.
KITA P Aydınlık
BU SAYIDA
18
KİTAP TANITILIYOR Toplam: 1274
16 Kasım 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 38
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
SI AYI S EL ÖZ
GÜLTEN DAYIOĞLU: “Çocuk için kitap yazmak sorumluluk bilinci gerektirir” BEHİÇ AK: “Edebiyatın çocuğu özgürleştirici bir yönü olmalı” MİYASE SERTBARUT: “Bir yetişkin için kötü kitaptan sıyrılmak kolaydır; ama ya çocuk...”
Aydınlık KİTAP
3
SUNU
Fuar haftası geldi çattı İstanbul Kitap Fuarı bu yıl 31inci kez düzenleniyor. İlki 1982 yılında gerçekleşen fuarın o yıl katılımcı yayınevi sayısı 28’di. Her yıl katılımın ve ilginin arttığı fuar büyüdükçe yer değiştirdi. Şehrin gelişimine eşgüdümlü olarak mekan değiştiren fuarın en fazla akıllarda kalan yerleşkesi Taksim Tepebaşı olsa gerek. Sonraları iyice büyümesiyle beraber burası da yetersiz kalmış, fuar 2000 yılında Beylikdüzü’ndeki fuar merkezine taşınmıştı. Her ne kadar şehrin merkezinden uzak olsa da daha geniş bir alanda yapılması fuar ziyaretçileri için sevindirici bir gelişmeydi. Bugün İstanbul Kitap Fuarı 600 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımı ve 200 kadar etkinlikle kapılarını açıyor. Okurlarıyla buluşmak için sabırsızlanan yüzlerce yazarı da unutmayalım. “Çocukluğum Yurdumdur: Çocuk ve Gençlik Edebiyatı” İstanbul Kitap Fuarı’nın bu yılki konu başlığı. Etkinliklerin önemli bir kısmı çocuk ve gençlik edebiyatı üzerine olacak. Gülten Dayıoğlu ise onur yazarı. Uzun yıllar, yerli çocuk edebiyatının ilk akla gelen isimlerinden olan Gülten Dayıoğlu, çocuk edebiyatının içinde çeşitli türlerde eser vermesiyle de bu alandaki zenginliğin oluşumuna büyük katkılar sağlamış bir yazar. Fuarın bu seneki konu başlığının belirlenmesinde, gelişen ve uzmanlaşan yayınevlerinin sayısının artmasının etkili olduğunu düşünüyoruz. Yetişkin edebiyatının yetersizliklerinden yola çıkıp fuarın bu sene o yüzden bu alana yöneldiği gibi çocuk edebiyatını hafife alan söylemlerle karşılaşsak da asıl sebebin bu olmadığı aşikar. Orta vadede daha verimli bir edebiyat dünyası için çocuk okurun önemi tartışılmaz. Edebiyat üretiminin çocuk kitapları okumuş bir kuşakla canlanacağını belirtmekte fayda var. Aydınlık Kitap’ın kapak sayfalarında “Kalemini çocuklara ve gençlere adayanlar” başlığı altında çok değerli çocuk edebiyatı yazarları Gülten Dayıoğlu, Behiç Ak ve Miyase Sertbarut ile yaptığımız söyleşileri göreceksiniz.
Haftaya görüşmek dileğiyle...
. KITA P Aydınlık
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Editör
: Pınar Akkoç
Yazıişleri Müdürü : Damla Yazıcı Yazıişleri
: İrem Halıç, Deniz Antepoğlu,
Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. adına sahibi: Mehmet Sabuncu Genel Yayın Yönetmeni: Serhan Bolluk
Cenk Özdağ Sayfa Sekreteri
: Alev Özgenç
www.AydinlikGazete.com kitap@aydinlikgazete.com Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22
Sorumlu Müdür: Mehmet Bozkurt Genel Müdür Yardımcısı (Reklam): Saynur Okuroğlu Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16 Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34
6
16 KASIM 2012 CUMA
Aydınlık KİTAP
31.Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı Etkinlik Programı 17 Kasım Cumartesi 2012 İllüstrasyon Alanı 10.15-11.15 İllüstrasyon Atölyesi İllüstratör: Marit Törnqvist Düzenleyen: Hollanda 11.30-12.30 İllüstrasyon Atölyesi İllüstratör: Marit Törnqvist Düzenleyen: Hollanda 14.00-15.00 İllüstrasyon Atölyesi İllüstratör: Marit Törnqvist Düzenleyen: Hollanda 17 Kasım Cumartesi 2012 Forum Alanı (10. Salon) 13.30-14.15 Söyleşi/Talk: “Güncel Araştırma ve Edebiyatta Macar-Türk İlişkileri” Moderator: Mátis Viktor Konuşmacılar/Speakers: Tibor F. Tóth, János Hóvári (Macaristan Büyükelçisi), András Sándor Kocsis (Macar Yayıncılar Birliği Başkanı), Erdal Salıkoğlu (İstanbul Macar Kültür ve Dostluk Derneği Başkanı) Düzenleyen/By: Macaristan Büyükelçiliği - Hungary 15.15-16.15 Panel: “Kitap Fuarlarında Onur Konukluğu Sunumları: Yeni Yaklaşımlar, Yeni Fikirler” - “Guest of Honour Presentations in Book Fairs: New Perspectives, New Ideas” Moderator: Onur Bilge Kula (Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürü) Konuşmacılar: Antonio M. Avila (Liber
Kitap Fuarı Direktörü/ Book Fair Director), Zhang J. Chen (Pekin Kitap Fuarı Direktörü/ Beijing Book Fair Director), Amy Webster (Londra Kitap Fuarı Direktörü/ London Book Fair Director), Deniz Kavukçuoğlu (İstanbul Kitap Fuarı Genel Koordinatörü/ Istanbul Book Fair General Coordinator) Düzenleyen/By: Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü - Uluslararası Kitap Fuarları Organizasyon Komitesi 16.30-17.30 Söyleşi/Talk: “Başka Dilde Edebiyat” - “Literature in Other Languages” Konuşmacılar/Speakers: Kader Abdolah, Muhsin Kızılkaya Düzenleyen/By: Dutch Foundation for Literature TÜYAP 17.45-18.45 Sunum/Presentation: “Türkiye ve İngiltere Kitap Pazarı, 2013 Londra Kitap Fuarı Onur Konuğu Türkiye Etkinlikleri Kapsamında Türk ve İngiliz Yayıncılar Buluşması” Moderator: Ümit Yaşar Gözüm (Ulusal Komite Koordinatörü) Konuşmacılar/Speakers: Münir Üstün (Basın Yayın Birliği Başkanı), Metin Celal (Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı), Emma House (İngiliz Yayıncılar Birliği) Düzenleyen/By: Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel
Müdürlüğü - Uluslararası Kitap Fuarları Organizasyon Komitesi 17 Kasım Cumartesi 2012 Interexpo Salonu 14.00-15.00 Söyleşi: “Karikatürde 30. Yıl: Karikatür Kitabı” Konuşmacı: Behiç Ak Düzenleyen: Günışığı Kitaplığı 15.15-16.15 Söyleşi: “Zaytung Ekibi Zaytung'u Anlatıyor” Konuşmacılar: Hakan Bilginer, Ayşe Göynük, Özer Uzun Düzenleyen: April Yayıncılık 16.30-17.30 Söyleşi: “Girişimcinin Sırları” Konuşmacı: Baybars Altuntaş Düzenleyen: Destek Yayınları 17.45-18.45 Panel: “Uluslararası İzolasyonlar, Kıbrıs Türkleri ve AB” Açılış Konuşması: Dr. Derviş Eroğlu - KKTC Cumhurbaşkanı, Egemen Bağış - TC Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Yöneten: Mehmet Hasgüler Konuşmacılar: Yücel Acer, Gökhan Bacık, Murat F. Özkaleli Düzenleyen: Alfa Yayınları 17 Kasım Cumartesi 2012 Marmara Salonu 14.00-15.00 Söyleşi: “Küçük Mutluluklar” Konuşmacı: Aşkım Kapışmak Düzenleyen: İnkılâp Kitabevi 15.15-16.15 Söyleşi: “Kadim Dostum
Red Kit” Konuşmacılar: Didier Pasamonik, Levent Erden Düzenleyen: Yapı Kredi Yayınları 16.30-17.30 Söyleşi: “Tarihçinin Felsefe ve Toplum Bilimleriyle Sınavı” Konuşmacılar: Taner Timur, Cem Eroğul Düzenleyen: Yordam Kitap 17.45-18.45 Söyleşi: “Hükümdar Romanı, Destanlar Çağı ve Türk Töresi: Dün, Bugün, Yarın” Konuşmacı: Mustafa Çevik Düzenleyen: İnkılâp Kitabevi 19.00-19.45 Söyleşi: “Yeni Medya, Dijital İmkânlar ve Derinlikli Habercilik” Konuşmacı: Ekrem Dumanlı Düzenleyen: Zaman Gazetesi 17 Kasım Cumartesi 2012 Karadeniz Salonu 14.00-15.00 Söyleşi: “Gülten Dayıoğlu’nun Çocuk ve Gençlik Edebiyatındaki İzleri” Konuşmacılar: Asuman Portakal, Dursun Ege Göçmen, Hüsnan Şeker Düzenleyen: Altın Kitaplar 15.15-16.15 Söyleşi: “Muhteşem Hayatlar Neleri Saklar” Konuşmacılar: Oya Baydar, Turhan Günay Düzenleyen: Can Yayınları 16.30-17.40 Panel: “Dijital Yayıncılıkta Uluslararası Standartlar ve Uygulamaları” Yöneten:
Tuğrul Paşaoğlu Konuşmacılar: Mustafa Temiztaş, Mustafa Altun, Faik Nadir Düzenleyen: Türkiye Yayıncılar Birliği Dijital Yayıncılık Komitesi 17.45-19.45 Ödül Töreni ve Panel: 10. Tudem Edebiyat Ödülleri Ödül Töreni - "Öykü Yaşamdır" Yönlendirici: Mavisel Yener Konuşmacılar: Nuran Özyer, Mucize Özünal, Aytül Akal, Mehmet Atilla, Nilay Yılmaz Düzenleyen: TUDEM 17 Kasım Cumartesi 2012 Büyükada Salonu 14.00-15.00 Ödül Töreni: “Everest İlk Roman Yarışması Ödül Töreni” Düzenleyen: Everest Yayınları 15.15-16.15 Panel: “Kimliğin Oluşmasında Çocuk Edebiyatının Rolü” Yöneten: Yazgülü Aldoğan Konuşmacılar: Gülten Dayıoğlu, Yankı Yazgan, Necdet Neydim Düzenleyen: Notre Dame de Sion’lular Derneği 16.30-17.30 Panel: “Yezidiler” Yöneten: Mustafa Erdem Kabadayı Konuşmacı: Amed Gökçen Düzenleyen: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 17.45-18.45 Panel: “Yerel Yönetimler ve Demokrasi”Yöneten: İmambakır Üküş Konuşmacılar: Gökhan Günaydın, Yalçın Bayer Düzenleyen: SODEV
- İstanbul Gerçeği 19.00-19.45 Söyleşi: “Aykırı Sorular” Konuşmacı: Enver Aysever Düzenleyen: Remzi Kitabevi 17 Kasım Cumartesi 2012 Heybeliada Salonu 14.00-15.00 Söyleşi: “Yazının Cinsiyeti” Konuşmacılar: Yalçın Tosun, Mine Söğüt Düzenleyen: Yapı Kredi Yayınları 15.15-16.15 Söyleşi: “İdeolojiler Alanı ve Türkiye Örneği” Konuşmacı: Metin Çulhaoğlu Düzenleyen: Yazılama Yayınevi 16.30-17.30 Söyleşi: “Yunanistan’dan Kuzey Afrika’ya Devrim Rüzgârları” Konuşmacı: Foti Benlisoy Düzenleyen: Agora Kitaplığı 17.45-18.45 Panel: “Elbet Sabah Olacaktır - Tevfik Fikret” Yöneten: Aydın Ergil Konuşmacı: Hıfzı Topuz Düzenleyen: Ekin Yazın Dostları 18 Kasım Pazar 2012 İllüstrasyon Alanı 10.15-11.15 İllüstrasyon Atölyesi İllüstratör: Marit Törnqvist Düzenleyen: Hollanda 11.30-12.30 İllüstrasyon Atölyesi İllüstratör: Marit Törnqvist Düzenleyen: Hollanda 14.00-15.00 İllüstrasyon Atölyesi İllüstratör: Marit Törnqvist
Aydınlık KİTAP
Düzenleyen: Hollanda 15.15-16.15 Atölye çalışması: “Origami Atölyesi” Uygulayan: Nazan Tacer Düzenleyen: TUDEM 18 Kasım Pazar 2012 Forum Alanı (10. Salon) 13.00-14.00 Söyleşi/Talk: “Edebiyat ve Yolculuk / Literature and Journey” Moderator: Pablo Martin Asuero Konuşmacılar/Speakers: Javier Sierra, Buket Uzuner Düzenleyen/By: Istanbul Cervantes Enstitüsü - TÜYAP 14.15-15.15 Panel: “First Years of Turkish Republic / Cumhuriyet’in Kuruluş Yılları” Moderator: Mete Tunçay Konuşmacılar/Speakers: Erik Jan Zürcher, Ahmet Demirel, Mehmet Ö. Alkan Düzenleyen/By: İletişim Yayınları - Dutch Foundation for Literature - TÜYAP 15.30-16.30 Panel: “Çeviri Atölyelerinin Yayıncılıktaki Rolü” Moderator: Saliha Paker (TECÇA Çeviri Atölyesi Kurucu Koordinatörü) Konuşmacılar/Speakers: Musa Yaşar Sağlam (TAÇAT Moderatörü), Sevinç Üçgül (TURUSÇAT Moderatörü), Rafael Carpintero Ortega (TİSÇAT Moderatörü), Muhammed Haridi (TÜRAPÇAT Moderatörü), Bülent Oktay (TÜÇÇAT Moderatörü), Mehmet Moralı (TÜFÇAT Moderatörü), Esin Karaman (TEDA Şube Müdürü), Haitham Al Nahi (Arap Çeviri Örgütü) Düzenleyen/By: Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü - Uluslararası Kitap Fuarları Organizasyon Komitesi 16.45-17.45 Söyleşi/Talk: “History in Literature / Edebiyat İçindeki Tarih” Moderator: Buket Aşçı Konuşmacılar/Speakers: Henk Boom, Ahmet Ümit Düzenleyen/By: Dutch Foundation for Literature TÜYAP 18.00-19.00 Söyleşi/Talk: “İki Önemli Roman Yazar İstanbul Kitap Fuarı’nda / “Two Important Romanian Writers at Istanbul Book Fair” Moderator: Semra Sevim Konuşmacılar/Speakers: Radu Aldulescu, Eugen Uricaru Düzenleyen/By: Romanian Culture Center 18 Kasım Pazar 2012 Interexpo Salonu 12.00-13.00 Söyleşi: “Evrende Tesadüf Yoktur, Yankı Vardır” Konuşmacı: Nusret Kaya Düzenleyen: Destek Yayınları 13.15-14.15 Söyleşi: “Yazardan Yayın-
evine” Konuşmacılar: Zülfü Livaneli, Deniz Yüce Başarır Düzenleyen: Doğan Kitap 14.30-15.30 Söyleşi: “Oniki’den Çarın Laneti’ne Jasper Kent ve Gerçek Tutulması” Konuşmacılar: Jasper Kent, Elif Tanrıyar, Sibel Oral Düzenleyen: Can Yayınları 15.45-16.45 Söyleşi: “Maun Suresi Mesajı ve Türkiye Gerçeği” Konuşmacı: Yaşar Nuri Öztürk Düzenleyen: İnkılâp Kitabevi 17.00-18.00 Söyleşi: “Sosyal İslam” Konuşmacılar: Eren Erdem, İhsan Eliaçık Düzenleyen: Destek Yayınları 18.15-19.15 Söyleşi: “Su Romanı ve Edebiyatın Çevre Sorunlarına Bakışı” Konuşmacı: Buket Uzuner Düzenleyen: Everest Yayınları 18 Kasım Pazar 2012 Marmara Salonu 11.00-11.45 Söyleşi: “Uçurumun Kenarında Dış Politika” Konuşmacı: Onur Öymen Düzenleyen: Remzi Kitabevi 12.00-13.00 Söyleşi: “Avrupa’nın Zihin Tarihi” Konuşmacı: Hilmi Yavuz Düzenleyen: Timaş Yayınları 13.15-14.15 Panel: “Anayasa Tartışmaları” Yöneten: Mehmet Cengiz Konuşmacılar: Ferit İlsever, Kamer Genç Düzenleyen: Kaynak Yayınları 14.30-15.30 Panel: “Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi” Yöneten: Fahri Aral Konuşmacı: Bilsay Kuruç Düzenleyen: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 15.45-16.45 Söyleşi: “Sözde, Dizelerde, Türkülerde Türkçe” Konuşmacılar: Ataol Behramoğlu, Sevgi Özel, Günay Güner Düzenleyenler: Dil Derneği - Cumhuriyet Kitap 17.00-18.00 Söyleşi: “Emperyalizm ve Ortadoğu: Petrol ve Devrim Nasıl Çalınır?” Konuşmacı: Haluk Gerger Düzenleyen: Yordam Kitap 18.15-19.15 Söyleşi: “Duvardaki Kan Durmuyor: 100. Yılına Doğru Ermeni Meselesi “ Konuşmacılar: Mim Kemal Öke Düzenleyen: Babıâli Kültür Yayıncılığı 18 Kasım Pazar 2012 Karadeniz Salonu 12.00-13.00 Söyleşi: “Cinai Meseleler” Konuşmacılar: Sevin Okyay, Ahmet Ümit, Emrah Serbes, Erol Üyepazarcı Düzenleyen: NTV Radyo
13.15-14.15 Söyleşi: “Yetişkinler Neden Çocuklarla Birlikte Edebiyat Okumalı? Konuşmacı: Karin Karakaşlı Düzenleyen: Günışığı Kitaplığı 14.30-15.30 Ödül Töreni: “ÇGYD Yılın Çocuk Kitapları 2011 Ödül Töreni” Düzenleyen: Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği (ÇGYD) 15.45-17.15 Ödül Töreni: “Cevdet Kudret Edebiyat Ödülleri Töreni 20. Yıl” Okuma Tiyatrosu: “Adalet Sizsiniz” (Sokrates, Galileo, Sacco, Vanzetti) Yazar: Ümit Denizer Sahneye Koyan: Perdeci Oyuncular: Rutkay Aziz, Taner Barlas Sunucu: Özgül BeyazıtPanel: “Güllü Agop'tan Günümüze Bir Arpa Boyu Yol..." Yöneten: Üstün Akmen Konuşmacılar: Orhan Alkaya, Tilbe Saran, Yücel Erten Düzenleyen: Cevdet Kudret Ailesi ve TÜYAP 17.30-18.30 Söyleşi: “Sacco ve Vanzetti / Tarihi Bir Hukuk Cinayeti” Konuşmacı: Helmut Ortner Düzenleyen: Agora Kitaplığı 18.45-19.30 Söyleşi: “Medya ve Aidiyet” Konuşmacı: Nedim Nazar Düzenleyen: Zaman Gazetesi 18 Kasım Pazar 2012 Büyükada Salonu 12.00-13.00 Panel: “ABD’nin BOP Planı Çerçevesinde Suriye ve Türkiye” Yöneten: Ramazan Kap Konuşmacı: Gürdal Çıngı Düzenleyen: Derleniş Yayınları 13.15-14.15 Söyleşi: “Geride Kalanlar” Konuşmacılar: Binnaz Öner, Zarife Biliz, Semra Pelek, Onur Öztürk Düzenleyen: Evrensel Basım Yayın 14.30-15.30 Panel: “Anarşi Yok Büyük Derleniş” Kıvılcımlı ve Günümüz Yöneten: Sırrı Öztürk Konuşmacılar: Sırrı Öztürk, Ahmet Kale Düzenleyen: Sorun Yayınları Kolektifi 15.45-17.15 Panel: “Tehlikeli Kelimeler/ Dangerous Words” Yöneten/Moderator: Zeynep Oral Konuşmacılar/Speakers: John Ralston Saul, Eugene Schoulgin, Zineb AlRhazoui, Tarık Günersel, Sennur Sezer Düzenleyen/By:Türkiye PEN/Turkey Panel: “Dijital Çağda İfade Özgürlüğü/ Free Expressıon In The Digital Age” Yöneten/Moderator: Marian Botsford Fraser Konuşmacılar/Speakers: Asieh Amini (Iran), Gillian Slovo (S Africa), Halil İbrahim Özcan Düzenleyen/By:Ulus-
