. KITA P GEÇEN HAFTA en az
65,919
OKURA ULAŞTIK
Aydınlık
15 Mart 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 55
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Kellesine ödül konan kadın
AHMET OKTAY: ‘Türkiye’de üretilen edebiyat dışarıdan empoze edilen bir edebiyattır’
Eren Aysan babası Behçet Aysan’ı anlattı
Aydınlık KİTAP
15 MART 2013 CUMA
3
İÇİNDEKİLER s. 4
Başını getirene ödül…
Sırları kırmadan önce ne yapmalı? s. 5 “Sivas kıyımını yapanların kime kıydıklarını görmelerini istedim” s. 6
s. 7
Mossad ajanlarını seviniz!
Bir Cumhuriyet delikanlısının anıları s. 8
s. 9
Anakronistik teknoloji Walter Benjamin’in yitik mezarı
s. 10
Anıtsal bir sinema yapıtı daha
s. 11
Amerika’da ne yapılıyorsa bugünkü edebiyat peşinden koşuyor
s. 12-13 s. 14
Çağımızın Klasiği, Ölümle Baş Başa
Bir aşk insanı dönüştürür, bir de ölüm s. 15
Çağın büyük tabusu: Haz
s. 16
Kendine tutsak kadınlar
s. 17 s.18-19
Yeni Çıkanlar
Çoçuk-Genç Oyun oynarken kim karar verir?
s.20
Halk albümünün şairi:Ceyhun Atuf Kansu s.22 Alıntı Test-Bulmaca
s.22
. KITA P Aydınlık
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu Editör Pınar Akkoç pinar@aydinlikgazete.com
Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı damla@aydinlikgazete.com
Yazıişleri İrem Halıç, Deniz Antepoğlu Cenk Özdağ Sayfa Sekreteri Ebru Baysan
Amerika, Dava, Budala ve Son Kuşlar Düşünce yaşamımızın ve edebiyat dünyamızın anıtsal adlarından Ahmet Oktay Ulusal Kanal televizyonunda Sadık Albayrak'ın Edebiyat Cephesi programında Seyyit Nezir'le birlikte konuk olmuştu. Söz ile görüntü uçar, yazı kalır. Bu, izleyenlerince çok beğenilen ve bir o denli de ilgi çeken görüşmenin önemli bir bölümünü sayfalarımıza taşıyoruz. Konuşulanlar, gittikçe insanından, insanın özünden, Türkiye toprağından kopan, yabancılaşan bir edebiyatın hastalıklı halinin tanısı niteliğinde. Hele bazı saptamaları var ki Ahmet Oktay'ın iç acıtıcı: “Yerli olarak ürettiğimiz düşünce biçimlerinin hepsinin dışarıdan aktarma olduğunu söylemek ve o özelliğine dikkat çekmek istiyordum. Mesela Kafka’ya özenen yok, Sait’e özenen olmadığı gibi. (...) Dostoyevski için de aynısı. Yani, onların temel ahlaki ve felsefi sorunlarına bugün edebiyatçılarımızın ilgi duyduğunu söylemek pek doğru olmaz. Amerika’da üretilen bir kültür biçimine yakın buluyoruz kendimizi ve o tür işler yapmaya özen gösteriyoruz...” Ahmet Oktay'ın andığı adlar üzerinden soracak olunursa... Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. adına sahibi: Yalçın Büyükdağlı Genel Yayın Yönetmeni: Mustafa İlker Yücel Sorumlu Müdür: Mehmet Bozkurt Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22
Örneğin bir insanlık durumunun bütün olası biçimlerinde vicdan ve ahlak kavramlarına saygı duruşu oluşturmuş “Budala”larımız kalmadı mı anlatmaya değer... “Budalalalıklarımız” bitti mi? Sait Faik'in topal martılarının ölümüne yas tutan balıkçılarımız, “Karanfiller ve Domates Suyu” üreten insanlarımız tükendi mi? “Son Kuşlar”ımız da uçup gittiler mi gelmemek üzre bir daha... Kafka kendininkini anlattı ama bizlerin anlatacağı çok daha başka “Amerika”lar yok mu? Yargıçları karanlık gölgeler halindeki, hükmü en başta verilmiş “soyut suç”ların hukuksal temel oluşturduğu, saçma sınırını aşıp, bir büyük namuzsuzluğa karşı duran insanı mahvetmeye yönelik “Dava”ların çok daha beterleri yaşanmıyor mu ülkemizde? Yaşanmıyor mu? Ve bu denli kirletilmiş bir kültür yaşamını, üzerlerine itibarsızlık gölgesi düşürülmüş ödülleri, yazarın ürününün değil de kendisinin meta derekesine indirildiği ve pazarlandığı bir edebiyat ortamını tartışmayacak mıyız? Tartışacağız... Hem de o egemen kültür düzenini yıkmak için tartışacağız. Nâzım Hikmet sıradağlarının ufkunda yükseldiği, Cemal Süreya nehirlerinin toprağını emzirdiği “Tanrının çocukluk günlerinde” yaratmış olması çok muhtemel bu ülkenin edebiyat, sanat, kültür yaşamında Aydınlık ve Kitap Eki niçin var? HALDUN ÇUBUKÇU
Reklam Servisi Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu saynur@aydinlik.com.tr
Müşteri Temsilcisi Kamile Karakadılar kamile@aydinlik.com.tr
kitap@aydinlikgazete.com Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16 Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34
4
15 MART 2013 CUMA
Aydınlık KİTAP
GÜLDEN TERAZ
NEMRUT MUSTAFA DİVANI’NIN İDAMA MAHKÛM ETTİĞİ KADIN
Başını getirene ödül… Her ülkenin zor zamanlar nda i e el atm öncü kad nlar vard r. Kollontay ve Halide Edip bu kad nlardan ikisi. Onlar birlikte anman n bir nedeni de ikisinin de kad n n özgürlü ü konusundaki çal malar d r MECİT ÜNAL mecitunal@aydinlikgazete.com 25 Ekim 1917 (Miladi takvime göre 7 Kasım). Gecenin karanlığında bir kadın; başında geniş kenarlıklı bir şapka, omuzlarında uçları rüzgârda savrulan mavi bir şal, şehri ikiye bölen ırmağın üzerindeki köprüden bir hayal gibi süzülerek öbür tarafa geçiyor. Bu Rus devriminin “kontes”i Aleksandra Kollontay’dır. RSDİP’in ayaklanma kararı aldığı toplantıdan çıkmış, hazırlıklara başlamak için kendi sorumluluk bölgesine gitmektedir… 6 Haziran 1919. Siyah başörtüsü rüzgârda uçuşan bir başka kadın uğultulu kalabalığın arasından dört süngülü erin yol açmasıyla Sultanahmet Camii’nin önüne kurulmuş kürsüye çıkıyor. Milletin –Türk kadınlarınınkararını düveli muazzamaya bildirmektedir: “Hükümetler düşmanımız, milletler dostumuz ve kalbimizdeki haklı isyan kuvvetimizdir. Bütün milletlerin haklarını kazanacağı gün çok uzak değildir. O gün geldiği zaman, bayraklarınızı alınız, bu maksat için canlarını veren kardeşlerimizi ziyaret ediniz. Şimdi yemin edin ve benimle beraber tekrarlayın: Yüreğimizdeki kutsal heyecan milletlerin hakları ilan edilinceye kadar sürecektir.” (Türkün Ateşle İmtihanı, Atlas Kitabevi, İstanbul, 1971, s. 35).
“Yanımda kaç kişi vardı, beni kim götürüyordu, bilemiyorum. Kalbim o kadar atıyordu ki, yürürken sallanıyordum. Fakat meydanın başına gelip de kalabalığı görünce bana bir sükunet geldi. Sultanahmet Camii’nin minareleri mavi boşluğa yükselen tanrısal bir sanatkârın elinden çıkmış beyaz neyler gibiydi. Minarelerin dar şerefelerinden siyah bayraklar dalgalanıyordu. Camiin önünde, yerde, yüksek bir kürsü vardı. O da siyah bir örtüyle kaplıydı. Kürsünün önünde Wilson’un on ikinci prensibini belirten bir yazı vardı. Sade meydan değil, ta Ayasofya’ya kadar insan doluydu. Halk o kadar sıkışmıştı ki, hareket edemeyecek bir halde idi. Askerler kalabalığın iki yüz bin kişi olduğunu söylüyorlardı.” (Age., s. 31-32). O güne kadar salon toplantılarında konuşmaya alışmış Halide Edip’in bu mitinglerin başlıca konuşmacısı haline gelmesinde –konuşmacı başka kadınlar da vardı elbet- kadınlık içgüdüsünün belirleyici bir etkisi var sanırım: Miting öncesinde düzenlenen toplantıda sıra kimin konuşacağına geldiğinde herkeste bir duraksama belirir. “…Sinirlilik son dereceyi bulmuştu. Ben konuşurum dediğim zaman herkes çok sevindi ve ilk miting yerinin Fatih olmasına karar verildi.” (s. 29). Nitekim Sultanahmet Mitingi’ndeki konuşmasına, “Kardeşler, evlatlar” diye başlar.
K ÜLKE, K DEVR M, K KADIN
Aleksandra Kollontay
Bu da, Türk devriminin kadın onbaşısı Halide Edip’tir. İzmir’in işgaliyle birlikte İstanbul’da başlatılan silsile halindeki salon toplantıları ve protesto mitinglerinin baş konuşmacısı, daha sonra bu sahneyi düşündüğünde “Nasıl o kürsüye yaklaşabildim, farkında değildim” diye yazar.
Her ülkenin, her ulusun, her halkın tarihinin zor zamanlarında işe el atmış öncü kadınları vardır. Kollontay ve Halide Edip bu kadınlardan yalnızca iki tanesi. İkisini birlikte anmamın yaklaşık zamanlardaki birbirine koşut ve komşu iki devrimin yapıcıları olmaları dışında bir başka nedeni, ikisinin de kadının özgürlüğü konusunda çalışmış olmalarıdır. Yalçın Küçük Hocamız, Aydınlık’ta geçen günlerdeki “Handan ile feminizm 1 ve 2” başlıklı yazılarında “Handan” romanı bağlamında Halide Edip’in bu yönüne eğildi. (Hoca’nın, Halide Edip konusunda başka eserlerinde de oldukça kapsamlı tezleri var.) Halide Edip’in birçok öncü yönünden biri budur. Bir başka ve daha az önemsiz olmayan yönü, bir ana ve bir kadın olarak ülkenin ve ulusun kurtuluş mücadelesine en aktif biçimde, bizzat elde silah, onbaşı rütbesinde savaşarak katılmış olmasıdır. Aslında çavuşluğa da terfi eder Halide Edip, ama önemsemez bunu, gidip de çavuş rütbesini almaz. Elde silah savaşan kuşkusuz tek Halide Edip değil. Kurtuluş Savaşı’mızın kadın savaşçıları Nene Hatun, Çete Ayşe, Kara Fatma, Nazife Hanım, Tayyar Rahmiye, Gördesli
Halide Edip Ad var
Makbule, Kılavuz Hatice, Binbaşı Ayşe, Süreyya Sülün Hanım, Nezahet Hanım gibi kadın kuvayi milliyeci ve subaylar hemen ilk akla gelenlerdir.
YAKALANDI I YERDE ASILACAK Halide Edip öncü kadınların da öncüsü durumundadır. 1908’den itibaren salt kadınlarla ilgili değil, Türkiye’yle ilgili her işte var olan neredeyse tek kadındır Halide Edip. Kürt Mustafa Divanı’nın haklarında idam kararı verdiği yedi kişi içindeki tek kadın da yine Halide Edip’tir. Tüm bunlarla birlikte “Handan”ın, “Ateşten Gömlek”in, “Vurun Kahpeye”nin, “Türkün Ateşle İmtihanı”nın, “Sinekli Bakkal”ın, “Mor Salkımlı Ev”in sayfalarının arasından bakacağımız Halide Edip’in ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan özeleştirisini devrimin en ön sırasında yer alarak yaptığı “mandacılığı”nın ne önemi var? (10 Mart/Kurultay salonunu dolduran kalabalığın karşısına çıktığında ufak tefek görüntüsünden umulmayan bir ses duyunca şaşırıyor insan. Sesi hem gür, ama hem de bir o kadar şen ve şakrak. Akdeniz insanına özgü bir ağız ve vurguyla konuşmasında baskın bir ispinoz tınısı yanında gizli bir Halide Edip
edası da var sanki. Adı Necla Bilener’miş; İşçi Partisi Balıkesir Merkez İlçe Başkanı. Elindeki metni okumaya başladığında sesinin bir anda değişip minör bir çağlayana, dönüştüğünü ancak söz bitip de yerine oturduğunda anlayabildim: “Aydınlıkçı olmak, yanarak aydınlatmaktır,” diyor, “Aydınlıkçı olmak, emeğe adanmaktır, karşılıksız emek vermektir. Aydınlıkçının ayırt edici özelliği namustur. Aydınlıkçı, Davud Peygamber misali doğrucudur. Hazreti Muhammed gibidir, zalime asla boyun eğmez! Marx gibi, bilimi rehber edinmiştir. Mustafa Kemal Atatürk gibi, padişaha asi olmuştur ve devrimcidir. Şefik Hüsnü gibi ömür boyu örgütlüdür ve örgütçüdür. Nazım Hikmet gibi yaratıcılar, Aydınlıkçıların içinden çıkmıştır ve çıkıyor. Aydınlıkçı, Hakikat işçisidir; Hasan Yalçın saatiyle çalışır…”/Doğu Perinçek, Aydınlık, 9 Mart 2013. Masmavi gökte süzülen şahin hızla ağaçların arasına dalıyor, pıttt! İki karınca bir olup bir ekmek parçasını taşımaya çalışıyorlar, pıttt! Gökyüzünde süzülen bir geline benzeyen küçük bulut, vadi boyunca ilerledikçe yedi deryalar aşan bir gemi oluyor; sonra yine pıttt! Bademler çiçek açıyor.)
Aydınlık KİTAP
5
Sırları kırmadan önce ne yapmalı? Bir airin, dili nesnele tirerek iirini kurmas yla okurda b rakt etki daha çok müzi in, resmin b rakt na benzemez mi? Bir öykü ise as l anlatmak istedi ini dili bir araç gibi kullanarak olu turmaz m ? SEZA ÖZDEMİR sezaozdemir@gmail.com
duran imgeler kurma arayışı göze çarpıyor. En çok da öykülerin girişlerinde yapıyor bunu. “Unutmak”taki “Bataklıktır bellek, çırpınıp çırpınıp çıkamadığımız” sözleri ya da kitapta en sevdiğimiz öykülerden “Bittiden Sonrası”nda okurun karşısına aniden çıkıveren “… ölüyü canlandırmayı başaramadılar” cümlesi gibi… Bu tür ani çıkışlar, rahatsız edici olabiliyor.
Sır nedir? Gizemli, kendini var eden pek çok ayrıntıyla örtülü kalmış bir “şey”e sır diyebilir miyiz? Tersten sorarsak, hiç bilinmeyen/tanınmayan bir gerçek, sır olabilir mi? Peki “insanın sırrı” nerede yatar? Herhangi bir olay ya da herhangi bir durum tek başına bir “sır” oluşturabilecek güçte SIRKIRAN, OKURA B R midir? Bize bu soruları sorduran, Kıbrıslı şair GERÇE ANIMSATIYOR MU? ve yazar Gürgenç KorkKorkmazel’in öyküleri, ismazel’in “Sırkıran” adlı ter istemez Tahsin Yücel’in Türkiye’de yayımlanan ilk “Öykü ve Gerçeklik” başlıklı yaöykü kitabı (2008’de yazısına götürdü bizi (Feridun yımladığı “Yağmur YüAndaç, “Öykücünün Kitabı”, zünden” adlı bir kitabı Varlık Yayınları, sf. 254-256). daha var). Yazarın doğa, Yücel; Michel Tournier’den yaşam, ilişkiler, ölüm, cinşöyle bir alıntı yapmıştı o yazısellik ve yalnızlık gibi teda: “İyi yazarın okuru, okudumaları eksen aldığı öyküğunda yeni şeyler bulgulamalerinde sert ve çarpıcı bir malı, varlıklarını öteden beri dili var. Yapı Kredi Yayınen azından sezinlediği için ları’ndan çıkan kitaptaki 22 inandığı gerçekleri, gerçeköykünün yanı sıra, kitabın likleri tanımalı, yeniden bulsonunda bir de “Kısacıkmalıdır” Okur, Korkmazel’in Sırkıran lar” başlıklı bölüm var. Bazı öykülerinde böylesi bir “anımGürgenç Korkmazel okurlar, buradaki bir iki para- Yapı Kredi Yayınları, 120 s. sama”yı yaşayamayınca, öygraflık kıpkısa öykülerin tüm külerin tüm o çarpıcı imgekitaba bedel olduğunu düşünebilir. Kitap, selliği de etkisini yitiriyor. Dolayısıyla yaözellikle Kıbrıs’ın yakın tarihinde (özellikle zımızın girişinde sorguladığımız bilinmebağımsızlığını kazanmasından sonra) bi- yen bir şey “sır” olabilir mi, diye tekrar soreysel ve toplumsal var oluşlara merak du- ruyoruz. yanlar için ilginç bir kapı aralayabilir. Korkmazel’in özellikle yalnızlık, pişmanlık, kaçma ihtiyacı, cinsellik ve daha A R VE YAZARIN YARATIM pek çok konuda öyküleştirmek istediği NESNES çoğu “sır”; anlatıcının bilinci ve bakış Ülkemizde dergilerde GürGenç mah- açısında kalıyor. Gerçekten yaşanıp yaşalasıyla yazdığı şiirleriyle daha çok tanınan namayacağı okur tarafından sorgulanıyor. genç şair, okurun karşısına bu kez düzyazıyla Giderek karakterin çok boyutlu ve sahiçıktı. Korkmazel’in şubat ayında Yapı Kre- ci olup olmadığı, insan-mekan ilişkisi di Yayınları’ndan çıkan yapıtı, ister istemez üzerine bulmaca çözmeye girişebiliyorşiir ve düzyazının birbirinden farklı olan ya- sunuz. Böyle olunca da sırrın insanın ratım süreçlerini düşünmeye itiyor. Bir şai- içinde gömülü olduğu o yere bile inemerin, dili nesneleştirerek şiirini kurmasıyla diğimizi düşünmemize yol açıyor. Yazarın “İlk Müşteri”, “Gündönüokurda bıraktığı etki daha çok müziğin, resmin bıraktığına benzemez mi? Bir öykü ise mü”, “Tilki” ya da “İtiraf” adlı öyküleri asıl anlatmak istediğini dili bir araç gibi kul- bunu aşabilen güzel örneklerden. Korklanarak oluşturmaz mı? Korkmazel, bazı öy- mazel’in sırf bu örnekleri bile öykücülükülerinde, bir şair gibi dili nesneleştirdiği için ğümüze güneyden esen bu rüzgarın ümit öykünün dünyasından ayrıksı bir yerde verici olmasına yetiyor.
