.
KITA P Aydınlık
BU SAYIDA
34 KİTAP TANITILIYOR Toplam: 261
20 Nisan 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 8 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Alman kültürüne tutulan ışık
Çocuklar için rengârenk sayfalar
Derin derin düşünün!
Atilla Dorsay:
“Sinema ve edebiyat düşman kardeştirler”
Deliliğe ve isyana dair
Tarih, tahrifata açıktır!
Aydınlık KİTAP
20 N SAN 2012 CUMA
İÇİNDEKİLER
3
SUNU
Haftanın Portresi: Octavio Paz
s. 4
“Suçumuz Köy Enstitülü Olmak”
s. 4
Hayatı, çocuk kitaplarından öğrenmek
Osman Ulagay merak ediyor ve soruyor: “Türkiye kime kalacak” s. 5
Çocuklar için
s. 6-8
Alman kültürüne tutulan ışık: “Grimm Masalları” s. 9 Mecit Ünal: Gülden Terazi
s. 10
Deliliğe ve isyana dair bir roman: “Öfke”
s. 11
KAPAK: Atilla Dorsay’ın ilk öykü kitabı: “Hepsi Senin İçin / Tuhaf Aşk Öyküleri”
s. 12-14
Jack Goody ve “Tarih Hırsızlığı”
s. 15
Sevdasını bize bırakan şair: Kenan Özcan
s. 16
“Baba, Oğul ve Kutsal Roman”
s. 17
Seyyit Nezir: Arakablo
s. 18
Yeni Çıkanlar
s. 19
Bir kitap bir film
s. 20
Sahaf ve Anadolu’dan Kitabevi
s. 21
Alıntı test ve Bulmaca
s. 22
Tarık Akan
Michael Ende, ünlü kitab “Momo”da kapitalizme çok sa lam bir ele tiri getirirken, gerçekten bir “çocuk kitab ” m yazm t r? Soruya çok rahatl kla “evet...” diye yan t verebiliriz. Hat rlanaca gibi kitapta bir berber “Zaman Tasarruf irketi” elemanlar nca kand r l r; art k mü terileriyle sohbet edemeyecek, i ini bir an önce bitirecek, ak amlar sevgiyle ilgilendi i ve sohbet etti i ya l annesini bir huzurevine yat racak, hayat ndaki ekonomik aç dan “gereksiz” her eyden vazgeçecektir. Bunlar n sonucunda epeyce bir “zaman kazanacak”t r kahraman m z. Art k kendisini tümüyle i ine vermektedir, “kazançl ”d r ama eskiden ne eli bir geveze olan berberimiz, h rsl , mutsuz, depresif biri olup ç km t r. Momo ve arkada lar da ayn yöntemle oyunlar ndan edilmi lerdir. Oyun yerine “çok gerekli” ama çok s k c faaliyetlere yönlendirilen Momo ve arkada lar , çok geçmeden mücadeleye giri irler. “Momo”, neresinden bak lsa öncelikle çocuklara seslenir: Oyunlar n zdan, e lencenizden, yaramazl klar n zdan vazgeçmeyin! Bir çocuk kitab d r ama hayat ö retir. Ku kusuz, yaln zca çocuklara de il,yeti kinlere de... Bir ba kas , Vasconcelos’un “ eker Portakal” örne in... Dünyam zdaki iddeti, küçük, çaresiz, ak ll bir çocu un gözünden anlatan; ac y , sevgiyi, dostlu u en saf haliyle tan tan bir kitapt r o da... Be ya ndaki Zeze’nin hayat arac l yla tan r z hayat n gerçeklerini... Zeze’nin bir a açla dostlu u, o kadar çok eyi kapsar ki asl nda... Kemalettin Tu cu’nun kitaplar ya da Samed Behrengi’nin yazd klar ... “Pal Soka Çocuklar ”... Kitaplar n dünyas ndaki en özel, en unutulmaz, en etkileyici öyküleri bar nd r r çocuklara seslenen yap tlar. Kitap okuyan çocuk farkl d r ve çocuklar n okudu u kitaplar güzeldir. Bu say m zda çocuk kitaplar na her zamankinden daha fazla yer verirken, tüm dünya çocuklar n n 23 Nisan’ n kutluyoruz.
ÖneriYorum
1)
Çılgın Türkler Kıbrıs, Turgut Özakman Şu sıralar okuduğum kitap. Turgut Özakman’ın yalnız bu kitabı değil tüm kitapları okunmalı.
2)
Sızıntı, Barış Pehlivan-Barış Terkoğlu Günümüz Türkiye’sini daha iyi tanımak için...
3) Haymatlos, Kemal Yalçın Bugün ülkesinin tarihine sahip çıkmayıp ona hoyratça saldıranların nasıl bir alamate bindiklerini anlamak için...
. KITA P Aydınlık
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Editör: Pınar Akkoç Yazıişleri: Damla Yazıcı Reklam Müdürü: Saynur Okuroğlu Sayfa Sekreteri: Egemen Yamandağ
4)
Canım Erdalım, Sevgili Babacığım, Can Dündar Atatürk’ten sonra çok önemli bir şahsiyet olan İsmet İnönü’yü tanımak için çok iyi bir fırsat. Çok küçük de olsa hatalar da yapan İnönü’nün değerini hatırlamak için... Emniyet İstihbaratının Fethullah Raporları, Nusret Senem Amerika’da yaşayan ama yıkıcı icraatlerine tanık olduğumuz Fethullah Gülen gerçeğiyle yüzleşmemizi sağlayacak, çok önemli bilgiler içeren bir çalışma.
Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. adına sahibi: Mehmet Sabuncu Genel Yayın Yönetmeni: Serhan Bolluk Sorumlu Müdür: Mehmet Bozkurt
5)
Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 www.AydinlikGazete.com kitap@aydinlikgazete.com Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Yalçın Koreş Cad. No: 12/A Bodrum Kat Bağcılar / İstanbul Tel: 0212 655 44 34
4
Aydınlık KİTAP
20 N SAN 2012 CUMA
HAFTANIN PORTRES
Octavio Paz (1914-1998)
1990’da Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen ve şiiri, “yolculuğa çağrı, yuvaya dönüş” olarak tanımlayan Paz, “yaşamdan şiir yapmaya çalışmak yerine, yaşamı şiire dönüştürmek daha güzeldir” demişti
31 Mart 1914’te Mixcoac adlı küçük bir kasabada doğan şairdenemeci Octavio Paz, 1931’de “Barandal” adlı bir edebiyat dergisi yayımlamaya başladı. İlk şiir kitabı “Luna Silvestre” 1933’te çıktı. İspanya İç Savaşı sırasında Cumhuriyetçileri destekleyerek, “El Popular” adlı işçi gazetesinde yazarlık yaptı. 1945’de diplomatik görevlerine başladı, önce New York’ta, 1962’ye kadar da Fransa’da çalıştı. Fransa yıllarında Pablo Neruda’yla tanışan Paz, bu dostluğun izlerini yaşamı boyunca taşıdı. 1962’de Meksika’nın Hindistan büyükelçisi olarak bu ülkeye gitti. 1968’de iktidarı protesto eden öğrencilere yönelik olarak gerçekleştirilen Tlatelolco katliamı üzerine Meksika hükümetini protesto etmek için tüm görevlerinden istifa etti. 1990’da Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görüldü. Şiiri, “yolculuğa çağrı, yuvaya dönüş” olarak tanımlayan Paz, “yaşamdan şiir yapmaya çalışmak yerine, yaşamı şiire dönüştürmek daha güzeldir” demiş ve
eklemiştir: “Şairlerin özyaşam öyküleri olmaz, onların özyaşam öyküsü şiirleridir.” Ülkemizde öncelikle, Meksika ve tarihi üzerine derinlemesine bir analiz olarak tanımlanabilecek “Yalnızlık Dolambacı” adlı kitabıyla tanınan Octavio Paz’ın “Ölüm Çiçekleri”, “Kartal mı Güneş mi”, “Öteki Ses Şiir ve Yüzyılın Sonu” adlı eserleri de dilimize çevrilmiştir. 19 Nisan 1998’de yaşama veda eden Paz’ı saygıyla anıyor ve “Unutuş” adlı şiirinden bir bölüme Ülkü Tamer çevirisiyle yer veriyoruz: “yum gözlerini, yitir kendini karanlıkta göz kapaklarının kırmızı yaprakları altında. gömül vızıldayan sesin düşen sesin halklarına ve uzaklarda yankılanan dilsiz bir çağlayan gibi, davulların çalındığı yerde (…) dudaklar, öpüşler, aşk, her şey yeniden doğar o ölümsüz, o yalın unutuşta: gecenin kızlarıdır yıldızlar.”
HAMD LKER’ N ANILARI: “SUÇUMUZ KÖY ENST TÜLÜ OLMAK”
Demokrat Parti’nin ilk hedefi... “Bu kitapta Türkiye’de ve dünyada iktidar değişimi süreçlerinde yaşanan insanlık dramı zincirlerinin yalnızca bir halkasını, Köy Enstitülü Hamdi İlker ve arkadaşlarının başına gelenleri okuyacaksınız. Gerçekte var olmayan bir dernek ve gerçekte var olmayan üylerinin başına gelenlere duruşma tutanaklarıyla tanık olacaksınız” 17 Nisan 1940 tarihinde açılan ve 1938'de Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel tarafından bizzat yönetilen Köy Enstitüleri'nin 1954 yılında Demokrat Parti döneminde kapatılması, Türkiye'de tartışması halen süren bir konu. Köy Enstitüleri'nin açılışının 72. yılında yayımlanan Hamdi İlker imzalı “Suçumuz Köy Enstitülü Olmak / Düzmece Bir Davanın Anatomisi 1952-1954”, bu tartışmaya ilginç bir pencereden yaklaşıyor. Prof. Dr. Güler Yalçın, kitabın arka kapağına yazdığı tanıtım notunda, “Bu kitapta Türkiye'de ve dünyada iktidar değişimi süreçlerinde yaşanan insanlık dramı zincirlerinin yalnızca bir halkasını, Köy Enstitülü Hamdi İlker ve arkadaşlarının başına gelenleri okuyacaksınız. Gerçekte var olmayan bir dernek ve gerçekte var olmayan üylerinin başına gelenlere duruşma tutanaklarıyla tanık olacaksınız” diyor. Kitabın adına yansıyan düzmece dava, Hamdi İlker'in 1953 yılında gizli cemiyet kurmak ve komünizm propagandası yapmak suçlamasıyla tutuklanmasıyla birlikte açılıyor. “Ortada” bir de dernek var: Köyleri Kalkındırma Derneği. Suçun, bu derneğin kurucuları ve üyelerince işlendiği iddia ediliyor ve biri hariç tümünün suçsuzluğu 30 ay sonra temyiz mahkemesinde kanıtlanıyor. Hamdi İlker 1929 Lüleburgaz doğumlu bir köylü çocuğu. Kitabının ilk sayfalarında çocukluğunu, ailesini,
Kepirtepe Köy Enstitüsü'ne kayıt yaptırışını, okulla ilgili anılarını, duygularını, okul arkadaşı Ayşe Serin'le evliliğini, kimi sayfalarda şiirsel bir üslup tutturarak anlatıyor. Ve sonrası: “İlçe jandarma karakoluna götürüldüm. Uzaktan gördüğüm ama ne olduğunu bilmediğim bir bina. Bir yerlere götürüldüm. Gözlerim açıldı ve ellerimden kelepçeler çıkarıldı. Çay getirildi, sigara tutuldu. İçtikten sonra bir şeyler soruldu. Dernek, toplantı, tanıdığım ve tanımadığım bir sürü insanlar. Bunlarla olan yakınlığım ve bunlara benzer sorular...” Sorgu, tutanaklar, raporlar... Kitabın editörlüğünü yapan Güler Yalçın, son bölümde Hamdi İlker'le yaptığı röportaja da yer vermiş ve Köy Enstitüleri'nin kapanma nedenleri konusunda ne düşündüğünü sormuş. İlker'in yanıtı şöyle: “Paramız yokmuş, zora düşmüşüz, ilgisiz kalmışız, başarısız olmuşuz, can vererek, ter dökerek el birliğiyle kurduğumuz o güzelim kuruluşun kapanmasını sağlamışız. Suç bizde olmuş... Oysa öyle bir durum olmadı. 1946'ya kadar ne güzel gidiyordu Köy Enstitüleri. Satır aralarında binde birini anlatabildiğim nedenlerle yön değişmeye başladı, umulmayan gelişmeler, değişmeler oldu, o yıllar. 14 Mayıs 1950 genel seçimleri de tüy dikti. Azgın iktidar dörtnal ilk hedefini seçmişti.” (“Suçumuz” Köy Enstitülü Olmak, Hamdi İlker, E Yay., 332 s.)
Aydınlık KİTAP
OSMAN ULAGAY MERAK ED YOR VE SORUYOR: “TÜRK YE K ME KALACAK?”
Derin derin düşünün! “Haberi olmadan katkıda bulundu bu kitaba Başbakan Erdoğan. Bir siyasi lider olarak çizdiği portreyle, sergilediği davranışlarla, Türkiye’nin 2001’den bu yana yaşadığı süreçte oynadığı belirleyici rolle ve özellikle de medyaya karşı takındığı tavırla beni bu kitabı yazmaya iten koşulların oluşmasına katkıda bulundu.” Başbakan Tayyip Erdoğan 26 Şubat 2010’da yaptığı konuşmada, “Herkes fikrini söylemekte serbesttir. Gayet güzel de böyle belirlenmiş şeyler var. O insanlara o kalemleri teslim edenler de der ki ‘Kusura bakma kardeşim, bizim dükkânda sana yer yok’. Çünkü herkes vitrinine layık olanını koyar…” demişti. Başbakanın bu sözlerinden kısa süre sonra “dükkânda” kendisine yer olmadığını düşünen Osman Ulagay, Milliyet’teki köşe yazılarına ara verdi. Elimizdeki kitabın temelleri de o günlerde atılmış oldu. Ekonomi ve siyaset ağırlıklı yazılarıyla tanınan Ulagay, son yıllarda Türkiye’de yaşananlara hem kendi açısından hem de genel bir bakış açısından bakarak, AKP’nin iktidar oluşundan başlayıp bugüne kadar geliyor, “Yeni ve büyük” Türkiye’nin hikâyesini anlatıyor. AKP hükümetinin ülkeye kazandırdıkları ve kaybettirdiklerinin muhasebesi, başbakanın üslubu, yeni bir muhalefet arayışı da Ulagay’ın temel meseleleri arasında. Asla saldırgan, umutsuz ve çaresiz değil yazılanlar. Osman Ulagay, resmin tamamını görmenin öneminden, 21. yüzyılda Türkiye için bir fırsat olduğundan söz ediyor ve bu fırsatı yakalamak için sormaktan, sorgulamaktan yana bir tavır alıyor, tartışmadan olumlu sonuçlara varılamayacağını vurguluyor ve “Türkiye Kime Kalacak” ile
Türkiye’yi derin derin düşünmeye davet ediyor. “Başbakan Erdoğan yazdırdı bu kitabı bana. Yanlış anlamayın, Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla ya da ricasıyla yazılmadı bu kitap. Eğer birileri gizlice bilgisayarıma girip edindiği bilgileri kendisine aktarmadıysa, böyle bir kitabın yazıldığından haberi bile yok Sayın Başbakan’ın. Evet, haberi olmadan katkıda bulundu bu kitaba Başbakan Erdoğan. Bir siyasi lider olarak çizdiği portreyle, sergilediği davranışlarla, Türkiye’nin 2001’den bu yana yaşadığı süreçte oynadığı belirleyici rolle ve özellikle de medyaya karşı takındığı tavırla beni bu kitabı yazmaya iten koşulların oluşmasına katkıda bulundu. Bunda şaşacak bir şey yok aslında. Siyasi çizgisinden, halinden, tavrından, üslubundan, vücut dilinden hoşlanalım ya da hoşlanmayalım, bugün Erdoğan Türkiyesi’nde yaşıyoruz. Onun davranışları, tepkileri ve söylemi belirliyor birçok şeyi. Başbakan Erdoğan’ın Türkiye için nasıl bir gelecek hedeflediğini, bu hedefe varmak için neler yapmayı tasarladığını anlamak istiyorsanız...” diyen Ulagay, Türkiye’nin adım adım tek adam diktasına doğru kayışına ilişkin endişelerini de dile getiriyor. (Türkiye Kime Kalacak, Osman Ulagay, Doğan Kitap, 172 s.)
