paşa gönlüm
kemal gökçay
sekiz geçmişe gidip geldim değişen bir şey yoktu aslen ne farklı bir gelecek ne de yolundan sapmış bir zaman doğrusu aynı eksiklikler aynı silikonla ya da japon yapıştırıcısıyla dolduruluyor aynı kıraathane aynı ortalarla dolu kuşların kanatları köpeğin hırlaması babanın aşırıya kaçması ya da alışkanlıkların körelttiği dudak tiryakileri ben onlardan değilim ikinci katında bir azınlık mekanının masasında bir arkadaşım demişti uzun mesafe şoförü mavi gözlüm al yazmalım kamyoncusu sınır komşularına portakal taşır aksatmaz sadece portakal washington lark demişti, lark ben sadece bunu içebilirim sosyal sınıf ayrımı değil hayır, kalkma dur bi bu benden çıkıyor, kuyudan, yosunludur hafif ama iyidir yani kalkarken de ödetmiyor hesabı parayla al diyor kasaya özgür, 12 tane portakal. çıkınca da ayrılıyoruz bana da kabuğundan veriyor portakalın sana veremem hepsini, sen olmazsın diyor eyvallah at gözlüklerimi takıp nutuk ata ata yürüyorum sokakta başladığım yere doğru, tersten at gözlüğü mecazen değil, ben en çok arbedaşlıyı severdim bağ vardı aramızda sürmezdim, köküme sülfür attılar, ama çok iyi bakardım ona, eksik etmezdim sevgimi o da bana sağ olsun, hep iyiydi
fakat köşedeki simitçi değil. o da bendendi ama uzun kolluyu o daha önce giymişti benden oysa anlaşmıştık aynı vakitte giymeye beyazı toprağı bol olsun, çok samimi olmamak için yolumu uzatırdım helal olsun! o köşeyi dönünce de bir kız durdurdu beni gözleri yalanla yanıyor, kaşları kusursuz, saçları sarı ama boya vakti gelmiş anlaşılıyor kusura bakma 2 lira bozuğun var mı diyip ekliyor otobüse bineceğim de bende de bozuk yok diyorum 20 var, kağıt bozdur o zaman diyor ve şiddetli bir gülümsemeyle bitiriyor sırasını bana paslayınca hayırı alıyor gülümseme eklemeyi unutuyorum zaten 2 liraya otobüs mü kaldı eskidendi o, geç aklıma geliyor. çıkış noktama dönünce 2 lirayı alıyorum geri dönüp kıza parayı veriyorum sağ ol diyor ben de seni bekliyordum görüşürüz tatlım bir yalancıyı çok severim ben tamamen dürüstüm, kendimi tamamlanmış hissederim her zaman fakat senin tabanın düz, korkulur senden şiddetli gülüyor tekrar kolumu okşayıp ayrılıyor simitçinin ruhunu görüyorum giydiği bluzun arkasında ben en iyisi geri gidip geleyim değişen bir şeyler olur belki
yasak değil, sen boz sahip olduğum sokaklar var geçici sıfatlarıyla onlar, sönük içkin bir döngünün tutsakları, kör cep şişesine tıkılmış alçak sis, süreç iki balığın uyuşturduğu madde, üstün ki hepsi kaygısızlıktan yakınıp şişlenmiştir bir kaldırım bir kaldırımdan yüksek olmanın bedelini aidiyetini kaybederek öder isterken çekincelerini çatlaklar arasına sıkıştırır iyi bir giriş yapmak ister çünkü ama ile devam eden cümleleri gün sonunda karşısında kıvranmaktadır zevkten ya da acıdan, hepsi yüz yiter aynalarda kitlenmiştir kırdığı parmaklarıyla çıkarmaya çalıştığı kalıcı gerçeklikler sağlamları da yanına alır haftada sadece bir defa görüşme hakkı tanınır kör kedilere fakat ne kediler kedi olduklarının farkında ne de körlük bulaşıcı olduğunun anlayamıyoruz, anlamaya gerek de yok peşine düştüğümüz ağırbaşlılığın sonunda bütün sadrazamların eli kelle koltukta rahat varlığından eskisi gibi değeri yok, olmasın farkı yok, olmasın dümdüz, yalnız, devinimsiz çıplak kralı ifşa edebilecek kadar cüce külleri aşkla dolu bir kafatası yedi yaşındayken varlığı yasaklandı babasının ördüğü ağlardan ağlardı genelde ama örümceği de aç komazdı
ruh çölü derdi buraya gelen herkesi sürüklerdi tek yanılgıya orada ölü doğmuş ikiz farelerin düşlerini oynardı ruhlar daha sonra üstlerini kapatan bir salya.