6
Aydınlık KİTAP
15 MART 2013 CUMA
EREN AYSAN BABASI BEHÇET AYSAN’I ANLATTI
“Sivas kıyımını yapanların kime kıydıklarını görmelerini istedim” DENİZ TOPRAK 2 Temmuz 1993’te Sivas katliamında babası Behçet Aysan elinden alındığında Eren Aysan daha on altı yaşında hayata yeni adım atan genç bir kızdı. Ama babasıyla yaşadığı o kısacık anıları tüm Behçet Aysan dostlarının katkısıyla um:ag Yayınları’ndan çıkan “Bir Eflatun Ölüm Behçet Aysan” kitabı bütünleştirdi. Kimler yoktu ki kitapta, Muzaffer İlhan Erdost’tan Ahmet Say’a, Ataol Behramoğlu’ndan Özdemir İnce’ye kadar birçok kişi yazılarıyla ve tüm hissettikleriyle bu kitaba hayat verdiler. Biz de Eren Aysan ile katliamın 20. yılına yaklaşılırken hazırladığı “Bir Eflatun Ölüm” kitabını, babası Behçet Aysan’ı ve Sivas katliamını konuştuk. 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde 33 aydın arkadaşı gibi diri diri yanan şair Behçet Aysan için böyle bir kitap hazırlama düşüncesi nasıl ortaya çıktı? Babam Behçet Aysan’la ilgili bir kitap hazırlamayı uzun yıllardır hayal ediyordum. Projenin gerçekliğe dönüşmesi aşamasında ise onun yaşamına dair yakaladığım her ipucundan zaman zaman keyif aldım, zaman zaman da gözyaşlarımı tutamadım. Çünkü Sivas katliamı olduğunda on altı yaşındaydım, çocukluktan ergenliğe yeni adım atıyordum. Ne yazık ki babamla oturup pek çok şeyi konuşmaya zaman ve imkân bulamadık. Bu kitapla birlikte, sanki babamın ölümüyle yarım kalmış olanları, yarım bırakılmışlıkları, yaşamından ayak izlerini derleyerek toparlarım ümidiyle kolları sıvadım. Şu bir gerçek ki, Sivas katliamı, sürekli unutturulmak istenen, bunun karşısında da direnmeyi ve umudu taşımakla yükümlü olduğum uzun bir süreç. Çabamızın önü zaman zaman kesilse de, tekrarlanan acılarla harmanlansak da aydın babaların çocukları olarak böyle öldürümlerin yaşanmasına engel olmak zorundayız. Bir de babam, “Behçet Aysan” özelinde, umutsuzca bir beklenti içinde de olsa, Sivas kıyımını yapanların ve bu kıyıma seyirci kalanların, nasıl bir insana kıydıklarını görmelerine ve kendilerine şaşırmalarına katkıda bulunmak istedim. Öte yandan günün birinde genç bir öğrenci aradı beni... Üniversitede babamla ilgili bir tez hazırlama aşamasındaydı. Hakkında çıkan yazılarla ihtiyacı vardı. Elimdeki dokümanları derlerken yakın, dost, tanışık ve arkadaşlarının da anıları-
Behçet Aysan
Eren Aysan demir İnce, Ahmet Say, Ataol Behramoğlu gibi sanat ve edebiyat alanında önde gelen birçok isimden yazılar içeriyor. Tüm Behçet Aysan dostları bu kitapta buluşmuş gibi. Babamın pek çok dost ve arkadaşının kitapta buluşmasının anlamı çok büyük. Çünkü şiirlerine ve yaşamına daha içerden bakmamıza imkân sağlayan bir çalışma bu. Ayrıca anılar toplamında gördüğüm fotoğraf şu: Kitap yalnızca babama ait değil. Özellikle pek çok anlatı seksenlerin kültürel iklimini detaylı olarak göz önüne seriyor, bu yıllarda yaratılarını yeni yeni yayımlamaya başlayan ve yayın hayatına hız kazandıran pek çok imzanın da yaşamına da ışık tutuyor. na başvurma fikri zihnimde canlandı. Şimdi bakıyorum da kitapta insanlar dolaşıyor kol kola... Anılar, duygular, coşkular, özlemler yürüyüp gidiyor. Bununla birlikte adeta tarihsel bir kesit sunuyor kitap... Seksenlerin o soğuk ikliminden kopup gelen acılarla hüzünlerin bir bileşkesi çıkıyor ortaya. Kitapta Muzaffer İlhan Erdost, Öz-
“B R YANGIN DÜ ÜNÜN K ONCA YILA RA MEN HALA YANIYOR” Kitabın girişinde yıllar önce böyle bir kitap yazmayı düşündüğünüzü ve bir dizi acının kitabı hayata geçirmesine izin vermediğini yazmışsınız. Bu yaşanan acı olaylar nelerdi?
Andre Gide’in ne zamandır aklımdan çıkmayan çok güzel bir sözü var, “gerçeğin rengi gridir” diyor. Tuttum o sözü yıllardır yüreğimi dağlayan Sivas yangınına yakıştırdım. Bir yangın düşünün aradan geçen onca yıla rağmen için için yanıyor, külü hâlâ savruluyor, dumanı tütüyor. Bu nedenle salt gerçekliğin rengi griye bakarken her gün Madımak Oteli’nin içten yandığını hissedebiliyorum. Üstelik bu ülkede öldürülmüş onca aydınların katilleri gibi Sivas katliamında da gerçek katiller, sorumlular yakalanamadı. Bir Eflatun Ölüm Davalar düşürüldü, Eren Aysan, zamanaşımına takıldı um:ag Yayınları, kaldı. Ayrıca ben yal360 s. nız 2 Temmuz 1993 günü, yani o korkunç vahşetin olduğu gün büyük bir acı yaşamadım. Sivas Davası’nın ilk başladığı gün, Madımak Oteli’ni ateşe verenlerin yanında dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın duruşmaya girmesi bir başka acım oldu, sanıkların başta örgütsüz olduklarını iddia etmeleri, ardından af çıktıktan sonra örgütlü olduklarını dile getirmeleri hiç aklımdan çıkmadı. Yangından kısa bir süre sonra annemin hastalanmasını ve ardından ölümünü de içimde taşıdım. Ne yazık ki bizim gibi ülkelerin tarih sayfalarında aydınların nasıl hunharca yok edildiği yazar. Babam da “Sesler ve Küller” kitabını “yüz yıldır ülkemizde güzel bir gelecek için seslere ve küllere, zincirlere ve ölümlere” adamıştı. Kendisinin de aynı acılar ve kıyımlar yolunda gittiğini görmek bu ülkenin kaderinin hiç değişmeyeceğini düşündürüyor bana. İlerde babanıza dair başka çalışmalarınız olacak mı? Elbette... Babamın anısını yaşatmak bana bu hayatta verilen en temel görev. Her sene Türk Tabipleri Birliği Behçet Aysan Şiir Ödülü düzenliyor, bu sene de Doğan Hızlan, Zeynep Oral, Cevat Çapan, Emin Özdemir, Ahmet Telli ve Ali Cengizkan’dan oluşan seçici kurul toplandı ve Ferruh Tunç’u ödüle değer buldu. Şimdi ödül töreni yakında... Onun hazırlıklarını sürdürüyoruz. Ayrıca babamın şiirlerinin de içinde yer aldığı projeler var...
Aydınlık KİTAP
7
Mossad ajanlarını seviniz! En insani duygulardan biri olan ‘ac mak’, yine en saf duygulardan biri olan ‘a k’ t pk CIA ajanlar n sevmemiz için kullan ld gibi art k Mossad ajanlar için de geçerlilik kazan yor renen Uri, daha fazla dayanamayıp, boşanma davasını açar. Kahramana çok ağır gelen Ana karakterler: bu sürecin ardından, kendisi Rusya’ya daha Yogev Ben-Ari, Orit, Anna, Lenova, Udi, pasif bir göreve gönderilir. Anuşka ile orada Hezi tanışacak, aşık olacak ve onu kaybetmemek Genel bakış: için mücadele edecektir. Kitap yalnızca bir aşk hikaİz bırakan cümleler: yesi değil, pek çok bilgi de içe“Onun şehre duyduğu sevriyor. Bilgiler, gereksiz ayrıntıginin, bizim sevgimiz üzelarla beslenerek, ‘bilgi kirliliği’ serinde duran terazinin kefeviyesine düşürülmeden işlenlerinden birini doldurdumiş. Olması gerektiği kadar akığunu ikimiz de biliyorduk.” cı, olması gerektiği kadar sü“Umutlanmaktan rükleyici, olması gerektiği kakorktuğumuz ancak umutdar ayrıntılı. Dört başı mamur bir lanmadan da edemediğisofrada yemek yiyorsunuz ve miz günlerdi bunlar.” “Keşke şu da unutulmasaydı,” de“İçimdeki radyo yeninecek bir eksiklik veya “Öf! Buna den şarkı çalmaya başlane gerek vardı?” denecek bir fazmıştı.” lalık yok. Yazar, edebiyat alanınYorum: da sahip olduğu doktora dereceKahramanın bir MosSt. Petersburg’da Yasak A k, sinin tam karşılığını vermiş. sad ajanı olduğunu öğrenMishka Ben-David, Kısaca özeti: diğim anda, içimden geçen, Koton Kitap, Yogev Ben-Ari, lise yıllarında ta“Eyvah! Yine, Yahudilerin Çev: Nita Kurrant, 477 s. nıştığı Uri ile aşkı tanımış, evlenmiş, maruz kaldığı bir zulüm hibüyük bir tutkuyla sevmiş, bütün hayalleri- kayesi okuyacağım”dı. Akıcı satırlar arasınni onunla birlikte kurmuştur. Ne var ki ağır da, sıkılmadan ve keyifle ilerlerken baştaki dütedavilerle çocuk sahibi olabilme uğraşları şüncem konusunda hem haksızdım, hem hakiçinde, aşkları sönmüş, sıradanlaşmıştır. Tam lı. Haksızdım, çünkü kahramanımız Ari, bir bu dönemde eşinin bir suikastçı olduğunu öğ- suikastçı olmasına rağmen, ona karşı acıma hissi duyuyordum. Masumdu, hem de bir yeni doğan kadar masum! Haksızdım, çünkü o doMishka Ben-David ğuştan getirdiği öldürme duygusu ile hareket etmiyor, bunu sadece görevi gereği yapıyor ve çok sevdiği karısına bile durumu itiraf edemeyecek kadar utanç yaşıyordu. O, öldürmek zorunda bırakılmışlardan biriydi. Acımamak mümkün değildi! Ve haklıydım! Çünkü geçmişte Almanların yaptığı, o insanlık dışı dramı bugünkü çıkarları için nasıl pazarladılarsa, şimdi de Filistin sorunu üzerinden pazarlıyorlardı. Mossad, ajanlarıyla, yöneticileriyle sütten çıkmış ak kaşıktı. Ancak ve yalnızca mecbur kalırsa öldüren; saf, temiz, günahsız hatta insaflı bir kuruluş. Okudukça önce belleğinize, ardından yüreğinize incecik bir sızı halinde inen acıma duygusu oluyor. En insani duygulardan biri olan “acımak”, yine en saf duygulardan biri olan “aşk” ile yüreğe kazınıyor, okurun İsrail politikalarına yakınlaştırılması da bu en insani iki değerle sağlanıyor. EMİNE SUPÇİN
8
Aydınlık KİTAP
Bir Cumhuriyet delikanlısının anıları CÜNEYT AKALIN Prof. Coşkun Özdemir’in “Urfa’dan Harvard’a” kitabı beş ayda 6. baskı yaptı. Mina Urgan “Bir Dinozorun Anıları” adını verdiği kitabının baskı üzerine baskı yapmasına ( 2012 itibarıyla 77. baskı) şaşırmış, “O kadar aykırıyım ki bu topluma. Çok satıyorum, acaba çok mu bayağı yazıyorum. Acaba yanlış bir şey mi yaptım?” diye kendisini sorgulamaya kalkışmıştı. Aslında kendisine haksızlık etmiş, düzenle yüzleşemeyen birçok aydının kitabına sığındığını görmemiş ya da görmezden gelmişti. Her iki kitap da aynı kulvarda ilerliyor. Coşkun Hoca da Mina Hanım gibi “Yaşadım, Gördüm, Yazdım” sloganı ile bir dönemi ve bu dönemin insanlarını anlatıyor: Türkan Saylanlar , İlhan Selçuklar, Oktay Akbaylar, Melih Cevdetler, Yaşar Kemaller sırayla geçiyor önümüzden.
DEVR MLE KAR I DEVR M N TAR H
rağmen, tedavisi için 500 sterlinlik çeki yazıp önüne koyuyor. Diğer bir deyişle Yaşar Kemal Hoca’ya can simidi uzatıyor. Gün geliyor can dostu Yaşar Kemal’ın Spiegel’deki yazısı ağrına gidince, sarılıyor kaleme: “Bırakalım Kürtleri PKK ile baş başa sorunlarını kendileri çözsünler” demişsin Beni de PKK ile başbaşa bırakmaya gönlün razı oluyor mu?” diye soruyor. Gün geliyor eski dostu Gencay Gürsoy’la karşı karşıya geliyor. A. Savaş Akat’ın “Atatürk işçi düşmanı” sözlerini, Murat Belge’nin Atatürk için sarfettiği “Fransızcası zayıftı” cümleciğini, Mete Tunçay’ın Evren’le Atatürk kıyaslamasını, bir zamanlar “Orhan Kemal hapisteyken bayram kutlaması olmaz” diye yazan Çetin Altan’ın eski dostu İlhan Selçuk’un ölümünden sonra susmasını… şöyle bir hatırlatıp geçiyor. Hiç vicdanınız sızlamıyor mu, dercesine.
