2013 05 03mayiskitapeki

Page 1

. KITA P

Geçen hafta 65.070 okura ulaştık

Aydınlık

3 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 62

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Ve nihayet Céline geldi!...

Sıradanlığı yüceltenlerin büyük yozlaşması

Android ve insan

Sol liberalizm ve Taraf

Erendiz Atasü’yle ‘Hayat ve Roman’ üzerine

Cumhuriyet Devrimi’yle nefes alan feminizm

İşçilerin kurtarılacak vatanı



Aydınlık KİTAP İÇİNDEKİLER Ve nihayet Céline geldi!...

s. 4

Baştan çıkarma “oyunu”

s. 5

Sıradanlığı yüceltenlerin büyük yozlaşması s. 6-7 Çiçek dürbününden Arap baharı

s. 8

Sol Liberalizm ve Taraf

s. 9

Android ve insan

s. 10-11

Kapak: “Cumhuriyet Devrimi’ne sahip çıkmadan feminist olunmaz”

s. 12-13

Tezgahımda şiirler

3 MAYIS 2013 CUMA

3

İzmir’den esen rüzgar... Geçtiğimiz Cumartesi İzmir Kitap Fuarı’nın başlangıcıydı. Biz de Aydınlık Kitap olarak fuarda yerimizi aldık. Okurlarımızla standımızda buluşmak, üretilen ürünün karşılığını bulması bakımından oldukça önemliydi bizim için. Fuarda pek çok yayıncı ile konuşma ve kitap dünyasının havasını koklama fırsatına eriştik. Çok çabuk yenilenen bir mecra olmasına rağmen “kalıcılık” temelinde yaşamımıza, ruhumuza, kişiliğimize kökler salan yazarlar, kitaplar sunar bize bu dünya. Elimize matbaadan yeni çıkan, henüz kokusu üstünden uzaklaşmamış, sayfaları ilk defa bizler tarafından açılan kitapları elimizde tutmak elbetteki muazzam bir şeydir. Basit ama kendine has bir his. Elimizdeki bu “ürün” -ki kitabın ürün olmasını tartışmak bize güzel bir alan açmakta- elbetteki elimizde başka zaman tuttuğumuz su şişesi kadar aşamalardan geçiyor ancak elbette çok büyük farklarla. Bir insanın yaratımının, duygusunun, düşüncesinin matbaa makinelerinden geçmesine rağmen, üzerine boyalar kondurmasına rağmen hala aynı canlılıkla bize ulaşıyor olması ve daha da ötesi belki de hayatımızı değiştiriyor olması bu “ürün”ü farklı kılıyor diğerlerinden. Yazarı, çevirmeni, editörü, baskısı, dağıtımı, satımı derken koskoca bir alan da doğmuş oluyor haliyle. Okurlar elbette fuarlar da dahil olmak üzere bu dişlinin işleyişinden, mekanizmadaki sorunlardan çok da haberdar değil.

s. 14

TSK’yı doğru anlayabilme krizi!

s. 15

Bizim neden bir “Germinal”imiz, “Bitmeyen Kavgamız” yok?

s. 16

12 Eylül darbesine giden yolda son kilometre s. 17 taşı; “Maraş katliamı” Yeni çıkanlar

Fuarlar maalesef ki yayınevlerinin kitap sunumlarını, gelecek projelerini gösterme alanı, güçlü panellerin yapılma alanı olmak yerine daha çok “satış” odaklı alanlar haline mi geliyor? Bu soruyu sorduğumuzda yayınevlerinin gider tablolarına bakmadan bir yargıya varmak elbette anlamlı olmaz. Fuar alanlarına ödenen kiralar, kurulan standlar, personel ve taşınma giderleri gibi pek çok unsur yayıncıları satışa odaklıyor. Eğer bir İzmir Fuarı gözlemi sunacaksak insanların aldığı verim penceresinden bakmak ya da yayınevlerinin giderlerini karşılayabildikleri satış rakamları penceresinden bakmak bizi ayrı noktalara sürüklüyor. Bütün bu problem silsilesine bakıp İzmir Fuarı’nın lezzetini baltaladığımız düşünülmesin, çünkü şehrin merkezinde insanlara sunulan fuar güzel havanın desteğiyle oldukça canlı geçti. Kitap meraklılarının buluştuğu bir ortamın sevilmemesi tarafımızca reddedilmiştir zaten.

s. 18-19

Çocuk-Genç : Doğayı seven çocuklara

s. 20

Hicvin üstadı Neyzen Tevfik

s. 21

Haftaiçi İzmir Kitap Fuarı devam ederken fuarda görüştüğümüz ülkemizde kadın yazar deyince akla ilk gelen isimlerden Erendiz Atasü’yle yaptığımız söyleşiyi kapağımıza taşıdık. Ankaralı bir yazarla İzmir’de yapılan hayata, edebiyata ve siyasete dair bu dopdolu söyleşiyi sizlere sunar ve tarihe bir not düşeriz.

Haftaya görüşmek dileğiyle...

Bulmaca

. KITA P Aydınlık

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı damla@aydinlikgazete.com Editör Pınar Akkoç pinar@aydinlikgazete.com Yazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ Sayfa Sekreteri Ebru Baysan

s. 22

Sahibi Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı Genel Yayın Yönetmeni Mustafa İlker Yücel Sorumlu Müdür Mehmet Bozkurt Tüzel Kişi Temsilcisi Metin Aktaş Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22

AYDINLIK KİTAP

Reklam Servisi Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu saynur@aydinlik.com.tr Reklam Müdürü Kamile Karakadılar kamile@aydinlik.com.tr kitap@aydinlikgazete.com

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16 Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34


4

3 MAYIS 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

Ve nihayet Céline geldi!... Céline’in kitapta sinemaya, edebiyata, yazarl a, özgünlü e, yarat ma, yay nc l a, okurlu a ve edebiyat ödüllerine dair yapt yorumlar, sundu u görü ler bize, genelde sunulan n aksine bamba ka bir tablo çiziyor ve birçok eyi yeniden yorumlamam za sebep oluyor DAMLA YAZICI damla.yazici@msn.com

çok eleştiriyi soru olarak kendine soruyor ve her birini yanıtlıyor.

“Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir,” demişti Holden “Çavdar Tarlasında Çocuklar”da. Aklımdan çıkmadı bu hiç. Kitapları elime aldığımda yeni bir arakadaşım olacak mı acaba merakıyla okudum hep. Louis Ferdinand ile tanıştığımdaysa hayatımın tam da bu manyak herife (ki o tam da ona böyle söylememi isterdi) ihtiyacı olduğu bir yerinde debelenip duruyordum. Çantanın içindeki bütün kıyafetleri atmak zorundaydım en dipte beni bekleyen “Gecenin Sonuna Yolculuk”a ulaşmak için. Benden iyi bilirsiniz; kitaplara başlanır, kitaplar bitirilir, bitirilmek istenmez, yarıda bırakılır, hediye edilir, hediye alınır, sevilir, atılır, saklanır, ezberlenir, sürünür, süründürür, sürüklenir... Louis Ferdinand Céline’le tanıştığım andan itibaren “Gecenin Sonuna Yolculuk” adlı kitap, işte bütün bu süreçleri bir bir geçirdi ve tıpkı yüzü kırışmış bir bilge gibi kütüphanemin en üst rafında durmakta. “Gecenin Sonuna Yolculuk”ta “savaş” kavramına en doğal yolla yani “insan olmakla” büyük bir karşı geliş sergilemişti Céline. Kitabın kahramanı Bardamu unutulmaz kitap kahramanlarından biri olmuştu. Karakterin yazardan önemli parçalar taşıması Céline’e olan merakı da arttırmıştı. Daha sonraları 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’na verdiği destek yazarın şaşırtıcı bir tutarsızlığıydı. Céline’in bu büyük kafa karışıklığı onun faşist damgası yemesine sebep olmuştu. Ve yıllar sonra Céline “Profesör Y ile Konuşmalar” adlı kitabı ile ikinci kez Türkçede. Yapı Kredi Yayınları’nın Ayberk Erkay çevirisiyle dilimize kazandırdığı kitap Céline’in kendi yazarlığına ve daha pek çok şeye bakışının kendi kaleminden dökülmesi bir bakıma.

Y B R ZEKA ÖRNE

KONU MANIN ÇOSKUN DOKUSU Fransız danteli gibi örülen, ince, nazik, naif ve klasik müzik gibi biraz burjuva akış sergileyen Fransız edebiyatında bir gün bir anarşist -ya da bir “faşist”- çıktı ve bütün bu “klasik” yapıyı alt üst etti. Bugün -yazarın kendi deyişi ile- “konuşmanın coşkun dili”ni yazıya dökmenin yaratıcısı Celine; kimi klasik edebiyatçılar-

ca Fransız edebiyatının içine etmiş biri, kimilerine göre çağdaş edebiyatın yaratıcısı, kimilerine göre bir anarşist, kimilerine göre faşist, kimilerine göre nihilist, kimilerine göre bir dil kırıcı, kural yıkıcı... “Profesör Y ile Konuşmalar”da bütün bu ithamlar Céline’in kendisince, kendi yarattığı bir Profesör’e, kendi röportajını vermesinde cevap buluyor. Yazarı kendi üslubunca kendisine yaptığı bir röportajda okuyoruz. Céline bu, uslu bir çocuk olmayı başaramamış sanki, edebiyat ve akademi alanına klişeleşmiş bütün düşüncelere isyan ediyor ve her birine sövüyor. Piyasanın nasıl bir canavar olduğunu ve eserlerin gerçek değerlerinin üstünü örtmek için kullanılan “cilanın” nasıl da edebiyatı ele geçirdiğini, edebiyatın paralı yayıncılarının nasıl bu sahte eserlerin sunumlarının peşinde koştuklarını, okurların nasıl da kör kütük bu sahte, hiçbir özgün üretim barındırmayan eserlerle sarhoş edildiklerini bütün acımasızlığıyla ve bütün argosuyla yüzümüze vuruyor.

Céline’in büyük isyanını görüyoruz aslında kitapta. “...bir zahmet hatırlasın artık! Yeryüzündeki tek gerçek dehanın ben olduğumu hatırlasın! Asrın tek gerçek yazarı! Kanıt mı lazım, alın size kanıt: adımı anan yok!” Bu satırlar onun küçük dağları ben yarattım söyleminden çok, büyük bir sistem eleştirisidir. Kitap boyunca Céline’in alçakgönüllülüğünü alaycılıkla sunmasının onu ne kadar da okurun gözünde yükseğe çıkardığını göreceksiniz, eleştirinin gücünü arttırmayı bilen iyi bir zeka örneğidir Céline. Ve yazarın hayranlarının onu iyi tanıması için edebiyatımıza kazandırılan önemli bir kitap “Profesör Y ile Konuşmalar”. Céline’in edebiyat dünyasına bakışını onun çekincesiz dilinden okuyoruz. Aslına bakılırsa dünya düzeni içerisinde meslek gruplarının bir de yazar ayağını ele almak gibi. Bir fabrikadaki işçinin derdini dinlemek gibi Celine’i dinlemek bu kitapta. Büyük yayıncı Gaston Gallimard, kitabını basması için Gaston’a giden yolu arayan Prefesör Y ve edebiyat camiasına veryansın eden Céline. Aslında hepimizin gördüğü -ve bazen de göremediği- ama söylemediği “C LALANMI ” şeyleri Céline’nden duyaEDEB YAT biliyor olmak onun belki Elbette argo demişde en güzel özelliği. “...kimken altını çizmekte fayProfesör Y ile se ‘ötekinin beni’ni sevmez!... da var, konuşma dilinin Konuşmalar, Çinliler de sevmez, Ulahlar “coşkun doku”sunun kıLouis Ferdinand Celi- da sevmez, Saksonlar da sevvamını tutturabilmek sa- ne, Yapı Kredi Yayınları, mez, Berberiler de sevmez!... nıldığı kadar kolay deÇev: Ayberk Erkay, 104 s. her yerde aynı bok!... aynı ğildir Céline’e göre. Bir bok derken bildiğimiz bok!... kez daha, bir kez daha ve bir kez daha yani herkes kendi bokunun kokusuna okumak gerekir doğru ayarı oturtmak için. katlanabilir ama misal Estelle’in bokunun Ama Céline’i tebrik etmek gerekir ki ken- kokusu, ki hadi diyelim ölüp bitiyoruz Esdi yarattığı bu yapının yıllar sonra ayar- telle’e, gene de çekilmez!... bağırtır adasız ve “cilalanmış” bir biçime dönüşece- mı ‘cam açın! cam açın!’ diye...” ğini öngörmüştür. Belki de yeraltı edebiCéline’in kitapta sinemaya, edebiyayatının en önemli temel taşını atmış olan ta, yazarlığa, özgünlüğe, yaratıma, yaCéline, bugün her küfredenin büyük ede- yıncılığa, okurluğa ve edebiyat ödülleribiyatçı konumuna getirilmesinin eleştiri- ne dair yaptığı yorumlar, sunduğu gösini bu kurgu röportajda yapmakta. Ken- rüşler bize, genelde sunulanın aksine di ürettiği üslubun da bir gün bu “cila” bambaşka bir tablo çiziyor ve birçok edebiyatının kuşatması altında kalacağı ve şeyi yeniden yorumlamamıza sebep olucilanın tam da kendisi olacağını söyle- yor. Bugün bu görüşlerin birçoğunun ismekte. Céline kitap boyunca kendisine patlandığına tanık olmaksa Céline’in yapılan veya yapılacağını öngördüğü pek değerini arttırıyor.


Aydınlık KİTAP

3 MAYIS 2013 CUMA

5

Baştan çıkarma “oyunu” “Son Oyun” Altan’ n önceki romanlar ndan al k oldu umuz “Bak imdi ne oldu, biliyor musunuz?” tarz ndaki dedikoducu anlat m dilinden öteye gidemiyor. Ha bir de merak ediyoruz; acaba Ahmet Altan gerçek bir yazar n dilinden çok bu “f s r f s r” sürdürdü ü anlat m dilinden vazgeçip romanlar na gerçek bir cinselli i ne zaman katacak? anlatım ve soruların sıklıkla yanıtlandığı bir dil! Ahmet Altan bu “yeni okur”u iyi anlamış olacak ki tam da bunu yapıyor romaAhmet Altan’ın “Son Oyun”u çıktığından nında. Üşenmiyor, her şeyi en ince ayrıntısına beri hakkında çokça yazılıp çizildi. En çok ko- kadar anlatıyor. Bize de sormak düşüyor: nuşulan şey belki de 100 bin basan kitabın pi- Edebiyat bu mu? yasaya çıkar çıkmaz tükenmesi oldu. İçeriğe Geri dönelim “cinayet” meselesine. Dedair değerlendirmeler yapılıyor. Derin an- diğimiz gibi hikaye cinayet işleyen bir yazar lamlar yükleniyor kitaba. Kitaba ilişkin ger- etrafında dönüyor. Daha en başından bu kiçeği yansıtan analizler de yapılmadı değil. şinin cinayet işlemesi akıl almaz bir olay ola“Son Oyun” nedir, ne değildir, bunun yanı- rak yansıtılıyor. Bir yazar, son derece vakur tını aramaya çalıştık bu yave makul, büyüleyici güzıda. zellikte bir kasabaya gelir. Kitabın daha başlarında Aklı başındadır. Kasabaana karakterin yazar olmadaki diğer insanlardan “üssı vesilesiyle bir cümle getün”dür. Peki ne olur da yaçiyor. “Edebiyat olaylardan zar cinayet işleyecek hadde ziyade insanla ilgili olmalı gelir? İşte bu sorunun yanıtı diye düşünüyorum.” Kiderin bir “içsel yolculuk”ta taptaki karakterin bu bakış olabilirdi ama gelin görün ki açısı elbette kurgunun bir anlatımda böyle bir serüparçası. Yazarın, yani Ahvene tanıklık edemiyoruz. met Altan’ın görüşü olduKarakterin yaşadıklarının ğunu iddia edemeyiz. Yine onu cinayet işlemek gibi de anahtar bir cümle. Gelin travmatik bir olaya sügörün ki “Son Oyun” bu rüklemiş olmasını anlacümledeki hassasiyete hiç mak zor. Karşımızda duSon Oyun, ama hiç itibar etmiyor. ran son derece güçlü, soAhmet Altan, Kitap, ana karakterin bir ğukkanlı bir erkek; olaylar cinayet işlediği bilgisiyle açı- Everest Yayınları, 416 s. karşısında son ana kadar lıyor. Tüm 5n1k soruları yadengesini kaybetmeyen bir nıtsız bırakılarak cinayetten öncesini anlatan kişilik. Anlaşılan Ahmet Altan’ın böyle bir gebir hikaye başlıyor. 400 sayfanın sonuna ge- lişime işaret etmemesinin sebebi yine melindiğinde soruların yanıtını almış oluyoruz. tindeki heyecanı korumak. Fakat bu çaba bir Böylelikle okur, 400 sayfa boyunca “acaba ne eseri asıl değerli kılacak olan karakterin geoldu, nasıl oldu bu cinayet” sorusunun pe- lişimini ve dönüşümünü resmetmeyi ortadan şinden gitmiş oluyor. kaldırarak romanın sığ kalmasının başlıca sePeki kurmaca türünde merak unsuru ve beplerinden oluyor. olay örgüsünde gizlilikler bu işin bir parçası değil midir zaten? Öyledir elbette ama KADINDAN ANLAYAN YAZAR bunu çıkardığınızda elde kalan yalnızca sığ Ahmet Altan bu kitabında da kadınlara karakterler ve yüzeysel göndermeler ise işte dair “bilgisini” konuşturuyor. Kadınlara o zaman “edebiyat nedir” sorusu kaçınılmaz mahsus birtakım klişeler roman boyunca sıoluyor. Zira kitaptaki karakterimizin de de- ralanıyor. Yetmezmiş gibi çok derin analizdiği gibi edebiyatın derdi sadece bir olay ör- ler gibi pazarlanıyor. Bir yerde şöyle geçiyor: güsü kurmak olmamalı. “Kadınlara bayılıyorum, birbirlerine ne kadar benzediklerini bilmemelerine”. Böylece ANLATMAK MI, Altan; “Son Oyun”la “kadın ruhundan anGÖSTERMEK M ? layan yazar” imajına da yeni bir cila yapSon dönemde dünya çapında ilgi gören maktan geri durmuyor. Ancak 2002’de yine romanlara baktığımızda dikkat çekici bir tab- büyük bir sansasyonla piyasaya sürülen “Alloyla karşılaşıyoruz. Günümüz okuru tartış- datmak”ın verdiği “yapmacık” izlenimden ma götürmeyecek netlikte olaylar, ilişkiler ve öteye gidemiyor. “Aldatmak”taki Aydan diyaloglar peşinde. Mümkün olduğunca an- adlı kadın karakterin sevinçleriyle, kederlelaşılır metinler, açık ve net bir kurgu çok sat- riyle, hayal kırıklıklarıyla, hırslarıyla ve daha mayı da beraberinde getiriyor. Tıpkı bir dizi bir sürü insani özellikle sahici bir yaşamı var izleyicisi gibi roman okuru da olayların ta- mıydı? Aydan’ın yine kendi gibi tepeden inen mamına hakim olmak hatta karakterlerin his- erkek karakterle yaşadığı hazlar bile kaçımıza lerinden haberdar edilmek istiyor. Boşluksuz, gerçekten sahici gelmişti? Ya da “İsyan hayal gücüne pek fazla fırsat tanımayacak bir Günlerinde Aşk” adlı kitabındaki kadınlarPINAR AKKOÇ pinarakkoc@gmail.com

dan Dilara’nın, isyan günlerinin o kaotik ortamında döneminin cinselliğe bakışının katı süzgecinden geçmeden yaşadıkları ne kadar inandırıcıydı?

