Travel And Gourmets - Haziran 2016 - Sayı 10

Page 1

“TÜRKİYE’NİN EN İYİ LEZZETLERİ, OTELLERİ VE RESTAURANTLARI” K U T L U Ö Z E M R A K

Travel AND

gourmetS AYLIK ONLINE YEME, İÇME VE GEZİ KÜLTÜRÜ DERGİSİ / HAZİRAN 2016 / SAYI 10

URLA

Mİne TUGAY İLE

ROMANTİZMİN BÜYÜLÜ ŞEHRİ POSITANO

Engİnar Festİvalİ

Bİr Boyoz Hİkayesİ

Alaçatı Tatlı Esinti

ARTI

Ağva & Şİle Denİz FenerLERİ

GÖRÜLESİ 10 AVRUPA ŞEHRİ


BU AY Ve yaz başlar... Artık yaz aylarına girdik. Zamanın hızlı geçtiği bir gerçek. Travel and Gourmets’in neredeyse birinci yılı dolacak bile... Sıcakların başlaması ile birlikte sahil bölgelerinde bir hareketlenme başladı. Her ne kadar yabancı turistler ile ilgili sektör bir darbe yese de kalan sağlar bizim. Birçok turizm işletmesi ile iç içeyiz, keyiflerin çok iyi olmadığı bir gerçek ancak yerli turist için uygun fiyatlı pek çok alternatif var. Bu ay Travel and Gourmets ailesine katılan değerli dostumuz, başarılı oyuncu Mine Tugay da keşif notlarıyla bizlerle beraber olacak. Kendisine tekrar hoş geldin diyorum. Biz her ay olduğu gibi bu ay da yine şeflerimiz ve gezginlerimiz ile keyifli bir sayı hazırladık, keyfini çıkarmak size düşüyor! KUTLU ÖZEMRAK

Genel Yayın Yönetmeni

Bizi sosyal medyadan takip edebilirisiniz; Instagram: travelandgourmets Facebook: travel and gourmets


EDİTÖRDEN


Travel AND

gourmetS www.TRAVELANDGOURMETS.com

KuTLU ÖZEMRAK

İmtİyaz sahİPLERİ BİLGEHAN ARAS bilgehanaras76@gmail.com

kutluoz@gmail.com /

Genel Yayın Yönetmeni KUTLU ÖZEMRAK kutlu@travelandgourmets.com Editör & Yazı İşleri Didem Mazlum Yazı İşleri Art Direktör Görsel Tasarım Çeviri

Katkıda Bulunanlar

Reklam Yayına Hazırlayan

Özgür Kaya Bilgehan Aras Ebru Ece Ulutaş Erhan Dalgıç

Ahu Gül Ürük, Buse Ünal, Cem İsmi, Gökçe Bilgin Özzorlu, Mine Tugay, Müberra Bağcı, Özgür Kaya, Selçuk Ceylan, Sercan Çam, Serhat Saçkesen 0 (532) 604 30 34 dergi@travelandgourmets.com Baras Medya

Travel And Gourmets bir Doka Reklam, Turizm, İnsaat LTD. ŞTİ. markasıdır. Travel And Gourmets basın meslek ilkelerine uymayı kabul etmiştir. Reklamların sorumlulukları reklam verenlere, yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir.

YAZIŞMA ADRESİ / ŞUBE 6436/2 no:4 d:1 yalı mh. karşıyaka - İzmİr TEL: 0 (532) 604 30 34 MAIL: dergi@travelandgourmets.com MERKEZ ADRES DEREBOYU CAD. ZÜMRÜT SOK. 2/D KAT: 2 MASLAK / İSTANBUL TEL: 0 (533) 552 04 49



Keyifli Oteller

RADISSON BLU RESORT & SPA ÇEŞME YAZI: ÖZGÜR KAYA



Keyifli Oteller Radisson Blu Çeşme’nin özeti; deniz, kum, güneş ve spa... Bu olağanüstü konuma sahip ayrıcalıklı tesisin en önemli avantajı; Türkiye’nin en güzel denizlerinden birine sahip olan Ilıca Plajı kıyısında yer almasıdır. Turkuaz rengi denizi ve kristal beyaz kumlu sahiliyle Radisson Blu; Çeşme’nin ulaşımı kolay ve en merkezi noktasında dört mevsim boyunca hizmet veriyor. Kapısından girdiğiniz anda; geniş, keyifli ve deniz manzaralı bir lobi sizleri karşılıyor. İyi eğitimli ve güler yüzlü personeli giriş işlemlerinizi hızlıca tamamlıyor ve bundan sonrası için size tatilin tadını çıkarmak kalıyor. Otel üç yüz on bir odadan oluşuyor. Radisson kalitesini ve rahatlığını hissedebileceğiniz odaların birçoğu deniz görmekte. Otel yönetimi odalarda harika bir karşılama yapıyor; “Welcome Home” konseptiyle kendinizi evinizdeki gibi rahat hissediyorsunuz. Burada tatil yaparken manzaralı oda seçmeye özen gösterin, pişman olmayacaksınız. Odaya yerleştikten sonra denizin ve kumun tadını çıkarmak için acele edin. Güneşlenmek için çim bahçeyi, kumsalı veya tesisin özel iskelesini tercih edebilirsiniz. Bu arada Sands Bar’da özenle hazırlanmış kokteylleri ve muhteşem atıştırmalıkları mutlaka deneyin! Eğer benim gibi deniz düşkünü değilseniz, sizlere havuzun keyfini çıkarmak kalıyor. Bu arada çocuklar unutulmamış, onlar için de her şey düşünülmüş. Deniz keyfini tamamladıktan sonra, odanıza dönmeden Dulcis Termal & Spa’ya uğramalısınız. 3500 m2 kapalı alanıyla insanı baştan çıkaran bir atmosfere sahip olan spa’da, on sekiz adet masaj salonu mevcut. Kışın dahi yüksek talep gören spa için otele giriş yapar yapmaz randevu almanızı tavsiye ederim. Spa ekibi oldukça profesyonel ve işlerini çok iyi yapıyorlar. Ayrılmadan önce Çeşme’ye özgü termal su havuzunu denemeyi de ihmal etmeyin. Element Restaurant’daki akşam yemeğinin ardından deniz kenarında yıldızları seyrederek geceyi romantizmle sonlandırabilirsiniz. Bir daha kalır mıyım? Her yaz en az bir kere.



TATLI ESİNTİ

ALAÇAT

Meet Shinichi Morohoshi, a man who likes dangerous people, bōsōzoku bike gangs, and lights up

Müberra Bağcı Tokyo’s dark heart with his neon-lit Diablo… www.egedentarifler.com Instagram: egedentarifler


TI

AL AÇATI


AL AÇATI


S

on yıllarda değişen yüzüyle Çeşme’nin gözde beldesi halini alan Alaçatı, ziyaretçilerini büyüleyen dokusu ve doğal güzellikleriyle cennet ülkemizin sevimli bir köşesi. Yüz elli yıllık tarihinin yansıdığı Alaçatı sokaklarında dolaşırken evlerin güzelliği ile hangi kareyi fotoğraflayacağınızı şaşırabilirsiniz. Beldenin karakteristik özelliklerinden birisi de taş evleri. Arnavut kaldırımlarıyla döşeli dar sokaklarda yer alan bir ya da iki katlı taş evler güzelliğiyle hemen dikkati çekiyor. Alaçatı’daki taş evler koruma altında ayrıca yapılacak yeni binalar da geleneksel mimariye uygun olmak zorunda. Aslına uygun olarak restore edilen evlerin çoğu butik otel, restoran ya da kafe olarak kullanılıyor. Alaçatı’nın tarihçesine kısaca değinecek olursak; 16. yüzyıl itibariyle İzmir ve Çeşme ticari açıdan önemli bir merkezdi. 1800’lü yıllarda güneyi bataklık olan Alaçatı’ya zamanın sadrazamının “Bataklığı kurutun!” buyruğuyla bataklık kurutulur, bir kanal açılır. Açılan kanal daha sonraları gemilerin yanaştığı bir liman olur. Bu çalışmaya zamanın mimari Hacı Memiş Ağa önderlik eder. İmar işinde çalışmak üzere adalardan Rum işçiler getirilir. Rum işçiler limanın kuzeyinde yeni Alaçatı’yı inşa ederek yerleşirler. Sonraki yıllarda Balkanlar’dan gelen mübadillerin bir kısmı da burada iskan edilir. Bölgede yaşayan Rumlar daha çok şarapçılık ile meşgulken yeni gelenler tütüncülük, tarım ve balıkçılığa yönelir. NE YAPILIR? Alaçatı’ya geldiğinizde yapabileceğiniz çok şey bulunmakta. Alaçatı denince akla ilk gelen şeylerden biri yel değirmenleridir. Rüzgarın bol olduğu beldede eskiden önemli bir işleve sahip olsa da şimdilerde bir kısmı kafe olan yel değirmenleri adeta Alaçatı’nın sembollerinden. Fotoğraflamak için de güzel bir görüntü sunuyor bu değirmenler. Alaçatı denince akla gelen bir başka şey ise