6
Aydınlık KİTAP
20 N SAN 2012 CUMA
ÇOCUKLAR İÇİN
Çocuklar için rengarenk rengârenk sayfalar
Cici Pisi Tedi Hikâyesini Devrim Çakır’ın yazdığı, resimlerini Ayşın Delibaş Eroğlu’nun çizdiği rengârenk bir okul öncesi kitabı… Tedi kedicik, tam okula başladığı sırada annesiyle babası uzun bir yolculuğa çıktığında kardeşleri Mırılcık ve Hırılcık’a bakmak zorunda kaldığı için okuldan ayrılıp bir çikolata fabrikasında çalışıyor. Şikâyetçi değil tabii ki ama okulunu ve resimli kitaplarını da ister istemez özlüyor. Hem çalışıp hem okumanın bir yolunu bulması gerekiyor. Çok zaman geçmeden okula yeni başlayan Elbebek ve Gülbebek isminde iki kardeşle tanışıyor ve onlara çikolata karşılığında kendisine okuma yazma öğretmelerini teklif ediyor. Kardeşler bu teklifi kabul ediyorlar, hem de çikolatalar Tedi’den değil kardeşlerin annesinden! Hikâyesi kadar çizimleri de çok güzel… Pastel renk-
lerde, çocuklarınızın gözünü yormadan ilgisini çekebilecek, kocaman, şirin mi şirin bu çizimlerin sahibi Ayşın Delibaş Eroğlu. Çocuk kitapları için yaptığı diğer çizimler Bratislava’da Çocuk Kitapları Bienali’nde ve Japonya’da müze ve galerilerde sergilenmiş, hatta çalışmalarından biri UNICEF tarafından tebrik kartı olarak satışa sunulmuş. Çocuklarınızın ilgiyle takip edebileceği çizimler arıyorsanız Ayşın Delibaş Eroğlu’nun resimlendirdiği kitaplar doğru adres: “Meraklı Karınca Cimcim Yollarda”, “Arkadaşım Papi”, “Kralın Piresi” ve “Küçük Ev”. (Yapı Kredi Yayınları) (Cici Pisi Tedi, Devrim Çakır, Resimleyen: Ayşın Delibaş Eroğlu, Yapı Kredi Yayınları, 30 s, okul öncesi)
Dondurma Makinesi Gamze Varım’ın Türkçeleştirdiği bu kitabın hazır çocuklar dondurmaya kavuşmuşken iyi gidebileceğini düşündük. Annesiyle babası dondurma satmak için Fiyonk Makarna adında bir karavan alan Selin ve Engin kardeşler, karavanda buldukları “köpük bombası şerbeti” ile heyecanlı bir maceranın içinde buluyorlar kendilerini. Dondurmaya kattıkları köpük bombası şerbetini her yiyen önce ağzında küçük patlamalar yaşıyor ve sonra çok mutlu oluyor. Peki, bu şerbet bitince ne olacak? Annesi yeni formül arayışlarına başlayacak, karavan canlanacak ve evin keçisi Camgöz’le arkadaş olacak, Camgöz durmadan ortalığı karıştıracak, hep be-
raber birbirinden tuhaf malzemelerle yaptıkları dondurmalar satacaklar: peltemsi lokum, acı çilek, titrek çikolata, nane soslu peynirli bezelye. Her şey güzel giderken bir gün Fiyonk Makarna evini özleyip sahile inecek ve orda denizdeki bir adamın hayatını kurtarmak için suya atlayıp hastalanacak ve bakın son isteği ne olacak? Bu macerayı çocuklarınızın dondurma eşliğinde okumasına izin verin lütfen. (Dondurma Makinesi, Julie Bertagna, Resimleyen: Chambers ve Dorsey, çev: Gamze Varım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 83 s.)
Masal İçinde Masal Geçtiğimiz hafta Gianni Rodari’nin “Bir Telefonluk Masallar” kitabını okumuştum ve en sevdiğim masallar olmuşlardı. Bu hafta da yazarın “Masal İçinde Masal” kitabı var, yine birbirinden güzel yirmi masal ve inanılmaz karikatürler. Üstelik bu kez Rodari bütün masallarına birden fazla sonuç yazarak daha da hareketlendirmiş. Her sonda olaylar farklı gelişiyor, kahramanlar farklı seçimler yapıyorlar. Kitabın sonunda da “Yazarın Sonları” başlığında yazdığı bölümde Rodari, hazırladığı sonlarla ilgili yorumlarını yapmış. Yani çocuklar okurken kendilerine en yakın sonucu seçtikten sonra arkaya dönüp yazarın o konudaki fikrini de alabiliyorlar. 1980 yılında vefat eden yazar sanki kitabın arkasındaymış gibi cevap veriyor. Bazen üç sonu da uygun buluyor, bazen üçünü de kötü buluyor, bazen de çocuklardan canlarının istediği bir son yazmalarını rica ediyor. Bence Gi-
anni Rodari kesinlikle en iyi çocuk yazarlarından biri ve çeviriler de kusursuz. Bazı masalları sadece eğlence için yazmış, kendi de itiraf ediyor, bazılarında da çok güzel mesajlar var. Mesela “Havlamayı Bilmeyen Köpek” arkadaşlarıyla konuşurken havlaması gerektiğini öğreniyor, çünkü o bir köpek ve havlaması lazım. Nasıl havlayacağını önce horozdan, sonra da bir guguk kuşundan öğrenmeye kalkışınca da başına gelmeyen kalmıyor. Bu masalın tam üç tane sonu var ve sonlar hakkında yazar şöyle demiş: “Ben kararlı bir şekilde üçüncü sondan yanayım. Doğru öğretmeni bulmak çok önemlidir. Bu, bir sirk yıldızı olmaktan ya da her gün hazır bir tas yemek bulmaktan daha önemlidir.” Çocuklarınıza eğlenceli okumalar diliyoruz. (Masal İçinde Masal, Gianni Rodari, Çev: Yelda Gürlek, Resimleyen: Anna Laura Cantone, Can Çocuk Yayınları, 220 s.)
Aydınlık KİTAP
MUZAFFER ZGÜ, “EKMEK PARASI” VE “ZIKKIMIN KÖKÜ”
Boynu bükük küheylan DAMLA YAZICI Büyüdük ve kişilik sahibi olduk. Birçok görünmez el bu kişiliğin oluşmasına, şekillenmesine dokunuşlarda bulundu. “Görünmez el” diyorum, çünkü küçük bir çocukken arkadaşınızın sırrını saklamanız gerektiğini öğrendiğiniz anı bilmezsiniz. Yani öğrenmişsinizdir işte. Arkadaşınız bir sır vermiştir size ve “kimseye söyleme, söylersen senle konuşmam bir daha, bu bir sır” demiştir ve siz öğrenmişsinizdir. İşte görünmez el ve onların bizim farkında olmadığımız öğretici dokunuşları bizi biz yapan en önemli etken. Başta annemiz, babamız, öğretmenlerimiz, yakın arkadaşlarımız... Ama bunların yanında hep unuttuğumuz bir el daha var ki, belki de “adam gibi adam” olmamızın en büyük mimarıdır onlar: Yazarlar. Hele ki tertemiz beyinlerimizle okuduğumuz çocuk kitapları yazarları. Henüz hayatın kibrini, soysuzluğunu ve buhranını içimize almadığımız zamanlarda bizi dolduran insanlar. İşte onlardan biriydi Muzaffer İzgü. Çocuk kitapları yazarları dediğimizde ilk başta aklımıza gelen isimlerden. Çok sayıda ve nitelikli eserleriyle çocuk dünyasına hitap etmiş ve kuşaklar boyu okunmayı başarabilmiş bir isim. TRT2’nin film kuşağında rastladığım ve büyük bir keyifle izlediğim filmdeki Muzo karakterinin Muzaffer İzgü olduğunu öğrendiğimde nasıl sevinmiştim anlatamam. 1992 yılında Memduh Ün tarafından çekilmişti “Zıkkımın Kökü” filmi. Muzaffer İzgü’nün Adana’da geçen çocukluğunu anlatan “Ekmek Parası” ve onu daha kapsamlı hale getirerek hayatını anlattığı romanı “Zıkkımın Kökü”nden uyarlanmıştı. 1993’te Adana Altın Koza Film Festivali’nde en iyi film ödülü alan “Zıkkımın Kökü” aynı başarıyı, Tokyo’da, Manheim’da ve daha pek çok uluslararası film festivalinde tekrarlamıştı. Yoksulluk içinde geçen bir çocukluk ama buna rağmen acıma efektlerinden arındırılmış, içten, sımsıcak bir hisle hem okuyucuya hem de izleyiciye geçen bir hikaye Muzo’nun ki. Bir kırmızı çizme almak için sokaklarda darı satarken mahçup olan o çocuğu unutmak ne mümkün. “-Darı vaaarrrrr, darııııııııı… Hamama girdi kocakarıııııı… Dişleri sarı sarııııııııııııı… Darı vaaarrrrr, darııııııııı… Hamama girdi kocakarıııııı… Dişleri sarı sarııııııııııııı…” O yılların Adana’sını, yazlık sinemaları, geçim savaşını her şeye rağmen yaşama sevinciyle dolu bir çocuğun gözünden, -hele ki bu çocuk
sonradan en sevdiğiniz çocuk kitaplarını size sunan kişi olursabüyük bir heyecanla okuyor ve izliyorsunuz. Kitabın filme aktarımının kusursuz gerçekleştirildiğini söyleyebilirim. Kitabı okurken aklımızda şekillenen baba karakterinin, filmde Menderes Samancılar tarafından eşsiz bir oyunculukla sunulması filmi de kitabı da yazarı da unutulmaz kılıyor. İçinizde hep bir burukluk var ama film boyunca bol bol gülüyorsunuz da. Garip evet, ama dramın her yerimize işlediği ve bizi yaşamdan soğuttuğu modern toplumumuzda, yaşamaya, aileye, çalışmaya, okumaya ve yoksulluğa dair dürüst bir hikaye. Kitaptan alıntılanan ve filmde seyirciye çok güzel sunulan şu kısım Muzaffer İzgü’yü ve benim bütün bu yazımı özetlemeye yetecek cinsten: “Yılda bir kez ev sahibimizin evine giderdik. .... Anam, bahçemizdeki çatlamayan narlardan kocaman bir sepet hazırlardı. Sonra, abimle benim elimizi yüzümüzü bir güzel yıkar, boyama pantolonlarımızı giydirir, bayramlık ayakkabılarımızı (varsa tabii) ayaklarımıza geçirir, ev sahibimizin yolunu tutardık. Narlar, ev sahibimize rüşvet, biz iki kardeş de acıma duygularını devinime geçirecek birer uyarıcı... Babam yolda uyarırdı: -Ulan, boynunuzu iyice bükün ha, diye... Nah şöyle bükeceksiniz! Biz artık, ev sahibimizin oraya dek iyice alışkanlık kazanalım diye, sokakta bile boynumuzu kırar yürürdük. Bilmiyorum, kaç liraydı bu bizim oturduğumuz toprak parçasının yıllık kirası! Toprak parçası diyorum, çünkü üzerindeki çerden çöpten odayı ‘yüksek mühendis’ babam kondurmuştu. -Ulan, derdi babam, baktınız kocakarı ıngır cıngır ediyor, ağlamayı unutmayın ha! Ağlayın, sulu sulu dökün! Kırık boyunla, kıvrım kıvrım merdivenleri çıkar, geniş bir odanın orta yerindeki koltuğa kurulmuş şişman bir kadının elini öperdik. Nedense bu el her zaman keçi gibi kokmuştur bana. Ama, işin ucunda ölüm kalım olduktan sonra, evelallah öpmek değil ya, yala deseler yalardım bu kalın damarlı keçi keçi kokan eli... Babam, ‘Münevver Hanım’, derdi, ‘sayenizde büyüyüp gidiyor işte sabiler.’ Göz kırpardı babam, bu, ‘boynunuzu biraz daha kırın!’ demekti.” İçinizdeki çocuğun ölmemesi dileğiyle...
8
Aydınlık KİTAP
20 N SAN 2012 CUMA
Gökte Biri Var
Starling Şatosu Serüvenleri Buzlu İksir
Sevim Ak, Can Çocuk Yay nlar , 120 s.
Eşek Dersem Çık, Keçi Dersem Kaç
Evgene Trivizas, Alt n Kitaplar, çev. Ari Çokona, 152 s. Ya grubu: 10+ Lort Filibooster kötü bir önseziye kapılarak vasiyetini yazmaya karar verir. Bütün servetini Hide Park’ın ördeklerine, çok çocuklu taksi şoförlerine ve adını telefon rehberinden rastgele seçtiği Timothy’ye bırakır. Hindistan’a kaplan avlamaya giden lort esrarengiz bir biçimde kaybolur. Kendi hâlinde bir piyano akortçusu olan Timothy, bu beklenmedik miras karşısında çok şaşırır. Ancak paha biçilmez definesine kavuşmak için Ege’deki Sisam Adası’na gitmesi gerekmektedir. Orada Timothy’den dünyanın dört bir yanını dolaşarak beş anahtar bulması istenir. Genç piyano akortçusu, Brezilya, Macaristan, Nijerya ve Avustralya’da akıl almaz maceralar yaşar...
Acayip Bir Deniz Yolculuğu
Peki ama kimdi bu teldeki adam? “Teldeki adam bakış açımı değiştirmişti. Konuşulanlardan çok konuşulmayanlar, görünenden çok görünmeyenler çekmeye başlamıştı ilgimi. Teldeki adam gözlüklüydü. Gözlüklerinin benimkinden ve babamın arkadaşlarınınkilerden farklı olduğunu anlamıştım. Kimsenin göremediği ayrıntıları büyüteç gibi büyütüyordu onunki. Yıkılma tehlikesine karşı boşaltılmış ahşap evin tahta oymalı kapı kolunu, çatı aralarındaki kuş yuvalarını, çocuk parkının köşesindeki, çevresini otlar büyümüş başı kopuk heykeli, fare deliklerini, eski binaların birindeki kirden pastan kararmış armayı o göstermese hangimiz görebilecektik?”
Kuzeyin gizemli topraklarındaki Starling Şatosu’na kış geldi. Şato sakinleri kış eğlencelerine hazırlanıyor. Ancak Kış Kral ve Kraliçesi’nin oğlu Prens Salkımbuz bu yıl işleri biraz karıştıracak gibi görünüyor. Rengârenk kar yağması bir dereceye kadar hoşgörüyle karşılansa da, ekoseli kar taneleri kralı çileden çıkarıyor. Ya Ejderha Tut’u sinirlendiren yaramazlara ne demeli? Neyse ki Milla ve takımı var da, o güzelim kış eğlenceleri planlandığı gibi yapılabiliyor...
Kedicik Patileri Minicik
Sen Islık Çalmayı Bilir Misin?
Haylaz Pati’nin Serüvenleri
Necdet Neydim, Gün Kitapl , 88 s. (3. 4. 5. s n flar)
Mavisel Yener, Tudem Yay nlar , 32 s.
Akademisyen, çevirmen, yazar Necdet Neydim’den çocukluğu çocuk gözüyle anlatan şiirler. Çocuk ve gençlik edebiyatı alanındaki araştırmaları ve kuramsal çalışmalarıyla tanınan akademisyen, çevirmen, yazar Necdet Neydim’in şiirleri, günümüz çocuklarının kaygılarını, özlemlerini, sevinçlerini, hızla değişen yaşamlarını, yine onların gözünden yalın ve etkileyici bir dille yansıtıyor. Grafik tasarımcı Suzan Aral’ın usta işi resimleri ve özgün sayfa tasarımlarıyla bir albüm olarak yeniden canlanan kitaptaki 47 şiir, çocuklara edebiyatın bu özeltürünü sevdirmeyi başarıyor.
Bu köpek başka köpek! Huzurlarınızda haylaz köpek Pati ve bitmek bilmez yaramazlıkları... Çocuklar ve gençler için kaleme aldığı sayısız kitapla okurlarının kalbinde taht kuran bol ödüllü yazar Mavisel Yener’den keyifle okunacak bir masal serisi: Haylaz Pati’nin Serüvenleri Serinin kahramanı Pati, daha kitap fikri oluşmadan çok önce rüyasına girmiş Mavisel Yener’in. Bu sevimli ve hınzır köpek o kadar etkilemiş ki yazarı, ilham perilerinin de kalemini cezbederek beş kitaplık bir serüvenle ete kemiğe bürünmüş zamanla... Her macerasında türlü yaramazlıklar peşinde koşan Haylaz Pati, “maviş“liklerle dolu renkli bir okuma deneyimi vaat ediyor minik okurlarına.
Muzaffer zgü, Bilgi Yay nevi, 208 s. Çok sevdiği çocuklar düşlerini sevgiyle beslesinler diye “yazar dede” Muzaffer İzgü’den hem okul öncesi hem de ilk okuma dönemi için... Rengârenk, cıvıl cıvıl, oyun ve bilgi dolu öyküler... Okuma alışkanlığına doğru... İnatçı kedi Minnoş ve ailesi, kara çiçek, çıtıpıtı kız, balık çocuk ve daha birçok yeni oyun arkadaşı bu öykülerde sizi bekliyor. Bu kitapla hem ilk okuma heyecanını yaşayacak hem de bambaşka dünyalara gideceksiniz. - Çocukların “yazar dedesi” Muzaffer İzgü’den yepyeni bir kitap. - Çocukların severek okuyacakları, kendilerinden çok şey bulacakları, bilmedikleri şeyleri öğrenecekleri on öykü. - Çocuk edebiyatının en çok okunan yazarından, çocukların okul öncesi ve ilk okuma dönemi için...
Beş Kilitli Sandık
Filiz Özdem, Yap Kredi Yay nlar , 148 s. Hayvanlar Yine Resmigeçitte... Kitap kurtları (çocuklar ve ana babalar) kollasın kendini. Onlar için (öncelikle çocuklar tabii) özel olarak kaleme alınan kitaplardan beşincisi “Eşek Dersem Çık, Keçi Dersem Kaç” yine birbirinden güzel resimlerle yayımlandı. “Eşek” ve “keçi” kitabın adından anlaşılacağı gibi ele alınan hayvanlardan ikisi. Ayrıca “deve”, “at”, “inek”, “koyun” ve “domuz” konusu da var. Hayatımızın bir parçası olan hayvanları birer canlı olarak sevmek ve onlara yakın olmak kadar kültürümüze, edebiyatımıza yansımalarıyla bilmek ve günlük hayatımızda bunlara yer vermek de önemlidir.
Theresa Breslin, Bankas Kültür Yay nlar , çev. Asl Tanr yar, 88 s.
ÇOCUKLAR İÇİN
Müge plikçi, Gün Kitapl , 92 s. (3-8 ya ) Antik Çağ’dan çıkıp gelen şehla gözlü gemi Kibele’yle masalsı bir yolculuk! Alerjisi yüzünden aşıdan korkan Kerem’in kâbusu gerçek olur: Okulda aşı günüdür! Çocukların hepsi de o kadar çok, o kadar çok ağlarlar ki, sıradan bir aşı günü, ancak çok eski çağlarda yaşanacak bir serüvene dönüşüverir. İçinde Kerem’le arkadaşlarının, servis şoförüyle hemşirenin, şehla gözlü gemi Kibele’nin ve kötü adam Kadirbilmez’in yer aldığı inanılmaz bir serüvene!...