iki bağlı topraklardan cumhuriyet kadar uzağım üzerine hayat karalanmış müsvedde kadar yakınım aynı zamanda hem ırak hem ruanda’yım kışkırtılmış ruhum bir milyon mezara gebe ebemse bir köşede rulette zero’ya diyor tam yüz bin belga kaybediyor ama sorun değil burada tek tanrı o on iki yıldızını kazandığı masada, onları kasaya borçlanması hiç de sorun değil kendimi koyduğum yer rulet masalarından çok uzakta sayılmaz bir iki metre solunda yine bir masanın yanında ama bir kaybeden veya gözü perdeli, bulanık düşünceli bir gotik mimarı olarak değil de var olması için gözlemesi gereken, kendi değilmiş gibi insanları eğlendiren kendisi bir şapkaymışçasına unutulan bir soytarı gibiyim. soytarı deyip geçmemek lazım egosundayım melekleri beklemeyip kendi onlara giden toprakları nadasa bırakmayıp ekip biçen zevki uğruna gözlerini milleten selam olsun bolu beyine deyip üç hayat köpüğünü yutan ve babasını gömen kervanları güzel sözle durdurmayı deneyen aynı zamanda dağlarda eşkiyalık yapan eşine şiddet uygulayan, çocuğunu kuştan sakınan uzunca bir masada topluca oturup tek başına düşünen aslında aramızda olmayan bir soytarı ağzı açık öldü soytarı gönlü kapalı eksiği çoktu sorumluluklarına dair; meleklere yaptığı gibi hayata da yapmıştı
aynı esnaf sabırsızlığını ancak şöyle demişti değerli bir yolcu: hayat asla popülaritesini kaybetmeyen kilitli bir sevgi sandığı anahtarı olmayan, sahtecilikte çığır açan ve asla çilingir kabul etmeyen. sözlerini kapı aralığından sarfeden yolcu kendince değersiz bir yolcu ile beraberdi hatta küçük olmasına ve eti beyaz olmasına rağmen belli ki nostalji aşığı yolcu zencilere benzemesi için yüklü miktar para da ödemişti sekiz yıllık emektarlara onu istediği gibi kullanmakta da çekinmiyordu hem de en meydanında dünyanın sahte zenci de olmayan ön dişlerinin yerinden tükürüyordu sahibine soytarı ruhum dayanamadı vurdum sahteciye bir tane bütün baskın genleriyle güldü suratıma şaşırdım, değerlisi dedi ki dayağa çok alışmış, çıplak el, ona artık zevk veriyormuş görmüştüm boşluğa akıtılan dölleri başlarında özgürlük çiçekleri kuyruklarında baştan sona altın bilezik erken evlendirilmişlerdi anlaşılan toplum baskısı ne kadar ilerlemişti daha portakal kabuğunda vuruyordu milleti ve rüzgar kesti başları siyah beyaz, dinlemeden gözyaşı dindiğinde rüzgar belirdi elli yıldız ve buluttan on üç çizgi gök yarıldı ve kan damarlarımızdan çekildi bir devrin sonu daha göklerden geldi.
