YOLCULARINA ÜCRETSİZDİR FREE FOR GUESTS
2016
OCAK JANUARY ISSN 2149-8172
03
SEYAHAT VE YAŞAM KÜLTÜRÜ CULTURE OF TRAVEL & LIFE
9 772149 817009
Yaşarken gez, gezerken yaşa!
Travel while living, live while travelling!
Ilık bir kış rüyası A warm winter dream
Thermal Springs
ÇİLELİ YOLCULUKLARDAN UÇAK KONFORUNA
buldu! i in
PERSONEL DEVELOPMENT OF THE BUS
BA
UĞUR YÜCEL VETERAN ACTOR D
N CA OW T FO U N D ITS
E
E
IC
FROM SUFFERING TRAVELS TO COMFORT OF PLANE
TH
OCAK JANUARY 2016
Şero
se s
OTOBÜSÜN ‘KİŞİSEL GELİŞİM’İ PERSONEL DEVELOPMENT OF THE BUS
KAPLICALAR
VO
EDİTÖRDEN EDITOR’S LETTER
B
u güzel toprakların öyle güzel, öyle dertli ve derdini “dünyalığa” değişmekten imtina eden, öyle geniş yürekli insanları var ki… “Gelin birlikte seyredelim şu âlemi” düsturuyla yola çıkarken, siz yol arkadaşlarımıza ve kendimize verdiğimiz söz istikametinde, coğrafya kadar ‘insan’ın âlemdeki seyrüseferine de hassasiyetle eğilmeye devam ediyor Skyroad.
Bir Anadolu bilgesi: Emine Nine Gazeteci-yazar Birol Kamil Biçer’in, bu toprakların son göçebe Yörükleri, Sarıkeçililer Aşireti’yle gerçekleştirdiği -gazetecilik ilmindeki doğru tanımla- ‘röportaj’ındaki insan hikâyelerini okuduğunuzda, hatırı sayılır pek çok edebiyat eserinden geri durmayan, hayattan damıtılmış sözler nakşolacak gönül hanenize. Yüzyıllardır, bu toprakları arşınlayan, “Peygamber(SAV) dualı” kara çadırlarından gayrı mülk edinmeyen Sarıkeçililer’den, 80’ine merdiven dayamış bir Anadolu bilgesi Emine Nine’nin, Yaradan’dan dileği şu mesela: “Yeter ki evlatlarım şu dağlarda bir boşluk bulsun!” Kendisine, ömür labirentinin nihayetinde varacağı menzili bilmek gibi bir şuur bahşedilen ve buna rağmen ruhunu ‘dünyalık’la takas etmeye meyyal, kendinden gayrı her yerde her şeyde ‘kusur arama ustası’ modern zaman insanına ne çok şey söylüyor aslında Emine Nine… “Bir boşluk yeter” anlayana… Yeter ki o boşluğu, hayırla, emekle, güzellikle
GÖKSAN GÖKTAŞ goksan.goktas@skyroad.com.tr
Bu coğrafyanın “haysiyetli ve KALENDER” insanları dolduralım. Gerisi boş, gerisi kolay, gerisi olur. Olmasa da olur… Hamdolsun! Derdini dünyalığa değişmeyen güzel insanları var bu coğrafyanın dedik ya… ‘Eşya’ları da var! Çok çile çekmiş, kendi yolculuğunda nice merhalelerden geçmiş, nice insanı sevdiğine, özlediği, düşlediği topraklara ulaştırmış vefalı vasıtamız ‘otobüs’ün de ‘şahsi’ hikâyesine kulak kesildik… Efkârlı, bolca tütünlü, çileli yolculuklardan uçak konforuna geçmesi kolay olmamış cefakâr dostumuzun… Gazeteci Yakup Kocaman otobüsün dünden bugüne değişim, dönüşüm ve gelişimini kaleme aldı Skyroad için… Afili ifadeyle; sosyal, tarihi ve iktisadi yönleriyle hem de… Ama otobüsün şanına yaraşır “lez-
zet” dozu yüksek bir dil işçiliğiyle... Edebiyatımızın, hâlâ gençlere büyük kıymet verip, “insan” yetiştirme şiarına bağlı nadir isimlerinden büyük usta Mustafa Kutlu’nun, edebiyat dergisi geleneğimizin amiral gemisi Dergâh’ın kaptanlığını emanet ettiği, titiz bir gönül ve kalem erbabı olan şair Ali Ayçil de Skyroad’da bu sayıda… Ayçil, güzel İstanbul’un, “her yeni kuşağın hevesine açık” kalabilmesine rağmen “ruhunu itinayla koruyabilme” sırrını kaleme aldı, “İstanbul kendimize verdiğimiz bir sözdür” başlıklı yazısında. Sıkı bir şair duyarlılığıyla, görünenin ardına bakarak…
Erzurum’un son fotoğrafı Editörümüz Halil Kurbetoğlu ise “Dadaşların Beyaz Cenneti” Erzurum’u karış karış gezdi, dününden bugününe, insanından ev kültürüne türlü hikâyeler dinledi, konuştu, gördü ve yazdı. Şehrin bugününün fotoğrafını çekip, tarihe kıymetli bir kayıt düştü. Ali Mert Alan ise, insan yetiştirmeyi şiar edinmiş usta aktör Uğur Yücel’le konuştu… Usta oyuncunun birlikte yol alacağı insanları seçerken ortaya koyduğu gönül kriterlerini anlatırken söylediği şu söz, “derdini dünyalığa değişmeyen” mütevekkil Yörüklerin hayat felsefeleri kadar yer etti bizde: “Çalıştığım insanlar, haysiyetli ve dertli insanlardır.” Derdimiz ve çabamız ‘insan olmak’, menzile varamasak da yolun hakkını vermek olsun.... İyi yolculuklar, keyifli okumalar… JANUARY 2016