Aydınlık KİTAP
20 N SAN 2012 CUMA
9
“GRIMM MASALLARI” K C LT HAL NDE YAYIMLANDI
Alman kültürüne tutulan ışık Jacob Grimm (1785-1863) ve Wilhelm Grimm (1786-1859) adlı iki kardeş, Almanya'yı “Masal Yolu” (Die Marchenstrasse) adı verilen bir güzergah (Grimmler'in memleketi Hanau'dan Bremen'e uzanan 600 kilometrelik bir yol) izleyerek dolaşmışlar, halktan derledikleri masalları yazıya dökerek tarihe bırakmışlardır. Bu uğraş Almancanın kurallarını da belli oranda ortaya dökmüş, Alman ulusunun harcını pekiştirmiş, mitlerin ve folklorun “ulus olma” açısından önemini sergilemiştir. ELVAN BEŞİKÇİOĞLU En genel kabulle masallar çocuklara dünyayı ve yaşamı, “iyiler ve kötüler” üzerinden anlatmanın, eğlendirmenin, oyalamanın, avutmanın, uyutmanın, kimi zaman da korkutmanın düş ürünü araçlarıdır. Olağanüstü olayların yaşandığı, doğaüstü yaratıkların boy gösterdiği, gerçeğin başladığı yerde sona eren apayrı bir dünyadır masallar. “Uyuyan Güzel”, “Pamuk Prenses”, “Külkedisi”, “Bremen Mızıkacıları”, hemen her insanın çocukluk döneminde yer almış, sonrasında da iz bırakmıştır. Tabii bir de “Fareli Köyün Kavalcısı”, “Mezardaki Çocuk”, “Şeytan ve Ninesi”, “Fare, Kuş ve Çocuk” gibi, en hafifinden ürküntü veren, çocuk ruhunda ürpertilere neden olan masallar vardır ki onların da aynı biçimde belirgin izler bıraktıkları söylenebilir. Batı dünyasının, pek çoğu evrensel hale gelmiş masallarında belli başlı şöyle bir ayrımdan söz etmek mümkündür: Andersen'in derlediği masallar, örneğin “Kibritçi Kız”da olduğu gibi çocukları daha çok üzüntüye, hüzne ve gözyaşına; Grimm Kardeşler'inki ise biraz korkuya ve tekinsizliğe sevk eder. Bunu, Saffet Günersel'in çevirisi ve Pinhan Yayınları'nın özenli baskısı ve ilgi çekici desenleriyle ülkemiz okurlarıyla bu kez iki cilt halinde buluşan “Grimm Masalları”na bakarak bir kez daha anlamak mümkün. Ama “Grimm Masalları”nın en büyük özelliğinin bu olmadığını da hemen belirtelim.
PAMUK PRENSES NASIL UYANDI? Jacob Grimm (1785-1863) ve Wilhelm Grimm (1786-1859) adlı iki kardeş, Almanya'yı “Masal Yolu” (Die Marchenstrasse) adı verilen bir güzergah (Grimmler'in memleketi Hanau'dan Bremen'e uzanan 600 kilometrelik bir yol) izleyerek dolaşmışlar, halktan derledikleri masalları yazıya dökerek tarihe bırakmışlardır. Bu uğraş Almancanın kurallarını da belli oranda ortaya dök-
müş, Alman ulusunun harcını pekiştirmiş, mitlerin ve folklorun “ulus olma” açısından önemini sergilemiştir. Grimmler'in aynı zamanda Almancanın en büyük sözlüğünü yazmaya giriştiklerini, bu çalışmanın yarıda kaldığını (“L” harfi), sözlüğün sonradan Doğu Alman dilbilimciler tarafından tamamlandığını da söyleyelim. Halk masallarının derlenmesi ve incelenmesi, aynı zamanda “Alman olma”nın ve Alman halk kültü-
rünün tanımını da getirmiştir. İşin püf noktası da buradadır zaten; Grimm Kardeşler'in masal derlemeciliği kisvesi altında içlerindeki (ya da ortalama Alman'ın içindeki!) dehşeti satırlara aktardığı da hep iddia edilmiştir. Gerçekte Pamuk Prenses'in masum bir öpücükle değil tecavüze uğrayarak uyandırıldığı, Külkedisi'nin kızgın demirden ayakkabı giydiği, bizim okuduğumuz masalların sansürlenip dehşet ögelerinden ayıklan-
PİNHAN YAYINLARI'NIN NOTU:
İlk kez eksiksiz ve sansürsüz baskı Bugün dünya çapında bilinen bu masallar ilkin romantizm akımının önde gelen isimlerinden şair ve edebiyatçı Clemens Brentano’nun isteği üzerine Grimm Kardeşler tarafından derlenmeye başlamıştır. Brentano’nun masalları bir türlü yayımlamaması üzerine Kardeşler çalışmayı devralıp basmaya karar verirler. Kardeşler masalları hiçbir zaman sadece birer masal olarak görmezler; onlara göre bu masallar Alman halkının gelenek ve göreneklerinin temellendiği hakikati içeren tarihi belgelerdir ve Alman halkının kendi kültürünü ve kökenini keşfedebilmesi için son derece önemlidirler. Bu sebeple Kardeşler masalların aktarılmasıyla Alman geleneği ve kültürüne ışık tutmayı, tarihsel hafızayı canlı tutmayı hedeflemişlerdir. XIX. yüzyılın düşüncesine de uygun olarak törelerin ve yasaların tarihsel bilgi içerdiğini düşünmüş ve bu bilginin Alman halkının kendini tanıması ve anlamasına yardımcı olacağına inanmışlardır. Başlangıçta Grimm Kardeşler'e sözel olarak anlatılan ve Kardeşler tarafından daha sonra yayıma hazırlanan masallar ilk baskısından itibaren çeşitli değişimlere uğramıştır. Yayınevi olarak sadık kalmayı tercih ettiğimiz 1857 yılındaki 7. baskıda yer alan bu 211 masal, Kardeşler'in edebi ve ahlaki müdahalelerine rağmen şiddet
ve vahşet içermeyi sürdürmektedir. Basıldığı tarihten bu yana masallar farklı çevreler tarafından inceleme konusu olmuştur: Halkbilimciler masalları Alman halkının gelenek ve göreneklerinin anlatıldığı otantik metinler olarak ele almış ve içerdikleri hem sözel hem de edebi geleneği inceleyerek Alman masallarına özgü olan nitelikleri ortaya koymaya çalışmışlardır. Masalların barındırdıkları ahlaki ögeleri konu edinen eğitimciler ise masallardan çıkarılacak dersler üzerinden çocuklara istenilen davranışları kazandırmayı ve belirli bir toplumsal ahlakı aşılamayı hedeflemişlerdir. Bir yandan dönemin sosyopolitik yapısı üzerine ipuçlarını arayan sosyolog ve tarihçiler bir yandan da kullanılan üslup ve estetik ögelerle ilgilenen edebiyatçılar masallar üzerinden XIX. yüzyıla farklı bir yerden ışık tutmaya çalışmışlardır. Dil ve sembolik dünya hakkında çözümlemeler yapan psikanalistler içinse masallarda yer alan sembollerin neye dair oldukları ve ne için kullanıldıkları büyük önem taşır. “Grimm Masalları”nın Türkçede ilk kez yayımlanan bu eksiksiz ve sansürsüz baskısı “Bir varmış, bir yokmu” varolmayan bir dünyaya değil, tam tersine varolan dünyaya açılan bir kapıdır ve bu kapıdan ancak bu dili okumayı öğrenerek geçilebilir.
dığı da dile getirilir “Grimm Masalları”yla ilgili olarak.
YAHUD LERE IRKÇI YAKLA IM Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta ise bu masallardaki anti-semitizm. “Grimm Masalları”nın elimizdeki versiyonunun birinci cildinin 323. sayfasındaki 67. masalın adı bile yeterince açıklayıcı: “Yahudinin Zoru”. Masalın final bölümünü alıntılamak yeterli olacaktır sanırım... “Seyis kemanı çalmayı kesti, boynuna astıktan sonra tekrar darağacının merdivenlerinden indi. Yerde yatan ve hala kesik kesik soluyan Yahudinin yanına vararak: 'Bana bak maskara' dedi. 'Şimdi parayı nerden bulduğunu söyle bakalım! Yoksa kemanımı boynumdan çıkarır ve yine çalmaya başlarım, ona göre.' 'Ben hep çaldım! Ben hep para çaldım' diye haykırdı Yahudi, 'Sense paranı hakkınla kazandın!' Bunun üzerine hakim onu hırsızlıktan dolayı astırdı.” Bu küçük örnekten de görüldüğü gibi, Grimm Masalları, daha doğrusu derinlerdeki Alman halk kültüründe Yahudilere öyle pek de iyi gözle bakılmamaktadır. 2005'te tam bu işlerin ustası Terry Gilliam tarafından, Matt Damon'ın Wilhelm, Heath Ledger'ın da Jacob Grimm'i canlandırdığı bir sinema filmine dönüştürülen Grimm Kardeşler'in öyküsü, belki de Andersen'in şu sözlerini çağrıştıracak nitelikte: “Dünyada o kadar çok kötü şey var ki, çocukları ne kötülüklerden tamamen soyutlamak, ne de hep mutsuz son olan bir dünya göstermek istiyorum.” Ne olursa olsun, iki ciltlik, toplam 1068 sayfalık “Grimm Masalları”, içerdiği 211 masalla, tıpkı “Binbir Gece Masalları” ya da “Dede Korkut Hikayeleri” gibi, yalnız çocuklar değil, yetişkinler tarafından da ilgiyle ve okunmayı hak ediyor.
10
20 N SAN 2012 CUMA
MEC T ÜNAL
Aydınlık KİTAP
GÜLDEN TERAZİ
Putları kırma kampanyasında Nâzım’ın yıllar sonra yaptığı özeleştiri Günümüz edebiyatında put da yok put kırıcıları da. Yalnızca kendilerini putlaştırma gayreti içinde olanlardan söz edilebilir belki. Bir de, ideolojik-siyasi-estetik hiçbir içeriği olmayan hakaret, küfür ve düpedüz sövgüye varan sözlerin masalar sandalyeler gibi havada uçuştuğu internet gruplarındaki kör döğüşlerinden. Kıracak put bulamadıklarından ya da edebiyata ilişkin duydukları kaygılardan değil o da, bencilliklerinden… ugünlerde eski kitaplara dald m. Bir yandan ta ta y p, tahta kesip çivi çak yorum, bir yandan da evde kitapl düzenliyorum… Tozlar n al p yerlerine yerle tirirken yeniden okumak üzere bir kenara ay rd m kitaplar ço al nca içlerinden bir seçme daha yapmak durumunda kald m; en k sa zamanda okunacak kitaplar… Bir süre sonra iki yan mda iki ayr kitap kümesi olu unca bir üçüncüye daha gerek oldu; hemen imdi, derhal okunacaklar! Dördüncü bir küme daha olu madan, y llar önce edindi im al kanl kla dört be kitab dönü ümlü okumak üzere masan n üzerine halen okumakta olduklar m n yan na koyunca dördüncü bir küme daha olu tu ama, kitaplar raflardaki ben de masadaki yerlerimizi ald k. Aziz Çal lar’ n haz rlad “Nâz m Hikmet/Sanat ve Edebiyat Üstüne Dü ünceler” adl kitap i te o dördüncü kümeden. (Di er kitaplar: Bilimsel Sosyalizm ve Bilim-Do u Perinçek, Söz ve Yaz -Özdemir nce, Edebiyat Müzik ve Felsefe Üzerine-A. A. Jdanov, Alçakl n Evrensel Tarihi- Borges, SSCB’den Dönü - Andre Gide, Halk n Ekme i-Bertolt Brecht, afak-Sevgi Soysal, E ik-Irmak Zileli).
B
HÂM D’ N B R P YES LONDRA’DA OYNANSA… Zekeriya Sertel’in ba nda bulundu u “Resimli Ay”da “Putlar K r yoruz” kampanyas ba latan Nâz m Hikmet, derginin Haziran 1929 tarihli say s nda, kendisine “Dâhi-i Âzam” denilerek putla t r ld n dü ündü ü Abdülhak Hâmid’in yayg n kan n n tersine “Dâhi-i Âzam” olmad n yaz yor. “Resimli Ay” n ikinci döneminin en önemli yay n olan “Putlar Y k yoruz” kampanyas kapsam nda Nâz m Hikmet’in Abdülhak Hâmid’de gördü ü udur: Hâmid, Osmanl toplumunun çok dikkate de er bir a amas nda ya am t r. Bu a ama, imparatorlu un can çeki ti i, yeni bir toplumsal kurulu un do um sanc lar n n ya and bir dönemdir. Bu yüzden Abdülhak Hâmid, ayr nt da ba ka özellikleri olsa bile “ ekspir devri ngiltere’sinin ekspir’i, Rasin, Korney devri Fransa’s n n Rasin ve Korney’inin” etkisi alt nda kalm t r. Ancak bu etki, “Hâmid Bey’in ya ad camian n medeni gerili i dolay s yla mukallitli e müncer olmu tur. O kadar ki, bugün Hâmid Bey’in bir piyesini Londra veya Paris’te oynasalar, seyirciler ekspir, Korney, Rasin’in karikatürle tirildi ini, yahut da aktörlerin rollerini unutup tulâtç l a kaçt klar n zannederler.” (Nâz m Hikmet/Sanat ve Edebiyat Üstüne Dü ünceler, sf. 279, Haz rlayan Aziz Çal lar, Bilim ve Sanat Kitaplar , Ocak 1987, stanbul)
“B Z ESK LER YIKMI TIK. S Z DE B Z YIKIYORSUNUZ. HAKKINIZ” ete.com mecitunal@aydinlikgaz
Nâz m Hikmet’e göre Hâmid, içinde ya ad toplumsal-tarihsel dönemin özelliklerini evrensel düzeyde ve o zamana kadar yap lanlardan daha iyi bir biçimde yapabilmi olsa, ad dâhi sanatç lar aras nda yer alabilecektir. Oysa Abdülhak Hâmid bunu yapamam t r. Nâz m Hikmet, bu ko-
nuda Nam k Kemal ile Ziya Pa a’y çok daha ba ar l bulur. Bu kampanyadan bir zaman sonra Abdülhak Hâmid’le onun evindeki bir yemekte bir araya gelen Nâz m Hikmet, airin ça n sanat-edebiyat hakk ndaki bilgisi kar s nda kendi bilgisizli ini anlar. Orhan Selim takma ad yla yazd yaz ya giri i bile hayranl kla dolu k sa bir cümledir: “Burjuva ama, büyük air…” (Ayn yer) Nâz m Hikmet’in, onun bilmedi ini sand sosyalist realizmi anlat n büyük bir ilgiyle dinleyen Hâmid, büyük bir olgunlukla öyle der: “-Putlar k rmakta hakl s n z. Biz de edebiyat hayat na kat ld m z zaman ayn eyi yapt k. Divan edebiyat n y kt k, Tanzimat edebiyat n getirdik. Türk edebiyat nda hamleler yapt k. O vakit biz eskileri y km t k. imdi de siz bizi y k yorsunuz. Hakk n z…” (Sf. 280). “Hâmid’in geni görü üne bay ld m” diyor Nâz m Hikmet; “oysa ben sert tart malar yapaca m z san yordum.” (Ayn yer)
NÂZIM’IN 83 YA INDAK A R DEL KANLISI “Putlar k rma” kampanyas n n yaratt tart malar sonraki y llarda da sürmü tür. Nâz m Hikmet, Orhan Selim takma ad yla yazd Ak am gazetesinde yay mlad “83 Ya nda delikanl ” ve “Öptü üm El” ba l kl iki yaz s n konu ederek sözü “Putlar k rma” kampanyas na getirip kendisine sald ranlara gazetenin 31 Aral k 1934 günlü say s nda u yan t verir: “O günlerde Hâmid’i baltal yanlar, ne onun bir ozan oldu unu tan mamazl k etmi ler, ne de bu adam kültürlü de il demi ler. Onlar, Hâmid dâhi de il de ildir, o bir put k l na sokulmu tur, putla m Hâmid’i y kmak gerektir dü üncesini öne sürmü ler.” Orhan Selim olarak kendisinin de bu görü te oldu unu söyleyen Nâz m Hikmet, e er bugün de putla maya kar bir dü ünce sava aç lacak olsa bu sava ta put k r c lar saf nda yer alaca n belirtir: “… bir yandan gider, büyük ozan, büyük kültürlü adam, 83 ya nda sona eren bir ak am n e i inde güne lerin k z ll vurmu bir kaya parças gibi dimdik durarak ‘MEÇHULE TAPMA. NSANA TAP, DED M” diyen büyük delikanl Hâmid’in elini öper; öte yandan, zorla putla t r lmak istenen Hâmid’e kar bütün gücümle balta sallard m!..” (Ayn yer)
YILLAR SONRA BA KA GÖZLE BAKINCA Nam k Kemal, Tevfik Fikret, Hamdullah Suphi, Ahmet Ha im, Mehmet Emin Yurdakul, Mehmet Akif, Yakup Kadri gibi pek çok air ve yazar “putlar k rma” kampanyas n n baltalar ndan nasibini alanlar aras ndad r. Nâz m Hikmet, ne “putlar k rma kampanyas ”nda yazd yaz ve iirlerde ne de Orhan Selim olarak yazd yaz larda söylediklerinden uzun y llar vazgeçmemi tir. Aziz Çal lar’ n, Nâz m Hikmet’in “Sanat ve Edebiyat Üstüne Dü ünceler”inde Sabiha Sertel’in
“Roman Gibi” adl kitab ndan aktard na göre “putlar k rma kampanyas ”na y llar sonra ba ka bir gözle bakmakta ve o zamanlar yaz p söylediklerini sekterlikle ele tirmektedir: “Biz meselâ ‘putlar k r yoruz’ kampanyas n neden açt k?.. Abdülhak Hâmid millî air e ilmi . Memleket konular yla ilgilenmezmi … Proleter airi de ilmi … Saltanat devrinde, proletaryan n daha do um halinde oldu u bir devirde onun proleter airi olmas n nas l bekleyebilirdik?!.. Adam büyük air. Kendi ufuklar ndan ç km , dünya konular yla ilgilenmi . Abdülhak Hâmid ya ad ya ad devrin, artlar n mahsülüydü. Mehmet Emin ise air bile de ildi. Mehmet Âkif’in mistik ideolojisini, gerçekçi eserlerimizle çürütmeli idik. Nam k Kemal bir vatan airi idi. Zaman nda Abdülhamit diktatörlü üne kar sava t . Bu yüzden menfalarda süründü. Biz bunlar n hepsine çatt k. Bunlar burjuva airi, edibi diye kenara att k. Neydi benim o “Berkley” iiri?!... Diyalektik materyalizm iirle mi ö retilir?!... Proleter airi, a k iiri yazamaz dedik. Tabiat ve insan unuttuk.” (Sf. 281)
HEYKEL D K LECEK A RLER Nâz m Hikmet Mehmet Emin hakk ndaki air bile olmad görü ünü de y llar sonra de i tirmi tir. Çal lar, “Bursa Cezaevi’nden Vâ-Nû’lara Mektuplar” kitab ndan u sözleri aktar yor: “Bak tuhaf bir ey gibi gelecek sana ama, ben bugünlerde Mehmet Emin’i inkâr olunan taraf yla, yani air taraf yla ke fettim. üphesiz ki Millî Türk airi filân de il, lâkin iyi air. Adamca z n bu esasl taraf n kulaktan dolma bir telkinle inkâr edip durmu uz.” (Sf. 287) Aziz Çal lar’ n, Broy dergisinin Haziran 1986 tarihli say s nda Ayd n Aydemir’in haz rlad incelemeden yapt aktarmada da Nâz m Hikmet’in heykelini dikilmesini istedi i airlerin bir listesi yer al yor: “Türkiye’de hangi airlere an t, heykel dikilmesini isterdim?.. Yunus’a bir, Karacao lan’a iki, Fuzuli’ye üç, Nedim’e dört, Fikret’e be , Âkif’e alt , Nam k Kemal’e yedi, Hâmid’e sekiz, inasi’ye dokuz, Ziya Pa a’ya on, Yahya Kemal’e on bir Orhan Veli’ye on iki, ha elbette Halit Ziya’ya da. Unuttuklar m olacak. Kusura bakmas nlar… Yaln z bir noktaya dikkat, ya ayanlara heykel dikilmesinden yana de ilim.” (Sf.275)
KEND LER N PUTLA TIRANLAR Her kitab n ba ka bir aç dan okunma olana vard r. Bu olanaklar, içinde bulundu umuz toplumsal-tarihsel ko ullara, ideolojik, siyasi ve psikolojik göre de i ebilir. Bugün o gözle okumad m z için görmedi imiz ya da dikkatimizi çekmeyen bir yan ba ka bir zaman, yer ve ko ulda kendini gösterebilir. “Sanat ve Edebiyat Üstüne Dü ünceler”i bu kez, Nâz m Hikmet’in zaman içinde de i en sanat-edebiyat görü leri temelinde Abdülhak Hâmid’e bak yönünden ele ald m. Genç ve sekter Nâz m Hikmet’in yanl n n özele tirisini olgun Nâz m Hikmet yap yor. Zaten büyük olan Nâz m bir daha büyüyor okuyucunun gözünde.