bok çuvalına tohum düşürmek her şeyin başladığı o gece saat tam 23.51’i gösteriyordu tam 3 kişi tarafından kınanmış tanımadığım tam on yedi kişi tarafından tacize uğramıştım koşarak ilerliyordum cebimdeki bozuklukların ritmine ayak uyduran yalnız ben değildim ambulans polis ve de yarısı kahveye dönmüş sonunu gemilerin belirlediği yansıma su topluluğu da bozuklukların hayata yaptığı kur dansına uyuyordu yavaşladığımda üç yüz elli bin liralık bir arsanın yan tarafındaydım tam olarak güneye çevrilmiş üzerinde köpeklerin ve farelerin uyuduğu bez parçasında namaz kılan bir adam gördüm beş para etmez bir et yığını kendince bir anlam taşıdığını düşünüyordu elime bir taş aldım -ağırlığı 4 senedir biriktirilmiş kalbimin kırıldığında içinden çıkan mermiler kadardı- adama fırlattım ve camiide kesilen kafaların yerini arazide parçalanan kafalar almaya başladı yoluma devam ettim koştum durmayı aklımdan geçirdiğimde işçilerin siklerinin peşinde olduğunu getirdim gerçekten de öyleydi hiçbiri saat takmaz zamanlarını kontrol ettirirlerdi en iyi bahane onlardaydı çünkü her zaman telefonlarının camlarına günlükleri gitmişti öğle arasında porno izleyip ekranına attırdıkları telefonları bozulduğunda ağlayıp yakarmaktan başka çaresi olmazdı belki bir golden köpek keyfini yerine getirebilirdi sonuçta bir kemer almak çok zor değildi birinden çaladabilirdi kuru ekmek bulup onu dölleriyle ıslatmak başlı başına bir zevkti zaten ardından asla gözlerini kaçırmamasını isterdi köpekten e doğal olarak duygulu olmalıydı seks sadeceg git gel değil iletişim göz teması ter tüyler bolca kemik ve et hepsi de yapı taşıydı unutulma-
zın iğrençleşmesini isterdi köpeğin kendininkini uzatır ısırmasını isterdi bir daha gelemezdi dünyaya bu işçi gelseydi de farkında olmazdı bu işçiyi de orada bıraktım devam ettim koşmaya nefesim kesiliyordu artık ben kocaman bir yırtıktan çıktım fiziksel olarak sağlam değilim sokağın samanı zamanla vitamin gibi de gelmiyor sapıklarla dolu caddelerde yürümenin verdiği tedirginliği de hala atabilmiş değilim belki bulsam orospu çocuğunu bir güzel benzetirdim onu sonra arşivini alır başka bir zengin beyaz yakalı bir sapıkla anlaşıp azar azar satardım eldekileri bu kadarına da pes denmesini istemem hayatta kalmak için her şeyi yaşarım sonuçta gördüm geçirdim inanç: tonlarca paranın oluşturduğu okyanustaki tek adadır ruhu boş olana emek: bahanesidir kendisine taparken adak adayanların şeytan: meleklerin birbirini kıskanmasıdır ruh: uğruna ara sokaklarda iş aramaktır gözler: şeytanın iç aynasıdır çoğunluk ruhun aynasıdır dese de her şeye rağmen hayatı bok dolu bir çuvala benzettiğimizde bizler sadece gübre öğüten tohumlarız
sikik-spekülatif hayat cenine saygıdan yoksun yetişen bir neslin rahman ve rahim olana ters köşe yapması ağızdan çıkamamasındandır verilen sözlerin eğitimin yerini dolduran altın çağı evliliğin geniş süzgeçlerden geçirmesidir beyinlerin migreni eşcinselliği anarşizmi aileyi bitiren ve ramazan davulcularını öldüren seri katil gibi esnek çalışma saatleri bulamamaktan yakınan kuklaları yakıp tarttım gözleriyle beraber kurtulansa olmadı bu sahte katliamdan gerçekten sevgiye inananlara sözüm sizler kutsalsınız seçilmiş veya asılmış değişmeyen tek şey ikisinin de sonu düğüm önemlisi bu akıntıyı başlatan hangi yalım kaç doğruyla birleştim yanlışlığa apartman dairesinin bir odasında beklenen ölüm kadar tutkulu sıyırmış eteği peki sordun mu kaçıncı ilah bu adada batık halde ve değeri iki dudağa sıkışık savrulmayı bekleyen küfür ama dolu nida olayları içselleştiren hasta ruhum çarktan çarka akarken bir yağ misali çok ince detaylara da girebiliyor musluğun su sıçratmayacağı elipsin alanı gibi ya da su giderini nasıl tıkamadan tek tek sarkıtırım saçlarımı
