birer birer açılır ve inekler sürüye dahil olur. Aslım mevkiine (şimdi sanayi siteleri ve toplu konutlar mevcut) doğru gider, yayılır ve akşam ezanı öncesinde aynı güzergâhtan geri döner. Merada yayılıp dönen sürünün her bir uysal ineği evine yaklaştığında sürüden ayrılır, kapıya geldiğinde bir defa böğürür ve kapının açılmasını bekler. Baharın sürüye katılan inekler güzün sonuna kadar devamlı bu şekilde meraya gider gelir. Evin kadını işliğini giyer, ineğiyle hasbıhâl eder, onu sevip sırtını sıvazlar ve besmeleyi çekip sütünü sağmaya başlar. Her evde bulunan kollu süt makinesiyle süt çekilip kaymağı ayrılır. Artık yapılsın yoğurtlar, yağlar, peynirler, sütlüler...
Yoğurdun çalacağı, peynirin mayası, sütlünün pirinci evde kalmamışsa komşudan istenir, gelen tabak boş gönderilmez, ertesi gün sabah namazını müteakiben yapılan tandır ekmeği, yanında peynirli tandır böreği, sütlü yahut peynir gönderilir. Kaldı ki boş tabağı doldurmanın yanında tandırdan çıkan sıcak ekmekten, "Kokar, günah olur, canı çeker" denerek sokaktaki tüm komşulara ekmek dağıtıldığını çok iyi hatırlıyorum. İyiliğin, yardımlaşmanın, hesapsızca sevginin zirvede olduğu abartısız, reklâmsız, israfsız o güzelim tarz-ı hayatın o güzel günleri, teknoloji ve modernitenin çağdaş köleleri olan bizlerin, bu güzellikleri hasretle andığımızı, bunun eksikliğini her gün, her an hissettiğimizi söylememize gerek var mı?
Apartmanımızın, mahallemizin bize uzak kalmasının nedenleri günümüzdeki sentetik ilişkiler, menfaatçilik, hızlı ve israflı yaşam değil midir? Yapay sitelerde geçirdiğimiz yılları şöyle bir göz önüne getirelim. Değer verdiklerimizden ne kaldı geriye? Değerlerimizin azalmaması, mahallemizin bize uzak olmaması için vakit geçirmeden çağdaş mekân ve modern enstrümanlarla değerlerimize koşalım, değerlerimize değer katalım, hayatı anlamlı kılalım.