Aydınlık KİTAP
DEL L E VE SYANA DA R B R ROMAN: “ÖFKE”
Üniversitede metamorfoz Marcus bir anda okul kurallarına uyMELİS YALÇIN Eminim, aranızda liseden mezun olur mayan, ailesinin isteklerine boyun eğmeyi reddeden bir koca adam haline olmaz, sert kurallarıyla bunaltan bir geliyor gözümüzün önünde. Öte yanbabadan, dediğim dedik bir anneden dan okuldan atılıp savaşa katılmak zove yaşadığı bağnaz çevreden uzaklaşrunda kalacağı korkusuyla mak için üniversiteye gidenleriz varcebelleşirken, öfkeden ve korkudan dır. Peki ya yağmurdan kaçarken kudurmuş paranoyak babasına benzedoluya tutulanınız oldu mu? 50’li yılmeye başlıyor. Ve nihayet kitabın soların Amerika’sında, yani seküler eğitim kurumlarında bile haftada bir gün nunda, “(…) insanın en alelade, en önemsiz ve hatta gülünç seçimleri, şapele gitme zorunluluğunun olduğu korkunç ve anlaşılmaz biçimde oranzamanlarda, üniversiteye giden genç sız sonuçlara yol açabilir” kanısına vabir Yahudi’yseniz bunun olması işten bile değil. O yıllarda bir üniversite de- rıyoruz, yazarla birlikte. Philip Roth edebiyat dünyasıkanı, eğitimsiz anne- babanın en ilginç simalarından dan daha bağnaz, biri. Roth sıkı Yahudi üniversite ise kırsal Normalde gelenekleriyle bübölgede yaşayan bir im sel im yümesine rağmen hal bir gencin çevreromanlarında s rcu Ma n çocuk ola sinden daha kıve diğer yazısıtlayıcı bir anda okul kurallar na larında cinolabiliyordu. uymayan, ailesinin sellikten Durum yi me e açık yürekyun bo e isteklerin böyle lilikle baham ad olunca, reddeden bir koca setmekten birçok haline geliyor gözümüzün çekinmegencin n lda oku n da yan yen bir Öte . de önün hayal kıda yazar. un zor ak lm rıklığına at l p sava a kat Playboy uğradığını kalaca korkusuyla dergisi için ve öfkeye yazdığı öycebelle irken, öfkeden ve kapıldığını u urm küler bu kud an korkud söylememize durum için iyi a s n bile gerek yok. paranoyak baba birer örnek teşkil Marcus Messner benzemeye ba l yor eder. Yazar kendi da onlardan biri ve sosyal yaşamı da, yaratgörünen o ki, diğerleri tığı karakterlerin yaşamını gibi uğradığı haksızlıklar aratmaz. Ancak yazar yazmaya karşısında susup oturacak biri de değil. Ateşli bir ateist olan Marcus, ağırlık vermek adına hayatında bir değişiklik yaptı, New York’tan ayrılıp kırsal tutucu dekanın karşısında Bertrand alanda bir eve taşındı. David Remnick, Russell’ın “Neden Hıristiyan DeğiNew Yorker’da Roth’a yazma hallerini lim” konuşmasından bazı bölümleri sormuş, Roth’un cevabı şöyle: okuyacak kadar cüretkâr. “Yalnız yaşıyorum yani soAcaba bu cüretkârlığı rumlu olduğum, vakit geçireyanına kâr mı kalacak ceğim kimse yok. Saatlerimin yoksa bu yüzden cezatamamen bana ait. Genelde landırılacak mı? Okutüm gün yazarım. Akşam yup göreceğiz. devam etmek istersem salona Pulitzer ödüllü gitmem, bir başkası bütün yazar Philip Roth’un gün yalnız kaldı diye onunla “Öfke” adlı romanı, vakit geçirmem gerekmez. Şeyda Öztürk tarafınÖylece oturmam ya da biridan dilimize kazandılerini eğlendirmem gerekrıldı ve Yapı Kredi mez. Tekrar oturur ve iki-üç Yayınları’ndan çıktı. saat daha çalışabilirim. Ge1951’de Yahudi bir gencenin ikisinde uyanırsam cin Hıristiyan gelenekbu, nadiren başıma gelir lerine bağlı bir ama arada olur- ve aklıma üniversiteye girmesiyle, bir şey gelirse ışığı açar ve Kore Savaşı’nın gölgeyatak odasında yazarım. Dört bir yanda sinde, yaşadıkları anlatılıyor hikâyeşu sarı not kâğıtlarından var. Sabaha mizde. Bir yandan oğlunun artık büyüdüğüne inanamayan ve onu bekdeğin okurum eğer istersem. Eğer beşte lediğini düşündüğü tehlikeler karşıkalkarsam ve çalışmak istersem gider çasında çılgına dönen bir babayla, bir lışmaya başlarım. Böyle çalışırım, nöbetçi yandan da bağnaz okul yönetiminin gibi. Doktormuşum ve acildeymişim gibi. uygulamalarıyla uğraşmak zorunda Acil olan benim.” kalan Marcus’un hayatının bir anda nasıl değiştiğine tanık oluyoruz. Nor(Öfke, Philip Roth, Yapı Kredi malde halim selim bir çocuk olan Yayınları, Çev: Şeyda Öztürk, 144 s.)
12
20 N SAN 2012 CUMA
Aydınlık KİTAP
KAPAK
AT LLA DORSAY’IN LK ÖYKÜ K TABI: “HEPS SEN N Ç N / TUHAF A K ÖYKÜLER ”
“Sinema ve edebiyat, düşman kardeştirler” DAMLA YAZICI İstanbul Film Festivali’nin getirdiği yoğun tempo içerisinde, sinema eleştirmeni Atilla Dorsay ile ilk öykü kitabı olan “Hepsi Senin İçin” üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Yıllarını sinemayla bezemiş bu zarif beyefendiyle sohbetimizde elbette sinema da kendi köşesini kaptı. 60 yıldır sinema yazılarıyla karşımıza çıkan, bunun yanında gurmeliği, gezi yazıları, fotoğrafçılığı ve mimarlığıyla da kültürümüze önemli katkılarda bulunan Atilla Dorsay, artık öykücü ve romancı olarak da bizlerle buluşacağının ipuçlarını veriyor. Sinema ve edebiyatla harmanlanmış bir sohbet... Kısacası karşımda Atilla Dorsay, masanın üstünde Altın Kitaplar’dan çıkan “Hepsi Senin İçin” kitabı, yan taraf Atlas Sineması... İşte bu söyleşi, bu “an”ın unutulmazlığıyla sayfalarımızda... “Hepsi Senin İçin” adlı kitabınız geçen hafta okuyucuyla buluştu. Kitapta birbirinden farklı yedi aşk öyküsü anlatıyorsunuz, bu içerik nasıl doğdu? Hep gözlemliyoruz tabii. Ben sinemadan da etkilenmiş olabilirim ama hayatı da dolu dolu yaşıyorum. Yolculuklar yapıyorum, etrafı gözlemliyorum, oyun görüyorum, roman okuyorum. Bütün bunlar insanın kafasında bir takım şeyler doğuruyor. Ama doğrusu bu öykülerin çıkış noktası bu son dönemde yaptığım bir yolculuk oldu. Kalabalıkça bir gruptuk, organize bir yolculuktu. Orada ilginç bazı karakterler, kendime göre farklı bazı ilişkiler gözlem-
ledim. Onun verdiği bir itme gücü oldu galiba. Oturup oradan yola çıkarak daha önceden bende birikmiş bazı şeyleri ortaya döktüm ve bunların hepsinin tuhaf aşk ilişkileri odaklı olduğunu görünce de bu tuhaf ilişkilere odaklanmış aşk öyküleri toplamı düşündüm ve böylece bu kitap ortaya çıktı.
ÇARPICI F NALLER Birçok ünlü aktör ve aktrisin yakın arkadaşısınız ve onların bizim bilmediğimiz pek çok hikayesini de bilen bir kişisiniz. Bu kitaptaki öykülerde geçen kişilerin gerçeklikleri nedir? İlk öyküde, Yeşilçam’da Bahar- Emir ikilisi var örneğin. Tanıdığımız ünlü oyuncuların temsili midir bu karakterler ? Hepsinde yok aslında. Genelde sinemayla bir ilişki var ama finalleri çarpıcı geldi. İlla da çarpıcı finaller olsun diye de uğraşmadım gerçi. Aslında bir iki öyküde de çarpıcı olmadan, gayet doğal finallerle bitiyor. “Müze Müdürü Mithat’la Şişman Ayten” öyküsünde bu iki insan arasındaki ilişki son derece yumuşak, son derece doğal bir finalle bitiyor örneğin. Bazılarında da dramatik finaller diyebileceğimiz şeyler var. Kafamda o ilişkiler beni dramatik finallere çağırdı. Bir de orada galiba sinemanın etkisi var. Sinemada da etkili finalle sonuçlanan film daha çok kafamızda kalır değil mi? Kitapta iki öykü doğrudan Yeşilçam üzerinden ilerliyor; ilk ve son öyküler. Orada ünlü bazı oyunculardan parçalar da var tabii ama bir mozaik bu. Hiçbirisi kesin
olarak şu veya bu oyuncu değil ama kesin olarak Yeşilçam’dan, Yeşilçam’ın ünlü ikililerinden, çiftlerinden, bazı filmlerden esinlendiğim şeyler var kesinlikle. Atıyorum, Türkan Şoray’ın zaten naçizane bir kitabını yazdım ama kahramanı Türkan Şoray olan bir roman veya hikaye yazmaya kalksam o başka bir şey olur. Burada öyle değil, bir harmanlama ve parçalar var, esinlenme var. Öykülerin içine yerleştirdiğiniz bazı kısımlar sizin düşüncelerinizin bir parçasını oluşturuyor sanırım. Örneğin “Yeşilçam” hakkındaki kısımda önemli bir savunu ve sahip çıkış var. “Yeşilçam”ın değeri bilinmiyor mu günümüzde? Hayır, öyle bir şey yok. Yeni nesili bırakın, Türk halkı Yeşilçam’a çok sahip çıktı, hala çıkıyor. Hala o başroller veya yan oyuncular seviliyor, baş tacı ediliyor. Ülkemiz Yeşilçam’a, kendi sinemasına sahip çıktı ama artık Yeşilçam yok. Bugünkü sinema farklı bir sinema artık. Kitapta Yeşilçam’la ilgili somut bilgiler var doğru, hatta tereddüt ettim didaktik mi oluyor diye. Çünkü didaktizm edebiyatta olmamalı, edebiyata girmemeli. Ama ben orada, benim sunduğum bilgileri, hikayenin karakteri kadın açısından verdim. Oradaki kadın karakter de iyi bir aileden gelmiş, bilgili bir karakter. O da Yeşilçam’a ve yaşadığı dönemlere öyle bakıyor. Onun gözünden, onun ağzındandı o, benim ağzımdan değildi, arada öyle bir fark var. Benim ağzımdan, benim bakış açımdan ol-
Aydınlık KİTAP
KAPAK saydı o anda didaktik olurdu. Umarım öyle olmamıştır.
“ ANSLIYIM, KAHRED C A KLAR DA YA ADIM”
ilişkileri, Batı kültürünü almak ama kendi kültürümüzü unutmamak, ona sahip çıkmak gerekliliği vb. bütün bunlar beni çok etkileyen şeyler oldu. Elbette okuduğum ilk Dostoyevski romanından, “Karamazov Kardeşler”, ondan da çok etkilendim. Daha sayılacak birçok eser vardır.
Kitapta aşk öykülerini anlatıyorsunuz ve oldukça derin sevdalar bunlar. Peki Atilla Dorsay böyle bir aşkı yaşadı mı haSinema ve edebiyat ilişkisini nasıl deyatında? ğerlendirirsiniz? Ben de elbette ki aşık Sinema ile edebiyat Ben oldum. Aşık olmamış bir ilişkileri o kadar muazinsan tasavvur bile edisinemadan da zam bir konu ki üzelemez. Ben de beni ama ilirim rine kitaplar olab i etkilenm çok üzen, kahreden . yazılabilir. Ben um yor ya u hayat da dolu dol aşklar yaşadım bir tek deyim f etra , Yolculuklar yap yorum ama kendimi çok kullanacağım: , gözlemliyorum, oyun görüyorum şanslı addediyobunlar düşrum. Bu aşklarroman okuyorum. Bütün bunlar man kardeşdan biri çok ler. Ayrılması insan n kafas nda bir tak m eyler in güzel bir evliliğe üler öyk mümkün olbu u rus do a Am . yor uru do dönüştü. Neremayan iki t m ç k noktas bu son dönemde yap deyse kırk yıla kardeş veya bir yolculuk oldu. Kalabal kça bir yaklaşan bir evliiki sevgili ama liğe dönüştü ve gruptuk, organize bir yolculuktu. aynı zamanda artık aşkın yerini birbirlerine düşOrada ilginç baz karakterler, durmuş, oturmuş bir manlar. Çünkü kendime göre farkl baz ilişki aldı. Belki en iyisi edebiyat çok ön ili kiler de o. plana çıkarsa sinegözlemledim mayı öldürüyor, sinema Yılmaz Güney’in “Umut” da illa da edebi olmayayım, filmi sizin sinema eleştirmenliğiyani romanı alıp çok görselleştirenizde önemli bir dönüm noktası oluştuyim çabasına girerse o da romanın ruyor. “Umut”u izledikten sonra yalnızca özüne ihanet oluyor. Bu dengeyi koruyabancı filmleri değil, yoğun olarak Türk yabilmek lazım. Bunu koruyabildiği filmlerini de yazmaya başlıyorsunuz. Sizi bu şekilde etkileyen, dönüm noktası oluş- zaman bir film çok iyi oluyor. Ben hep turan bir edebiyat yapıtı var mı okudu- onu söylerim bizim sinemamızda Ömer Kavur’un “Anayurt Oteli” filmi Yusuf ğunuz? Pek çok var. Çocukluktan gençliğe Atılgan’ın o aslında incecik olan ama geçiş yıllarımda, Arsen Lüpen diye kibar çok yoğun ve çok kapsamlı romanından bir Fransız soyguncu vardı. Ama hikaye- müthiş bir başarıyla aktarılmıştır. Niye, leri o kadar bir zeka tülüne bürünmüştü nasıl bu kadar başarılı oldu, onun üzeki ben ondan çok etkilendim. Daha sonra rine konuşulur, ama buna benzer örnekPeyami Safa’nın romanlarından çok etki- leri anımsamak lazım. lendim. Türkçeyi en iyi kullanan yazarlardan biriydi. Benim üslubumda da belli bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Ahmet Hamdi Tanpınar’ı keşfettiğimde onun “Huzur” romanında doruğa çıkan DoğuBatı ilişkileri, bizim kültürümüzle Batı
H Ç OLMAMASINDANSA GEÇ OLMASI... Sinema eleştirmenliği edebiyat yönünüzü, yazarlığınızı nasıl etkiledi? Tabii onu bilemiyorum. Hiç sinema
Damla Yaz c ve Atilla Dorsay
eleştirisi değil de doğrudan romana, hikayeye, şiire dalsaydım ne olurdu, onu gerçekten bilemiyorum ama bunu düşünmek bile istemiyorum. Çünkü benim gibi 10-11 yaşlarında gördüğü filmleri defterlere ciddi biçimde bütün jeneriğiyle, hikayesiyle, küçük eleştiri cümleleriyle, hatta yıldızıyla yazmaya başlamış bir çocuk için sinema yazarlığından, sinema eleştirmenliğinden başka bir gelecek yoktu. Çünkü çok küçük yaştan itibaren okumanın keyfine vardım. Okumanın keyfine varmak yazmanın da keyfine varmayı doğuruyor. Bunlar birbirine bağlı şeyler. Mutlaka bir şeyler yazacaktım ama sinemayla olan ilişkim, okumaya yazmaya başlamamla birlikte sinemaya doğan sevgim beni kesinlikle ama kesinlikle sinema yazarlığına itti. Yani şöyle anlatayım, ne yapacağı bu kadar belli olan bir çocuk dünyada çok az olmuştur. Dolayısıyla ondan kaçınamazdım. Doğrudan edebiyatla başlasaydım ne olurdu bilmiyorum, geç başladım. Yani 70 yaşındaki bir insanın şiir ve hikaye yazması komik de gözükebilir ama hiç olmamasındansa geç olması daha iyi diye düşündüm. Çünkü kafamda bunlar dolaşıyordu hayaletler gibi.