yüz üstü bırakışlar ve kırk yerden incinişler bazen aklıma gelir anlamsa bir kazanda ne istiyor bu kadar iyi insandan bu ruh tuz biber çöplük sularını ne diye akıtmakta kemalse boktan oludamarlarına şumlar ve ve manalarına eklemekte kendisini içsel hesaplaşmalar o zaman sorulacaklar ve ve bir o kadar hazin sonyutulacaklar var lu bol tuzlu özürler. acı çektiğini söyleyenlere kocaman bir hayır pragmatizme oruçlu olduğunu bilmeyen garsona düşük bahşiş ve şikayetname krizantem topladığını iddia eden biyologa tarihsiz bir gazete ya da milat kabul edilen ‘66 gözleri yer çekimine meydan okudu, bakın elleri terlemiş, dikenler bitmiş, gerisinde bir aziz bitkinliği var diyenlere yok kapalı bilinç orgazmlarını yaşarken girilmiş materyalist tünelin sonunda idealizm putları dikilmiş ve bunları yıktığını söyleyen apartman salakları size diyorum aidatlar toplanmadı, konuşma hakkınız doğmadı kumbarayı doldurmdı palavraları sivrinin ama bir balonu uçuracak kadar yoğunluğunu kaybetmiş lafların arkasında duracak kadar kanatsız 45’ten 66’ya koca bir bulut girişten çıkışa upuzun bir komut tutarsız bürokrasi, kahrolsun umut doğal oluşmamalar kadar kesik topuk gibi her kupon da eskileri silecek kadar mavi ritim dediğin handikaplı totaliter
bir yumak dolusu siya’dan af çağan ırmak, nasıl sömürdüyse milyonların duygularını nasıl çöplük yaptıysa kalpleri nasıl sağladıysa satışını çılgın kalabalıktan uzak’ın nasıl bir ülkenin seks pozisyonlarıyla oynadıysa nasıl kelepçelediyse kadınları nasıl yücelttiyse mersini nasıl normalleştirdiyse uydu alıcıları nasıl oluşturduysa klişe lafları nasıl tanıttıysa 45’likleri nasıl bitirdiyse nil burak’ı nasıl açtıysa kilitli kapıların arkasında duran dolapları nasıl somuta çevirdiyse beni nasıl etkilediyse dünyasını hayatımın da zaman algısının kaybolduğu zamanlarda alkolsüzken bile alkollüyken dalgalanırken bile dümdüzken bakarken gözlerinin içine aslında tapmazken yutarken kaktüslerin çiçeklerini etkisiz hale getirilmiş hayatıma ters kelepçe ile müdahale eden ilk kadın kozmonot bense uzayda teslim olmayı kabullenmiş ve sürgün edilmiş kuzgun uzaydaki zamanı ayarlarken pillerinin bittiğini anladığımız bütün gezegenlerle masada konuşulmamış anlaşmalarımız mevcut bu anlaşmaları hazırlarken çok istekliydim kabul ancak çarpmasını önceden hesapladığım meteor bana çarptığında aklıma giren başka solucanlar olmadı hep aynı meteorun solucanları fokurdadı kafamda ve
beni de bilirsin garanti süremin üzerinden yıllar geçti akrep ve yelkovanı uluslararası ölçülere göre düzenlerken yanımdaydın siya sadece yanımda da değil sarmalardın beni tıpkı bir duygu yumağı gibi şimdi beni affet siya artık özgür ve mutluyum özgürlüğüm tartışılır ancak mutluluğum bir iran halısı kıvamında sana bir yumak dolusu sevgiler siya.