lararası PEN/International 17.30-18.30 Söyleşi: “Işığın Ayak İzleri” Konuşmacı: Muhyiddin Şekur Düzenleyen: Sufi Yayınları 18.45-19.45 Söyleşi: “Şairin Şiire Sorumluluğu” Konuşmacı: Ataol Behramoğlu Düzenleyen: Tekin Yayınevi 18 Kasım Pazar 2012 Heybeliada Salonu 12.00-13.00 Söyleşi: “Şuşu ve Üçtekeri” Konuşmacı: Yıldıray Karakiya Düzenleyen: Redhouse Yayınevi 13.15-14.15 Panel: “Dersim’in Kayıp Kızları” Yöneten: Ferhunde Özbay Konuşmacılar: Nezahat Gündoğan, Kazım Gündoğan Düzenleyen: İletişim Yayınları 14.30-15.30 Söyleşi: “Bir Şiir Sana, Bir Şiir Bana...” Konuşmacılar: Aytül Akal, Mavisel Yener, Mustafa Delioğlu Düzenleyen: UÇANBALIK 15.45-16.45 Söyleşi: “Aydın Sorumluluğu ve Edebiyat” Konuşmacı: İnci Aral Düzenleyen: Kırmızı Kedi Kitap 17.00-18.00 Söyleşi ve Ödül Töreni: “Edebiyatın Nabzı ve Tepeyran Roman Ödülü” Konuşmacılar: Oktay Akbal, Bülent Tanık, Hikmet Altınkaynak, Metin Celal, Timuçin Esen, Ömer Fethi Gürer, Canan Efendigil Karatay, Yüksel Pazarkaya, İlter Uzel, Lokman Zor ve 2012 Tepeyran Roman Ödülü Sahibi Düzenleyen: Çankaya Belediyesi - Niğde Kültür Sanat Platformu 18.15-19.15 Şiir Dinleti Katılımcı Şair: Ahmet Telli Düzenleyen: Everest Yayınları 19 Kasım Pazartesi 2012 İllüstrasyon Alanı 10.15-11.15 İllüstrasyon Atölyesi İllüstratör: Marit Törnqvist Düzenleyen: Hollanda 11.30-12.30 İllüstrasyon Atölyesi İllüstratör: Marit Törnqvist Düzenleyen: Hollanda 14.00-15.00 İllüstrasyon Atölyesi İllüstratör: Marit Törnqvist Düzenleyen: Hollanda 19 Kasım Pazartesi 2012 Forum Alanı (10. Salon) 11.00-12.30 Buluşma/Matchmaking: LAF-TÜYAP Fellowship Matchmaking Focus on Children’s and Youth’s Literature Moderator: Alexandra Büchler (LAF), Zerrin Yılmaz (TÜYAP) Katılımcılar/Attendees: Tiina
16 KASIM 2012 CUMA
Lehtoranta (Finlandiya/Finnish Literature Exchange), Alïse Nïgale (Litvanya/Liels un Mazs Publishing), Eva Mejuto (İspanya/Editorial OQO), Valgerdur Benediktsdottir (İzlanda/Forlagid Publishing) Düzenleyen/By: LAF (Literature Across Frontiers) - TÜYAP 13.00-14.00 Buluşma/Meeting: “Uluslararası Kitap Fuarları’nda Telif Ajanslarının Rolü, Ajanslar ve Yayıncılar Buluşması” Katılımcılar: İlkay Walter (Carlton Publishing Group), Nemonie Craven Roderick (Jonathan Clowes Ltd. Literary Agency), Prinko Svetlana (Authors Rights Agency), Majid Jafari (Eve Literary Agency), Sophie Baker (Curtis Brown Group Ltd), Guenter G. Rodewald (Ute Körner Literary Agent) Düzenleyen/By: Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü - Uluslararası Kitap Fuarları Organizasyon Komitesi 15.45-16.45 Panel: “Uluslararası Çeviri Fonları/International Translation Funds” Moderator: Oktay Saydam (Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, Daire Başkanı) Konuşmacılar: Alexandra Büchler (Literature Across Frontiers) Mireille Berman (Hollanda Edebiyat Kurumu/Dutch Literature Foundation), Sinead Mac Aodha (İrlanda Edebiyat Değişim/Ireland Literature Exchange), Sioned Puw Rowlands (Galler Edebiyat/Welsh Literature Abroad) Düzenleyen: Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü - Uluslararası Kitap Fuarları Organizasyon Komitesi 19 Kasım/ November 2012 Meeting Room (10. Salon) 14.10 -15.40 Buluşma/Matchmaking: Hollanda-Türk Yayıncılar Buluşması Moderator: Mireille Berman (Dutch Foundation for Literature), Zerrin Yılmaz (TÜYAP) Guest of Honor: The Netherlands and Turkish Publishers Matchmaking Katılımcılar/Attendees: Sander van Vlerken (Publishing house De Geus) Lucienne van der Leije (Publishing house Querido), Frits van der Mey (Publishing house Athenaeum), Marianne Schönbach (Marianne Schönbach literary agency), Agnes Vogt (Dutch Foundation for Literature, children’s literature) and Maarten Valken (Dutch Foundation for Literature, non fiction) Düzenleyen/By:
7
Dutch Foundation for Literature - TÜYAP 19 Kasım Pazartesi 2012 Karadeniz Salonu 10.00-10.45 Söyleşi: “Lili ve Yedi Çocuğu” Konuşmacı: Tülin Kozikoğlu Düzenleyen: İletişim Yayınları 11.00-11.45 Okuma-Söyleşi: “Çocuklar ve Şiirler: İki Gözüm, Üzümüm” Konuşmacı: Necdet Neydim Düzenleyen: Günışığı Kitaplığı 12.00-13.00 Söyleşi: “Şehirli Çocukların Doğa ile Tanışması” Konuşmacı: Beyza Deringöl Düzenleyen: Final Kültür Sanat Yayınları 13.15-14.15 Söyleşi : “Mavisel Yener'le Öykü Okuyoruz” Konuşmacı: Mavisel Yener Düzenleyen: TUDEM 14.30-15.30 Ödül Töreni: “2012 Genç Timaş Roman Yarışması Ödül Töreni” “İlk Gençlik Romanında Kuşak Çatışması” Düzenleyen: Genç Timaş 15.45-16.45 Söyleşi: “Tarih Canavarı Çocuklar için Arkeoloji” Konuşmacı: Çiğdem Maner Düzenleyen: İş Kültür Yayınları 17.00-18.00 Şiir-Dinleti: “Şairler Geçidi” Katılımcı Şairler: Tekin Gönenç, Süreyya Güven, Nalan Çelik, Arzu Karadağ, İnan Arslanbağı, Dilruba Nuray Erenler, Özcan Öztürk, Gülderen Canyurt, Şen Çakır Düzenleyen: Edebiyatçılar Derneği 18.15-19.15 Söyleşi: “Beynimizin Frekanslarını Yönetme Teknikleri” Konuşmacı: Aydın Arıtan Düzenleyen: Arıtan Yayınevi 20 Kasım Salı 2012 İllüstrasyon Alanı 10.15-11.15 İllüstrasyon Atölyesi İllüstratör: Marit Törnqvist Düzenleyen: Hollanda 11.30-12.30 İllüstrasyon Atölyesi İllüstratör: Marit Törnqvist Düzenleyen: Hollanda 15.15-16.15 Atölye çalışması: “Bir Masal, Binbir Renk...”Uygulayan: Çiğdem Gündeş Düzenleyen: TUDEM 20 Kasım Salı 2012 Forum Alanı (10. Salon) 14.30-16.00 Söyleşi/Talk: Türk Dünyasının 5 Dahisi “Azerbaijani Khamsa Nizami Ganjavi, Mirza Fatali Akhundzadeh, Khurshidbanu Natavan, Mirza Alekber Sabir, Huseyn Cavid. Five geniuses’ words
8
16 KASIM 2012 CUMA
master of the Turkish World” Konuşmacılar: Vagif Bahmanli (Head of the department of Publishing, advertisement and information, poet), Azhdar Ol (Poet), Teymur Karimli (Doctor of Philology, Director of Institute of Literature named after Nizami of ANAS) Düzenleyen/By: Azerbaycan Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı 20 Kasım Salı 2012 Marmara Salonu 11.00-11.45 Okuma-Söyleşi: “Gençlik Romanı: Hiç Adil Değil!” Konuşmacı: Suzan Geridönmez Düzenleyen: Günışığı Kitaplığı 12.00-13.00 Söyleşi: “Çocuk Gelişiminde Öykülerin Önemi” Konuşmacılar: Tuncel Altınköprü Düzenleyen: Hayat Yayınları 13.15-14.15 Söyleşi: “Hollandalı Yazar Joke van Leeuwen Çocuklarla Buluşuyor!” Konuşmacı: Joke Van Leeuwen Düzenleyen: Hollanda Edebiyat Vakfı (Dutch Foundation for Literature) - Hayykitap Çocuk - TÜYAP 14.30-15.30 Söyleşi: “Çocuk ve Gençlik Edebiyatında Yaşamdan İzdüşümler” Konuşmacılar: Tülin Tankut, Ayfer Gürdal, Gülsüm Cengiz Düzenleyen: Evrensel Basım Yayın Evrensel İlk Gençlik Kitaplığı 15.45-16.45 Panel: “4+4+4 Düzeninde Aydın Öğretmenin Görevleri” Yöneten: Nuri Gökçek Konuşmacılar: İsa Eşme, Zeki Sarıhan Düzenleyen: Öğretmen Dünyası 17.00-18.00 Şiir-Dinleti: “Merdivende Üç Şair” Sunan ve Canlandıran: Müslim Çelik Düzenleyen: Türkiye Yazarlar Sendikası 18.15-19.15 Şiir Dinleti: “Şiire Yolculuk” Katılımcı Şairler: Gökhan Cengizhan, Atilla Oğuz, Halil İbrahim Özcan, Bedran Cebiroğlu, İkbal Kaynar, Güzin Oralkan, Aydın Uysal Müzik: İkbal Kaynar, Onur Toparlak Düzenleyen: Edebiyatçılar Derneği 20 Kasım Salı 2012 Karadeniz Salonu 11.00-11.45 Söyleşi: “Benim Adım Kitap” Konuşmacı: Nur İçözü Düzenleyen: Altın Kitaplar 12.00-12.45 Panel: “Nasrettin Hoca ile Düşünmek” Yöneten: Necdet Neydim Konuşmacılar: Özel Alev İlköğretim Oku-
lu Öğrencileri Düzenleyen: Kelime Yayınları 13.00-13.45 Okuma-Söyleşi: “Denemeler ve Yetişkinler Ejderhalar’dan Neden Korkar?” Konuşmacı: İshak Reyna Düzenleyen: Günışığı Kitaplığı 14.00-14.45 Söyleşi : “Annem-Babam Ben Olursa...” Konuşmacı: Toprak Işık Düzenleyen: TUDEM 15.00-15.45 Söyleşi: “Süleyman Bulut ile Büyük Atatürk’ten Küçük Öyküler” Konuşmacı: Süleyman Bulut Düzenleyen: Can Çocuk 16.00-17.00 Söyleşi: “Çocuk Edebiyatında Olmazsa Olmazlar” Konuşmacılar: Yahya Türkeli, Hasan Güleryüz, Semra Atasoy, Ufuk Özgül Düzenleyen: Edebiyatçılar Derneği 17.15-18.15 Söyleşi: “Kan Gruplarına Göre Beslenme” Konuşmacı: Mehmet Ali Bulut Düzenleyen: Hayat Yayınları 21 Kasım Çarşamba 2012 İllüstrasyon Alanı 10.15-11.15 Atölye çalışması: “Caretta Kitap Yaratıcı Drama ile Okuma Etkinliği” Uygulayanlar: Bilim İlaç Toplum Gönüllüleri Düzenleyen: Caretta Yayıncılık 11.30-12.30 Karikatür ve Çizim Atölyesi Düzenleyen: Timaş Çocuk 13.00-14.00 Atölye çalışması: “Solucan mı? ! Evde mi? ! Yok Artık!” Konuşmacı: Meltem Kanoğlu Düzenleyen: Bu Yayınevi 21 Kasım Çarşamba 2012 Marmara Salonu 10.00-10.45 Söyleşi: “Masal Masal Aytül Akal” Konuşmacı: Aytül Akal Düzenleyen: UÇANBALIK 11.00-11.45 Panel: “Kitaplardan Tavşan Çıkarmak” Yöneten: Nilser Utku Konuşmacılar: Renan Özdemir, Banu Bozdemir, Burcu Aktaş Katılımcılar: İTÜ Geliştirme Vakfı Okulları Beylerbeyi İlköğretim Okulu Düzenleyen: Kelime Yayınları 12.00-13.00 Yarışma: Eğlenceli Bilgi Yarışması Düzenleyen: Eğlenceli Bilgi - Timaş Yayınları 13.15-14.15 Söyleşi: “Arkadaşım Nasreddin Hoca” Konuşmacı: Süleyman Bulut Düzenleyen: TUDEM 14.30-15.30 Panel: “Tüfekle Oynama Yavrum” - Çocuk ve Genç-
Aydınlık KİTAP
lik Kitaplarında Savaş ve Barış Konuşmacılar: Gülsüm Cengiz, Ali Gültekin, Necdet Neydim, Tülin Tankut Düzenleyen: PEN Türkiye Merkezi 15.45-16.45 Söyleşi: “Kadın ve Edebiyat” Konuşmacılar: Aslı Tohumcu, Nur Yazgan Düzenleyen: Kırmızı Kedi 17.00-18.00 Söyleşi: “Pînokyo İlk Kez Kürtçede” Konuşmacılar: Türkan Tosun, Fehim Işık Düzenleyen: Evrensel Basım Yayın - Tîroj 18.15-19.15 Söyleşi: “Global Ortamda Türkiye’nin Konumu” Konuşmacı: Ahmet Akgül Düzenleyen: Togan Yayınları 21 Kasım Çarşamba 2012 Karadeniz Salonu 10.00-10.45 Okuma-Söyleşi: “Gizemli Bir Macera Romanı: Baykuş Yemini” Konuşmacı: Yeşim Saygın Armutak Düzenleyen: Günışığı Kitaplığı 11.00-12.00 Söyleşi: “Gençler Gülten Dayıoğlu’nu Konuşuyor” Konuşmacılar: 7.-8. sınıf öğrencileri Düzenleyen: Altın Kitaplar 12.15-13.15 Söyleşi: “Yaratıcı Okuma Nasıl Yapılır?” Konuşmacı: Sevim Ak, Zehra İpşiroğlu, Nilser Utku Düzenleyen: Can Çocuk 13.30-14.30 Okuma-Söyleşi: “Köprü Kitapların Yeni Halkası: Leylek Havada” Konuşmacı: Leyla Ruhan Okyay Düzenleyen: Günışığı Kitaplığı 14.45-15.45 Söyleşi: “Farklı Yönleriyle Gülten Dayıoğlu” Konuşmacılar: Nur İçözü, Batu Bozkurt, Mehmet Güler, Murat Dayıoğlu Düzenleyen: Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği (ÇGYD) 16.00-17.00 Söyleşi: “Bertolt Brecht Brecht’in Güncelliği İle” Konuşmacılar: Ahmet Cemal, Genco Erkal Düzenleyen: Kaldıraç Yayınevi 17.15-18.15 Söyleşi: “Çocuk ve Gençlik Tiyatro Oyunu Yazarlığı” Konuşmacılar: Hasan Erkek, Nurhan Tekerek, Nazif Uslu, Dersu Yavuz Altun, Cengiz Özek, M. Ümit Görgülü Düzenleyen: OYCED (Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği) 18.30-19.30 Söyleşi: “Yerelden Sekülere Edeb ve Yazın Paradigmaları” Konuşmacı: Osman Koca, Metin Ünlü, Fehmi
Yakut Düzenleyen: Beyan Yayınları 21 Kasım Çarşamba 2012 Büyükada Salonu 12.15-13.15 Söyleşi: “Eğitimde Politikalarındaki Paradigma Değişimi ve 4+4+4 Uygulamaları” Konuşmacı: Muammer Yıldız (İstanbul Milli Eğitim Müdürü) Düzenleyen: İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü 13.30-14.30 Söyleşi: “Aydınlanan Yollar - Kardelen Öyküleri” Konuşmacı: Zehra İpşiroğlu, Emine Kınacı Düzenleyen: Cumhuriyet Kitap 14.45-15.45 Söyleşi: “En Büyük Şiirimiz Hayat” Konuşmacılar: Gültekin Emre, Fikret Hakan Düzenleyen: Nezih-er Yayınları 16.00-17.00 Fotoğraf Sunumu: “Asya ve Afrika’da Tek Başına 15 Ay” Konuşmacılar: Faruk Budak Düzenleyen: Yeşil Dinozor Yayınevi 17.15-18.15 Kitap Performans: “Olası Dünyaların En İyisi” Konuşmacı: Çiğdem y Mirol Düzenleyen: TÜYAP 22 Kasım Perşembe 2012 İllüstrasyon Alanı 10.15-11.15 Atölye çalışması: “Caretta Kitap Yaratıcı Drama ile Okuma Etkinliği” Uygulayanlar: Bilim İlaç Toplum Gönüllüleri Düzenleyen: Caretta Yayıncılık 12.45-13.45 Neşeli Etkinlikler Atölye Çalışması Düzenleyen: Timaş Çocuk 22 Kasım Perşembe 2012 Marmara Salonu 10.00-10.45 Söyleşi: “Çocuklara Kitap Okumak / Okuyarak Öğrenmek” Konuşmacı: Bengi Semerci Düzenleyen: Yeşil Dinozor Yayınevi 11.00-11.45 Söyleşi: “Geleceğin Anahtarı” Konuşmacı: Almila Aydın Düzenleyen: Altın Kitaplar 12.00-13.00 Söyleşi: “Çocuk Edebiyatı: Mesaj mı, İmaj mı? Nitelik mi, Nicelik mi?” Konuşmacılar: Bestami Yazgan, Hüseyin Emin Öztürk, Yusuf Dursun Düzenleyen: Nar Yayınları 13.15-14.15 Söyleşi: “Kitaplarla Zenginleşecek Hayatın Temellerini Atmak” Konuşmacılar: Cemre Soysal, Merve Soysal Başa Düzenleyen:
Can Çocuk - Davranış Bilimleri Enstitüsü 14.30-15.30 Söyleşi: “Küller Altında Yakın Tarih” Konuşmacı: Mustafa Armağan Düzenleyen: Timaş Yayınları 15.45-16.45 Söyleşi: “Kadınlar İçin Söylenmiştir (Anadolu’da Kadınların Şiirli Tarihi)” Konuşmacılar: Gülsüm Cengiz, Sennur Sezer, Arife Kalender Düzenleyen: Evrensel Basım Yayın 17.00-18.00 Söyleşi: “Bilinçli Hipnoz” Konuşmacı: Ali Eşref Müezzinoğlu Düzenleyen: Omega Yayınları 18.15-19.15 Söyleşi: “Kanser Bir Hastalık Değildir” Konuşmacı: Yücel Aydemir Düzenleyen: Yaşamın Gizemi 22 Kasım Perşembe 2012 Karadeniz Salonu 11.00-11.45 Okuma-Söyleşi: “Sürprizleri ve Öyküleriyle Çat Kapı Dayım” Konuşmacı: Fadime Uslu Düzenleyen: Günışığı Kitaplığı 12.00-13.00 Söyleşi: “Uğur Böceği Sevecen ile Salyangoz Tomurcuk’un Maceralarını Yazarından Dinleyin” Konuşmacı: Erika Bartos Düzenleyen: Yapı Kredi Yayınları 13.15-14.15 Okuma-Söyleşi: “Ülkelerden Aydedeli Öyküler: Aydede Her Yerde” Konuşmacı: Hacer Kılcıoğlu Düzenleyen: Günışığı Kitaplığı 14.30-15.30 Atölye çalışması : “Dedektiflik Atölyesi” Uygulayan: Aşkın Güngör Düzenleyen: TUDEM 15.45-16.45 Söyleşi: “Derslerle Başım Dertte” Konuşmacı: Funda Özlem Şeran Düzenleyen: Final Kültür Sanat Yayınları 17.00-18.00 Söyleşi: “Ateşe Dönen Dünya: Sarıkamış” Konuşmacı: Bingür Sönmez Düzenleyen: Çizmeli Kedi 18.15-19.15 Söyleşi: “Ulusal Sermaye Piyasalarımız ve Borsa” Konuşmacı: Arzu Girgin Düzenleyen: İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) 22 Kasım Perşembe 2012 Heybeliada Salonu 10.45-11.45 Panel: “40. Yılında Yansıma Dergisi Yazarlarına Vefa Paneli” Yöneten: Tekin Sönmez Konuşmacılar: Hayati Asılyazıcı, Eray Canberk, Sait Maden, Arife Kalender, Mehmet Güler, Burhan Günel, Düzenleyen: Nis Medya
12.00-13.00 Ödül Töreni: “Akademik ve Bilimsel Kitaplar 2012 Ödülleri” Konuşmacılar: Oktay Alnıak, Avni Morgül, Haluk Kul, Gökhan Silahtaroğlu, Rifat Çölkesen, Gönül Yenersoy, Yusuf Çotuksöken Düzenleyen: Papatya Yayıncılık 13.15-14.15 Söyleşi: “Mavisel Yener Çocuklarla Buluşuyor, Düşler Konuşuyor” Konuşmacı: Mavisel Yener Düzenleyen: Bilgi Yayınevi 14.30-15.30 Söyleşi: “Eğitimde Yeni Bir Yöntem: Hazırcevaplar Tekniği” Konuşmacı: Ahmet Maraşlı Düzenleyen: Timaş Çocuk 16.00-17.00 Söyleşi: “10 Çocuk 10 Şair” Yöneten: Mustafa Işık Düzenleyen: Türkiye Yazarlar Sendikası 17.15-18.15 Söyleşi: “Neden / Çima?” Konuşmacı: Roni War Düzenleyen: Ava Yayınları 18.30-19.30 Söyleşi: “Ortadoğu’da Savaş ve Mülteciler Bağlamında ‘Radyonun İçindekiler’ Oyunu” Konuşmacılar: Cenk Gündoğdu, Faris Kuseyri Düzenleyen: İkaros Yayınları 23 Kasım Cuma 2012 İllüstrasyon Alanı 11.00-11.45 Masal Okuma-Canlandırma Atölyesi: “Masalcı Abla” Düzenleyen: Timaş Çocuk 14.00-15.00 Atölye çalışması: “Sözcüklerin Rengi, Rengin Mutluluğu” Konuşmacı: Simla Sunay Düzenleyen: DESEN 15.15-16.15 Yaş grubu: 3-10 yaş Drama Atölyesi: “Kim Korkar Kırmızı Başlıklı Kız'dan?” Uygulayan: Sara Şahinkanat Düzenleyen: Kır Çiçeği Yayınları 23 Kasım Cuma 2012 Interexpo Salonu 12.00-13.00 Panel: “Çocuk Edebiyatında Şiir” Yöneten: Gülsüm Cengiz Konuşmacılar: Arife Kalender, Necdet Neydim Düzenleyen: TÜYAP 14.30-15.30 Söyleşi: “Bu Dünyada Nasıl ‘Yaşasın Çocuklar’?” Konuşmacılar: Ahmet Aydın, Canan Efendigil Karatay, Yavuz Dizdar Düzenleyen: Hayy Kitap 15.45-16.45 Söyleşi: Demirtaş Ceyhun’da Edebiyatın Tarihe İzdüşümü Konuşmacılar: Yüksel Pazarkaya, Ozan Ceyhun, Seyyit Nezir Düzenleyen: Sis Çanı - Broy Yayınevi