AL AÇATI

rüzgar sörfü. Dünyanın önemli sörf merkezlerinden birisi olan Alaçatı’da yat limanının çevresinde pek çok sörf kulübü yer alıyor. Burada unutulmaz bir sörf deneyimi yaşayabilirsiniz, daha önce denemediyseniz ders almanız ve rüzgar sörfü için gereken ekipmanları kiralamanız da mümkün. Özel yapısıyla dünyanın kabul ettiği kullanışlı bir rüzgar sörfü alanı olan Alaçatı, yazın çok güzel görüntülere ev sahipliği yapmakta. Alaçatı’nın denize olan kıyısı da Çeşme’nin diğer yerleri kadar güzeldir. Ancak burayı diğerlerinden farklı kılan, denizin iç kesimlere kadar girmesi ve bu içeriye giren bölümlerinde rüzgar sörfü yapmaya elverişli bir ortamın oluşmasıdır. Deniz, iç bölümlerde sığ ve ince kumlarla kaplı olduğundan gerek rüzgar sörfü yapanlar gerekse yüzmeyi amaçlayanlar için idealdir. Bu bölümde sahil boyunca uzanan plajlar göreceksiniz, sayıları az olsa da her biri sizi mutlu etmeye yetecektir. Suyunun serinliği özellikle kavurucu yaz sıcaklarında insanı kendine getirecek ölçüdedir. Alaçatı geceleri eğlenceli, bir o kadar da kendine özgüdür. Kemalpaşa Caddesi’nde yaz akşamları yürümeniz kalabalık nedeniyle neredeyse imkansızdır. Birçok ünlüyle omuz omuza bu sokaklarda dolaşırken birbirinden güzel mekanların rengarenk ışıkları altındaki sohbetlere şahitlik edeceksiniz. Gece hayatına meraklıysanız Alaçatı Port’ta yer alan mekanlar ilginizi çekecektir ya da gündüz

“A l aç at ı ’ n ı n d e n İ z e o l a n kıyısı da Çeşme’nİn dİğer yerlerİ kadar güzeldİr. A nc a k bu r ay ı dİğerlerİn den farklı kıl an, denİzİn İç kesİmlere kadar gİrmesİ ve r üzg a r s ö r f ü ya p m aya e l v e r İ ş l İ OLM A SI ”

beach gece ise club olarak hizmet veren yerleri tercih edebilirsiniz. Hacı Memiş civarında da tarzınıza uygun eğlence mekanları bulabilirsiniz. Alaçatı küçük bir yer, gezip görebileceğiniz başlıca yerler arasında Alaçatı Port, Kemalpaşa Caddesi, Hacımemiş, yeldeğirmenleri, Alaçatı’nın en eski kilisesi olup sonra camiye dönüşen Pazaryeri Camii, Hacı Memiş Camii ve tabii ki Alaçatı evleri sayılabilir. Alaçatı Ot Festivali, Kaybolan Lezzetler, Balık Turnuvası, Sörf Festivali, Uçurtma Festivali gibi önemli festivallere de ev sahipliği yapmıştır. Seyahatinizi planlarken bu gibi festival tarihlerini de dikkate alabilirsiniz. NE YENİR? Alaçatı’da yemek tam bir keyif... Burada özellikle Ege’nin mutfak kültürünü yansıtan deniz ürünleri, zeytinyağlılar ve ot çeşitlerinden oluşan yemekleri tadabilirsiniz. Restoran ve kafelerin olduğu Kemalpaşa Caddesi’ne geldiğinizde birbirinden güzel yerler arasında seçim yapmakta zorlanacaksınız. Her birinin kendi tarzını yansıtan çok şık bir havası var. Kimi otantik, kimi klasik, kimi mütevazı... Çoğunun Ege çiçekleriyle bezenmiş bahçesi bulunmakta. Bahçe ve iç mekan dışında en çok kullanılan yer ise restoran ya da kafelerin önündeki kısımlar. İlk kez Alaçatı’ya gelen biri yanlarından gelip geçen kalabalığa aldırmadan cadde üstündeki masalarda yemek yiyen insanları gördüğünde şaşıracaktır. Agrilia, Dutlu Kahve, Kapari Bahçe, Kuytu, Asma Yaprağı, Babushka, Alaçatı Port’taki Ferdi Baba ilginizi çekecek yerler arasında olabilir. Yöresel tatlardan dünya mutfağının örneklerine kadar pek çok lezzeti bulabileceğiniz bu şık restoranlarda fiyatların pek çok tatil beldesi gibi yüksek olduğunu da belirtmekte fayda var.



AL AÇATI


AL AÇATI

Yörenin lezzetli zeytinlerini ve muhteşem karadut reçelini tatmak için Alaçatı’da kahvaltı yapmanızı da öneririm. Kahvaltı için Kuytu Restoran, Furun Pastanesi, İmren Pastanesi iyi bir seçenek olabilir. Bunlar dışında sakızla hazırlanan muhallebi, kurabiye ve dondurma çeşitleri de denenmeli. Dondurma için İmren, Veli Usta, Dondurmino seçeneklerini değerlendirebilirsiniz. Ayrıca İzmir’in meşhur lokmasını damla sakızlı şerbetiyle tatmanın keyfine varabilirsiniz. İzmir’e özgü lezzetlerden biri olan kumruyu da tatmalısınız. Nohut mayalı özel bir ekmekten yapılan bir çeşit sandviç olan kumruyu hazırlayan Kumrucu Şevki, Hikmet, Erol gibi pek çok yer var ben size mekan önermeyeceğim, deneyip kendi favorinizi bulun derim. Alaçatı sokaklarında gezip yorulduğunuzda ise bir kahve ya da limonata molası vermek isterseniz Köşe Kahve ya da Sailors Orta Kahve’de dinlenebilir, bir taraftan gelip geçenleri izleyebilirsiniz. NE ALINIR? Alaçatı’ya geldiğinizde günlerden cumartesi ise mutlaka pazarına uğramanızı tavsiye ederim. Alaçatı pazarı ülkemizin en büyük pazarları arasında yer

“Eskİ objelere meraklıysanız Antİkacılar Ça r ş ı s ı v e ö z e l l İ k l e H a c ı M e m İ ş cİ va r ı n da b u lu n a n a n t İ k a e ş ya s ata n dükkanlar İlgİnİzİ çekebİlİr. Yİne bu çevrede ç e ş İ t l İ ta s a r ı m at ö ly e l e r İ , cam ve seramİk objelerİ s ata n y er l er b u lu n m a k ta”

alıyor. Alışveriş yapmasanız bile o renk cümbüşünü görmenizde fayda var. Çeşme civarında yaklaşık yüz çeşit ot yetişiyormuş, ilk akla gelenler; radika, deniz börülcesi, kuşkonmaz, arapsaçı, sarmaşık, ebegümeci, ısırgan, şevketi bostan, gelincik, labada... Bu zenginliğin bir kısmını pazarda görebilirsiniz. Pazarda ot çeşitleri dışında sakız ve dut reçelleri, zeytinyağı, tekstil ürünleri gibi pek çok şeyi bir arada bulabilirsiniz. Eski objelere meraklıysanız Antikacılar Çarşısı ve özellikle Hacı Memiş civarında bulunan antika eşya satan dükkanlar ilginizi çekebilir. Yine bu çevrede çeşitli tasarım atölyeleri, cam ve seramik objeleri satan yerler bulunmakta. Alaçatı Çatladı Kapı çarşısında sabun, duvar süsü, çerçeve, kitap ayracı, broş, takı gibi hediyelik eşyaları bir arada görebilirsiniz. NEREDE KALINIR? Alaçatı, çoğu eski Rum evinin restore edilmesiyle hizmet sunan butik oteller açısından zengin. Alaçatı’da yaklaşık dört yüz otel bulunmakta. Bu otellerin çoğu ev konforunu ve özel lezzetleri bulabileceğiniz yerler olmakla birlikte fiyatları oldukça yüksek. Bu sebeple Çeşme merkezde konaklamayıp Alaçatı’ya gezmek ya da denize girmek için gelmeyi de düşünebilirsiniz. Temmuz-ağustos ayları Alaçatı’nın en kalabalık zamanları, bu sebeple bence mayıs ve haziran ayları Alaçatı için ideal. Begonvillerle süslü taş evleri, Arnavut kaldırımları, şirin sokakları, sıcak insanları, lezzetli yemekleri, yeldeğirmenleri cafeleri ile masalsı bir dünya sunuyor. Alaçatı’da yapacak o kadar çok şey var ki lezzet duraklarının keşfi bile insana ayrı bir keyif veriyor. Hayatınıza anlam katacak tatlar için Alaçatı sizi çağırıyor.