aynanın içinden: bakire bukowski sebep göstermeden biriken kanlar gibi bir platformun üzerinde çırpınan ellerin karşılığını bulmadığını görsen yanıma gelir miydin? yalandan aldığım hazzın ötesine geçemeyen mastürbasyonları günlerce kovaladım bir köprünün girişinde yakalandığım geçmişimle karşılaştım dişlerinin arası ayrık yüzünü batmış her kıymık bir günahkarın doğumuna şahit olan kahve ebeleri kıymıklara çekilmiş lastiklerin oluşturduğu şekillerde kendini arayana vurulmuş zincirlerin izleri zincirleri oluşturan her parçanın içinde bir tanrı misafiri olmaya aday melekler ki bir deniz kızı misali durmakta şeytanlar ki bir ahtapot gibi sarmakta bedenimi benliğimin çekilmekte olduğu solucan deliklerinden bahsetmiyorum bile bilirsiniz tanrı bu işte çok iyidir
alternatiflerinin sonu gelmez tıpkı aynadan kendisini izlediğini unuttuğu bakire bukowski gibi bakire bukowski idealisttir ve de spiritüalisttir bir kadına harcayacağı enerjiyi içinde tutup bir karma polisi olmaya yemin etmiştir duygularını uçlarda yaşamaya ant içenlerin kırdığı kalplerden beslenenlerin putların arkasından yıldızları boşaltanların mermileri yutanların mimiklerini kanına işletenlerin ve intikam dolu gözlerini birer birer şişletenlerin acısını çıkarmayı beklediği gün geldi aynalarınızı kırın kırıklarınızı toplayın adımlarınızı yukarı atın çin seddine pirinç katın ekmek sırasında arkadan bıçaklayın yüzleşmekten korkmuyorum ama bin çeşit yüzüm var
66.15.9 dört duvar ve bir tavan içinde sıkışmış tümülüs kadar ruhani bir migrene sahip kesintili bir korkuluk, üzerinde yer bezi bile yapılmaya layık görülmeyen, döl, ter ve ilk gecesi kanın üzerinde, ceylan derisi gibi yapışmış bir kelle, yüzünde okyanus tabanları kadar değişkenliğe sahip bir ifade, bu ifadenin alınmasını geciktiren bir ton bitkisel çare, bunları denetleyen kahverengi üniformalı tam altı kişilik, kendine eksik ve tek tip fiyonklu bir kafile, elinde tabancası ile apartmanı denetleyen bir bekçi, ancak bilmemekte içinde dönen bin çeşit ama tek kesit ile yerleştirilememiş militan pisliği, bir apartmana hangi pencereden girilmek istendiğini seks rehberlerine ve çocuklara bir de allaha sormanın ne denli bir cesaret eseri olabileceğini masa arkasından ‘tekbencil’ oynayarak kapak sayılarına basan bir zenci kırması beyaz bir medeni, standart sapmanın ne denli etkili olduğunu gösteren tek bir tepki, apartman yıkılıyor dendikçe eskimeyen, apartman yanarken asla hareket etmeyen, yüzümde tam 1966 mimik gibi, cenaze çadırında sürtüşmekten zevk alan adem ile havva özentisi hipsterlar, dağıtılan yemeği gözüyle soyanlar, libidosu tavanda ters yürüyen japonlar ve ellerinde mozaikleriyle protestocu seks işçileri, öksürdükçe beyni titreyen dansözler, plastikten bedenler, seviştikçe boşlayanlar umursadıklarını, kalp kırmaya çekinip, kaybolanlar, gösterişte heykel olup içinde pamuk yetiştirenler, hepsi de birer birer güneşi selamladılar, bir köy meydanında küçük kızlarını gömerken,