Aydınlık KİTAP
Akra’da bulunan pembe düşler
9
Pa ulo Co elh o
16 KASIM 2012 CUMA
Kitab n kurmacal n bir kenara b rak rsak ki isel geli im kitaplar nda oldu u gibi ki iyi suçlayarak, hayatta kar la lan tüm zorluklar n sebebini bireyselle tirip ki iye y karak, ya ad m z düzenin veya sosyal ve ekonomik ko ullar n hiçbir tesiri yokmu ças na avutulmay kabullenemiyorum DENİZ ANTEPOĞLU denizantepoglu@hotmail.com
Paulo Coelho’nun beklenen son romanı “Akra’da Bulunan El Yazması” Can Yayınları’ndan çıktı. Roman hem büyük eleştirileri hem de beğenileri beraberinde getirdi. Aslında bu durum sadece son roman için geçerli değil. Yazar ve romanları Türk okurunu da ikiye bölmüş durumda. Kimi çok beğense de kimi popüler, fazla derin olmayan kitaplar üretmekten öteye gidemediğini savunuyor. Coelho, edebiyat dünyasındaki yolculuğuna “Hac” isimli eseriyle giriş yapmış olsa da Türkiye’de dünyada olduğu gibi “Simyacı” romanıyla tanındı ve roman tüm dünyada çok sattı. Bu romanıyla yazar, Marquez’den sonra en çok okunan Latin Amerikalı yazar unvanını kazandı. Daha sonra “Veronika Ölmek İstiyor”, “On Bir Dakika”, “Elif”, “Zahir” isimli romanlarıyla da kazandığı ünü sürdürmeye devam etti. Şimdi ise son romanı ile okuyucunun karşısında. Kurmaca ile gerçeğin kaynaştığı ve ne kadarının gerçek olduğundan emin olamadığınız, kişisel gelişim kitaplarına benzer, yazarın aforizmaları olarak da nitelendirebileceğimiz bir romanla karşı karşıyayız. KUDÜS’ÜN SON HUZURLU GÜNLER Roman, yazarın eline bir el yazmasının kopyasının geçmesiyle başlıyor. El yazmasının öyküsü ise önsözde bahsedildiği üzere şöyle: 1945 yılında Mısır’da Hamra Dom bölgesindeki bir mağarada iki kardeş tesadüfen papirüslerle dolu bir testi bulurlar. Kardeşlerden bir şekilde bir papazın eline geçen papirüsler, papaz tarafından Kahire’deki Kıpti Müzesi’ne satılır. Papirüsler burada isimlerini alırlar: Nec Hemmadi Elyazmaları. Diğer elyazmaları ise karaborsaya düşer, ancak Mısır hükümeti duruma el koyar ve yazmalar ulusal miras ilan edilir. 1974 yılında bir İngiliz arkeolog, Nec Hemmadi yakınlarında başka bir elyazması bulur ve Arapça, İbranice ve Latince üç dil-
de yazılmış bu elyazmalarının dünyada yaklaşık 155 nüshası olduğunu bildiren Mısır hükümeti bulunan elyazmalarının arkeologda kalmasına izin verir. Yazar ise bahsedilen arkeoloğun oğluyla tanışır ve elyazmasının kopyasını elde etmeyi başarır. Elyazması Hıristiyanlığın ilk yüzyılı ile M.S. 180 arasında yazılmış, asıl dili Yunanca apokrif metinlerdendir. Roman, Kudüs’te her dinden insanın huzur içinde yaşadığı bir tarihte başlıyor. Ancak şehir huzurlu günlerinin sonuna gelmektedir, çünkü Haçlılar yaklaşmaktadır ve halk meydanda toplanmış, kaçmayıp savaşmayı tercih etmişlerdir. İsa’nın çarmıha gerildiği meydanda kadınlı erkekli herkes toplanmıştır ve Kıpti diye bilinen Yunan adamı dinlemek için beklemektedirler. Romanın ana ve belki de tek karakteri Kıpti savaşın öncesinde, Kudüs’ün son huzurlu gecesinde pek çok konudan bahseder ve bu konuşmalar yazıya aktarılır. Yazarın bahsettiği ve kurguladığı el yazması bundan oluşmaktadır. Kıpti’yi her konuda konuşurken bulacaksınız romanda. Ve kitap Kıpti’ye yöneltilmiş sorular şeklinde bölümlere ayrılmış. Yani yazar kişisel gelişim kitabında bulmayı umacağınız, günlük yaşamımızdaki sorunlara ancak yüzeysel sorunlara, esas büyük sorunları görmezden gelircesine- yanıt vermeye çalışmış. Örnek vermek gerekirse, güzellik, zarafet, başarı, cinsellik, yenilgi, sevgi gibi başlıklar altında yazarın düşüncelerini öğrenmek mümkün. Ancak bana kalırsa sorulara verdiği yanıtlar ile daha gerçekçi sorunları görmezden gelerek beylik laflar etmekten öteye gidememiş. Verilmek istenen felsefi anlayışın derinliği olmadığını ve klişe olduklarını belirtmeden geçemeyeceğim.
Konuyu biraz daha açmayı ve okuyucuların vereceğim örneklerle kitabı değerlendirmelerini tercih ederim. Mağlubiyet ve başarıya dair kitapta bulabilecekleriniz: “Mağlubiyet, bize mücadeleyi savaşarak kaybettirir. Başarısızlık ise mücadele etmemize bile izin vermez.”(s.31) Sevgi ve ilahi varlık kavramları kitapta en çok vurgulanan konular. Tanrının sevgiden oluştuğu belirtilerek tasavvufi bir anlayışa yakın tanrı kavramıyla karşılaşıyoruz. Ayrıca tanrının en büyük mucizesinin yaşamın kendisi olduğu ve dünyadaki her şeyin bir işlevi olduğu belirtilerek, kişinin hayatta yaşadığı ve gördüğü haksızlıklara ve kötülüklere rağmen her şeyi kabullenmeyi teşvik eden bir anlayışın kitabın tamamına hâkim olduğunu da belirtmek gerekiyor. Kimsenin etliye sütlüye karışmaması da bilhassa kitapta vurgulanıyor: “Başkalarını eleştirmekten kaçın ve düşlerine odaklan.” (s.44)
K SEL GEL M K TABI TADINDA Hap şeklinde öğütlere devam eden yazar klişelikten de kaçınmayarak güzellik konusundaki görüşlerini belirtiyor: “Dış güzellik iç güzelliğin görünür kısmıdır. Gözler ruhun aynasıdır ve esrarengiz görünen her şeyi dışarı yansıtır.” (s.55) Zarafet konusunda da aynı duruma rastlamak mümkün: “Zarafet, dış görünüme özgü bir nitelik değildir; ruhun dışarıdan görülebilen bir parçasıdır.” (s.93) Kitapta kimi insanların daha başarılı olması ise kişinin çalışmasını geçimini sağlamak yerine, daha tatlı ve pembe bir hayale dönüştürülerek sevgi dağıtmak olarak tanımlanmış. Para kazanamasak da yaptığımız işle insanlara sevgi aktardığımızı bildiğimiz sürece başarılı olabilirmişiz. Özellikle zenginleşme konusunda kitapta anlatılanlar oldukça
ilgi çekici. Kitapta zenginlerin çok parası olsa bile, gerçek mutluluğu yakalayamamış olabilecekleri belirtilerek, geri kalanların sevgiyi, sevgiden oluşan ilahi varlığı keşfederek mutlu olacakları ve çalışırken insanlara sevgisini gösterenlerin para kazanmasa, aç kalsa dahi mutlu olacaklarını söyleyerek süregiden düzene dair hepimizi bir güzel avutuyor. Yani kitabın kurmacalığını, gerçekliğini bir kenara bırakırsak sunduğu zihniyetin yanlış olduğunu düşünüyorum. Kişisel gelişim kitaplarında olduğu gibi kişiyi suçlayarak, hayatta karşılaşılan tüm zorlukların sebebini bireyselleştirip kişiye yıkarak, yaşadığımız düzenin veya sosyal ve ekonomik koşulların hiçbir tesiri yokmuşçasına avutulmayı kabullenemiyorum. Özellikle gerek kitabevlerince gerek basın tarafından her şeyi sevgiye bağlayarak, hap şeklinde klişe ve avutmaya dayanan derinliksiz öğütleri yılın en iyi kitabı olarak gösterilmeye çalışılması ise kitabı daha farklı bir boyuta taşıyor. Bu zihniyet büyük reklamlarla hepimize pompalanıyor. Zaten düşünmeyi değil avunmayı ve toplumsal düzey yerine bireyleri suçlayarak sorunu bireye yıkan zihniyetin savunulması normal hale geldi. Ayrıca kitabı okuyanların da belirttiği üzere kitabın ederinin çok üstünde satıldığı - gerek sayfa sayısı gerek nitelik olarak - fikrini de katılmadan edemiyorum. Sonuç olarak kitabın değerlendirmesinden yola çıkarak yazarın hiçbir şeyi eleştirmeden, sanki çok şeyi eleştirircesine, ama özde bireysel sorunlarımız olduğunu vurgulayarak toplumdan bizi soyutlama ve sistemden kopuk düşünmemize teşvik ettiği için popülerliği yakalamanın formülünü çıkarttığını kabul etmek gerekecek. Diğer romanlarında kısmen değişik konular işlemesiyle biraz daha farklı bir konumdayken, bu kitabıyla klişelikten öteye gidemediğini söylemek yerinde olacak. (Akra’da Bulunan El Yazması, Paulo Coelho, Can Yayınları, Çev: Emrah İmre, 152 s.)
Yazarın hiçbir şeyi eleştirmeden, sanki çok şeyi eleştirircesine, ama özde bireysel sorunlarımız olduğunu vurgulayarak toplumdan bizi soyutlama ve sistemden kopuk düşünmemize teşvik ettiği için popülerliği yakalamanın formülünü çıkarttığını kabul etmek gerekecek
10
Aydınlık KİTAP
16 KASIM 2012 CUMA
KAPAK
KALEMİNİ ÇOCUKLARA VE GENÇLERE ADAYANLAR...
“Çocuk için kitap yazmak sorumluluk bilinci ve kültürel altyapı gerektirir” DAMLA YAZICI damla.yazici@msn.com Son dönemlerde ciddi gelişmelerle kendini büyüten, yenileyen, uzmanlaşan bir çocuk ve gençlik edebiyatı dünyasıyla karşı karşıyayız. Kırtasiye dükkanlarındaki küçük raflarda görmeye alışkın olduğumuz çocuk ve gençlik kitapları uzman yayınevleri tarafından ele alınmaya başladı. Her sene kitapseverler tarafından beklenen Tüyap Kitap Fuarı’nın da bu seneki kurgusunu “Çocukluğum Yurdumdur” sloganıyla çocuk ve gençlik edebiyatı oluşturuyor. Bu alanın büyük emekçisi yazar Gülten Dayıoğlu da bu sene onur yazarı olarak Tüyap’ta paneller ve söyleşiler yoluyla okurlarla buluşacak. Çocukların sesinin fazla duyulacağı bu fuar haftasında biz de kalemini çocuklara ve gençlere adamış usta yazarlar, Gülten Dayıoğlu, Behiç Ak ve Miyase Sertbarut ile söyleşiler gerçekleştirdik. Çocukların tertemiz dünyasını onlarla paylaşan bu isimlerin yazarlık serüvenlerini, çocuk ve gençlik edebiyatına dair düşüncelerini ve Tüyap’ın bu seneki kurgusu için değerlendirmelerini onların ağzından sizler için dinledik. Sanat hayatını tamamen yazarlığa adamış birisiniz? Yazarlıkta karar kılmanıza neden olan süreç nasıl gerçekleşti? Yazarlıkta karar kılmamın nedeni, okurlarımın eserlerime sahip çıkması yani yazdıklarımın ilgiyle okunmasıdır. Eğer okur kitaplarımı görmezden gelseydi, bende elli yıl sürekli kitap yazma coşkusu oluşmazdı. Gülten Dayıoğlu birçok kişinin okuyup karakterine yeni şeyler kattığı kitapların yaratıcısı. Yazarken nelerden beslenirsiniz? Sizi etkileyen, hayatınıza yön veren kişiler kimler oldu yazarlık serüveninizde? Kütahya’da ilkokul üçüncü sınıfta öğrenim görürken, öğretmenim, yazılı anlatım ödevlerime bakarak, sen yazar olacaksın demeye başladı. Hemen ardından beni kütüphaneye götürdü.Görevliye teslim ederken: “Bu çocuk doğuştan yazma yeteneğine sahip. Aile bu durumun bilincine varacak durumda değil. (Annem okuma yazma bilmezdi. Babam da rüştiyeden ayrılma bir esnaftı). Yaşına uygun kitaplarla okuma alışkanlığı edinmeye başlasın. Yardımcı olun” dedi. Sonra bana döndü: “Yazar olmayı çok istediğini biliyorum. Ama, bu isteğine erişmek için öncelikle nitelikli kitaplar okuman gerekiyor. Üstelik herkesten çok kitap okumalısın” dedi. Böylece ben onun gösterdiği yönde ilerleyerek bu günlere geldim. Ortaokul ve lisede de Türkçe ve edebiyat öğretmenlerim yeteneğime sahip çıktılar.
ÇA A AYAK UYDURMAK 90’larda doğmuş ve kitaplarınızla büyümüş biri olarak sorarsam, bugün hala
yeni kitaplarla çocuklarla buluşuyorsunuz, okunuyorsunuz. Ama sokak oyunları oynayan çocuklardan bilgisayar oynayan çocuklara geçtiğimiz bir süreçte her ikisine de hitap etmeyi başarıyorsunuz. Bu nasıl gerçekleşiyor sizce? Ben gençlik yıllarımdan beri kendimi geliştirmeyi yaşam biçimi edinmiş bir yazarım. Çağa ayak uydurabilmek en belirgin hedefim oldu hep. Kalemimi bu doğrultuda geliştirmek için çok okuyorum. Başta Frankfurt Kitap Fuarı olmak üzere kitap fuarlarında inceleme - gözlem yapıyorum. Dünya çocuklarının ilgi alanlarını saptamaya çabalıyorum. Aynı paralelde ülkemizdeki çocuk ve gençlerin yaşamlarını, ilgi alanlarını, tutkularını odaklandıkları noktaları, yaşam ortamlarını vb. gözlemliyorum. Araştırıp soruşturuyorum. Kısacası kalemimi çocukların gelişim düzeylerine eriştirmeye gayret ediyorum. Ben ve eşim dünya gezginiyiz. 1970’lerden bu yana 107 ülke gördük. Bu geziler de ufkumu açıyor. Gülten Dayıoğlu çocukların hayatında önemli bir yere sahip, peki ya çocuklar Gülten Dayıoğlu’nun hayatında ne ifade ediyor? Çocuk ve gençler hayatımın merkezinde bulunuyor. Aynı kendi oğullarım ve torunlarım gibi.. Gülten Dayıoğlu dünyaya bir daha gelse yine çocuklar için yazmayı seçer miydi? Çocuk ve gençler için yazmak artık benim yaşam biçimim oldu. Etimle derimin arasına yerleşti. Başka bir yaşam şekli bilmiyorum ki! Elbette yeniden dünyaya gelsem, en sevdiğim iş olan çocuk ve gençlere kitap yazma işini seçerdim.
ÇOCUK Ç N K TAP YAZMANIN GEREKT RD KLER Sadece dram değil hikaye, bilim kurgu ve gezi kitapları da yazdınız. Günümüzdeki çocuk yazarlarının da bu çok yönlülüğe sahip olduğunu düşünüyor musunuz ya da olmalılar mı? Günümüzde çocuk yazarlarını ikiye ayırmak gerek. Birincisi, kalemini çocuk ve gençlere bilinçle severek, isteyerek, adamış olanlar. Bunlar sayıları az da olsa gerçekten nitelikli kitaplar yazıyorlar. Ve kalemlerine dört elle sarılıyor, yazmayı yaşam biçimi ediniyorlar. Sorumluluklarının bilincindeler. İkincisi: Çeşitli nedenlerle çocuk kitabı yazmaya başlamış olanlar var. Ama her an yollarını değiştirebilirler. Onlar kalemlerini, ellerinin ucuyla tutuyorlar. Çocuk için kitap yazmanın önemli bir sorumluluk bilinci ve kültür alt yapısı gerektirdiğinin ayrımında değiller. Bu nedenle çalakalem kitap yazıyorlar. Yayıncı
Gülten Day o lu
bulmakta da zorlanmıyorlar. Bu tür kitaplar çocuk ve gençlik kitapları pazarını kuşatma altına almış durumda. Sizin neslinizdeki çocuk okur ile bugünün çocuk okuru arasında nasıl bir değişim var? Çocuklardan nasıl tepkiler alıyorsunuz? Toplum sürekli değişim, dönüşüm, gelişim içindedir. Toplumu oluşturan çocuk ve gençler de bu değişimden soyutlanamaz. Benim çocukluğumdaki çocuk ile şimdiki çocuk ve gençler arasında dağlar kadar fark var. Zaten doğalı da bu. Bilgi çağında yaşıyoruz. Teknoloji almış başını gidiyor. Yaşam ortamları, yaşam biçimleri, değer yargıları, beğeni ölçütleri vb. öylesine değişti ki!... Ben, birinci sınıfı bir köyde, birleştirilmiş eğitim yapan ilkokulda okudum. Yani sınıfımızın yarısı dördüncü beşinci sınıflara aitti. Öteki yarısı da bir iki üçlere ayrılmıştı. Otuz öğrenciye karşın, beş alfabe vardı. Sıra beklerdik. Çeşmede testi doldurma sırası bekler gibi… Şimdiki olanaklara bakın. Biz dünyada olmuş ve olacakları, masal analarından öğrenirdik. Şimdiki çocukların bilgisayar olanakları var. Tek tıkla dünya avuçlarının içinde. Eskiye göre yayınevlerinin çocuk edebiyatına gösterdiği ilgi ne durumda bugün? Daha profesyonelleşen bir alan haline geldiğini söyleyebiliyor muyuz? Yayınevleri çocuk ve gençlik edebiyatına eskiye göre gerçekten profesyonelce yaklaşıyorlar. Çünkü çocuk ve gençlik kitaplarının satışları iyi. Ben 1960’larda özene bezene hazırladığım çocuk öykülerini dosyalayıp yayıncı aramaya başlamıştım. Bu arayış iki yıl sürmüştü. Şimdilerde yazarlar eserlerini yayınlatmakta pek zorlanmıyorlar. Bu durum iyi de kitaplar çokluk uzman editörlerin süzgecinden geçmiyor. Bu nedenle de nitelikli kitaplarla niteliksiz olanlar
aynı raflarda yer alıyorlar.