Cem İ sm İ KItchen CoordInator Instagram: cemismi

FIRINDA ETLİ PATLICAN Malzemeler 3 adet bostan patlıcan 500 gr. kuzu kuşbaşı 1 adet soğan 2 adet sivri biber 6-7 adet mantar 2 adet sarımsak 3 yk. zeytinyağı 100 gr. kaşar peyniri Tuz Karabiber Hazırlanışı Patlıcanları boylamasına ikiye bölüp fırında yumuşayıncaya kadar pişirin. Bir tencerede etleri soteleyin. Daha sonra soğan, sarımsak ve mantarları ekleyip soteleyin. En son küp doğranmış biberleri ve baharatları ekleyip kısık ateşte pişirin. Fırında közlenen patlıcanların ortasını kaşıkla açıp sotelenen etle doldurun. Üzerine kaşar peyniri rendeleyip kızarana kadar pişirin. Afiyet Olsun Cem İsmi Kitchen Coordinator Instagram: cemismi



SERCAN ÇAM FoodStylIst

TIRAMISU

Lezzetiyle baş döndüren, birden fazla lezzet aroması sunan, İtalyan’ların dünyaya kazandırdığı en güzel tatlılardan biri; Tiramisu.

Malzemeler

- 5 adet yumurta - 400 gram kedidili bisküvi - 500 gram Mascarpone peyniri - 1 su bardağı + 1 çorba kaşığı toz şeker - 2 çorba kaşığı çözülebilir kahve - Kakao

Hazırlanışı

1- Beş adet yumurtanın sarıları ile aklarını birbirinden ayırın ve iki ayrı karıştırma kabının içerisine koyun. 2- Bir bardak şekerin yarısını yumurta sarıları ile karıştırın ve çırpın. 3- Yumurta sarılarının bulunduğu karışımın içerisine mascarpone peynirini ekleyin ve homojen bir krema elde edene kadar çırpmaya devam edin. 4- Diğer kabın içerisindeki yumurta aklarını ve kalan yarım bardak şekeri, beyaz ve koyu bir köpük elde edene kadar çırpın. (Yumurta aklarını kar haline getirene kadar çırpın. Bu işlemi yaparken mikser kullanmanızı tavsiye ederim.) 5- Böylece iki kremayı birbiriyle homojen bir karışım olana dek spatula ile alt üst edin. Bu işlem sonrasında tiramisu’nun kreması hazır. 6- Kahveyi sıcak suda eritin ve kedidilini kahveli karışıma batırıp kavanozların içine bir kat şeklinde dizin. Üzerine bir kaşık kremadan ekleyin. Sonra tekrar bisküviyi dizin. Bu işlemi kavanoz alana dek uygulayın. Üzerine de kakao eleyin. 7- Yemeden önce buzdolabına koyun ve en az iki saat dinlendirin. Ne kadar uzun süre dinlendirirseniz o kadar lezzetli olacaktır. Afiyet olsun. Instagram: sergioinkitchen Snapchat: Biraylakadam sercancam.blogspot.com.tr



ŞEF SERHAT SAÇKESEN CHEF AND FOOD PHOTOGRAPHER

PATATES WAFFLE

Büyük üstat Chef Michel Bras ismini belki duymuşsunuzdur. Duymadıysanız da şöyle kısa bir bilgi veriyim; dünyadaki bütün restoranlarda satılan çikolata şelalesinin mucidi. Bu tarifi ondan esinlendim fakat tabii ki ne şeklen ne de kullanılan malzeme açısından kesinlikle benzerlik göstermiyor. Fakat bayıla bayıla yiyeceğiniz, konuklarınızı mutlu edebileceğiniz hafif bir tatlı buldum; siz de mutlaka denemelisiniz. İşte mucize sebze patatesin tatlısı; ‘patates waffle’ımız. Not: Bu arada Osmanlı İmparatorluğunun fikren ve fiilen dev padişahı Fatih Sultan Mehmet’in patates yiyemediğini biliyor muydunuz? Hayır, hayır alerjisi falan yokmuş. Patates daha batı medeniyetleri tarafından bulunamamış o tarihlerde. Düşünün ki koca Osmanlı padişahısınız ve patates kızartması bile yiyemediniz, işte bu yüzden yaşadığınız çağın kıymetini bilin.

Malzemeler 2 büyük boy patates Karadut Ayçiçek yağı

Kreması için: 1 yumurta Yarım fincan un Yarım fincan nişasta Yarım bardak şeker 1,5 bardak süt 1 paket vanilya Önce patatesleri soyuyoruz ve geniş kısımlarını kullanacağımız için bilerek ince ve geniş parçalar kesiyoruz. Bir nevi cips gibi olacak. Kestiğimiz parçalardan çay bardağının ağzını kalıp olarak kullanarak muntazam halkalar elde ediyoruz. Ardından şekerli bir suyun içine patatesleri koyup ocakta yarım haşlıyoruz ve kırmadan bir tabağa alıyoruz. Tavaya çok az ayçiçek yağı koyup altın sarısı renk alana kadar patatesleri kızartıyoruz. Kızaran patatesleri peçetenin üstüne alarak yağlarını süzdürüyoruz.

Kremanın tarifi; Bütün malzemeleri çırpma kabına alıyoruz. Mikserle 4-5 dk. çırpıyoruz. Daha sonra tencereye alıp orta ateşte göz göz olana kadar pişiriyoruz. Soğuması için soğuk bir yere alıyoruz. (devamlı çırpmaya devam edin) Daha sonra fotoğraftaki gibi katmanlar oluşturacak şekilde yaptığımız tatlı patates cipslerinin arasına kremayı sıkıyoruz ve her kata sırasıyla karadutları koyuyoruz. Ben pakette kalan ezilmiş karadutlarını rondoya koyup üzerine biraz bal ve krema ilave ederek püre haline getirdim, tatlılarımın altına leziz bir sos yaptım siz de bunu uygulayabilirsiniz. İşte size gayet sağlıklı bir orijinal waffle tarifi, patateslerinizin çıtır çıtır olmasına dikkat edin! Instagram: serhatsackesen www.serhatsackesen.com



FIRINLANMA YAZ LAZAN


AMIŞ NYASI

Lezzet YAZI: SELÇUK CEYLAN Instagram: hamurundavar


avaların ısınmasıyla beraber hemen herkes hafta sonu dedi mi, İzmir’den tatil yerlerine doğru göç etmeye başlar. Durum bende de o şekildeydi. Birkaç arkadaşımla beraber hem şehirden uzaklaşmak, hem de yazlıkta güzel bir Amerikan tarzı “BBQ” yapmak yoğunluğun üstüne çok iyi gelir diye düşündük. Önden bir Cunda adası gezintisi yapar, ardından yemeğe geçeriz deyip ara sokakları gezmeye başladık. Çevrede muhteşem ürünler satılıyor; fakat herkes kendi tarzı doğrultusunda ürünleri görüyor. Ben mesela, “acaba bu ay sunumu nasıl gerçekleştirsem?” düşünceme alternatifler ararım. Gezinin ortalarında Bihter hanımın standına uğradım. Fakat bu sefer dikkatimi öncelikle Maldivler’den gelen mercanlar çekmişti. Gözüm sağ tarafa kayınca; benim için klişe haline gelmiş zeytin ağacı sunumlarının dışında farklı ağaç türlerini görmek oldukça heyecanlandırmış, kafamda da “bununla şunu, şununla da bunu yaparım, harika olur” diye düşünceler geçerken Bihter hanım da bilgilendirmeler yapıyordu. Derken konu yaptığım işe gelince tüm kibarlık ve misafirperverliği ile iki ürününü birden bana hediye etti. Kendisine yemeklerin daha da güzelleşmesine katkıda bulunduğundan dolayı tekrardan teşekkür ederim. Bihter hanımın diğer ürünlerini de merak ederseniz @hamurundavar instagram sayfasından direkt yönlendirilebilirsiniz. Ben yaz mevsimini sevmediğimden ötürü, yemek yemekte zorlanırım. Yediğim zamanlarda da genelde hafif lezzetleri tercih ederim. Bu yüzden de fırında pişmeyen bir lazanya yaptım ve hatta tamamlayıcı malzemeleri bile neredeyse hiç pişirmeden, en fresh haliyle kullandım. Bu yüzden de sizlere iki farklı “No-Bake Lasagna” hazırladım. Birincisi; “Domates ve Ricotta ile”, ikincisi de; “Kuşkonmaz ve Füme Somon ile”