GERÇEK M ? Burada yazarın gerçekçi olup olmadığı değil söz ettiğimiz, gerçek bir romancı olup olmadığı! José Saramago’nun “Körlük”ünü okurken, tüm dünya beyaz bir körlükten kaçamazken vicdanını kaybetmeyen kadının nasıl görebilen tek insan olarak kalabildiğine ve karantinadaki kadınların bir parça ekmek için kendi bedenlerini topluca nasıl sunabildiklerine inanırsınız. Sa-

Bo luksuz, hayal gücüne pek fazla f rsat tan mayan bir anlat m ve sorular n s kl kla yan tland bir dil! Ahmet Altan bu “yeni okur”u iyi anlam olacak ki tam da bunu yap yor roman nda. Bize de sormak dü üyor: Edebiyat bu mu? ramago o dünyayı öyle çizer ki, okurunu bu hem gerçek hem gerçeküstü olguya inandırır. Gabriel Garcia Marquez; “Kolera Günlerinde Aşk”ta kadın karakteri Fermina Daza’nın ilk aşkı Florentino Ariza’ya yıllarca büyük bir aşk besledikten sonra nasıl bir anda sırt çevirdiğini öyle gösterir ki; bir daha o kadının o erkeğe asla aynı şekilde bakmayacağına bahse girersiniz ve yanılmazsınız da. Çünkü onlar Altan’ın yaptığı gibi “anlatmazlar”, kendi sesleriyle okuru etkilemeye çalışmazlar. Gerçek romancılar kadın ya da erkeklerini “gösterirler”; onlara sevinç, hırs, kıskançlık, vurdumduymazlık, fedakarlık, yıllar yılı üst üste biriken keder, duyumsanan mutluluk ve daha bir sürü sahici duyguyla kuşanmış bir dünya çizerler. O karakterler o dünyalarında yaşarlar ve biz okurlar bu yüzden onlara inanırız. Onların yaşam tarzlarını hiç tatmamış olsak bile, onlarda kendimizden bir parça bulabiliriz. Peki Altan; “kadın ruhunu anladığı” yanılsamasını yaratmayı nasıl başarıyor? Sadece cinsellik ve kadınlara hitap eden kitaplar yazmasıyla mı? Bizce bunun tek bir temeli var.

Altan, kadın okuru nasıl baştan çıkaracağını iyi biliyor. Okuru baştan çıkarma işini, bu kez tek bir farkla, bir erkek karakter üzerinden deniyor. Bu yüzden “Son Oyun”daki “yazar” karakterinin cinselliği de, Altan’ın önceki romanlarından alışık olduğumuz “Bak şimdi ne oldu, biliyor musunuz?” tarzındaki dedikoducu anlatım dilinden öteye gidemiyor. Acaba erkek okurlar, Altan’ın “erkek ruhu” hakkında anlattıklarına ne diyecek? Ha bir de merak ediyoruz; acaba Ahmet Altan gerçek bir yazarın dilinden çok bu “fısır fısır” sürdürdüğü anlatım dilinden vazgeçip romanlarına gerçek bir cinselliği ne zaman katacak? “Son Oyun”a dönmek gerekirse; hikaye deniz kenarında bir kasabada geçiyor. Okurken kasaba hayatına dair bilgi ediniyor olsak da Altan’ın mekan seçimindeki sebebinin sosyolojik bir olguya dikkat çekmek olmadığını anlamak zor değil. Tipik bir kasaba hayatı ve bu hayatın bireyin üzerindeki etkilerini anlatmaktan çok olay örgüsündeki tesadüflere vesile olacak ortamı ve mekanı yaratmış Ahmet Altan. Anlatılan hikaye içindeki entrikalar ancak bu dar kasaba hayatı içinde mümkün olabilirdi. “Son Oyun”da geçen olaylar aslında günümüz dünyasında kasaba hayatının bireyi ne yönde etkilediği olgusunu irdelemiyor. Ne yalan söyleyelim, irdelemese de bir fikir veriyor… Özetle “Son Oyun” bir edebiyat eserinden çok boşluksuz bir anlatım, kusursuz bir olay örgüsü olarak akıllarda kalıyor. Bu bir övgü değil!


6

3 MAYIS 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

Sıradanlığı yüceltenlerin büyük yozlaşması Kitapta AKP’nin yükseli i, Siyasal slam’ n, slam ad alt nda nas l dönü türülerek, AKP’nin türedi slamist dü ünür ve zenginlerinin nas l yeni bir karakter olarak ortaya ç kt n anlat yor. Bu yükseli gerekçeleri de “Türk Hümanizmi”nin yitirilmesi ile aç klan yor HALİT PAYZA

tı’nda kıdemli ekonomist olarak görev almış. California Üniversitesi ile ortak psikodilbilim çalışmaları yapmayı da ihmal etmemiş. Cumhuriyet gazetesinde “Bizim English” dergisinin çıkarılmasına katkıda bulunmuş. YAZKO’da başkan yardımcısı görevini de üstlenmiş. Felsefeden, psikolojiye, dilbilimden ekonomiye, medeniyetler tarihinden ilahiyata kadar farklı ontolojik bilimlerde var olmayı başarmış. Filistin davasına ilişkin yaptıklarından ve yazdıklarından, 1986’da Yaser Arafat Tunus’ta sürgündeyken “Özgürlük Madalyası” ile onurlandırılmış.

Bazı yazarlar var ki, onlarla ilgili kesin yargıya varmanız oldukça güçtür. Kendilerini kolaylıkla anlamanız için yalnızca yazdıklarıyla değil; eylemleri, düşünceleri, sözcükleri seçerken çağrıştırdıkları; giderek o sözcüklerle, kurduğu tümcelere yeni anlamlar katarak başka neler anlatmak istediğini de düşünmeniz gerekir. Bir yazarı tek bir kitapla tanımak olası olduğu kadar, bütün kitapları okunmadan, söyleyip, ettikleri bilinmeden yargıya varmak olanaksızdır. Yazdıklarının zor yapıtlar olması gerekmez, kolaylıkla anlaşılabilecek yapıtlarda da durum, en karmaşık olanlar kadar karmaşık- ÖLÜMÜ KUTSAMAYA T RAZ tır. Alev Alatlı bu tür yazarlardan. Alatlı ile ilgili kesin bir yargıya varabilAlatlı, 1944 İzmir doğumlu, Egeli bir ya- mek için bütün disiplinlerdeki çalışmaları zar. Eğitim süreci uluslararası. hakkında yeterli bilgiye sahip olİlköğrenimini Türkiye’de almak, ontolojik yöntemlerle Alatl , mış, liseyi Japonya, Tokanalojik saptamalarda busa ya da sol, yo’da. Ekonomi ve lunabilmek o kadar koistatistik lisansı ODölüm üzerinden lay değil. Bir yazar olaTÜ’den. Ekonomi siyaset yapman n Türk rak da bütün bu bive Ekonometri ayd nlar nca da nas l limlerin bileşiminyüksek lisansını e rind üze eli den, yaslandığı ideotem d san kut Fulbright bursu ile n lojik düşünsel yapıya am ya il ölümün de ABD’nin Tenneskadar karmaşık bir insevilmesi see eyaletinde Vansan tipolojisi var önüderbilt Üniversitegereklili inden nüzde. Yine de her söysi’nden. Doktora çalışsöz etti lediğinde keramet aranmamasını New Hampshimalı, her söylediği ideolojik dure’daki Dartmouth College’de ruşu nedeniyle övülmemeli ya da eleşyapmış. Felsefe öğrenmiş, medeniyet taritirilmemeli. Sezar’ın hakkı Sezar’a, Alev hi okumuş, üstüne üstlük bir de ilahiyat okuAlatlı’nın hakkı Alev Alatlı’ya. Alatlı 1992’de, muş. 1974’te Türkiye’ye döndüğünde İsyukarıdaki disiplinlere yaslanarak yazıntanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğsallaştırılmış bir dizi nehir roman yayımlaretim görevlisi, Devlet Planlama Teşkila-

Alev Alatl

dı. Bu nehir romanlar “Or’da Kimse Var Mı?” dizi başlığı ile okura ulaştı. Dizinin ilk kitabı “Viva La Muerte!” (Yaşasın Ölüm!) başlığıyla yayımlandı. Adını İspanya İç Savaşında İspanyol faşistlerinin sloganından alan romanda, Alatlı, sol bir partiden belediye başkan adayı olan Şafak Özden ve kendini vatansız kabul eden Günay Rodoplu karakterleri üzerinden Türk soluna, sosyal demokrasiye, solun siyasal sloganlarından biri olan “Devrimciler ölmez”e ölü sevicilik üzerinden, sloganın çıkışını tersine bükerek hesaplaşmaya

başladı. Alatlı, Falanjistlerin Cumhuriyet’i yıkmak ve devrimi bastırmak için kullandıkları sloganı, sola da uyarladı. Sağ ya da sol, ölüm üzerinden siyaset yapmanın Türk aydınlarınca da nasıl kutsandığı temeli üzerinde ölümün değil yaşamın sevilmesi gerekliliğinden söz etti. “Bu toplumda ‘biliyor olmak’ mutlak surette bir haksızlığa maruz kalmak demektir. Çünkü bilgi borçlandırır, ‘anlamak’ zorunda bırakır. Cahil, acıma duygusu uyandırır. Yıkıcılığı bağışlanır. Bu, onların lüksüdür. Oysa aydın, bilgilenmek gibi bağışlanmaz bir suçtan müebbeden mahkûm edilmiştir. Bastığı yerde ot bırak-


Aydınlık KİTAP mayan cahili vicdanının demir parmaklıkları arasından seyreder.” İkinci kitap “Nuke’ Türkiye”. Nuke, “nükleer”den geliyor, atom bombası olarak da okunabilir. Kitap adını İran Rehine Krizi sırasında, sıradan Amerikan vatandaşlarının protestoları sırasında kullandıkları slogandan alır.

7

tafa Kemal’in ölümünden sonra 1940’lı yıllarda laik/hümanist/çağdaş bir eğilimle yetişenler olarak adlandırıyor. Orijinal olanları yanlış çağdaşlaşma ile sakatlandıkları üzerinden eleştiriyor. Çağdaşlaşma adı altında Yunan-Roman kökenli Batıcılıkla eğitildiklerini anlatıyor. Alatlı günümüzdeki beAYDIN yaz Türklerin karşısıÖNYARGISI na düzeni temsilen, kendi deyimi ile “ar“Derler ki Türkiye sız, densiz, ilkesiz, ikiye ayrılır; TürkiyeliBeyaz Türkler Küstüler, haddini bilmez, küsler, mülkiyeliler; mülAlev Alatlı, tah, mürai, tufeyli, kiyeliler ikiye ayrılır; Everest Yayınları, zevzek, müptezel, halk çocukları, orospu 460 s. basmakalıp, palavraçocukları; orospu çocukları ikiye ayrılır; cı, korkak, kalleş, ahRobert Kolejliler, Galatasaraylılar...” Alat- laksız, içtenliksiz, sevgisiz, pespayeve palı, serinin ikinci kitabında; Amerikalı Dia- çoz”ları koyuyor. na Pavloviç ile Hasidi Yahudisi olan kocaKitapta AKP’nin yükselişi, Siyasal İssı David Pavloviç’in Türkiye’ye araştırma lam’ın, İslam adı altında nasıl dönüştürüyapmaya gelmesiyle, Günay Rodoplu ile iliş- lerek, erkin nasıl emperyalizme evrildiğikileri üzerinden önyargılı Türk aydın ile ön- ni, AKP’nin türedi İslamist düşünür ve yargılı Batılı aydının aslında önyargılarında zenginlerinin nasıl yeni bir karakter olaortak olduklarına ilişkin eleştirilerini oku- rak ortaya çıktığını anlatıyor. Bu yükseliş yoruz. Hasidik öğreti dinsel dogmaları ve ri- gerekçelerini de “Türk Hümanizmi”nin yitüeller yerine Protestan inancını ön plana tirilmesi ile açıklıyor. Yitirilen değerlerin çıkarır. Dini bir yaşam biçimi olarak kabul günümüzde de yerine konulamadığı için, eder. Siyonizm’e karşıdır ve Müslümanlar- çarpık gelişmenin, kendi çarpık siyasal la Yahudilerin barışçıl bir biçimde yaşayauzantıları ile nasıl geliştiğini ve devamını bileceklerini ileri sürer, İsrail devletini taanlatıyor. Alatlı’ya göre AKP iktidarı, nımazlar. Dinlerarası diyalogcuları ne kaYeni Dünya Düzeni ve liberalizmin diğer dar temsil ederler tartışılabilir. siyasal sistemlere baskın olduğu bir süreAlatlı benzeri eleştirileri, zaman dice denk düşüyor. Bu anlayış, sıradanlığı yüzimsel bir biçimde farklılaştırarak serinin diceltme üzerine kurulu. Şimdi iki anlayış çağer kitapları olan 1993’te yayımlanan “Valla Kurda Yedirdin Beni”, 1994’te yayımla- tışma halinde. Bir yanda toplumsal denan “O.K. Musti Türkiye Tamamdır” ile sür- ğerler; laik hukuk devleti, vatanseverlik, didürdü. Alatlı, “Valla Kurda Yedirdin ğer yanda Alatlı’nın paçozlaşma olarak taBeni”de Şivan karakteri üzerinden bu kez nımladığı oportünizme varan yozlaşma. aynı eleştirel bakışı etnik milliyetçiliğe, Alatlı, kitapta Mehmet Sedes, Mübeccel Kürt sorununa çevirir. Kitap adını, Erzurum Atıye, İkitelli’nin cam-çelik yığışımlı playöresinin “Giderim Van’a Doğru” adlı zaları, İtalyan mobilyalarla döşeli ofisleuzun havadaki son dizesinden alır. “Hu beni ri, toplantı salonlu, VIP restoranlı, saunalı, hurda beni / Vallah koydun çukurda beni / yüzme havuzlu, Bowling oyunlarının oyBeni beni havar zalım yar / Oğul sadıklığın nandığı Dolce Vita -tatlı hayat, lüks hayatbu muydu / Vallah yedirdin kurda beni.” bir yoz yaşam sürdüren günümüz insanı“O.K. Musti Türkiye Tamamdır” Türk- nı ve bu duruma gelinmesinde yenilen solçü Milliyetçilik üzerine. Ülkücü Selahattin’in cuları anlatıyor. Sistemin siyaset, tarikat, aşkı ekseninde anlatılan roman Günay ticaret anlayışı, mücahitlikten müteahhitliğe, solculuktan dönekliğe değin bir dizi Rodoplu’nun ölümü ile bitmiş gibidir. Ancak öyle olmadığı görülüyor. Alatlı, kurgu ya da gerçek karakteri romanına ekseriye bir “hâlâ” eklemesi ile bu kez, Günay lemliyor. Hem kapitalist hem Müslüman Rodoplu’nun ölüm yıldönümü sonrasını an- olunamayacağını, kapitalizmin artı delattığı “Beyaz Türkler Küstüler”le devam ğeri ile İslam’ın kul hakkının bir arada olaediyor. Serinin son romanı olabilir mi, bu ön- mayacağını, çatışmanın kaçınılmazlığını orceden kestirilemez. Bildiğimiz, Alatlı’nın ilk taya koyuyor. Dizi romanlar hem bir büdört kitapta sesini duyuramadığı için ora- tündür, hem de bütünden ayrı romanlarda hâlâ kimselerin olup olmadığını sorma- dır. “Beyaz Türkler Küstüler”de Alatlı’ya hak verirken, verdiğinizi geri aldığıya devam ettiği. nız düşünceleri de var. Alatlı’yı değerlenALATLI’NIN GÖZÜNDEN dirirken hep şu söz usumda: Hocanın BUGÜNLER dediğini yap, gittiği yoldan gitme! Galiba Alatlı, beyaz “orijinal” Türkleri, Mus- en iyi tanım bu!


8

3 MAYIS 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

Çiçek dürbününden Arap baharı Kuzey Afrika ve Ortado u’daki halk ayaklanmalar ndaki as l hedefin teokrasi düzenine geçi mi oldu unu sorgulayan kitap, güncelin tam içinde ERDEM GEZGİNCİ erdemgezginci@hotmail.com “Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara” romanı ile ülkemizde adını duyuran Mathias Enard, Ortadoğu kültürünü ve halklarını merak etmekten öte anlamaya çalışan bir yazar. Esrarların, efsanelerin, masalların ve oryantalist tanımların gölgesinde sosyolojik ve psikolojik bir kurguyla yazılmış olan “Hırsızlar Sokağı” devrimleri ve devrimlerin ortaya çıkardığı önü alınamaz yanılgıları konu edinmiş.