20 N SAN 2012 CUMA
13
birisi sinemaya aktarılsa, yönetmenine yüzde 100 özgürlük tanıyabilir misiniz? Valla sevdiğim bir arkadaşsa, güvendiğim bir yönetmense yüzde 100 bırakırım kuşkusuz. Her dakika adamın burnunun dibinde dikilip, o olmadı bu olmadı, bunu kaldır, senaryoya bunu ekle demek doğru değil. Genelde güveneceksiniz ve bırakacaksınız. Hikayelerimin sinematografik özellikleri var ama film haline dönüşebilirler mi bilmiyorum. Mesela Yeşilçam hikayesinin aslında bir film olmasını ben de çok isterdim ama çok olay olmadığı için, hep küçük küçük durumlar, psikolojiler, kafada beliren şeyler gibi sinemaya uygun olmadığı için nasıl bir film olur bilemiyorum ama şahsen isterim bunu ve emin olun yönetmenin ellerine teslim ederdim hikayemi.
IRMAK VE GÖRAL...
Geçenlerde Radikal gazetesinde Şenay Aydemir, hangi romanı hangi yönetmen sinemaya aktarmalı şeklinde bir liste hazırladı. Sizin kendi öyküleriniz için gözünüze kestirdiğiniz bir yönetmen var mı? Çağan Irmak’ın benim hikayemi çekmesini isterdim. Çağan, aşk filmleri yaptığı gibi televizyon için Sinema eleştirmenliği de bir yaptığı bir dizi var, onda tür edebiyat aslında. İyi bir Setlere fantastik öge hakimdi... yazı diliyle aktarım yapfalan gitti imde Benim de hikayelemak oldukça önemli so k ikal dak rimde fantastik bazı üç , gördüm nuçta... unsurlar var. Çabile imi Her eleştiri değilse bir sahnenin çek ğan’a bu nedenle bile eleştirinin büyük saatler sürüyor. Bende o çok yakıştırırdım. çoğunluğunu, gördü ünüz Ben . yok r sab Ayrıca oğlum önemli kısmını birer i din der n, u a kon gibi sevdiğim uk çab i gib deneme sayarım Burak Göral var, ben. Hikaye değildir, çabuk anlatan, her eyi çabuk senaryo yazdı bir, m m ada yaratılmış sanat debir ul” bitiren çok “ac kaç tane, film yapğildir ama naçizane eskiler, aceleci der le -öy mak istiyor. Onun bir deneme olarak ele benim bir hikayeme yani... Bu hikayeler de alınabilir. ilgi duyup film haline birkaç ayda Sinemada edebiyat dönüştürmesini isterç kt ortaya uyarlamaları zaman zaman dim. Gençleri çok seviyotartışmalar da doğurur, yazar ile rum ve destekliyorum. yönetmenin mahkemelik olduğu duYönetmenlik yapmayı hiç düşündünüz mü? rumlar da yaşanır. Sizin öykülerinizden Yok, çok tembelim bu konuda. Set-
14
20 N SAN 2012 CUMA
lere falan gittiğimde gördüm, üç dakikalık bir sahnenin çekimi bile saatler sürüyor. Bende o sabır yok. Ben gördüğünüz gibi çabuk konuşan, derdini çabuk anlatan, herşeyi çabuk bitiren çok “acul” bir adamım, -öyle der eskiler, aceleci yani... Bu hikayeler de birkaç ayda çıktı ortaya. Bazı hikayeciler vardır aylarca sürünür hikayeleri, bilirim. Başlarlar, bitiremezler, iki yıl sonra final yazılır falan. Ben öyle değilim, hemen başlayıp bitiriyorum. Çok sabırsızım yani. Film çekmek de çok sabır istiyor. Onun için baştan beri ona niyetlenmedim.
Aydınlık KİTAP gazetede ilk defa geniş eleştiriler ve yıldızlar -ilk defa o yıldız vermişti- başladı. Bu büyük bir ilgi uyandırmıştı. Ancak o zaman bunun bir meslek olabileceği izlenimi doğdu. Ben sinemaya kendimi adasam mı gibi şeyler söylediğimde rahmetli anne babam katiyen destek çıkmadılar ve ben altı yıl mimarlık okuyup mimar oldum. Diplomamı aldım, birkaç yıl da yaptım. Sonra, para getirsin veya getirmesin bu işe girişeceğim dedim çünkü bu bir tutku, önlenemez bir biçim almıştı. Ve Cumhuriyet gazetesine girdim, ki 27 yıl çalıştığım Cumhuriyet’ten de çok küçük paralar aldım. Kadroya bile almamışlardı beni, sonradan Sabah’ta kadroya girebildim. Ama hakkını yemeyeyim son yıllar normal bir maaş almaya başlamıştım. Şimdi de yaptığımız işe karşılık gelen ücreti tek alabilen kişi büyük ihtimalle benimdir. Diğer arkadaşlar da hakettikleri ücreti almaya başladılar ama bunun kapısını açan kişi ben oldum. Sinema yazarlığının bir meslek olabileceğini, profesyonel olarak yapılabileceğini gösteren ilk kişi ben oldum. Bununla da çok iftihar ediyorum.
Türkiye’de sinema önemi atlanmış ya da eksik bırakılmış bir dal. Böyle bir dalda sinema eleştirmenliğine girişmek bir cesaret miydi? Yani ben 10 yaşında bu işe başlarken son derece bilinçsiz olarak başladım. Yani yaptığımın ne olduğunu, yarın ne olacağını, yazıları niye yazdığımı- Allahtan duruyor o defterler size de göstermek isterdim, yangınlar falan da atlattılar ama hepsi sağsalim bu güne ulaştı- ve bütün bunları bilmiyordum. Ama içimden bir ses bu senin gördüğün filmler Çok çok iyi filmler, bunun Öykü ya da roman küçük ya tan bir anısı olsun, yazmış yabancı eleşbunu bir şekilde itibaren okuman n tirmen var mı tahatırla sen . d m nıdığınız? var fine key ilerde, ama “Le Nouvel k ma var Okuman n keyfine nasıl olacak? Observateur” yazman n da keyfine Hele o zadenen ve manlar varmay do uruyor. Bunlar halen çıkan, şimdiki ba l eyler. Mutlaka entelektüeline bir bir gibi dvd a am kt m lerin aldığı aca yaz ler ey bir yok, video Fransız hafya ma oku , kim kaset yok, sinemayla olan ili talık dergisi e televizyon yazmaya ba lamamla birlikt vardır. yok. Bunu sinemaya do an sevgim beni Orada da küçük ema sin kle inli kes a am yazan, Jeankle inli kes yaşlarda le öy ni Louis Bory Ya itti. a n arl hissettiğim yaz adında çok seiçin bir anlatay m, ne yapaca bu vilen bir eleşküçük anısı kadar belli olan bir çocuk tirmenleri vardı. olsun, ben bu dünyada çok az olmu tur. O kadar sevilirdi filmlerin notlarını alayım diye ki, her sene soDolay s yla ondan düşündüm. Tamanunda eleştirileri bir kaç namazd m men içgüdüsel birşey. kitap halinde toplanırdı. 10-11 yaşında bir çocuk Jean-Louis Bory aynı zanasıl bunun hesabını, kitabını yamanda roman da yazdı, hikaye de pabilir ki? Öyle başladım ben. yazdı. Ünlü İngiliz eleştirmen Derek Malcolm vardı. Uzun yıllar İngiliz Film İlerleyen süreçte... Dernekleri Federasyonu başkanlığı yaptı Gittikçe daha ciddiye almaya başlave “The Guardian” gazetesinde yazdı. O dım. Defterler büyüdü, kalınlaştı. Bir iken sekiz on cümleye dönüştü. Oyuncu- da kariyerinin sonlarına doğru bir anılar ları, renkli olup olmadığı, hatta hangi si- kitabı, bir de roman çıkardı. Bu iki örnemada gördüğüm, kimlerle gördüğüm neği hatırlıyorum. Başka da olabilir, mutgibi bir genişlemeyle, tarihsel notlar içe- laka vardır. rir hale geldi. Öykücülüğünüzün başka ürünleri de gelecek mi ilerleyen zamanlarda? ÖNLENEMEZ B R TUTKU Bir roman tasarım var, onu yapacaMaddi anlamda bir korkunuz oldu mu? Yani ben bu işle geçimimi ne kadar ğım. İstedikleri kadar dalga geçsinler neden bu yaşa kadar yazmadın, niye sağlarım, Türkiye’de bu işi ne kadar bekledin diye ama bana vız geliyor bu. önemserler gibi düşünceler var mıydı aklınızda sinema eleştirmenliği yoBen hep yazdım sonuç olarak. 46 yıldır lunda? yazıyorum profesyonel olarak. 10 yaBen o defterleri yazarken bunun bir şında amatörce başladığımı düşünürsemeslek olacağı aklımın ucundan bile niz 60 yıldır yazıyorum. Yani ben hep geçmedi. Ben beş altı yaşlarımda sineyazdım ama artık bunun farklı şeylere maya gitmeye başladığımda yani 1940’lı dönüşmesini istiyorum. Dediğim gibi yıllarda sinema yazarlığı yoktu pek bageç kalmış olabilirim ama ne derler; geç sında. O dönemlerde “Yıldız Dergisi” olsun da güç olmasın. vardı, onu hatırlıyorum. Yıllarca onu Özgün bir roman tasarısı var kaaldım, küçük yaşlardan itibaren. Bende famda. Birkaç yıldır var aklımda. Bunu komple ciltleri vardır. İşte 40’lar geçti, herhalde önümüzdeki yıl hayata geçir50’ler geçti ancak 1957’de Milliyet gazemeye çalışacağım. Yazmak çok güzel bir tesinde rahmetli Tuncan Okan haftalık şey. sinema eleştirisine başladı da büyük bir
KAPAK Dorsay: Özgün bir roman tasar s var kafamda
Aydınlık KİTAP
20 N SAN 2012 CUMA
15
JACK GOODY VE “TAR H HIRSIZLI I”: TAR HE BUGÜNDEN GER YE DE L, A A IDAN YUKARIYA BAKILMALIDIR
Tarih, tahrifata açıktır! “Tarih hırsızlığı, tarihin Batı tarafından ele geçirilişi anlamına geliyor. Bu da geçmişin Avrupa ölçeğinde olan bitenlere göre kavramsallaştırılıp sunulmasını, ardından da dünyanın geri kalanına dayatılmasını ifade ediyor. Bu kitabın amaçlarından biri, Avrupalı tarihçilerin bronz çağından bu yana toplumdaki temel değişiklikleri nasıl algıladıklarını inceleyerek bu apaçık çelişkilerle yüzleşmektir.” yor. Etnik-merkezciliğe karşı koymak TUNÇ AKKOÇ için daha eleştirel bir duruş ge“Biz, yalnız bir tek bilim tanıyorektiğini söyleyen Goody, ruz, o da tarih bilimidir.” farklı bir yaklaşım tarzı Marx ve Engels’in bu iddialı öneriyor. Öncelikle, etdenebilecek (belki de biraz kinlikleri veya değerleri abartılı) ifadelerine hak icat etmiş olmak yövermekle birlikte, bunünde Batı’dan gelecek nunla çelişmeli görünen her türlü iddiayı kuşbaşka bir olguyu da itiraf kuyla karşılamak gereetmeliyiz. Tarih, tahrikir. İkinci olarak, fata son derece açıktır! tarihe bugünden geriye Toplumsal süreçlerin bir değil, aşağıdan yukasistem içinde açıklanrıya bakma şartını ması, neden-sonuç ilişkiJack koşan Goody, üçüncü lerinin saptanması ve Goody olarak da, Avrupalı olmabilgiler ışığında bunların kayan geçmişe hak ettiği ağırnıtlanması elbette tarih araşlığın verilmesini talep ediyor. tırmalarında mümkündür. Dördüncü olarak, olayların Nesnellik ve bilimsellik bu anlamda zaman ve mekân içindeki yerinin beolanaklıdır. Buna rağmen tarihyazılirlenmesinin bile toplumsal inşaya ve mında yaşanan fikir ayrılıklarının değişime maruz olduğuna dair bir biveya kasıtlı çarpıtmaların ise çeşitli lincin geliştirilmesi elzemdir. sebepleri olmakla birlikte, en önemBu yaklaşım tarzını benimseyen lisi politik bir dürtüyle harekete geçilGoody, antikiteden kaynaklanan, feomesidir. dalizm aracılığıyla kapitalizme ilerleAvrupa-merkezci tarihyazımı üzeyen ve Asya’yı “despotik” veya “geri” rine yıllardır yürütülen tartışmalar, olarak küçümseyen Avrupalı düşünbilimsellikten nasıl uzaklaşıldığına cenin geçerliliğini inceliyor. Öte yandair verilebilecek örneklerin başında dan Avrupa’ya dünyayla ilişki içinde geliyor. Jack Goody, Avrupa-merkezci bakmaya çalışan üç önemli tarihçiyi, anlayışı eleştiren Batılı bilim adamlarının önde gelenlerinden. “Tarih Hır- Needham, Elias ve Braudel’i ele alısızlığı” adlı kitabında Goody, amacını yor. Son olarak da, üniversite ve demokrasi gibi bazı kurumlarla, şöyle özetliyor: “Tarih hırsızlığı, taribireycilik gibi değerlerin ve aşk gibi hin Batı tarafından ele geçirilişi anladuyguların Batı tarafından sahiplenilmına geliyor. Bu da geçmişin Avrupa mesini sorguluyor. ölçeğinde olan bitenlere göre kavramsallaştırılıp sunulÜSTÜNLÜK Avrupamasını, ardından da dünPS KOLOJ S yanın geri kalanına merkezci “Klasik antikdayatılmasını ifade nz Bro , z m hya tari çağda geçici olaediyor. Bu kitabın n are rak öne çıkmış itib an nd ça amaçlarından biri, olsa da, Avrupa i ger n Avrupalı tarihçilerin Avrupa ile dünyan son yüzyıllara bronz çağından bu kalan aras nda köklü bir dek bilinen dünyana toplumdaki lar. sav n and ya yada merkezi bir u kop temel değişiklikleri rol üstlenmedi. a a ikç ant nasıl algıladıklarını “Avrupa Ancak Röneinceleyerek bu apaçık girerken, Asya’n n sans’tan beridir ki, çelişkilerle yüzleşmekonsuz kald önce Akdeniz, artir.” ir.” dından da Atlantik len söy Avrupa ile Asya aradevletlerinin ticari etkinsında köklü bir ayrılığı tarif likleriyle birlikte Avrupa eden Avrupa-merkezci bakış açısı, ilkin ticaretini genişleterek, ardından Batı Avrupa’nın çeşitli alanlardaki da fetih ve sömürgeleştirmeyle dündünya egemenliği ile yaygınlık kayaya hükmetmeye başladı.” Hâl böyzandı. Kitabın birçok yerinde bu leyken, üstünlük elde etmek için bakış açısını “etnik-merkezci” olarak evvela psikolojik unsurlara ihtiyaç nitelendiren Goody, bunun, ırkçı, etvardı. Tartışmanın “dilini” Batı belirnikçi ve hatta dinci bir kafa yapısının yansıması olduğuna aslında işaret edi- lemeliydi. Zamanın ve mekânın bo-
yutları Batı tarafından kurulmuştu. Miladi takvim, yüzyıl/binyıl adlandırmaları, güneş yılı, yedi günlük hafta, Greenwhich boylamı, modern haritacılıkta çarpıtmalar (Hindistan gibi güney ülkeleri, İsveç gibi boyutu büyük ölçüde abartılan kuzey ülkelerine göre haritalarda daha küçük görünür) vb. Tarihi, dönemlere ayırırken de benzer bir yola başvurulur. Goody’e göre, “Antikite ve feodalizm terimlerinin Avrupa’nın özgül tarihsel gelişmesine odaklanan ve tümüyle Avrupalı bir bağlamda tanımlanmış olduğu açıktır. Bu kavramlar başka zamanlara ve başka yerlere uygulanınca, onların ne derece sınırlı olduklarını gösteren sorunlar ortaya çıkar.” Bu dönemselleştirme ve çizgisellik, sadece Batı için geçerli olan bir “ilerleme” fikrinin bileşenidir.