skyroad 1
EDİTÖRDEN EDITOR’S LETTER
T
he people of this land are so beautiful, so woeful, and so good at heart that they refuse to death to exchange their sorrow for worldly goods… As we set off with the motto “Let’s watch this universe”, in line with our promise to you, our fellow travelers, and us, Skyroad continues to deal sensitively with the navigation of geographies as well as “mankind” in the universe. When you read the human stories in the interview -literally- by journalist-writer Birol Kamil Biçer with the last of the nomad Yoruks of this land, words as good as most literary work, words abstracted from life, will be engraved in your heart. For instance, the prayer of 80-year old Granny Emine of the Sarıkeçili people who have been striding through this land and do not own any property except for their black tents with the “prayer of the Prophet” is this: “Just let my children find an opening in these mountains!” Granny Emine actually tells so much to the people of today, who have been granted with the sense of knowing the range oftheir final departure in the labyrinth of life and nevertheless prone to exchange their soul with “worldly goods”, “a master of nitpicking” at everything, except for themselves… “An opening is
Diyalog Dergi Yayıncılığı A.Ş. Adına İmtiyaz Sahibi Licensee on Behalf of Diyalog Dergi Yayıncılığı A.Ş.
MUSTAFA ALBAYRAK
The “WHOLESOME and DEBONER people” of thIs land enough” to the wise… We shall fill that opening with good, labor, and beauty. Then the rest is easy, the rest will come… And never mind if it doesn’t…. The personal story of the “bus” We mentioned the beautiful people of this land who do not exchange their sorrow with worldly goods... And we pricked our ears to the sorrow, to the “personal” story of the bus, our loyal vehicle that suffered, that went through many phases in its
“The people I work with are proud and woeful…” Our writer Ali Mert Alan interviewed Uğur Yücel, the most successful and “one of a kind” actor of Turkey, who made it a principle to train people… These words he said while telling about his criteria of heart he manifested when selecting his co-actors impressed us as much as the philosophy of the free spirited Yoruks who do not “exchange their sorrow with worldly goods”: “The people I work with are proud and woeful…” Our aims and efforts are towards being “human” and being on the road doing it justice, even if we cannot reach the range… Have nice journey, have fun reading…
Reklam Advertising Genel Müdür General Manager
ABDULLAH HANÖNÜ Genel Müdür Yrd. Deputy General Manager
Genel Yayın Yönetmeni Editor in Chief
ZİYA KADAM
GÖKSAN GÖKTAŞ
Reklam Grup Müdürü Advertising Group Manager
Kreatif Direktör Creative Director
MERYEM BAHADIR
Harun yücel
Reklam Müdürü Advertising Manager
Editörler Editors
KADER EKEN
HALİL KURBETOĞLU, Ali Mert Alan
Rezervasyon Müdürü Manager of Reservation
Asistan Editör Assistant Editor
Sümeyye Bulduk
ABDULLAH BİLGİÇ 0212 467 65 65 (1727)
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Responsible Editor
abdullah.bilgic@reklampiri.com
BURHAN İSTENCİ