KANAYAN YARASI
Ve sonunda sıra geliyor kitabın öyKitap, bir yurttaşın küsü ile iç içe geçen bir yaşam öyküsü etrafında yaraya… Bizim kuşağın, sunulan Cumhuriyet’in yaşıtlarımızın çok iyi biltarihidir. Urfa’da başladiği bir büyük çelişkiye! yan, İstanbul’da ve dün“Cumhuriyet benim için yanın dört bir yanında bir sığınaktır” diyen yasüren bir büyük tanıklık; zarın kitabı “sığınağı” tabir yanı ile kısmi tıp tarirafından basılmıyor. Coşhidir. kun Hoca bir süre kalSadece olumlu örnekbine saplı bıçakla gezileri sıralamakla yetinmiyor. Ama yolu “Türk yor Coşkun Özdemir, tadevrimi’nin yayınevi”ne rihe kayıt düşmek için sık uğruyor ve bu çok ilgi sık madalyonun öteki yüçeken kitap okuruyla zünü de çevirip önümüze buluşmaya başlamış koyuyor: Bülent Arınç’ın oluyor. Kitabın değeriMoskova’da ettiği “Lenin ileride daha iyi anlaUrfa'dan Harvard'a, nin’in ölüsüyle karşılaşmak ne şılacağını düşünüyorum. Co kun Özdemir, kadar iyi” sözünden, sosyalist Kaynak Yay nlar , 360 s. Coşkun Hoca’nın gönlüAllende’nin öldürülmesini ne saplı bir başka bıçağın soran A.İpekçi’ye Demirel’in: “Eyi git- sapında İstanbul Üniversitesi Öğretim ti eyi gitti” demesine kadar neler neler… Üyeleri Derneği yazılı. Aslında Coşkun Hoca’nın kitabı bir Tıp dünyamızın saygın ismi, hocalabakıma karşı devrimin de öyküsüdür. rın hocası, Cumhuriyet aydını, Mustafa Olayların adım adım nasıl bu noktaya gel- Kemal’in askeri, Cumhuriyet’in 50 yıllık diğinin anlatımıdır. Anlayana tabii.. köşe yazarı, Kas Hastalıkları Derneği’nin kurucusu, kas hastalarının her HER EY DÖNÜ ÜR’ÜN şeyi, hem Dünyalı hem Türkiyeli, seçkin ÖRNEKLER bilim insanı, metroyla gidip gelen sade Coşkun Hoca’nın kitabı sanki He- yurttaş, 80’li yaşların görmüş geçirmiş raklit’in kuramını örneklemek için ya- saygın profesörü, 29 Ekim kutlamalarızılmış. na koşa koşa giden genç Cumhuriyetçi… Herşey değişiyor. Dünün dostları haKarşıyakalı güzel öğretmen hanımla sım, dünün devrimcileri gerici oluyor. Divriğili öğretmenin Urfa’da doğan Düşündürücü, çarpıcı örneklerle oğulları Prof. Coşkun Özdemir Cumdolu kitap… huriyet devriminin yolunda yürüdükçe Coşkun Hoca kansere yakalanıyor, gençleşenlerden. Kitabı bu yolculuğun tudostu Yaşar Kemal, bütün itirazlarına tanağı. Okuyun.
Aydınlık KİTAP
BABİL BALIĞI
15 MART 2013 CUMA
9
Anakronistik teknoloji M. SALİH KURT mustafa.salih.kurt@gmail.com şudur; madem öykünmek ve bir nostaljiyi canlandırmak edebi bir suç, o halde H. G. Wells ve Jules Verne’i de insani merak ve şüpheciliği sömürmekle suçlamamız gerekmez mi? Türe soğuk davranan bir başka grubun ise türe karşı yaklaşımı nispeten daha akılcıdır; yaratılan alternatif tarih zemininin, bilim kurgunun akılcı ve bilimsel gerçeklik yaratımına uymadığı ve plan oluşturmada fantezi unsurlarının devreye girdiğinden bahsedilir. Özellikle de China Mieville ve Mark Hodder gibi türün modern yazarlarına gelininceye kadar geçen süreç için bu eleştirilerindeki haklılığı teslim etmemek olmaz. Zaten türün modern kalıpları şekilleninceye kadar alt türün, spekülatif kurgu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine dair sayısız makale de mevcuttur.
“Bir akıl ne kadar fazla kuvvetli ve özgün ise, yalnızlık ve bir başına kalma mezhebine de o kadar fazla eğilimli olacaktır.” – Aldous Huxley Bu hafta, 2010 yılında Philip K. Dick Ödülü’nü kazanan bir kitaba değineceğiz. Mark Hodder’in “Burton ve Swinburne” üçlemesinin ilk kitabı olan “Yaylı Bacak Jack” Altıkırkbeş Yayınları tarafından okurlara sunuldu. Kitap, bilim kurgunun “steampunk” alt türüne dâhil ve bu alanda ülkemizde pek de yerleşik bir okur kitlesi bulunmadığından, türle ilgili birkaç hatırlatmayı ve tavsiyeyi yapmayı da lüzumlu görüyorum. Bu okuyucu kitlesinin azlığında iki etken önemlidir. Birinci ve en önemli faktör, dilimizde bu türde eser veren (elbette bu bilim kurgunun pek çok alt türü için de geçerlidir) kimsenin olmayışıdır –sadece İhsan Oktay Anar’ın “Kitab-ül Hiyel”i ancak türle belirli benzerlikleri yönünden işaret edilebilir. İkinci önemli etken, türün kilometre taşı sayılabilecek eserlerin çoğunun hala tercüme edilmemiş olmasıdır. Türe, barındırdığı teknoloji ve dönemin geleceğe yönelik bakış açısıyla ilham kaynağı olan Jules Verne, H. G. gibi niceleri sayılabilir. Wells ve Mary Shelley’in bilim kurgu eserlerini STEAMPUNK’A elbette Türkçe okuma B R BAKI şansına sahibiz. Aynı şeSteampunk alt türü kilde steampunk alt tügenel kurgu anlamında, rünün modern eserlerialternatif bir tarihi kurnin belki de en çarpıcılagu içerisinde geçen bir rı olan China Miéville bilim kurgu yazınıdır. (özellikle “Perdido DoHer zaman anakronistik kağı İstasyonu”, Yordam bir teknolojiye sahiptir Kitap), Scott Westerfeld ve buharla çalışan, kıs(“Leviathan” serisi, Epsimen nostaljik bir teklon Yayınları) gibi tercüme noloji tutkusunun haedilmiş isimlere de ulaşkim olduğu, bu çerçemamız mümkün (her ne vede yeniden şekillenkadar Paul Di Filippo, dirilen Viktorya döneGordon Dahlquist ve daha Yayl Bacak Jack, mini, bazen Vahşi batıyı pek çok modern yazara ulaMark Hodder, bazense adı konulamamış şamıyor olsak da). BulmacaAlt k rkbe Yay nlar , öykünme bir uygarlığı fon nın en önemli parçası ise ne Çev: Gonca Gülbey, 480s. tutar. Bu fon içerisinde yazık ki okurumuz için kayıp: zaman zaman kasvetli bir yani, alt türün öncül eserleriyle mo- kıyamet sonrası (post-apocalypse) atdern örnekleri arasında kalan, türün ki- mosferinin hâkimiyetine de rastlanır. Ellometre taşları. Örneklemek gerekirse, bette tarihe yönelik bütün bu alternatif yaWilliam Gibson ve Bruce Sterling’in ratım süreci içerisinde, sadece geçmişe ait ortaklaşa kaleme aldıkları “The Diffe- teknoloji ve gelecek hayallerini değil, rence Engine,” K. W. Jeter’den “Morlock aynı zamanda geçmişe ait farklı faktörNight,” James P. Blaylock’dan “Ho- lerin de tekrar kurgunun yüzeyine taşınmunculus” ve “Lord Kelvin’s Machine” dığı, böylelikle metnin altında yeni çar-
ZAMAN PARADOKSU
pışmalara zemin sağladığı da gözlemlenir. Büyünün karşısına teknolojiyi çıkararak yeni bir akılcılığı onamak, aynı şekilde aydınlanmanın var ettiği pek çok fikri, alternatif tarih kurguları içinde yeniden sorgulamak, steampunk alt türünün sıklıkla başvurduğu düğümlerdir. Steampunk için George Mann şöyle der: “Steampunk, hiç var olmamış bir şeyden nostalji zevki almamızı sağlayan, geçmişin keyifli bir fantezisidir. Macera, gösteri, drama, kaçış ve keşfetme için edebi bir oyun bahçesidir. Fakat hepsinden de çok, eğlencelidir!” George Mann’ın altını çizdiği üzere elbette eğlenceli ve nostalji duygularını alevlendiricidir. Ancak modern steampunk türünün pek çok kez gösterdiği üzere aynı zamanda oldukça fazla sosyolojik katmanı da kapsar. Steampunk, bilim kurgu okurunu zaman zaman ikiye bölen bir türdür. Alt türü sevmeyen okuyucu, steampunk yazarlarına çoğunlukla, Jules Verne, H. G. Wells gibi kült yazarların yarattıkları kurgulara karşı okuyucunun sahip olduğu nostaljik duyguları sömürdükleri eleştirisini getirir. Steampunk’ın da bu kült yazarların kurgularından beslendiği ve ilham aldığı doğrudur. Ancak eleştirilerinde anlam veremediğim ve sormak istediğim şey
Alternatif tarihin bilim kurgu çatısında oluşturulmasına yönelik güzel bir örnek olan, Mark Hodder’in yeni tercüme edilen romanında, 19. yy. Londrasının alternatif tarihi, zaman yolculuğunun geçmişte yarattığı tahribatlarla ilgilidir. Ana karakterleri Richard Francis Burton ve İngiliz şair Algernon Swinburne dönemin gerçek kişilikledir. Yine bunun gibi döneme ait Oscar Wilde, Charles Darwin, Florance Nightingale gibi önemli tarihi kişilikler de üçleme boyunca okurun karşısına çıkacaktır; elbette, Hodder’in kurguladığı alternatif gerçeklikte olsalardı hareket edecekleri şekilde. Kurguda, 19. yy. Londra’sı bir yanda her yeri teknolojiyle örmeye gayret eden mühendisler, bir yanda hayvanları genetik olarak başkalaştırarak bedava işgücü yaratma peşindeki öjenistler, bir yanda güzelliği ve yaratıcılığı taban alan bir toplum isteyen özgürlükçüler, bir yanda büyü, uyuşturucu ve anarşi ile insanlığın sınırlarını zorlayan serserilerin arasında, kaos içerisindedir. Francis Burton, gizemli Yaylı Bacak Jack vakasını araştırmak üzere görevlendirilir. Kurguyu ve sürprizlerini fazla açık etmeden, özetle kitap, zaman zaman küfürbaz posta kuşları gibi mizahi öğelerin de okuyucuyu eğlendireceği, steampunk evreninde geçen, zamanda yolculuk kavramına yeni bir bakış sunan bir geçmiş zaman polisiyesidir. Steampunk türüne hem giriş yapmak isteyen, hem de kaliteli bir başka eserini okumak isteyen okur için özellikle tavsiye olunur. Haftaya görüşmek dileğiyle…
10
15 MART 2013 CUMA
Aydınlık KİTAP
Walter Benjamin’in yitik mezarı Taslak Nazilerin eline geçmemeliydi. Fransa/ spanya s n r n geçerken kullan lan Lister Yolu boyunca, a rl alt na ezilirken bile çanta elindeydi. Ne var ki çanta hiçbir zaman bulunamad . Ölüm raporunda üzerinde ç kanlar içinde çantan n varl na ili kin hiçbir bilgi yoktu... Bugs Bunny ve Road Runner’in yaratıcısı Chuck Jones, radyo söyleşilerinden birinde Michael Taussig, 1940 doğumlu Avus- “hayvanları insanlaştırmanın, insanları inturyalı antropolog. Taussig özellikle Karl sanlaştırmaktan daha kolay” olduğunu söyMarx’ın “Meta Fetişizmi” ve Walter Ben- ler. Taussig, kurban edilenin kutsanmasına jamin düşüncesi üzerine araştırmalar yap- ilişkin Kolombiyalı Juan Manuel Echavartı. Berlin Amerikan Akademisi ödülünü ria’nın, ülkesindeki şiddete verdiği tepkinin 2007’de aldı. İnsan bilim üzerine yaptığı bir göstergesi olarak botanik bir örnek olaaraştırmalarının yanı sıra kışkırtıcı etno- rak fotoğrafladığı çiçeklerin gövdelerini, yapgrafik çalışmaları ile sıra dışı bir akade- raklarını insan kemiklerini andırır biçimde misyen olarak biliniyor. Eleştirel teorik ça- insanlaştırmasını, Michael Herr’in Harekât lışmalarında ve Fransız post-yapısalcılık ko- Raporu olarak Türkçeye çevrilebilecek nularında Frankfurt Ekolü’nden etkilen- Dispatches kitabında yer alan “Breathing In miştir. Çalışmalarıyla insanbilim alanında –Nefes-” öyküsünde Vietnam’da düşmavar olan düşünsel yapının kırılmasında, Ba- nının kesik kulaklarından kolye yapan kahtılı kapitalist kültürün egemen bakış açısıyla ramanını gösterir. kabul ettirmeye çalıştığı kültürel Taussig sorunu, “insan analizlerin güvensizliğini ortaya hayatında” ve “insanlık takoymada etkin bir rol üstlendi. rihinde” önem yüklenen New York Times, Taussig’in bazı şeylerin “salt kurallar geleneksel saha araştırmaları tarafından değil, onların dışında araştırmalar yaptığını, çiğnenme” gereksinimlegerçek ve kurguyu, etnografik rinin devinime geçirilmegözlem ve arşiv çalışmaları ile büsi gerekliliğinden oluştuğu tünselleştirerek araştırma kitapbiçimine indirger. larının bile ‘Beatnik’ bir roman Walter Benjamin 26 gibi okunabildiğini yazmaktadır. Eylül 1940’da aşırı dozda Taussig de yazının belli bir düzmorfin alarak intihar etlem üzerinde ilerlemekten çok tiğinde, geride olmayan “raydan çıkması” gerektiğini söybir mezar ve hiç bulunWalter Benjamin’in Mezar , mayan bir çanta için yaler. Kuramsal yazı “dolambaçlı bir Michael Taussig, dünyada” düşüncesel yanlışlar yapyımlanmamış bir kitap tasYap Kredi Yay nlar , tırmaya eğilimlidir. Raydan çıkmak; lağı bıraktı. Toplu eserledüşüncesel yanlışlardan kaçınmak Çev: Burç dem Dinçel, 278 s. rinin Almanca yayımıniçin Taussig’in izlediği bir yöntem dan sorumlu Rolf Tiedeolarak düşünülebilir. mann’a çantasındaki yeni kitap taslağının kendisinden bile değerli olduğunu söyleBATA LLE’N N “ HLAL” mişti. Taslak Nazilerin eline geçmemeliydi. KAVRAMI Fransa/ İspanya sınırını geçerken kullanılan Bilgiye sahip olmak, bilginin efendisi ol- Lister Yolu boyunca, ağırlığı altına ezilirken mak anlamına gelmez. Bilgi Bataille’ye bile çanta elindeydi. Ne var ki çanta hiçbir göre “efendisizliğin efendiliği”dir. Fransız zaman bulunamadı. Ölüm raporunda üzeyazar, sosyolog, filozof ve Taussig’in mes- rinde çıkanlar içinde çantanın varlığına lektaşı olan Georges Bataille, Nietzsche’nin ilişkin hiçbir bilgi yoktu. düşünceleri izlediğinde gider. İyimserliğin Benjamin intiharı yeğlemişti. Tıpkı, Alötesinde kötücülüğü üstlenen bir düşünce manlar Paris’i işgal ettiklerinde Çek romancı geliştiricisi olarak ortaya çıkar. Nietzsche de Ernest Weiss’in odasında zehirleyerek intibilinmeyeni bilinene indirgerken bilinmeyen harı yeğlediği, Alman yazar Irmgard Keüzerinde yeterince düşünmediğimizi söyler. un’un intiharı, Alman oyun yazarı Walter Taussig, “Walter Benjamin’in Mezarı”nda- Hasenclever’in Les Milles Toplama Kamki denemeleri; mimesis ve gizlilik eksenin- pında aşırı dozda Veronal alarak, Karl de, Bataille’nin ‘lanetli pay’ olarak adlan- Einstein’ın İspanya/Fransa sınırında ve Aldırdığı ihlal kavramı eşliğinde yazar. Kitapta man Komünist Partisi Milletvekili Willi yer alan “İhlal” başlıklı deneme Bataille’ın Muenzenberg’in, Grenoble’de bir ağaca bu kavramı üzerinden ödünç alınmış bir baş- kendini astığı gibi… Bunlara Stefan Zweig, lıktır. Bataille’ye göre kurban eden, yok et- Bertolt Brecht gibi başkalarını da eklemek tiği şeyi kutsar. Onu kurban edecek kadar olası. kurban edilene değer bulur. Bunu yaparken tabuyu çiğner, aşılmaması gereken eşiği ge- BENJAM N’ N çer. Kutsal riyadır. Her dinsel ritüel riyakarlık MEZARINDAK G ZEM üzerinedir ve bu bilinir. Çiçeklerin Dili’nde Benjamin sınırdaki Port Bou’da kaldıHALİT PAYZA
Walter Benjamin
ğı Hotel de Francia’da aşırı morfin alarak kendini öldürdü. Birlikte yolculuk yaptıkları Frau Gurland, mezarlıkta ona beş yıllığına bir niş kiraladı. Port Bou Mezarlığına gömüldü. Taussig, Walter Benjamin’in mezarının ardına düşen Hannah Arendt’in, tıpkı efsanevi bavulu gibi mezarını da bulamadığını anlatıyor. Port Bou Mezarlığı’nda Walter Benjamin’e ait olduğu söylenen bir mezar vardır ve okurları dinsel bir ritüele katılır gibi buraya akın akın gelmektedirler ama onlara gösterilen mezarın Benjamin’e ait olduğuna ilişkin hiçbir kayıt yoktur. Hatta mezarlıkta Benjamin’in adı hiçbir yerde yazmıyordur. Muhtemelen niş’in kira süresi dolup, yenilenmeyince kemiklerin topluca gömüldüğü bir toplu mezardadır. Böyle bir toplu mezarı da ben görmüştüm. Üzerinde demirden yapılma bir kapak vardı ve içi yarıya kadar kemik doluydu. Her kent mezarlığında bundan bir tane vardır. Oysa Michael Taussig, “Walter Benjamin’in Me-
zarı”nda başka bir olasılıktan söz eder. Hotel de Francia kayıtlarında ve Benjamin’in ölümü ile ilgili yapılan harcamalarda ismi yer değiştirerek Walter Benjamin, Benjamin Walter olarak geçmektedir. Bu değişime uygun yine sahte bir Katolik olarak, mezarlığın Katoliklere ayrılmış bölümüne gömülmüş olabileceğini ileri sürer Taussig. Taussig büyü kavramı üzerinde dururken klasik anlamda büyünün büyü yapılanın saç ya da tırnağından kesilen parçanın o kişiyi etkilemedeki aracılığından söz ederek, nesneler üzerindeki bu büyünün sözcüklerle de yapılabileceğini söyler. “Yazmak okumaktan geri kalır yanı olmayan bir ritüel eylemdir, dolayısıyla da kelimeler bir anlam zincirinden ziyade, bir varoluş zinciri içinde birleşmiş şeylerin şeylikselliklerine, iç organlara kadar uzanan halkalar halini alabilirler.” Öyleyse şöyle düşünebiliriz; yazı bir büyüdür. Yazar büyücü. Okur büyülenen.