“AVRUPA-ASYA K L ”N N KAVRAMSALLA TIRILMASI Avrupa-merkezci tarihyazımı, Bronz çağından itibaren Avrupa ile dünyanın geri kalanı arasında köklü bir kopuş yaşandığını savlar. “Avrupa antikçağa girerken, Asya’nın onsuz kaldığı söylenir.” Antik toplumu çağdaşlarından farklılaştıran neydi sorusuna tatmin edici bir cevap verilememesine rağmen, onu “yaratıcı” mertebesinde gören ve adeta kutsayan mantığı sorguluyor haklı olarak Goody. Modern siyasal yaşamın kalıcı özelliklerini, demokrasiyi, bireysel özgürlük anlayışını ve hukukun egemenliğini Greklerin “yoktan var ettiği” tezini çürütür Goody ve şu sonuca varır: “Rönesans döneminden önce Doğu ve Batı ya da Avrupa ve Asya arasındaki başarı düzeylerinde kategorik bir ayrım kabul etmek zordur. Kültürel ve ekonomik başarıların çok büyük bir farklılık göstermediğini pek çok kişi kabul edecektir.” “Avrupa-Asya İkiliği” kuramının aksine Goody, kitabında sürekli olarak benzerlikleri, etkileşimleri, bağlantıları, coğrafi devamlılıkları ortaya koymaya çalışıyor. Bunların da teme-
linde dünya ticaretinin yattığını tespit eden Goody, Avrupa ile Yakındoğu, Asya ve Uzakdoğu arasındaki ekonomik alışveriş sayesinde kültürlerin, fikirlerin ve insanların geniş bir biçimde yayıldığını vurguluyor. Batılıların gözünde feodalizm de, kapitalizme bir geçiş ve diğer toplumların ulaşamadığı bir evre olarak görülmüştür. Feodalizm, tıpkı antikçağ gibi, kapitalizme uzanan yoldaki ilerlemeci adımlardan biriydi. Asya’ya hâkim olan “despotik” sistemlerin ise, kapitalizmin gelişmesi için zorunlu arka planı sağlamakta yetersiz olduğuna inanılıyordu. Goody bu tahlilleri tersyüz ediyor. Avrupa’nın feodal dönemini “çelimsiz ve marjinal” olarak sıfatlandırırken, Asya’nın yükselişe geçtiğini anlatıyor. Kent yaşamında, ticarette, tarımda, tıpta ve başka alanlarda öyle gelişmeler kaydediyor ki, Asya’da “kapitalizmin filizleri” kavramını dahi bazılarının ileri sürdüğünü hatırlatıyor. Bu sürecin sonucunda da önemli bir saptama yapıyor: “Batı’nın yükselişinde hayati önemde görülen birçok temel buluş Doğu’dan gelmedir.” “Asya despotizmi” görüşünün geçersizliğini ispatlarken, Osmanlı’nın toplumsal yapısını irdeliyor. İmalat ve ticaret etkinliklerinin dinamizmini, tarımın örgütlenme tarzını ve ateşli silahların uyarlanmasını açıklıyor. Ünlü tarihçi Eric Hobsbawm ile yakınlığı olan ve prehistoryacı Gordon Childe’dan etkilenen İngiliz sosyal antropolog Jack Goody, “Tarih Hırsızlığı” adlı kitabında, Avrupa-merkezcilik üzerine yürütülen tartışmalara ışık tutuyor. Konuyla ilgili derinleşmek isteyenlerin, kitabın girişinde Goody’nin özellikle dikkat çektiği eserleri incelemeleri faydalı olacaktır: İktisatçı Gunter Frank (“ReOrient”) sinolog Pomeranz (“Büyük Ayrılma”), siyaset bilimci Hobson (“Batı Uygarlığının Doğulu Kökenleri”), Fernandez-Armesto (“Millennium”). (Tarih Hırsızlığı, Jack Goody, İş Kültür Yay., çev: Gül Çağalı Güven, 420 s.)
16
Aydınlık KİTAP
SEVDASINI B ZE BIRAKAN A R: KENAN ÖZCAN
“İnanıyorum ki yürüyecekler” Kenan Özcan’ın, hapishane döneminde sürekli romanlar okuduğunu mektuplarından öğreniyoruz. Şiirle de bu dönemde ilgilenmeye başlıyor. 1980-85 arasında yazılmış o bir avuç şiir, Türkiye’nin askeri yönetim tarafından muhasara edildiği, halkın emeği ve vergileriyle alınmış silahların halkın üzerine çevrildiği, devrimcilerin hapishanelere doldurulduğu, hapishanelerin işkencehaneye dönüştürüldüğü günlerde ve hücrelerde yazılmıştır CAFER YILDIRIM Bir avuç şiir kaldı ondan bize. Şiirleri “Sizinle Kaldı Sevdam” başlığı altında toplandı. 1988 yılında Belge Yayınları’nın “Yeni Sesler” başlığı altında yayımladığı seri içinde basıldı. Yüksek bir estetikle yoğrulmuş olmasa da bu şiirler yüksek insanlık değerleri adına kaleme alınmış ve bu değerler üzerine çatılmıştır. Kenan Özcan’ın hayatının toplamı ve hatta özeti bu şiirlerden ibaret değil kuşkusuz. Başka zamanlar, başka dönemler için “büyük hayatlar” içinde yer alabilecek bir biyografiye sahip aslında Kenan Özcan. Kendi zamanı ve dönemi içinde bu hayat “sıradan” kavramında ifadesini buluyor. Çünkü onun yaşadığı dönemde bilgi ve bilinçle donanmış her halk çocuğu “büyük hayat”ın bir parçası olmuş durumdadır.
HAP SHANEDE OKUMAK Kastettiğim dönem Türkiye’de halk muhalefetinin en yüksek aşamasına ulaştığı 12 Eylülün arefesi dönemdir. Kenan Özcan 1959 doğumludur ve Fatsalıdır. İlkokulu Fatsa’da okumuş, ortaokul için sınavını kazandığı Amasya Yatılı Ortaokuluna gitmiştir. Amasya’da bir yıllık bir öğrenimden sonra nakil yoluyla tekrar Fatsa’ya gelmiştir. Kendi memleketi olan Fatsa’da Halkevi’ne gidip gelmeye başlamış, iİlk siyasal etkilenmelerini bu süreçte yaşamıştır.. Bu aşamada Halkevi başkanının öldürülmesi onun politik yolculuğunda daha da bilenmesini ve inançlarının pekişmesini sağlamış ve gerçek anlamda bir dönüm noktası olmuştur. 12 Eylül öncesininin ve Fatsa’nın sert politik ortamında, halk muhalefetinin o canhıraş günlerinde artık onu bütün fındık mitinglerinde, çamura son kampanyasının ön saflarında, her antifaşist mitingde, her sokak savunmasında, kısaca devrimcilerin ateşle sınandığı her alanda görüyoruz. Ufak tefek yapısına rağmen daima ön saflarda yer alıyor. Malum sonuç tabii ki gecikmiyor. 1979 yılının Aralık ayında Ordu’da tutuklanıyor ve Samsun Cezaevi’ne konuyor. Fakat sürekli ikâmetgahı orası olmuyor. 1981 yılında, o dönemde sorgu ve işkence merkezi olarak kullanıldığı bilinen Perşembe Eğitim Enstitüsü’ne getiriliyor. Ardından davası başka davalarla birleştirildiği için önce Ordu Efirli Cezaevi’ne sonra da Amasya E Tipi Cezaevi’ne taşınıyor. Fakat bütün bu cezaevi süreçlerinde Kenan rahat bırakılmıyor. İtirafçıların ifadeleri doğrultusunda sık sık koğuşundan alınıp karanlık gecelerin sorgu seanslarına dahil ediliyor. Bu seanslarda çok susuyor, çok eziyet görüyor, çok dayanıyor ve çok acı çekiyor.
Hapishane döneminde sürekli romanlar okuduğunu mektuplarından öğreniyoruz. Şiirle de bu dönemde ilgilenmeye başlıyor. 1980-85 arasında yazılmış o bir avuç şiir, Türkiye’nin askeri yönetim tarafından muhasara edildiği, halkın emeği ve vergileriyle alınmış silahların halkın üzerine çevrildiği, devrimcilerin hapishanelere doldurulduğu, hapishanelerin işkencehaneye dönüştürüldüğü günlerde ve hücrelerde yazılmıştır. Umudu daima yüksekte ve diri tutmak, ihanete ve ihanetçilere lanet, devrimin geleceğine inanç, dostluğum erdemi ve hasret ve sevgi ve umut onun ısrarla işlediği temalar olmuştur. Kısıtlı ve kışkırtıcı koşullar içinde Kenan Özcan’ın, bulunduğu ortamın sınırları içine kapanıp kalmayıp temasal çesitlilik sağlayabilme açısından belli bir ölçüde başarı sağladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Söylemi de şiirin kaldıramayacağı ve benzerlerini çok gördüğümüz katılıktan uzak, insani sıcaklığın nefesini taşıyan bir edaya sahiptir. Sadece kendi etrafında dönen, kendi yaşantısını dayatan ve bu anlamda da okuru dışlayan bir söylem değil, sanatın kanatlarının küçük kımıldanışlarını hissettiğimiz, sanatın yelpazesinin yüzümüze rüzgârını hafif hafif üfürdüğü bir söylemdir.
HANG ÇARES ZL K... Kenan Özcan’la Amasya arasında bir kader kesişmesinin yatılı ortaokul sınavını kazanarak o şehre gittiğinde oluştuğunu düşünüyorum. Onca cezaevinden sonra Kenan’ın son durağı Amasya Askeri Cezaevi oluyor. Şiirlerinin birçoğunu ve son şiirini bu cezaevinde yazıyor. Ortaokul okumak için geldiği kentte, Amasya E Tipi Cezaevi’nin bir hücresinde gözlerini ebediyen açılmamak üzere kapatıyor. Eşitliğin ve özgürlüğün egemen olduğu bir Türkiye ideali adına çıktığı yolculukta onun payına ağır yüklerin düştüğünü biliyoruz. Onun yıllarca direngen bir tutumla bu yükleri taşıdığını da biliyoruz. Ruhunda açılmış hangi yara onu bizden uzaklara doğru sürükledi? Hangi çaresizliğin bir anlık zehri iradesini zehirledi? Hangi bilinmez onca nedenin bileşkesi ona bizden uzaklarda kalacağı bir son tercihini yaptırdı? Her fırsatta yücelttiği umudunun gücü neden tükendi? Çıplak hücrelerin bir başınalığında, o hiç bit-
meyen yalnızlığın gündeliklerinde yazdığı şiirlerin ruhunu ve ruhsatını verdiği sesine, neden ihanet etti? Artık bütün bu soruların cevaplarını bilmiyoruz, hiçbir zaman da bilemeyeceğiz. Bir arkadaşının onunla ilgili son anısı şöyle: “O sabah hücrelerin kapıları açılmaya başlandığında askerler Kenan’ın hücresine geldiklerinde birden durdular. Sonra hızla geri dönüp açtıkları hücreleri de kapatıp müşehadeyi terk ettiler. Ortada bir olağanüstülük olduğu çok belliydi. Herkes mazgallardan birbirine ne olduğunu sormaya başladı. Ne olduğunu tam anlayamamıştık. Bu esnada askerler yanlarında subaylar da olduğu halde geri döndüler. Ve doğruca Kenan’ın hücresine gittiler. Bir süre konuşmalar oldu ama biz tam duyamadık. Önce Kenan’ı tekrar emniyete götürmek istediklerini sandık ancak bu arada bir ölüm lafı telaffuz edildi . Sonar askerler ve subaylar tekrar çekip gittiler. Kenan’ın hücresinin sağındaki ve solundaki hücrelerden Kenan’a seslenildiyse de cevap alınamadı. Bir ara sessizlik oldu. Sonra biri galiba ‘Kenan ölmüş’ dedi. Önce donup kaldık, sonra kıyamet koptu. Hücre kapılarına vurulmaya başlandı, bağrışlar hıçkırıklara karıştı; gürültü üzerine bir subay müşahadeye geldi ve ‘Arkadaşınız intihar etmiş’ dedi. Kenan’ı görmek için ısrar ettik, bunun üzerine temsilci arkadaşı, Kenan’ın hücresine götürdüler. Temsilci, Kenan’ın üzerinde çıkan bir miktar para, bu paranın borçlu olduğu bir arkadaşa verilmesini istediği kısa bir not ve son gece yazdığı şiirle geri döndü. Sadece ‘Kenan ölmüş’ diyebildi. Hayatla bütün bağlarını kesmeden az, çok az zaman öncesinde neler hissettiğini yazdığı o şiir ne iyi ki elimizdedir. Bize ondan kalan son armağandır. Bu da bir tesellidir. Sevdasını bizimle bırakıp giden şairin yazdığı son şiir şöyledir: “Kimi dostlarım en onurlu kısmında noktaladı yaşamını ya bir orman karanlığında ya bir dağ geçidinde kimi doslarım ihanet etti tek kelimeyle ihanet, kimi ise en saygınları zorlukları göğüsleyerek yürüyorlar inanıyorum ki yürüyecekler yüreklerinde yarattıkları o duru güzel günlere.” (19 Ekim 1985)
Aydınlık KİTAP
MURAT GÜLSOY’DAN “BABA, O UL VE KUTSAL ROMAN”
Suçluluk ve suçsuzluk nasıl belirlenir... ŞENER SOYSAL Hikayemizin kahramanı bir yazardır. Sabaha karşı evine iki polis gelir ve onu emniyete davet ederler. Beklenilenin aksine evde arama yapılmaz. Polis otosu da, yazarın beklediği nezaret de sessizdir... Çok tanıdık geldi, değil mi? Haberlerde izlediğimiz, istemeden alışmaya başladığımız gerçekler... Ama bir gazete ya da televizyondayken böyle. Burada ise “Baba, Oğul ve Kutsal Kitap” romanının ilk kısmını oluşturuyor. Neden karakola getirildiğini merak ediyor yazar. Çünkü çok olmuş kitap çıkarmayalı. Kimsenin tavuğuna da kışt dememiş. Sivil toplum kuruluşlarının kampanyalarında imzalar sadece... Suçsuz, bunu çok iyi biliyor. Peki neden karakolda? Bu bir roman içinde değil de “gerçek” hayatta olsa peki? Suçluluk, suçsuzluk nasıl belirleniyor? Sahi, gerçek hayat dediğimiz şey ne kadar gerçek? Günlük hayatı etiketler, inançlar ve kabullerimizle yaşarız. Bazı şeyler “gerçek”, bazı şeyler “rüya”dır. Bize göre bir “kırmızı” renk vardır, sarışınlar seksidir. Bu kabullerimizde geçmişten bize kalan hatıralar ve gelenekler egemendir. Ancak ister inanın ister inanmayın, gerçek diye bir şey yoktur. Sorgulamazsak her şey gerçektir, şüphelenmeye ve “acaba” demeye başladıkça gerçek sarsılmaya, ardından bir bir düşünceyi çıkarmaya başlar. Murat Gülsoy, gerçekle yetinmeyen, düşleri hayata davet eden, düş ile gerçek arasındaki sınırda dolaşıp bizi şaşırtan yazarlardan biri. Bu sınırı bir aynaya benzetebiliriz, lakin bildiklerimizden biraz daha farklı bu: Karanlığın aynası. Öyle ki, ironi ve acımasızlıkla gösteriyor içimizdeki bastırılmış duyguları, kini, hataları, şehveti... Malum, yaşam içinde bir sürü şeyi göz ardı ediyoruz. Ya hatamızı karşımızdakinin de hatasını göstererek (Ama o da bana bunu yaptı!)
ya da içimizi serinleterek (Ona kötülük yaptım ama valla kötü bir niyetim yoktu.) örtüyoruz. Gülsoy, örtbas ettiğimiz şeyleri su yüzüne çıkarıyor, maskeleri düşürüyor. Tıpkı her kitabında bize selam veren Borges, Atay, Tanpınar’ın yaptığı gibi... “Baba, Oğul ve Kutsal Roman”; Murat Gülsoy’un özellikle sürekli okurları için “bir devam filmi” niteliğinde. Dilinin ve kurgusunun insanı sürekleyen büyüleri, sonsuza düşürme deneyimleri, sinemasal anlatımı bu kitap için de geçerli. Bilinçakışı ile karakterin kafasından geçenleri okurken bir anda dahil olan Olric, Gollum ve Doktor Ramiz karakterleri de okumaya farklı bir tat katıyor. “Bambaşka kitapların karakterleri nasıl olur da dahil olur?” diyenlere cevap ise Gülsoy’un ikinci öykü kitabının adında saklı: “Alemlerin Sürekliliği”. Gerçeklerle düşlerin birbirine karıştığı dünyada gezinirken onlarla karşılaşmamızdan doğal ne olabilir ki? [Haklısınız efendimissss] Sürekli okurların dikkatini çekebilecek bir nokta daha var: Önceki öykülerinde yer alan “genç yazar” karakterlerinin ne derece Gülsoy’a benzediğini sorgulayan okurlar için “orta yaşlardaki yazar” olan ana karakter ayrı bir merak konusu. Benim gibi “Hayalet Gemi”den beri sürekli takip eden biri için “usta”sının her şeyini merak etmek normal galiba. Bu sürekli takipten dolayı olsa gerek, her zaman Gülsoy’un zamanı, mekanı yitirerek okuduğum öykülerinin yeri başkadır. “Baba, Oğul ve Kutsal Roman” ise keyifle okuduğum, yürümem gereken yolu bulmak için bana türlü karakterlerle ışık tutan başarılı bir kitap. Arka kapağındaki metinde dendiği gibi bu kitap “edebiyatın başkalarının hayatlarına kaçıp saklanmanın değil, kendi dehlizlerinde dolaşmanın bir yolu olduğuna inananlar için”dir. (Baba, Oğul ve Kutsal Roman, Murat Gülsoy, Can Yay., 256 s.)