own journey, and that carried many people to their loved ones, their homeland, places it misses or desires… The transition of our long-suffering friend from doleful, smokefilled, enduring journeys to the comfort of airplanes was not with the “speed of light”… Journalist Yakup Kocaman put pen to the paper about the change, transition and development of the bus for Skyroad… And, in formal terms, with social, historical and economic aspects… But in a “tasty” style befit for its dignity…
Sosyal Medya Social Media
Satın Alma ve Baskı Müdürü Purchasing and Print Manager
SUAT ÖZDEMİR
özcan ural
HAVATAŞ Yolcularına Ücretsizdir Free with HAVATAŞ
OCAK JANUARY 2016 N0: 3 ISSN 2149-8172 İletişim - Yönetim Yeri Contact - Administration Maltepe Mah. Çayhane Sk. No: 1 34010 Zeytinburnu, İstanbul 0212 467 65 16 www.skyroad.com.tr iletisim@skyroad.com.tr Basım Print İhlas Gazetecilik A.Ş. Yenibosna - Bahçelievler/İst. 0212 454 30 00
Her hakkı mahfuzdur. Dergideki yazı, fotoğraf ve diğer görsellerin izin alınmadan veya kaynak gösterilmeden her türlü ortamda çoğaltılması yasaktır. All Rights Reserved.
s t n e t n co içindekiler
56
44
30 48
60
74 Kaplıcalar! Ilık Bir Kış Rüyası rings eam: Thermal Sp Dr er int W A Warm el Gelişim’i 44 Otobüsün ‘Kişis s ment of The Bu Personel Develop varlanıyoruz İşte!” ayatla Beraber Yu “H l: ce !” Yü by ur ng Uğ tti Ge 48 Itself and Us, Just Uğur Yücel: “Life r Sözdür... ize Verdiğimiz Bi 56 İstanbul KendPrimomise We Made to Ourselves Istanbul Is A e Tarihe Yolculuk Atların Denizind 60 Moğolistan: urney to History in The Sea of Horses Mongolia: A Jo Cenneti adolu’nun Beyaz 74 Erzurum: An hite Paradise of Anatolia Erzurum: The W yıllık konukları Kara Çadırın Bin 98 Sarıkeçililer: Yoruk’s Sarıkeçililer Last Nomadics Road Trip Songs 110 Yol Şarkıları ar Garı”ndayız rencamı: “Yalnızl 114 Bir Şarkını Se of A Song: “We Are at The The Aftermath Station” Lonesome
30
114 98 110
s
facebook.com/borsaistanbul
linkedin.com/company/borsaistanbul
twitter.com/borsaistanbul
+90 212 298 21 00
ÖNERİ Suggestion
Luna’yı Terenzi’den dinledik
We listened to Luna from Terenzi
MÜZİK MUSIC
Mevsimlerden Adele Adele Season
İtalyan parfümör Paolo Terenzi, geçtiğimiz ay son koleksiyonunu tanıtmak için İstanbul’daydı. Sizler için onun “Luna” adını verdiği parfüm serisini kokladık ve seriden iki parfüm çok ilgimizi çekti. Birincisi bergamot, menekşe, Hindistan cevizi ve vanilyanın hükümdarlığında olan “Andromeda”. Diğeri ise tam anlamıyla başımızı döndüren “Ursa” oldu, çok beğendik. Ursa’nın yoğun, baharatlı, temiz ama aynı zamanda buğulu bir havası var. Terenzi her ne kadar uniseks parfümler yapsa da “Andromeda” kadın, “Ursa” ise erkek kullanımına daha uygun. Ama tabii ki karar sizin. Last month, Italian perfumer Paolo Terenzi was in Istanbul to introduce his latest collection. We smelled the perfume line he called “Luna” for you and two perfumes caught our attention. One of them is Andromeda with notes of bergamot, violet
Kalbi kırık, parçalı bulutlu aşk şarkılarının kadını Adele’nin yeni albümü “25”, onun şarkılarına en çok yakışacak mevsimde yayınlandı. Adele’in son albümü satışlarıyla da rekorları yine alt üst etti. İngiltere’de ilk üç günde 600 bin, Amerika’da iki günde 2 buçuk milyon satılan “25”, “Artık albüm satılmıyor” tezini de çürüttü desek yeridir. Kış mevsimine girdiğimiz bu dönemde biraz hüzün, kulaklara iyi gelecektir. Adele, the woman of broken-hearted, partly cloudy love songs, released her new album “25” in the season which fits her songs best. “25” set new records of album sales, just as the sales with her first single. Having sold 600.000 on the first 3 days in England and 2.5 million in 2 days in the USA, “25”refutes the thesis “Albums don’t sell anymore”. A little melancholy will be good for the ears in this season.