DEVR MLER VE ÇEL K LER Arap baharının içindeki roman kahramanı aynı zamanda anlatıcı. Çiçek dürbününden bakar gibi bazen din renkleniyor, bazen aşk, bazen isyan, bazen ise sorular. Fas’ın Tanca kentinin boğaza nazır manzarasıyla sakinlik vaat eden tasvirlerden çok yönlü gerginliklere geçiş yapan okuyucu kitabın sonundan ziyade bir sonraki sayfayı merak ederken bulabilir kendini. Demokrasi, özgürlük ve devrim üçgeninde kahramanın ve ülkelerin uyanışı paralel ilerliyor. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki halk ayaklanmalarındaki asıl hedefin teokrasi düzenine geçiş mi olduğunu sorgulayan kitap güncelin tam içinde. “Şeyh Nureddin’in bana anlattığına göre plan, serbest ve demokratik seçimlerle mümkün olduğu kadar çok oy kazanıp iktidarı ele geçirmek ve daha sonra içeriden yasamanın, dışarıdan sokağın birleşen güçleriyle kurumları ve yasaları İslam’a uygun hale getirmekti.” Alt metindeki bu hareketlilik karakterlerin macera tutkusuyla yolculukları beraberinde getiriyor. İki çocukluk arka-

daşının hayalleri ve bastırılmış duyguları kitabın ateşleyicileri. Aşkın şiirlerle cinselliğin utançla kol kola ilerlediği bölümlerde soruların artması tesadüf değil. Çünkü yüzünü batıya dönmüş olan kahramanımız nereden geldiğini bilemediğimiz “reform” ışığıyla karşılaştırmalar yapmaktan çekinmiyor. Günah ekseninde geçmişine tutunması, yaşadığı topluma yabancılaşması çağdaş romanın gereklilikleri gibi karşımızda. Fas’taki çelişkili hayatın dini kuralların hüküm sürdüğü bütün coğHırsızlar Sokağı, rafyalarda aynı Mathias Enard, Sırasıyla gerçekleşen devrimlerin, olduğunu anlaCan Yayınları, süren Suriye karmaşasının, Türkimak zor olmasa ye’nin rolü ile ilgili soru işaretlerida, gelenin giÇev: Aysel Bora, deni aratacağınin ve Avrupa’daki krizin izleri ro312 s. nı anlamak da man okuyucusunu süreç hakkında bir o kadar kolay. Yazarın bu konuda uya- bilgilendirip tatmin edebilir. Yine de rılarda bulunmadan, ders vermeden sade- bunun bir roman olduğu unutulmamalı. ce kahramanın gözünden olanları anlatma çabası oradaymışız hissini veriyor. Mem- DÖNÜ ÜM İspanya’ya geçişin ardından dertler, leket hakkında kaygılananların bu çelişkili “düzen”lerin yansımalarını okurken kaygılar, idealler ve kaderler dönüşüyor. daha da tedirgin olacağı aşikâr. “Devrim” Arada kalmışlık ve macera tutkusu vakelimesinin ise tam tersi anlamlarda orta- roluşun kollarına salıyor kendini. ya çıkması “Peki nereye tutunacağız?” soBarcelona’nın canlılığı çiçek dürbürusunu sorduruyor. Öyle ya, devrim umut- nünün başka bir sihri gibi karşımıza çıklu ve cesaretli bir kavramken tığında coğrafyanın değiştirdiği ve deArap baharı sürecinde oyun- ğiştirmediği sosyolojiyi görme imkânına ları, hesapları ve köhneliği sahip oluyoruz. Anlatıcının geri dönüşleri çağrıştırır oldu. karşılaştırma yapmamızı kolaylaştırıyor. Kısa bölümler halinde olayların ve ALMANAK mekanın değişmesi Enard’ın önceki kiÖZELL tabında da gördüğümüz okunabilirlik Son iki yıl içindeki gün- düzeyini arttırıyor. Dönüşümün gerçekcel olayları barındırması ve leştiği bölümlerde geçişin ustalığı insanın henüz sonuçları belli olma- içindeki “küreselleşmiş dünya” algısını yan Arap baharı ile ilgili ilk güçlendiriyor. roman olması kitabı kayRadikal İslam’ın parayla ve empernak kitaplar arasına soka- yalizmle dirsek teması havada kalmış olsa bilir. Bu konudaki üstün kö- da militana dönüşen çocukluk arkadaşırülüğü onu ilk yapmaktan nı gözlemleyen kahramanımızın sorduğu alıkoymuyor. sorular ve alamadığı cevaplar okuyucu-

Mathias Enard ya açık kapılar bırakıyor. Ülkemizdeki algının batılı okuyucudan farklı olacağını hissetmek pek de zor değil. Paranoyanın pençesinde sona doğru sürüklenen kitap sürekli umut vaat eden bir anlatıma sahip aslında. Her an her şey güzelleşecekmiş gibi ilerleyen sayfalar melankoliden uzak. En karamsar anlatımlarda bile dinin, aşkın, arkadaşlığın veya sadece salt hayatın her şeyi yoluna koyacağına dair bir inanç insanı sarıyor.

KURGU VE OKUNAB L RL K Kendine has tarzıyla Mathias Enard kurgunun temellerini derine atıyor. Okunabilirliğin kirişlerini ise ahenkli ve eğlenceli yerlerinden bu temele sabitliyor. Riskli olan kitaplarındaki bu görünümün tüketimi kolay “çok satanlar”la benzerliği. Bundan dolayı Ortadoğu’yu anlatan batılı yazarlardan bir adım geride. Belki de ağır ve yoğun metinlerin değerli olduğu yanılgısı yüzünden böyle düşündürüyor. Belki de okunabilirlik ve derinliğin buluşması mümkün. Mathias Enard’ın romanlarını kategorize etmemiz için daha çok romanını okumamız gerekebilir belki de. Hem tadı damağımızda kalan serüven düşüncesinin her geçen kitapta daha da dallanıp budaklanması ayrı bir doyum sağlıyor.


Aydınlık KİTAP

3 MAYIS 2013 CUMA

9

Sol liberalizm ve Taraf Türkiye 2000’li y llardan itibaren derin bir dönü me sürecine girmi tir. Kapitalizm hem siyasi hem ekonomik olarak Türkiye’de tekrardan ve çok güçlü bir ekilde kendini göstermektedir, Taraf gazetesi de bu duruma çanak tutan araçlardan biridir ŞAHİN YALDIZ Tarih, yazılmaya devam eden bir tiyatro oyunudur. Oyunu yazanlar hep değişir. İnsanlar bu oyunun hem izleyicileri hem de yazarlarıdır. Çevreye uyum özelliğini (bukalemunlar gibi) son derece ilerletmiş bazı insanlar, oyunu kim yazarsa yazsın binlerce övgü düzmeye ve yazılan oyunda yerlerini almaya alışmıştır. Onlar için sahneler arası muhteşem çelişkiler ya da sahnelerin kötü oynanması hiç önemli değildir, önemli olan oyun yazarının beğenisini almak ve bilet paralarından yüzde bir de olsa pay alabilmektir. İşte içinde bulunduğumuz tarih oyununda da değişen erkler içinde medya, bu değişen insanların başını çektiği bir sektördür. Ülkemizde de iktidarı elinde bulunduran Kitap “sol”un kimi kuvvete yamanma ustalısavunucular n n, ğı yapan medya araçları muhafazakâr ak ma rüşün ekçoktur, bunlardan biri nas l eklemlendi ini lemlenme de Taraf gazetesidir. n gösterdi i gibi, ülkeni sürecine Yaptığı haberlerle egezm’e Şerif Marmenlerin oynadığı oyuna ideolojisi olan Kemali da n t din’in ve İdaç çanak tutan Taraf gaze va sa nas l ris Küçükötesi ilk defa Aras Aladağ r iyo göster mer’in katkılatarafından “Hegemonya Yerından da ayrı bir niden Kurulurken Sol Libebölümde bahsedilralizm ve Taraf” kitabında etrafmiştir. Liberal solun sık sık lıca incelenmiştir. Kitabın girişinde de belirtildiği gibi Türkiye 2000’li yıllardan kullandığı “sivil toplum” terimini Hegel, itibaren derin bir dönüşüm sürecine Marx, Gramsci ağzından anlatmıştır. girmiştir, kapitalizm hem siyasi hem Bu yöntemle kitabın zeminini sağlamekonomik olarak Türkiye’de tekrardan laştıran sol liberalizmi tüm ayrıntılarıyve çok güçlü bir şekilde kendini göster- la incelemiş ve Taraf gazetesinin yaptımektedir, Taraf gazetesi de bu duruma ğı haberlerle neye hizmet ettiğini ve sol liberal görüşle ilişkisinin ne olduğunu çanak tutan araçlardan biridir. İçinde çelişkiler yumağı barındıran, göstermiştir. Türkiye’de sol liberalizmi TKP geçmişinden kapitalist düzende yaratan sürecin 12 Eylül olduğunu dükapı arayışlarına başlayan, Aydınlık gibi şünerek, sol liberalizm 12 Eylül süreciyle solun bayrağını taşıyan bir hareketten ay- birlikte ele alınmıştır. Kitapta “postmodernizm” sol liberal rılıp ‘’1 Mayıs ‘77 solcuların eseridir” diyebilen yazar kadrolarına sahip olan Ta- ideolojinin gelişmesine uygun bir zemiraf gazetesinin fırsatçı değişimleri bu ki- ni tarif ettiği için önemle üstünde durulmuştur. tapta güzelce anlatılmıştır.

“S V L TOPLUM” YEN DEN D R LD İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler doktora öğrencisi olan Aras Aladağ kitabını dört ana temelde yazmıştır. İlk bölümde değişim, vesayet, muhafazakârlık, demokratikleşme gibi kavramların birbiriyle ilişkisini incelemiş ikinci bölümde ise sol liberalizminin tarihsel arka planını anlatmıştır. Kitapta Taraf’ın kökeni Yeni Gündem dergisinden ve liberal sol gö-

YE L ELMA KOAL SYONU Kitap “sol”un kimi savunucularının, muhafazakâr akıma nasıl eklemlendiğini gösterdiği gibi, ülkenin ideolojisi olan Kemalizm’e nasıl savaş açtığını da gösteriyor. Bu nedenle önsözde de belirtildiği gibi bu kitap sıradan bir gazete incelemesi değil bir eklemlenmenin analizidir. Taraf’ın sosyalist solu liberalleştirme çabasıyla haberler yapması ve eklemlenme çabaları Aras Aladağ’ın da dikkatini çekiyor. Aras Aladağ AKP

iktidarlığını ve liberal solun ona ek- değişimini de görmek mümkün. Murat lemlenme çabalarını “Yeşil Elma Koa- Belge’nin Althussercilikten Sivil Toplisyonu” olarak nitelendiriyor ve Taraf’ın lumculuğa, Halil Berktay’ın Proleter bu koalisyonu hâkim kılmak sürecinde Devrimci Aydınlıkçılıktan liberal sol yaptığı işleri gazetenin içeriği ve söyle- saflarına, Nabi Yağcı’nın TKP’den kami üzerinden değerlendiriyor. Taraf’ın pitalizmin makyajlı hallerine geçişini eklemlenme stragüzelce anlatmış tejisinin kuramsal Aladağ. yönü Weberci ta“Hegemonya rih yorumu, Asya Yeniden Kurulurüretim tarzı tarken sol liberalizm tışması, İdris Küve Taraf” kitabı Taçükömer ve Şerif raf çevresinin ve liMardin’in katkıberal solcuların muları ve en sonunda hafazakâr akıma da “sivil toplum” nasıl eklemlendiğitartışmaları inceni yalın bir dille anlenerek açıklanılatan güzel bir kiyor. Aladağ; Taraf tap. Yayınevinin de gazetesinin tirajıbelirttiği gibi komnın az olmasına plocu, velveleci bir rağmen ülke günkitap bekleyenler demini değiştirehayal kırıklığına uğbildiğini söylüyor rayabilir. Aladağ’ın Hegemonya Yeniden Kurulurken ve Ergenekon Dasöylediği gibi “gazeSol Liberalizm ve Taraf, vası, Balyoz Darbe te, AKP’nin tarihsel Aras Aladağ, Planı, Referandum düşmanlarını hedef Patika Kitap, Dönemi gibi süreçalan yayınlar yapa296 s. lerde Taraf’ın yaprak yeni bir hegetığı haberlerin inmonya kurma sürecelemesine önem veriyor. Bu incele- cine eşlik ediyor’’. İşte bu yüzden AKPmelerle Aladağ, Taraf gazetesinin 2008- ABD çalışmalarının yayın organı vazifesi 2012 yılları arasında AKP-Kemalistler gören Taraf’ı anlamak gereklidir. Söz koarasındaki mücadelede AKP lehine nusu kitap Taraf gazetesinin ülke siyaönemli işlevler gördüğünü söylüyor. setini nasıl etkilediğini ve kim olduklarını yalın bir biçimde anlamak isteyenSAVRULAN YAZARLAR lere iyi bir çalışma olarak karşımıza çıKitapta Taraf yazarlarının düşünsel kıyor.


10

Aydınlık KİTAP

3 MAYIS 2013 CUMA

BABİL BALIĞI

Android ve insan M. SALİH KURT mustafa.salih.kurt@gmail.com “Bana yeni bir fikir vermek, tıpkı bir geri zekâlıya dolu bir silahı vermek gibi ama yine de teşekkürler, dışın dışın.” Philip K. Dick’in Patricia Warrick’e mektubundan (1978) Altıkırkbeş Yayınları, başlattığı bez ciltli kitaplar serisine bir yenisi daha ekledi. Öncelikle bir okur olarak bu bez ciltli baskılardan ve seri için tercih edilen eserlerden son derece memnuniyet duyduğumu belirtmem gerekir. Özellikle, tarumar halde, bir dönem tercümelerin yayıncılığını üstlenen yayınevleri kapandığı ve fazla da satış rakamına ulaşmadığı için, belki yayınevlerinin uzak durduğu veya geniş zamana yaydığı, rafta bulursanız zehirli sarmaşık görmüş lemur gibi kendinizi şanslı sayacağınız ve afiyetle mideye indireceğiniz Philip K. Dick romanlarının durumuna dikkat çekmeliyiz (not: yazıda hiçbir lemura zarar verilmemiştir, lemurlar zehirli sarmaşıklardan zehirlenmezler). Bilim kurgunun ve kurgu içinde insani özü arayışın olmazsa olmazı Philip K. Dick’in dünyasının, her kitabına raflarda ulaşılamıyor olması, günümüz yayıncılığının en büyük ayıplarından biridir. Neyse ki hala değerinin farkında yayınevleriyle, az da olsa kitapçı raflarına tutunabilme şansına sahiptir. Bez ciltli kitaplar serisinde de belki de bu yüzden olmakla beraber, daha çok bencilce bir dürtüyle beni en çok memnun eden şey, Philip Dick’in makalelerinin kitap halinde yayınlanmasıdır. Bilim kurgunun peygamberi sayılan bu eşsiz aklın, kurgu dehasının ve modern feylesofun, bir gün bütün kitaplarının tercümesini aynı tarihte, herhangi bir kitapçıda bir arada bulunabileceğine dair naif ve nahif bir umudu hala taşıyorum.

P N Y N’DEN Philip K. Dick’in makaleleri, yazdığı romanların kurgusuna anlaşılabilir etki yapmasının yanı sıra, edebi eleştiri ve bilim kurgu edebiyatı tarihi bakımından da oldukça değerlidir. Altıkırkbeş’in daha önce bez cilt-

kışı ve oluşumu sonrasında yükselttiği yeni felsefi sorunların etrafında bir tur atıyoruz. LeGuin’in “The Lathe of Heaven” (Rüyanın Öte Yakası, Metis Yayınları) romanı etrafında yarattığı dekonstrüktif (yapısökümcü) metot da ilgi çekici. Aynı şekilde makalelerde “distopya” yazınına karşı düştüğü, yazdığı zamanın karanlığına uygun karamsarlık (-burada kısaca araya girerek belirtmeliyim ki Dick’in, dönemin distopyalarının havada kalan yönlerine yönelik kısmi eleştiri ve karamsarlığını içeren pasajları okurken, dikkat edilmelidir ki Orwell’in kurgusu etrafında, distopyaların gerçekliğe yakınsaması, yazarın yaşadığı dönemde gözetleme teknolojilerinin henüz çok pahalı ve pratikten uzak olmasıyla da ilgilidir ve gizli bir alaycılığın izlerini de taşır) ve dönemin kuşağına karşı oluşturduğu analiz çarpıcıdır. Ne kadar sevgiyle kaleme almış alırsa olsun, karamsar bir tabloya göz atıyormuş gibi görünür. Fakat gerçeklik, bir başka pasajda belirteceği üzere her zaman kurgudan daha vahimdir. Günümüzün kuşağının, android metaforunu anlamak için dahi örneklemeye ve açıklamaya ihtiyaç duymasını görseydi, acaba ne düşünürdü?

Philip K. Dick

ECCE HOMO li olarak yine tercümesini yayınladığı 1965 tarihli “Şizofreni ve Değişimler Kitabı” makalesine bu köşeden değinmiştik. Dick’in şizofreni anlayışı göz önüne alındığında (genel olarak ise birincil anlayışı “We Can Build You”, -yazım tarihi 1962 yayınlanma tarihi 1972- romanının temelindedir), ilk kez şizofreniyi, erken dönem çocukluk çağıyla ilişkilendirdiği yazısıdır. Şizofreniyi, “gerçek dünyadan fanteziye doğru bir kaçış” olarak tanımlar, psikoseksüel olgunluğa erişmede ve koinos kosmos’a (idios kosmos’un tersidir, “ortak dünya” anlamına gelir) doğuşta başarısızlıkla ilişkilendirir. Bahis edilen “Değişimler Kitabı” (asıl adı Çince “I Ching”, Yi Çing –Pin Yin-) Fu Xi tarafından yazılan, bilinen en eski Çin metinlerinden biridir. 3000 yılı kapsayan sürede Çin üzerinde etkisini sürdürmüş ve Batı dün-

yasında da takip alanı bulmuştur. Gizemli yönü yadsınamayan bu metin üzerine inceleme ve araştırmalar günümüzde de sürmektedir. İnsanın evrende kendini konumlandırması üzerine ilk denemelerdendir, Tao’yu anlatan ilk metindir ve en sık kullanım alanı, tüm yaşamı yöneten değişim sürecini anlamak üzerinedir. Makalede Pin Yin üzerine Philip Dick’in yaklaşımı oldukça çarpıcıydı ve kurguculuğunun sınırları hakkında ipuçlarını taşıyordu.

‘ANDRO D VE NSAN’A Yeni yayınlanan bez ciltli kitabı “Android ve İnsan”da ise Philip Dick’in 1972 ve 1976 tarihli iki makalesi bulunuyor. Her iki makalede de Dick’in romanlarında sıklıkla ziyaret ettiği android metaforunun açılımlarına rastlıyoruz. Metaforun ortaya çı-

Benim teorime göre, Philip Dick, “insan nedir?” sorusu etrafında, geleceğe duyduğu merakın yanında özlemle de kullandığı android metaforunun farklı versiyonlarının da farkındaydı. Aynı sorular, bir post-modern izleğin içerisinde, bir yazarın yarattığı karakterin, bir başka yazarın yarattığı karakterle, üçüncü bir yazarın zihninde karşılaşmasını ve gerçek olmadıklarını anlamasıyla da sonuçlanabilirdi. Ancak üçüncü kişinin kurgusunda, karakterlerin yeni bir yapıya ve var oluşa dönüşümleri, farklı katmanlarda daha ilginç olmayan ama “öz”ü bulandırıcı sorular açığa çıkaracağından, soruyu temel haliyle tutabileceği en doğru tercihe yönelmiş olabileceğini düşünüyorum. Henüz tercüme edilmeyen ve büyük olasılıkla Altıkırkbeş’in programına dâhil ettiğini umut ettiğim 1978 tarihli “How to Build a Universe That Doesn’t Apart Two Days Later” isimli makalesinde Dick’in bilim kurguya geçişiyle ilgili otobiyografik ve kısmen teorimi onayan ilginç bir bilgi vardır. Şöyle der Dick: “1951 yılında, ilk hikâyemi sattığımda, bu tip felsefi sorunların bilim kurgu alanında takip edildiğine dair hiçbir fikrim yoktu. Onları bilmeden takip etmeye başladım.” Dick’in yazdığı bu ilk öyküde, bir köpek konu edilir. Köpeğin bakış açısına göre, bir evin önündeki metal bir kutuya (çöp kutusu elbette) bir aile kendileri için çok değerli olan yiyecekleri torbalarla saklamakta ve muhafaza etmektedir. Korkunç görünüşlü bir takım adamlar (gerçekte çöpçüler) ise her Cuma günü gelerek, ailenin sakladığı bu değerli


Aydınlık KİTAP

gıdaları çalıp götürmekte, sadece metal kutuyu bırakmaktadır. Köpeğin korkusu, bir gün bu adamların geleceği ve kutuda yiyecek bulamayınca ailenin evini basarak aileyi yiyecekleridir. Dick’in küçük bir öyküyle bize ulaştığı noktalar çarpıcıdır. Köpeğin elindeki bilgilere dayanarak bu gerçekliği oluşturması ve korkusu, köpeğin açısından düzgün bir mantık zincirinin ürünüdür. O halde, eldeki bilgilere ve çevreyi algılayış şeklimize göre gerçeklik, bireyden bireye bu kadar farklılık gösterebiliyorsa, “gerçeklik nedir?” Belki de şizofrenler, kendi gerçekliklerini bizlere aktarabilecek bir lisana sahip değillerdir, tıpkı bizim kendi gerçekliğimizi onlara anlatamayışımız gibi. Bu onların gerçekliğini hatalı veya bizim gerçekliğimizi daha doğru kılar mı? Şöyle devam eder makalesinde Dick ve vurucu noktanın altını çizer: “Öyleyse sorun şudur; mademki sübjektif dünyalar bu kadar farklı deneyim edilebiliyor, orada bir iletişim bozukluğu da meydana gelecektir… ve gerçek hastalık da buradadır.”