‘selam olsun sana güneş, adadığımız bütün vücutlar genç, bembeyaz ve golgotha saflığında’ sebepsiz çöpçülerin topladığı cesetler ve onların yankılı haykırışları, 7 katmanın tamamında duyulan. yarışı bitirememenin göstergesi inşaatlar, mimarları ve mühendisleri yaşatan sigortasız, mülteci, kısırlaştırılmış işçiler, ter yataklarında kendilerini kaybetmekten korkmayan binlerce gözenek, şehvetli bakışlara maruz kalmaktan, bedenini sergilemekten çekinmeyen bir hatun melek, eskileri geç! yenilere yerleş! ataların putlarından ayyaş, kırılmaya yüz tutmuş modern bir dadaş, kendiliğinden bitmekte bir dünya, yavaş
sana varan tüm kum taneleri haram yaşlı, yaşlı sokaklar, acının ve gerçeğin kavrulduğu nem kadar nankör gençler, ellerinde taşıyorlar 9 kalibrelik cennetlerini, ve dudaklarından asla düşmüyor akıncı türküleri, her açtıklarında ıslak dudaklarını, yaşlı sokaklar daha da istiyor sarıp sarmalamak koklamak, içine küllerine kadar çekmek, dokunmak her milimetresine, sokaklar azıyor, gençler üzerlerinde raks ettikçe. pis ve acı sokaklarda, raks bilen yalnız gençler değil. moruklar ve kaltakların da sızarak raks ettiği şeritler çoktur. yaşlı bir adam, sakalları saçlarına, saçları da kaşlarına bağlı eko-anarşist olduğu her ilerleme kat edemeyişinden belli, ayakta duramıyor, bacakları tutmamakta ısrarcı zayıf düşmüşler. yüksek katlı evlerin penceresinden isa’yı izlemeye benziyor daha çok ya da golgota’dan yapılan bir canlı yayın bu adamsa bir sunucu kadar bağımlı kollarına, ayaklarının işlevini yerine getiriyor bazen de bağırıyor, tüm dünyaya “ben herkesim, ruhumun bağımsızlığı cumhuriyetle aynı yaşta!” kendisiyle çelişmekte üstüne tanınmayan bu yaşlı yanından geçen arabaların farlarında günah çıkarıyor, üzerine sıçrayan her suyla da vaftiz ediyor kendisini. enfes bir haz duyuyor bu yaşlı kıçını sürterek ilerlemekten. biliyor ki geçiciliğin 7. maddesine dayanarak kalıcılık her zaman uygulanabilir ve haksızlık hiçbir zaman delik ceplerden akacak kadar elle tutulamaz olmadı.
anne bana jeton al dışarıda bir yerde sarı cüppeler içinde bir hintlinin aklındakileri paylaşması, içeridekilere terstir. içeride olanların üniformaları haki bellerine mıhladıkları silahlarıysa hakiki yeminleri vardır sarılar içindekileri öldürmeye, paylaşanları çarpım tablosunu bir haftada öğretenleri hibrit düşünmeyi aşılayanları sevmenin yüceliğini açık mavi cüppeler içerisindekilere göstermeye çalışanları katletmeye hem de mavilerin gözleri önünde bir önemi yoktur beyin kıvrımlarının çokluğunun şarjörlerin kapasitelerinin önemsenip, karşılaştırıldığı yerlerde ve de kurtuluşu gez, göz ve arpacık yollarında düşürenlerin işletmelerinde bu işletmeler sınıfları da kapsar özellikle 3. sınıfları sınıfa yeni gelen çocuk beğenisine çıkar üst insanların yerleştirilmesi gereken bir dişli vardır üst insanların arasında çünkü onun da yolu, işleyerek daha da parlamaya zorlanmaktır bu yüzden işletmelerinde herkesin rengi yavaş yavaş açılır siyahi girenlerin daha sonra isim değiştirip beyaza dönmesi de bu zorunlu çalışmadandır beyazların da siyaha dönüştürülmek istendiği belli başlı mekanlar vardır bunlar ya zevkler ve zorunluluk ya da terler ve sorumlu zorunluluk olarak ayrılır zevkler ve zorunluluk özel sektörün ilgisini çeker kendini kanıtlamayı seven, erkekliğini daha ergenliğe bile girmemiş çocuklara dahi göstermek isteyen en tehlikeli psikolojik silahlardır partneri tarafından bir seks makinesi olduğu söylenen bu beyaz ancak jeton attıkça harekete geçen ve başında 7/24 bir görevlinin bulunduğu, durmadan arıza yapan bir otomattır sorumlu zorunluluksa çok daha zor bir kulvardır buraya ne cüppeliler ne de