STİL STYLE
OCAK 2016
leaf, coconut and vanilla. The other is “Ursa” which really impressed us, we loved it. Ursa has a misty air, with an intense, spicy and fresh scent. Even though Terenzi produces unisex fragrances, it seems like Andromeda is rather for women and Ursa, for men. But of course, it is up to you.
kompakt bir ürün... “Fujinon Xf35mmF2 R WR”; hızlı AF özelliğiyle keskin resimler sağlayabilen ve odak uzaklığı sayesinde insan gözüne benzer bir bakış açısına sahip. Tabii ki özellikleri bunlarla sınırlı değil. İlk fırsatta fotoğraf meraklılarının ürünü incelemesini, denemesini öneririz.
Jİ TEKNOLO LOGY
TECHNO
Fotoğrafçılara
For the photographers Fujifilm’in geçtiğimiz ay çıkarttığı değiştirilebilir hafif objektifli, toza dayanıklı, her hava koşulunda performansını kaybetmeden çalışan,
The interchangeable objective launched by Fujifilm last month is a compact product which is light, dust-resistant and can perform well in every weather condition. More importantly, it has the features that can arouse the interest of photographers and enthusiasts. Some of these features of FUJINON XF35mmF2 R WR are that it creates sharp images with its fast AF feature and that it has a perspective similar to that of human eye thanks to its focal length. We suggest photography fans to examine and try this product as soon as possible.
Derli toplu çalışma masaları için For clean and tidy desks
Masa üzerinden biriktirdiğimiz kâğıtlardan bazen küçük dağlar meydana gelebiliyor. Bizler her ne kadar dağınık masalarımızda çeşitli notlar aldığımız kâğıtlarımızı, evraklarımızı kolaylıkla bulsak da dışarıdan bakılınca bu pek de öyle gözükmüyor. Masalarımızı daha düzenli ve şık hale getirmek ise aslında bu masa düzenleyicisiyle çok kolay. Ev eşyaları tasarlayan Fransız L’Atelier D’exercices’in ürünü olan basit ama kullanışlı bu nesne çalışma masamıza ve odalarımıza epey çeki düzen veriyor. Markanın pek çok ürünü hem şık hem de kullanışlı.
8 skyroad
PARFÜM PERFUM E
Papers we pile on our desks can sometimes become small mountains. Even if we can easily find our papers with our notes and our documents on our messy desks, it doesn’t look as such for outsiders. Actually it is very easy to make our desks tidier and more stylish with this organizer. Being a product of French L’Atelier D’exercices which designs household goods, this object is simple but practical, and it will help us tidy up our desks and rooms.
iletisim@skyroad.com.tr
İŞCEP’LE İNTERNETE BEDAVA GİR HEM DE AYLIK 300 DAKİKA İşCep’in varsa, 5.000’e yakın TTNET WiFi servis noktasında 300 dakika internet bedava. Ayrıntılı bilgi: isbank.com.tr
TTNET WiFi noktalarındaki “İşCep Kullanıcısıyım” seçeneği ile aylık 300 dakika ile sınırlı olmak üzere bedava internet hizmeti sunulmaktadır. Bir aylık süre 30 gün olarak dikkate alınacak olup, 30 günlük süre sisteme başarılı giriş yapıldığı günden itibaren işlemeye başlar. Aylık 300 dakika bedava internet hizmetinden son 30 gün içerisinde müşteri numarası ve şifresiyle Türkiye İş Bankası mobil bankacılık uygulaması “İşCep”e giriş yapan İş Bankası müşterileri yararlanabilir. İş Bankası, müşterilerine ücretsiz olarak sağladığı bu hizmetin koşullarını değiştirme veya hizmeti sona erdirme hakkını saklı tutar. Detaylı bilgi: isbank.com.tr
EN SEVDİĞİN PROGRAMLAR
DİLEDİĞİN ZAMAN, DİLEDİĞİN YERDE! 1.000’den fazla film, en iyi diziler, belgeseller, çizgi filmler ve çok daha fazlası Digiturk ile TV’de, web’de, cepte, tablette. Üstelik tüm Digiturk üyelerine ücretsiz!