VE KE FLER Kısaca örneklediğim bu alıntıların, metafor seçimini biraz daha açtığını ve ilgiyi üzerine çektiğini umut ediyorum. Dick’in bütün yazının altında yatan meselelerle ilgili daha önce de tavsiye ettiğim, Samuel J. Umland’ın “Philip K. Dick: Contemporary

11

Critical Interpretations” kitabını da devamını merak eden, ilgili okura tekrar tavsiye ederim. David Edelstein’ın söylediği, Dick’i sadece bir bilim kurgu yazarı olarak adlandırmak yerine, “onu 20. yüzyılın en cesur psikoloji kâşiflerinden biri olarak adlandırmak daha doğru olacaktır,” cümlesini de hatırlayalım. Aynı şekilde, ek okumalar için önereceğim tercümesi maalesef bulunmayan diğer kitaplar şunlardır: Patricia Warrick’in “Robots, Androids and Mechanical Oddities” (1986) ve “Mind in Motion” (1987) kitapları, Kim Stanley Robinson’dan “The Novels of Philip K. Dick” (1989) ve Francesca Rispoli’den “Universi che cadono a pezzi” (2001) kitabı. Altıkırkbeş Yayınları’na başlattıkları ve devamını getirdikleri bu değerli seri için teşekkürlerimi sunuyorum. Son olarak Murat Karlıdağ’ın da oldukça iyi bir tercümeye imza attığını, “Şizofreni ve Değişimler Kitabı”nda eleştirdiğimiz baskı ve yazım yanlışlıklarının “Android ve İnsan”da tekrarlanmadığını (sadece 83. sayfada göz ardı edilebilecek iki küçük yazım hatası mevcut) ve eklenen çevirmen notlarının oldukça değerli olduğunu da teşekkürlerimizle belirtelim. “Android ve İnsan” makalesinden küçük bir alıntıyla vedalaşalım: “Ad astra; ama per hominem,” yani “yıldızlara doğru ama insanoğlu olarak.” Haftaya görüşmek dileğiyle…


12

3 MAYIS 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

KAPAK

“Cumhuriyet Devrimi’ne sahip çıkmadan feminist olunmaz” ELİF SEDEF ÇELİK Yılların öykü ve romancısı, ülkemizin en önemli çağdaş kadın yazarlarından Erendiz Atasü’yle İzmir Kitap Fuarı’nda görüştük. “Hayat ve Roman” başlıklı deneme kitabı geçtiğimiz günlerde Everest Yayınları tarafından basıldı. Atasü’yle yazarlığı, ailesi, Ankara ve bugünlerde konuyu oraya getirmekten kendini alıkoyamadığı ülke meselelerini konuştuk... Mesleğiniz eczacılık ama siz yazarlığa yöneldiniz. Sizi buna yönelten neydi? Yazmak aslında doğa vergisi bir şey, yani dile duyulan müthiş bir ilgi ve yatkınlık. İkincisi insanlara duyulan bir ilgi. Üçüncüsü yüzeysellikle tatmin olmayıp, yüzeyselin altında gerçekte ne olduğunu kavramaya yönelik bir ilgi. Bu gibi karakter özellikleri insanı yazmaya itiyor. Beni de bunlar yazmaya itti diye düşünüyorum. Ayrıca kadın olmak önemli bir faktör benim yazarlığımda. Neden? Çünkü kadınlık durumu üzerine çok düşündüm. Çok çelişkili bir durum kadınlık. Modernleşen bir ülkede kadın olmak geleneksel değerlerle çağdaş hayatın arasında sıkışmak demektir. Bu çelişkili bir durum ve çelişkili durumlar her zaman insanları düşünmeye itiyor. Kendi kadınlık durumum da benim genel olarak kadınlık üzerinde düşünmeye itti. Bunların sonucunda da bir fışkırma şeklinde yazmaya başladım. Edebiyat yazarlığı, araştırmacı yazarlık, makale yazmak ya da bilimsel araştırma yapmak gibi bir şey değil. İçinizden, biraz da bilinçaltınızdan fışkıran bir şey. Bununla şunu demek istemiyorum elbette; edebiyat yazarlığının araştırmayla hiç ilgisi yoktur, mantıki düşünceyle ilgisi yoktur... Böyle şeyler demek istemiyorum kesinlikle. Ama bilinçaltınızdan gelen etkilerle, bilincinizdeki bilgilerin, düşüncelerin sentezlenmesiyle olan bir şey edebiyat. Böyle düşünerek yazmaya başladım Aslında yazmak beni seçti diyorum. “Yazmazsam delirecektim” demiş Sait Faik. Galiba yazarların çoğu yazmasalar delirecek olduklarından, yazıp akıl sağlıklarını korumaya çalışan insanlar. Tabii bunlar gerçek yazarlar; piyasada para kazanmak için ünlenen yazarlar değil. Onların formülleri var. O formüllere koyup yazıyorlar. Bu edebiyat değil ama günümüzde edebiyat zannediliyor. Kendi söyleminizle “Osmanlı’nın bünyesindeki neredeyse tüm Müslüman toplumlardan köken almış” bir yazarsınız. Evet. Fevkalade Türküm o yüzden. Bir yandan da Cumhuriyet ülküsünü daha üst seviyelere taşımak için çabalayan bir nesil tanımlıyorsunuz, anne ve baba-

nızın dönemini anlatırken. Etnik kökenleri farklı insanların aynı amaç için çabalayacak kadar birleşmesini neye bağlıyorsunuz? İşgale, Kurtululuş Savaşı’na ve Cumhuriyet coşkusuna bağlıyorum. Osmanlı yıkıldığı zaman ülkemizi istila eden ordular etnik köken ayrımı yapmadılar. Onlara göre Anadolu’da ya da Doğu Trakya’da yaşayan herkes Türktü ve bütün o insanlar canlarını kurtarmak için birlikte Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirdiler. Bu müthiş bir birleştirici unsurdu. Ondan sonra Cumhuriyetin kurulması için birlikte mücadele ettiler. Pek tabii birbirleriyle evlendiler. Yani Çerkez Kürtle evlenmez, Gürcü Tatarla birleşmez diye bir şey yoktu. Mehzep ayrılığı belki evliliklerde rol oynardı ama ırksal köken hiçbir şekilde rol oynamazdı. Bu insanlar birbirleriyle evlendiler ve böylece bir ulus ortaya çıktı ama bugün görüyoruz ki bu ulus bilincinde bir takım yarılmalar var. Bunu da görmek gerek. Demek ki biz Cumhuriyetin harcı olan - biz derken Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarını kastediyorum - o birleştirici ruhu geliştiremedik, koruyamadık, har vurup harman savurduk. Tıpkı doğamızı har vurup harman savurduğumuz gibi. Başarılı yazarlık hayatınızın dışında yaklaşık 30 sene Ankara Üniversitesi Ec-

zacılık Fakültesi’nde profesörlük de yaptınız. Evet, 30 sene çalıştım. Asistan olarak başladım işe. Profesör olarak 11 yıl kadar çalıştım. Edebiyatçı annenizle, sayısal zekasını şiirle besleyen matematikçi babanızın bir sentezisiniz adeta. Çok yönlü ve her alanda söz sahibi bireyler yetiştirilmesinde sizin ve bir önceki kuşağınızdaki bireylerde Cumhuriyet döneminin rolü nedir? Cumhuriyet Devriminin rolü yüzde yüzdür diye düşünüyorum. Sonra dediğim gibi o Cumhuriyet ruhunu geliştiremediğimiz için ve har vurup harman savurduğumuz için ne yazık ki bizler o kadar başarılı kuşaklar yetiştiremedik. Umarım sizin gibi örnekler yeni kuşaklar yetiştirmede başarılı ve gerçekten örnek olur. Umarım o kuşakları doğru yola çekebilirsiniz. Son kitabınızda “Tanıklıklar” adlı bir bölüm var. Bilhassa Cumhuriyet devriminin başkenti Ankara’nın değişimine ettiğiniz tanıklık var bu bölümde. Çeşitli ve kritik dönüm noktalarında Ankara’da bulunmuş bir yazar olarak, her siyasi erkin farklı bir Ankara’sına tanıksınız adeta. Bu değişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Ankara’daki değişimler maalesef son derece kötüye doğru değişimlerdir. Anka-

ra Cumhuriyetin başkenti olması nedeniyle bir kültür ve sanat şehriydi. Pek çok şair buradaydı, pek çok yazar buradaydı, müthiş bir tiyatro aktivitesi vardı... Gerçekten kültür açısından var olan, yaşayan, etkin bir şehirdi Ankara. Bu güzelliğini yitirdi. Ankara’daki bozulmalar sanıyorum çarpık kentleşme ile Demokrat Parti zamanında başladı. Nüfus artıyordu, elbette büyüyecekti. Fakat o sırada bizim insanlarımız arasında müteahhit olanlar kolay para kazanmayı seçti. Bizler de şehirliler olarak kendimize de eleştiri getiriyorum sadece müteahhitlere değil - onların değirmenine su taşıdık ve böylece bozuk ve çarpık bir kentleşme meydana geldi Ankara’da. Yetersiz altyapı, yetersiz kanalizasyon, yetersiz su tesisatları, yetersiz yolla beraber zehirli kalorifer dumanları saçan binalar yapıldı. Bir defa şehrin havası zehirlendi. Bu 60’larda başladı ve 80’lere kadar sürdü. 80’lerde polis arabalarının sokaklarda dolaşarak “Sokağa çıkmayın havadaki karbondioksit, kükürt oranı fazla ve zehirlidir” anonsları yaptığı dönemleri yaşadık. Ondan sonra şehrin bu atmosferini fiziksel olarak temizleyebilmek için niteliksiz kömürden vazgeçildi. Binalar zorunlu tutularak doğal gaza geçirildi. Sonra ne oldu? Sonra Melih Gökçek geldi şehrin başına diktatör oldu ve o zehirli kömürleri şehri çevreleyen gecekondu mahallelerine oy almak için dağıttı. Dolayısıyla şehirliler hem zorunlu olarak doğal gaza geçerek yüksek paralar ödemeye mecbur oldu hem de şehri çevreleyen zehirli kömür gazını solumaya devam ediyorlar. Koşullar neredeyse 80’lerdeki kadar kötü. Bu belediyenin taşeron sistemi bizi mahvediyor. Taşeronlaşmayla o şirket, öbür şirkete, öbür şirket bir diğerine ihale ediyor ve hiçbir denetim yok. Dolayısıyla şehir tam bir inşaat çukuru halinde. Her tarafta çukurlar taşlar, 10 günde bir sökülen kaldırımlar... Şehir denecek hali yok. Tabii bunlar işin fiziksel tarafı. Kültürel tarafa gelince; 12 Eylül ile birlikte bütün kültür insanları Ankara’yı birer birer terk etti. Birkaç tane bizim gibi Ankara’dan vazgeçemeyen insan kaldı sadece. Bütün kültür insanları gittiler. Gitmelerinin bir nedeni de, edebiyatın ve sanatın tamamen parasal odakların dümenine girmesi. İstanbul paranın merkezi, dolayısıyla edebiyatın ve sanatın ticari tarafını yönlendiren de orası. Ankara’da oturmak bir yazarın ticari başarısı için hiç iyi bir şey değil ama ben buna rağmen Ankara’da oturuyorum. Çünkü İstanbul’un sosyal atmosferine tahammül edemiyorum. Şunu da söyleyeyim; belediyelerin köktendincilerin eline geçmesiyle


KAPAK

Aydınlık KİTAP

3 MAYIS 2013 CUMA

13

Erendiz Atasü ile son kitab üzerine konu tuk

birlikte belediyelerin kültürel faaliyetlere lım. Daha doğru olur. Bu durumu çok güverdiği destek hemen hemen sona erdi. Her zel özetleyecek bir cümle var. Bu cümle beşeyin ticarileştiği bu dönemde belediyeden nim değil. Almanya’da yaşayan Türk ködestek almaksızın kültürel faaliyet yapmak kenli bir kadın arkadaşımızın. “Türkiye’de çok zor. Ankara’nın kültürsüzleşmesine bu üniversite kürsüsünde kadın ve erkek eşitda çok büyük bir nedendir ne yazık ki... tir. Almanya’da yüzme havuzunda kadın ve Roman ve öyküleriniz çoğunlukla ka- erkek eşittir”. Son derece yoğun anlamlı bir dın kahramanlar çevresinde şekilleniyor. cümle. Her şeyi ifade ediyor bence. KadıAyakları yere basan güçlü kadın profille- nın bedeninin orada dokunulmazlığı var deriyle karşılaşıyoruz yapıtlarınızda. Ken- mek bu. Bugün geldiğimiz noktada AKP dinizi feminist bir yazar olarak iktidarı altında üniversite kürsütanımlıyor musunuz? sünde kadın ve erkeğin eşit olBu aslında yanlış bir Ya ad m z duğundan artık herhalde algı. Bir laf vardır; bahsedemeyeceğiz. Ünidünya teknolojiye “adım çıkmış sekize versite kürsüsünde kave neoliberalizme kul inmez dokuza”. Bedın ve erkeğin eşitliğiköle oluyor. Bu dü nyada nimki de o misal. ni sağlayan işte tam edebiyat n de eri İlk yazdığım hikaye da Cumhuriyet Devribilinmiyor. Bu dü kitapları için bu demidir. O yüzden feminyada sahte olan eyler diğiniz doğru. Sonnist arkadaşların da de erli diye geçiyor. Gen raki öykü ve robuna sahip çıkması geçler bu manlar tam olarak rekir. gidi e kar uyan k öyle değil. Ama böyle Yaşam deneyimleriniolsunlar bir algı var. Böyle bir izzi de aktardığınız, gerçekçi lenim var demek. Kendimi eserleriniz aynı zamanda birer feminist olarak tanımlıyorum, toplumsal eleştiri. Özellikle “Dağın evet. Öteki Yüzü” adlı romanınız, bu nitelikte. Kendisini feminist olarak nitelendiren Bu kitabı kaleme alma amacınız nedir? ve çağdaşınız olan pek çok kadın yazarın Dediğim gibi edebiyat eseri bir araşCumhuriyet devrimlerinin kadını özgür- tırma gibi, bir makale gibi belli bir amaçleştirmeye yönelik atılımlarını sığ bul- la yola çıkılarak yapılan, hazırlanan bir şey masından dem vurmuşsunuz kitabınızda. değil. Bu kitabı yazmamdaki en büyük duyBir sene İngiltere’de öğrenim görmüş ol- gusal etki herhalde annemi ve ailemin manızı göz önünde bulundurarak, “uygar” büyüklerini peş peşe kaybetmem oldu. toplumlar ile bizim toplumumuzun o dö- Bir ölüm acısı, o acının ben de yarattığı nemlerde kadına bakış açısı nasıl farklı- etki... Belki bir şeyler yazarak hayattan etlık göstermektedir? kilenmemi biraz olsun telafi etmeye çalışEvet, böyle bir görüş var. Ben katıl- tım. Beni harekete geçiren dürtü buydu. Kimıyorum bu görüşe tabii. İstersen ona tabı yazarken 90’ların ortasıydı, irticacı hauygar toplum demeyelim. Onları uygar- reketler yükseliyordu, ayrılıkçı milliyetçi halaştırmış olmayalım şimdi bir de... “İleri tek- reketler yükseliyordu ve Türkiye o zaman noloji toplumu”yla daha “geleneksel” olan da çatırdıyordu. Yazarken oturup memlebizim toplumumuz gibi bir ifade kullana- ketimin üzerine hem okudum hem dü-

şündüm. Niye biz bu hale geldik diye dü- ayakta kalabilmek için neoliberalizmin etşündüm. Bu düşünceler, benim karınca ka- kisinde kalıyor. Sistemin işine gelecek çerarınca Türkiye üzerine yaptığım tahliller viriler yapıp basıyorlar. kitaba yansıdı tabii. Eklemek istediğiniz bir şeyler var mı? Sahte ürünler dediniz. Bunlara aslınŞunu söylemek isterim. Sadece bizim ülda neoliberalizmin ürünü de diyebiliriz. Bir kemiz değil; yaşadığımız dünya teknolojiideoloji olarak düşünecek olursak neoli- ye ve neoliberalizme kul köle oluyor. Bu beralizm ve yarattığı sistem doğal olarak dünyada edebiyatın değeri bilinmiyor. Bu yazarını, çizerini, sözümona aydınını da dünyada sahte olan şeyler değerli diye oluşturuyor. Bu yazarlar nasıl oluşuyor. İti- geçiyor. Gençleri bu gidişe karşı uyanık olci güç nedir? maya davet ederim. Edebiyattan Sosyal bilimlerden başlayalım kopmasınlar derim. Sahte Bütün işe. Neoliberalizmin getirdiği edebiyata meyletmesinortamda müthiş bir ticarikültür insanlar ler derim. Her gün leşme var. Devlet destekreklamlarda görAnkara’dan gittile r. li kültür kurumlarının dükleri kitapları stanbul paran n m erkezi. çöküşü söz konusu. Bu çok fazla ciddiye Dolay s yla edebiy at n ve sadece bizde değil büalmasınlar derim. sanat n ticari tara tün dünyada böyle. Kendileri araştıf n yönlendiren de or Üniversitelerden, külrıp bulsunlar deas . Ankara’da oturmak türle iligili organizasğerli olanı ve okubir yonlardan devletler dessunlar. Edebiyat inyazar n ticari ba a r s teklerini çekiyorlar. Nesana ne verir uzun için hiç iyi bir ey reye gidiyor bu destek. Birvadede? Müthiş bir de il takım insan zenginleşiyor. Üniduygusal olgunlaşma verir. versite yoksullaşıyor. Kültür kuKendi duygularınız ve başkarumları yoksullaşıyor. Yoksullaşınca ve larının duygularını anlayabilmenizi devletten destek alamayınca ne yapacak- sağlar. Ama bunu akşamdan sabaha yaplar? O zaman özel sektörden destek ala- maz. Sürekli bir edebiyat okuru bu olguncaklar. Özel sektör dediğimiz şeyin bir kıs- luğu kazanır. Bu da galiba insan olmaktamı kültürel fonlar halinde. Mesela Avrupa ki temel amaçlardan biridir. Kendini tanıBirliği fonları... İşte özel sektör diyor ki “sen mak ve başkalarını tanımak! Onlarla iletifilanca ülkenin mikromilliyetçiliğini araş- şim kurabilmek; kendinle iletişim kurabiltıracaksan al sana bu kadar fon.” E, o sa- mek. Bizim toplumumzda benim görebilhada varlık göstermek isteyen o fona talip diğim kadarıyla nedenleri çok çeşitli olan oluyor ve onun yönlendirmesiyle aslında müthiş bir yabancılaşma var. Ne kendimineoliberalizmin amaçlarına hizmet eder du- zi tanıyoruz, ne yakınımızı, aile ecdadımıruma geliyor. Sosyal bilimler bunu göste- zı doğru düzgün, ne de ülkemizi tanıyoruz. riyor. Böylece kültür hayatı yönlendirilmiş Böyle bir sıkıntının içindeyiz. İyi bir edebiyat oluyor. Şu dönemde çok reklam yapabil- okuru bu hale düşmez. Düşmüşse de bu meniz için öncelikle arkanızda sermaye ola- halden çıkar. cak. Ya tesadüfen zengin olacaksınız - var öyle yazarlarımız - o ayrı. Yayınevleri de Teşekkür ederiz.