Aydınlık KİTAP
11
“REKİN TEKSOY’UN ANSİKLOPEDİK SİNEMA TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ”
Anıtsal bir sinema yapıtı daha Sinema tarihine k y s ndan kö esinden girmi yüzlerce yap mevi, tarihe çentik atm sinema olaylar, film festivalleri ve tabii her türden ve dilden sinema mecmuas … den kısa bir süre önce yapılan bir söyleşide bunu şöyle açıklamış: “Ansiklope30 Mayıs 2012’de aramızdan ayrılan dik dememin nedeni, bazı maddeler üç başta “İlahi Komedya” ve “Decame- dört sayfa, bazıları ise sözlükte olduğu ron” olmak üzere birçok klasiği dilimi- gibi beş altı satır. Uzun maddeler girinze kazandırmış büyük çevirmen ve usta ce işin içine ansiklopedik bir kimlik kasinema yazarı Rekin Teksoy; sinema zandı.” Bu konuda da deneyimsiz değilyazmaya Yön, Sosyal Adalet ve Ataç gibi di Teksoy; Arkın Sinema Ansiklopedisi, 60’ların önde gelen dergilerinde başlaCumhuriyet Ansiklopedimıştı. Hala bugün bile si, Bilimler Ansiklopedisi, dillerden düşmeyen ve Hayvanlar Ansiklopedisi eksikliğini her daim hisve Sağlık Ansiklopedisi sedeceğimiz Türk Sinegibi ansiklopedilerin yayın matek Derneği’nin yöyönetmenliğini yapmıştı netim kurulunda görev zamanında. yapan Teksoy, bir dönem Gerçekten de bazı başkanlığını da yaptığı maddeler dört-beş satır TÜRSAK’ın (Türkiye Siiken; bazı önemli madnema ve Audiovisuel deler, sözgelimi yeni gerVakfı) kurucuları arasınçekçilik maddesi, nereda yer alıyordu. deyse üç sayfaya yakın Bizim kuşak ise Tekyer kaplıyor sözlükte. soy’u daha çok TRT 2 teleBüyük bir özenle hazırvizyonunda 601 hafta bolandığı o kadar ortada ki yunca yayınlanan “Sineeserin; Teksoy, bütün ma ve Edebiyat” adlı prog- Rekin Teksoy'un Ansiklopedik maddelerin İngilizcenin ramdan tanır. Teksoy’un ha- Sinema Terimleri Sözlü ü, yanı sıra İtalyanca ve FranRekin Teksoy, zırlayıp sunduğu “Sinema ve sızca karşılıklarını da verO lak Yay nc l k, 376 s. Edebiyat”, televizyon tarihimiş. mizin en uzun soluklu kültür Sadece sinema terimleri ve kavramsanat programlarından biri olarak anılır. larından ibaret değil elbette “Rekin Son soluğuna kadar da sinema yaz- Teksoy’un Ansiklopedik Sinema Terimmayı sürdürdü Teksoy; ilerleyen hasta- leri Sözlüğü”: Sinema tarihine kıyısından lığına rağmen, bütün gücünü “Rekin köşesinden girmiş yüzlerce yapımevi, Teksoy’un Ansiklopedik Sinema Terim- tarihe çentik atmış sinema olayları leri Sözlüğü”ne yönlendirmiş, çalışma- (Hollywood On’ları, Bazar de la Charisının son düzeltmelerini hasta yatağında te yangını vb.), geçmişte kullanılmış çeyapmıştı. şitli kamera ve negatif markaları, film fesİşte o “Rekin Teksoy’un Ansiklope- tivalleri ve tabii her türden ve dilden sidik Sinema Terimleri Sözlüğü” de Tek- nema mecmuası… soy’un onursal üyesi olduğu SİYAD’ın Sözün kestirmesi; “Rekin Teksoy’un başkanı Tunca Arslan’ın önsözüyle Oğ- Ansiklopedik Sinema Terimleri Sözlüğü” lak Yayınları’nca yayımlandı. Oğlak Ya- başta iletişim fakültesi öğrencileri olmak yınları dilimizdeki en kapsamlı sinema ki- üzere sinema ile ilgilenen herkesin kütabı olarak tanımlanan “Rekin Tek- tüphanede olması gereken 370 küsur saysoy’un Sinema Tarihi” (2005) ve “Rekin fa muazzam bir çalışma. Tunca ArsTeksoy’un Türk Sineması” başyapıtları- lan’ın önsözde dediği gibi: “Ansiklopenı da yayımlamıştı. dik Sinema Terimleri Sözlüğü’nün ‘başlanmış ama bitirilememiş, yarıda kalmış NEDEN ANS KLOPED K ? kitaplar evreni’nde kaybolup gitmesine Peki, “ansiklopedik sözlük” ne de- izin vermediği için büyük bir teşekkür mek, neden ansiklopedik elimizde tutmuş borçluyuz Rekin Teksoy’a. Bu büyük şöolduğumuz bu sözlük? Teksoy, ölümün- valyeyi saygı ve sevgiyle anıyoruz.” ERCAN DALKILIÇ
12
15 MART 2013 CUMA
Aydınlık KİTAP
AHMET OKTAY:
Amerika’da ne yapılıyorsa bugünkü edebiyat peşinden koşuyor
SEYYİT NEZİR SADIK ALBAYRAK Türk romanında bir paradigma değişikliğinden söz ediyorsunuz. Bu paradigmanın edebiyatımıza getirdiği değişimi nasıl yorumluyorsunuz? Bu benim hoşgörüyle bakamadığım bir değişim. Çünkü Türkiye’deki değer yargısı son 10-20 yılda büyük değişime uğradı. Ölçüler değişti, değer yargıları değişti. Bu süreç kültürel alanı da kuşattı. Kültürü de piyasa koşullarına göre üretilen bir şey haline getirdi. Bu bakımdan bana çok umut var gibi gözükmüyor gelecekte. Türkiye’de, yapıtlar piyasanın ölçütleri göz önüne alınarak üretiliyor daha çok. Mesela bir Orhan Pamuk meselesiyle karşı karşıyayız. Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı ve böylece Türk edebiyatının dış konjonktürde bir müşteri olanağı doğdu gibi gözüküyor. Umarım öyle olur. E tabii dünyada ne olup bitiyor ona bakmak lazım biraz da. Çünkü bugün Türkiye’de üretilen edebiyat tamamen bu dış odaklarda tasarlanan ve Türkiye’ye empoze edilen bir edebiyattır. Romanımıza neler oldu diye sorarken bütün bunları göz önünde bulundurdum ben.
Sizin şöyle bir saptamanız var: Bireyci ideolojiye bağlı bir roman gelişti. ABD kaynaklı emperyal kanon diyorsunuz buna. Bu tanımı açabilir miyiz biraz? Kastettiğim şudur: Dünya kapitalizminin paralelinde düşünülmüş ve oraya göre tezgahlanmış bir edebiyat anlayışı. Eskiden edebiyatımız Türkiye’ye özgü sorunlarla uğraşırdı. Örneğin milli gelir nedir, nasıl dağılır, nasıl paylaşıyoruz gibi sorunlar bizim edebiyatımızın genel ahlakı içinde yer alan sorunlardı. Bugün böyle bir ahlaktan söz etmenin fazla olanağı bulunmuyor bence. Batı’da, özellikle emperyalizmin büyük merkezi olan Amerika’da ne yapılıyorsa onun peşinden koşuyor Türk edebiyatı. Oradaki temalar, oradaki izlekler hemen buraya taşınıyor. Ve bunların gerçek kaynaklarına ulaşmak da her zaman mümkün olmuyor. Böyle olunca da bugün ürettiğimiz edebiyat çeşitli etkilere açık bir edebiyat haline geliyor. Bugün Sait Faik’in yaptığı edebiyatı yapmanın olanağı kalmadı. Hem o edebiyatı yaratan sosyal gerçekler Türkiye’de yürürlükte olmadığı gibi, edebi ölçütler de değişmiş durumda. Biz ne yapıyoruz diye düşünmüyoruz artık, ne yapmamız lazım diye düşünüyoruz. Batı’da ne tezgahlanıyorsa, ne gibi ölçütler
yürürlükteyse Türkiye’de de bunlar ger- madı. Belki artık yavaş yavaş Kafka’yı bilen yazarların sayısı da azalacak. Dostoçekleştirilmeye çalışılıyor. “Lümpen entelijansiya” kavramını yevski için de aynısı. Yani, onların temel kullanıyorsunuz. Burada birikimsiz, hiç- ahlaki ve felsefi sorunlarına bugün edebiyatçılarımızın ilgi duyduğunu söylebir ahlaki değere dayanmayan ve her mek pek doğru olmaz. Amerişeyi kendisiyle başlatan, geçka’da üretilen bir kültür biçimişe bir saygısı ve sevgimine yakın buluyoruz kensi olmayan ve medya Türkiye’de dimizi ve o tür işler yapkanallarında karşıüretilen edebiyat maya özen gösteriyoruz. mıza çıkıp bize bir d bu en tamam Bu tabii iyi bir gidişat kanaat önderiyve tasarlanan rda kla oda değil. Çünkü hem kenmiş gibi düşünceTürkiye’ye empoze edilen di sesimizi kaybediyolerimizi, kavrambir edebiyatt r. ruz, hem de insani orlarımızı tarif ettaklığı olan öznenin dımeye çalışan bir Roman m za neler oldu şında kalıyoruz. Yani, ün kesim yani. Kim büt diye sorarken insanlığın ne yaptığı soüretiyor bu kültürü, bunlar göz önünde rusu bizim çok ilgimizi kim yaratıyor bu robulundurdum çekmiyor artık. Sait Faik manları? ben. olsun, Kafka olsun, DostoKEND SES N yevski olsun, bütün edebiyatlarını KAYBEDEN EDEB YAT insan meselesi üzerine kurmuş kişilerdir. Bu sözünü ettiğiniz baskınlaşan edeBu kavramı kullanırken ve kullanmaya cesaret ederken amacım şuydu: Burada, biyat toplumsal bağlarından kopmuş bizde yerli olarak ürettiğimiz düşünce bi- bir edebiyat. Hatta diyorsunuz ki; “Türçimlerinin hepsinin dışarıdan aktarma ol- kiye’de romanın sessizleştiğini ve medduğunu söylemek ve o özelliğine dikkat yanın giderek empoze edilen hedonist çekmek istiyordum. Mesela Kafka’ya kültüre eklemlendiğini söylemek ve bu özenen yok, Sait’e özenen olmadığı gibi. tavrı eleştirmek niçin anti-estetik sayıKafka’yı örnek alan yazarımız da çok kal- lıyor, anlamak zordur,” diyorsunuz. Çün-
Foto raflar : Kadir ncesu
Temel ahlaki ve felsefi sorunlar na bugün edebiyatç lar m z n ilgi duydu unu söylemek pek do ru olmaz. Amerika’da üretilen bir kültür biçimine yak n buluyoruz kendimizi ve o tür i ler yapmaya özen gösteriyoruz. Bu tabii iyi bir gidi at de il. Çünkü hem kendi sesimizi kaybediyoruz, hem de insani ortakl olan öznenin d nda kal yoruz
Aydınlık KİTAP
taya kadar gerçekleştirmiş olabilirsiniz ama işlevsel olarak yaptığınız iş her zaman hedefine varmaz. Bugün bunu yaşıyoruz Türkiye’de. Bakın ortadaki romancılara, bestseller sıfatını kazanmış yazarlara bakın, hepsi bu çerçeve içinde üretiyorlar. Elif Şafak diye bir yazarımız var, oturuyor, konjonktüre bakıyor Amerika’da ne iyi gidiyor, Ermeni meselesi, hem Türkleri hem Ermenileri hem de Amerika’da yerleşik olan Ermenileri ilgilendiren bir pazar var ortada. O zaman oturuyor romancı da, Ermeni sorunsalını merkeze oturtan bir roman yazıyor. Doğal olarak satış unsuru artıyor, ivme kazanıyor eser. Ama ortaya da çok başarılı bir şey çıktığı görülmüyor nedense! Sizin çalışmalarınızda tartışılan sorunlardan biri olarak şunu da görüyoruz: Bütün bu emperyal kanonun ortaya çıkardığı ürünler içinde aslında toplumun temel ilişkilerini, değerlerini ve ideolojisini belirleyen sınıf ilişkileri kayboluyor.
POL T KAYI YOK SAYARAK EDEB YET YAPILAMAZ
kü bu tavra yönelik söylemler yer bulamıyor kendine… Bir edebiyat yalnız şöhret etrafında kurulmaz. Ama yalnız şöhret etrafında bir edebiyat kurmaya özel bir çaba gösterdiğiniz zaman, belirli bir işi belirli bir nok-
Bütün dünyada, sadece Türkiye’de değil, edebiyatın siyasetle olan ilişkileri hemen hemen kesilmiş durumda. Ama bu tabii ki son derece yanlış. Yani, politik bakışı olmayan bir insanın dünyayı kavramasına da fazla olanak yok gibi geliyor bana. Politik görüş bizim dünyada ne olup bittiğini anlamamızı sağlayabilir. Eğer politikayı yok sayarsak bir şey yapma olanağı yoktur. Birtakım eleştirmenlerimiz yazarın bağımsızlığından söz ediyor ve düşüncelerini eserine karıştırmaması gerektiğini söylüyorlar. Bence politik görüşü olmayan bir insanın dünyada kendini bir yere oturtmasına olanak yoktur. Politik bir yer belirlemeyen, öyle bir yer seçmeye çalışmayan bir insan bence kusurlu bir insandır. Kitaplarınızda geleneğin ve geçmişin, bugünü ve geleceği nasıl biçimlendire-
15 MART 2013 CUMA
13
ceğine dair ilginç saptamalarınız var… Bu gelenek, geçmiş meselesi son derece önemli sorunları içeriyor. Bir edebiyatçının yakinen takip etmesi gereken bir yığın düşünce üretilmiş bu konuda. Marx var, Walter Benjamin var bu geçmiş meselesi üzerine düşünmüş. Bunlardan biri olmayı başardım ya da başaramadım ayrı mesele, bunu takdir edecek durumda değilim. Okur karar verecektir. Ama bu meseleler önemlidir. Gelenek nasıl oluşuyor, bu geleneğin içinde ne kadar çaba harcayarak yer alabiliriz ya da ne tarafında durabiliriz bu geleneğin gibi sorular. Aslında bunlar kurgusal sorunlardır. Bu sorunlarla ilgilenen yazarlarımızın sayısının da çok fazla olduğunu söyleyemeyiz. Tanpınar bunlardan biridir. Kurtuluş meselesi olan bir şairsiniz, aynı zamanda düşünce adamısınız. Ernst Bloch’un “Umut İlkesi”ni de önemsiyorsunuz. Bizde kurtuluş imgesinin veya bilincinin oluşmasında şairlerin kurtuluş geleneğine verdikleri önemi, şiir geleneği içindeki yerlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kurtuluş meselesi önemli bir sorun. Nereden kurtulacağız? Nasıl kurtulacağız? Sadece kurtulmayı arzulamak yeter mi yetmez mi? Bunlar başlı başına ele alınması gereken konular. Türkiye’de kurtuluş meselesini her şair kendisine göre şekillendiriyor kafasında. Ve her şair kendisine göre bir çözüm bulmaya çalışmıştır. Ama bu çözümlerin hangisi makbuldür, hangisi değildir, bunları değerlendirmek için de bir şairin şair kimliğini biraz aşması gerektiğini düşünüyorum. Doğru bir politik tavır alış bunların başında gelir. Ama diyeceksiniz ki doğru bir politik tavır alış nedir? Bu da ayrı bir alan açar bize. Yani, şunu söylemek istiyorum: Önünde sonunda şair dediğiniz adam, dünyanın, tümüyle kendisini ilgilendirdiği bir adamdır. Sadece şiir yazmakla şair olunmuyor.