Reklam rezervasyonlarınız için Digiturk Medya Pazarlama Departmanı ile iletişim kurabilirsiniz: (0212) 326 07 26
www.digiturkdilediğinyerde.com.tr
Digiturk Dilediğin Zaman uygulamasını televizyonunuzdan kullanabilmek için uydu alıcınızın, internet uyumlu modellerinden biri olması gerekmektedir. Bu hizmetlere ulaşabilmek için Digiturk’ünüzü internete bağlamanız yeterlidir. Dilediğin Zaman uydu alıcısı kullanıcılarına kotasız internet kullanımını öneriyoruz. İnternet üzerinden sağlamış olduğunuz yayınların kalitesi, internet bağlantı hızınıza göre farklılık gösterebilmektedir. Dilediğin Zaman ve Dilediğin Yerde uygulamalarıyla üyelik paketiniz dahilindeki içeriklere (LİG TV hariç) ulaşabilirsiniz. Tüm içeriklere yalnızca Türkiye sınırları içerisinden erişilebilmektedir. Bu servis için gerçekleştireceğiniz internet ve data kullanımı operatörünüz tarafından ayrıca ücretlendirilecektir. © 2015 Paramount Pictures; trademark of Viacom International Inc. All Rights Reserved. © Warner Bros. Entertainment Inc.
AJANDA Schedule
Akustik rock gecesi
M
urat İlkan ve Metin Murat İlkan & M Türkcan’ın “Akusetin Türkcan 6 Ocak tik Proje”si 1990’lı yıllara January 6 dayanıyor. Ama o dönem ikilinin Cherokee grubunu kurmaları sonrasında da Pentagram’a dâhil olmaları nedeniyle grup çok da faal değildi. Fakat Türkcan ve İlkan hep beraberdi. Nihayet iki başarılı müzisyenin bu projesi Kadıköy Sahne’de dinleyicilerle buluşacak. İlkan ve Türkcan müzikseverlere daha önce yer aldıkları, halen elemanı oldukları gruplardan ve kendi solo projelerinden özel şarkılar çalacaklar.
A night of acoustic rock Acoustic Project” “T heof Murat İlkan and
Metin Türkcan goes back to 1990s. But since the duo formed the band Cherokee in that period and then joined Pentagram, “The Acoustic Project” was not very active. This project of two successful musicians will finally meet with the audience at Kadıköy Sahne.
12 skyroad
OCAK 2016
Ödüllü piyanist İş Sanat’ta F
ransız piyanist Helene Grimaud, benzersiz tekniği ve piyanonun başında dinleyicilerine hissettirdikleriyle özel bir müzisyen. Grimaud, İş Sanat Kültür Merkezi’nde klasik müzikseverlere unutulmaz bir gece yaşatacak. Ödüllü piyaniste, Basel Oda Orkestrası eşlik edecek.
Basel Oda Orkes Helene G trasırimaud 19 Oca Basel Cha k mber Orchest Helene G ra rimaud Ja nuary 19
Award winning pianist at İş Sanat
F
rench pianist Helene Grimaud is a special musician with her unique technique and with what she makes the audience feel when she is on piano. Grimaud will give an unforgettable night to lovers of classic music at İş Sanat Culture Center.
AJANDA Schedule
El yapımı burger
Burger & Fries Worksho p 2 Ocak January 2
S
on yıllarda ülkemizde burger restoranlarının sayısı gittikçe artıyor, bizler de her yeni açılanı test ediyoruz. Bazen beğeniyor bazen beğenmiyoruz. Kimi geçer not bile alamıyor. Mutfak Sanatları Akademisi de burger meraklılarına bu işi öğretmek için bir atölye çalışması düzenliyor. Evde kendinize ya da misafirlerinize sunmanız için lezzetli burger’ler, özel soslar, el yapımı mayonez ve ketçabın yapılışını öğretiyorlar. Güzel, iştah açıcı ve eğlenceli bir etkinlik, meraklıları kaçırmasın!
Hand-made burger
C
ulinary Arts Academy is holding a workshop to teach burger enthusiasts the job. They will show how to make delicious burgers, special dressings, hand-made mayonnaise and ketchup to treat yourself or your guests. This is a pleasant, appetizing and fun activity, don’t miss it if you’re interested.