14

Aydınlık KİTAP

3 MAYIS 2013 CUMA

Tezgahımda şiirler brahim Öksüz, Kolektif Kitap’tan ç kan “Evvel Sevda çinde” adl iir kitab yla, farkl bir pencere aral yor okurun belle ine. K y dan yaz yor iirlerini, sessiz sedas z… Anlam önceleyerek, yer yer argo diyebilece imiz, sokak diline yak n, b çk n bir üslupla yaz yor DAĞHAN DÖNMEZ daghan_donmez@mynet.com Çağımızda Türk şiirindeki temel sorunun, toplumsal hayatın izdüşümü olarak; “farklılaşma” çabası olduğunu düşünürüm. Elbette ki, kendi şiirini kurmak, üslup sahibi olmak şairin aşması gereken ilk eşiktir. Gelgelelim, mevzubahis farklı olma gayreti başkadır. Nüfus artışına paralel, daralan imkanların ve bozulan arz/talep dengesinin nihayetinde, kişiler düzen muhalifi olamamakta, mamafih –moda tabirle- “fark yaratmak” suretiyle düzenin pastasından büyük pay alma sevdasına düşmektedir. Sosyal hayatın bu matematiğinin, şiire de yansımadığını düşünmek; en hafif deyimle safdillik olacaktır. Keza, şiir de hayata doğar.

Evvel Sevda İçinde, İbrahim Öksüz, Kolektif Kitap, 96 s.

KAP TAL ZM N RDEK ZLER Elbette ki, toplumun her uğraşı gibi sanat ve şiir bahsinde de gelişimi hedeflemek, söylenmeyeni söylemeyi istemek doğaldır. Ancak bunu yaparken, anlam ve sesin önemini indirgeyerek; işi “kelime kazıcılığına” dayandırmak, işte bu farklı olma gayretinin, zevahiri kurtarma arzusunun bir sonucudur. Şiirin, toprağı eşeleyen akarsular gibi dile yeni mecralar açma hassasiyeti, yanlış bir algıyla; şiire olmadık kelime tertiplerini dahil etmek suretiyle fiiliyata dökülmüştür. Bireyci şiir ile, bireysel şiir birbirine karıştırılmış ve şiirsel metin yalnızca şairinin anlayabileceği bir hal almıştır. Kapitalist düzenin, hayatlarımıza aşıladığı bencillik, şaire ve onun şiirine de bulaşmıştır. Ne gam, şiirdeki anlam ve bireycilik yalnızca bize özgü bir tartışma konusu değildir. “Şiir Nasıl Okunur?” adıyla Türkçeye çevrilen, İngiliz Edebiyatı Profesörü Terry Eagleton’un kitabından bir alıntı: “…Bazı teorisyenlere göre, şiirler bir sayfanın üzerinde anlamsız siyah işaretlerdir yalnızca, onların içinde anlam inşa eden kişi de yalnızca okurun kendisidir. Bu bir anlamda doğru, bir anlamda yanlış bir önermedir. Öncelikle anlamsız siyah işaretlerden bahsetmemizin kendisinin halihazırda anlamla uğraşmak olduğunu belirtebiliriz. Bütünüyle anlamın arkasına geçmek zordur. Bunun sebebi de, kendimizi ölü olarak hayal etmenin imkansızlığıyla aynıdır.” (Şiir Nasıl Okunur, Terry Eagleton, Agora Kitaplığı, s.172)

GÜÇLÜ RLER N KÖTÜ B RL KTEL Dünya yazınında dahi, şiire dair aynı meseleler tartışılagelirken; İbrahim Öksüz, Kolektif Kitap’tan çıkan “Evvel Sevda İçinde” adlı şiir kitabıyla, farklı bir pencere aralıyor okurun belleğine. Kıyıdan yazıyor şiirlerini, sessiz sedasız… Anlamı önceleyerek, yer yer argo diyebileceğimiz, sokak diline yakın bıçkın bir üslupla yazıyor. Okurla, samimi bir ilişki kuruluyor. “Evvel Sevda İçinde” şairin ilk kitabı. Kitapta güçlü şiirler, güçlü dizeler bulmak mümkün. On birinci sayfadaki: “A canım! Koynundaki yılan için Denizi yanında taşıyanım Hatırla ninenin Her masal sonu illa ki indirdiği Üç elmadan birini. Suçları ısınmış çocuklardık hatırla. Öfkene elma şekeri ver artık.”

Bunların arasında. Veya yirmi sekizinci sayfada: “Gitmeliyim. adresler insanları paylaşacak birazdan.” Yine beni çarpan iki dize. Kitabın bütünlüğü ise, böyle sızısı deriye sonradan nüfuz eden; güçlü dizeler yazabilen bir şairin çizgisinin altında gibi geliyor bana. Şiir için aşınmış kelimelerin sıklıkla seçimi, zaman zaman popülizme kayan bir ifade tarzı eleştiriye konu olacak cinsten… Bazı şiirler ise, aceleye getirilmiş izlenimi yaratıyor bende. Şairin, yazarken kağıda sarı bir sıkıntı bıraktığı şiirler…

NE TATLI NE TUZLU Söze başlarken vurguladığım ve “kelime kazıcılığı” olarak nitelediğim, bireyci ve anlamı kendinden menkul şiirlerin aksine; aşınmış kelimeler ve düzyazıya ya-

kın kolay hazmedilir bir anlamdan ibaret şiirler için de; aynı eleştiri yapılabilir. Zannımca şiir, bir “kıvam” işidir. Kıvamı tutturabilene aşk olsun! Şairler, hayal tüccarlarıdır biraz da… Tezgahları sislidir! Raflara, kelimelerini dizerler şafak sökerken. Nefesi yelken misali şişkin, soluğu güçlü şairler vardır. Kelime satıcıları! Denizaşırıdır bunların dizeleri… İbrahim Öksüz, “Evvel Sevda İçinde” ile güzel bir dükkan açmış. Esnaflığı sıcak, çayı demli! Lakin, bir hayli tozu alınmalı rafların (fikrimce)! Çünkü kitap, karanlığa gönderilmiş mektuptur!


Aydınlık KİTAP

3 MAYIS 2013 CUMA

15

TSK’yı doğru anlayabilme krizi! Çakmak, kitab nda Türkiye’nin hiçbir uluslararas krizin planlay c s , tetikleyicisi olmad n , hiçbir ülkede istikrar bozucu faaliyetlerde bulunmad n , kat ld tüm uluslararas krizlere Bat l müttefiklerle birlikte kat ld n belirtiyor mesele olmasına karşın, Arapların ne Kıbrıs’ta, ne de Dağlık Karabağ’da Türklerin, Türkiye’nin, Türk dünyasının yanında yer almadıklarının altını çiziyor.

BARIŞ DOSTER Uluslararası ilişkiler, çelişkilerin, çatışmaların, bunalımların, uyuşmazlıkların, ittifakların en yoğun incelendiği disiplindir. Devletlerin ulusal çıkarlarını (ulusal çıkar kavramı hayli tartışmalı bir kavramdır) azami kılmak, güvenceye almak, ulusal bağımsızlıklarını ve güvenliklerini pekiştirmek için verdikleri mücadeleleri konu edinir. Karşılıklı etkileşim içinde olan iç ve dış gelişmelerin doğurduğu krizleri ele alır, bunların çözüm yollarını araştırır. O nedenle doğası gereği krizleri işler. Pek çok alanda ulusal sorunların uluslararası hale gelmesinin, dolayısıyla da çözümün iyice zorlaşmasının, çözümsüzlüğün çözüm olarak sunulmasının veya öyle algılanmasının nedenleri üzerinde durur. Dinsel, etnik, mezhepsel anlaşmazlıklardan kaynaklanan ve emperyalist güçler tarafından kaşınıp, kışkırtılıp, kullanılan krizler, sınır anlaşmazlıkları, toprak ihtilafları, terör ihracı, rejim ihracı, uyuşturucu, insan, silah, nükleer madde kaçakçılığı, casusluk başta olmak üzere çeşitli kriz nedenlerini araştırır.

minde, askerlikte, stratejide değil, iş dünyası ve yönetim bilimi başta olmak üzere hemen her alanda çok sık kullanılan bir kavram olan “kriz yönetimi” üzerinde duruluyor. Yine bu bölümde krizler ve Birleşmiş KR Z ONLARIN, ORDU Milletler (BM) işleB Z M! niyor. BM adına silahlı kuvvet kullanılKriz Yönetimi ve TSK, Ulusal krizlerin, bölgesel ve giması, BM’nin izniyle derek küresel krizlere dönüştüğü/ Haydar Çakmak, silahlı kuvvet kullanıldönüştürüldüğü bir dünyada uluKaynak Yayınları, ması, BM Barış Gücü sal güç unsurları arasında önem288 s. ele alınıyor. Ayrıca güli bir konumu olan ordular, tarih biliminin ve uluslararası ilişkiler disiplininin nümüzde emperyalist müdahale ve işgalleen temel inceleme konularından birini oluş- rin perdelenmesinde oldukça fazla kullanıtururlar. Prof. Dr. Haydar Çakmak’ın yazdığı lan “çatışmaların önlenmesi”, “barış yapma”, ve kısa süre önce okurla buluşan “Kriz Yö- “barışı koruma”, “barışa zorlama”, “barışın netimi ve TSK” adlı kitap da böyle bir ça- tesisi”, “insani yardım harekâtı”, “insani yarlışma. Ülkemizde ilgili külliyatın çok zengin dım görevi” gibi kavramlar açıklanıyor. İkinci bölümde ise TSK’nın görev aldıolmadığı dikkate alındığında, önemi daha da anlaşılıyor. Kitap, iki bölümden oluşuyor. İlk ğı uluslararası krizler anlatılıyor. Uluslararası bölümde, krizler kuramsal açıdan ele alını- krizlerde Türkiye adına görev yapan TSK’nın yor. “Kriz” kelimesinin etimolojisinden baş- kısa tarihi ve kurum hakkında özet bir tanıtım layarak, tanımı, nasıl oluştuğu, çeşitleri, bilgisi yer alıyor. TSK’nın yapısı, kurumları, yöntemleri üzerinde duruluyor. Kriz önce- işleyişi, ikili ve çok taraflı ilişkileri incelenisi durum, krizin tırmanışı, yumuşaması, yor. Güvenliğe ilişkin olarak Türkiye’nin tapatlaması yalın, akıcı bir ifadeyle anlatılıyor. raf olduğu antlaşmalar, sözleşmeler ve belKrizin evreleri, nedenleri sıralanıyor. Kriz or- geler sıralanıyor. Yurt dışına silahlı kuvvet tamında karar alma koşulları ve süreçleri üze- gönderilmesine, yabancı silahlı kuvvetlerin rinde duruluyor. Aktörlerin tutumu incele- Türkiye’de bulunmasına veya Türkiye’den niyor. Günümüzde sadece devlet yöneti- geçmesine ilişkin olarak TBMM’nin verdi-

“AYDINLANMA OCA I” VE PS KOLOJ K HARP TSK’nın son yıllarda yaşadıkları, Mülkiye ve Tıbbiye’yle birlikte ülkemizde çok önemli bir aydınlanma ocağı olan Harbiye’nin hangi yollarla yıpratıldığı biliniyor. Halkın gözbebeği olan, “halk ordusu”, “peygamber ocağı” olarak nitelenen ve her şeye rağmen en güvenilir kurumlar arasında ilk sıralarda bulunan TSK’nın, kendisine karşı psikolojik harp yapıldığını en üst düzeydeki komuta-

ği kararlar özetleniyor. Ayrıca Kore Savaşı’ndan başlayarak en son Libya’ya yönelik müdahaleye değin, TSK’nın çeşitli boyutlarda katıldığı uluslararası krizler anımsatılıyor. Çakmak, kitabının sonunda Türkiye’nin hiçbir uluslararası krizin planlayıcısı, tetikleyicisi olmadığını, hiçbir ülkede istikrarı bozucu faaliyetlerde bulunmadığını, katıldığı tüm uluslararası krizlere Batılı müttefiklerle birlikte katıldığını belirtiyor. Bu katılımların da NATO üyesi olarak ve BM misyonları çerçevesinde gerçekleştiğini vurgulayarak, sonuç bölümünde çok önemli ve gerçekçi saptamalar yapıyor. Çakmak şöyle diyor: “ABD, tabiri caizse, müdahil olduğu birçok krize Türkiye’yi de bulaştırmıştır. ABD ve İngiltere, müdahil oldukları birçok krizde önemli kazanımlar elde etmiştir; ancak, bu iki ülkeyle birlikte Türkiye’nin kazanç elde etmek bir yana, Körfez Savaşı’nda olduğu gibi, kimi zaman önemli kayıpları olmuştur. Bu düşünceyi destekleyecek önemli iki örnek olarak, yaşanan son krizleri, Afganistan ve Irak krizlerini göstermek mümkündür”. Çakmak, Türkiye’nin sadece Batılı büyük güçlerle ilişkilerinde değil, Araplarla ilişkilerinde de tüm iyi niyetine ve özverisine karşın bir kazanım elde edemediğini ifade ediyor. Filistin sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin Arapları desteklediği onca

nının ağzından saptamada hayli gecikmesi, gerekli önlemleri almadaysa gecikmenin ötesinde başarısız olması, orduyu gözü gibi koruyan çevrelerde de eleştiriliyor. Ordunun, savaşmadan yenilmeyi kabul ettiği, emperyalist merkezlerin Türkiye’yi parçalarken, rejimini değiştirirken, tasfiye ederken, içini boşaltarak dolaşıma soktukları “hukuk devleti”, “insan hakları”, “özgürlükler”, “sivil toplum”, “demokrasi” gibi kavramların büyüsüne kapıldığı belirtiliyor. Algı yönetimine, psikolojik harbe, toplum mühendisliğine, beşinci kol faaliyetine, asimetrik savaş yöntemlerine, karanlık savaş faaliyetlerine karşı en üst düzeyde hazırlıklı olmak gerektiğinin acı derslerle ortaya çıktığı görülüyor. O bağlamda Çakmak’ın kitabı, sadece konuyla mesleki açıdan ilgilenenlerin, uzman çevrelerin değil, Türkiye’nin bağımsızlığı, bütünlüğü, egemenliği ve Cumhuriyet Devrimi’nden yana olan tüm yurttaşların dikkatle okuyacakları bir kitap olarak öne çıkıyor.


16

Aydınlık KİTAP

3 MAYIS 2013 CUMA

GÜLDEN TERAZİ

İŞÇİLERİN KURTARILACAK VATANI

Bizim neden bir ‘Germinal’imiz, ‘Bitmeyen Kavgamız’ yok? Günümüz edebiyat nda yeni bir “Grev”, yeni bir “Bereketli Topraklar Üzerinde”, yeni bir “Ölümün A z ”, yeni bir “Türkiye çi s n f na Selam” yaz lamamas , sinemam zda yeni bir “Karanl kta Uyananlar”, “Gelin-Dü ün-Diyet”, çekilememesinde edebiyatç lar m z ve sinemac lar m z n i çi ve emekçilere ilgisizli i kadar, i çi ve emekçilerin kendilerine ilgisizli inin de pay var sızlık, devrim ve cumhuriyet karşıtı Türkiye, ki bugün Türk adından imtina eden, resmi tabelalardan TC’nin kaldırılmasına sessiz kalan bu kesim pek yakın bir gelecekte Türkiye adından vazgeçmeyi de kabul edecektir; diğeri, Türkiye’nin bütünlüğünden yana olanların oluşturduğu bağımsızlıkçı, devrimci ve cumhuriyetçi Türkiye… Türkiye’nin bu hale gelişinde hiç kuşkusuz işçi sınıfı ve onun sendikal örgütlerinin de çok büyük bir payı var! Hükümetin ve işverenlerin işçiler üzerindeki somut uygulamalarına, işsizleştirme/taşeronlaştırmasendikasızlaştırma karşı aldıkları somut tavırlara bakarak; sendikaların, yöneticilerinin işçiler üzerinden her türlü geçimi ve zenginleşmesini sağlayan birer şirket, işçilerin hak ve özgürlük mücadelesinin önündeki en büyük engel haline geldiğini saptamak zorundayız. Tümü böyle değil kuşkusuz, ancak, yolsuzluklarının kokusu dünyayı sarmış sendika patronlarının sahip oldukları zenginlikleri bırakıp üyelerinin haklarının peşine düşmeyecekleri açıktır. Bunlardan, Türkiye’nin bugün karşı karşıya bulunduğu daha kapsamlı ve hayati önemdeki ülke sorunlarına karşı bir tutum almalarını ummak da hayaldir.

MECİT ÜNAL mecitunal@aydinlik.com.tr Söz, “işçi sınıfı edebiyatımızın neresinde”, dahası “bugün bir işçi edebiyatı var mı, varsa ne durumda” sorusundan çıkmıştı. Böyle bir soruya doğru yanıt verebilmek için edebiyatımızın dünü ve bugünü yanında, ayrıca Türkiye’de işçi sınıfının ve sendikaların durumuna da bakmak gerekti. Geçerli ve gerçek bir denkleştirme yapabilmek için bu şarttır. Bir şey, onu oluşturan bileşenler varsa, ancak, o bileşenlerin nitelikleri, özellikleri ve durumları ölçüsünde var olabilirler. Bu konuda geçen yılın Ekim ayında Aydınlık’ın kültür sanat sayfasında üç yazı yazdım. Daha devam edecektim ki araya başka konular girdi, söz yarım kaldı.