14
Aydınlık KİTAP
15 MART 2013 CUMA
Çağımızın klasiği, ölümle baş başa Peter Nadas
DAĞHAN DÖNMEZ daghan_donmez@mynet.com Çehov, “bakılan her şey yazmaya konu olabilir” der. Hayatın her anında bizimle beraber yürüyen, baktığımız her şeyde görebileceğimiz duyarlıkları, halleri, insani durumları yazıya konu ediyor Peter Nadas. Gel gelelim, görünenin ötesinde bir algı geliştirerek başarıyor bunu. Kimi zaman, “Tanrı anlatıcı” kimliğiyle dışarıdan bir göz olmayı yeğliyor; kimi zaman yaşamın merkezine koyuyor kalem oynatıcıyı. Hikayenin karakterine dönüşüyor. Farklı dönemlerde yazılan dört öykünün bir araya getirilmesiyle kitaplaşan “Ölümle Baş Başa” Nadas’ın yazım tekniği açısından; hikayenin içine girmeyi tercih ettiği ve bir çocuğun bedeninden yaşam serüveninin izlerini sürdüğü bir öyküyle başlıyor. “Kutsal Kitap” adlı öyküde, John Locke’un “hiçbir ilke doğuştan var olamaz” sözlerinin epigraf olarak kullanımı tesadüf değil. Kalabalık sayılabilecek bir ailenin içerisinde, sahte bir ilgiyle kendine terkedilmiş çocuğun, hayata dair gerçekleri yine kendi sezgileriyle çözümleyişini konu ediyor “Kutsal Kitap”. İç dünyasındaki korkuların, soyutluktan kurtulup; nasıl hakiki endişelere dönüştüğü, okuyucuya betimlenmiyor; yazarın ustalığıyla adeta duyumsatılıyor. “Banyoya gittim. İçimde korku yoktu. Şimdi insanları bütün çıplaklıklarıyla görüyordum. Onları anlamıştım artık. Ben onlardan sadece konuştukları vakit, anlamı ancak sözcüklerin ardında bulabil-
diğim vakit korkuyordum.” (s.64) Nadas’ın “Bahçıvan” öyküsünde, bu defa üçüncü gözün diliyle, bir çocuğun psikolojisi izleniyor. İzlemek abartılı bir deyim olmasa gerek! Zira, aynı zamanda bir fotoğraf sanatçısı olan Nadas, kare kare döküyor, yaşamın gizil detaylarını…
HAYATI ANLAMA ÇABASI İnsani tavır ve koşulların etkisindeki bir çocuk değil bu kez bahis konusu olan. Birebir doğa çatallaştırıyor; çocuğun hayat çizgisini. Annesinin ölümü sonrasında, babasıyla yaşamaya başlayan çocuğun, trajik bir suskunlukla her şeyin eski haline dönmesini bekleyişi; buna karşın gittikçe daha da kötüleşen bir hayatı anlama çabasını konu ediyor “Bahçıvan”. Tıpkı yazarın, 2003 yılında adına konan edebiyat ödülünü kazandığı Kafka’nın “Aforizmalar” adıyla dilimize çevrilen kitabında söylediği gibi: “Belirli bir noktadan sonra artık geriye dönüş yoktur. İşte bu noktaya erişmek gerekir.” (Franz Kafka, Aforizmalar, İş Bankası Yayınları, s.5) Kafka için gereklilik olan hal, öyküdeki çocuk için acı bir suskunluktan başka anlam ifade etmiyor. Babasının öfkesi kabardıkça, çocuğun suskunluğu derinleşiyor. Susku, Nadas’ta hep duyulmayan bir çığlığı karşılıyor. “Çocuk adama baktı. Şimdi ağlaması gerektiğini biliyordu, ama ne kadar uğraşsa da gözlerine yaş gelmedi. Oysa elini birazcık kestiği zamanlar bile ne kadar kolay ağlardı. Babası çocuğun kıpırtısız yüzüne, Maria’nın gözlerini anımsatan üzgün mavi
gözlerine giderek artan bir düşmanlıkla bakmaya başladı, yine bir acı yükseldi içinden. Biraz sonra, -Bunu nasıl anlayabilsin ki- diye geçirdi aklından, buna rağmen oğluna bakmak istemedi.” (s.79) Bu dokunaklı satırları okurken, farkında olmaksızın Seyyidhan Kömürcü’nün “Sinem” şiirindeki o dize dilime dolanıyor: “bütün evlerin en mükemmel hatasıdır baba”…
okur: “Bulanık gözlerine merakla baktım, evet iyi görünüyordum, bedenin korkusuydu bu, benim korkum değil, ruhun değil, öyleyse bu ölüm korkusu. Demek ki şimdi ruhumun özellikleri arasındaki farkı görebileceğim.” (s.157) Nadas’ın öykülerinde, bu vurgu yapılmasa da; bireyi hissizleştiren kapitalist hayat Ölümle Ba Ba a, ve ahlakın, esasında hepimizin Peter Nadas, karşılaşabileceği, sıradan yaCan Yay nlar , şamlara özgü olaylarla nasıl da ÖLÜM YOLCULU U Çev: Gün Benderli, 200 s. çözülebileceğinin, tabir yerinKitaba adını veren son öykünün, yayı- deyse takkesinin düşeceğinin tarifi yapılıyor. nevinin tanıtım yazısında “Kendisi de yaşa- “Yetiştirilirken aldığım terbiyenin yaşamda mın kıyısından dönmüş, ölümün soluğunu en- nasıl iflas ettiğini görmenin buz gibi soğuksesinde hissetmiş, hatta -Ölümle Baş Başa- luğunda kıpırdamadan oturdum.” (s.161) Bu kitabı okuduğumda, geçenlerde izda yaşadıklarını öyküleştirmiştir” denilerek, gerçek hayata dair bir muhteva taşıdı- lediğim ve bende aynı kaygıları uyandıran ğından dem vuruluyor. Yazar metin boyun- Haneke’nin “Aşk” filmiyle bir bağ kuruluca, okuru bir “ölüm yolculuğuna” çıkarıyor. verdi zihnimde. Ortak yanlar keşfettim. Benzersiz tasvirler, sezgisel bir anlatım, çok Yine kendi açımdan bir başka deneyim, Naboyutlu bir kavrayış ve okuru hayrete düşü- das’ın metnindeki ölüm ve can çekişme ren, “bunu yazabilmek için ölmüş olmak la- anının anlatımıyla; kütüphanemdeki 1765 yızım” dedirten bir duyarlık... Sanırım bu lında yazılan Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın güne kadar okuduğum metinler arasında, “Marifetname”sinde ölümü anlatış biçimi beni en çok etkileyenlerden biri “Ölümle Baş arasındaki benzerlik oldu. Hoştu! Can Yayınları’nı, bu değerli yazarın kiBaşa” idi desem; yanlış olmaz. Zaman zaman, olay örgüsünün dışına çıkan sorgulayıcı tabını dilimize kazandırdığı için kutlamak gecümleler ve hatta yazarın içsel felsefi tartış- rek… Romanlarının çevrilmesini de kendi maları, yazım türü açısından sakil gözükebilse adıma sabırsızlıkla bekliyorum. Çünkü kitap, karanlığa gönderilmiş de; öykü, okuru için sıra dışı bir deneyimi vaat ediyor. Yalnızca bir parmak bal, saygıdeğer mektuptur…
Aydınlık KİTAP
15 MART 2013 CUMA
15
Bir aşk insanı dönüştürür, bir de ölüm “Kitab n ‘atmosfer yaratmak’ diye tarif edebilece im alan na daha fazla yo unla maya çal t m. Roman n farkl bölümleri ve cümlelerinin sadece bulunduklar ân ya da sayfay de il, tüm hikâyeyi etkilemesine, bir cümlenin okuru onlarca sayfa sonra gelen bir âna haz rlamas na özen gösterdim” sözlerin ikisi birden doğru olabilir. İnsanın sürekli yaşadığı an’ı özelleş“Karışık Kaset” uzun zamandır oku- tirme çabası ve bunun için de özellikle müduğum en keyifli roman oldu. Kendimle zikten yardım alması var kitapta. Yaşayüzleştirmek, geçmişe gitmek, aşkı, haya- dığımız anları özel ve anlamlı kılacak en tı bir daha anlamak bir yana birbirinden gü- önemli şey müzik midir sizce? Müzik bu araçlardan biri ve bir sinezel şarkıları yeniden hatırlattı. Her şarkıda “Aa evet bir de bu vardı, ne çok sever- masever olarak itiraf etmem gerekir ki, en dim,” dedim. Uygar Şirin’in, Sezen Aksu güçlüsü. Hayatımızdaki pek çok anıyı şarTürkiye’nin soundtrackidir demesi gibi kılara iliştirilmiş olarak taşıyoruz aslında. benim gündelik hayatımın fon müziği de bir Duyduğumuz eski bir şarkı, eşlik ettiği anısüre romanın kahramanı Ulaş’ın listesin- ları da getiriyor beraberinde. Biraz silik de olsa, o an hissettiğimiz duyguları da. Hatdeki şarkılar oldu. Uygar Şirin’le aşkı, müziği, hayatı, ki- ta bazen olayın kendisi değil, sadece duytabını, nelerden beslendiğini, popüler kül- gusu hatırlanıyor. Şarkılar bir kukla ustatürü kısa bir Türkiye tarihi içinden ko- sı gibi idare edebiliyorlar bizi. Müzik bir sığınak mıdır peki? nuştuk. Pek çok şey olduğu gibi sığınaktır da. Kitap boyunca adeta bizimle beraber yaşayan bir aşk var. Benim en çok etki- Ceylan Ertem birkaç hafta önce bununla lendiğim bölümlerden birisi “Beş yaşım- ilgili güzel bir şey yazmıştı. Şarkılardan “terdan beri herhangi birine aşık olmadığım cüman, derman ve bıçak” diye bahsediherhangi bir gün geçirmedim. Birkaç gün yordu. Romanda da Ulaş’ın buna benzer vardır tabii ama sekiz yılda birkaç gün kai- bir lafı var. Şarkılar tercümandır, yani sizin deyi bozmaz. Onlar dışındaki her gün, her duygularınızı sizden iyi anlatırlar. Deran birine aşıktım” diye başlayan bir pa- mandır, sizi iyileştirirler. Bazen de bıçak olur, yarayı derinleştirirler. ragraf mesela. Ben nerede ise her Aşk bir istidat meselesi sayfada Ulaş ile İrem’i midir sizce? Aşk bir hayata bagözümde canlandırdım kış meselesidir ve kitabınızda ve seyrettim. Ulaş’ın Debizi asıl saran alt metin bu mu? liveren’i almak için koşKonu aşk olunca, madalması, beraber oturup yonun iki yüzü var. Aşk bir takulaklıkları takması, raftan, ölümle birlikte, insanı babasının onları eve çadeğiştirmeye muktedir iki kuvğırması vs. Bu kadar an vetten biri. Diğer yandan, zaan yaşatmanızı sineyıflıklarımızın ve arızalarımızın ma alanındaki birikikendilerini en çıplak ve şiddetminize mi borçluyuz? li şekilde gösterdiği alan. Yani, Teşekkür ederim... “aşk nedir?” sorusunun kişiye ve Senaristlik ve sinema zamana göre değişen yüzlerce yazarlığının etkisi var cevabı var. Bununla birlikte, deKarışık Kaset, mı bilmiyorum. Sonuçta ğişmeyen bir gerçek de var: Aşk Uygar Şirin, okurun o anları, içerdikbizi bize gösterir. Tanımadığımız Kırmızı Kedi Yayınevi, 292s. leri tüm duygularla birkendimizi aşkın içinde tanıma şansına (ya da talihsizliğine) sahibiz. likte hissetmesi, o anlar içinde derinleşmesi, Tabii, bakmayı ve görmeyi bilirsek. Yok yoğunlaşması bir romanın olmazsa olmaeğer aşkın çeşitli aşamalarında hisset- zı. Burada ayrıntısına girmek zor ama tiklerimize ve yaptıklarımıza “Bu aslın- “Karışık Kaset”te romanın “atmosfer yada hiç ben değilim”, “İçimden sanki ratmak” diye tarif edebileceğim alanına başka biri çıktı” deyip geçersek işimiz zor. daha fazla yoğunlaşmaya çalıştım. RomaÇünkü içimizden çıkan başka biri değil, nın farklı bölümleri ve cümlelerinin sadebizim başka tarafımızdır. Dolayısıyla, ce bulundukları ânı ya da sayfayı değil, tüm romanın kahramanı Ulaş’ın alıntıladığı- hikayeyi etkilemesine, bir cümlenin okuru nız cümlesine bakıp “Ne kadar duygusal onlarca sayfa sonra gelen bir âna hazırlave romantik bir çocuk” da diyebiliriz, “Ne masına özen gösterdim. Umarım okurken kadar zayıf ve belli ki yalnız kalmaktan hissettiklerinizin sebebi budur. çok korkuyor” da diyebiliriz. Üstelik bu Peki “Karışık Kaset”i film olarak izLEYLA GÜÇLÜ
Uygar irin
leyebilecek miyiz? “Karışık Kaset”in sinemaya uyarlanmasıyla ilgili bazı girişimler var. Ancak sinema çok fazla kişinin katılımını ve onayını gerektiren, üstelik çok pahalı bir iş. Tüm bu süreçleri atlatırsak belki Ulaş ve İrem’i perdede de izleriz. Kitapta aile içi ilişkilere dair de çok güçlü çözümlemeler var. Her şeyi anlatan ve anlayış göstermemizi sağlayan bir kurgu var kitap boyunca. Bunun için de ayrıca bir araştırma ya da çalışma yaptınız mı yoksa gözlemleriniz ve kişisel yaşanmışlıklarınız mı sizi besledi? Aile ve çocukluk benim her zaman üzerine düşündüğüm, adeta takıntı haline getirdiğim konular. Aile ve çocukluk deyince hayat boyu okusanız tüketemeyeceğiniz bir derya var, çünkü, malum, psikoloji denen koca bir sosyal bilim dalı temelde bu kavramlar üzerine kurulu. Psikoloji ve psikanalizle ilgili kitaplar, makaleler okuyorum yıllardır. Onların katkısı olmuştur mutlaka... “Her şeye anlayış gösterilmesi” romanda özellikle amaçladığım bir şey değildi. Fakat benim hayata bakışımın önemli parçalarından olduğu için anlattığım hikâyeye de sızmıştır. Ben buna “anlayış göstermek” değil de “anlamak” demeyi tercih ederim. Anlamak önemli, hatta şart, ama anlamak illa ki anlayış göstermeyi gerektirmiyor. Bir yazarın ise ka-
rakterlerini anlamadan, onların yaptığı en “korkunç” şeyleri bile neden yaptıklarını bilmeden yazması zaten imkansız. Kitapla birlikte yaklaşık otuz yıllık bir memleket tarihi de geçiyor önümüzden. Sizce müzik hem siyaseten hem de sosylojik olarak baktığımızda değişikliklerin sonucu mudur yoksa bizzat toplumu değiştiren bir unsur mudur? Popüler müzik, tıpkı popüler sinema gibi, özünde muhafazakar bir şey. Burada muhafazakar sözcüğünü bir ideolojiden çok, bir tavrı anlatmak için kullanıyorum. Popüler olan, dünyayı değiştirmeye çalışmaz, dünyanın nerede olduğuna bakar, ona denk düşen işi üretmeye çalışır. Aksi takdirde nasıl popüler olacaksınız? Ama bu sistemin kendi içinde taşıdığı bir potansiyel var. Nadiren de olsa biri çıkar gelir, örneğin Moğollar, Tülay German, Sezen Aksu ya da Mazhar-Fuat-Özkan, öyle bir şey yapar ki o devasa nehre yeni bir yatak açar, yeni bir yol çizer ve herkes o yoldan gitmeye başlar. Böyle insanlar müziği ve onun üzerinden belki toplumu da değiştirebilirler. Onlar kuralın istisnalarıdır ama kurala da ancak bu istisnalar sayesinde katlanılır. Pop müzik hayatımızın her yerinde olmasına rağmen garip bir reddiye de çıkıyor zaman zaman karşımıza. Pek çok insan pek çok şarkıyı ezbere bilse de dinlemiyorum diyen çoktur. Bunun nedeni nedir sizce? Bu insanların sayısı çok mu, bilmiyorum. Ama böyle bir durum varsa, herhalde artık klişe bir espri halini alan “Bizim evde hep National Geographic açık” meselesiyle alakalıdır. Popüler olan şeylerin aynı zamanda sıradan olduğuna dair bir inanç var ve doğrusu, haksız bir yargı da değil. Ancak bu bilgiye rağmen siz popüler olanı seyrediyor ya da dinliyor ve bunu gizliyorsanız, tuhaflık işte orada başlıyor. Bu kendini inkârdan başka bir şey değil... Son 20 yılda popüler kültüre bakışla ilgili yaşanan değişimlerin olumlu yanı bu konuda daha açık nesillerin gelmiş olması. Yine müzikten örnek verelim, beğenirsiniz beğenmezsiniz ama yaptıkları müziğin “kaliteli” olduğu tartışma götürmeyecek çeşitli isimler, Replikas’tan Mabel Matiz’e, Ceylan Ertem’den Göksel’e pek çok müzisyeni kastediyorum, arabeskin, Anadolu Pop’un ya da Yeşilçam filmleri ve müziklerinin onları nasıl etkilediğini her fırsatta dile getiriyorlar ve bu etki yaptıkları müzikte de net bir şekilde görülüyor.