Aydınlık KİTAP
18 20 N SAN 2012 CUMA
ARAKABLO
Zor Günlerin Şiirleri: Esneyen şiirin sıçraması
SEYY T NEZ R
Şiirler bir bütün olarak alındığında, yalnızca ülkemiz için değil, emperyalizmin dünyaya dayattığı sona karşı, tüm insanlık için “Ergenekon’dan Çıkış” ereğini üstlenir. Hüseyin Haydar, bu şiir kavgasının ön siperlerinde, her hafta, bir köşe yazarı, dahası bir köşe şairi olarak çıktı okurun karşısına Aydınlık’ta ürkiye, 1950’den beri emperyalizmin sürdürdü ü kar devrim program n n 12 Eylül’de ablukaya ve AKP’yle birlikte i gale dönü mesi sürecini ya yor. Turgut Uyar, 1960’larda, kar devrimci yay lmay geriletmek üzere yurtsever emek saflar nda ba lat lan devrimci mücadeleyi anlat rken, “kan s z yor bir halk n dinmeyen u ultusundan” demi ti. Bir ba ka iirinde devrimcileri öyle anlat yordu: “Halk ad na dökülen kan / Sap gül dal güzelli inde bir b çakt r”. Yunus Emre, insan n direnen emekçi yönünü öyle vurgulam t : “Yanan kömür k zan demir / Örse çekiç salan benem”. “Zor Günlerin iirleri”nde, iirimizin bu sava ç sesi ve gelene i Haydar’ n dizelerinde öyle boy veriyor (s. 9-10): “ airim, asiyim: / Boynum Pîr Sultan Abdal’ n boynu / ... / Y kaca m, / Müesses edebiyat n z sizin, / Gök gürültüsünden ürken iirinizi, / Ve tedbirli, te vikli yaz n dünyan z .”
T
MÜSESSES EDEB YATA KAR I
zete.com seyyitnezir@aydinlikga
“Müesses edebiyat” n y k lmas , yakla k 10 y ld r, Haydar’ n iirinin as l meselesi. 12 Eylül sonras nda ülkemizde salg n olarak ba lat lan yükselen de erler yaygaras , tüm dünyada postmodernizmle örtü erek tüketim ve paran n belirledi i bir hayata boyun e i le sonuçland nda, edebiyat da bu çökü ten pay n alm t . Tam çeyrek yüzy l önce bu geli me kar s nda iiri evrensel siperlerinde sava a sokmak üzere “Yenibütün Bildirisi” ile i e koyulan airlerden biri de Hüseyin Haydar’d . O bildiride be air modern iirin kurdu u gelene in savunulmas n yükleniyordu. Ne ki insan hücrelerine kadar yeniden biçimlemeye yönelik ak ld sald r s nda postmodernizmin teknolojiyi de gaddarca kullanmas yla birlikte sanat, felsefe, bilimler, ekonomi, politika, tüm hayat ku at lm , her ey hayat n kar s na geçmi ti. Dünyada neyse de, ülkemizde bile, edebiyat gelene inin en güçlü temsilcisi olan has iir, bu sald r kar s nda yana çekilmi , ortal , sanatsal ili ki ve örgütlenmelerin mafiyöziyle yönlendirildi i “soylu bir tüketim esteti i” kaplam t . Haydar’ n y k lmas na çal t müesses edebiyat, safsafa ve hurafeyi her e yaya bula t rma gayretindeki i te bu postmodern edebiyatt . Haydar’ n iirinde içerik ve biçim diyalekti i ba ndan beri özcü bir anlay la tasarlan p geli tirildi. air, kitab n ilk iirinde (s. 8) “Ey birbirinin kaburgas ndan olan halk” dizesinde, bizi Âdem’le Havva’n n yarat l na gönderirken, evrensel sesleni inin her türlü hurafeyi topa tutmaya yöneldi ini de ima eder. Bu nedenle, iirler bir bütün olarak al nd nda, yaln zca ülkemiz için de il, emperyalizmin dünyaya dayatt sona kar , tüm insanl k için “Ergenekon’dan Ç k ” ere ini üst-
lenir (s. 123): “Ç k yoruz buradan, bu demir kuyusundan, / Nas l ç karsa k l nç k n ndan.”
ANLAM ÖRGÜSÜNDE YEN DEN YAPILANMA Ne ki bu, hiç de kolay de ildir. Halk, birbirinden olma sürecini çetin kar tl klardan geçerek ya ayacakt r: “Cellad na Oy Ver!” iirinde (s. 48) air bunu öfkeyle yo rulmu bir ac içinde hayk racakt r. Buna kar n, “Vardiya Bizde” iirindeki (s. 16) “Sar Efe’nin ba dik k zlar y z” dizesindeki sava kan umut hep yürürlüktedir. Nitekim, “Bekliyorum bense sa anak alt nda, / Bekliyorum, vahdetivücut gibi, / Hapse giren arkada lar m .” (s. 53) dizelerinde, çekilen ac ve çileden olu ma insan yumaklar tasavvufun vahdet-i vücut kavram yla özde bir anlama iletilerek, okur, tarihsel bir derinlikte benli iyle bo u maya at l r. Haydar, s k s k dinsel kavramlar al lm yerlerinden u ratarak dilin anlam örgüsünde yeniden yap lanmaya zorlar: “ nsanl k An t ’n n Ç l ”nda (s. 19), “Kâbe duvar nda Hacerül Esved kesiyorlar. / Kopar yorlar halk n atardamar n ” diyor. Burada da air, gericillik ve hurafeye ödün veriyor olma kayg s ta maz... Hüseyin Haydar, bu iir kavgas n n ön siperlerinde, her hafta, bir kö e yazar , dahas bir kö e airi olarak ç kt okurun kar s na Ayd nl k’ta (s. 12): “E ba kan mal da t yor, yeti en al yor. / Gemici i kendi o luna veriyor, E ba kan, / Açl k gemini vuruyor yetimin a z na, / Topraklar Yedi Düvel’e veriyor, / Kara toprak dolduruyor Memet’in bo az na.” Üstelik bu iirler her gün birçok kez Ulusal Kanal’da yay mland . Bunlar al lmad k eylerdi... Kimi airlerce yad rgand . Ama iirler, onun amaçlad i levi gerçekle tirdi. Sonunda, ba ka airleri de kö esinde politik iirler yay mlamaya özendirdi.
KONU MA D L N N L R ZM iirlerinde halk iirinin ve günlük konu ma dilinin lirizmine da yaslan yor Hüseyin Haydar. Özellikle “Tekel çisi Ni anl K z n Vasiyeti”nde bu çok belirgin ve ba ar l bir yönelim olarak ç k yor kar m za (s. 22): “Benim bu Tekelden ölüm ç kacak, / Ölüm ç kacak, kesin. / Beni almak için ni anl m, / Üç bin ceset torbas getirsin.” Ahmed Arif’in Enver Gökçe’den esinlendi i “Saçlar na kan gülleri takay m” dizesine de selam gönderiyor (s. 24): “Zafer sabah ç kaca m topraktan / Saçlar ma tütün gülleri takarak”. Karacao lan hayk r ndaki “Gökdere’ye Güzelleme” (s. 94) iirinde, bu geleneksel lirizmin doruktaki örne ini buluyoruz: Ey Ümmühan, ey ümmü, nereye? Güne misin, y ld z m , yoksa dolunay Zülüflerin nokta nokta mineli, Döke döke, gittice in böyle nereye? Tüm iirler içinde kan mca en etkilisi, R fat Ilgaz’ n “Ali ’im” iiri gibi belleklerde yer edecek olan “Tersanede Ölüm - 2” iiri (s. 29).
Üstelik Cemal Süreya’n n ironisini de bir anda boca ediyor: “Yar m saat sonra ölece ini bilmiyor, / Ama kakaolu helva istiyor adam. / Yar m saat sonra, kara bir delikten, / Dü üp ölece ini bilmiyor ki... / Bakkala girmi de helva istiyor / Bingöl’deki köyünden de yüz gram.” Ölüm duygusuyla ilk kez sars lm bir çocu un saf a k nl içinde anlat yor Haydar. Dahas hem iir, hem sinopsis bu... Kitab ilk ç kt günlerde (Haziran 2011) airle yapt m z söyle ide ona yöneltti im soruda bir noktay özellikle vurgulam t m: “ iirimizin bugünlerde gereksindi i militan duyarl k, gerçeklik ve lirizm a s bu kitapta, özellikle bu iirde var”... Haydar’ “Ac Türkücü”den beri izliyorum. iirini bu ba lamda köklü biçimde dönü türdü ü görülüyor.
M L TAN DUYARLIK Derin bir dostlu a ölümün ak tt uçsuz bucaks z kederle dolu u dizeler, Alp Er Tunga Sagusu’nun modern söylemde yeniden do u u sanki… “Onurun Ad Demirta Ceyhun” iirine (s. 64) öyle ba l yor: “Ne söyleyebilirim, a abey, / Seni nas l anlatabilirim a lamadan. / Nas l anlat l r sava ç n n yay , / F rlat lan ok yeryüzüne ça r lmadan.” Kemal Özer için iirinde (s. 83) gücünü yal nl ndan alan bu lirik söyleyi , bir s rr aç a vurur gibi anlat l yor: “Bar gömle ine sar l silah gömdük.” Dede Korkut’la Mevlâna aras nda yay lan bir iir ülkesinde ya ad m z anbean duyumsat yor bize Haydar. Balaban’ n resmini anlat rken (s. 80) kulland u dize ola anüstü etkili: “Hiç bunlara boya diyebilir mi insan?” Haydar’ n iiri üstüne ba ka saptamalar ma, “Do u Tabletleri” üstüne yaz mda da yer verece im. Ama sözü militan duyarl a ve Cemal Süreya’ya getirmi ken bir çeli kiyi vurgulamadan geçemeyece im: Süreya, “önümüz albenili nesne-kitap dönemi” diyordu 1980’lerde. San r m, kullan m de erini yitirip kitapl kta ki isel süs e yas na dönü mesini anlatmak istiyordu kitab n da gaz lambas ya da kilim gibi... “Zor Günlerin iirleri” de, “Do u Tabletleri” de iirler i levini Ulusal Kanal’da ve Ayd nl k’ta yerine getirdikten sonra kitapl m zda bir “prestij” ve an ürünü olarak yer als n diye tasarlanm sanki... Oysa 1960’larda, Nâz m’ n, Ahmed Arif’in kitaplar , Ataol Behramo lu’nun “Bir Gün Mutlaka”s elden ele dola rken kapak hem lime lime oluyor hem de üstünde biriken el kiriyle deri gibi kal nla yordu sanki... Militan iirin do as nda kullan m de eri as ld r çünkü... unu kesin olarak söyleyebiliriz: Kan ksanm postmodern imge ve söylem dünyas nda uzun bir uykuyu i aret eden uyu ma ve esneme halleriyle gözleri kay p gitmekte olan iirin bir anda s çray p kendisine gelmesini sa layan “Zor Günlerin iirleri”, içeri iyle oldu u kadar, söylemde getirdi i tazelikle de kitapl kta hep en kolay uzanaca m z rafta olacakt r.
Aydınlık KİTAP
YENİ ÇIKANLAR
ABD’nin Siyasal İslam’la Dansı
Günümüzün en yakıcı sorunlarına bilimsel bir bakış... Emre Kongar yeni kitabı, “ABD’nin Siyasal İslam’la Dansı”nda, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki oluşumları, İslam alemi ile Amerika’nın ilişkileri açısından irdeliyor. Türkiye’nin önündeki “model olma” seçeneğini değerlendiriyor. Kongar, yalnızca sorun belirleyen değil, İslam alemi, ABD ve Türkiye açısından çözümler öneren bir yaklaşım sunuyor okurlara.
Daniel Martin
John Fowles, Ayr nt Yay nlar , çev. Nuray Y lmaz, 720 s. Otobiyografik özellikler taşıyan bu ilk ve tek romanında Fowles, anılar eşliğinde geçmişin izini süren Daniel’in hikâyesini anlatıyor. “Flashback”lerle zaman içinde sürekli devinen hikâyede, pek çok anlatı tekniği ve roman içinde roman kurgusuyla karşılaşacaksınız. Çocukluğundan yetişkinliğine, yetişkinliğinden gençliğine sıralama gözetmeksizin, çağrışımlarla sıçrayan anlatı Oxford Üniversitesi kampüsünden İskoçya’daki bir kır evine, Nil üzerindeki tekne gezintilerinden Hollywood stüdyolarına kadar geniş bir alana yayılıyor. Kitapta estetik, felsefe, kültüreltarih, İngiltere ve ABD arasındaki farklar, arkeoloji ve mitler üzerine gözlem ve yorumlar bazen hikâye ve karakterler kadar önem kazanıyor.
19
Yanılıyorsunuz Einstein!
Silivri 5. Ordu
Harald Fritzsch, Metis Yay nlar , çev. Ogün Duman, 224 s.
Fikret Otyam, Kaynak Yay nlar , 440 s.
Tüm zamanların en önemli fizikçilerinden dördü bir araya gelip kuantum fiziği hakkında konuşsaydı ortaya nasıl bir sohbet çıkardı? Hiç şüphesiz ilginç bir sohbet. Aydınlatıcı. Kışkırtıcı. Hatta eğlenceli. Alman fizikçi Harald Fritzsch’in Newton, Einstein, Heisenberg ve Feynman’ı bir araya getirdiği “Yanılıyorsunuz Einstein!” bu sıfatların hepsine sahip. Adrian Haller adlı (kurmaca) bir fizik profesörünün bir tren yolculuğu sırasında uyuyakalmasıyla rüyalar âleminde buluşan bu büyük fizikçilerin sohbeti, kuantum kuramının doğuşunu, gelişimini ve bugünkü durumunu yalın ve akıcı bir dille anlatıyor. Fizikçiler kendi aralarında konuşadursun, biz okurlar da bu sohbete kulak misafiri olarak modern fiziğin en zorlu konularını daha iyi kavrama imkânına kavuşuyoruz.
Gazeteci, yazar, fotoğrafçı, ressam, edebiyatçı Fikret Otyam bu kitapta, Cumhuriyet tarihinin en büyük karşıdevrim operasyonuna karşı feryadını dile getiriyor. “En Kuvvetli Ordu: ‘Silivri 5. Ordu’ Ortadoğu’nun ve Balkanlar’ın derken, neredeyse Avrupa’nın en kuvvetli/donanımlı ordusu olmasına ramak kalmış ‘Silivri 5. Ordu’ya yeni atamalar tüm hızıyla sürüyor/sürdürülüyor! Amiraller, generaller ardı ardına yeni görevlerinde!” Silivri 5. Ordu’da Albay Açığı Kapatılıyor! ‘Menşei’ belli olmayan/edilmeyen alçakça bir ihbar sonucu üç Kurmay Albay; beş Albay derhal ‘Silivri 5. Ordu’ya! Anlaşılan Orduda Albay fazlası var, ihbarcılar bunları Silivri’ye “atatıyor”, hem de derhal!
Baragan’ın Dikenleri
Oscar Wilde ve Mumışığı Cinayetleri
Mitoloji Sözlüğü
Panait Istrati, Bankas Kültür Yay nlar , çev. Bertan Onaran, 120 s.
Gyles Brandreth, Sel Yay nc l k, çev. Ahu S la Bayer, 280 s.
Istrati, “Baragan’ın Dikenleri”nde zorlu koşulların hüküm sürdüğü Romanya topraklarında yaşanan yoksulluk ve eşitsizliği anlatır. Baragan’da insanlar bir lokma yemeğe muhtaç, köle gibi yaşarlar. Oysa ağalar, devletin ileri gelenleri ve zenginler refah içindedir. Baragan’da yaz sona ererken kuzeyli rüzgârlar sert kışın ve karın gelişini haber verir. Dikenlerin büyük yolculukları da işte o zaman başlar. Tüm Baragan’ı bir uçtan diğerine kat ederler. Peşlerine de “yitip gitmeye” ya da “altına girilecek bir çift kanat aramaya” kaçan yoksul çocukları sürüklerler. Istrati, Baragan’ın kıraç topraklarında kıtlığın, toplumdaki güç eşitsizliğinin ve yaşanan gerginliklerin öyküsünü yoksul bir çocuğun gözünden anlatıyor.
Londra, 1889. Dönemin en büyük yazarlarından biri olan Oscar Wilde, vahşice öldürülmüş on altı yaşındaki Billy Wood’un mum ışığında bırakılmış cesedini bulur ve bu cinayetin izini sürmekten kendini alamaz. Suç ve dedektiflik öykülerinde çığır açan Sherlock Holmes’ün yaratıcısı Arthur Conan Doyle’un ve dostu Robert Sherard’ın da yardımıyla çözmeye giriştiği bu olay, yazar-dedektifleri başka cinayetlere yönlendirir. Oscar Wilde’ın renkli ve ilgi çekici hayatının ışığında yaratılmış ve ince ince işlenmiş bu kurgu sadece sıradan bir “katil kim?” hikâyesi değil, aynı zamanda edebiyat tarihinden ilham almış, yer yer gerçek olaylarla iç içe geçirilmiş ve o dönem ruhunu yansıtan ayrıntılarla örülmüş bir eser.