Ç LER N KURTARILACAK VATANI Özetleme yapmam gerekirse; işçi edebiyatı üzerine çalışırken, bugünün işçisinin gözden ırak tutulması elbette düşünülemez. 50’lerin, 60’ların, 70’lerin, hatta 80’lerin ve 90’ların işçisiyle bugünün işçisi aynı değil çünkü. 70’lerde bir ayağıyla köyünde olan, köyünden getirdiği bulgur ve fasulyeyle tencere kaynatan işçi bugün yok; o işçi, kendisi gibi bir emekçi olan bakkaldan veresiye alırdı. Bugünkü işçi, büyük alışveriş merkezlerinden kredi kartıyla borç aldığı yapay gıdalarla besleniyor. O işçi, çocukları ya doktor, ya mühendis olsun isterdi, bu işçi oğlu futbolcu olsun, kızı zengin bir koca bulsun istiyor. O işçi kendi sorunları yanında ülke sorunlarıyla da yakından ilgilenirdi, bu işçinin böyle dertleri yok. O yüzden, emek, işçi sınıfı ve sendikacılık konusunda Türkiye’nin en yetkin birkaç kaleminden biri olan Yıldırım Koç, 13 Ekim 2012 tarihli Aydınlık’taki “İşçi Sınıfı Geleceğini Yiyor” başlıklı yazısında, işçi sınıfının hükümet politikaları konusunda açık tavırlar alamamasının nedenlerini rakamlarla ortaya koyarken, çok doğru olarak şu sonuca varıyor: “Kredi kartı ve tüketici kredisi borcu biriken bir işçi veya memur, işyerinde ücretini artırma ve çalışma koşullarını düzeltme mücadelesinde ürkek davranır. Bu durumdaki kişinin, ‘vatan elden gidiyor’ kaygısı da

Bu konuda çok haklı olarak, susan, işçi sınıfını uyarıp bilgilendirmeyen sendikaları da eleştiren Yıldırım Koç’un vardığı somut sonuç da şu: “İşçilerin ve memurların çok büyük bölümü günümüzde gelecekteki gelirini yemiş durumda. Gelecekteki gelirini yemek, geleceğini yemektir; teslimiyetin yolunu açmaktır.” Tüm çalışan sınıflar gibi işçi sınıfının da geleceği, Türkiye’nin geleceğidir. Türkiye’nin geleceği ise, en çok da işçi sınıfının geleceği demektir. Geleceğin sınıfı, kendi geleceğini yiyerek değil kendisi için, kendiliğinden de olsa bir sınıf oluşturamaz.

ve tartışmalar bırakarak geçip gitmiş olacak. Bu 1 Mayıs’la birlikte artık kesin olarak anlayacağız ki, iki yıldır, ulusal bayramları eşbaşkanlık ve halk olarak iki ayrı törenle kutlayan Türkiye’de, bu durum, 1 Mayıs gibi daha uluslar arası ve daha sol ve sınıfsal bir alanda pekiştirilmiştir. 1 Mayıs Türkiye’de zaman zaman farklı siyasi gruplanmalar çerçevesinde ayrı mitinglerle kutlanmış olsa da, bu, hiçbir zaman bu yıl ki gibi çok temel bir konuda, ülkenin hayat memat meselesinde bir ayrılık ortaya çıkaracak şekilde bir fay, derin bir kırık, bir yarılma yaratmamıştı. “Eşbaşkanlığın” safına geçen emperyalizm karşıtı ruhunu yitirmiş, her alanda “yetmez ama evet”çi olmuş bir AKP-PKK kuyrukçusu “sol” ve işçi sendikalarının marifetiyle bu yıl olan budur ve rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Şimdi artık iki Türkiye var!

K 1 MAYIS

K TÜRK YE

Siz bu yazıyı okuduğunuzda Türkiye’nin hemen her yerinde iki ayrı yürüyüş ve mitingle kutlanan bir 1 Mayıs daha arkasında olaylar

Bunlardan biri, bilerek veya bilmeyerek ABD’nin planlarına uygun olarak parçalanmadan yana olanların oluşturduğu bağım-

pek yoktur; olması da kolay değildir. Onun ‘kurtarılacak vatan’ı, ödenecek borcudur.”

TESL M YET N YOLUNU AÇMAK

H KÂYEN N YATMA YER Sözün başına dönersek, ülke sorunları bir yana, özelleştirme-işsizleştirme/taşeronlaştırma-sendikasızlaştırma gibi kendi sınıfsal sorunlarına sahip çıkamayan, susmuş/susturulmuş, pısmış/pıstırılmış bir işçi sınıfının kendisine ait bir edebiyata sahip olması bir yana, bu haliyle edebiyatımızda yer alabileceği bile kuşkuludur. Nitekim, ancak pek az eserden söz edebiliriz. Bugünün edebiyatında yeni bir “Grev”, yeni bir “Bereketli Topraklar Üzerinde”, yeni bir “Ölümün Ağzı”, yeni bir “Türkiye İşçi sınıfına Selam” yazılamaması, sinemamızda yeni bir “Karanlıkta Uyananlar”, “Gelin-Düğün-Diyet”, çekilememesinde edebiyatçılarımız ve sinemacılarımızın işçi ve emekçilere ilgisizliği kadar, işçi ve emekçilerin kendilerine ilgisizliğinin de payı var. Bizim neden bir “Germinal”imiz, “Bitmeyen Kavgamız” olmadığının açıklaması da burada. O zaman burası hikâyenin yatma yer olsun; haftaya, dünden bugüne Türkiye’de bir işçi edebiyatı var mı, ona bakalım.


Aydınlık KİTAP

3 MAYIS 2013 CUMA

17

Okuru koşturan şizofren EMİNE SUPÇİN eminesupcin@gmail.com “Bir iki, Freddy geldiiii… Üç dört, Kapını sıkı ört… Beş altı…” diye devam eder gider o kabus dizinin, kabus şarkısı. Ama korku seven biri olarak, üstüne aldığın battaniyeye sımsıkı sarılmış, gözlerini ekrana dikmişsindir. Kabus başladığında, ellerinin kemikli kısımları bembeyaz olmuştur battaniyeyi sıkmaktan. Farkında değilsindir. Ürkünç sahnelerde gözlerini kapatmak için ellerin, göz kapaklarından daha hızlı davranır. Ve sahnenin bitip bitmediğini parmaklarını araladığın o kısıklıktan kontrol edersin. Yine de vazgeçmezsin izlemekten. Eski bir diziden söz ediyorum. Dizinin kahramanı Freddy denen hazret, önce rüyanda musallat oluyor, ardından gerçekte karşına çıkıyordu. Benim karşıma hiç çıkmış mıydı? Sanırım hayır. Fakat çıksa çıkardı. Nitekim parmaklarındaki sustalı mantığına epey bir takmışlığım da olmuştu o dönem. Belki de bilinç düzeyimde fazla tuttuğum

için, bilinçaltına nüfuz edememiştir! arasından dolandıran zorlamalar değil İnsan ömrü ne kadar uzun olursa olsun, hiçbiri. Sarih. öğrenilecek bilgiler de o Bu bir korku/gerilim romanı. S. King ya da D.R denli uzun. Yoksa bildiği tek Kontz tarzına benzemiyor. şey, neden hiçbir şey bilGerilim romanlarının ustamediği olsun Sokrates’in? ları olarak bilinen bu iki isSokrates de kabus görmüş müdür? Görmüş olsa bile, o min eserlerini okurken, siz kesin Freddy değildir benolayları seyredersiniz. Oysa ce. Olsa olsa gudubet karıGemma Malley, doğrudan sizi de kitabın içine çekiyor. sı ile ilgilidir. Karısı mı? Kahramanla birlikte kaçıKarısına nereden geldik ki? yor, peşinizden gelenlerden Şu ikinci paragraftaki, tırsıyorsunuz. Tırsmak mı? hafif şizofrenik (ne demekGeri Gelenler, se hafifi?) anlatımın ötesin- Gemma Malley, Hayır hayır! Ödünüz, bağırsaklara komşu oluyor. Kısaca, de, hakiki şizofrenik bir anDeli Dolu, latımla karşılaştım, “Geri fena geriyor. Çev: Saliha Gelenler”de. Kahraman, biALTINI ÇİZDİKLESanem Erdem, rinci tekil şahıs. Yani, “ben” RİM:”Ama tam da o gece, 240 s. lambasını yanıp söndürdüğüöznesiyle anlatılıyor. Henüz nü gördüğümde yüreğim hop lise öğrencisi bir gencin ağzından dinliyoruz hikayeyi. Evet evet, etti. Gitmek zorunda olduğumu anla“dinliyoruz” denebilecek kadar sahici dım. Sanki bir şeye çok sert bir şekilde bir anlatımı var. Ve cümleler birbirile- çarpmak üzereydim de, Claire’in odarini, peşlerinden atlı kovalıyormuş gibi sı da deniz feneriydi; orada kendimi butakip ediyor. Kısa, açık, net ifadeler. labilirsem her şey nihayet yoluna gireÖyle kulağını göstermek için elini bacak cekti.”

“Her şeyi yaşamaya değer kılan; her şey sarpa sarmadan önce, ‘Ahhhh, demek bunun için uğraşıyormuşum. Bütün mesele buymuş demek,’ dedirtecek bir kısım olmalı hayatta. Yoksa insanlar ne diye bu zahmete girsinler? Neden insanlar bu sıkıntıya girerler?” “Güç sessizlikte saklıdır.” “Zihnim makineli bir tüfek gibi, bir sürü düşünce ve görüntüyle dolu ama hepsi birbiriyle alakasız, hiç birinin bir yere vardığı yok. Rastgele beliren, yanıp sönen ışıklar gibi. Belki de olay budur. Belki her şey rastgeledir.” GERİYE KALAN: Okudukça, yazarı merak ediyorsunuz. Acaba kendisi de şizofren midir, ya da şizofreninin ayak seslerini olsun duymuş mudur? Bildiği kesin. Ama yaşayarak, ama gözlemleyerek. Ve yazar hakkında bulduğum bilgilere göre kendisi gayet halim selim bir hayat yaşıyor Londra’da. Üstelik iki tane de kız annesi. Kitabın kahramanı erkek çocuk. Gerilim seviyor musunuz, siz onu söyleyin bana? Yanıt, evetse, Gemma Malley bu işi biliyor, benden söylemesi.

12 Eylül darbesine giden yolda son kilometre taşı; “Maraş katliamı” O dönem Ankara’daki ABD Büyükelçili i kinci Kâtibi Alexander Pack, ne tesadüftür ki 19 Aral k 1978’de ba layan Katliam öncesi bölgede bir süre kalm t . Çorum Katliam öncesi gene bölgede bulunmas , “oralarda sadece mezhep çat mas ya and ” diyenlere bir cevap niteli inde DENİZ TOPRAK deniztoprak20@gmail.com 60’lı yıllar, birçok açıdan hak ve özgürlükler getiren 1961 Anayasasının yürürlüğe girmesiyle birlikte işçilerin, köylülerin ve emekçilerin uyanmaya, daha özgür yaşama koşullarını öğrenmeye başladığı yıllar olmuştur. Öte yandan kendi sömürü ve egemenliklerini sürdürmeye çalışan güçler, uyanan işçi ve köylüleri sindirmek, baskı altında tutmak için yeni yöntemler geliştirmişlerdir. Bu yöntemlerin başında ise 1970’li yıllarda sayılarının binleri bulduğu söylenen CIA ajanının Türk topraklarına sokulması geliyordu. Bazı çıkar odaklarının destekleriyle yerleştirilen bu ajanlar Türkiye’nin yakın tarihini şekillendirmede rol aldığını söylemek abartı olmaz. Çünkü özellikle Kahramanmaraş’ta 1978 yılına değin hiç mezhep tartışması, kavgası olmamıştı. Hatta Türkler, Kürtler, Ale-

vilerle Sünniler Maraş’ın İngiliz ve Fransızlar tarafından işgaline karşı hep birlikte mücadele etmişlerdi. Araştırmacı-yazar Orhan Tüleylioğlu da Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag) Yayınları’ndan çıkan “Kahramanmaraş Katliamı” kitabıyla 35 yıl önce yaşanan katliamın perde arkasını aralıyor. Kitapta, katliam öncesinde yaşanan provokasyonlar ve günlerce devam eden vahşetin, tüyler ürperten ayrıntıları yer alıyor. Güvenlik güçlerinin adeta seyirci kaldığı, siyasilerin üstünü örtmek için yarıştığı katliamı, görgü tanıklarının anlatımlarıyla irdeleyen Orhan Tüleylioğlu, katliamı tüm yönleriyle ortaya koyuyor.

ESRARENG Z ABD’L O dönem Ankara’daki ABD Büyükelçiliği İkinci Kâtibi Alexander Pack’in Türkiye’de gerçekleştirdiği geziler diğer hiçbir diplomatlardan daha çok ilgi

uyandırıp, tartışma yaratmamıştı. Pack, ne tesadüftür ki 19 Aralık 1978’de başlayan Katliam öncesi bölgede bir süre kalmıştı. Sonrasında Çorum Katliamı öncesi gene bölgede bulunması, halkın dini ve siyasi yapısını incelemesi ve kısa zamanda Çorum’da katliamın başlaması “oralarda sadece mezhep çatışması yaşandı” diyenlere bir cevap niteliğinde.

sanların katledildiği, 60 yaşında kör bir kadının gözlerinin tornavidayla oyulduğu, erkeklerin ölene kadar dövüldüğü bölümleri okurken insanın gözleri doluyor, tüyleri diken diken oluyor.

K TAPTAN

“(…) 23 Aralık günü Maraşlılar belediye hoparKahramanmaraş löründen ve Ulu Cami miKatliamı, narelerinden yapılan anons NSANLIK DI I Orhan larla uyandılar: ‘Alevi komüOLAYLAR… Tüleylioğlu, um:ag nistler suya zehir kattı’, ‘AlYazar “Kahramanmaraş Yayınları, 219 s. eviler Yörükselim’de din karKatliamı” kitabında birçok deşlerimizi katlediyor, Alvahşeti de gözler önüne seriyor. Özellikle lah’ını seven Müslümanlar hazır olsunlar’, Ocak 1979’da Aydınlık’ta yayımladığı ‘Bütün milliyetçi Müslüman kardeşleriyazı dizilerinden alıntılı aktardığı bilgi- miz hat boyuna…’ Maskeli kişilerin yölerle, katliamda ne çocuklara ne hamile nettiği katliam bu çağrıyla başladı ve üç kadınlara ne de yaşlılara acımadan in- gün sürdü (…)”


18

3 MAYIS 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

YENİ ÇIKANLAR

Alevi Olmak

Eve Dönmenin Yollar

Atatürk ve Te kilatç l k

21. Yüzy l Feminizmine Do ru

Hasan Harmanc , Destek Yay nlar , 384 s.

Alejandro Zambra, Notos Kitap, Çev: Çi dem Öztürk, 146 s.

Tugay en, Kaynak Yay nlar , 192 s.

Kolektif, Nota Bene Yay nlar , 279 s.

Bu çalışmada, Alevi düşüncesine temel olan siyasal ruha ve bunun kökenine önem verildi. Bu kapsamda sorun Aleviliğin mayalanma, kurumsallaşma ve değişim dönemleri olarak ele alındı. Aleviliğe dair bilinen yalanları yıkmak, kayıp hakikatin izini sürmek, Alevilikte çelişki diye sunulan talan ile gerçeği ayırmak güç değildir. Aleviliği var eden ilkeleri ve yarattığı etkilerini ele almak, Aleviliği anlamamızı kolaylaştıracaktır. Bu amaçla Aleviliği oluşturan süreci gözeten veriler kullanıldı. Bu çalışma hazırlanırken Aleviliği kendi diliyle anlamak, okumak için Aleviliğin etnosantrik yönüyle ortaya konulmasına önem verildi.

2010 yılında Granta’nın İspanyolca yazan en iyi yirmi iki romancı arasında gösterdiği Şilili genç yazar Alejandro Zambra, üçüncü romanı “Eve Dönmenin Yolları”nda belleğimizdeki lekeleri kazırken geçmiş ve şimdiki zaman arasında bocalayan insana kendine dönüş yolunu gösteriyor. “Eve Dönmenin Yolları”ndaki yazar adayı anlatıcı tek başına yaşıyor, bolca sigara içiyor, kadınlarla birlikte oluyor, romanını yazmaya çalışıyor. Bu sırada da geçmişin izini sürüyor. Anlatıcıyla birlikte okur da Pinochet diktatörlüğünde yaşanan zor zamanlara, büyük 1985 depreminin acı kayıplarına, çocukluk aşklarına, hayal kırıklıklarına dönüyor.

Bu kitapta, yakın tarihsel süreç ve Atatürk’ün bugüne kadar işlenmemiş teşkilatçılığı / particiliği incelenmiş ve günümüze ışık tutan sonuçlar çıkarılmıştır. Atatürk’ün hayatı, teşkilat hayatıdır. “Hürriyet” için, ilk gizli teşkilatını kurdu. İstibdata karşı Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurdu. Emperyalizme karşı bağımsızlık savaşını kazanmak için Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ni kurdu. Devrimi devamlı kılmak, Cumhuriyet’i korumak için Cumhuriyet Halk Partisi’ni kurdu ve ölmeden önce her şeyini partisine bağışladı.

Yaşanan küresel kriz 21. yüzyıla damga vurmakta. Tüm siyasal ve toplumsal hareketler önemli değişimler geçirerek varlıklarını sürdürebiliyorlar. Feminizm de 21. yüzyılın gerçekleri etrafında dinamik bir yenilenme tartışması yaşarken, kadın mücadeleleri bir çok ülkede önemli bir yer işgal ediyor. Kitap bu konudaki tartışmalara bir giriş yapma amacını taşıyor. Makalelerin her biri, kadın hareketinin Kanada’dan Hindistan’a, Amerika’dan Ortadoğu’ya, Türkiye’den Latin Amerika’ya uzanan deneyim çeşitliliğini içerecek biçimde, neoliberalizmin geçmiş 30 yılında feminizmin yerini sorguluyor.

Decameron Hikayeleri

Yeryüzünün Lanetlileri

Na melerin Öyküleri

Binbir Gece Polisiyeleri - 2

Giovanni Boccaccio, Mitra Yay nlar , Çev: Taflan Gürsoy, 416 s.

Frantz Fanon, Versus Kitap Yay nlar , Çev: R. en Süer, 314 s.

Metin Atamer, Yeni nsan Yay nlar , 144 s.

Robert Louis Stevenson, Labirent Yay nlar , Çev: Feyza Göçer, 238 s.

Boccaccio (1313-1375) nikâhsız bir birleşmeden sonra dünyaya geldi. Babası, on üç yaşlarındayken onu Floransa’ya getirtti. Tüccar olarak yetiştirmek istiyordu. Fakat genç Boccaccio yirmi bir yaşına kadar babasının bu arzusunu gerçekleştiremedi. Bunun üzerine babası, onun başka bir meslek seçmesine izin verdi. Ama bu meslek şiir ve edebiyat olmayacaktı. İşte bir aşk mahsulü olarak dünyaya gelen ve babasının arzu ettiği gibi para kazanacak işlerde başarı gösteremeyen Boccaccio sonraları İtalyan edebiyatının üç büyüklerinden biri oldu: Dante - Petroka - Boccaccio.

Frantz Fanon’un sömürgeciliğin sömürge halkları üzerindeki psikolojik sonuçlarını analiz etmeye çalıştığı en ünlü eseri olan “Yeryüzünün Lanetlileri” sömürgecilik-karşıtı mücadelenin ve Üçüncü Dünya’nın özgürlüğünün manifestosu olarak bilinmektedir. Afrika’daki ulusal kurtuluş hareketlerinin ve ABD’deki Kara Panterler örgütünün esin kaynağı olmuştur. Avrupalılar, bu kitabı açın, içine bakın. Karanlıkta birkaç adım attıktan sonra bir ateş çevresinde toplanmış yabancıları göreceksiniz; yaklaşın ve onları dinleyin. Sizin acentelerinize ve buraları koruyan paralı askerlere layık gördükleri yazgıyı tartışıyorlar.

Metin Atamer dördüncü kitabında Türk Sanat Musikisi dünyasına ve onun çok az bilinen şarkı ve güftelerinin hikâyelerine götürüyor okuyucusunu. Zeki Müren ve saz arkadaşı Klarnet ustası Şükrü Tunar’ın aynı kaderi paylaşarak sanat hayatlarının sahnede sonlanmasının hazin hikâyesi... Nikoğos ağası, bestekâr Giriftsen Asım Bey’i, Lâvtacı Hristo Ağa’sı, Santuri Ethem Efendi ve Sanat Musikisinin nice parlak dehası... Metin Atamer’in o alışıldık dili ile gönlünüz bir kez daha musiki ile dolacak ve hikâyeleri okurken tavsiye ettiği şarkıları dinleyerek adeta mest olacaksınız.