16
15 MART 2013 CUMA
Aydınlık KİTAP
Çağın büyük tabusu: Haz nsan do as n n bencil, ç karc , rekabetçi oldu u yönündeki kapitalist dogmaya kar Bloom daha sa l kl bir tart ma yürütmekte kararl . nsan n kapitalist üretim ili kileri sonucunda kazand tutum ve davran lar geçmi e atfetme al kanl na kar duran Bloom, biyolojik evrimle kültürel evrim aras nda bir ayr m yapmaya çal yor CENK ÖZDAĞ ozdagcenk@hotmail.com “Zevkler ve renkler tartışılmaz” sözü çağımızın belki de en yaygın klişesidir. Kapitalizmin ruhuna bu denli uygun bir söz bulmak herhalde mümkün değildir (“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” hariç). İnsanlar arasındaki eşitsizliğin bir kader olduğu, tercihlerin dokunulmaz olduğu ve insanların ortaklaşamayacakları yönündeki kapitalist dogmaları destekler bu söz. Fakat, 20. yüzyılın sonlarından itibaren haz, mutluluk, sevgi gibi kavramları evrimsel yaklaşım, gelişim psikolojisi, bilişsel bilimler ve antropoloji gibi alanlar şaşılası derecede nesnel bir biçimde ele almakta. Dolayısıyla, sözün örtük olarak savunduğu öznelcilik ve bilimin bu öznel alana giremeyeceği düşüncesi söz konusu dallarda uğraş verenlerce çürütülmektedir. Kapitalizmin insan zihnindeki geçit vermeyen kalesi olan “öznellik” bilimin tezgahına yatırıldığından beri can çekişmekte. Esasında, bunun en büyük nedeni kapitalizmin “tüketiciler”in zihnine girme çabasıdır. Gerçekliği tüm öğeleriyle piyasayla bütünleştirme girişimi ister istemez kapitalist tabuları da masaya yatırmakla sonuçlanıyor.
HAZZIN ANATOM S Diseksiyona yatırılmış bir kadavra gibi parça pinçik edilen insanın, kapitalizmin gözündeki son değerli öğesi haz da bilimin dikkatinden kaçamıyor. Kapitalist dogmalara saplanmamış bilim insanları bu konuda da bilim ahlakına uygun olarak çalışmalarını sürdürüyorlar. Bu çalışmaların birçoğu halka ulaşmıyor. Ancak elimizde bir çalışma var ki tam da bu amaçla, halka ulaştırmak amacıyla, kaleme alınmış: Yale Üniversitesi’nin ünlü psikoloğu Paul Bloom’un “How Pleasure Works” adlı eseri Ahmet Birsen tarafından çevrilerek “Hazzın Bilimi” adıyla Alfa Yayınları tarafından 2012'nin Ocak ayında yayımlandı. Hukuku ve uygulamalı etiği meşgul eden sorunları ele alırken çoğumuz ister istemez hümanist varsayımlara saplanıp kalırız. Bu varsayımların dayanakları konusunda elimizde bir araç olmadığından tartışmalar genellikle sığlaşır ve çözümsüz bir mecraya taşınır. Tam da bu
Paul Bloom
noktada, Bloom, ahlak öncesi (dolayısıyla kültür öncesi) eğilimler i m i z e odaklanarak varsayımlarımızın altında yatan evrimsel nedenlere açıklık geHazzın Bilimi, tirmeye çalıPaul Bloom, şıyor. Haz Alfa Yayıncılık, hesaplamasıÇev: Ahmet Birsen, 320 s. na dayanan liberal (yararcı) etiğin muğlak bıraktığı haz kavramını ve hazzın çeşitliliğinin ardındaki biyolojik hazzın bir incelemesini sunuyor.
KÜLTÜREL VE B YOLOJ K EVR M AYRIMI İnsan doğasının bencil, çıkarcı, rekabetçi olduğu yönündeki kapitalist dogmaya karşı Bloom daha sağlıklı bir tartışma yürütmekte kararlı. İnsanın kapitalist üretim ilişkileri sonucunda kazandığı tutum ve davranışları geçmişe atfetme alışkanlığına karşı duran
Bloom, biyolojik evrimle kültürel evrim düşmemesi ayrıca hakkı teslim edilecek arasında bir ayrım yapmaya çalışıyor. Anbir tutum. Değer yarcak, bunu yaparken kullandığı dil kimi gılarını biyolojik zaman bu çabanın önünde bir engel gereksinimDiseksiyona oluşturabiliyor. Söz gelimi, insanlaler çerçeyat r lm bir kadavra rın özcü doğduğu yönündeki idvesinde gibi parça pinçik edilen diasını destekleyen deney ve gözgirdiğiinsan n, kapitalizmin lemleri sıralarken esasında bim i z gözündeki son de erli ö esi lişsel bir tavra işaret ederken, kültühaz da bilimin dikkatinden “özcü” terimini kullanmasıyla r e l kültürel evrimin bir sonucu olan ilişkikaçam yor. Kapitalist dogmala ra l e r d e özcü düşüncesini çağrıştırmış saplanmam bilim insanlar bu oluyor. edindikonuda da bilim ahlak na ğ imizi uygun olarak çal malar n HAZZIN B L M NE vurgulasürdürüyorlar. ARAÇSAL YAKLA IM yan yazar, bu konuda Bloom kapitalist çağın hazza ilişkin birçok örnekle bilgiyi nasıl ele aldığını tüketimi arttıran okuyucuyu daha derin“dâhiyane” buluşları ve pazarlama stratejilerini örnekleyerek anlatıyor. Öte likli düşünmeye itiyor. Değer yargılarıyandan, çoğumuzun parayla girilen iliş- nı kazanan kültürel insanın (hayvansalkiyi ne ölçüde tiksindirici bulduğumuzu lığı aşmış olan toplumsal insanın) özcü yaklaşımını masaya yatırmakla kalmıyor, gözler önüne seriyor. Kadın erkek ilişkilerindeki çapraşık özcü yaklaşımın ürettiği safsataları sıradurumları değer yargılarımızın berisin- lıyor ve bunların temelinde yatan gerçek de kalarak bilimsel bir bakış açısıyla ele ilişkileri açıklamaya girişiyor. Yazarın gealmaya çalışan Bloom, insani cinselliğin tirdiği açıklamalar, bilişsel bilimlerin, evbu değer yargılarımızla birlikte nasıl şe- rimsel psikolojinin ve antropolojinin çakillendiğini ve bilhassa değer yargıları- lışma alanına girdiğinden psikolojiyle çermızın hazza dayanan edimlerimiz sonu- çevelenemeyecek uçsuz bucaksız bir cu nasıl belirlendiğini açıklamaya yöne- alanı kaplıyor. Salt bu nedenle bile olsa liyor. Burada tüm değer yargılarını bi- ciddi bir biçimde tartışılmayı ve sınanyolojik temellere indirgeme hatasına mayı bekliyor.
Aydınlık KİTAP
17
AYLA KUTLU ROMANLARINDA
Kendine tutsak kadınlar Kutlu’nun kulland yaz nsal yöntem, duygusal kad n/erkek ili kilerini anlatmaktan çok toplumsal geli me içerisindeki kad n/erkek ili kilerini tarihsel geli imi içerisine oturtmakt r. ALİ AYAZ Ayla Kutlu… Antakya’da Saray Caddesi’nde, Ortodoks Kilisesinin avlusunun arka kapısından çıkılan sokağın başındaki evde doğmuştur. Ev kiliseye aittir. Bu evin ikinci katı Kutlu ailesince kiralanmıştır. Babası Selahattin Bey resim yapan, keman çalan, şiir yazan cumhuriyetin ilk kuşak öğretmenlerindendir. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, İçişleri Bakanlığı bursu ile okur. Okul bitince zorunlu hizmetini aynı bakanlığın personel ve eğitim dairelerinde yapar. 1976’da Bülent Ecevit’in kurucusu olduğu Özgür İnsan Dergisi’nde Aygen Berel adıyla kitap tanıtım yazıları ve öyküler yazar. Üç yıl sonra 1979’da Demokrat Parti dönemini anlattığı ilk romanı “Kaçış” yayımlanır.
SAH C EDEB YAT KARAKTERLER 1980’li yıllarda artık Ayla Kut- Ayla Kutlu lu edebiyat gündemine ağırlığını iyice koymuştur: Islak Güneş, Tutsaklar, Hoşçakal Umut, Hüsnüyusuf Güzellemesi, Kadın Destanı, Emir Beyin Kızları… gibi roman ve öykü kitapları birbiri ardınca gelir. Yanı sıra çocuklar için de kitaplar yayımlamayı sürdürür. Ama özellikle “Cadı Ağacı”, “Bir Göçmen Kuştu O”, “Sen de Gitme Triyandafilis”, “Mekruh Kadınlar Mezarlığı” yapıtları büyük yankılar yapar. Kutlu, tarihsel gerçekliği fon olarak kullanarak ve ama derinlemesine bir bilgi ve en az onun kadar yetkin bir edebiyat düzeyinden var eder romanlarını.
BA ARILI B R KURGU Ç N Kutlu’nun romanlarındaki kurgu, sağlam bir yapı üzerinde yükselir. Ona göre kurgu neden sonuç ilişkilerini bütünüyle ortaya koymalıdır. Başarılı bir kurgu için yanıtlanmamış hiçbir soru kalmamalıdır geriye. Okur kitabı bitirdiğinde bütün yanıtları ve ilişkileri tutarlı bir
bütünlük içinde bulmalı, kitabı doymuşluk ve karşılığını almışlık duygusu ile kapatmalıdır. Romanda kalıcılığın, direncin formülü de budur. Kurguya ilişkin bu yapı sağlam çatılmazsa, yapıt bir biçimde bir yerlerden sarkacak, mantık bütünselliği bozulacak, kendi üstüne çökecektir. O bir romanı yazarken ‘roman yazacağım’ diye başlamaz. Giderek konunun da sanıldığı kadar önemi olmayabilir. Okurun romandan algıladıkları düzeyi ve alması gerekenleri yazar belirlemeli ve algılatmak istediğini algılayacağı bir biçimde okura sunmalıdır. İyi roman bunu gerçekleştirebilen romandır. Kutlu’nun bunu örneklemesi için “Kadın Destanı”nı yazması gerekecektir. Kitap yazılırken gerekli ön çalışmalar, kahramanlar, olaylar, olayların geçeceği mekânlar hazır olmasına karşın, kitap defalarca yazılır ancak yine de istenildiği gibi olmaz. Dil bütün bunların üzerine oturtulamamıştır. Çağdaş bir destan için, arkaik ve eskicil destanlar bilinmelidir. Eskicil destanların mantığı kavranmalı, çağdaş bir destan da bu yapı üzerinde yeniden oluşturulmalı ve ilişki korunmalıdır ki, bu ilişkinin korunamaması yüreğe batan diken gibidir. “Başarırsanız diken erir, başaramazsanız… Dikenle yaşamayı” öğrenmeniz gerekecektir. Ayla Kutlu’nun romanları kadın duyarlılığından öte kadınların var oluş boyutları üzerinedir. Ancak Kutlu’nun kadınları anlatırken kullandığı yazınsal yöntem, duygusal kadın/erkek ilişkilerini anlatmaktan çok tarihsel gelişimi içerisindeki kadın/erkek ilişkilerini toplumsal yerine oturtmaktır. Kutlu kadın sorunlarını yazan yazar nitelendirmesini kabul etmez. Romanlarını cinsiyetçilikten çok toplumsal gerçekçilik bağlamında anlatmayı yeğler. Victor Hugo’nun romantizme geçiş aşamasındaki ilkleri belirlediği gibi yapar, salt iyi ya da salt kötü yoktur. Toplumsal yapı içerisinde bilinci belirlenen insan hem iyi hem kötüdür.
18
Aydınlık KİTAP
15 MART 2013 CUMA
YENİ ÇIKANLAR
Palyaço
Aç k Tan k Silivri Nöbet Çad r
Tuhaf Alan
Y ld z Geçidi
Heinrich Böll, Can Yay nlar , Çev: Ahmet Arpad, 256 s.
Füsun kikarde , Kaynak Yay nlar , 272 s.
Burcu Canar, Ayr nt Yay nlar , 272 s.
Josephine Angelini, Alt n Kitaplar, Çev: Suzan Cenani Alio lu, 456 s.
“Palyaço” 1963 yılında yayımlandığında Almanya’da büyük tartışmalara yol açmış, Heinrich Böll din karşıtı olmakla suçlanmıştır. Oysa yazar, İkinci Dünya Savaşı sonrası burjuva toplumunun dar kafalılığı ve çarpık ahlakı yüzünden “ayrıksı” bir bireyin o toplumda kendine yer bulamayışının altını çizer. Palyaçonun maskesi ardında en sarsıcı gerçekleri dile getirir; günlük hayatın acımasızlıklarını, boş kuralları, haksız baskıları okurun yüzüne bir tokat gibi çarpar. Palyaço makyajı, aslında bireyin acılarını, arzularını, umutlarını sakladığı bir maskedir. Güzel bir söz vardır: Hiçbir şey. Hiçbir şey düşünme. Küvette ağlayan, terliklerine kahve damlayan o palyaçoyu düşün.
Türkiyemizin Prof. Dr. Mehmet Haberal, Doğu Perinçek, Çetin Doğan, Soner Yalçın, Tuncay Özkan gibi değerli bilim insanları, öncü siyasetçileri, kahraman komutanları, cesur kalemleri, saygın aydınları, Silivri ve Hasdal zindanlarına atıldı. Halk şaşkına çevrildi, yalan makinesiyle aptallaştırıldı. Hesapta, tutsaklar bir başlarına kalacak, milletin gözünde mahkûm olacaklardı. Ancak “Yurtseverler bırakılsın! Özel Görevli Mahkemeler Kapatılsın” talebiyle yola çıkan Nöbet Çadırı, hesaplarını altüst etti! Bu kitap umutların kırıldığı yerde umut, ışığın görülmediği karanlıklarda ışık olan direnişin sesini duyurmayı hedefledi.
“Tuhaf Alan”, okurunu sessizliğe yazmaya tanıklık etmeye çağıran bir sahneleme denemesidir. Sessizlikle yola çıkan bu yazı, bilinmeyen kılıklara bürünürken yazı üzerinde yavaş yavaş sessizliği yitirmenin yolunu da gösterecektir. Karşınızda Bakhtin olmayan bir karnaval, kelimeyi oyuna getiren bir yazım ve aktörler yerine filozoflar vardır. Sahneleme; yazının üzerinde Nietzsche’yi dipsiz kuyulara çıkaracak, Artaud ile metni yarıda kesecek; Deleuze’ü es geçecek, Heidegger’i elinde kitaplarıyla ortada bırakacak. Böylesi bir yazımın buluşma yeri Beckett, “Derrida’nın yazılamayan”ı olarak kendini gösterirken “Tuhaf Alan” yolculuğu bir ileri bir geri giden bir yazıya yaklaşacaktır.
Helen Hamilton on altı yaşına dek farklı biri olduğunu herkesten gizlemişti. Gözlerden ırak küçük Nantucket Adası’nda bunu başarmak kolay bir iş değildi ve gün geçtikçe de zorlaşıyordu. Geceleri, çölde umutsuzca dolaştığını gördüğü kâbuslardan susuzluktan yanarak uyandığında, çarşafları kum ve tozla kirlenmiş buluyor, üç yaşlı kadının kanlı gözyaşları döktüğü halüsinasyonlar ise hiçbir yerde peşini bırakmıyordu. Yolları ilk kez Lucas Delos’la kesiştiğinde, ne yapması gerektiğini ve kendisini Lucas’la bir araya getiren kaderi yıkmaya çalışan yarı tanrısal güçlerle nasıl baş edeceğini çok iyi biliyordu. Çünkü o tanrıların soyundandı ve bu dünyada yalnız değildi.
Hasret
Sona
R fat Ilgaz
Yasak Kent Buhara
Canan Tan, Do an Kitap, 352 s.
Eyyüp Altun, Cumhuriyet Kitaplar , 300 s.