Üç Maymun
Nuri Bilge Ceylan, Do an Kitap, 476 s.
Emre Kongar, Remzi Kitabevi, 224 s.
20 N SAN 2012 CUMA
Nuri Bilge Ceylan genellikle tam olarak bitirmediği, daha doğrusu eksik bıraktığı senaryolarla çekime girmeyi yeğler. Eksiklerin, ya da kesin karar verilmemiş noktaların çekimin realitesi içinde zenginleşerek tamamlanmasını umar. Kitapta işte bu, Ceylan’ın çekim sırasında elinde tuttuğu orijinal senaryosu yer alıyor. Böylece, senaryoda henüz cenin halinde var olan birtakım fikirlerin ortaya çıkan filmde nerelere gittiği, başka deyişle bir film yaratmanın NBC’ye has evrimi kolaylıkla görülebilecek. Kitapta ayrıca filmin Cannes macerası, yurtiçi ve yurtdışındaki vizyon yolculuğu sırasında hakkında yazılan sayısız makaleden derlenmiş geniş bir seçki, Nuri Bilge Ceylan ve diğer ekip elemanlarıyla yapılmış röportajlar da yer alıyor.
Pierre Grimal, Kabalc Yay nevi, çev. Sevgi Tamgüç, 916 s. Eski metinleri okumayı kolaylaştırmak ve günlük yaşama ait bazı kelimeleri anlaşılır kılmak için Yunan ve Roma mitolojisinin insani, hatta fazla insani şahsiyetleri, yabancı ve tanıdık canavarları, bilinen ve bilinmeyen mekânları burada gözler önüne seriliyor. Kökenlerimizi yorumlamak için “Antik efsanelerin ezeli ve ebedi kuklaları” böylece hayat bulmakta, anlam kazanmakta, hayallerimizi canlandırmakta, insanlığımızın iyi ve kötü sembollerini ifade etmektedir.
Aydınlık KİTAP
RAY BRADBURY’N N ROMANINDAN FRANÇOIS TRUFFAUT’NUN F LM NE: “FAHRENHEIT 451”
Kitapsız bir dünyada... Kimi eleştirmenlerce George Orwell’ın “1984”üyle aynı kefeye konur “Fahrenheit 451”. Oysa “1984” tamamen anti-komünizm duygusuyla yazılmış bir romandır, Ray Bradbury ise açık biçimde kapitalizmi eleştirir
TUNCA ARSLAN Ray Bradbury’nin “Fahrenheit 451” adlı bilimkurgu klasiği, yazılı her şeyin yasak olduğu, okumayan insanların düşünemeyecekleri için mutsuz da olmayacaklarına inanılan bir geleceği anlatır. Bir zamanlar yangın söndürmek için çalışan itfaiye teşkilatı artık kitapları yakmakla görevlidir ve kitaba adını veren fahrenheit 451, kitap kağıdının tutuşma sıcaklığıdır. İtfaiye hortumlarından artık su değil, yakıcı bir sıvı çıkmaktadır: “Guy Montag işini seven bir itfaiyeciydi. On yıldır kitap yakıyordu. Gecenin bir yarısında yola çıkışlarını, alevlerin kitapları yutuşunu hiç sorgulamamıştı... Hiç sorgulamamıştı, insanların korkusuzca yaşadığı bir geçmişi anlatan o 17 yaşındaki genç kızla karşılaşana dek... Montag’ın hayatındaki bütün yanlışlar doğrularla yer değiştirir o andan sonra.” Romanın ilk Türkçe basımını 1971 yılında Okay Yayınları yapar. Ardından 1984’te Baskan Yayınları’nca yayımlanır. 1999’da ise “Fahrenheit 451”in hakları İthaki Yayınları’na geçer. Ray Bradbury, sansürcü ve yasakçı anlayışı eleştiren, öte yandan da “yasaklar yıkılmak için konulur”u vurgulayan; tek amacı tüketmek olan, televizyonun esiri olmuş, şiddete karşı duyarsızlaşmış “modern topluma” karşı saldırıya geçen bir metin ortaya koymuştur. Kitap okumanın da bulundurmanın da büyük
suç sayıldığı bu toplumda elbette “asiler” de olacaktır. Onlar da gizlice kitap okur, ezberlerler ve her satırı belleklerine yerleştirirler. Yaşmının bütün bölümünü kütüphanelerde geçiren ve kitapları en iyi eğitim araçları olarak gören Bradbury’nin kitap sevdasının büyük bir yansımasıdır “Fahrenheit 451”. Hüzün verici, iç burucu bir anlatımı vardır ve açık biçimde karamsar, umutsuz bir finale sahiptir. “Her şeyin bir mevsimi vardı. Evet. Yıkmanın bir zamanı ve yeniden yapmanın bir zamanı. Evet. Susmanın bir zamanı ve konuşmanın bir zamanı. Evet, bu kadar” der Bradbury. Kimi eleştirmenlerce George Orwell’ın “1984”üyle aynı kefeye konur “Fahrenheit 451”. Oysa “1984” tamamen anti-komünizm duygusuyla yazılmış bir romandır, Ray Bradbury ise açık biçimde kapitalizmi eleştirir. 1966’da ünlü Fransız yönetmen François Truffaut tarafından “Değişen Dünyanın İnsanları” adıyla sinemaya aktarılır “Fahrenheit 451”. Truffaut‘nun ilk renkli, ilk ve tek İngilizce filmidir ve ne yazık ki kaynak eserin çok gerisinde kalmıştır. Truffaut, kitaptan mahrum insanların duygusal boşluğunu yansıtmakla birlikte, romanı okuyanların zihninde canlandırdıkları görselliği yakalamakta pek başarılı olamamış, “soğuk” bir filme imza atmıştır.
Aydınlık KİTAP
SAHAF
20 N SAN 2012 CUMA
21
BOISS NOT VE ARRABAL’DAN K ROMAN
Çoban ve İspanya’da ölüm 1921’de Tunus’ta doğan Roger Boussinot (ölümü: 2001, Fransa), Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe okuduktan sonra gazetecilik yapmış ve toplam 15 romana imza atmış. Sinema ve televizyonla da uzun süre meşgul olduğunu, bu iki alanda da değişik çalışmalar yaptıklarını belirtelim. 19611994 arasında 13 sinema filmi ve televizyon dizisinde senaristlik yapmış, yönetmen olarak imza attığı üç de televizyon filmi mevcut. Ayrıca, çeşitli kaynaklarda “dev bir eser” olarak tanımlanan “Sinema Tarihi” adlı bir de çalışması bulunuyor. “Bir Çobanın Yaşamı ve Ölümü”, Aydın Emeç çevirisiyle 1982’de Hür Yayınları’nca okurlarımıza sunulmuş ve pek yankı yaratmadan sahaflardaki yerini almış. Boussinot, “mekanik çağların yeryüzünden sildiği bir adamın” öyküsünü anlatıyor romanında. Hani, 1930’ların başında Bordeaux Tıp Fakültesi öğrencilerinin her gün gördükleri ama hiç aldırmadıkları bir adam vardı ya, işte onun öyküsü… Öğrenciler aldırmazdı, çünkü alışmışlardı. Saçı sa-
kalı birbirine karışmış bu adam, hiç kullanılmayan bir servis kapısının önünde oturur ve sürekli uyuklardı. Genel görünümün bir parçasıydı sanki. Roger Boussinot tam 40 yıl sonra bu adamın peşine düşmüş ve gençliğinde sormadığı soruların yanıtlarını aramaya çıkmış. Arayışının sonunda da elinde bu roman belirivermiş. Neresinden bakılsa, 70 yıllık bir öykü barındırıyor kitap. Ama küf değil, kitap kokuyor! *** 1932 doğumlu İspanyol asıllı Fransız oyun yazarı, romancı ve sinemacı Fernando Arrabal’ın 1959’da yazdığı “Babil’in Cezası” (Baal Babylone) ilk kez Abidin Emre çevirisiyle 1977’de Yeni Ankara Yayınları’ndan yayımlanmış. Roman, “Panik Tiyatrosu” akımının öncülüğünü yapan ve tek kelimeyle “tekinsiz” bir sanatçı olan Arrabal’ın faşist İspanya’da geçen kabus dolu çocukluk günlerini anlatıyor. Arrabal, romanını sonradan “Yaşasın Ölüm” adıyla senaryolaştırmış ve Tunus’ta çekilen filmi bizzat yönetmişti. Ölüm temasının öne çıktığı romanda neredeyse her sayfada aynı ses yankılanıyor: “Çürümüşlüğün
ANADOLU’DAN KİTABEVİ
MALATYA – MOZA K K TABEV
Bilim, kültür ve sanat merkezi Malatya Anadolu’nun önemli yaşam merkezlerinden bir tanesidir. Doğunun kırsal yaşamı ile kent yaşamının iç içe geçtiği bu coğrafya birçok romana konu olmuş ve âşıklar yetiştirmiştir. Kaysı çiçeklerinin beyaza bürüdüğü Malatya da bugünlerde Mozaik Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi Malatyalılara eşsiz kitaplar sunuyor. İlk katı kitabevi olan mekanın üst katı okunmaya hazır anılarla ve tarihle yoğrulmuş kitaplarla dolu ve alt katta ise yöresel doku ile süslenmiş kafe yer almaktadır. Anadolu da güneş ezilen halkın umudu olarak doğar her gün ve binlerce umut yeşerir Anadolu’nun bağrında. Çocuklar ayaklarına giymeye ayakkabı bulamazken, karda ve kışta yalın ayak yürürken ellerinden düşürmezler buldukları bir kitabı. İşte onun içindir ki en güzel çiçekler Anadolu’da açar. Ahmed Arifler ve daha niceleri yetişir bu topraklarda. Burada hiçbir çocuk kitap dolu bir evde dünyaya gelmemiştir. Buradaki çocuklar hep bir
özlem ve hayalle yaşamışlardır. Yeni hayatlar ve umutlarına ışık olan kitapları arayan kişilerin Malatya’daki adresi Mozaik Kitabevi’dir. En son çıkan kitapları ve Anadolu’nun kendine ait öz kültürünü sunan kitapları raflarda görmek mümkündür. Siyaset, felsefe, tarih ve daha birçok alanda kitap bölümlerinden oluşan Mozaik Kitabevi’nde ayrıca ikinci el kitaplardan oluşan kütüphanesi ile misafirlerine kitap okuma imkânı sunmaktadır. Kitabevi konusunda yoksul olan Malatya’da yeni açılan Mozaik Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi kitapla ve Anadolu havasıyla zaman geçirmek isteyenlerin uğrak yeri olacaktır. İçerisi ahşap bir döşemeye sahip olan Mozaik Kitabevi’nde fondan gelen müziklerle kitap ve çay eşliğinde sakinliği ve Anadolu’nun eşsiz havasını tadacaksınız. İnce Memed’i okurken Çukurova’yı, Ahmed Arif’i okurken Diyarbakır’ı yaşayacağımız bir yer olan Mozaik kitabevi sizleri beklemektedir.
çocuklarıyız biz!” Derin bir yarayla ikiye bölünen İspanya toprağı kadar kırgın ve acımasız bir roman “Babil’in Cezası”. Baştan söyleyelim, okuruna da acımayan bir roman… Arrabal, daha önceki kimi yapıtlarında da yerleşik olan, hem büyüleyici hem de korkunç durumdaki “anne” imgesine çok uzaklardan şöyle sesleniyor sanki: “Baal’ın cezasını Babil’de vereceğim.”
22
Aydınlık KİTAP
20 N SAN 2012 CUMA
ALINTI-TEST
Okuyaca n z bölümler hangi yazar n hangi kitab ndan al nt lanm t r?
1
Herkes bilmelidir ki, dedi, zamanın harabeleri ebediyetin kâşanelerini yaratır. Nedir bunun manası? Arzunun rüzgarları akdiken ağacını kavurur ama ardından dikenli bir çalıdan bir gül olarak çıkar zamanın mahfilinde. Dinleyin şimdi beni. Kadının rahminde sözcük tene tahvil olunur, ancak Yaradan’ın tininde göçmüş olan tekmil tenler ölümsüz sözcükler haline gelir. Yaratılışın sonrasıdır bu.
2
Hâlâ daha bir şey konuşmamıştık. Fakat artık buna hayret etmiyordum. Onun sessiz sedasız yaşayışı, tahammül edişi, insanların zaaflarına merhametle ve edepsizliklerine eğlenerek bakışı kâfi bir irade değil miydi? Beraber yürüdüğümüz zamanlar yanımda gidenin bir insan olduğunu bütün kuvvetimle hissetmiyor muydum?
3
Kaleme gitmediği günler ise saçlarını kestirmek, terziye esvap ısmarlamak, kunduracıya ölçü vermek gibi hiç eksik olmayan vesilelerle Beyoğlu’nda, ötede beride vakit geçirir, cumaları, pazarları da sabahleyin hocalarıyla yarımşar saat ders müzakaresinden sonra hanesinden çıkar, akşamlara kadar seyir yerlerinde dolaşır idi.
a) Yusuf Atılgan / Anayurt Oteli
a) Recaizade Mahmut Ekrem / Araba Sevdası
b) Oktay Akbal / Önce Ekmekler Bozuldu
b) Reşat Nuri Güntekin / Acımak
c) Oktay Rifat / Bir Kadının Penceresinden
c) Halide Edip Adıvar / Ateşten Gömlek
d) Tennessee Williams / Arzu Tramvayı
d) Sabahattin Ali / Kürk Mantolu Madonna
d) Hüseyin Rahmi Gürpınar / Şıpşevdi
e) Necib Mahfuz / Zamanın Hükmü
e) Şükufe Nihal / Domaniç Dağlarının Yolcusu
e) Memduh Şevket Esendal / Oğullarıma Mektuplar
a) Boris Vian / Günlerin Köpüğü b) James Joyce / Ulysses c) Jose Saramago / İsa’ya Göre İncil
Geçen haftan n do ru yan tlar : 1-(a)
BULMACA
Soldan sağa 1. Adnan Özer’in ödüllü bir iir kitab 2. Köpek - Kullanma süresi - rmik veya yumurta kar t rarak haz rlanm türlü biçimlerdeki kuru hamur ve bu hamurdan yap lan yemek 3. Bir tar m arac - Bir rüzgar türü - sim - E ek sesi 4. Avuç içi - En küçük sosyolojik birim; familya - Yar ya , yar kuru toprak 5. Talih, baht - Hal , kilim ya da bez dokuma tezgah Daha uzak olan yer veya ey, mavera 6. stekli - Tekerle in çember biçimindeki bölümü Lavrensiyum’un simgesi 7. “... Güler” (foto rafç ) - Bir dilek art eki - Bir çe it sinir bozuklu u, histeri
2-(c)
3-(a)
8. Bir element - Bir bilgiyi temsil eden semboller sistemi Gezegenimizin uydusu 9. E ya yükü, balya - Trabzon’un bir ilçesi - Japonya’da buda rahibesi 10. Uzak - Dünya zevklerini ho gören, dünyaya önem vermeyen, kalender 11. Germanyum’un simgesi - Yaln zca oksijenin bulundu u ortamlarda geli ebilen bir mikroorganizma - Sevap kazanm 12. Bir ngiliz uzunluk ölçüsü birimi - Cesaret, yi itlik, kahramanl k - Satürn gezegeninin be inci uydusu 13. sviçre’de bir nehir - Bir kan grubu - Le 14. Do ru yolu gösterme - Kan p ht s - Berilyum’un simgesi 15. Resimdeki yazar n bir eseri - “Thomas ...” (Çorak Ülke,
Do ru yan tlar gelecek hafta bu sayfada…
H ristiyan Toplumu Dü üncesi, iir ve Tiyatro adl eserlerin sahibi Nobel ödüllü [1948] Amerikan as ll ngiliz air)
Yukarıdan aşağıya 1. “HAL T ... ... “ Resimdeki yazar 2. “O uz ...” (yazar) - “... Güler” (foto rafç ) - Evcil bir geyik türü - Çal ma, meslek 3. Çektiri devrinde Osmanl donanmas nda kullan lan kad rga cinsinden bir tür sava gemisi - Bir eksen etraf nda dönen tekerlek 4. Japonya’da buda rahibesi - Beyaz - Kal c l k, ölümsüzlük - Ba kl k sa lamak için vücuda verilen, ilgili hastal n mikrobuyla haz rlanm eriyik, telkih 5. Nikel’in simgesi - Hamur i lerinde ve rak c l kla kullan lan kokulu bir bitki türü - M s r firavunlar n n piramit biçimindeki mezarlar na verilen ad 6. Kötü, soysuz, alçak - Ba kentimiz - Bir cetvel türü 7. Mercan adaz - Kalça kemi i 8. Kurtulu , kurtulma - Çift süren hayvanlar n ko uldu u demir uçlu bir tar m arac 9. Dolayl anlat m - En k sa zaman parças , lahza Osmiyum’un simgesi - Lütesyum’un simgesi 10. Tantal’ n simgesi - Vücuda giren yabanc maddelere kar vücudun üretti i savunma maddesi - “... Ayhan” ( air) 11. Amerikan pamu u - A r karma k eyler için kullan lan bir sözcük 12. Ses - Limited (k sa) - Sodyum’un simgesi - Gelece i ö renmek, ans ve k smetini anlamak amac yla oyun ka d , kahve telvesi, avuç içi, vb.’ye bakarak anlam ç kartma, bak 13. Türkü, ark - Bir toplulukta benimsenmi , yerle mi davran ve ya ama biçimlerinin, kurallar n, gelenek ve göreneklerin, al kanl klar n bütünü - Araplar’ n recep ay nda kestikleri kurban 14. Hz.Muhammed’i övmek amac yla yaz lan kaside Boyun e en - Bir bulunma hali eki - “... Derek” (aktris) 15. Resimdeki yazar n bir eseri - Al k
GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