“Bir adaletsizlik düşmanı olarak doğdum. En körpe yıllarımdan itibaren ne zaman hasta birini görsem, Tanrı’ya karşı deliye dönerdim ve ne zaman yoksulların acılarını görsem de, insanlara karşı. Fakirin kuru ekmeği, leziz yemeklerimi yemek için oturduğumda boğazıma takılırdı ve sakat çocuklar beni ağlatırdı. Tüm bunlarda soylu olmayan ne vardı ki? Yine de bakın görün, bu düşünceler beni nasıl çöküşe götürdü! Yıllar geçtikçe, kaybedenlere karşı bu tutku beni daha da sıkıca kuşattı. Krallarda nasıl bir umut vardı ki? Şimdi para içinde yüzen o iyice küpünü doldurmuş sınıflarda nasıl bir umut?...”


YENİ ÇIKANLAR

Aydınlık KİTAP

3 MAYIS 2013 CUMA

19

Genom

Zaman Ak p Giderken

Sava ç n n Kameras

Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan

Matt Ridley, Bo aziçi Üniversitesi Yay nevi, Çev: Mehmet Do an, Nivart Ta ç , 407 s.

Chris Freeman, Francisco Louça, thaki Yay nlar , Çev: Osman S. Binatl , 552 s.

Stephen Prince, Kabalc Yay nevi, Çev: Ahmet Ergenç, 322 s.

Demet Alt nyeleklio lu, Remzi Kitabevi, 688 s.

İnsan genomu, 23 çift kromozomdan oluşan bir pakettir. Matt Ridley bu paketi açıyor ve ortaya dökülen ama genetik dilinde yazılmış pek çok sırrı bizim anlayacağımız bir dile tercüme ediyor. Genetik mirasımız kaderimiz mi? Yoksa genetik determinizm bir mitten mi ibaret? Bir katilin işlediği cinayetin sorumluluğu ailesindeki genlere yüklenebilir mi? “Genom”da merak ettiğiniz bu ve benzeri pek çok soruya yanıt bulacaksınız. “Genom”u okudukça şempanzelerle genetik benzerliğimizin %98 olması en azından bazılarımızın onuruna daha az dokunacak gibi görünüyor.

Devrimci teknolojilerin, ticaret çevrimi, ekonomi ve toplum üzerindeki etkisini en iyi hangi şekilde kavrayabiliriz? İktisat, niçin tarih olmadan, kurumsal ve teknik değişmenin bir idraki olmadan anlamsızdır? “Yeni Ekonomi” tarihin sonu mu demektir? Bunlar, Sanayi Devrimi’nden bugüne kadar modern ekonomik büyümeyi yetkin bir biçimde analiz eden bu çalışmada ele alınan sorulardan bazılarıdır. Freeman ve Louça, ekonomik büyümenin analizinde, bilimle teknolojinin yanı sıra, siyasetin, kültürün, örgütsel değişmenin ve girişimciliğin de hesaba katılması gerektiğini tanıtlamaktadırlar.

Akira Kurosawa tüm zamanların en büyük yönetmeni sayılır. Ona Japon sinemasının kralı demek abartma olmaz. Uzun yıllar Amerikan sinemasındaki şiddet öğeleri üzerinde araştırmalar yapan Stephen Prince bir dönem de Japon sineması ve onun dünya sineması üzerini etkilerini araştırdı ve bu konuda Pensilvanya Üniversitesi, Sinema ve Tiyatro Bölümü’nde dersler verdi. “Savaşçının Kamerası - Akira Kurosawa”, Prince’in bu araştırmalarının bir sonucu olarak basılan ve büyük ilgi toplayan kitaplarından en önemlisidir.

Aylarca çok satan listelerinin üst sırasında kalan yazardan bir mübadele romanı. Anadolu ve Rumeli’de sevdalarıyla vatan aşkları arasında sıkışanların büyük dramı. Balkan ve Dünya Savaşı, Türk-Yunan kapışması ve sonrasında yaşanan sıradan insanların yazılmamış tarihi. İzmir’de Rum kızı Eleni ile Türk delikanlısı Enver’in, Selanik’te Fidan ile Mehmet’in düşmanlıklara, bağnazlığa meydan okuyan büyük aşkları. Her şeyden habersiz olan halkların sırtında kurulan kurtlar sofrasında oynanan oyunlar, entrikalar. Dayanılmaz acıların, adsız şehitlerin, gazilerin, yiğitlerin ve Ege’nin iki kıyısındaki gönül erlerinin hikâyesi...

çimizdeki Karanl k Yan

Bir’le Bir Olmak

O Asla Geri Gelmeyecek

Hayat Bir Macera

Henry Corbin, Pinhan Yay nc l k, Çev: Zeynep Oktay, 320 s.

Hans Koppel, Ayr nt Yay nlar , Çev: Nuray Öno lu, 288 s

Samet A ao lu, Yap Kredi Yay nlar , 184 s.

“Bir’le Bir Olmak” adlı eserinde Henry Corbin, İbn Arabî’nin vahdeti vücut tasavvurunu, aşk ve muhayyile kavramları üzerinden yeniden yorumlar. Bu yorumun başlıca unsurları; Allah’ın rahmet nefesinin ürünü olarak Rab-kul irtibatı, aşkın bu irtibattaki rolü ve bu irtibata bağlı vahdet ve yaratılış tanımları, kalbin ve himmetin yaratıcı gücü ve bir tecelli olarak namazdır. Yaratılanı var eden aşkla benliğine ulaşan arif, himmetinin gücüyle, muhayyilesinde yarattığı hayali, hayallerin dünyasından hislerin dünyasına indirerek gözle görünür hale getirebilir.

Hans Koppel, “O Asla Geri Gelmeyecek” adlı romanında büyük bir aile dramına tanık ediyor okuru... Mike ve Ylva Zetterberg, kızları Sanna’yla birlikte, İsveç’in bir sayfiye kasabasında mutlu mesut yaşamaktadır. Arada bir uç veren, Ylva’nın zor geçmiş çocukluğundan kaynaklandığı düşünülen kimi sorunlar dışında mutluluklarını gölgeleyecek hiçbir şey yoktur. Ancak Ylva günün birinde kocasına o akşam iş arkadaşlarıyla birlikte dışarı çıkacağını, iş arkadaşlarına ise eve gideceğini söyleyerek ortadan kaybolur...

Samet Ağaoğlu çocukluk ve gençlik anılarını anlatıyor. I. Dünya Savaşı ve Mütareke yıllarında İstanbul... Siyasetle iç içe bir babanın başına gelenler... Önce tutuklanış, ardından Malta adasına sürgün ediliş... Geride bıraktığı beş çocuklu ailenin yaşadıkları... Nihayet sürgünden dönüş ve Ankara... Yalnızca kişisel anılar değil, babasının geniş çevresinde tanıdığı insanlar hakkındaki izlenimleri, değerlendirmeleri, yaşamının sonraki yıllarındaki karşılaşmaları üstüne yorumları kitabı daha da zenginleştiriyor, yeni anlamlar katıyor.

Elisabeth Roudinesco, Say Yay nlar , Çev: Nami Be er, 232 s. Yirmi yıl arayla 1890 ve 1914 yılları arasında Avrupa edebiyatının iki kahramanı, Dorian Gray ve Gregor Samsa, ilki iktidardan çok sanata hizmet etmeyi tercih eden işsiz güçsüz bir aristokrasinin bağrındaki sapık arzunun büyüklüğünü zamanın tıbbına karşı bütün parıltısıyla ortaya sunarken; diğeri burjuva normalliğinin bağrındaki iğrenç çıplaklığın maskelerini kaldırarak bu alana kendilerini adamışlardır.


20

Aydınlık KİTAP

3 MAYIS 2013 CUMA

ÇOCUK - GENÇ

Doğayı seven çocuklara Dilimize pek çok sözcük, terim ve deyim kazand rm olan mizah ustas Cihan Demirci, son y llarda çocuklar için yazd kitaplara a rl k vermi gözüküyor. Hem yazar hem de çizer olarak 35 y l geride b rakan mizah ustas n n son kahraman H nz r Can, ilk kitab nda çevre dostu olarak kar m zda… DİLEK KESKİN keskindilek74@gmail.com 80’li yıllarda mizah yazınımıza yepyeni bir tarz getiren birkaç mizah ustasından biridir Cihan Demirci. Hem yazar hem de çizer olarak karşımıza komple bir mizahçılıkla çıkan usta kendine özgü bir üslup yaratarak 80’li yıllarda dilimize “Geyik Muhabbetleri” deyişini bir mizah tarzı olarak sokmuş, duvar yazısı-özdeyiş arası kısa ve vurucu esprileriyle özellikle genç okurdan büyük bir ilgi görmüştü. Yazarın yıllardır baskısı olHınzır Can mayan kiÇevre Dostu, , ci ir em tabı “GeD an Cih s. yik Mu8 12 , vi ne yı Ya i Kırmızı Ked habbetleri” 24. basımını tüketeli sanırım 10 yıldan fazla bir süre oldu. Cihan Demirci’nin farklı mizahı daha sonra gene kendi üretimi sözcükler olan “Espirin” ve “Laforizmalar”la devam etmişti.

Binbir Gece Masallar Çocukların dünyasını zenginleştirecek renkli resimlerle süslenmiş ve akıcı bir dille yeniden anlatılmış bu masallar, her aile kütüphanesinin vazgeçilmezi olacak. Öfkeli padişahın verdiği idam kararını ertelemek için Şehrazad binbir gece boyunca ona hikâyeler anlatır. Denizci Sinbad’ın ve Aladdin’in maceralarından, cinlerin ve sihirli diyarların hikâyelerine kadar, anlattıkları o kadar büyüleyiAnonim, cidir ki, sonunda Remzi Kitabevi padişah ŞehraÇev: Seda zad’ın hayatını baÇ ngay, 280 s. ğışlar.

1978 yılından beri yazarçizer olarak üretimini sürdüren, 2013’te mesleki anlamda 35 yılı geride bırakan Cihan Demirci, dilimize ve mizahımıza pek çok deyim, terim, sözcük kazandırmış bir mizahçı olarak son yıllarda özellikle ardı ardına çocuk kitapları yayımlıyor ve çocuklara ayrı bir önem veriyor. Tabii çocuk kitaplarında da kendine özgü mizahçılığını elden bırakmıyor. 2013’ün Şubat ayında Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan “Hınzır Can Çevre Dostu” adlı yeni çocuk kitabı bize onun yeni bir çocuk kahramanını müjdeliyor.

ÇEVREM Z SARAN SORUNLAR Cihan Demirci’nin yeni çocuk kahramanı Hınzır Can, annesi Erişim Hanım, Babası Sözel bey ve ilginç köpeği Zibidi, yakın arkadaşları; Demohan, Tarçın, Tıknefes, Dobracan ve uzatmalı kız arkada-

Küçük Ejderha ve Zalim Korsanlar Küçük ejderha Kokosnuss ve arkadaşı Matilda, Kaplumbağa Adası’na gitmek üzere salları ile yola çıktılar. Ancak aniden ortaya çıkan bir korsan gemisi onları yakaladı ve ünlü Korsan Reisi Berbat Jim, Kokosnuss ve Matilda’yı zincire vurdurdu. Fakat sonra gemideki korsanlar isyan edince, bu sefer Berbat Ingo Siegner Jim, Küçük EjderAbm Yay nevi ha’nın yardımına Çev: Sadettin muhtaç kaldı...

F rat, 72 s.

şı Kuple ile günümüzün yerinde duramayan bir enerjiye sahip çocuklarından biri. Açıkçası “O bir Can’lı yayın”… O bir hazır cevap fabrikası!.. O bir zamane fırlaması!.. “Hınzır Can” bu kitapla çocuklara ilk kez “merhaba” derken, karşımıza çevre dostu bir çocuk olarak çıkıyor. Çevremizi saran sorunlara kendince çözümler, öneriler üretiyor, kendince tepkiler veriyor… Hınzır Can, bu kitapta, ülkemizde bir türlü oluşmayan çevre bilincine, küçük bir katkı için yakın çevrenizde dolanıp duruyor… Çevresinde olup bitenlere farklı gözlerle bakmaya başlayan Hınzır Can, fıkra tadında kolay okunan maceralarında an geliyor GDO’lu konuşan bir patlıcanla röportaja kalkışıyor, an geliyor korsan kitap sorununa değiniyor. Küresel ısınmadan, çölleşmeye, fıstık çamlarına verilen zarardan, su sorununa, Kazdağlarının altın aramayla yok edilmesinden fay kırığına

Ç plak Ayakl Futbolcu Muzaffer İzgü okumayı yeni öğrenen çocuklar için beş kitap yazdı. Okumaya hangisinden başlarsanız başlayın, diğerleri için sabırsızlanacaksınız. Üstelik Serap Deliorman öyle güzel resimledi ki onları, kitaplığınızın en güzel kitapları olacak “Sarı Civciv”, “Şeker Kız”, “Uykucu Sibel”, “Anneciğim Acıktım” ve “Çıplak Ayaklı Futbolcu”.

Muzaffer zgü Bilgi Yay nevi 24 s.

dek pek çok çevre sorununa kendince dikkat çeken Hınzır Can, su tasarrufu için bize su-per öneriler sunuyor. Ağaçların yakın dostu olan bu hiperaktif çocuk çevremizi saran çirkin yapılara, rant aracı AVM’lere de gıcık mı gıcık doğrusu. Küresel ısınmaya kafa yorarken, çevremizi saran çirkinlikleri de es geçmiyor. Bir solukta okunan bu keyifli ve duyarlı kitap Hınzır Can’ın “Dünya Çevre Günü” bildirisiyle sona eriyor.

ÇOCUKLARLA Ç ÇE B R YAZAR-Ç ZER Cihan Demirci 20 yılı aşkın bir süredir söyleşi, atölye çalışması ve imza günleri için gittiği okullarda “Hınzır Can” benzeri; duyarlı, hazır cevap ve hiperaktif güç kaynağı çocuklarla bir araya geldi. “Hınzır Can” da zaten yıllar süren bu gözlemlerin sonucunda oluştu. Kitabın iç resimlemelerine ve kapak resmine de imzasını atan Cihan Demirci, 35 yılı bulan yazar-çizerlik macerasında bugüne dek, 310 bini aşan bir okura ulaşan 42 kitap yayımladı, bu kitaplardan 19’u ise çocuk kitabı. Cihan Demirci, bu keyifli kitapta ince gözlem gücüne dayalı coşkulu, duyarlı ve günümüz çocuklarını yakalayan mizah anlayışıyla bugünün çocuğunun çevre ile dostluk kurabilme çabalarından renkli, eğlenceli ve düşündüren kesitler sunuyor bizlere… Öğrendiğimize göre Hınzır Can’ın serüvenleri başka kitaplarda da devam edecek.

Çevreci Dede Yakla an Tehlike Tuna, Deniz ve Yasemin, her yaz tatil yaptıkları Güzelçamlı’ya gittiklerinde, çevrelerinde garip olaylar yaşandığını fark ederler. Eğer bu gidiş önlenemezse, dünyayı büyük bir felaket beklemektedir. Kalkıştıkları bu zorlu mücadelede en büyük yardımcıları da Çevreci Dede olacaktır. Yardımcı ÇaHikmet Temel lışma dosyası ile Akarsu, “Çevreci Dede”yi Do an Egmont, okumak çok daha eğlenceli! 152 s.


Aydınlık KİTAP

3 MAYIS 2013 CUMA

21

Hicvin üstadı Neyzen Tevfik Sansürsüz dü ünmenin, özgürlük a k n n bu kadar özgün ve cesur ifade edili ini belki sadece Bat dü üncesinde, bir Hegel’de, bir Schopenhauer’da bulabiliriz. Ne yaz k ki biz Neyzen’i sadece küfürbaz olarak belledik İzmir Kitap Fuarı’nda yazar Seyyit Nezir ve Mecit Ünal, Neyzen Tevfik üzerine bir panel gerçekleştirdiler. Kitap ekimizde de yayınladığımız ve oldukça ilgi gören Neyzen Tevfik yazısının ardından paneldeki konuşmaları da sizlerle paylaşıyoruz. Seyyit Nezir: Neyzen Tevfik, şiirimizin nev’i şahsına münhasır ustalarından biri. Gerçekten hem yaşam olarak hem de şiirle dünyaya bakış olarak son derece özgün, Batı ile Doğu arasında yaşamı ve felsefesiyle köprü kurabilmiş bir kişiliğimiz. Onda bir bakıyorsunuz Nasreddin Hoca’nın kendini ve halkı yerden yere vurabilecek cesarette özeleştirisini buluyorsunuz, bir bakıyorsunuz Batı’daki en ileri düzeyde biçimlenen felsefi meseleleri şiirlerinde yansıttığını görüyorsunuz. Bir bakıyorsunuz Nef’i’den, Kazak Abdal’dan çok güçlü yergi ve toplumsal eleştiri duyarlılığı yansıtıyor, bir bakıyorsunuz çağdaşı ve üstadı kabul ettiği Eşref’ten felsefi bakımdan daha derin ve ileri düşüncelerle karşımıza çıkıyor. Kendisini en iyi şu dörtlükte anlatıyor:

irlerinde bazen ona sığınıyor, bazen öfkelenip sitem ediyor. Alkoliklik derecesinde içkiye düşkün. Esrar kullanıyor. Hayatının büyük bir kısmı tekkelerde, mevlevihanelerde, akıl hastanelerinde geçiyor, ama öte yandan son derece açık bir dimağa sahip. Neyzen Tevfik bir hayvansever. O dönemin aydınları hayvanları seviyorlar. Dağlardayken Resneli Niyazi’nin yanında gezdirdiği bir geyik var. İzmir suikasti suçundan idam edilen Albay Arif Bey’in yanında hep bir ayı yavrusu olur, onunla güreş tutuyor. Neyzen Tevfik de yaşamını uzun süre bir köpekle paylaşıyor. Adı Mernuş... Öldüğünde şu şiiri yazıyor: Bu engin ayrılık canıma yetti, Başımdan aşıyor kederim Mernuş, Bu yolda yazılmış fermanı kaza, Bunu da gösterdi kaderim Mernuş. Bağlanmıştım bütün kalbimle sana, Şu fani cihanı okuttun bana. Sen göçtükten sonra ben yana yana Hicranla gözyaşı dökerim Mernuş.