“2013 YILI ELL NC SANAT YILIM” Tüyap’ta bu sene onur yazarı Gülten Dayıoğlu. Çocuk ve gençlik edebiyatı konseptiyle çıkan bu seneki fuarda onur yazarı olmak nasıl bir duygu? Birçok okurunuzla buluşacaksınız önümüzdeki hafta, fuar haftası için duygularınızı öğrenebilir miyiz? 31. İstanbul Kitap Fuarı’nın onur yazarı olmak üstelik fuarın temasının çocuk ve gençlik edebiyatı olması beni çok sevindirdi. 2013 yılı benim ellinci sanat yılım. İlk kitabım bahçıvanın oğlu Rafet Zaimler yayınevinde 1963 yılında yayınlanmıştı. Ellinci yılımla fuar onur yazarlığının denk gelmesi sevincimi daha da arttırdı. Açıkçası,onur yazarlığı, elli yıllık emeklerimin ödülü gibi geldi bana. Fuarda okurlarımla buluşma coşkusu zaten her yıl beni aylar öncesinden sarmaya başlar. Bu yıl coşkum daha bir başka. Kuşaklar boyu kitaplarımı okuyan sevgili okurlarımla, fuar onur yazarlığı sevincini paylaşacağız. Onlar ailece benden hiç kopmadılar. Bu nedenle sevinçleri en az benim sevincim kadar olacaktır. Bu buluşmaları düşünmek bile şimdiden yüreğimi hoplatıyor. Bir de çocuk edebiyatına katkı olarak vakıf kurduğunuzu biliyoruz. Biraz anlatır mısınız? Ben nitelikli kitaplar oluşturup yeni yazarların su yüzüne çıkması amacıyla bir vakıf kurdum. Gülten Dayıoğlu Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Vakfı. Her yıl, çok değerli seçici kurul üyelerimizin seçtiği nitelikli kitaplara ödül veriyoruz. Bir yıl çocuk bir yıl gençlik kitabı alıyor bu ödülü. Vakfımızı tanımak isteyenler: www.gultendayioglu.com adlı internet sitesine başvurabilirler. Ödül koşulları da orada yazılı.
Aydınlık KİTAP
KAPAK
16 KASIM 2012 CUMA
11
“Edebiyatın çocuğu özgürleştirici bir yanı olmalı” Behiç Ak mimar olarak başladığı mesleki hayatında çocuk kitapları yazmayı neden seçti? Mimarlıktan karikatür, tiyatro ve çocuk edebiyatına geçişiniz nasıl oldu? Bu serüveni bize anlatabilir misiniz biraz? Mimarlığa girmeden önce şöyle düşündüm ben, mimarlar kendi başlarına özgürce birtakım şeyler üretiyorlar. Mimar olarak çalışmaya başlayınca fark ettim ki mimarlık sadece sipariş üzerine yapılan bir iş ve inanmadığın bir sürü şey yapmak zorundasın. O yüzden hemen bıraktım, kendi yapmak istediğim şeylere yöneldim. Karikatür çizmeye başladım, çocuk kitapları yazmaya başladım. Ama gördüm ki o işleri de Türkiye’de yapmak kolay değil. Özellikle ilk çocuk kitaplarımı yazdığımda, büyük resimli kitaplar yapıyordum, Türkiye’de onları yayınlatmak imkânsız. Sonra Japonya’da uluslararası bir sergiye katıldım. O yarışmadan bir ödül aldık. Sonra Japon yayınevleri benim yaptığım şeylerle çok ilgilendi. Japonya’da benim çocuk kitaplarım yayınlanmaya başladı. Sonra Cumhuriyet’te karikatür çizmeye başladım. Yazıp çizdiğim kitaplarım önce hep yurtdışında yayınlanıp, sonra Türkiye’ye gelirdi. Eve geliyorum mesela, Japonya’daki çocuklardan mektuplar geliyor, Japonca! Ama anlıyorum tabi, benim çizimlerimi yapıp koymuşlar. Başlarda çok heyecanlanıp onların hepsine teker teker cevap yazıyordum, orijinal şeyler çizip gönderiyordum, sonra baktım olacak gibi değil. Sonra o kitapları Türkiye’de yayınlatmaya çalıştım, ama çok zorlandım, çünkü Türkiye’de öyle bir alan, öyle bir anlayış yoktu o zamanlar. Giderek yaygınlaşmaya başladı, okullarda çocuk edebiyatı keşfedilmeye başlandı. Edebiyatın eğitimin bir parçası olduğu keşfedildi. Böylelikle kitaplar sadece kırtasiyecilerde değil de kitapçılarda halka sunulmaya başladı. Çünkü o zamanlar kırtasiyecilerde Damla Yaz c yazar Behiç Ak ile birlikte...
Behiç Ak
olurdu kitaplar, kalem, kitap, defter hepsi bir arada satılırdı. Okullar da işin içine girince çocuklar giderek okuyucu olmaya başladılar ve ciddi çocuk yayınevleri çıkmaya başladı, yepyeni bir alan açıldı. Mesela Japonya’da bir kitap 40 bin, 50 bin sattığında çok şaşırırdık, ne kadar çok çocuk okuyor diye. Çünkü Türkiye’de bir çocuk kitabının o kadar baskı yapıp satması mümkün değildi. Sonra Türkiye’de onun gibi olaylar başladı, giderek çocuk edebiyatının yeşerdiği bir toplum haline geldi. Hepsi kaliteli olmasa da birçok edebiyatçı çıkıyor ve çocuklar da bunları okuyorlar.
ÇOCUK EDEB YATI YAZARIYLA LK TANI MA Japonya'daki çocuklardan mektuplar aldığınız gibi Türkiye'de de aynı şeyi yaşadınız mı? Türkiye’de de çocuklar yazdığımız kitapları tiyatro haline getiriyorlar, okullarda sahneliyorlar, yazara mektuplar yazıyorlar. Hiç unutmuyorum, benim bir çocuk edebiyatı yazarıyla ilk tanışmam şöyle oldu: Annem göçmen, Samsun’daydık. İlk-
Hikaye içinde mesaj taşımaktansa, hikayenin oluşturduğu paradigmanın günlük hayatımıza farklı bakmamızı sağlayacak yeni bir paradigma olması gerekiyor. Çocuk o paradigmayla kendine yeni kapılar açabilmeli okula orada başladım. Bir gün okula kamyonlu bir adam geldi ama perişan bir halde. Üst baş dökülmüş, kamyonun da hali fena. Öğretmenimiz dedi ki “okulumuza bir yazar geldi”. Adam yazarmış ve Anadolu’da kitaplarını dağıtıyormuş. Kamyonu da çalışmıyordu, biz itmiştik. Eve gidince anneme anlattım, dedim “çok ilginç, kamyonları var yazarların, böyle oluyormuş yazarlar”. Bir de adamın parasını çalmışlar yolda, okulda para toplamıştık onun için. İşte daha önce hiç hayalimde olmayan bir yazar tablosuyla karşılaştım, zaten hayalimizde bir yazar da yoktu, o yüzden “herhalde yazar budur” diye düşündük hepimiz. Şimdiki çocukların kafasında yazar imajı nasıldır onu bilemiyorum tabii. Ama yazarların sadece “perişan insan” olmadıkları ortaya çıktı tabii en azından. Yazarlık kendi yaratımınız olduğu için mi sizi daha çok cezbetti? Yazarlığın ve çizerliğin hem eleştirel hem de burada geliştirilen o kişiselliğin aslında toplumsal bir boyutu var. Yani entelektüel anlamda bir bireyin özgürleşmesi ve bağımsızlaşması aslında toplumsal bir şey. Bireyin belli güçlere bağımlı kalması da toplumsal bir kayıp. Eleştirelliğini kaybetmemesi toplumsal bir kazanım. Sanat ne kadar bağımsız olabiliyorsa, sınıflara, bankalara, sponsorluklara ya da devlete olan bağımlılığından arınabiliyorsa toplumsal kazanım da o kadar fazlalaşır.
ÇOCUKLAR KEND LER N KANDIRMIYORLAR BÜYÜKLER G B Çocuk kitaplarında uzun süre mesaj kaygısı güdüldü. Bu ne kadar doğru? Ben çocuk kitabı, büyük kitabı diye ayırmıyorum da, çocukların edebiyatla kurdukları ilişki daha farklı tabii, daha önyargısız. Yetişkinlerinde edebiyatla ilişkilerinde prestij, soylulaşma gibi kelimeler çok önem kazanıyor, bilgi edinmenin üstünlük yaratması gibi şeyler. Çocuklarda bu yok. Çocuklar zevk, üzüntü, neşe gibi duyguları doğrudan yaşayarak ilişki
kuruyorlar. Bu yüzden edebiyatla ve sanatla çok komplekssiz bir ilişki kuruyorlar, beğenmiyorsa beğenmiyor, hata bulduysa söylüyor. Kendilerini kandırmıyorlar büyükler gibi. Büyükler kendileri yapamadıkları şeyleri çocukların dünyasına aktarmaya çalışıyorlar. Çocuklar da büyüyünce çocuklarına aktarmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla o yapılamayan şeyler hiçbir zaman yapılamıyor. Büyürken de bazı şeyler değişiyor, çevreci, zarif bir çocuk birdenbire magandaya dönüşebiliyor. Çocuklara mesajlar yüklediğimiz zaman sadece kendi suçluluk duygularımızı yüklüyoruz onlara, yoksa topluma bir şey kazandırdığımız yok. Nükleer santralleri destekleyen bir adam çocuklara çevreci olmalarını öğütleyemez “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” denir buna. Didaktik kitaplar da olmalı tabii. Ama hikaye içinde mesaj taşımaktansa, hikayenin oluşturduğu paradigmanın günlük hayatımıza farklı bakmamızı sağlayacak yeni bir paradigma olması gerekiyor. Çocuk o paradigmayla kendine yeni kapılar açabilmeli. Çocuk bu paradigmaları kendi görecektir zaten. Öğüt vermek çok yanlış. Zaten öğüt enformasyon eksikliğidir. İnandığınız şeyi bildiğinizi sanıyorsunuz, bildiğiniz her şeye de inanıyorsunuz. Bu bir kısır döngü. Yani “çocuk kitapları yetişkinler için de yazılmalı” diyebilir miyiz? Büyüklerle küçükler aynı kitabı okuyabilince ilginç bir tablo çıkıyor ortaya. Bursa’daki kitap fuarında salonun yarısını büyükler yarısını küçükler dolduruyor. Ben bunu “Gülümseten Öyküler”de de denemek istedim. Büyüklerle küçükler bir arada okusunlar istedim. Benim 8-12 yaş aralığı için yazdığım hikayeleri büyükler de seviyorlar. Yani böyle bir ortak payda var aslında. 3-6 yaş arası daha da yoğun. Mizahın çocuk edebiyatındaki yeri nasıl olmalı? Mizahın kökeninde uyumsuzluk var. Uyumsuzluk aslında önemli bir kavramdır. Bize hep uyumlu olmak öğretilir. Halbuki uyumsuzluk sanattır, çocuk da uyumsuzdur. Kırar, döker, şiir okuması gerekir okuyamaz. Toplumsal uyumsuzluğu olumlayan bir dil oluşturursak kitaplarda mizah kendiliğinden oluşur. Birçok çocuk kitabında birey yok, ben tam tersi bireyi koymaya çalışıyorum kitaplarıma. Büyüklerin başlarından geçen hikâyeleri de okusunlar istiyorum. “Güneşi Bile Tamir Eden Adam”da mesela büyüklerin kendi aralarında geçen olaylar var. İllaki çocukların kahraman olması gerekmez. Hayvanlar, doğa hepsi insanlarla eşitlenmeli. Benim dünyamda insanlar alınıp satılmıyorsa hayvanlar da alınıp satılmaz. Çocuk kitapları ne gibi özellikler barındırmalı genel anlamda? Bu, farklı yaş gruplarına göre değişir. Mesela 3-6 yaş grubunda çok iyi bir hikâye ve iyi resimler olmalı. İlk defa çocuk
12
Aydınlık KİTAP
16 KASIM 2012 CUMA
kavramlarla resimler, semboller arasında ilişkiler kuruyor. Düşünmenin temeli bu. Nesneler belirgin olmalı. Resimlere yazı gibi bakar çocuk. Kavramlarla resimler arasındaki ilişkilerin ilk defa kurulduğu anı hepimiz unutmuşuzdur ama bu an önemlidir. İkincisi, çocuk hikâyeyi değiştirmek isteyebilir, bu yüzden hikayenin değişebilir kılınması gerekli. Üçüncüsü, hikâyenin büyüğü de sıkmaması lazım, ortak payda önemlidir. Çocuk bir kitabı beş yüz kere falan okur, tüketene kadar. Beğendiyse o kitap yırtılana kadar okunur. Sonraki yaş aralıklarında da çocuğun gelişimine katkı sağlayacak, farklı pencereler açacak şeyler olmalı. Çocuğu bir sorunsalın içine sokması lazım. Ticari kitaplarda belli konular üzerine gidilir, şiddet, cinsiyetçilik
gibi. İşte kız kitapları pembe oluyor mesela. Kitaba cinsel rol biçiliyor. Bunlar korkunç tabii.
ÇOCUK OKURU F KREN ÖZGÜRLE T RMEK Çocuk kitapları hayatımızda neden önemlidir? Çocukken okuduğumuz kitap bizi etkiler, onu o an anlamayız ama karakterimiz aslında ona göre şekillenir. Tabii her etkileyen kitap iyi kitaptır anlamına gelmiyor. Bir de belli yaşlarda okunduğunda, çocuğun daha savunmasız olduğu yaşlarda, mesela bize “Kaşağı”yı çok erken yaşta okuttular, suçluluk duygusundan öldük hepimiz. “Yalan söylersen kardeşin ölür” gibi bir mesaj vardı onda, çok ağır bir şey aslında. Bu 7 yaşındaki ço-
cuğa okutturulur mu? Ve aslında yalan söylemek de gelişimin bir parçasıdır. Bu tür ağır duyguları çocuklara çok yüklememek gerekir. Edebiyatın çocuğu özgürleştirici bir yanı olmalı, fikri olarak özgürleşmek. Sanatta en korkutucu şey obsesif olmaktır. Aynı şeyi tekrarlamaktan kaçınmak gerekli. Çocuklara yeni kapılar açacak söylemler bulmak lazım. Çocuklar için karikatür çizmek daha mı farklı? Teknik farklılıklar yok aslında. Çocuklar karikatürleri çok seviyorlar ve fark ettim ki daha çok anlıyorlar. Büyükler bir süre sonra algılarını kaybediyorlar hep aynı şey yapmaktan. Esprileri algılamamaya başlıyorlar. Çocuk çoktan gülmüş geçmiş oluyor espriye. Büyüklerin hayatı çok sı-
KAPAK kıcı gerçekten. İstanbul Kitap Fuarı’nı çocuk konulu olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin de katılacağınız paneller olacak... Güzel tabii çocuk edebiyatının böyle meşru öne çıkarılması. Ama çocukların kitapla ilişkisinin fuarla sınırlanması kötü. Fuar çok uzakta bir de. Gelmek büyük problem halini alıyor. Son olarak hatırlatalım: Otuz yılı aşkın süredir tiyatro, karikatür, çocuk kitapları, roman, belgesel sinema gibi farklı alanlarda çalışmalar sürdüren Behiç Ak’ın 22 Kasım- 14 Aralık tarihleri arasında ilk defa bu çalışmalarından derlenen “Yazmaya Çizmeye Devam” adlı sergisi Karşı Sanat’ta ziyaretçilerini bekliyor olacak. Duyurulur...
Bir yetişkin için kötü kitaptan sıyrılmak kolaydır; ama ya çocuk... Genelde yetişkinler için değil de çocuklar için yazmayı seçtiniz, çocuklara hitap etmek neden? Bir raslantı bu. İyi bir raslantı. Çankaya Belediyesi ve Damar Edebiyat dergisi ortak bir yarışma açmıştı. Pek çok alan vardı yarışmada. Ama duyuruyu geç görmüştüm. Son katılım tarihine yetişemeyebilirdim. Daha kısa sürede biter diye çocuk öyküleri yazıp yollamaya karar verdim. Ama yazdıkça yetişkinlere yazarkenki halimden hiç de farklı olmadığımı gördüm. Aynı kaygılar, aynı yaratım süreci; bir kurmacanın içinde dolaşıp durmak ve başkalarını da bu kurmaca dünyaya inandırma çabası. Yazıyı ve yaratımı ciddiye aldığınız sürece edebiyatın hangi dalında ürün verirseniz verin aynı hazzı yaşıyorsunuz, bunu anladım. Sonra da vazgeçemedim. Kitaplarınızı yazarken çocukların ruhuna inmek adına nelerden beslenirsiniz? Çocuk vahşidir, aykırıdır, anarşisttir ve pek çok şeyi ciddiye almaz. Ama öğrenmek için rol yapmak, taklit etmek zorunda kalır. Onların bu yanı beni etkiliyor ve bundan besleniyorum. Benim içimde de böyle şeyler var, yazdıkça o yanım ortaya çıkıyor.
“ÇOCUK OKUR EMPAT KURAR” “Çöp Plaza” kitabınıza baktığımızda ciddi bir toplumsal sorunu gözler önüne seriyorsunuz. Çocuk çöp toplayıcılar ve kent elitlerinin elleri çöpe değmemiş steril çocukları ve bağışıklık sistemleri çöktüğünde yollarının “mikropla” barışık çocukların yaşadığı semtlere düşmesi... İki gruptan da çocuk sizi okuyor büyük ihtimalle. Kitabı bitirdiklerinde nasıl bir etkide kalıyorlar sizce? Sizin amacınız ne oluyor bu tür konuları işlerken? “Çöp Plaza”yı yazarken korktum. Çünkü çocuk okur bir yetişkinden daha yoğun biçimde kendini kahramanın yerine koyar. Kim kendini çöp toplayanların yerine koymak ister? Empati kurmalarını sağlayamazsam romanın başarısız olması kaçınılmaz. Bir yoksulluk trajedisine dönüşme tehlikesi de var-
Miyase Sertbarut
dı. Bu durumda maceraya tutundum ve çocuk kahramanlarımın iç dünyasını, onları severek, onları anlayarak, onlara inanarak anlattım. Onların tarafında yer aldım. Şimdiye kadarki duyumlarım bu kitabı çocuklardan daha fazla yetişkinlerin sevdiği yönünde. Çocuklar işin macera kısmıyla ilgililer. Çünkü o yönde bir okuma alışkanlığına ve birikimine sahipler. Ama zaten ben de çocukları bilinçlendireyim derdinde değilim. İnsanları anlatıyorum, bu insanlar toplumdaki sorunlarla birlikte yaşıyorlar. Sorunları göz ardı edip tamamen yalıtılmış bir macera kurgulamak benim tarzım değil. Ama edebiyatı da toplumsal sorunları aktarma aracı olarak görmüyorum. Yazma sürecinde inandığım ve sevdiğim hayali kahramanlarla bir süre yolculuk yapmak hoşuma gidiyor. Okur da bu kitabı eline aldığında benim gibi bir yolculuğa çıksın istiyorum. Bu birlikte yol alma sırasında kimi zaman toplumsal sorunlar üzerine de kafa yorabilir insan, ama bu konuda çocuklara fazlaca yüklenmeyi doğru bulmuyorum. Bazen bir çocuk kitabı okuruz ve yıllar sonra karakterimizi büyük ölçüde etkileyen kitap olduğunu anlarız onun. Sizin için bu kitap hangisidir? Karakterimi etkilemiş midir bilmiyorum, ama “Jack ve Fasulye Sırığı” adlı masalı çok severdim. Bir gecede büyüyüp bulutlara uzanan fasulyeler... O yılların çocuğu için ne gör-
kemli bir hayâl! Birkaç kez fasulye ekme girişiminde de bulundum. Ama tohumların genetiğiyle oynanmaya başladığı yıllara denk geldiği için fasulyeler büyümedi. Geçenlerde evde çimlendirmek istedim, bırakın bulutlara çıkmayı filiz bile vermediler.