Malzemeler: - Parmigiano Reggiano, 3 yemek kaşığı - Ekstra Sızma Zeytinyağı (EVOO), 3 yemek kaşığı + 2 çay kaşığı - Deniz tuzu ve iri taneli karabiber - Lazanya, 8 yaprak. - Sarımsak, 1 küçük ve rendelenmiş. - Kiraz domates, 2 su bardağı - 2 kabak, yarıdan kesilmiş ve dilimlenmiş. - Fesleğen, 1 yemek kaşığı dilimlenmiş + birkaç yaprak servis için - Füme somon, 60 gr. - Kuşkonmaz, 6 adet. - Ricotta, yarım su bardağı, az yağlı. Hazırlanışı: 1- Küçük bir kapta ricotta, parmesan ve iki çay kaşığı zeytinyağını birleştirip tuz ve karabiberle çeşnilendirin. Büyük bir tencerede, kaynar tuzlu suda paket talimatlarına göre lazanyayı pişirin ve suyunu süzün. 2- Büyük bir tavada, orta-yüksek sıcaklıkta iki yemek kaşığı zeytinyağını, sarımsak ve domatesi tuz ve karabiber ile çeşnilendirin. Yaklaşık üç dakika kadar hafifçe, bozulana kadar karıştırın. Bir kaseye domatesleri aktarın. Tava içine bir yemek kaşığı zeytinyağı ve kabakları ekleyin; tuz ve karabiberle çeşnilendirin. Yaklaşık beş dakika kabaklar yumuşayana kadar karıştırıp pişirin. Başka bir kaseye aktarın ve fesleğen ilave edin. Başka bir tuzlu suda, kuşkonmazları bir dakika süreyle haşlayıp buzla suya aktarıp pişmesini durdurun. 3- Tabağın ortasına biraz domates yerleştirip lazanya plakasını ortaya koyun. Bir kaşık dolusu ricotta, kabak ve birkaç domates koyup bu işlemi iki kez daha tekrarlayın. En üste fresh domates ve fesleğen yaprağı koyarak süsleyin. 4- Başka bir tabağa lazanya plakasını yerleştirin. Ortasına bir kaşık dolusu ricotta, bir dilim somon koyun ve bu işlemi iki kez daha tekrarlayın. En üste yine kuşkonmaz, üzerine somon ve onun üzerine ricotta koyarak servis edin.

Önümüzdeki ay yeni tariflerle görüşmek üzere, Afiyet olsun!


Lezzet


KARABURUN NERGİS CAFE

“YAZA MERHAB


BA” DEDİ!

KARABURUN NERGİS CAFE


K

KARABURUN NERGİS CAFE

araburun’un en eski ve en gözde mekanlarından biri olan Karaburun Nergis Cafe, haziran ayına girerken düzenlediği “Yaza Merhaba Partisi” ile davetlilerini ağırladı. Karaburun Belediye Başkanı Ahmet Çakır ve Karaburun sakinlerinin katıldığı etkinlik müzik ve ikramlarla devam etti. Kafenin işletmecisi Alp Altürk, 2016 yılı itibariyle kızı Fidan Altürk’ün de ekibe dahil olduğunu; kafeyi genç ve taze fikirlerle yenilediklerini, Karaburun’un samimi kültürünü yaşatmaya devam edeceklerini söyledi. Kafenin bir buluşma mekanı olmasının yanı sıra kültür-sanat faaliyetlerine, sergi ve bilim kongrelerine de ev sahipliği yaptığını, ilerleyen dönemlerde ses getirecek farklı projelere de imza atacaklarını sözlerine ekledi.


Fİdan ALTÜRK - Alp ALTÜRK


ROMANTİZMİN BÜYÜLÜ ŞEHRİ;

POSITA Meet Shinichi Morohoshi, a man who likes dangerous people, bōsōzoku bike gangs, and lights up Tokyo’s dark heart with his neon-lit Diablo…

YAZI: MİNE TUGAY

Instagram: minetugay Facebook: minetugay Twitter: Minetugay minetugay.com


ANO

P OSITA NO


B

azı yolculuklar çok ani olur; programsız ve bütün evrenin seni oraya götürmek için çalıştığı sihirli zamanlar eşliğinde... Benim yolum da böyle düştü İtalya’nın en popüler tatil beldelerinden biri olan altın kent Positano’ya. Amalfi kıyılarının en özel kasabası olduğunu söyleyebilirim çünkü döndükten sonra bile aklınızın bir köşesinde kalıyor ve sonraki seyahat planlarınızın içine dahil ediyorsunuz tekrardan. Anlatmaya nereden başlamalı acaba? Hayatın içinde hep sonradan gelir bu “acabalar” ama şu an pişmanlık barındırmayan, bu büyülü şehrin hangi güzelliğini anlatacağımı düşündüren bir “acaba” bu. Benim yaşadığım bu duyguları hissetmeniz ve ruhunuzu dinlendirmeniz için mükemmel bir rota öneriyorum sizlere. Öncelikle ulaşımdan bahsedeyim; en yakın havaalanı Napoli International Airport (NAP) haftanın her günü, günde iki kez tarifeli seferler var İstanbul’dan. Napoli’den Positano’ya ulaşmak için öncelikle Sorrento’ya gitmek gerekiyor. Sorrento’dan Positano’ya feribotla ulaşıyorsunuz ve yaklaşık bir saat sürüyor. Dilerseniz otobüsle de ulaşım sağlayabilirsiniz. Eğer virajlar konusunda deneyimli iseniz araba kiralayıp mavi-yeşil bir yolculuk yapmak en mantıklısı. Köyleri görmek için de başka şansınız yok, o yüzden sabırlı bir şoför olup vaktiniz kaldığınca köyleri de gezmelisiniz. Bir İtalyan atasözü der ki; “Kimin sabrı varsa dünya onundur.” John Steinbeck 1953 yılında buraya geldiğinde çok etkilenmiş ve dönüşte basına verdiği bir röportajda; “Positano çok derin bir anlama sahip. Orada olduğunuzda bu büyülü yerin farkına varmanız imkansız gibi, ancak ayrıldığınızda sürekli aklınıza gelecek ve o zaman büyüsünü hissedeceksiniz.” demiş. Sakin bir balıkçı kasabasıyken Steinbeck’in etkisiyle tanışmış insanlar bu şiir gibi kasabayla. İngiliz ve Fransızlar olmak üzere birçok gezginin de keşif noktası olmuş. Steinbeck o kadar haklı ki, seyahat sonrası aklıma gelenleri düşününce ona katılmamam mümkün değil. Sokaklarında yürürken, renkli evlerin balkonlarını süsleyen limon ağaçları ve begonviller eşlik ediyor size. Daracık sokaklarında sıralanan sanat galerileri ile gözünüz ve ruhunuz doyarken bir yandan da Türk damak tadına yakın bir mutfak olan İtalyan yemekleriyle midenize her an bir şölen yaşatabilirsiniz fakat bunu İtalya’da başlayıp dünyanın her yerine yayılan “Slow Food” felsefesiyle