Felsefemdir kitab-ı imanım Taparım kendi ruhumun sesine Secde eyler hakikatim her an Kalbimin ateş-i mukaddesine Sansürsüz düşünmenin, özgürlük aşkının bu kadar özgün ve cesur ifade edilişini belki sadece Batı düşüncesinde, bir Hegel’de, bir Schopenhauer’da bulabiliriz. Ne yazık ki biz Neyzen’i sadece küfürbaz olarak belledik. Peki, niye öyle belledik? Çünkü Neyzen, söze hiçbir sansürü kabul etmeyen bir kişiliğe sahip... Ayrıca onun yaşam anlayışına göre küfür bir müsekkin, yatıştırıcıdır. “Ben küfrü böyle kullandığım için kime küfür etsem güler, küfrettiğim kişi de teskin olur,” diyor. Çünkü gerçekten o, küfürde herhangi bir kimseyi, olayı, durumu, ruhen ya da fiziksel olarak taciz etmez. Zaten Kazak Abdal’da, Nef’i’de de öyledir. Ama en başta özgür düşünceye karşı çıkanlar, Neyzen’e haydi haydi karşı çıkacaklardı. Neyzen’in en büyük şansı, güçlü şiirlerini büyük eleştirisini 1908 Devrimi sonrasında ortaya çıkarmasıdır. 1908 Devrimi ve sonrası, sosyal tarihçiler ve o dönemi merakla incelemiş olan okurlar bilirler ki, Türkiye’de düşünce ve eylem özgürlüğünün en güçlü olduğu dönemlerden biridir. Belki ona yakın diyebileceğimiz dönem 27 Mayıs’tan sonra yaşanmıştır. Devrim 24 Temmuz’da ol-

muştu, hemen bir yıla varmadan 13 Nisan 1909’da, eski takvime göre 31 Mart 1325’te karşıdevrim, şeriatçı ayaklanma olunca bu kez, o özgürlüklerin kötüye kullanıldığı yorumlarıyla beraber gelen birtakım yasalarla, meclis ve İttihat Terakki devrimi güvenceye almak adına birtakım sınırlamalar getirmeye başladı. Fakat o on aylık dönem Türkiye’de daha önce yaşanmamış tam bir devrimci dalgalanma dönemidir. İşte o sırada, gerek Abdülhamit’e, gerek her türlü gericiliğe, yobazlığa, yolsuzluğa yönelik eleştirisini de Neyzen özgürce yapabilmiştir. Küfretmesi gerektiğinde küfretmiştir, ama aşağılamak için değil, karşısındakini yatıştırmak için; kötü ve yıkıcı eyleme, şiddete, saldırganlığa yönelmenin önünü almak için küfre başvurmuştur. Mecit Ünal: Bir şairi var eden şey eserleri olduğu kadar, yaşadığı hayattır. Neyzen Tevfik’in macera dolu bir hayatı var. Ama o dönemin birçok aydını son derece maceralı hayatlar yaşıyorlar. Çünkü Türkiye o zaman bir imparatorluk, Rumeli’de, Afrika’da, Asya’da toprakları

var. Neyzen Tevfik, Bodrum’da doğmuş, İzmir’de büyümüş, İstanbul’da yaşamış, Mısır’a gitmiş, Kahire’de bulunmuş… Neyzen Tevfik doğduğunda Bodrum çok küçük bir yer. Babası Bodrum Rüştiyesi’nin başöğretmeni... Böyle bir ortamda doğuyor. Onu değiştiren etkenlerden biri de, Bodrum’da Tepecik kahvesinde ney dinlemesi. Bir kaval sesi duyuyor ama onun ney olduğunu bilmiyor. Sonra yakalandığı sara hastalığı da onu neye yönlendiriyor. Şiire başlamasına bir bakıma sara yol açıyor. Sonra İzmir’e Urla’ya geliyorlar. Burada, şair Eşref’le, İzmir’de sürgün bulunan Abdülhalim Memduh ile tanışıyor. İlk şiirini 19 yaşında İzmir’de yayımlıyor. Mehmet Akif en yakın arkadaşı. Tevfik Fikret’le, Hüseyin Cahit Yalçın’la dost. Ney’den dolayı Mevlevi, mey’den dolayı Bektaşi. Belki de bu yüzden, dilinin ayarı olmayan nevi şahsına münhasır bir şair Neyzen Tevfik... Dinle ilişkisine gelince: Neyzen Tevfik’in inandığı bir Tanrı var, ama onun Tanrı’sı Neyzen Tevfik gibi bir tanrı. Şi-

Bu yolda cahilim, bildiğim kısa, Sen girdin toprağa ben düştüm yasa. Haklı haksız hatırını kırdımsa Affet günahımı beşerim Mernuş. Neyzen’in en çok uğraştığı, diline doladığı meselelerinden biri de yobazlık: Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden, Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü. Kara bir kinle taassub pusudan çıktı yine, Yurdu şâhâne cehâlet yeni baştan bürüdü. Sözcükleri keskin ve sivri: Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler; Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler... Künyeni almak için, partiye ettim telefon: Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler!.. Neyzen’in yaşadığı tüm devirler için geçerli olan bu dörtlüğü bugün için de söylenmiş kabul edebilirsiniz. Neyzen Tevfik’in şiiri eski mi yeni mi? Bilinmesi gereken bu bence. Neyzen Tevfik’in yaşadığı olaylar, eleştirdiği durumlar bugün de varsa, Neyzen Tevfik günceldir, yenidir. Neyzen’in güncelliği ölçüsünde hicvimizin Can Yücel’de kalmış olması ise üzücü.


22

3 MAYIS 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

ARAKABLO

Falih Rıfkı, İzmir’i hem düşmana hem yobazlara karşı savunmuştu Atay, stiklâl Sava y llar nda yazd klar yla, yaln zca o günlerin gerçeklerini saptamad ; cumhuriyetçi, ulusalc ve yurtseverleri her durumda sorumlu ve cesur davranmaya yönlendirdi. SEYYİT NEZİR seyyitnezir@yahoo.com Falih Rıfkı Atay, kurucuları arasında bulunduğu Akşam Gazetesi’nde 4 yıl boyunca yazdığı başyazılarıyla İstiklal Savaşı’nı ateşli biçimde desteklemiş yurtsever yazarlarımızdandır. İttihat ve Terakki’nin yılmaz kalemi Hüseyin Cahit Yalçın’ın da liseden öğrencisi olan Atay, Talat Paşa’nın özel kalem müdürü olarak çalıştıktan sonra, I. Dünya Savaşı’nda yedek subay olarak gittiği Suriye’de Cemal Paşa’nın özel kâtipliğini yaptı. Yazarlığa Tanin Gazetesi’nde başladı (1913), Suriye ve Filistin’deki savaş anılarını Ateş ve Güneş (1918) kitabında topladı. Aynı yıl, Ali Naci (Karacan), Necmettin Sadık (Sadak) ve Kazım Şinasi Dersan ile birlikte Akşam Gazetesi’ni kurdu. Damat Ferit hükümetince vatanseverleri yargılamak üzere kurulan ve halk arasında “Kürt Nemrut Mustafa Divanı” diye anılan mahkemede Akşam’daki yazılarından ötürü idam talebiyle yargılandı. II.İnönü Muharebesi’nin kazanılması üzerine Divan-ı Harp tutum değiştirince idamdan kurtuldu. 10 Eylül 1922’de Anadolu’ya geçti. Demokrat Parti’ye karşı muhalefetini Bedii Faik’le çıkardığı (1952) Dünya Gazetesi’nde yürüten Atay, ulusalcı ve cumhuriyetçi kişiliğini yaşamı boyunca koruyarak, Osmanlıcılara ve Osmanlıcacılara karşı Atatürk devrimini, Türkçenin bağımsız bir edebiyat ve bilim dolu olduğunu ısrarla savundu. Çankaya adlı yapıtında kendisini şöyle tanımladı: “Ben haddini bilen bir yazı adamıyım. Cumhuriyet devrine ‘Akşam’ gazetesinin dört sahibinden ve iki başyazarından biri olarak girdim. Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidar devrinden ‘Ulus’ gazetesinin ‘eski’ başyazarı olarak çıktım. Otuz yıl yazdım, konuştum, dinledim ve gördüm. Hepsi bu.”

DÜNYANIN EN BAHTLI NSANI Atay, Cumhuriyet’in 10. Yıl’ında, işgali ve Kurtuluş Savaşı acılarını hemen

unutmakta olanları haklı olarak uyarmıştı: “İnkıraz, kurtuluş... Bu kelimeleri şimdi ne kadar kolay söylüyorsunuz. Bir milletin bayrağı, o milletin başı gibi düşer. “İstanbul sokaklarında yedi düşman marşının birbirine karıştığını duymuş olanlardanım. “Beyaz barbar, pabuçlarını kaç sene ‘Ay Yıldız paçavrası’na sildi. “İstanbul güneşi batarken, zenci davulu Sarayburnu’nda Marseillaise vurdu. “Galata; Şanghay çarşısına, Divanyolu; Fas pazarına, Mısırlı; İstanbul sokaklarında İngiliz’e, Cezayirli de Fransız’a döndü. “Karargâh kapılarında prensler racalık, büyük fikir adamları tebaalık dilenir oldular. “Ben en büyük vatandaş kahramanlığının gözyaşlarını kurutmadan evden çıkmak olduğunu görmüş olanlardanım. ... “Size dünyanın en bahtlı insanı kim diye sorarlarsa, göğsünüzü kabartarak, kendinizi gösteriniz!” (Eski Saat, 1933)

GÂVUR ZM R DED KLER Kurtuluş Savaşı yıllarının millî mücadele basınında Atay’ın olaylara duygusal olduğu kadar akılcı politik tavır alışıyla beliren öncü kişiliğini hem düşünce hem de dilinde, doğruları kestirme, apaçık ve etkili yansıtışında yakalıyoruz. Nitekim İzmir’i hem düşmana hem yobazlara karşı gözü pek bir yurt aşkıyla savunmuştu: “İzmir Türklerinin İzmir toprağına nasıl bastıklarını görmek, İzmir dağlarında rüzgârın şuradan buradan koparıp getirdiği türkülerin ezgilerini duymak, insana hangi milletin vatanında olduğunu bir anda öğretir. ... Ne suyunda leke, ne yatağında haraplık, ne sesinde yorgunluk var. Bursa bile, Konya bile bu kadar Türk değildir. ... İzmir’in Türklüğü bir rakam ve şekil, bir istatistik Türklüğü değildir. Zira istatistikler ve rakamlar, ölü ve bozulmuş, cesetleri ancak adetle sayılmaya layık olan milletler içindir. ... Yere batsın istatistik! İzmir Türk’tür. Adet man-

tığı içinden kahraman planları çıkar mı? İzmir’in yiğit ve mert Türkleri niçin kendilerini rakamla müdafaa etsinler?” (Büyük Mecmua, 28 Mayıs 1919)

M LLÎ MERKEZ’E D VAN-I HARP M ? Mustafa Kemal’i serüvenci bir başıbozuk olarak niteleyen nice kaşarlanmış ve yalancı şöhrete aldırmaksızın onun yanında yer alışını yalın ve saf bir anlatımla dile getiriyordu: “O istediğini söylediği vakit, her taraftan şu cevap geliyordu: ‘Bizim de istediğimiz budur!’ İstediklerini bilenler Mustafa Kemal’de bir başbuğ ve bir arkadaş, istedikleri şeyi tarif edemeyerek yalnız onun aksini ve hicranını duyanlar, sedasında da bu esrarengiz emelin hakiki tarifini buldular... İnsan sormak istiyor: ‘Hakikaten vücudunuz etten midir, göğsünüz kemikle mi örülmüştür, siz de ceset içinde mahpus bir faniden mi ibaretsiniz?’ Ve hatta ben sormak istiyorum: Siz bizden biri misiniz?” (Akşam, 22 Eylül 1921) Önderi bertaraf etme amacındaki boşuna gayretleri de somut ve alaycı gazeteci söylemiyle sahiplerinin yüzüne vururken, bugüne de ışık tutuyor, gerici hükümetlere karşı savaşan Cumhuriyetçileri her dönemde bekleyen pusu ve tehlikeleri, günümüzde Millî Merkez’e yönelik olası komploları haber veriyor: “İptida, Kastamonu’daki valiler, Mustafa Kemal Paşa’yı dostlarıyle beraber baskın usulü şöyle bir tutup zaptiyeler arasında eli kolu bağlı, alayişle İstanbul’a gönderecekti. Mustafa Kemal Paşa, Si-

Foto raf Ara Güler

vas’tan geçen bu tevkif telgrafını açtı, okudu, ertesi sabah İstanbul telgrafhanesine, ‘Kastamonu valinize gönderdiğiniz emri açtık, okuduk ve güldük’ dedi. ... “İstanbul’dakiler tekrar toplandılar, münakaşa ve istişare ettiler, gece düşündüler, gündüz düşündüler, ‘Anadolu’yu içinden patlatmalı!’ kararını verdiler. O Gâvur Ali mi, Delibaş mı nedir, Rum azmanı bir soytarı Konya’yı zaptedecek, Yunan ordusunun yolu üstündeki dikenleri ayıklayacak, Anadolu’yu cenuptan şimale doğru ele geçirecekler ve Ankara hükümetini yed-be-yed İstanbul Divan-ı Harbi’ne teslim edeceklerdi. ... “Türk devletinin bu yeni nüvesini nasıl boğmalı idi? Şarkta Ermeni istilası boşa çıktı, Garp’ta Yunan [Anzavur] kuvve-i inzibatiye ordusu seferi suya düştü, merkezde Gâvur ve Deli lakaplı türedi taslakları ancak sehpaları donat-


Aydınlık KİTAP tı. ... Artık eğer kaldı ise, bütün ümitleri Asurîlerde, Sâsânilerde, biraz da Keldânîlerde kaldı.” (Akşam, 7 Temmuz 1921)

DEVLET ST KLÂL DEMEKT R

Çankaya, Falih Rıfkı Atay

Atay’ın topluma tepeden tırnağa ve en uzakları göstererek tuttuğu ışıldak, art niyetli, çıkarcı ve işbirlikçi aydın bozuntularını da açığa çıkarır: “Bu sabah işittim ki bu zat Avrupa’da bir hizmete taliptir ve Avrupa’da Türklerin millî haklarını, millî davalarını müdafaa edecekleri bir postu ele geçirmek için etek etek, eşik eşik dolaşıyor. Avrupa’ya gitmek ve Türk olmaktan kurtulmak ve Türk maaşıyla emellerine ermek: Bu tahayyül bu genci gece uyutmuyor, gündüz sersem ediyor...” (Akşam, 8 Eylül 1921) Falih Rıfkı Atay, ülkeyi mandacılara terk ederek Osmanlı kimliğini yaşatabilecekleri masalıyla avunan ve milleti aldatma yarışına girişen ham salakları bu-

3 MAYIS 2013 CUMA

gün de eliyle koymuşçasına halkın önüne çıkarmaktadır: “Bir şairimiz, daha evvel millî ordumuz için tasarladığı nefis bir şarkıda, bu gaye-i harbin idealini eski bir Türk sözü ile tayin ediyordu: Ya devlet başa, ya kuzgun leşe! Devlet istiklal demektir. ... “Eğer Kuvâ-yi Milliye olmasaydı, Türkiye daha iki seneden beri, şarkında ta Sivas’ı aşmış bir Ermenistan, cenubunda zorla yaratılmış, tasnî edilmiş bir Kürdistan olacaktı. Kuvâ-yi Milliye, coğrafyamızın sülüsünü kurtardı.” (Akşam, 24 Temmuz 1921)

METRUK ASKER N TÜRKÜSÜ Atay, Türk askerini meçhul asker kavramından çok daha önce ve yerli bir kavramla anlatırken, bize bugünleri de buruk bir gülümsemeyle düşündürtüyor: “Bu asker, tıpkı Ey Gaziler türküsünü söyleyen eski asker gibi... Eski asker!.. Bil-

23

mem onu hatırlıyor musunuz? Vatanın her tarafı onun için bir gurbet gibiydi. Zira ana ocaklarından başka hiçbir tarafta benimsenmeyen bu köylüler, ayrı bir milletin zabitleri gibi, orduya dokunmaktan ikrah eden kumandanların idaresi altında idi. Kışlasında ve çadırında, köyüne dönünceye kadar duyduğu şey hazin bir iyimserlik hissi idi. Ey Gaziler o devrin, o metruk askerin türküsüdür.” (Akşam, 19 Kanun-ı Evvel 1921) Falih Rıfkı Atay, İstiklâl Savaşı yıllarında yazdıklarıyla, yalnızca o günlerin gerçeklerini saptamadı; bütün zamanların Cumhuriyetçi, ulusalcı ve yurtseverlerini güncel durum karşısında sorumlu ve cesur davranmaya yönlendirdi. Ruşen Eşref, “Kuvve-i Maneviyemiz” yazısında, Atay’ın o günlere en gerçekçi ve yürekli saptamayı getiren şu sözünü anıyor: “Her zaman düşman bizden çok ve biz düşmandan kavîyiz.” (Hâkimiyet-i Milliye, 3 Ağustos 1921)

BULMACA 6. Eski bir M›s›r tanr›s› - Rutenyum’un simgesi - Kötü, üzücü 7. Bir geçmifl zaman eki - Kimi zaman - Zaviye - Bir yüzölçümü birimi 8. Bir peygamber ad› - Yunanca’da bir harf - Arap edebiyat›nda bir fliir türü 9. “... Gündüz Kutbay” (ney üstad›) - Neodim’in simgesi - “… Yücel” (flair) 10. ‹çeri taraf, dahil - Bal yapan böcek - Metal üzerine kaz›da ya da ahflap tornas›nda kullan›lan çelik kalem 11. At›n eflkin yürüyüflü - Letonya’n›n baflkenti - Gezegenimizin uydusu - Kalay’›n simgesi

12. Dolayl› anlat›m - Sezyum’un simgesi K›s›r, verimsiz - Satürn gezegeninin beflinci uydusu 13. Yapma, meydana getirme - Bilgili, haberli - Bir meyve 14. Otlak - Bizmut’un simgesi - H›rvatistan’da bir liman kenti - ‹lkel benlik 15. Resimdeki yazar›n bir eseri - Belde tafl›nan su kab› Yukar›dan afla€›ya 1. Ç›kar›m - Resimdeki yazar›n bir eseri 2. Evin bir bölümü - Eski M›s›r’da kutsal öküz - Çimen - Üvey olmayan 3. Bir kömür türü - Bir haber ajans› - Nijerya’n›n para birimi 4. Bir organ›m›z - Elma, armut kurusu - Kare biçiminde alt› yüzü olan geometrik flekil 5. Yemek, yiyecek - ‹çinde yatak, yorgan vs. tafl›nan büyük torba - Kalsiyum’un simgesi 6. Hayvan otlat›lan yer, mera Holmiyum’un simgesi - Kar› ile kocadan her biri - “... Derek” (aktris)

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

Soldan sa€a 1. Resimdeki yazar - Ut çalan kimse - Allah’tan hay›r dileme 2. Baya€›, s›radan - “O€uz ...” (yazar) - Bir iflin yap›ld›€› an 3. Kürekle yürütülen küçük deniz teknesi Saz›n en kal›n teli ya da kirifli Hiyerarflik bir düzende önemli bir görev, makam 4. Bir iflte yard›mc› olarak çal›flan erkek - Habefl soylusu - Mesafe 5. E€ilimi olan - Uzunlu€u veya boyu az olan - Bir sebze

7. Bir hayret ünlemi - Yerleflim alanlar› d›fl›nda kalan yerler - Ailesinin geçimini sa€layan 8. ‹tterbiyum’un simgesi - Bafll›ca içece€imiz - Bir filme, bir gösteriye eklenen beklenmedik güldürücü ayr›nt›, gülüt 9. “... Güler” (foto€rafç›) - Gelir sa€layan mülk 10. Bir damla gözyafl› - Belirli bir co€rafi alanda bulunan hayvan türlerinin tümü - Kuruntuya düflürme 11. Duman lekesi - Daha çok radyo için haz›rlanm›fl, genellikle güldürü niteli€inde k›sa oyun - Bir tiyatro edebiyat› türü - Bir dilek flart eki 12. Numara (k›sa) - Haz›r - Disprosyum’un simgesi - “... King Cole” (Amerikal› caz piyanocusu ve flark›c›) 13. Köy evlerinin odalar›ndaki duvara bitiflik peyke, sedir - Kuyruk sokumu kemi€i - Radyum’un simgesi 14. S›n›r niflan› - Japonya’da buda rahibesi Taht 15. Resimdeki yazar›n bir eseri - Rusça’da “evet”



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.