ÇOCUK EDEB YATINDA T CAR KAYGI Çocuk edebiyatına gereken özen ve önem gösteriliyor mu ülkemizde sizce? Bir değişim var. Hem içerik anlayışı değişiyor hem görsel anlayış değişiyor. Çocuğun beklentileri, istekleri, yaşı göz önünde bulunduruluyor. Yazarlar daha özgür, dil ve anlatım renkli, yıllardır ele alınmayan temalar rahatlıkla yazılıyor. Tutucu bildiğimiz yayınevleri bile “çılgın” kitaplar yayınlayabiliyor. Klasik ve kolay yolu seçenler de çok fazla. Dinî içerikle bezenmiş çocuk kitapları da hüküm sürüyor. Bunca çokluğun içinde iyi kitabı bulup okumak çocuğun şansına kalmış. Bir yetişkin için kötü kitaptan sıyrılmak kolaydır; ama çocuk birkaç kez baştan savma yazılmış kitapla zaman geçirmek zorunda kaldığında daha sonra dünyanın en iyi kitabını da sunsanız ona, işe yaramıyor. Tüyap’ın bu sene çocuk ve gençlik edebiyatı konseptiyle kurgulanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bir şeyi değiştirir mi emin değilim. Evet paneller olacak, çocuk ve gençlik yayınları hak-
kında daha fazla konuşulacak ama sonra yine her şey eski haliyle devam edecek, bir şey değişmeyecek diye düşünüyorum. Yayınevlerinin ticari kaygıları var, bu da onların kolay ve ucuz yollara sapmalarına neden oluyor. Kıyıya vurmuş denizyıldızını yeniden suya fırlatmak beni motive etmiyor. Ama belki de inanmak gerek eski masallara. Radyo oyunlarınız da var. Radyo oyunu günümüzde hangi durumda. Sizin hayatınızdaki yeri nedir? Radyo oyunları can çekişiyordu bir süredir ve artık “öldü” diyebiliriz. Biz sözlü anlatım geleneği güçlü bir toplumduk. Radyo oyunları bu yapıdaki bir toplumda doğaldır ki sevildi ve çok dinlendi. Derken yazılı kültür yarım yamalak yaşandı ve hızlı biçimde görsel toplum aşamasına sıçradık. Televizyon, bilgisayar ve başka teknolojik araçlar görsel algıya hizmet ettiler, ediyorlar. Radyo oyunu ise işitsel ve zihinsel yaratım ortamına hitap ediyordu, ölmesi doğal. Bu oyunları dinlemek hayal gücümü çok besledi sanırım. Onlar hayalimdeki filmlerin adamlarına, kadınlarına ve çocuklarına dublaj yapıyordu sanki. Radyo oyunlarında dinleyici çok etkindir, yazardan ve seslendirenden daha etkin. Gelecek projelerinizi de soralım, yeni bir kitap çalışması var mı şu an? Olmaz mı? Seri kitap yazmaktan hoşlanmasam da okurların yönlendirmesiyle “Kapiland’ın Kobayları”na bir devam romanı var, bitti bitecek. Dış kaynaklı hayalet ve vampir kitaplarına inat yerel bir korku romanı planım var, cinli minli... Ve tehlikeli bir konuyu daha yazıyorum, taciz, çocuk tacizi. Anlatması zor, dengeyi kurmak çok hesap kitap istiyor, ama yazılması gerekiyor. Ayrıca tamamladığım ve 2013’te yayınlanacak anarşist bir polis köpeğim var. Yunanistan’daki eylemcilere destek veren bir köpek vardı, ondan esinlenerek yazdım. Yine Çöp Plaza alışık olmadık bir sonla bitmişti, o çocukları bu belirsizlikle bırakamam. Bağımsız da okunabilecek bir devam romanı “Son Söz Söylenmedi.” diye çıkabilir ortaya. Korkarım ki öldüğümde en az on beş yarım roman bırakacağım geride.
20
Aydınlık KİTAP
20. yüzyıl insanına dair Karakterlerin ve ki isel öykülerinin içinde bulunduklar ülkelerin tarihi ile iç içe oldu u hüzünlü bir a k hikayesi “Bütün Ruhlar Günü” ŞENOL ÇARIK senolcarik@gmail.com
Cees Noteboom
Hollanda’nın en tanınmış yazarları arasında olan Cees Noteboom’ın “Bütün Ruhlar Günü” Yapı Kredi Yayınları etiketiyle ve Burcu Duman’ın çevirisiyle yeniden raflarda yerini aldı. Çok sayıda edebiyat ödülüne sahip sıkı bir edebiyatçı ve aynı zamanda da gezgin Noteboom. Yazarlığının yanı sıra şair ve gazeteci de olan Noteboom’un “Bütün Ruhlar Günü” romanı; felsefi, şiirsel diliyle ve ateşli üslubuyla en tutkulu romanı olarak da nitelendiriliyor. Kitabın kahramanı Berlin’de yaşayan Hollandalı bir belgesel yapımcısı Arthur Daane. Karısı Roelfje ve dört yaşındaki oğlunu trajik bir kaza sonucu, uçak kazasında, kaybetmiş olan Arthur, içerisine düştüğü yalnızlık, bunalım ve melankoli sarmalında zor günler geçirmektedir. Her taşın üzerinde tarihin izlerini barındıran ve benzersiz bir geçmişi ile şekillenen bir şehrin sokaklarında dolaşıp, kendini bulmaya çalışır. Acılarına, kederine çare bulmaya çalışırken düşüncenin limanına sığınmış bulur kendini. Pek çok şeyi sorgulamaya başlar. Artık iyi bir gözlemcidir de. Hayatı, ölümü, ölümsüzlüğü sorgulayıp felsefesini yapmaya çalışır. G ZEML , SIRADI I B R KADINI BULMA MACERASI… Bunların yanı sıra düzenli olarak toplandıkları ve içlerinde bir filozof, bir fizikçi ve bir heykeltıraşın da bulunduğu bir grup arkadaşıyla birlikte sanat ve felsefeyle ilgili derin sohbetler de yapar Arthur. Filozof Arno Tieck, heykeltıraş Victor Leven ve Rus fizikçi Zenobia Stejn bu sohbetlerin müdavimidirler. Felsefi ve sessiz bir tiptir Arthur, kişisel felaketler arasında yepyeni bir hayat inşa etmenin çabasındadır. Ve soğuk bir kış gününde 12. yüzyılda yaşamış olan bir İspanyol kraliçesini araştıran üni-
versite öğrencisi Elik Oranje’la tanışır. Arthur ve Elik birbirlerine benzemektedirler, çünkü her ikisi de kendini aramaktadırlar. Bu tanışmanın bir bakıma Arthur’un dünyasının alt üst oluşunu da beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Sağ elmacık kemiği üzerinde ayırt edici bir yara ve çok gizemli alışkanlıklarıyla güzel bir kadındır Elik. Arthur ona aşık olur. Hollandalı bir tarih öğrencisi olan bu genç kadın, Arthur’un hayatından birdenbire çıkıp gitmiştir. Kahramanımız ise bu sırlarla dolu ve sıradışı kadını bulmak için Madrid’e gider. Ve burada kendisini soymak isteyenlerin saldırısına uğrayıp yaralanır. Komaya giren Arthur, haftalar boyunca ölümle yaşam arasındaki ince çizgide gidip gelir.
SORULMASI GEREKENLER SORAN ROMAN… Yüzyılın en iyi seyahat yazarları arasında da sayılan ve “Cennet Kayıp”, “Mokusei”, “Gezginin Oteli”, “Ritüeller”, “İşte Şu Hikaye” gibi eserlerinden de tanıdığımız Cees Noteboom’un bu romanı özetle karakterlerin ve kişisel öykülerinin içinde bulundukları ülkelerin tarihi ile iç içe olduğu hüzünlü bir aşk hikayesi. Kozmopolit, hassas, düşünceli ve bir o kadar da mutsuz bir aşkın hikayesi “Bütün Ruhlar Günü”; yaşam korkularını ve sevinçleri de içerisinde barındıran… Aynı zamanda da yeryüzündeki varlığı ile yüzleşen bir adamın etkileyici ve dokunaklı hikayesinin adı… Ve bütün bunların yanında roman, geride kalan yüzyılın insanının sormasının icap ettiği birçok soruyu sormayı da ihmal etmiyor. (Bütün Ruhlar Günü, Cees Noteboom, Yapı Kredi Yayınları, Çev: Burcu Duman, 287 s.)
K TAPTAN: “(…) Çok fazla boş zamanım var, diye düşündü, ama hayatını böyle kurmuştu bir kere. Bir zamanlar eski okul kitaplarından birinde, on beş kuruş kazanınca bir palmiye ağacının altına gidip oturan “Cavalı adam”ı okumuştu. Anlaşılan insan, zamanın musluktan damlayan su gibi dolduğu o uzun günleri, on beş kuruşla çok uzun süre geçirebiliyordu çünkü hikâyede Cavalı ancak kazandığı on beş kuruş suyunu çekince yeniden çalışmaya başlıyordu. Kitap eleştirel tondaydı, toplum bu şekilde ilerleyemezdi. Arthur Daane, Cavalı’ya hak vermişti (…)”
Aydınlık KİTAP
ARAKABLO
SEYY T NEZ R
16 KASIM 2012 CUMA
21
Bir romanı yeniden yazmanın sevgi yüklü sıkıntısı ve “Yağmur Sıcağı” Demirta Ceyhun, yeniden elden geçirdikten sonra üçüncü bas mda öyle diyor: “San r m, benim sevgili roman m Ya mur S ca bu yeni haliyle bütün gereksiz yanlar ndan ar nd .” seyyitnezir@yahoo.com
Türk aydını, yetişmesini doğrudan “kerîm devlet”e borçlu olduğundan mıdır nedir, ülkesine karşı bir vicdani yükümlülükle ve edebî uğraş içinde doğar. Aydının iç hesaplaşması, devletine karşı borcunu ödeme duygusunun koyulaşmasıyla başlar. “Vatan ve namus” andıyla pekişir, hürriyet bilinciyle yaygınlaşır. Şinasi ve Namık Kemal’le bayraklaşan kavga, Yusuf Akçura ve Mehmet Emin Yurdakul’da halkla ve Anadolu’yla özdeşleşen bir Türk kavramına, Ziya Gökalp’te ulusal köklere yönelme ülküsüne, Yahya Kemal’de tarihsel zemine dayanma estetiğine, Yakup Kadri’de halkı anlama çabasına, Aziz Nesin’de kendini halka borçlu duymaya varır. Nitekim Demirtaş Ceyhun’un gözlemlerine göre, Osmanlı’da insanî ve düşünsel derinlik, edebiyat ortamında gelişir; Cumhuriyet döneminde de politik yaklaşımlar, felsefi ve sanatsal yönelimlerle geniş açıda örtüşür. “Yağmur Sıcağı” (Cem Y., Aralık 1976), aydının iç hesaplaşmasını 12 Mart koşullarında, siyasal ve bireysel yaşantıların bileşkesinde sergilemeye yönelik oluşuyla Yalçın Küçük’ün de ilgisini çekmiş, ilk eleştirdiği romanlardan biri olmuştu: “Bir partinin de içinden geçtiği dönemin romanı.” Roman, gerek siyasal savları gerekse bireysel belirlemeleriyle tartışmalar yaratmış, Demirtaş Ceyhun’un bir süre kendi romanına ve edebiyat ortamına küskünlüğüne yol açmıştı. Edebiyat tarihi açısından anlamını tartışmazdan önce, yazarla romanı ve edebiyat ortamı arasında geçen bu öyküyü bizzat Ceyhun’dan okumakta yarar var.
SALDIRILAR VE YAZARIN KONUMU Bir yazarın eleştirmenlere (veya eleştirilere) bozulup romanına, öyküsüne, şiirine küstüğü acaba hiç olmuş mudur bugüne dek? İnsan çocuğuna kırılsa da, gerçekten küsebilir mi? Hele hele başkasına bozulup?.. Eleştirmenlere bozulup insanın kendi yapıtına küsmesi, sözcüğün tam anlamıyla, papaza bozulup oruç yemek gibi bir şey çünkü... Hani, insan, kitabımı anlamadı diye bir eleştirmene bozulabilir. Bütün eleştirmenlere de bozulabilir. Hatta halkına bile bozulup küsebilir. Sanırım Giinter Grass da, 1986’da son romanını beklediğin-
ce ilgiyle karşılamadılar diye küsmüştü. Ama halkına küsmüştü. Yani küsmek fiili de, insana özgü, duygu ile ilgili, sevgiye dayalı bir duygu alış verişinin ürünü. Dolayısıyla da, bence ancak bir canlı bir başka canlıya küsebilir. Kısacası, insanın kendi kitabına küsmesi başkalarına bozulup, olsa olsa saçma bir şey... Ama itiraf edeyim, ben bu saçmalığı yaptım. Yıllar önce, fukaranın hiçbir günahı yokken, tuttum bu romanıma, “Yağmur Sıcağı”na küstüm. Oysa nasıl da coşkuyla yaratmıştım onu. Nasıl da seviyordum... Çok seviyordum, çok... Ama nasıl oldu? Sanmam ki kolay kolay anlatılabilsin... 1976 yılı sonlarıydı. Roman yayımlanır yayımlanmaz, bir saldırı bir kıyamet... Tozdan dumandan ferman okunmaz oldu. Okuma zahmetine bile katlanmadan, veryansın ettiler bana. Üstelik romana da değil, genellikle bana... «Yazarlığın ilk koşulu okutabilme yeteneğidir» deyip bende onun bile bulunmadığını anıştırmaya çalışanları mı ararsınız? Bir daha ondan tek satır okumam diye tafra satanları mı ararsınız? Roman israfı diye beni suçlayanları mı? Kimi, «Günlük olaylardan felsefe kırıntısı üretmeye çalışmış» diyerek, aklı sıra benimle gır gır geçiyordu. Kimi, «Tahammül edilmez bir anlatı karmaşası» diye tanımlıyordu romanımı. İnanın, şaşırmadım, bocalamadım dersem yalan... Bilmem ki, bir dostun zorlamasıyla kabul ettiğim Politika gazetesi genel yayın müdürlüğüm sırasında o çevrelerin fincancı katırlarını mı ürkütmüştüm? Yoksa İşçi Partisi’ne üye olmam mı bazı çevreleri rahatsız etmişti? Veya o yıllarda ardı ardına üç edebiyat ödülü kazanmanın şımarıklığına mı kapılmıştım farkına bile varmadan da, bazı çevreleri kendime düşman etmiştim? Yoksa, ödül kazanmanın kefareti miydi bütün bunlar? Anlayabildimse arap olayım... Sözcüğün tam anlamıyla, bir yamyam şöleniydi o. Kimi tuz serpiyordu üstüme, kimi ise kazanımdaki suyun tadına tuzuna bakıyordu ağzını şapırdatarak... Şaşırdım. Yıldım. Küstüm... Hem de hiç günahı olmayan romanıma küstüm.
ROMANI YEN DEN YAZMAK Tuncel Kurtiz can, kazara bir gurbet elde rastlaştığımızda, söz dönüp dolaşıp yazdıklarıma gelse de, hemen bu romanımı övmeye başlasa, «O senin bence başyapıtındır» filan gibisinden bir şeyler söyleyecek olsa, yemin billah size, ya
derhal karşı çıkardım ona bir hışımla, ya da hüzünlenir kalırdım köşemde, küsümü andığı için... Hem garip... Hem acı... Aradan bunca yıl geçmiş... Geçenlerde Cem Yayınevi’nin sahibi Ali Uğur dost, bu romanımın adını anınca (ki ilk iki baskıyı da o yapmıştı), istemeye istemeye raftan aldım. Okudum... Hele... Bir daha okudum, rastgele, bir ortasından, bir başından, bir sonundan... Hayır, olamaz... Büyük bir enayilik (hatta terbi- Demirta Ceyhun yesizlik) benimkisi... Tuttum, bütün eleştirileri çıÖzlü meğer ne güzel şeyler yazmışlar, kardım dosyalardan. Bu kez onları di- nice emek ürünü yetkin eleştirilerde budik didik ederek okudum. Meğer ne gü- lunmuşlar, içtenlikle değerlendirmişzel şeyler de yazmışlar... Demek, ben de ler onu... bir öfkeye kapılmışım ve bu öfkenin körDedim ya, garip bir öfkeye kapıllüğüyle yazılan bu güzel şeyleri de fark mışım, görmemişim bile onları. Göretmemişim... müşsem de, öfkemi okumuşum deRahmetli Hasan İzzettin Dinamo mek. Utandım... hocamız, «Daha çok usa ve yeni bir roVe ilginçtir, bu can dostların nerman estetiğine dayanan roman» demiş deyse hepsi de, sanki söz birliği etmişonun için, başka ne desin Allah aşkına?.. çesine aynı noktaları eleştirmişler; özelHele hele Yalçın Küçük dost... Ya- likle ikinci, üçüncü plandaki kişilerle ilratıcı bir bilim adamı coşkusuyla yazdı- gili ayrıntı çokluğunu, kimi tanımlamağı o Yürüyüş’ün başyazılarında, o titiz in- ların uzunluğunu, kimi geri dönüşlerin celemelerinde, denemelerinde, bir par- biraz fazla uzatılmasını eleştirmişler. tiyi, bir dönemi irdelerken aktarmalar İnanır mısınız, bu eleştirilerden sonra royapmış, örnek göstermiş, alkışlamış, al- manımı bir kez daha okuyunca, ben de tını çizmiş, «Romanın diyalektiği, bi- yürekten katıldım onlara. Hak verdim. linçsiz öfkelilerle, sezgi gücü arasında kuHani, yazarlık geleneğimizde, eleşruluyor», «Bir partinin romanı değil o. tirilere kulak verme alışkanlığımız pek O Parti’nin de içinden geçtiği ortamın de yoktur. Hatta hiç yoktur. Gene, biz romanı. Kat edilen uzun bir mesafeyi, yazarlar arasında en yaygın babalanma çok sıkıştırılmış bir zaman kesitinde türü de, «Yapıtımdan tek sözcük dahi çıoldukça başarılı bir biçimde ortaya ko- karttırmam» babalanmasıdır. Adamın, yuyor.» demiş, romanın can damarını ya- hem kendisini, hem de çevresini büyük kalayıvererek. yazar olduğuna kolay inandırır çünkü bu Sevgili Rauf Mutluay Hoca, roman babalanma. üzerine yazdığı eleştirisinde, haftalık edeİşte, tuttum, bunlara da boş verdim. biyat söyleşilerinde, romanın kişilerini Yeniden elden geçirdim romanımı. tek tek anlatarak, altlarını çizerek «Ki- Gerçekten de kimi ayrıntılar fazlaydı; tabı tam okumuş olmanın hazzını size de kimi tanımlamalar, geri dönüşler, geresalık veririm» diye yazmış, ancak Mut- ğinden çok uzatılmıştı. Kısalttım. Sanıluay hocaya yakışır bir gönül zenginliği rım, benim sevgili romanım “Yağmur Sıve cömertliğiyle. cağı” bu yeni haliyle bütün gereksiz yanGene, diyelim Rady Fish dost... larından arındı. Roman daha Rusçaya filan da çevrilGelecek yazıda Demirtaş Ceymemişken, o bir buçuk milyon tirajlı hun’un yapıtıyla hesaplaşmasının topİnostrannaya Literatura (Yabancı Ede- lumsal anlamını ve estetik değerini, robiyat) dergisinin 1978 Kasım sayısında mandaki savların güncelliğini tartışaüç sayfalık koca bir eleştiri yazmış, cağız... «Yağmur Sıcağı, bir dönemi psikolojik [Okurları, Demirtaş Ceyhun’un kiboyutlarıyla özgün bir biçimde anlatıyor» taplarını, TÜYAP Kitap Fuarı süresindiye övmüş, değerlendirmiş. ce, “3. Salon, 103 B / Sis Çanı - Broy YaSevgili Oktay Akbal, sevgili Demir yınevi” standında bulabilirler.]