P OSITA NO



P OSITA NO

yapmalısınız. Zaten neyse ki başka alternatifiniz yok. Slow Food 1986 yılında Carlo Petrini tarafından başlatılan uluslararası bir hareket. Amaçlarından birisi; tüketicileri fast food alışkanlıkların riskine karşı korumak, geleneksel ve yerel yeme biçimlerinin önemini vurgulamak, yerel satıcıların korunmasına destek olmak. Yani kısaca dünyayla, doğayla ve birbirimizle etkileşimde saygıyı ve nezaketi esas almak. Bunlar bizlere unutturulan değerler değil mi? Neyse biz ağzımızın tadını kaçırmayalım ve sadece

doymanın değil lezzet almanın da bir insan hakkı olduğunu bize hatırlatan Carlo Petrini’ye selam edip yazımıza devam edelim. CHEZ BLACK 1949 Şimdi size Positano’ya gittiğinizde mutlaka öğle veya akşam yemeği yemeniz gereken, sahilde yer alan özel bir restorandan bahsedeceğim; Chez Black 1949. San Pietro ve Sireuse otelleri gibi bir öneme sahip. Bu öneme sahip olmasının en büyük sebeplerinden birisi,


dünyanın dört bir yanından popüler kişilerin ve yüksek sosyetenin buraya gelmeyi alışkanlık haline getirmesi. Bu insanlar romantik Positano’ya “La dolce vita”yı getirmişler. Chez Black 1949’un hikayesi ise şöyle; 1949 yılında açılmış yani İkinci Dünya Savaşından hemen sonra. Positano o yıllarda basit bir yaşam süren insanların yaşadığı balıkçı kasabasıymış. Baba Peppino Russo, sahilde yerli halkın ilgisini çekmek ve komşularına birkaç tabak kiralayacağı, adı da “Da Peppino” olan küçük bir restoran açma fikrine sahipmiş. “Tabak kiralamak” kısmına takılmış olabilirsiniz; evet, eskiden tabak kiralanıyormuş çünkü o zamanlar ancak çok az kişi bir tabak makarnaya para ödeme gücüne sahipmiş. Dolayısıyla kiralanan tabaktan birkaç kişi makarna yiyormuş. Genç oğlu tatlı Salvatore’un Londralı kız arkadaşı ona Akdeniz tenine sahip olmasından dolayı “siyahi” diyormuş ve Baba Peppino da restoranın adını Chez Black (Siyahın Evi) olarak değiştirmiş. Sophia Loren, Federico Fellini, Marcello Mastroianni, Ingrid Bergman, Paul Newman, Jean Paul Belmondo, Frank Sinatra gibi İtalyan ve Holywood starlarını da ağırlamış bu restoran. Russo ailesi Danny De Vito’ya Amerika’ya döndükten sonra kendi Limoncellosunu yaratmak için yardım ettiğinden beri burası onun da en sevdiği mekan olmuş. Özellikle deniz ürünleri yedikten sonra Limoncello içmeden ve sahildeki dükkanlardan alışveriş yapmadan dönmeyin derim ben. Chez Black sadece iyi bir mutfak sunmuyor; büyük baba Peppino tarafından 1950’lerin başında klasik, ahşap yat şeklinde dizayn edilerek sıcak ve davetkar bir atmosfer de sunuyor. Davetkar evet... Ne de olsa “Bir kere Che Black’e gelen hiçbir zaman geri dönemez” demişler. Chez Black’in şefi Carmine 1950’lerden beri Mr. Black ile çalışıyor ve sihirli dokunuşlarıyla genç şeflere destek oluyormuş. Restoran ayrıca fırın olarak da lezzetli, taze ve günlük tatlılar sunmakta. Bu tatlılar master fırıncı Alfonso’nun elinden çıkıyor, inanılmaz hafif ve lezzetliler. Biraz da menüden bahsedeyim, Chez Black’in en popüler yemeği; balık çorbası (çeşitli balıklar, istiridye ve domates soslu midye karıştırılarak yapılıyor.) Mürekkep balıklı spagetti, Deniz kestaneli makarna, Frutti di mare (deniz mahsülleri salatası) önerebileceğim lezzetler arasında ama siz benim için başlangıç olarak Octopus Carpaccio’yu yemeden dönmeyin. Muhteşem tadı hala damağımda... Nezaket, güvenilirlik, tazelik, saat gibi işleyen bir servis ve güzel insanlar içinde keyifli bir yemek istiyorsanız mutlaka not alın. Romantizmin keyfini kayalıklara ev yapan güzel Akdeniz insanlarıyla beraber çıkarın. Yeniden görüşmek üzere.


P OSITA NO


UZAKLARDA AR ÇÜNKÜ SEN DİB

AHU GÜL ÜRÜK


Ağva & Şİle Denİz Fener İ

RAMAM, BİMDESİN...


Ağva & Şİle Denİz F ener İ Yine bir hafta sonu, hava yine güzel ve ben yine kendimi yol arkadaşım Rezzan’la İstanbul dışına atıyorum. Bu sefer istikamet Ağva ve Şile Deniz Feneri. Öncelikle siz de eğer günübirlik Ağva turu yapmaya karar verirseniz, bu yolculuğu pazar günü yapmamanızı tavsiye ederim. Yapacaksanız da bizim gibi öğle vakti çıkmak yerine sabahın ilk ışıklarıyla kalkıp yola çıkın. Yoksa günün yarısı yolda geçiyor ve yaklaşık iki saat sürecek yol iki katına çıkıyor. Neyse ki tam tesisatlı bir yardımcı pilot olarak yolda dinleriz diye yanıma aldığım yaklaşık yirmi adet 90’lar Türkçe pop cd’si sayesinde neşemizi hiçbir şey bozamıyor ve bu yüzden yolun nasıl geçtiğini anlamadan Ağva’ya ulaşıyoruz. Latince “İki dere arasına kurulmuş köy” ve “Su” anlamına gelen Ağva; Hititler, Frigler, Romalılar ve Osmanlılar gibi birçok uygarlığın geçiş yeri olmuş bir belde. M.Ö. 7. yüzyıla uzanan bir tarihi var. Göksu ve Yeşilçay dereleri Ağva’dan geçip Karadeniz’e dökülüyor. Yeşilçay balıkçı teknelerinin mekanıyken, Göksu kıyısında ise oteller yer alıyor. Göksu kıyısındaki otellerin nehir boyunca uzanan ahşap iskelelerinde keyifle oturup yemeğinizi yerken, bir yandan da sazlıkların arasından nehir üzerinde kano yapanları seyredebiliyorsunuz. Otellerin restoranları her ne kadar gözümüze cazip görünseler de, hedonizmin esiri olmuş iç sesim; yumuşacık minderlere yayılıp keyif yapma derdine düşüyor. Şöyle bir göz ucuyla Rezzan’a bakıyorum; eline kitabını almış bile. Vazgeçiyoruz iskelede oturmaktan, bize acilen minder lazım! Atlıyoruz tekrar arabaya, nehir kıyısı boyunca sıralanmış olan otellerin önünden geçiyoruz. İstikamet minderli otel! Rezzan pür dikkat yola bakarken ben de göz ucuyla otellerin iskelelerini seçmeye çalışıyorum. Yaz sezonu başlamadığı için tam olarak açılmamış olan otellerin birinin iskelesinde renkli yastık türü bir şeyler görüp arabayı park ediyoruz. Gerçekten de tesadüfen bulduğumuz bu minik otelin içinde küçük bir iskelesi ve onun da üzerinde ahşap bir asma katı var. Tabii ki üzerinde minderler! Hemen kendimi bir minderin üzerine atıp anın tadını çıkarmaya başlıyorum. İşte tam da bu anda yemyeşil bir doğanın içinde güneş gözümü alırken, kuş seslerini dinleyip tertemiz havayı içime çekiyor; Nazım Hikmet’in her Pazar aklıma gelen o harikulade şiiri “Bugün Pazar”ı istemsizce mırıldanıyorum.. “Toprak, güneş ve ben bahtiyarım.” Benden Ağva’yı bir renkle anlatmamı isteseler, hiç düşünmeden “yeşil” derdim. Göksu ve Yeşilçay derelerinin suyunun renginden tutun da, etrafında