As m Bezirci, Evrensel Bas m Yay n, 304 s.
Thierry Zarcone, Bankas Kültür Yay nlar , Çeviri : Ali Berktay, 170 s.
“Hasret”, izleri Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet öncesi döneme uzanan, gerçek yaşamdan alınmış kırık bir aşkın ve ömür boyu süren hasretin öyküsü. Müslüman bir bey oğluyla bir Rum kızının tüm engellere rağmen filizlenen sevdası, önüne çıkan ne varsa yakıp yıkacak güçte bir kora dönüşür. Ancak ayrılık kaçınılmazdır. Lozan Antlaşması’nın öncesinde imzalanan Mübadele Sözleşmesi, bir buçuk milyona yakın insanı yerlerinden yurtlarından ederken, geride parçalanmış hayatlar, boynu bükük aşklar ve nesiller boyu sürecek hasret hikâyeleri bırakacaktır. Tıpkı Tacettinle Patricianın hikâyesi gibi...
1915 öncesinde Van Gölü yöresinde Türkler, Kürtler ve Ermeniler iyi komşuluk ilişkileri içinde birlikte yaşamaktadır. Bu dönemde, farklı etnik kültürlere mensup bu üç unsurun bir arada yaşadığı bir köydeki düğünde başlayan bir aşk, hemen ardından başlayan kanlı çatışmalara karşın sürecektir. Yazar Eyyüp Altun’un Ermeni asıllı anneannesinin yaşamından esinlenerek kaleme aldığı bu roman sıra dışı bir aşk öyküsünü anlatırken, o dönemde yaşanan olaylara da ışık tutuyor. Bölge insanının toplumsal, psikolojik ve siyasal durumundan Osmanlının ve Ermeni Taşnak Partisi’nin yanlışlarına kadar pek çok konuya değiniyor.
Asım Bezirci’nin titiz ve sabırlı çalışmalarının bir ürünü olan elinizdeki kitapta Rıfat Ilgaz’ın yaşamı, şairliği, hikâyeciliği, romancılığı ile oyun, anı, fıkra yazarlığı ayrıntılarıyla sergileniyor ve Rıfat Ilgaz’ın en güzel şiirleri ile hikâyeleri ve köşe yazılarından seçilmiş bir demet sunuluyor. Kitabın sonunda ise zengin bir “kaynakça” veriliyor. Rıfat Ilgaz’ı sanatsal evrimi ve toplumsal çevresi içinde derinden incelemek, sıcak bir yaklaşımla renkli kişiliğini yakından tanımak ve seçkin ürünlerini zevkle okumak isteyenler için özgün bir “monografi”, belgesel bir “kaynak”, bir başvuru kitabı”.
Buhara Avrupalıların gözünde hep gizemli bir kent olarak kalmıştır. Bu “egzotik” toprakları ziyaret eden Batılı seyyahların eserleri kapış kapış satılırken, kimlik değiştirerek “yasak kent”in kapılarını zorlayanlardan bazıları da hiç geri dönememiştir. Orta Asya ve tasavvuf hakkındaki eserleriyle tanıdığımız değerli tarihçi Thierry Zarcone, Buhara’ya bir molla kılığında girmeyi başaran Jean-Jacques Pierre Desmaisons, derviş kılığına giren Arminius Vámbéry, İstanbul’dan Orta Asya’ya giden Mehmed Emin Efendi, Marki de Croizier ve daha birçok seyyahın hatıratlarından yola çıkarak, kısa bir “kent biyografisi” kaleme alıyor.
YENİ ÇIKANLAR
Aydınlık KİTAP
15 MART 2013 CUMA
19
Dumankara
K yamet Kitab
Hedefteki Donanma
Dil ve Yaln zl k
Levent Cantek, leti im Yay nevi, 232 s.
Connie Willis, thaki Yay nlar , Çev: Özlem Yüksel, 592 s.
Cem Gürdeniz, K rm z Kedi Yay nevi, 416 s.
Ernest Gellner, Kabalc Yay nevi, Çev: G. Aysu O uz, 290 s.
“Dumankara”, “Hayat Bir Yangındı” albümü, Ankara’yı 21 hikâyeyle anlatıyor, yeraltının dumanını tüttürüyor, sokağın kirini konuşuyor. Türkiye’de çizgi roman, mizah dergileri dışında üretilmiyor dense yeridir. Çizgi roman albümleri daha önce tefrika edilmiş yayınlardan derlendiği için bağımsız kitap tasarılarına ise handiyse hiç rastlanmıyor. “Dumankara”, “Hayat Bir Yangındı”, bu bakımdan yepyeni ve benzeri olmayan bir kolektif çalışmanın ürünü; 1916 yılından günümüze değin tamamı Ankara’da geçen, senaryosu Levent Cantek’e ait edebî nitelikli 21 hikâyesiyle 19 çizeri bir araya getiren önemli bir grafik roman seçkisi...
İlk olarak 1992’de yayımlanan ve tüm zamanların en iyi bilimkurgu eserlerinden biri olarak gösterilen Kıyamet Kitabı, Hugo, Nebula ve Locus ödüllerini almış, Arthur C. Clarke ve BSFA ödüllerine de aday gösterilmiştir. Bugüne kadar toplamda 11 Hugo ve 7 Nebula ödülü kazanan ünlü bilimkurgu yazarı Connie Willis, 2011’de Amerikalı Bilimkurgu ve Fantezi Yazarları Derneği tarafından Yaşam Boyu başarı ödülüyle onurlandırılmıştır. Bu ödül daha önce Ursula Le Guin, Michael Moorcock, Ray Bradbury ve Isaac Asimov gibi isimlere verilmiştir. Sadece bilimkurgu okurlarının değil, tarihi roman hayranlarının da beğeniyle okuyacağı, sürükleyici bir öykü...
Tarihinin altın çağını yaşayan Cumhuriyet Donanması neden hedef tahtasına konuldu? Balyoz Davası nedeniyle Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan emekli Tümamiral Cem Gürdeniz “Hedefteki Donanma” isimli kitabında işte bu soruya ezber bozan yanıtlar veriyor. Gürdeniz’in yanıtları basında okumaya alışık olduğunuz türden değil. Plan ve Prensipler Başkanlığı’nı en uzun süre yapan subay olan Gürdeniz kitabında Türk Deniz Kuvvetleri’nin kimleri tedirgin ettiğini sorguluyor; tertip ve komploların uluslararası siyasetle ilişkisini gösteriyor. “Hedefteki Donanma” son yıllarda yaşanan linç ve tasfiye kampanyasının gerçek nedenlerini cesurca ortaya çıkarıyor.
Gellner’in sahip olduğu bilginin derinliği ve genişliğini gösteren bir kitap. Bunu söylerken, kitabın en az iki açıdan dik kafalı olduğunu söylemek gerekir. Önce Gellner toplumun tarihsel ve kültürel durumunun mükemmel bir şekilde vatandaşlarının entelektüel ve psikolojik yapısına yansıdığını varsayar. Gellner öğrenmenin ozmos teorisine dayandığına inanıyor, verilen kanıtlar yetersiz olsa da insanlar aslında bazı şeyleri önceden biliyorlar veya inanıyorlardı. Gellner’in ikinci farklı noktası Wittgenstein’ın işini herkesten farklı yorumlamasıdır. Gellner bize köylülerin romantik bakış açısına dayanan determinist kültürel/ görecelilik ile değiştirdiğine ikna etmeye çalışıyor.
Ekme imiz
Zaman Kitab
Suriye Denklemi
Sabahattin Eyübo lu’nun Denemelerinde Sanata Bak
Predrag Matvejevic, Yap Kredi Yay nlar , Çev: Meryem Mine Çilingiro lu, 194 s.
Adam Hart Davis, NTV Yay nlar , Çev: Cem Duran, 256 s.
Mustafa K. Erdemol, Nota Bene, 176 s.
Predrag Matvejevic, “Ekmeğimiz” kitabında buğdayın muhteşem gezintisini, nesilden nesle aktarılan bilgileri derlemekle kalmıyor; ekmeğin bilgelik, şiir, sanat ve inanca dair tarihini de yazıyor. “Evren ekmekle başlar.” Bunlar, Pythagoras’ın, bilge Laertioslu Diogenes tarafından, sonraki nesillere aktarılmış sözleridir. Ekmek doğanın ve kültürün ürünüdür. Barış şartı ve savaş nedeni, umut göstergesi ve umutsuzluk sebebi olmuştur. Dinler onu kutsamıştır. Halk onun üzerine yeminler etmiştir. Herkese yetecek kadar ekmeği olmayan ülkeler bahtsızdır. Öte yandan, sadece ekmeği olan ülkeler de mesut değildir. Asırlar boyunca “sadece ekmekle yaşanmaz” sözü yinelenmiştir.
Onu ne görebilir, ne duyabilir, ne dokunabilir, ne de koklayabiliriz. Bununla beraber gerek tüm yaşamımız, gerekse çevremizde gördüğümüz her şey onun hükümdarlığı altındadır. Müthiş bir duyarlıkta ölçümünü yapabiliriz belki, ama o Evren’in en ilginç yanlarından biri olma özelliğini yine de bırakmaz elinden. Bir yerden bir yere değişir, siz yükseldikçe o yavaşlar. Işık hızına varınca durur. Sıkıldığımız zaman ise geçmek bilmez. Akıl almazlık konusunda hiçbir mevzu onunla yarışamaz. Neden bir yılda 365 gün var, ya da bir saatte 60 dakika? Peki nereden çıktı bu yıl ve saat?
Mustafa K. Erdemolun, bizzat yerinde, Suriye’de, savaşın içinde edindiği deneyimlerinden, güçlü bir teorik donanım, ama daha da önemlisi, sağlam bir “etik” duruştan kaynaklanan çözümlemelerinin berrak bir bakış açısıyla sunulduğu bu çalışma, “Suriye olayını” tüm yerel, bölgesel, hatta yükselen güçlerle egemen güçler arasındaki dengeler ve rekabet alanı bağlamında küresel boyutlarıyla özlü bir biçimde ve dinamik bir anlatıyla ortaya koyuyor. Bu çalışma bize, “Arap Baharı” denen olayları da kapsayan kapsamlı bir Ortadoğu panoraması sunuyor. -Ergin Yıldızoğlu-
Emel Ko ar, E Yay nlar , 80 s. Çevirmen, denemeci, fotoğrafçı, film yapımcısı ve akademisyen Sabahattin Eyüboğlu’nun bugüne kadar denemeciliği üzerinde çalışma yapılmamıştır. O, deneme türünün önde gelen yazarları arasında anılmaktadır. Denemeleri toplu olarak defalarca yayımlanmış ve ilgi görmüştür. Eyüboğlu, özellikle “Mavi ve Kara”nın yazarı olarak tanınmıştır. Emel Koşar’ın kaleme aldığı “Sabahattin Eyüboğlu’nun Denemelerinde Sanata Bakış” adlı kitapta düşüncelerinin okura en iyi biçimde iletilebilmesini önemseyen Eyüboğlu’nun denemeciliği çeşitli örneklerle ele alınıyor.
20
15 MART 2013 CUMA
Aydınlık KİTAP
ÇOCUK - GENÇ
Oyun oynarken kim karar verir? nsanlar yüzy llar boyunca s n flara ayr ld lar ve zaman zaman mücadele etseler de bunu do al bir eymi gibi kabullendiler. Bugün insanlar n özgür ve hakça e it do du unu vurgulayan kitap, yönetimin halkta olmas gerekti ine dikkat çekiyor ECE ATAER heceataer@gmail.com Günışığı Kitaplığı’nın hazırladığı, Brigitte Labbé’nin yazdığı ve P.F. Dupont Beurier’in denetlediği “Çıtır Çıtır Felsefe” dizisinin 23. kitabı “Diktatörlük ve Demokrasi” cd’siyle birlikte raflarda yerini aldı. Jacques Azam’ın resimlediği kitabı Türkçeye Azade Aslan çevirmiş. Cezayir, İran, Brezilya, Fransa, Çin ve birçok ülkede yayımlanan dizi, çocukların anlamakta zorlandığı kavramları sorgulamasıyla dikkat çekti ve adeta bir alışkanlık yarattı. Kitap, “Adalet ve Haksızlık”, “Oğlanlar ve Kızlar”, “Yaşam ve
Ölüm”, “Ben ve Başkaları” gibi çocuklar hatta büyükler için karışık olan felsefi kavramları günlük yaşamdan örneklerle sorgulayarak felsefeyi küçük yaşlarda keşfetme becerisini kazandırdı. Dizinin yeni kitabı “Diktatörlük ve Demokrasi” birbirine oldukça zıt iki kavram. Yaşamın içinde her an fark etmeden alt ve üst kimliğimizi zorlayan iki yönetim biçimi. Günlük yaşamda sosyal ilişkilerimizle yukarıdakiler ve aşağıdakiler hiyerarşisiyle başlayan kitapta çocuk soruyor: “Baba, neden bu adama itaat etmek zorundayız? Babanın verdiği yanıt ilginç: “Bilmiyor musun, ağanın oğlu.” İnsanlar yüzyıllar boyunca sınıflara ayrıldılar ve zaman zaman mücadele etseler de bunu doğal bir şeymiş gibi kabullendiler. Bugün insanların özgür ve hakça eşit doğduğunu vurgulayan kitap, yönetimin halkta olması gerektiğine dikkat çekiyor. Çocuklar oyun oynuyor. Herkes adına karar veren tek kişi Emma. Berk, arkadaşının gerçek bir diktatör gibi davrandığına karar veriyor. Acaba oylama mı yapsalar? Daha çocuk yaşta akran baskısı. Birbirlerine sinir oluyorlar ama birbirlerinden de vazgeçemiyorlar. Hepimiz
Filozof Çocuklar Kulübü: Peki Ama Ben Kimim?
Seran Demiral, Final Kültür Sanat Yay nlar , 128 s.
Kaan ile Ece, Sevim’e ait olan bir defteri okumaya başladıklarında, bilmedikleri bir dünyayı keşfettiler. Bu dünya “felsefe” dünyasıydı. Düşünerek, soru sorarak birbirini tanımaya başlayan Ece, Kaan, Zeynep, Barış ve Sevim hem ortak noktalarını, hem de birbirlerine hiç benzemeyen yönlerini görerek, kim oldukları üzerine düşünmeye başladılar. Nihayet bir kulüp kurmaya karar verdiler ve kurmuş oldukları “Filozof Çocuklar Kulübü”ndeki tartışmaları, serüvenleri, Ece’nin kim olduğunu keşfettiği bu ilk kitap ile başladı. Bu kitap aynı zamanda felsefe tarihine, filozofların dünyalarına açılan bir kapıydı; “Filozof Çocuklar Kulübü”nün sadece meraklı çocuklara ve gençlere görünen kapısı...
öyle değil miyiz? BirDiktatörlük ve Demokrasi, likte yaşamak için naBrigitte Labbe, sıl bir yol bulGün Kitapl , Çev: Azade Aslan, 44 s. malıyız? Kurallar koyuyoruz ama bunlara uymakta da zorlanıyoruz. Kitabımızdaki sevimli Bol Ailesi gibi.
ARMAN'IN ÖZGÜRLÜ Ü NEREDE Arman’ın hayatına yetişkinler karar veriyor. “Arman, haftada üç kez koş!”, “Arman, o kızdan ayrıl!”, “Arman, üniversitede coğrafya okumanı kabul etmiyorum!” Arman’ın özgürlüğü nerede? Yönetenler eleştirilemezse, kızlar oğlanlarla sokakta el ele tutuşamazsa, kızlar okula gidemezse, özel hayatımız sorgulanırsa yaşamımız cehenneme dönmez mi? Temsilcilere ihtiyacımız var. Onların
biz seçiyoruz. Ya temsilciler bizden daha fazla hakka sahip oluklarını düşünüyorlarsa! Liderler gitgide diktatöre dönüşüyorsa! Acaba başbakan herkesin başbakanı mı?
O HALDE DEMOKRAS NED R? Kaan televizyonda haberlerde futbol maçlarından bu kadar çok söz edilip de Tokyo’daki nükleer patlamadan yeterince söz edilmemesine hayret ediyor. Okulda başkasının sözünü kesene ceza verildiği halde televizyondaki tartışma programlarında herkesin neden aynı anda konuştuğuna bir türlü akıl erdiremiyor. Kaan demokrasiyi arıyor, sorular soruyor, kontrol ediyor, kısaca dünyayı sorguluyor. Kaan gibi “düşünmek düşünmek” gerekiyor. Kaan’lardan çok çok olmalı. Bu kitabı sadece çocuklarımızın değil hepimizin okumaya gereksinimi var.