22
Aydınlık KİTAP
16 KASIM 2012 CUMA
BABİL BALIĞI
r o y ü n ö d ri e g ra a fl ra i s ri e s y Dirk Gentl M. SALİH KURT mustafa.salih.kurt@gmail.com “Eğer kitaplarını koyacak hala boş yerin varsa, seninle konuşmak istemiyorum.” Terry Pratchett
Douglas Noel Adams’ın (nam-ı diğer DNA) ülkemizde de son derece bilinen “Otostopçu’nun Galaksi Rehberi” serisinin dışındaki bir başka serisi olan “Dirk Gently” serisi, nihayet uzun zaman sonra, yeniden raflardaki yerini alıyor. Neil Gaiman’ın kapsamlı kitabı “Paniğe Kapılma” (Kabalcı) ve Eoin Colfer’ın Otostopçu serisi için devam kitabı “Ve Başka Bir Şey Daha”nın da (Kabalcı) dilimize kazandırıldığı düşünülürse, Douglas Adams’ın türü tükenmekte olan hayvanlar için gezileri sonucu kaleme aldığı “Last Chance To See” ve Terry Jones’un kaleme aldığı orijinal fikri ise Adams’a ait olan “Starship Titanic” kitabı haricinde Türkçeye kazandırılmamış eseri kalmadı. Türkçeye daha önce Sarmal Yayınları tarafından kazandırılan, fakat daha sonra Sarmal’ın da kapanmasıyla birlikte raflarda uzun süredir bulunamayan seri, Kabalcı Yayınevi tarafından yeniden okuyucuyla buluşturuluyor. Douglas Adams, Otostopçu serisi ve mizahi bilim kurgu üzerine bilgileri tekrar etmek isterseniz, 13 Nisan tarihli “Geleceğe Atılan Kahkahalar” yazıma göz atınız (bkz. Aydınlık Gazetesi internet sitesi, Kitap Eki arşivi). Gerek Dirk Gently serisi hakkında, gerek başka konularda yerimiz ancak yetişeceğinden burada tekrar etmeyeceğim. M ZAH B R DEDEKT FL K ÖYKÜSÜ Dirk Gently serisi her ne kadar bilim kurgu öğelerini barındırsa da ağırlıklı olarak mizahi bir detektiflik öyküsüdür. Bilim kurgu öğeleri, Otostopçu serisinde olduğu kadar hikayenin üst katmanında yer almaz. Daha çok tematik dokunuşlarla (bkz. zaman yolculuğu, kuantum teoremi vb.) değinilir ve bir yandan doğaüstü (supernatural) kurgu elementlerinin (hayaletler vb.) fantastik kurguya yakın yorumlamalarıyla yakınsanarak zemine yerleştirilir. Öyküyü sürdürmede dedektiflik ve suç romanlarının bilindik düğümleri ve düğüm çözümlemeleri zaman zaman mevcut olsa da kısır bir döngünün içine hapsolmaz. Daha çok, İngiliz edebiyatının bu türde klasik sayılabilecek dedektiflik örneklemelerini plan oluşturmada kullanır. Bu anlamda Adams’ın mizahi zekâsının ve genel insani saplantılara yönelik eleştirilerinin tür sınırlamasının çok ötesinde olduğunun da bir kanıtını görmüş oluruz. Bununla, türleri sadece anlatısının planını oluşturmakta kullandığının izlenimine va-
rabileceğimiz gibi, sivri zekâ ve sivri söylemleri kullanmada, dedektiflik öykülerinin tarihten gelen geleneğinin de bilim kurgunun imgelettiği karanlığa baş kaldırışın bir başka biçimi olduğunu da anlayabiliriz. İki kitaplık seride (1. Kitap, Kutsal Dedektiflik Bürosu ve 2. Kitap, Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati) dedektif Dirk Gently’nin birbirinden uçuk olaylarla, karakterlerle ve durumlarla karşılaşacağı macerasının içine atlıyoruz. Dönemin popüler kültürüne ve akli durumlarına gönderme ve eleştirileri bir hayli içeren mizahının yanında, Adams’ın elbette sadece eğlence amaçlı, insani aptallığın ve saflığın yüzeye çıkartıldığı bir mizahı da kullandığını gözlemlemek mümkün. Sonuç olarak da “Otostopçunun Galaksi Rehberi” serisi kadar bilinmese de en az onun kadar değerli, okuması keyifli ve Douglas Adams – Terry Pratchett – Jasper Fforde tarzı (Jasper Fforde’un Türk yayıncılar tarafından hala keşfedilmemiş olması inanılmaz ve üzüntü verici, özellikle “Thursday Next” serisi Douglas Adams sevenler için biçilmiş kaftandır) İngiliz mizahından hoşlanan okurun bitene kadar elinden bırakamayacağı bir serinin şekillendiği söylenebilir.
HER TERCÜME SAKAT B R ESERD R Gelgelelim biraz sıkıntılı bir durumla karşılaşıyoruz. Kabalcı’nın Douglas Adams’ı bütün kitaplarıyla tekrar raflara taşıması, Otostopçu serisine son bir yılda Eoin Cofler ve Neil Gaiman çalışmalarını da dâhil ederek DNA’nın okur kitlesiyle buluşturmasının harika bir yayıncılık anlayışı olduğunda sanırım benim gibi bütün bilim kurgu ve fantastik kurgu okuru da hemfikirdir. Ancak ne yazık ki Dirk Gently serisinin tercümesine ve bu vesileyle genel anlamda Türkiye yayıncılığındaki özellikle fantezi ve bilim kurgu alanındaki kitapların tercümelerine değinmekte yarar olacağını düşünüyorum. Başlangıç olarak dediğimiz gibi daha önce Sarmal Yayınevi tarafından dilimize kazandırılan bir eserle karşı karşıyayız. Kitabın çevirmeni ise aynı: Sevil Cerit. Yeniden bir başka kişi tarafından (açıkçası tercümeyi incelerken, Otostopçu serisindeki başarılı tercümesiyle İrem Kutluk’u sürekli gözlerim aradı ve neden bu kitapları da onun tercüme etmediğini merak etmeme yol açtı) tercüme edilmemesinden anlayabileceğimiz şey ancak mevcut tercümenin yeterli bulunması ola-
bilir. Kişisel fikrim ise bunun doğru olmadığı yönünde. Tercümenin okunamaz, çok kötü bir çeviri olduğunu söylemiyorum ancak Douglas Adams’ın karakteristik özelliği olan akıcı dilinden tercümede neredeyse eser yok. Yine yanlış anlaşılmaması için altını çizerek söylüyorum, tercümede cümlelerin anlamlarında herhangi bir kayma veya sorun yaşanmıyor. Bu yönden çeviri oldukça başarılı sayılabilir. Ancak sorun cümle yapılarında ve kelime Douglas Adams tercihlerinde ortaya çıkıyor. Elbette her tercüme aslında la karşılaşılan, Kabalcı’dan hiç beklenmebiraz sakat bırakılmış bir eserdir. Buna rağ- yecek şekilde sürekli gözüme çarpan nokmen tercüme edilen yazarın diline özellikle talama ve imla hataları oldu. Diyalog ve dikkat edilmeli, yazdığı türdeki kurgulaması alıntılar cümle içerisinde tırnak içindeyken, ve cümle formları göz önünde bulunduru- kimi yerde noktayla bitiyor, kimi yerde noklarak Türkçeye yakınsanmalıdır. Özellikle talama olmadan bitiyor. Bu alıntılar cümİngiliz mizahının duruma yönelik kurgu- lenin ortasındayken, kimi yerde büyük larında kahkaha çoğunlukla cümlenin so- harfle kimi yerde küçük harfle başlıyor. nuna saklanır. Cümle bir duraklama anıyla biter ve “TERCÜME”N N TERCÜMES ! durumun absürtlüğü vurSevil Cerit’in adını görünce yine yazdıgulanarak “şaka” tamam- ğım türleri kapsayan bir başka tercüme kolanır. Bir nevi hayali izleyi- nusu da aklıma geldi. Yıllar önce Polonyacinin (elbette bu durumda lı yazar Stanislaw Lem’i dilimize kazandıokurun) varlığı ve katkısı ran İletişim Yayınevi, kitapların çoğunlubekleniyor gibi bir hava ğunu sanki bu ülkede Lehçe tercüman bumevcuttur. Bu vurgulama- lunmuyormuş gibi İngilizceden (bazen de da özellikle cümlenin öz- Almancadan) tercüme ettirmişti. Tavşanın nesinin ve yükleminin rolü suyunun suyu anlayacağınız: Tercümenin büyüktür. Bulundukları tercümesi! O zamanlar bu tercümelerin bir yer ve vurgulanma za- kısmı da Sevil Cerit’e aitti. Bu elbette Semanları hayati önem taşır. vil Cerit’in suçu değil. Sorumlu bu durumBunun Dirk Gently ter- da yayınevi ve zaten herhangi ortalama bir cümelerinde başarıldığını tercümedeki kayıpları düşünürseniz, bu söylememiz pek mümkün değil (hiç de- tercümenin tercümesinden ortaya nasıl bir nenmemiş demiyorum, daha sonucun çıktığını tahmin edeiyi yapılabileceği gözlemlebilirsiniz. Buna benzer tercünen pek çok sayfa var tercüme sorunları elbette pek çok mede). Bu şekilde kurgulanan diğer edebiyat türlerinde yamizahi yazının tercümelerinşansa da bilim kurgu ve fande karşılaşılan bir başka unsur, tezide daha büyük bir oranyazıldığı dilde yapılan kelime la durmadan karşımıza çıkıoyunları, bu kelime oyunlarıyyor. Tercüme dünyası ile ilgili la yapılan göndermeler ve yasorunları belki ilerleyen hafzıldığı döneme ait popüler kültalarda daha geniş işlemeyi türe yapılan taşlamaların bir düşünüyorum. Haftaya göbaşka dile yakınsanmaya çalırüşmek dileğiyle, yazıda deşıldığında karşılaşılan zorlukğindiğim ve Türkçe tercülardır. Bu gibi durumlarda, dipmelerini görmeyi dilediğim notlarla asıl şakaları ıskalamadan, açıkla- Jasper Fforde’dan bir alıntıyla vedalaşalım: malarla okura anlatmak kaliteli bir tercü- “Eğer gerçek hayat bir kitap olsaydı, asla yamenin olmazsa olmazıdır. Elbette asla yıncı bulamazdı. Aşırı uzun, dikkat dağıtayansıtılamayacak, ancak kitabın yazıldığı li- cak kadar detaylı ve nihayetinde, önemli bir sanda okunursa anlaşılabilecek unsurlar her çözümlemesi yok.” tercümede bulunacaktır. Fakat kitaptaki mi(Dirk Gently 1. Kitap – Kutsal zahi unsurların neredeyse üçte biri tercüDedektiflik Bürosu ve 2. Kitap – Ruhun me esnasında kaybolduktan sonra eseri Uzun Karanlık Çay Saati, Douglas okumanın ne anlamı kalır ki? Dirk Gently Adams, Kabalcı Yayınevi, Çev: Sevil serisindeki bir başka unsur, kitapta sıklıkCerit, 279 s. ve 254 s.)
Aydınlık KİTAP
GÜLDEN TERAZİ
16 KASIM 2012 CUMA
23
OSMAN ŞAHİN’DEN YALINLIKTA USTALIĞIN DORUKLARINI ZORLAYAN BİR ANLATI… MEC T ÜNAL
Tanrı’nın geç kaldığı işi bitirenlerin öyküsü
“Ölümün Süt Di leri”, Osman ahin’in kendi öyküsü asl nda. Ama, her türlü ki isellikten uzak anlat da okurun içinde kayboldu u yo un bir toplumsal alt üst olu ve de i en bir “talih” de var. Bu talih, pantolon nedir bilmeyen, aya ayakkab görmemi , sabunun sadece ad n duymu bir Yörük çocu unun ki ili inde bir araya gelen tüm toplumun talihidir ayn zamanda.
mecitunal@aydinlikgazete.com
Cumhuriyet Devrimi’nin ham iken koparılmış en önemli meyvelerinden biridir Köy Enstitüleri. Ham haldeyken dahi, yıllar süren savaşlardan çıkmış bir ülkenin yeniden ayağa kalkmasını sağlayan motorlardan biri olmuştur. Türkiye’nin bugün sahip olduğu maddi ve manevi değer ve zenginliklerde Köy Enstitüleri’nden yetişen öğretmenlerle onların yetiştirdikleri öğrencilerin çok büyük emekleri vardır. Salt eğitim alanına sığdırılamayacak kadar da geniştir Köy Enstitüleri’nin sınırı. Enstitülerin amacını Kayseri Pazarören Köy Enstitüsü’nün giriş kapısındaki şu söz ne kadar güzel anlatır: “Bozkırları baştanbaşa yeşille öreceğiz Tanrının geç kaldığı işi biz bitireceğiz”. 15 B N DÖNÜM ARAZ , 750 B N F DAN, 100 KM YOL 17 Nisan 1940 yılında açılan bu okullar, kısacık yaşamlarında tam bin 308’i kadın, 15 bin 943’ü erkek olmak üzere toplam 17 bin 251 köy öğretmeni yetiştirdi. 1940-1946 yılları arasında 15 bin dönüm arazi, ekilip biçilir hale getirildi, 750 bin fidan dikildi. Bin 200 dönüm bağ, 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santralı, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km yol yapıldı. Ayrıca oluşturulan sulama kanallarıyla öğrencilerin uygulamalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu getirildi. Bütün bunlar Hasan Ali Yücel’in bakanlığı altında, başında İsmail Hakkı Tonguç’un bulunduğu Türkiye’nin en seçkin müdür ve öğretmenlerinin öncülüğünde öğrencilerce gerçekleştirildi. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde açılan 21 Köy Enstitüsü’nün öğrencileri ve öğretmenlerinin karşılıksız emeğiyle inşa edilmiş binaları zamanın insafsız ellerinde harâb olurken, bu okulların toplumumuza kattığı maddi ve manevi değer ve zenginliklerden arta kalan ne varsa onları da
mevcut hükümet tarumar ediyor.
TANRININ GEÇ KALDI I B T RENLER “İş için, iş içinde eğitim” şiarını düstur edinen enstitülerden yetişen bu binlerce öğretmen, bilgi ve becerileriyle gönderildikleri köylerde köy çocuklarını eğitmek dışında tarımdan sağlığa birçok alanda köylülere önderlik ettiler. 1946’dan sonra kuruluş amaçlarından uzaklaştırılan Köy Enstitüleri’ni 1954’te DP Hükümeti; Köy Enstitülü öğretmenlerin öncülüğünde köylülerin imeceyle yaptıkları köy okullarını da, 12 Eylül ve sonrası iktidarların “taşımalı eğitim” uygulaması kapattı ve binlerce köyü tarikatların, gerici imamlarla cahil muhtarların eline bıraktı.
ZAP SULARINDA KAYBOLAN Ö RETMENLER… Köy Enstitüleri’nden yetişen öğretmenler salt öğretmen olarak değil, birer aydın olarak da hizmet ettiler. İçlerinden çıkan yazar ve şairler sayılmayacak kadar çoktur. "Ümit Kaftancıoğlu" Ümit Kaftancıoğlu gibi şair, yazar ve düşünürler Köy Enstitüleri’nde yetişmişlerdir. Yıllar önce Aydınlık dergide hazin öyküsünü yazdığım yazar-öğretmen Selahattin Şimşek de bu aydınlardan biriydi. 1960 yılının 6 Mayıs günü Hakkâri köylerine yaptığı denetleme gezisinde Zap Suyu’na kapılarak kaybolan bu şehit öğretmen, “Yeni Ufuklar”, “Eğitim Yolu”, “Köy ve Eğitim”, “Yücel”, “Demet”, “Varlık”, “Pazar Postası”, “Cumhuriyet”, “Yenilik” gibi dergi ve gazetelerde aydınlanma ve eğitim sorunları üzerine yazılar, öyküler, şiirler yazdı. Zap Suyu’nda kayboluşundan kısa bir süre sonra yayımlanan “Hakkâri Dedikleri” adlı gezi notları ile “Köycü Oktay” adlı çocuk romanı, 16 yaşında öğretmen, 30 yaşında eğitim şehidi olan bu köy çocuğunun yüksek entelektüel düzeyinin ürünüdür. Selahattin Şimşek’in adı 1963’te Hakkâri’de bir ilkokula verilmiş. Adı okulun bulunduğu sokağa da konulan bu öğretmenin Zap Suyu’na kapıldığı yerin adı ise “Selahattin’in Yeri” olmuş. Mezar taşı yerine de iki yakayı birleştiren daha iyi bir köprü yapılmış…
KISA ÖYKÜDE GEN SOLUK VE YEPYEN RUH “Kırmızı Yel”, “Acenta Mirza”, “Ağız İçinde Dil Gibi”, “Acı Duman”, “Kolları Bağlı Doğan”, “Ay Bazen Mavidir”, “Selam Ateşleri”, “Kan”, “Güneş Harfleri”, “Bucaklar/Fırat'ın Sırtındaki Kan”, “Su Kurusu”, “Mahşer”, “Son Yörük”, “Yeraltında Uçan Kuş”, “Ölüm Oyunları”, “Geniş Kenarlı Bir Nehrin Akışı: Yaşar Kemal” gibi yapıtlarından tanıdığımız Osman Şahin, Köy Enstitüsü’nden yetişmiş yazarlarımızdan biridir. Osman Şahin’in Diyarbakır-Dicle Köy Enstitüsü günlerini anlattığı “Ölümün Süt Dişleri” adlı son kitabı, bu okulların yakın tarihimizdeki yerinin, toplumumuzdaki öneminin birinci elden canlı tanıklığının belgesi. Osman Şahin’in, Giritli Aziz Efendi’den günümüze öykü denilince hemen ilk aklımıza gelen isimlerden biri olduğunu daha önceki yazılarımdan birinde vurgulamıştım. Osman Şahin, özellikle 70’lerden sonraki iki önemli ustadan biridir bence. Hadi, diğerinin adını da vereyim: Bekir Yıldız. Her iki yazarımızın kısa öyküye getirdikleri geniş soluk ve yepyeni ruh, ancak Yaşar Kemal’in romana getirdiği geniş soluk ve yepyeni ruhla karşılaştırılabilir.
KIRLANGIÇ U A I B R OSMAN AH N “Ölümün Süt Dişleri”, Osman Şahin ustanın yalınlıkta ustalığın doruklarında dolaştığı bir öykü. Anlattıkları aslında kendi öyküsü ama, her türlü öznellik ve kişisellikten uzak anlatıda okuyucunun içinde kaybolduğu çok yoğun bir toplumsal alt üst oluş, değişmekte olan bir “talih” de var. Bu talih, daha ilk bölümlerden hissetmeye başlarız, pantolon nedir bilmeyen, ayağı ayakkabı görmemiş, sabunun sadece adını duymuş Yörük çocuğunun kişiliğinde bir araya gelen tüm toplumun talihidir aynı zamanda. Sadece, Mart ayında, kırlangıçların sökün ettiği zamanda doğduğu için “kırlangıç uşağı” denilen bu çocuk değildir ayağı ayakkabı görmeyen; “Alaman Harbi” yıllarında köylerde ya da şehirlerde doğmuş binlerce çocuğun talihidir bu. Ve, işte o ta-
lihtir, günün birinde değişiveren…
“B L M ÇORBASI”, EH T TA I, ON KALIP SABUN Osman Şahin usta, benim birinci ağızdan Köy Enstitülü yakınlarımdan, arkadaşlarımın babalarından dinlediğim öykülerden yalnızca birini anlatıyor. Ama aslında aynı öyküdür anlattığı. Hepsi de yoksul, kimsesiz, ailelerini Erzincan ya da Erbaa depremlerinde, Şeyh Sait ya da Dersim isyanlarında yitirmiş Türk, Kürt, Arap, Süryani, Ermeni, Çerkez kökenli köy çocuklarıdır. “Kimsesizlerin kimsesi” tutuyor hepsinin ellerinden; sabunu, ayakkabıyı, şehriyeyi -“Bilim çorbası” koyuyorlar adını,- diş fırçalamasını, Beethoven’i, Mozart’ı, Picasso’yu, mandolini, nasıl üzüm yetiştirileceğini, nasıl resim yapılacağını, en önemlisi, neden soru sorulması gerektiğini öğretiyor: “Sormayan öğrenemez. Her şeyin bir nedeni, niçini, nasılı vardır. Uygarlığın çakmağı bu üç soruyu sorunca çakar, kıvılcımlanır. “Siz yeni gelen öğrencilerimiz, sizler, okulumuza geldiğiniz gün, duvarın dibinde fotoğraflarınız çekildi. Niçin çekildi biliyor musunuz? Beş yıl sonra genç bir öğretmen olarak diplomalarınızı alınca, size, o fotoğraflarınızı büyüterek vereceğiz. Ve o fotoğraflarınıza bakınca aslınızı, kökünüzü asla unutmayacakınız. “Bir duvarcı şakülü gibi sizleri düzgün ve doğru yetiştireceğiz. Topraktan geldiniz ama sizleri yavaş yavaş makineye çeliğe geçireceğiz.” (Ölümün Süt Dişleri, Osman Şahin, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2012 İstanbul, Sf. 72). “İkinci Doğum” bölüm başlığını koyuyor bütün bunlara usta. Gerçekten de bir yıl önce, yalınayak, başı çıplak, üzerinde kırk yama vurulmuş bir fistanla gelen çocuk, ilk mektep tatilinde köyüne, ayağında lacivert pantolon, üstünde lacivert ceket ve başında şapkayla dönüyor. Sırtındaki torbada, okulun verdiği çamaşırların arasında babasının kendisine emanet ettiği Osman amcasının şehit taşıyla, kullanmayıp biriktirdiği on kalıp sabun vardır. “Ölümün Süt Dişleri”, Köy Enstitüleri üzerine yazılmış en güzel, en canlı öykülerden biri. Devamı da gelecek sanırım.