Ağva & Şİle Denİz F ener İ bulunan çeşit çeşit ağaçlara kadar yeşilin her tonunu görebileceğiniz bir yer Ağva. Bu minik iskelede güzel bir kahve keyfi yapıp karnımızı doyurmak üzere İpek Koza Motel’den ayrılıyoruz. Motelin güler yüzlü sahiplerinin fazla bir şey yiyip içmediğimizden olsa gerek hesap ödetmeme konusundaki nazik tavrı, İstanbul’daki çoğu açgözlü işletmelerden sonra epey hoşumuza gidiyor. Sıra geldi karnımızı doyurmaya. Karadeniz’e kıyısı olan bir beldede ne yenir? Tabii ki balık! Yeşilçay deresi kenarındaki restoranların birine oturup güzel bir ziyafet çekiyoruz. Balıktan önce tazecik kalamar ve karideslerden yemenizi de şiddetle tavsiye ediyorum. Balık yemek istemeyenler için, çarşı içinde lezzetli gözlemeler yapan teyzeler var. Yemekten sonra Ağva’da yürüyüp etrafı tanımaya çalışıyoruz. Ağva’da gün içinde gezerken küçük çarşıdan alışveriş yapabilir, şile bezi elbiseler ve kumaşlar alabilir, derelerde kano veya deniz bisikleti ile gezinti yapabilirsiniz. Oltanız yanınızdaysa yerli balıkçılara eşlik edebilir ya da motorlu teknelerle birkaç saatlik gezilere çıkabilirsiniz. Civardaki Hacıllı köyü, mağara ve şelaleleri ile ünlü. Kilimli ve Kadırga koyları ise, trakking için çok elverişli. “Bu kadar doğa yeter, biraz da atraksiyon istiyorum” derseniz, ATV kiralayabilir, dinginliğin içine hareket katabilirsiniz. Biz tüm bu etkinlik alternatiflerinin arasında bilin bakalım hangisini yapıyoruz? Cevap: Hiçbirini! Ağva’ya planlı programlı, vakitlice gitmek gerektiğini anlayıp kısa bir yürüyüş yapıp Ağva’dan ayrılıyoruz. Dönüş yolunda Şile üzerinden geçerken bir deniz feneri aşığı olarak elbette ki o muhteşem Şile deniz fenerini görmeden dönmek istemiyorum. Gün bitmek üzere olsa da, gün batımının güzelliğini Şile deniz fenerinde yakalayabiliyoruz. Bir insan aynı şeye ilk görüşte olduğu gibi ikinci görüşte de aşık olabilir mi? Evet, olabilirmiş. Daha önce görmüş olmama rağmen tüm güzelliğiyle karşımda duran bu deniz fenerine yeniden aşık oluyorum. Karşısına geçip denizci selamımı çakıp onun gözünden masmavi denizi seyretmeye başlıyorum. Kim bilir kaç denizciye yol, kaç gemiye ışık, kaç anıya şahit oldu; dinlemek istiyorum. Yüz elli yaşındaki bu görkemli fener, dünyanın aktif olarak görev yapan en büyük ikinci feneri, ülkemizin ise aktif en büyük feneri. Deniz seviyesinden 60 m yükseklikte yer alan 19 m yüksekliğindeki kulesi ile ışığını 35 mil uzağa gönderen bu devasa bina, Kırım



Ağva & Şİle Denİz F ener İ savaşında Karadeniz’den İstanbul Boğazı’na girecek gemilerin yollarını bulabilmeleri için yapılmış fenerlerden biri. Bu amaçla Boğazlar civarında 1856 yapılan Anadolu Feneri’nden sonra Sultan Abdülaziz tarafından 1858-1859 yılları arasında inşa edilmiş. Taş kısmını Türk Mimarlar tasarlarken, metal aksamı ve mercek kristal sistemi de Paris’ten bir fabrikadan getirilmiş. Fener kulesi, yapısının orijinal halini günümüzde de koruyabilmiş. Sekizgen şeklinde ve 110 cm kalınlığında taştan yapılmış olan kule, gündüz iyi görülebilmesi için siyah ve beyaz enlemesine bantlar çizilerek boyanmış. Şimşekli deniz fenerleri grubunda olan Şile Feneri uluslararası standartlarda birinci sınıf bir deniz feneriymiş ve açık gecelerde yaklaşık olarak 35 mil mesafeye ışığını yayarak İstanbul Boğazı’ndan bile görülebilirmiş. Şile’nin dar yollarında sora sora bulduğumuz fenerin; içinde eski aksamlarının ve teknik cihazların yer aldığı müze kısmı saat 16:00’a kadar açık olduğu için içeri giremiyoruz ama fenerin bahçesinde yer alan banklara oturup şahane bir gün batımı izliyoruz. Fenerin bulunduğu tepenin yüksekliği benim gibi yükseklik korkusu olan biri için ufak bir taşikardiye sebep olsa da; gördüğüm deniz manzarası ve fenerin görkemli yapısı her şeye değiyor. Şansımıza bir de dolunaya denk gelmemizle birlikte kusursuz bir tablonun içinde buluyoruz kendimizi. Şile deniz feneri için tek bir şey söyleyebilirim; nefes kesici! Havanın kararmasıyla birlikte geçtiğimiz dönüş yolunda İstanbul trafiği Şile’den çıkar çıkmaz kendini göstermeye başlasa da, yaşadığımız güzelliğin etkisiyle “iyi ki gelmişiz” diyerek şehre geri dönüyoruz. Dönüş yolunda kendi kendime düşünürken anlıyorum ki; yeni heyecanlar yaşamak için oturduğumuz yerden kalkmamız, yeni mutluluklar için yeni adımlar atmamız gerekir. Hep aynı yönden baktığımız açımızı genişletip hep aynı istikamette gittiğimiz yönü bazen değiştirmek gerekir. Kırın direksiyonu ve daha önce hiç görmediğiniz yerleri keşfedin. Çünkü yenilenmek, insana her zaman iyi gelir. Hem belki kalbimizi küt küt attıracak, midemizde kelebekler uçuracak şey bir deniz feneridir, kim bilir? AHU GÜL ÜRÜK Instagram: ahuguluruk Twitter: ahuguluruk



Meet Shinichi Morohoshi, a man who likes dangerous people, bōsōzoku bike gangs, and lights up Tokyo’s dark heart with his neon-lit Diablo…


BİR

BOYOZ

H İ K AY E S İ

Buse Ünal



İ

brani dilinde İspanya Sefarad, 1492’de Elhamra Kararnamesi ile İspanya’dan kovulan bir nevi kaderlerinde hep göç olan Museviler de Sefaradlar diye anılır. Göçtükleri yerlerden olan Portekiz, İtalya, Kuzey Afrika, Türkiye, Ege Adaları ve Balkanlar da zamanla, İspanya gibi Sefarad adını alır. İşte bu Museviler, göçleri sırasında beraberlerinde inançları dışında farklı şeyler de taşırlar gittikleri yerlere. Tahmin edeceksiniz ki en baş sırayı da tarif defterleri alır. Kısa bir zaman önce New York’ta bir İsrail lokantasına düştü yolum. Gazalas demişlerdi adına, gazel düştü hemen aklıma. Oturdum Gazel’in bir köşesinde yer alan ufak tahta bir masaya, üzerinde İsrailli bir ailenin siyah beyaz fotoğrafının olduğu bir menü kondu önüme, bakmadım. Bir Tabbule alayım dedim hemen. Malum bol yeşilliğe ince bulgur çok yakışırdı. Az öteden bir kadın geçti sonra, elindeki tepsileri mermere bırakmasıyla seslenmem bir oldu. İsmi Minkaymış kadının, Burek onlar dedi yeni çıktı. Tam açıklayacaktı ne olduğunu oralı olmadım. Keyifli bir gülümseme yerleşti yüzüme, ben bir börek alıyım dedim hızlıca. Börek



istedim; ancak bir boyoz kondu önüme. Ispanaklı, peynirli, yağını güzelce emmiş; ısırdığında kırıntıları ile üstünü başını mahveden cinsten. Bir Musevi hamur işidir aslında Boyoz. Sefaradlarla varmıştır hikayesi de, tarifi de Türk topraklarına. İlk Çanakkale’de çıkmış görücü usulüne derler. Adını Musevi İspanyolcasındaki Boyo-çörek sözcüğünden aldığını anlatırlar. Zamanla az güneye göçmüş kültür, en fazla İzmir sahip çıkmış bu tada. Lakin şöyle demek daha uygundur ki: Boyoz, aslında sadece İzmir değil, İstanbul, Selanik, Manisa, Tire ve Anadolu’nun daha birçok yerine yayılan Sefarad Musevileri tarafından da bilinmekte ve yapılmaktadır; ancak yalnızca İzmir’in kültüründe ticari bir lezzet olarak yerini alır. 1960’lardan sonra yine göçen Musevilerden, ünlü boyoz ustaları Avram Yükatan ve Yako Abravaya dan sonra tarifler değişmiştir. Bugün İzmir’de en