şarjörlüler girer zaten buraya girişin de alt yaş sınırı vardır ki bu en geç 9 yaş demektir boyunun kazmayı geçmemiş olması lazım kayıt yaptırabilmek için ve de bembeyaz olman lazım ki çalıştığını renk değişiminden görebilelim ne kadar siyah o kadar emek demektir buralarda hayatı da yerin altında geçer yeraltına hakim insanlardır bazen de yeraltına ait mezarlardır gerçi fark ettiğini düşünmeyen yeni işletmeler açılmış hakilerden duydum
KAH sus! gözümde kalmadı mermi son silahımı da al ve bu gece kaybol güneş pantalonunun kıvrılmış paçalarına sürtünene kadar koş koşarken ve yüklüyken çok ağırlarla yani duygularla yüzünden düşen her parçanın da taşıdığı 4.20’lik kaygılarla fahişelerle yaptığın fahiş fiyatlı pazarlıklarla ve de dönüp bakmadığın her umutsuz insan kadavrasıyla hesaplaş! asla düşünme sonuçları neymiş zor iş bu, kolay değilmiş tartılması da hiçlikten gelip hiçliğe giden yasaklı sevgili kadar belirsizmiş oraya basma! altı kuyu, patlar, tatlar hisler, zevkler ve doyumsuz seksler kuyudan çıkarılmayı beklemek kadar acizsen hırsızlık kadar demodeysen ve de tek tipleşmişsen
kelepçenin anahtarını göbek deliğine gömecek kadar cesur olmaktan çekindiysen gel bak ben hayatımı nelere gömdüm toprağa, bana en yakın boyutsuz ortama uzaya, bana en yakın dipsiz kaydırağa akla, kontrol etmesi en zor olana kıyıya vurmuş köpek omurgasına, içinde kaybolması en kolaya yalana, içime kavşaklara, döndükçe dönesi gelenlere bu listeyi sonsuza dek sürdümenin şerefine, bende asla olmayacak olana her zaman içilmiştir ben diyorum çünkü bir mekan olduğum inkar edilemez inkar edemeyecek kadar kuru gözlere sahibim bunu da ekleyin paradoksların başlangıcından öncesine
patik lastuk ev urumğay ügvö israfil, son notalarını üflerken borusuna dünya üzerinde yaşamaya devam etmeyi arzulayanlar kadar müzik karşıtı olmak, zaten ipi kesilmiş bir giyotine dua etmek kadar çaresiz ve yetkisizdir. katmanlarına ayrılırken insan ister istemez bir öncekini yere bırakıyor. bir önceki katmansa, o katmana ulaşamamış sınıfın kutsallaştırılmış paltosudur. paltoyu yerden alıp çöpe atan kişi ise duyarlı peygamber dediğimiz, toplumun her zaman aradığı fakat ortaya çıkınca linç edercesine kınadığı, seçilmişlik lanetini üzerinde taşıyan krizantem toplayıcısıdır. krizantem demişken peygamberlerin illüzyon üzerinde çalıştıkları kadar helva putların tariflerini değiştirmeye çalışsalardı kim bilir şimdi öldükten sonra tanrılarla buluşmak ne iştahlı bir zevk olurdu. cemaati yönlendiren, kulaklarına “evet, evet, daha hızlı” diye fısıldayan imamın, her gece porno sitelerinde gizliliğe önem vermeden fetva araştırması yapması ve özgür internet! nidalarını camiiden yankılandırması son noktası olur bütün surelere gözlerini silenlerin. mızrak uçlarında, düşmana daha az zarar zarar versin diye kullanılan 30luk yaprakların gösterdiği hoşgörü, şimdiyse mottosu olduğu milyonluğun. eksikliğini hissettiğinde içinde yapman gereken yine hissederek ilerlemek ilerlediğin kadar yok etmek her şeye ortalama ömür biçmek istediğinde istediğini bitirebilmek şah mat yapmaktansa sadece vezirle acı çektirmek.