24
Aydınlık KİTAP
16 KASIM 2012 CUMA
Türkçenin “zamanı” ve keşfedilmeyi bekleyen özellikleri Zamana fiillerde (eylemlerde) i aret edilir. Türkiye eylemdeyken, Türkiye’nin Türkçesinin zamanla olan ili kisini es geçmek olmaz CENK ÖZDAĞ ozdagcenk@hotmail.com
“D NOZOR” D L K TAPLARI VE YEN YETMELER Kitapçılar bir reklam arası uzunluğunda sürelerde dil öğretebileceğini iddia eden dil öğrenim setleriyle dolu. Dizi dizi, rengarenk, tek bir rafı işgal edecek çoklukta olan bu set-kitaplar raflar arasında süzülen okuyucuyu kendine çekiyor. “Yok, canım olmaz öyle şey, bu kadar kısa zamanda öğrenilemez” desek de aklımıza bir kurt düşer. Ne de olsa postmodern çağda her şey mümkün (“anything goes”). “Kolay Fransızca”, “15 Dakikada İspanyolca” gibi başlıklı olanlarından “Kendi Kendine Yunanca”, “German for Dummies” (Aptallar için Almanca), “Teach Yourself French” (Kendine Fransızca Öğret / Kendi Kendine Fransızca) başlıklılarına kadar uzayıp gidiyor raflar. Rafları işgal eden bu setlerin arasından süzülen bir iki “dinozor” kitaba rastlamak da mümkün: Bu “dinozorlar” hiç de öyle “kolay”mış, “kısa”ymış gibi görünmüyorlar, sanki değişen çağa ayak uyduramamışlar. “Dinozorlar”ın adlarıysa, “Öğretenler ve Öğrenenler için Türkçe Dilbilgisi” (Feyza Hepçilingirler, Remzi Kitabevi), “Wheelock’s Latin, Osmanlı Türkçesi Kılavuzu” (Hayati Develi, Genel Dağıtım Kitabevi), “Türk Dil Bilgisi” (Jean Deny, Kabalcı) gibi “sıkıcı mı sıkıcı”, “uzun mu uzun” adlar. Bu “fi çağına ait” kitapların arasından dolanırken yazarı genç olan ama öncekilerle “çağdaş” olan bir kitaba rastlamanız da mümkün: “Türkçede Zaman, Görünüş ve Kiplik” (Ahmet Benzer, Kabalcı). 2012’nin Ağustos ayında birinci baskısını yapmış bu kitap Türkçe’yle ve anadili Türkçe olup yabancı dil öğrenimiyle (ya da öğretimiyle) ilgili olan kişilerin ilgisini çekebilecek bir içeriğe sahip. Fakat bu içeriğe ulaşmak isteyenler, yukarıda sözünü ettiğimiz haplardan arıyorlarsa bu “dinozor” kitabı ellerine hiç almasınlar. Bir süre, hapları deneyip hiçbir işe yaramadıklarını salt bir placebo etkisi ürettiklerini anladıktan sonra bu kitabı ellerine almaları herkes için daha hayırlı olur.
TÜRKÇE’N N “YAVAN” BET MLEMELER NE KAR I RENKL B R TÜRKÇE Türkçe öğretiminde ya da Türkçe dilbilgisinin okullardaki öğretiminde temel olarak üç tane zaman öğretilir. Temel olarak diyorum çünkü bunların yanı sıra “temel olmayan” zamanların da olduğu düşünülür ve çatı bilgisinin verilmesinin öncesinde “gereklilik”, “dilek-şart”, “istek” kipleri fiillerin zaman bilgisinin içerisinde öğrenciye “yüklenir”. Öğrenci bir yabancı dil öğrenmeye başladığında, daha doğrusu kendisine öğretilme başlandığında, söz konusu dil İngilizce olsun, kendisine yabancı gelen bir takım fiil zamanları ortaya çıkar. Elbette, bunların fiil zamanları olduğu da
söylenmez; bunların çok “şirin” ve “çağdaş” karşılıkları olarak “tense”ler olduğu söylenir. Halbuki “tense” (tens diye okunur dilimizde) sözcüğü Türkçe’deki fiil zamana karşılık düşer. Öğrenci birden “present continuous”, “present perfect” vb. türünden, güya Türkçe’nin eksikliğinin, yavanlığının ve İngilizce’nin tartışılmaz üstünlüğünün birer nişanı olan “tense”lerle karşılaşır. Oysa Benzer’in de belirttiği gibi “Dil bilgisi kitaplarında ve yabancı dil ders kitaplarında yerleşmiş olarak fiil zamanı tenses olarak adlandırılan fiil biçimlerinin birçoğu aslında görünüştür” (s. 36). Öğrenci bu durumun Türkçe için geçerli olmadığını düşünür çünkü geçmişte Türkçe dilbilgisini öğrenirken Türkçe fiillerin, onları niteleyen zarfların da katılımıyla zamanı sınırlandırma ve zamanı betimleme becerileriyle tanıştırılmamıştır. Türkçenin kendine özgü olanakları öğrenciye ve dahası onu eğiten eğitimciye sunulmamış, sezdirilmemiştir. Ortaya çıkan “yavan” bir Türkçe’dir. Oysa keşfedilmeyi bekleyen rengarenk bir Türkçe, katı sınıflandırmalara bir türlü sığamayan olanaklarıyla zengin ve kullanışlı bir Türkçe vardır. Ahmet Benzer’in söz konusu eseri bu Türkçenin fiiller ve fiillere eklenen eklerle, fiilleri niteleyen (daha doğrusu onlara etkide bulunan) zarflarla nasıl da benzersiz bir biçimde zamanı betimlediğini, sınırlandırdığını ortaya koyuyor. Eserin en önemli yanlarından biri de bunu yaparken Türkçe’nin olanaklarını ve sınıflandırılması güç esnekliğini diğer dillerin benzer özellikleriyle birlikte, zengin bir literatür taramasıyla geniş bir bağlamda ortaya koyuyor olmasıdır.
B RKAÇ KARI IKTA NETLE EL M Fiiller ve genel olarak diller, zamanla (gerçek zamanla) kurdukları ilişkide net ve keskin bir anlatıma erişebilmek için üç tür yanı içlerinde barındırırlar: Zaman (fiil zaman / tense), görünüş (aspect) ve kiplik (modality / modus). Yazarın bu konuda netlik kurmaya çalıştığı kimi bölümleri alıntılayalım: “Felsefe zaman kavramını hayatı anlamaya yönelik incelemişken, dil bilimi ise gerçek zaman ve fiil zaman arasındaki farklılıkları tespit ederek çeşitli alt ayrımlara tabi tutmuştur. Fiil
zamanı, konuşma anıyla bağlantılı olarak vakanın ya da durumun gerçek zamana yerleşmesine denir.” (s. 12 – 13) ... “Saussure’a göre fiil zamanının geçmiş, şimdiki ve gelecek ayrımına kimi dillerde (İbranicede vb.) rastlanmamasına rağmen gerçek zamanın şimdi, geçmiş ve gelecek olarak bölünmesi oldukça eski bir düşüncedir. İnsanoğlu gerçek zamanı bölümlemek ve işaretlemek için üç ana fiil zamanına gerek duymuştur.” (s. 13). Fiil zamanı bu üçlü ayrım için gerekli eklere sahip olmayan dillerde, zarflar veya farklı dilbilgisel yapılar vasıtasıyla yine bu üç ayrı zamana işaret edebilmektedir. İşin ilginci Türkçe söz konusu olduğunda ortaya çıkmaktadır. Kimi diller, söz edildiği gibi, bu üç zamana özgülenmiş eklere ya da özel yapılara sahip olmadığı halde Türkçe bunlardan farklı bir yapı daha üretmiştir: “Türkçede zaman kavramı, yabancı dillerin aksine geçmiş, şimdi ve gelecek bölümlemesinin dışına çıkmış, bu bölümlemeye geniş zaman dilimini de eklemiştir.” (s. 23). Türkçe’nin farklı zamanlara özgülenmiş görünen ekleri fiil zamanının yanı sıra başlıkta görünen görünüş ve kiplik için de işlerler. O halde şimdi görünüş ve kipliğin ne olduğuna bakalım.
GÖRÜNÜ VE K PL K Yazarın anlatımına göre: “Görünüş ve fiil zamanı gerçek zaman ile ilgilidir. Fiil zamanı, durumların gönderme zamanına yerleşip yerleşmediğini, gösterici zamandan sonra mı aynı anda mı yoksa önce mi olabilirliğini gösterir... Görünüş, durumların iç zamanına bakar, durumun zamana ait yerleşim yerinden bağımsızdır. Bitmemişlik ya da bitmişlik görünüşünün seçimi, tamamlanmış olup ya da devam eden olmadığını sunmak konuşmacının seçimine bağlıdır. (Olsen’den aktaran Ahmet Benzer)” (s. 36-37). Daha başka bir deyişle, “görünüş, belirli bir gerçek zamanla bağlantılı olmaksızın, bir vakanın gerçek zaman üzerinde nasıl gerçekleştiğini verir.” (s. 40). Bu açıdan bakıldığında fiil zamanı ve görünüş birbirini tamamlamaktadır. Kiplik ise görünüşün oynadığı rolü tamamlayıcı nitelikte de olsa bambaşka bir rol oynar: Büyük dilcimiz Agop Dilaçar’a göre (aktaran Ahmet Benzer) “ zaman kipi biçimindeki adlandırmalar yanlıştır; çünkü kip’in
Yazar hakk nda Yazar, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Benzer, eserle aynı başlıklı doktora tezini tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi’nde Yrd. Doç. kadrosuyla görev almış ve hala bu görevini sürdürmektedir. Bu süre zarfında, yine Kabalcı Yayınevi tarafından basılan ve Türkçe üzerine önemli bir eser olan Jean Deny’nin “Türk Dil Bilgisi” adlı eserine Ali Ulvi Elöve’nin çevirisini günümüze uyarlayarak Türkçe dilbilgisinin öğrenilmesine önemli bir katkıda bulunmuştur. Yaz-
dığı makale ve sunduğu bildirilerle de Türkçe eğitimi ve öğretimi üzerine odaklanan yazar, 2011 yılında Timaş Yayınları tarafından 3. baskısı çıkan, çocuklara yönelik yazdığı “Oyunlarla Noktalama İşaretleri” ile Türkçenin öğrenilmesi üzerine katkılarını başka bir boyuta taşımıştır. Yine 2012 yılında bu kez Pegema Yayıncılık tarafından basılan “Bilgisayar Okuryazarlığı I-II” adlı kitaplara yazdığı kitap bölümleriyle yeni nesil eğitimcilere bir rehber niteliğinde.
zaman’la hiç ilgisi yoktur; kip, yalnız ruh durumunu, zaman da yalnızca zamanı, vakti anlatır”. (s. 107). Yazar, tam burada kip ile kiplik arasındaki ayrıma işaret ediyor: “Kip nesnel, kiplik ise öznel bir tutumu yansıtır. Bu sebeple kip sayısı sıınrlı kiplik sayısı ise konuşucu ve dinleyiciye göre tercih edilebildiğinden sınırsız olmamakla kipe oranla da fazladır”. (s. 112). Tüm bu farklı yönler birbirinin içine geçtiğinden, fiilin bu farklı yönlerini ayırmak iyice zorlaşır. Türkçe’den bunun için, kipliğin kullanımına ilişkin bir örnek vermekte yarar var. Örnek, Slobin ve Aksu’ya ait (aktaran Ahmet Benzer): Kemal gelmiş cümlesinde üç farklı kiplik türünün algılanabileceği görülmektedir: a) Kanıt kipliğinde: Konuşmacı Kemal’in ceketinin önündeki koridorda asılı olduğunu görür; ama Kemal’i görmemiştir. b) Söylenti kipliğinde: Konuşmacı Kemal’in vardığını duymuş; ama Kemal’i görmemiştir. c) Şaşırma kipliğinde: Konuşmacı yakınındaki bir kişiyi dinler, kapıyı açar ve Kemal’i görür. Burada Kemal tamamıyla umulmadık bir misafirdir. “ (s. 113) Görüldüğü gibi cümlenin kullanıldığı bağlam da görünüş ve kiplik yönünden (hatta zaman yönünden de) etkide bulunabilmektedir. Benzer’in aktarımlarıyla yazımızı sonlandırıyoruz: “Uzun’a göre (Nadir Engin Uzun, CÖ) Türkçenin yerleşmiş dil bilgisindeki birleşik ve katmerli zaman denilen çok ekli görünümler, birçok konuya olduğu gibi görünüş konusuna da belirgin açılımlar getirir. Ek basit yapılarda tek başına birden çok işlevi yerine getirirken birleşik ve katmerli yapılarda ekin zaman mı yoksa görünüş mü bildirdiği çok net olarak görülebilmektedir. Bu Türkçeye özgü, Türkçenin güzelliklerinden biridir.” (s. 119). “Türkçedeki ekler tek başlarına hem zaman hem görünüş hem kiplik işlevlerini aynı anda verebilemektedir. Bu üç özellik birbirinden ayrılabilmekte, ekin baskın özelliği atanabilmektedir.” (s. 194-195). (Türkçede Zaman, Görünüş ve Kiplik, Ahmet Benzer, Kabalcı Yayınevi, 244 s.)
Aydınlık KİTAP
16 KASIM 2012 CUMA
25
Yine mi Yeraltı? Her ey birbirinin pe i s ra bir gerçe i do rularcas na, onu daha pis kokutarak, yineleyerek, itiraf ederek, kabullenerek-unutarak, azapta geldi DİLAN ÖZTÜRK dilanozturk@gmail.com
“Yazarlar yaptıklarını kendi korkunç azaplarından ve kanlarından ve lapaya dönüşmüş bağırsaklarından ve dehşetli bir şekilde karmakarışık olmuş içlerinden yaratırlar. İçleriyle ne kadar temasa geçerlerse o kadar iyi yaratırlar. Bir yazarın kitaplarını beğeniyorsanız kitaplarını okuyun, kitaplar sırf dert değildir; yazarın yapıtını yayınlamak/ yardımcı olmak istiyorsanız bunu bir iş olarak yapın, ama kitaplarından hoşlandıysanız yazardan da hoşlanacağınız düşüncesiyle kişisel yaşamına girmeyin sakın. Yazarın yaşamı korkunçtur ve yalnızdır.” Her şey birbirinin peşi sıra bir gerçeği doğrularcasına, onu daha pis kokutarak, yineleyerek, itiraf ederek, kabullenerek-unutarak, Azapta geldi. NİHAYET UNUTKANLIK UZATTI KOLLARINI BANA, KAYITSIZLIK TEK İLAÇTIR AZABA. Anne: Ne yapıyorsun? Kız: Kitap okuyorum Anne: Yeraltı edebiyatı ne demek kızım?, Kız: Ee bak varlığını öğrenmişsin, sor google peygambere yolunu aydınlatsın. Anne:Yani asiler, dibevurmuşlar, cinsellik, şiddet, küfür mü, olacak şey mi yani? Kız: Olmuyor mu?
Herşey, yollar, yoldan çıkmalar, memlekette kadın bedeni tartışmaları, Hillary Jordan Uyandığında, alt kattaki restorandan gelen pis kokular, Nathaniel Hawthorne'un kızıl lekesi, haksızlık, hükümet, telefon konuşmaları: herşeyi kavgana çevirme! bırak koksun. Jack Kerouac soldan üfürüyor: “İstediğim her şeyi yazabilecek kadar özgür olmak, aç kaldıklarında dostlarımı besleyebilmek ve annem için endişelenmeme lüksüne sahip olabilmek istiyorum”, her şey birbirinin peşisıra oldu, kural için kuralsızlık, telefon konuşması: (samimiyetle endişeli) yine mi yeraltı? Evet, uyumsuzluk ahenkle başgösterdi. ‘suçlular için reddedilmenin azabı ve ben yine de reddedilmeye devam edeceğim çünkü ben sadece düşlerimde yaşayacağım çünkü böylesine boktan bir toplumda yaşayan düşçüler mutsuz suçlular olmalı, Kathy Acker- Lisede Kan ve Cesaret, 1978. Evet bu da yeraltı: “Kadınlar, edebi kaideleri kırıp kendilerine ait olanları icat ederek edebi ‘suçlular’ olmak zorundadırlar. Çünkü yerleşik kaideler, kadınları hayatlarının kendi gerçekliğini anlatmaktan men eder.” İstediği herşeyi yazabilecek kadar özgür mü, soru, yazabildiği takdirde istediği her şeyi anlatabilecek kadar özgür mü kelimeler? Kelimeler kimin kelimeleri. Kathy Acker punk, anarşist, feminist bir ikon, şüphesiz ki böyle yada herhangi bir şekilde sınıflandırılmaktan hoşlanmayan. Acker’in kelimeleri “anlamların kıyısında asılı ve gramer bakımından düzgün değildir. Ülke olmadığı, toplum olmadığı zaman, konuşmacı hangi dili konuşacağından emin değildir; eğer konuşmak olanaklıysa” bu nedenle dili olmayan, dilini bulmayı reddeden Acker’in, kopyalama ve parçalama tekniği üstadı William Burroughs'la paralel.. eril kodlardan ari bir dil yoksa ki yoktur öyle bir toplum değildir içinde yaşadığımız o vakit daha önce başkaları tarafından yazılan metinleri kullanır, içindeki ahengi ve yapıyı parçalayarak kendi dilini yaratır yada yaratmaz..