“ B İ r M u s e v İ ha m u r İşİdİr aslında Boyoz . Sefar adl arl a va r m ı ş t ı r h İ k ay e sİ de , ta rİfİ de Tü rk to p r a k l a r ı n a”

fazla Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nin sonundaki Dostlar Fırının hatırı sayılır. Musevilerin kıtlık zamanı gıdası olan boyoz, dini bir anlam da taşımaktadır onlar için. Özellikle cuma günleri bir gün sonraki tatile hazırlık olması amacıyla evlerinde un, yumurta, tuz ve su ile karıştırarak hazırladıkları hamuru, kulak memesi kıvamına gelince küçük toplar halinde keserler; hamuru derin bir kap içinde yer alan yağda yarımla bir saat arası bekletildikten sonra, el ayasının yardımıyla yaklaşık 20 cm çapına gelene kadar açarlar; açılan bu yufkanın içine de bazen peynir, bazen pirinç, bazen patates, bazen de ıspanak yahut patlıcan koyarlar. Ben bunları düşünürken tabağı önümden almaya geldi Minka. Beğendiğinizi görüyorum dedi, beğenmeme şaşırmamış bir ifadeyle yüzünde. “Ispanaksız da güzel oluyor, boş hali yani.” dedim kalkarken. Çıldırmışım gibi baktı bana. Kendi topraklarıma onun atalarından gelen bir lezzetin hikayesini düşündüğümden bir haberdi. Hayatta her şey hikayesi ile güzeldi.


Gรถrmeniz Gereken 10 Avrupa ล ehri



Gรถrmeniz Gereken 10 Avrupa ล ehri


TENERIFE / İSPANYA Tenerife İspanya’da bulunan, Kanarya Adaları Özerk Bölgesinin yedi adasından en büyüğüdür. Dünyanın en büyük karnavallarından biri olan “Santa Cruz de Tenerife Karnavalı” tam da burada yapılmaktadır!


Gรถrmeniz Gereken 10 Avrupa ล ehri


SPLIT / HIRVATİSTAN Split, Hırvatistan’ın Zagreb’ten sonra ikinci büyük şehridir. Tarih kokan bu liman şehrinde kendinizi Ege’de hissedebilirsiniz.


Gรถrmeniz Gereken 10 Avrupa ล ehri


BUDAPEŞTE / MACARİSTAN Budapeşte, Macaristan’ın başkentidir. Hava sıcaklığı en sıcak ay olan Temmuz’da ortalama 22 derecedir, sıcaklardan bunaldığınızda yolculuk etmeyi düşünebilirsiniz.


Gรถrmeniz Gereken 10 Avrupa ล ehri


CESKY KRUMLOV / ÇEK CUMHURİYETİ Cesky Krumlov Çek Cumhuriyeti sınırları içerisindedir ve UNESCO tarafından koruma altına alınmıştır. Prag kalesinden sonra ikinci büyük kale olan Cesky Krumlov kalesinin ev sahibidir.


Gรถrmeniz Gereken 10 Avrupa ล ehri


KRAKOW / POLONYA Polonya’nın en eski ve en büyük üç şehrinden biridir. Geçmişte dünyaya yön veren en önemli tarihi olaylara tanık etmiştir ve bu yüzden Polonya’nın kalbidir.


Gรถrmeniz Gereken 10 Avrupa ล ehri


VILNIUS, LİTVANYA Litvanya’nın başkenti ve en büyük şehridir. 2009 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçilmiştir.


Gรถrmeniz Gereken 10 Avrupa ล ehri


RIGA / LETONYA Letonya’nın başkenti olan Riga aynı zamanda Baltık Devletleri arasında en büyük şehirdir. UNESCO Kültür Mirası’na kabul edilmiştir.


Gรถrmeniz Gereken 10 Avrupa ล ehri


KIEV / UKRAYNA Ukrayna’nın başkenti ve en büyük kentidir. Beş yüz sene Türkler tarafından yönetilmiştir, bu yüzden Türk miraslarına rastlamak mümkündür.


Gรถrmeniz Gereken 10 Avrupa ล ehri


BRATISLAVA, SLOVAKYA Slovakya’nın başkenti ve en büyük şehridir. Kültür, sanat, siyaset bu şehrin atar damarıdır.


Gรถrmeniz Gereken 10 Avrupa ล ehri


SANTORINI / YUNANİSTAN Santorini Yunanistan’da yer alan volkanik adalar grubudur. Mavi ve beyaz yapılarıyla Yunanistan’ın simgelerinden biridir.


SAFRAN


NBOLU

YA ZI: G ökçe Bİ lgİ n Özzorlu


iz sıklıkla imkan bulduğumuz vakitlerde, hafta sonlarımızı İstanbul’un trafiğinde ve keşmekeşinde geçirmektense; aynı bütçe ile yakınlarımızda, görmediğimiz yerlere gidip oraları keşfetmeyi tercih ediyoruz. Yine böyle bir gezi için hafta içinden planımızı yapıp arkadaşlarımızla Safranbolu’ya gitmeye karar vermiştik. Küçükken Safranbolu’ya gitmiş olsam da anılarım çok bulanık olduğundan ve bembeyaz kar örtüsü dışında başka da bir şey hatırlayamadığımdan Safranbolu fikrine hemen katıldım. İnternette yaptığım birkaç araştırma sonrası kompakt bir tur planı çıkarttım ve hafta sonu için yapmamız gereken tek şey valizlerimizi hazırlamak oldu. Safranbolu’ya gidip de konakta kalmasak olmazdı; biz de seçimimizi merkezdeki Zalifre Konakları’ndan yana kullandık. Yalnız merkezde kendilerinin hem bir oteli hem de konağı olduğundan rezervasyonlarınızda konağı tercih etmenizi öneriyorum. Konağın o antik dokusu, odalarının ve genel dekorasyonunun eskiye sadık kalınarak tasarlanmış olması ve huzur dolu bahçesi ile memnun kalacağınızdan hiç şüphem yok. Özellikle temiz, bakımlı ve servis açısından güler yüzlü hizmet alacağınızdan kuşkunuz olmasın. Bahçenin keyfini çıkarmak ve gezilecek yerlerde rahat rahat dolaşmak isterseniz mevsim olarak bahar ve yaz başlangıcını tercih etmenizi öneriyorum. Kışın kar dolayısıyla Safranbolu’nun ayrı bir fotoğrafik güzelliği olsa da yine de az sonra bahsedeceğim mekanları gezmek istiyorsanız en iyi mevsim bahar ve yaz başlangıcıdır. Cumartesi sabahı erkenden yola çıkıp Safranbolu’ya ulaştık. Yol yorgunluğunu turumuzun ilk durağı olan Hıdırlık Tepesi’nde şehri yukarıdan seyredip çaylarımızı yudumlayarak atmak istedik. Aynı zamanda Safranbolu’nun o eşsiz manzarasını fotoğraflamak için de en uygun yerdi. Biz de kendimizi fotoğraf çekerken bir süre kaybettik diyebilirim. Sonra da tepede yer alan kır kahvesinde Safranbolu’ya gelip de tatmadan dönmemeniz gereken meşhur Bağlar Gazozu’ndan sipariş ettik. Tabii onun dışında Türk kahvelerimizi içmeyi de ihmal etmedik :) Kahvenin yanında getirdikleri şerbetin tadı da enfesti. Sırf o şerbet için kahve ısmarlamaya değer diye düşünüyorum :) Hıdırlık Tepesindeki turumuzu bitirdikten sonra konağa geri dönüp valizlerimizi odalarımıza yerleştirdik. Otelde konaklıyor gibi değil de, sanki köye kendi evimize gelmiş gibi hissettim. Konağa yerleşip orada da biraz soluklandıktan sonra rotamızı ikinci durağımız olan Bulak Mencilis Mağarası’na doğru çeviriyoruz. Mağaraya yüz elli kadar basamaklı bir merdivenden çıkıp ulaşıyorsunuz. Gözünüz korkmasın; hem fotoğraf çekip hem de yavaş yavaş çıkabileceğiniz bir diklikte bu merdivenler. Sonra mağaranın girişine ulaşıyorsunuz. Burada özellikle çocuklu aileler için tavsiyem; mevsim ne olursa olsun hem kendiniz hem de çocuğunuz için yanınızda muhakkak uzun kollu bir giysi bulundurmanız. Mağara içerisinde 65-200 milyon yıllık damlataş, sarkıt, dikit ve sütunlar sizi büyüleyecek. Mağara aslında toplamda altı km olsa da şu an için mağaranın sadece dört yüz metresi gezilebiliyor. Mağara turumuzu da bitirdikten sonra yakınlarımızda yer alan İncekaya Su Kemeri ve Kristal Teras’a doğru hareket ettik.