Bob ile Uzayda E lence - Ay’daki Adam Simon Bartram tarafından yazılıp resimlendirilen bu kitapta neler yok ki? “Uzayda Eğlence” kitabı öncelikle Bob ve Barry'nin başından geçen nefes kesici bir macerayı anlatan yepyeni bir hikâye içeriyor. Ayrıca uzaylı bilmeceleri, Bob’un sevdiği yemek tarifleri, Bob, Barry ve arkadaşlarıyla ilgili ayrıntılı bilgiler, Güneş Sistemi’ndeki gezegenleri anlatan Galaksopedi, uzaylı tanıma rehberi, çocukların kendi uzaylılarını yaratmaları için çıkartmalar, boyama sayfaları ve başka birçok etkinlik. Eğlendirici dili ve çocukların hayal dünyalarını zenginleştirici illüstrasyonları ile Simon Bartram hem Simon Bartram, çocuklar için kitap okumayı zevkli hale getiriyor hem Redhouse Kidz Yay nlar , Çev: Turgay de gezegenler ve uzaya olan ilgilerini körükleyerek daha fazla öğrenme merakı uyandırıyor. Bay nd r, 61 s.
Aydınlık KİTAP
15 MART 2013 CUMA
21
Halk albümünün şairi: Ceyhun Atuf Kansu acıtıcı tablolarıyla karşılaşırız. Fakat bu tablolar okuyucuda ne bir yakınma ne de bir umutsuzluk hissi uyandırır. Okur, şiirin sonunda her insana ve insanlığa aykırı durumun, icraat ve fiilin yine bilincin çabası, bilimin ilerlemesi ve yeni bir toplumsal düzenin kurulmasıyla sona ereceği inancıyla donanır. Demektir ki onun şiiri sonuna dek umutvar ve iyimser bir şiirdir: “Ölüm bozar oyunları Biz bozduk oyununu ölümün Uyandık kuşluk vakti Dokunduk, dirilttik tanyerini” (Kuşluk Vakti)
CAFER YILDIRIM cfryildirim@hotmail.com O tam bir Anadolu âşığıdır. Anadolu’yu taşıyla, toprağıyla, tozlu yolları, ıssız kasabaları, duru ırmakları, puslu dağlarıyla sevmektedir. Ama sevgisi Anadolu’nun peyzajıyla sınırlı değildir. Milli zevkle yazan şairlerimizi aşan tarafı da buradadır. Ceyhun Atuf Anadolu’yu çalışan, kara taşa ter döken insanıyla duyumsar daima. Anadolu’nun doğası, halkı ve devrimci tarihi bütünlüklü bir prizmadan yansır şiirinde: “Yeniden eğildim toprağı öptüm Oh dedim, tapar gibi oh dedim Nisan Dirildim yeniden sabaha dua ettim Buğday tarlasına bir gölge düşmüş (...) Açtım tarih kitabını kokladım Kurumuş gül kokusu, kan kokusu Gündüzbey’den düşman çekiliyor İnönü’nde bir gül açmış zafer gülü Kılıçlı süvariler geçti tepelere doğru Baktım çiçekler açıyor o tepelerde Hangisini koparsam göğsüne layık” (Nisan Ayı)
HALK R NDEN YARARLANMAK
R N N BÜYÜK CO KUSU Böylesi bütünlüklü bir bakışın merceğinden Anadolu’nun yerel değerlerinin, geleneklerinin, insan portrelerinin şiir sahnesinde geçit yapması, şiire bir roman tadı kattığı gibi, şiirin okunurluk çıtasını da haliyle yükseltmektedir. O coşkulu bir anlatımcıdır. Anlatımında şaşırtmaca yoktur ama öğretici bir gayretin sıkıntısını da içermez. Konuları farklılaştıkça farklılaşan bu anlatımın taşıyıcı gücü doğa, insan ve halk sevgisiyle yoğrulmuş olan coşkudur. Ceyhun Atuf’taki bu bütüncül sevgi ve derinlikli coşkunun kristal dizelerini “Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirinde, ne iyi ki, ilköğretim gören her Türk insanı görme ve tatma şansına erişebildi. Bütün okul törenlerinde, üstelik çoğu zaman çok kötü okunmasına rağmen, hâlâ dinleyenleri Anadolu gerçekliğiyle sarıp iliklerine işlemesi şairimizin şiir yapısının gücüne de tanıklık etmektedir. Bakın şu dizelere: “Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum Kaderleri bana benzeyen Yalnızlıkta açar, kimse bilmez onları Geniş ovalarda kaybolur kokuları Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri Hepinizi hepinizi istiyorum, gelin görün beni” Bu içtenlik ve minnet duygusudur ki
Anadolu’nun kurtuluş mücadelesini ve bu mücadeleye öncülük edenleri, emek katanları, bu yolda can verenleri şiirinin başat teması yapmasını sağlamıştır. Başta Mustafa Kemal şiirleri ve bütün olarak “Sakarya Meydan Savaşı” onun içtenlik ve minnet duysunun seçkin ürünleridir. 1948 yılında Turhal Şeker Fabrikasında görev yapmak üzere gönüllü hekim olduğunu biliyoruz. Anadolu ile gönül bağına böylece yeni bir boyut eklemiş ve bu süreç de onun sanatında belirleyici bir dönem olarak yerini almıştır. Cahit Külebi onun için yazdığı bir yazıda bu dönemi üzerine özel bir vurgu yapar: “Gerçek Ceyhun, Turhal’a gittiği 1948’den sonra ortaya çıktı. ‘Yanık Hava’daki şiirlerini, o sıcak çevre gözlemlerini ve öykülerini, denemelerini, ‘Köy Öğretmenine Mektuplar’ını ondan sonra yazdı.” (Milliyet Sanat, Sayı:270, 1978.)
Ceyhun Atuf 1919’da İstanbul’da doğmuştur. Kurtuluş Savaşı’na katılmış olan babasının yanına daha iki yaşında bir bebekken gönderilmesi sonucu bütün çocukluğu ve gençliği devrimin karargâhında geçmiştir. İlk şiirini arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı okul dergisi “Filiz”de yayımladığında Gazi Lisesi son sınıftadır ve yıl 1938’dir. İkinci Dünya Savaş’ı hâlâ sürerken 1944’te tıbbı bitirir. “1944-1950 yılları arasında, şiirini, iyice toplumsal temalara yöneltti. 1950’de kuşkusuz, Demokrat Partinin karşı devrimci siyasalarının da etkisiyle, şiirini Kuva-yi Milliye ruhuyla donatmaya başladı. Anadolu insanını çok yakından tanıdı.” (Vecihi Timuroğlu, Berfin Bahar, Sayı:133, Mart 2009.) Meselesi olan her şiir gibi Ceyhun Atuf Kansu’nun şiirinde de sık sık acının, çaresizliğin, yoksulluğun, adaletsizliği iç
Ceyhun Atuf halk şirinin biçimsel ögelerinden sıkça yararlansa da bu onun halk şiiriyle kurduğu dışsal bir bağdır. Teknik düzeydedir. Halk şirinin yüzyıllarca at koşturduğu kırsal alanı şiirinin besleyici mekânı edinmesi de halk şiiri ile kurduğu dışsal bağa içsel bir nitelik kazandırmaz. Ceyhun Atuf’un dili yazı dilinin, kendisine özgü biçimidir. Bu dil nesre çok yakın bir dildir. Nazımla nesir arasındaki sınırın onun şiirinde son haddine dek yaklaştığını söyleyebiliriz. Bu durumun şaire sağladığı olanak ise her konuyu, her olayı, her yaşanmışlığı şiirin konusu haline getirebilmesi olmalıdır. Onun en belirleyici yanlarından biri de konu sıkıntısı çekmemesi, her konu üzerinde rahatça kalem oynatabilmesidir. Bu bakımdan en fazla Hasan Hüseyin’le benzeştiklerini söylemeden geçmek istemem. İkisi de yoğun biçimde üretti ve üretimleri, kalemlerini çok rahat kullandıklarını gösteriyor. Ceyhun Atuf’un 1938’den 1978’e dek süren edebi yaşamından bize onun üzerinde şiir, onun üzerinde deneme ve fıkra, üç hekimlikle ilgili, iki de çocuk kitabı kaldı. Şairin 7 Aralık 1919’da İstanbul’da başlayan yaşamı 17 Mart 1978’de Ankara’da son buldu. Bir ekleme daha yapmalıyım: Tıpkı nazmın nesre, nesrin nazma olduğu gibi gerçeğin düşe, düşün gerçeğe yaklaştığı sınırda yükselir onun şiiri. Fakat ne gerçek düşü karartır ne de düş gerçeği gölgeler. Her ikisinin ustalıkla kotarılmış bütünlüğüdür ki akıcı bir şiir atmosferinin çağlayanı içine alır okuyanı. Ceyhun Atuf Kansu ile yolculuk keyifli ve etkileyici olduğu kadar öğreticidir de.
22
Aydınlık KİTAP
15 MART 2013 CUMA
ALINTI-TEST
Okuyaca n z bölümler hangi yazar n hangi kitab ndan al nt lanm t r? Devam, Şiir, Kendi Yayını, 1953. Yazarı; “Komünizm propagandası yapmak ve müstehcen neşriyatta bulunmak”tan dava edilmişse de, İstanbul 3. Sorgu Yargıçlığı tarafından, bilirkişi raporuna dayanılarak, “muhakemenin men’ine ve meni muhakemeye” karar verildi.
a) Hangi Edebiyat - Attila İlhan b) Edebiyat Anıları - Hüseyin Cahit Yalçın c) Vaaay Kitabın Başına Gelenler - Emin Karaca d) Edebiyat Tarihimizden - Hasan Ali Yücel e) Edebiyat Yazıları - Selahattin Hilav
2
3
Otomatik portakallar otomattır. Otomat olmak kendiliğinden hareket edenlerin özelliğiyse, neoliberal şirketin aynı hizaya getirme konusunda elde ettiği şüphesiz en büyük başarı o zaman ücretli otomatlardır.
Babasına, Joseph’e, Hela’ya, sevgili Bronya’sına, lise arkadaşı Kazia Przyborowska’ya yazar. Lwow’da evlenen ve yaman bir “pozitivist” olarak kalan yeğeni Henritta’ya, daha ciddi düşüncelerini, bezginliklerini, umutlarını anlatır.
a) Tarihsel Kapitalizm - Immanuel Wallerstein b) Kapitalizm, Arzu ve Kölelik – Frederic Lordon c) Tarımda Kapitalizm - Vladimir İlyiç Lenin d) Kapitalizm Komada - Sahra Wagenknecht e) Modernite, Kapitalizm, Sosyalizm - Zygmunt Bauman
a) Afrikalı Leo - Natalie Zemon Davis b) Einstein - Jürgen Neffe c) Leibniz - Maria Rosa Antognazza d) Marie Curie – Eve Curie e) Immanuel Kant - Manfred Kuehn
Bu haftan n do ru yan tlar :
1-(c) 2-(b) 3-(d)
1
BULMACA 5. Mezopotamya panteonunda tüm tanr lar n babas ve kral olan gök tanr s - Fas’ n ba kenti - Gelecek 6. Favori - Sanca , yelkeni ya da sereni a a alma - Rubidyum’un simgesi - Kötülü e kötülükle kar l k verme iste i ve i i, intikam 7. Bir peygamber ad - Galyum’un simgesi - Tanzanya’n n plakas lkel benlik 8. “Carlos ...” (yönetmen) - Nefes, ruh 9. Türkü, ark - Kutsal say lan bir ey üzerine kutsal say lan bir varl k
tan k gösterilerek verilen söz, edilen yemin - Bir gayret ünlemi Bayram ve enliklerde caddelere kurulan süslü kemer 10. Baz yiyecekleri kokuland rmakta kullan lan portakal, limon ya da a açkavunu kabu u - Hal , kilim ya da bez dokuma tezgah 11. Avrupa Futbol Birli i (orijinal-k sa) - Bir yap sal ö eyi metal kenetlerle tutturma i lemi 12. Afrika’da bir nehir - Üzeri emayla kaplanm olan - çeri taraf, dahil -
Beyaz 13. Hattatlar n kulland özel cila Radyum’un simgesi - Gümü ’ün simgesi - Göçebelerin konaklad yer 14. Mendelevyum’un simgesi - Çiftlik u a - H ristiyanlar’ca kutsal say lan kuyu veya p nar 15. Baca n alt bölümünü ve ayakkab n n üstünü örten bir tür tozluk – ( … KOYUNUNUN Z NDE ) Resimdeki yazar n bir eseri Eri mi , ula m Yukar dan a a ya 1. ( ARKISI ) Resimdeki yazar n bir eseri - Magnezyum’un simgesi 2. K salt lmadan k v rc kl k verilmi saçlar n ba çevresinde geni bir y n olu turdu u saç biçimi için kullan l r - Gece yap lan sinema, tiyatro gösterisi - Geri verme 3. Bir nota - Rusça’da “evet” - Dervi selam - Bar 4. ABD’nin Illinois kentine ba l bir eyalet - Ya l ve verimsiz kimse sviçre’de bir nehir 5. Pasak - nce halat - “... ç karmak” (satrançta acemi oyuncuya kar
GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ
Soldan sa a 1. Resimdeki yazar 2. Ayr t larla ilgili, ayr nt niteli inde olan - “... Güler” (foto rafç ) Japonya’da buda rahibesi 3. ridyum’un simgesi - Kesintisiz para - Fas’ n plakas - yi hale getirme, canland rma 4. Toplum hayat na giren geçici yenilik - “... King Cole” (Amerikal caz piyanocusu ve ark c ) - S k gözlü bir bal k a türü - Bir ac ünlemi
vezirsiz oynamak) 6. öhret - Bir hayret ünlemi - Yemek, yiyecek - Gezegenimizin uydusu 7. Belde ta nan su kab - Bira yap m nda kullan lan bir bitki türü 8. Tümör - Tantal’ n simgesi - Avuç içi 9. Boyun e en - Brom’un simgesi Bir soru sözü - Bir haber ajans 10. Osmanl devletinde taht yeri, saltanat makam anlam nda kullan lan bir sözcük - Adalet, do ruluk - Göz 11. Kiloamper (k sa) - Argoda “esrar” Çocu u olan kad n - Letonya’n n ba kenti 12. Buyurucu, emreden - Daha uzak olan yer veya ey, mavera Hristiyanl k’ n sembolü, salip, istavroz - Çinko’nun simgesi 13. Mahalle (k sa) - “Tok” kar t Meslek bilgisini art rmak için adaylar n yapt çal ma - Kalça kemi i 14. Özel gezinti gemisi - slam dininin ortaya koydu u esaslara inanma, inanç - K laptan ipekle i lenmi , kal n ve iri desenli bir tür kuma 15. Resimdeki yazar n bir eseri
Gürer Yayınları OKUNACAK K‹TAPLAR
“Rektör Prof. Dr. Cebrail Melek ve Korkunç Düflleri” Bir Savc›n›n Not Defteri’nden Prof. Dr. Çetin Yetkin, diyor ki: “Soruşturmasına ya da yargılamasına katıldığım olayları insani açıdan inceledim, özellikle ceza hukukunda bu boyuta ne kadar dikkat ettiğimizi gözlemledim. İnsanım, insana ait hiç bir şey bana yabancı değildir
Bir ülkenin gelişmişliği en başta üniversitelerinin düzeyine bağlıdır. Türkiyede bu gerçeğin neredeyse tersi kanıtlanıyor. Prof. Dr. Çetin Yetkin, bir ö¤retim üyesi olarak üniversitelerimizin ac›kl› haline defalarca tan›k oldu. Sonunda bütün bunlar› trajikomik bir kitap yapt›.
Siyasal Düflünceler Tarihi - IV Prof. Dr. Çetin Yetkin’in Siyasal Düflünceler Tarihi zincirine katt›¤› 4. kitap ç›kt›. Eserde “20. Yüzy›l bafllar›na kadar Bat›Osmanl› Türk Düflüncesinde Ütopyac›l›k, Sosyalizm, Anarflizm, Sendikalizm, Bilimsel Sosyalizm” iflleniyor.
Siyasal Düflünceler Tarihi 1-3 5 ciltlik Prof. Dr. Çetin Yetkin serisinin ilkinde “Ortaça¤›n sonuna kadar Mezopotamya, Hint, Çin, Yunan, Roma, H›ristiyan, ‹slam ve Türk Siyasal Düflüncesi” var. 2. ciltte “Machiavelli'den 20. Yüzy›l Bafllar›na Kadar Avrupa ve Osmanl›-Türk Siyasal Düflüncesi” yer al›yor. 3. kitab›n konu bafll›¤› “20. Yüzy›l bafllar›na kadar Bat›-Osmanl› Türk Düflüncesinde Ütopyac›l›k, Sosyalizm, Anarflizm, Sendikalizm, Bilimsel Sosyalizm”
Gürer Yay›nlar› GÜRER YAYINCILIK ve PAZARLAMA T‹C. LTD. fiT‹. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sokak, No: 9, Kat: 2 / 34381. fiiflli / ‹STANBUL. Tel: + 90 0212 224 16 33 - 35 Faks: + 90 0212 224 92 26 e – posta: info@gureryayincilik.com.
EN AZ 2 K‹TAP ALANA KOL‹ ÜCRET‹ YOK. S‹PAR‹fiLER‹N‹Zi BEKL‹YORUZ.