“Lisede Kan ve Cesaret” on yaşındaki Janey’nin “sevgili, ağabey, abla, para, eğlence ve para” olarak gördüğü ve ensest bir ilişki içinde olduğu babasıyla yaşadığı Meksika'dan ABD’ye oradan bir kadın tüccarının eline düşüp Tanca'ya gidişini, ondört yaşına varışını anlatır. Deneysel romanın içinde diyaloglar, çeviriler, şiirler, notlar, günlükler, pornografik çizimler, düş haritalarıyla ahenginden söz edilemeyecek ruh halleri, o ruh hallerince bir anlatım “çünkü herkes hali hazırda hangi ruh halindeyse hayatında bir tek o ruh halinin varolduğunu sanır.” Nathaniel Hawthorne’un Hester’i ile Janey zaman zaman birbirlerinin içine girer, Jean Genet Tanca’da Janey’nin hikayesinin içinden geçer, tabi ki beraber hapse düşerler; Mısır sosyal bir değişimin eşiğinde. (Yine mi, şimdi mi o zaman mı, tekrar mı, hatırlama mı, intihal mi, kopya mı, parça mı?) Herşey birbirinin peşisıra oldu, üst üste oldu, Janey ve diğer kızlar yine yeraltı dedi, baksana yüzeye çıkamıyoruz, yüzeye vurabiliyoruz ancak çığlık ve küfürlerle, aşağıdaki restorandan pis kokular yükseliyor hala, kavgana dönüştürme çek git, hükümet değişmiyor, kayıtsız kal çek git, yine.. “Janey’nin Günlüğünden; Sevgili düşler, Önemli olan sadece sizlersiniz. Sizler benim umudumsunuz ve ben sizin için ve sizde yaşıyorum. Siz vahşilik ve çılgınlıksınız, renkler, kokular, tutkular, çıkıveren olaylarsınız. Siz benim uğruna yaşadığım şeylersiniz. Lütfen alın beni. Düşler, hayal dünyasının bilincimizden kaçıp kurtulmasına yol açıyor. Düşler kendi başlarına,körlüğün battaniyesini yok etmeye yetmez. Bizi yok etmesine izin verdiğimiz düşler hayal olmamızı/hayal dünyasını görmememizi sağlar. Her gün keskin bir alet, güçlü bir yok edici gerekir kesip atmak için körlüğü, lobotomiyi, uğultuyu, insanoğ-
Kathy Acker
luna duyulan imanı, durgunluğu, görüntüleri ve biriktirmeyi. İnsanoğluna iman etmeyi bırakıp, köpek yahut ağaç olduğumuzu öğrenir öğrenmez mutlu olmaya başlayacağız.” Okuduğunuz metinde var olan düşük cümleler, oradan oraya atlayan satırlar sıklıkla yer almakta fakat bunun bir sebebi var, yazıda Acker'den bahsettiğim kısımda da anlatılıyor: Yazar karman çorman bir üsluba ve karakterinin ruh hali nasılsa o ritme göre yazmış kitabını dolayısıyla depresiflik barındıran, anlaşılmaz ve alıntı olup olmadığı ve kimden alındığı belli olmayan parçalardan oluşan bir roman... Noktalama bilinçli olarak kural dışı kullanılmış. Ben de kitabın ruhuna biraz aşina olunması adına benzer hareketler içinde yazmaya çalıştım, yazara ve türüne bir sitayiş olarak. Nitekim Kathy Acker'i ve işlerini sembolik hale getiren, ecnebilerin cut-up dedikleri kopyalama-parçalama bir nevi sabotaj dilin temsil ettiği topluma tamamen kendini dışında tutarak değil de içten içe yapılmış, onun imkanlarının harcanmaktan çekinilmediği bir sabotaj. Not: Lisede Kan ve Cinayet 1978 yılında yazıldı, Türkçe okuma şansına ancak 2012’de (kahraman SEL) erişmekten serzenmek adetten olurdu, bari bunun gelmişine geçmişine dava açılmasın düşlerinden fırsat bulunabilse. (Lisede Kan ve Cesaret , Kathy Acker, Sel Yayıncılık, Çev: Süha Serabiboğlu, 208 s. )
Kathy Acker'i ve işlerini sembolik hale getiren, ecnebilerin cut-up dedikleri kopyalamaparçalama bir nevi sabotaj dilin temsil ettiği topluma tamamen kendini dışında tutarak değil de içten içe yapılmış, onun imkanlarının harcanmaktan çekinilmediği bir sabotaj
26
Aydınlık KİTAP
Hangi tarih? Mustafa Kemal’in Avrasya eksenli antiemperyalist bir politika izledi ini anlatan Avar, Türkiye’de bu eksende bir muhalefet oda olu mas n diye emperyalizmin sahte muhalefet yap lar olu turdu unu söylüyor ŞENOL ÇARIK senolcarik@gmail.com
Özellikle ulusalcı cenahta ciddi bir okur kitlesine sahip olan gazeteci-yazar Banu Avar, Türkiye üzerinde oynanan oyunlara ve çözüm yollarına ilişkin görüşlerini “Gün O Gün’dür” adıyla kitaplaştırdı. Kitabın adını, ustası olan Attila İlhan’ın bir yazısından aldığını önsözde belirten Avar, vatanı vatan yapan Mehmetçiklere ithaf ettiği çalışmasında Türkiye’nin emperyalizm tarafından nasıl kuşatıldığını ve içerideki devşirmelerin hangi yollarla iktidara getirildiğini anlatıyor. Sadece Türkiye’deki değil bölgedeki ve dünyadaki gelişmeleri de teker teker sıralayan Avar, Batının siyasi, iktisadi, askeri, idari anlamda vesayeti içinde kıvranan Türkiye için tek çözümün Türkiye’yi Batıdan korumak olduğunu söylüyor. Batı emperyalizminin Türkiye’ye jandarmalık rolü biçtiğini, Türk askerini paralı asker, lejyoner olarak kriz bölgelerine müdahale gücü olarak yollamak istediğini anımsatan Avar, yeni anayasanın da bu durumu anayasal düzlemde temellendireceğini ifade ediyor. “EFEND S AVRO/ATLANT K KÜRESEL YAPI OLANLAR” Avar, 12 Eylül referandumundan yeni anayasa çalışmalarına değin her temel, kritik meselede ABD, AKP ve terör örgütü PKK’nın aynı safta buluştuklarını, yapılan düzenlemelere evet dediklerini vurguluyor ve Türkçülerin solcuların ve gerçek Müslümanların emperyalizmin hedefinde olduklarına işaret ediyor. Avar, sık sık Attila İlhan’dan alıntılar yaptığı kitabında şöyle diyor: “Federe bir Türkiye hayali, emperyalist ile ‘sol maskeli aydın’ın birleştiği amaçtır. Kısacası tıpkı, ‘muhafazakâr’ liberaller ya da ‘demokratlar’ gibi, ‘ilerici, solcu’ maskeli aktörlerin de efendisi ve Kâbe’si Avro/Atlantik küresel yapıdır!”. Mustafa Kemal’in Avrasya eksenli antiemperyalist bir politika izlediğini anlatan Avar, Türkiye’de bu eksende bir muhalefet odağı oluşmasın diye emperyalizmin sahte muhalefet yapıları oluşturup örgütlediğini söylüyor. Sistem güdümlü sahte muhalefetin Atatürkçülerden sosyalistlere, ülkücülerden İslamcılara dek politik yelpazenin her tarafında olduklarına da değinen Avar, özellikle son yıllarda liberalleri tavlamak için piyasaya sürülen “insan hakları, özgürlük ve demokrasi” gibi söylemlerin emperyalist talanı, vahşeti, barbarlığı örtbas etmek, per-
delemek, saklamak için kullanıldığını kaydediyor. Yine bu süreçte Türk halkının tarih bilincinin silindiğini, ulusal değerlerinden koparıldığını, kültürel olarak iğdiş edildiğini anımsatıyor ve bu psikolojik savaşta medya operasyonunun da başarıyla yönetildiğinin altını çiziyor.
“SOROS DARBELER HALK DEVR M DE LD R” Emperyalizmin yarattığı “Kürt sorunu”na yine emperyalist sistem tarafından “Amerikancı bir çözüm” bulunduğunu söyleyen Avar, Wikileaks belgelerinin yani Wiki sızıntılarının neden sızdırıldığının sorgulanması gerektiğini belirtiyor ve NATO’cu genelkurmay, Sorosçu sivil toplum kuruluşları ve ABD’den onaylı “ılımlı İslamcılar”a karşı herkesi uyanık olmaya çağırıyor. “Arap Baharı” denilen süreç üzerinde de uzun uzun duran Banu Avar, şüphelerini, kaygılarını, kafasındaki soru işaretlerini okurla paylaşıyor. Üzerine basa basa “Soros darbeleri halk devrimi değildir” diyor. Arap Baharı’nın en büyük parasal destekçilerinin BP, Total ve Shell petrol şirketleri olduğuna dikkat çeken Avar, Sevr’in mimarlarından ödül alan politikacıların, sanatçıların, bilim insanlarının, İngiltere Kraliçesi’nden “aferin” alan devlet adamlarının gayri milli olduklarını, halkın da bunların gerçek yüzlerini görmesi gerektiğini yazıyor. Suriye meselesinde Türkiye’nin nasıl kullanıldığını, oyuna getirildiğini ve tek başına cepheye sürüldüğünü örneklerle anlatan yazar, Arap Baharı denilen süreçten sonra aynı emperyalist merkezlerin güdümündeki “Kürt Baharı”nın ayak seslerinin duyulduğunu ifade ediyor. Halkı küçümseyen, “koyun” yerine koyan, hatta “bidon kafalı” diyen, halktan umudu kesmiş aydınları da kıyasıya eleştiriyor. Çözümün yalnız ve ancak halkta olduğunu anlatıyor, tarihten örnekler vererek. Bu görüşlerinin yanı sıra üzerinde oynanan tüm oyunlara karşın Türk milletinin dayanıklı olduğunu, turuncu darbe görülen ülkelerdeki robotlaşmaya ve yozlaşmaya henüz uğramadığını da vurguluyor. Özetle Banu Avar, önceki kitaplarının devamı niteliğinde olan bu son çalışmasında da önemli saptamalar yapıyor, aydınların belli ortak paydalar etrafında bir araya gelmesini ve halka gidip, halkı örgütlemesini öneriyor. (‘Gün’ ‘O Gün’dür, Banu Avar, Remzi Kitabevi, 353 s.)
Aydınlık KİTAP
27
Tarihimizin en kara günleri… DENİZ TOPRAK deniztoprak20gmail.com Malatya, Maraş, Çorum, Sivas katliamları; Gazi, Kırıkhan, Ortaca olayları… Araştırmacı-yazar Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu, yakın tarihimizde yaşanan ve senaryosu karanlık odaklarca yazılıp yerli işbirlikçiler eliyle uygulanan bütün bu olayları öncesi ve sonrasıyla gözler önüne seriyor. Şahhüseyinoğlu, genişletilmiş üçüncü baskısı Berfin Yayınları’ndan çıkan “Yakın Tarihimizde Kitlesel Katliamlar” adlı kitabıyla 60’lı yılların sonlarında Ortaca, 70’li yıllarda Kırıkhan, Malatya, Maraş, Çorum, Sivas ve 1990’larda yine Sivas ve Gazi Mahallesi’nde yaşanan katliamların iç yüzünü her yönüyle anlatıyor. Toplam sekiz bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde Malatya katliamının hazırlık süreci, yaşanacak olayların ayak sesleri ve katliamın tüm ayrıntılarıyla birlikte dönemin siyasilerinin açıklamaları yer alıyor. İkinci bölümde Maraş katliamının gözler önüne serildiği kitabın diğer bölümlerinde de sırasıyla, Çorum, 1978 ve 1993 Sivas katliamları, Gazi, Kırıkhan ve Ortaca olayları anlatılırken en son bölümde ise katliamların iç yüzünü değerlendiriliyor. Yaşanan katliamların yanında dönemin siyasi tablosu, basının tavrı, siyasilerin açıklamalarına yer verilen kitapta, katliamların somut verilerle ortaya konduğu bilançoları okurken dehşete kapılmamak ise elde değil.
ALEV KATL AMI DE L YURTSEVER KATL AMI 60’lı yıllar, birçok açıdan hak ve özgürlükler getiren 1961 Anayasasının yürürlüğe girmesiyle birlikte işçilerin, köylülerin ve emekçilerin uyanmaya, daha özgür yaşama koşullarını öğrenmeye başladığı yıllar olmuştur. Öte yandan kendi sömürü ve egemenliklerini sürdürmeye çalışan güçler, uyanan işçi ve köylüleri sindirmek, baskı altında tutmak için yeni yöntemler geliştirmişlerdir. Bu yöntemlerin başında ise 1970’li yıllarda bin 500 kadar CIA ajanının Türkiye topraklarına sokulması geliyordu. Yerli işbirlikçiler ve çıkar odaklarının destekleriyle yerleştirilen bu ajan-
lar Türkiye’nin yakın tarihini şekillendirmede rol aldığını söylemek abartı olmaz. Kitapta da ağırlıklı olarak bu konuya değinen yazar, ajanların bulundukları her yerde ayrı bir toplumsal olay yaşandığını belirtiyor. Gerçekleştirilen katliamların sonunda “Alevilere katliam yaptılar” denilerek esas hedefin örtülmeye çalışıldığına dikkat çeken yazar, yaşanan olaylarda asıl hedefte olanların aydınlanmaya ve bilinçlenmeye başlayan işçiler ve emekçiler olduğunu vurguluyor ve kitabın önsözünde de bu duruma ilişkin şunları söylüyor: “Bu çalışmanın amacı halklar arasında yaratılan ve yaratılmaya çalışılan kin ve nefret duygularının yerine hoşgörüyü öne çıkartmak, barışa destek vermektir (…) Bize düşen görev ise; yaşanan olayları bir daha olamayacak biçimde araştırmak, soruşturmak ve sorgulamaktır.”
NSANLIK DI I OLAYLAR… “Yakın Tarihimizde Kitlesel Katliamlar” kitabını bitirince insanın kendine gelmesi kolay olmuyor. 60 yaşında kör bir kadının gözlerinin tornavidayla oyulması, daha yaşını doldurmamış bebeklerin başlarının kesilmesi ve hamile kadınların karınlarının deşilmesi gibi birçok vahşeti okurken insanın gözleri doluyor, tüyleri diken diken oluyor. Bütün bu olaylar insanın önüne sanki bir kurgu film gibi geliyor ve film şeridi gibi geçen sıralı katliamlarda binlerce insan yaşamını yitiriyor, milyonlarca yurttaş zorla göç ettiriliyor. Ve bütün bunların ardından cezaevleri dolup taşıyor, kardeş kardeşe düşman ediliyor. Yurtseverler işkencelerden geçerken, katliamcılar tutuklanmıyor veya yanlışlıkla tutuklansa bile kolayca hapishaneden kaçırılıyor. Sonrasında katillere “Yurtseverlik ve kahramanlık” ünvanı verilirken; bilim adamları, aydınlar ve gazeteciler ise hapishanelerde tutsak ediliyor. Senaryo uygulayıcılarının da yardımıyla işlemeye devam ediyor. (Yakın Tarihimizde Kitlesel Katliamlar, H. Nedim Şahhüseyinoğlu, Berfin Yayınları, 383 s.)
K TAPTAN “(…) Maraş katliamı sonrası Sağlık Bakanı Mete Tan, Devlet Hastanesi’nde tanık olduğu durumu şöyle aktarır: ‘Hastaneye getirilen ölülerden elli ikisini inceledim. Bunlardan üç tanesi sopayla öldürülmüş, diğer ölüler 9 mm’lik mermilerle ya başından ya yüzünden ya da kalbinden vurulmuşlardır. Üç yaşında bir çocuk da kurşunla öldürülmüştü. Bir cehennem âleminden geldim. Allah bir daha göstermesin. (…)”
28
16 KASIM 2012 CUMA
Aydınlık KİTAP
YENİ ÇIKANLAR
Bento’nun Eskiz Defteri
slam Korkusu
Hikayem Paramparça
Bugün Farkl Dü ünüyorum
John Berger, Metis Yay nlar , Çev: Beril Eyübo lu, 176 s.
Özlem Kumrular, Do an Kitap, 528 s.
Emrah Serbes, leti im Yay nevi, 176 s.
Zadie Smith, Everest Yay nlar , 335 s.
Hollandalı filozof Baruch (Bento) Spinoza’nın ani ölümünün ardından dostları mektuplarını, elyazmalarını, notlarını kurtarmayı başarmış ama eskiz defteri bulunamamış. John Berger, içinde ne olduğunu bilmeksizin, bu eskiz defterini bulmayı hayal etmiş hep. Bir gün süet ciltli bir eskiz defteri hediye gelince, “Bu Bento’nun olmalı!” demiş kendi kendine ve Spinoza’nın düşüncelerini izleyerek çizimler yapmaya başlamış. Ve “Bento’nun Eskiz Defteri” çıkmış ortaya. Çağımızın en bilge yazarlarından John Berger’ın çiçeklerle, bitkilerle, hayvanlarla, çeşitli muhalif ve sürgünlerle, Arundhati Roy, Platonov gibi yazarlarla yarenlik ederek yürüttüğü, sanatın giderek acımasızlaşan bu dünyaya bakışımızı nasıl etkilediği üzerine bir düşünme süreci.
Engizisyon gizli Müslümanları deşifre etmek için hangi yöntemleri kullanıyordu? İslam topraklarında dolaşan Hıristiyanlar ne gibi kötü sürprizlerle karşılaşıyorlardı? Avrupa Müslümanlardan neden korkuyor? Tarih boyunca ilmek ilmek örülen bir propaganda zinciri içinde çığ gibi büyüyerek bugün dünyayı saran bu korku Ortaçağ’da ve Yeniçağ’da nasıl şekillendi? “İslam Korkusu” tüm bu sorulara başta İspanyolca, İtalyanca ve İngilizce olmak üzere Almanca, Katalanca, Fransızca, Portekizce ve Yunanca kaynaklarla cevap veriyor. “Türk Korkusu”nun yazarı Özlem Kumrular, dönemin Hıristiyan hacıları, elçileri, diplomatları, yazarları, şairleri, esirleri ve hükümdarlarının ağzından İslam korkusunun gerçekçi bir portresini çiziyor.
Gecenin ilk müşterisi olan, sabahçı kahvelerinde, çorbacılarda ayılan genç adamlar. Bazen en anlamsız yüzü yaşamanın ve bazen yel değirmenini arayan içli bir hatıra. Henüz ölmemişler ve ölümle tanışmamışlara yazılmış hikâyeler. Namluya sürülmüş küfür. Büyümemiş bir çocuk. Pati yapan arabalar, yutkuna yutkuna dinlenen şarkılar ve hayattan meseleler. Kutlanan yenilgiler, “hayat kerpiçten bir gökdelen sevgili kardeşim, yanlış bir parantezde yaşıyoruz. Bırak konuşalım, iki çift laf edelim, yüz yüze bakıyoruz...” Emrah Serbes, hayatı kendine katık eden, sokaktan çağlayan bir sesle yeraltının dumanını anlatıyor bize. Bitmez bir ergen öfkesiyle kuyuya düşmüş çocuklara sesleniyor. Emrah Serbes’ten parça parça anlar, parça parça anılar, paramparça hikayeler...
Zadie Smith, genç yaşta ilk romanı yayımlanan, yazını da onunla birlikte gelişen bir yazarın hayata bakışını özetliyor. “Okumak” bölümünde yazar, “Barthes yazarı öldürdü ise Nabokov diriltebilecek mi? Kafka neden sabaha karşı üçte yazardı?” gibi sorular eşliğinde, okuru yankı odası diye adlandırdığı bir buluşma noktasına davet ediyor. “Görmek”te ise Katharine Hepburn ve Greta Garbo’ya olan hayranlığından, gişe filmleri için yazdığı eleştirilere kadar sinema tutkusuna tanık oluyoruz. “Olmak” bölümündeki kökeni ve yazarlığıyla hesaplaşması ile “Hissetmek”teki aile bağları ve çocukluk anıları, kültürel olanı kişisel bir yakınlığa taşıyor. Son bölüm olan “Anımsamak”ta ise David Foster Wallace’ı ve yazınını anıyor.
Tahsilli Bir Domuzun An lar
Kay p Aran yor
Unutulmu Adan n Karars z Seçmeni
Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm
Russell Potter, thaki Yay nlar , Çev: nci Kat rc , 240 s.
Sait Faik Abas yan k, Bankas Kültür Yay nlar , 120 s.
Arthur Nersesian, Ayr nt Yay nlar , Çev: Funda Ba ak Dirshel, 272 s.
Melda Kaptana, E Yay nlar , 320 s.
Tarihin şahit olduğu en yetenekli, en sevimli, en seçkin (ve en şanslı) domuzun anıları. “Sam’in gençlere özgü hassasiyetinden kaynaklanan o tesadüfi durum söz konusu olmasaydı, şüpheniz olmasın, masanızda yazdığım bu kitap yerine bir dilim domuz pastırması ve bir dizi kaburga duracak -ve benim tek fani kalıntım da bunlardan ibaret olacaktı.” Salford’daki bir çiftlikte geçirdiği ilk dönemlerinin sıradanlığından yıldırım hızıyla şöhrete yükselişiyle asla unutamayacağınız olağandışı bir hikâye yaşayan Toby’nin akıl çelen anıları işte böyle başlıyor. Zira bunlar sıradan anılar değil; bir domuzun anıları.
“Sait Faik Adalı Abasıyanık’ı tanımakla yeni bir ada keşfetmiş kadar sevinebilirsiniz, Adalı’nın adası bir dünyadan büyüktür, içinde her şey var. Gorki’nin Rus edebiyatına yaptığı hizmeti, Adalı Türk edebiyatına yapacak. Fakir fukaralar anafordan futbol maçına girer gibi Sait Faik’le beraber kitaplarımıza girdiler, yuria! (...) Sait Faik için hikâyeci demek onu hapsetmek demektir. Sait Faik romancıdır, piyes muharriridir, her şeydir. Sırasıyla usta bir hokkabaz gibi piyesi ve romanı en ummadığınız yerinden çıkaracaktır. Sait Faik Adalı’ya abayı yaktık vesselam.”
Çağdaş Amerikan yeraltı edebiyatının en şaşırtıcı yazarlarından Arthur Nersessian “Unutulmuş Ada’nın Kararsız Seçmeni”nde günümüz ABD’sinin karanlık bir parodisini sunuyor. Unutkanlık hastası Uli gözlerini açtığında kendisini tuhaf, ürkütücü, hem tanıdık hem çok yabancı bir şehirde bulur; NewYork’ta… Can derdine düşüp çetelere boyun eğmiş seçmenleri gören Uli bir görevi olduğunu, buraya bilerek gönderildiğini düşünür; ama kim, neden görevlendirmiştir Uli’yi? “Unutulmuş Ada’nın Kararsız Seçmeni”nde, William Burroughs ve Philip K. Dick karışımı bir üslupla, günümüz NewYork’undan hareketle yepyeni bir dünya yaratıyor Nersessian.
“İlk ‘yaz’ diyen sevgili Mina Urgan oldu. Üniversitedeki müşterek dostlarımıza ait anılardan bahsettiğim bir gün ‘Yaz bunları, her insanın yazması gereken şeyler vardır hayatında’ demişti”. “Üç dört yıl önce oğlum babası İlhan Koman’la Paris’te nasıl tanıştığımı sormuştu. Sonra da ‘Anne, aklımda kalmıyor, bunları yazın’ diye küçük bilgisayarı odama yerleştirip beni yazmaya adeta mecbur etti.” Melda Kaptana bu ilk kitabını 2003 yılında 75 yaşındayken yazdı. Cumhuriyet’in ilk kuşağından; onun anıları Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte bir ailenin öyküsü aynı zamanda.