İncekaya Su Kemeri, Tokatlı Kanyonu’nda hemen sol tarafınızda kalıyor. Ama itiraf etmem gerekir ki ben Tokatlı Kanyonu’nu da pek beğenemedim. Resimlerde görüldüğü gibi yemyeşil değildi; ve klasik bir şekilde insanlarımız tarafından çöp yığını haline getirilmişti. Kanyonun girişini ve hemen girişin tepesinde yer alan boş araziyi otopark olarak kullandıklarından olsa gerek mekan tüm doğal güzelliğini yitirmiş gibi geldi bana. Dolayısıyla kanyonun derinliklerine doğru, elimde küçük çocuğumla ilerlemek ve bunun için de para ödemek bana hiç cazip gelmedi. Aynı şeyleri arkadaşlarımız da düşünmüş olmalı ki karşıdan İncekaya Su Kemeri’nin fotoğraflarını çekip üç dakikalık yürüme mesafemizde olan Kristal Teras’a doğru ilerlemeye başladık. Teras, Tokatlı Kanyonu’nun en iyi izleyebileceğiniz ve fotoğraflayabileceğiniz bir noktada yer alıyor. Terasın yerden yüksekliği seksen metre ve Türkiye’de bir ilki temsil ediyor. Tabanı kırılmaz camdan yapılmış ve yetmiş beş ton ağırlığı kaldırabiliyor ama tüm bu özelliklerinin yanında, maalesef çok da yatırım yapılmamış bir yer. Aynı özellikler mesela yurt dışında bir başka yerde bulunsaydı eminim çok daha farklı kalitede bir hizmet ile donatılır; hem ticari hem de turistik anlamda ziyaretçilere daha çok seçenek sunulabilirdi. Kristal Teras’ta da gezimizi noktaladıktan sonra görece yakınımızda olan Yörük Köyü’ne doğru yola çıktık. Yörük Köyü’ne ulaştığımızda karnımız iyiden iyiye acıkmıştı ama akşam yemeğine de yer kalması açısından hafif bir şeyler atıştırmak istemiştik. O yüzden Yörük Köyü’ndeki iki kafeden biri olan Yörük Sofrası’nda mola verdik. Burada birbirinden lezzetli gözlemelerin, köy ayranının ve tabii ki de enfes baklavanın tadına baktık. Sonra da Yörük Köyü’nün dar sokaklarında fotoğraf makinelerimiz ile kendimizi kaybettik. Köyün içerisinde yer alan tarihi çamaşırhaneye doğru köyün içerisinde tırmanmaya başladık. 1879 yılında yapılan ve genel çamaşırhane olarak kullanılan bu yer şimdilerde sanat galerisi olarak kullanılıyormuş ama maalesef biz gittiğimizde vakit bir hayli geçmiş olduğundan galeri kapanmıştı ve içerisini gezmeye fırsatımız olamadı. Orayı da dışarıdan fotoğrafladıktan sonra tüm gezi bloglarında yapılması önerilen, Yörük Köyü tarihi evlerinden birini ziyaret ettik. İçerisinde bir tarih yatıyordu. Evin içerisindeki her bir parça geçmişe dair izler taşıyor ve bize geçmişin anılarını getiriyordu. Yörük evini de gezdikten sonra akşamın iyice çöktüğü bu köyden ayrılıp artık iyiden iyiye acıkan karnımıza ziyafet çektirmek için arabamızı Kadıefendi Tesisleri’ne doğru sürdük. Sizi temin ederim hayatınızda yiyip yiyebileceğiniz en muhteşem kuyu kebabı burada :) Kuyu kebabı yanında gelen iç pilav da inanılmaz güzel ve kıvamında. Mekan; havuzlu dekorasyonu, bahçedeki sıcak ambiyans ve güleryüzlü, hızlı servisi ile benden 10 üzerinden 9 aldı. Ertesi sabah konağımızın bahçesinde, temiz havada hızlıca kahvaltımızı edip çarşıya doğru yola çıktık. Önce Köprülü Mehmet Paşa Cami’sini ziyaret ettik ve bahçesindeki ‘Güneş Saati’ni gördük. Bu saat basit tip yatay güneş saatleri grubunda yer alıyor ve sabah 06:40 ile akşam 17:20 arasında zamanı metal plakanın gölgesine göre gösteriyor. Camiyi ve güneş saatini de gördükten sonra kendimizi bakırcılar çarşısının dar sokaklarına bıraktık. Dönüş yolunda hepimizin ortak fikri; Safranbolu’nun çok çorak bir yer olduğu yönündeydi. İnternetteki yemyeşil fotoğraflardan eser yoktu ama yine de görülmeye değer bir yer olduğunu söyleyebilirim. İyi geziler dilerim.


Safranbolu


İKİNCİ ULUSLARARASI URLA ENGİNAR FESTİVALİ

El Verin Enginarın Kalbi Çocuklar İçin Atsın İzmir Büyükşehir Belediyesi, Urla Belediyesi ve Ekonomi Üniversitesi iş birliğiyle geçtiğimiz ay Urla’da gerçekleşen “İkinci Uluslararası Urla Enginar Festivali”nin son gün etkinliğinde enginar tarlasının ortasında long table yemeği düzenledi. “Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı”na (Koruncuk) bağışlanan etkinlik geliri, Urla’nın Barbaros Köyü’nde iki yıl önce temelleri atılan ‘Çocuk Köyü’ için kullanılacak. Etkinlik boyunca Urla’yı 500 bin kişi ziyaret etti ve toplamda iki milyon enginar satıldı. İzmirli ziyaretçiler haricinde yurt dışından de binlerce ziyaretçiyi ağırladı.



İKİNCİ ULUSLARARASI URLA ENGİNAR FESTİVALİ


Ünlü İsimler De Festivaldeydi Enginarlı lezzetleri merak eden birçok usta yazar, medya temsilcisi ve sanatçı Urla’yı ziyaret etti. Cengiz Semercioğlu, Aziz Üstel, Şenay Düdek, Ertuğrul Özkök, Gül ve Kenan Erçetingöz, Emine Ün gibi isimler konuklar arasında yer aldı. Antik Klazomenai Zeytinyağ İşliğinde ve şarap üreticilerinde verilen akşam yemekleri, Necati Cumalı Anı ve Kültür Evinde yapılan kahvaltıyla Urla’nın tarihi değerleri gözler önüne serildi.


İKİNCİ ULUSLARARASI URLA ENGİNAR FESTİVALİ

Şefler Ustalıklarını Konuşturdu Dünyaca ünlü şefler de enginarlı sunumlarıyla festivale renk kattılar. Şef Wolfgang Goedl; enginar çorbası, panelenmiş yeşil kuşkonmaz eşliğinde ceviz tartar tarifi ile Urla Cumhuriyet Meydanı’nda yer aldı. Fas’ın Royal Mansour Marrakech Oteli’nde son altı yıldır şef olarak görev yapan, 2015 yılında ‘Toque d’Or Cuisine’ yarışmasında üçüncülük ödülü alan Şef Karim Ben Baba da Marakeş Fas usülü mor enginara yorumunu kattı.



İKİNCİ ULUSLARARASI URLA ENGİNAR FESTİVALİ


“Her Adımda Tarih Var” İkinci Uluslararası Urla Enginar Festivali’nde enginarın tüm lezzetlerinin dünyaya sunulduğu günün gecesinde yedi üreticinin birleşerek hayata geçirdiği Urla Şarap Üreticileri ve Bağcılık Derneği, “Her adımda tarih var” sloganı ile Urla Bağ Yolu Projesi’ni hayata geçirdi. Urla Bağ Yolu’nun lansmanı da, Urla Şarapçılık’ta düzenlenen geceyle tanıtıldı.


style more...

&

more...

m o d e l p o rt f o l ı o / r e k l a m & K ATA L O G f o t o G R A F I / G R A F İ K TA S A R I M W W W. C AT I K AT I S T U D I O. C O M

|

W W W. AY TA C G O L L E R . C O M

fotoğraf & tasarım


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.