kabuklar karayiplerde arayışa çıktığım aklım bir kaplumbağanın kabuğunda açılan beşeri hasarlardır kalıcı izler taşır ve görenlerin acımalarına maruz kalır oysa o izlere dikkatli bakıldığında görülmesi gayet mümkün olan açlıkla doldurulmuş bir çift gözün ve sessizlikle açılmış olan dudağın sahibi benim ben izlerde yaşarım, büyürüm ve asla kapanmam. kim ki yerde ve gökte, her zaman aradığını söylediklerini bulur ve almazsa, kişiliği bir salyangoz kabuğu kadar zayıftır. hapsedilmesi bir tuz çemberi kadar kolaydır çünkü kendisinin koyamadığı sınırları, netleştiremediği çizgileri koymayı bekleyen tam 2652 aday vardır ve hepsinin durumu yeri ve göğü çarpıştırıp, oluşacak enkazı yağmalamayı isteyecek kadar dardır ve bu adaylar o kadar dipte sürünürler ki gün yüzüne çıkmaktan korkar ve utanırlar bu yüzden ellerinden gelen tek şey saçlarıyla kapatmaktır yüzlerini kendileriyle kendilerine kapak olan bu ters yüz insanların hepsi de tanrının topladığı bir numaralı yandaşlardır sadık ve gördüğü işkencelere rağmen babasından ayrılamayan bir çocuk bağlılığına sahip yandaşlar. söylediklerinin anlamsızlığına beyninde bir yer açmak istemeyenler geceleri çıkarlar ortaya tıpkı benim yaptığım gibi bir kabuktur benim çaresizliğime uyku en sağlam kabuktur çünkü ne kaşımaya cesaretim var ne de ona ulaşabiliyorum ancak ve ancak ağaçlara sürttüğümde sırtımı açılan bir kabuk daha önce bakmamıştım içine çünkü görmek istediklerime karar verememiş bu yüzden görmek istemediklerimle doldurmuştum içini görmek istemediklerimi oluşturan çelişkilerin neredeyse tamamı yine içime tutulmuş bir mercekti bense bu merceği her kullanışımda güneşe bakmayı deneyecek kadar yüce oluşumu fermanlarla ve adıma okunan hutbelerle resmiyete kavuşturmuştum. yanlış anlaşılma devrinden payımı alıp ben de giyotin baş-vurusunda bulundum 2653 adaya çıktı sayımız ama hala aynıydı seçilme şansımız
açık bir şehrin çirkinliğinin beni sürükleyebildiği krizlerin ardı arkası kesilmezken, modernize edilmiş aynalarda kendini bulmaya çalışan kaldırım insanları tarafından hayatım her zaman tecavüze açık. bebeğine araladığı kapıların anahtarlarını kaybettiğinden haberi olmayan, çağdaşçılık oyununa tüm karakterini yatıran bir kraliçenin, kızına şiddeti sevgiyle entegre ederek göstermesine karşı elimi kelepçeleyen göbekliler tarafından hayatım tecavüze her zaman açık. imam tarafından ayın bir numaralı tutucusu seçildiğim günlerin geride kalmasına sevinmekle beraber, üzülmüyor da değilim seçilen yeni tutucuya. her şeyi tutuyor, tutmasına gerek kalmadan da tutturuluyorlar. örümcek ağını serdiğinde, tutulmak için can atan bir çok kız görürsünüz ki bunlar zamanında bana da tutulmuşlardı. benim ağım ancak bir mağarayı kapatıyordu bu da kızların çabuk kaçmasına sebep olduğu gibi yeni tutucuyla beraber islam düzensizliği denilen kavramın bulunmasında da önemli bir rol üstlenmişti. bu kavramı sözlüğe işlemesi zaman alacağından vücuduma işlemeye karar vermiştik. ancak saf(kan)tutucular bu kararı değiştirecek bir fetva ile hayatımın ucuzluğunu resmileştirmişlerdi. tutucular tarafından hayatım her zaman tecavüze açık. giderilmemiş eksikliklerin doldurduğu tuğla aralarından izlenen hayatım bitirilmeye her zaman açık.