Filmlerden yemekler
B
ostancı’da bulunan Meşhur ur den Meşh lm Fi Kitchen Creates Tabaklar 20 Ocak kendisini “çok amaçlı ve lates from Famous P Movies deneysel bir atölye mutfak Famous y 20 Januar alanı” olarak tanımlıyor, istikrarlı bir şekilde mutfağa ilgi duyan insanlar için farklı atölye çalışmalarına imza atmaya devam ediyorlar. “Meşhur Filmden Meşhur Tabaklar” isimli work-shop da bunlardan bir tanesi. “Bridget Jones’un Günlüğü”, “Ratatouille”, “When Harry Meets Sally”, “Julie ve Julia” gibi filmlerden bilinen yemeklerin yapılacağı bu etkinlik kafa dağıtmak, sosyalleşmek ve tarifler öğrenmek için güzel bir seçenek.
14 skyroad
OCAK 2016
Meals from movies
T
he workshop “Famous Plates from Famous Movis” is one of the meal artwork. This event where they will cook ne ver-forgotten meals from movies including Bridget Jones’ Diary, Ratatouille, When Harry Meets Sally, and Julie and Julia is a good option to relax, socialize and learn recipes.
AJANDA Schedule
er Under wat Paradise 31 Ocak January 31
Sihirli bir yolculuk U
nderwater Paradise; İngiltere’den Lübnan’a, Rusya’dan Çin’e; kısacası dünyanın dört bir yanında on binlerce insan tarafından ilgi görmüş bir gösteri. Güzel zaman geçirmenizi sağlayacak, çok yönlü modern bir peri masalı. Kukla gösterileri, drama, pandomim, özel efektler, ışık şovları ve dansların bir arada olduğu her yaştan insanın ilgisini çekebilecek keyifli bir görsel şölen. “Underwater Paradise”, seyircilerle birlikte interaktif bir şekilde ilerliyor ve kendinizi bu dev gösterinin parçası gibi hissediyorsunuz. Bay B’nin renkli, sürprizlerle dolu eğlence diyarı düşler ülkesi Bubblelandia’da haftanın stresini atabilir, bu gösteriyi Volkswagen Arena’da izleyebilirsiniz.
A magical journey
U
nderwater Paradise is a multidimensional modern fairy tale that will make you have a good time. It is a visual feast that will spark the interest of people of all ages with puppet shows, drama, pantomime, special effects, light shows and dance. As Underwater Paradise progresses in interaction with the audience, you feel like you are a part of this great spectacle.
16 skyroad
OCAK 2016
AJANDA Schedule
Theatre for kids
T
he children’s play “The Snow Country” tells the story of the obstacles Cinnamon and Gerda overcame to save their best friend and combines music and dance. You can see “The Snow Country”, written by Özlem Saraç based on Hans Christian Andersen’s fable “The Snow Queen” and directed by Gaye Çankaya, at Zorlu Center PSM Drama Stage.
Sahne çocukların!
T
arçın ve Gerda’nın en yakın arkadaşlarını kurtarmak için aştıkları engelleri anlatan “Karlar Ülkesi” adlı tiyatro oyunu aynı zamanda müzik ve dansı da birleştiriyor. Özlem Saraç’ın Hans Christian
Karlar Ülk es
Andersen’in “Karlar Kraliçesi” masalından yola çıkarak yazdığı ve Gaye Cankaya’nın yönettiği oyunu, Zorlu Center PSM Drama Sahnesi’’nde izleyebilirsiniz.
2 Ocak
i
The Snow Country January 2
Sınırsız kahkaha
S
evilen komedyen Ata Demirer’i son yıllarda rol aldığı “Eyvah Eyvah” serisi ve “Berlin Kaplan”ı gibi sinema filmlerinde izliyorduk ama bilindiği gibi Ata Demirer hem stand-up göstersiyle hem de sesiyle yıllardan beri izleyicinin er ir Ata Dem k 14 Oca beğenisi kazanan bir isim. Yoğun January 14 geçen film çalışmaları nedeniyle sahneye ara veren ünlü komedyen çok şükür ki tekrar sahnede. “Şarkılar Türküler Hikâyeler ile Ata Demirer Gazinosu” isimli etkinlik kahkaha garantili. Demirer’in seslendireceği şarkılar, başından
18 skyroad
OCAK 2016
geçen komik hikayelerle her yaştan insanı mutlu edecek. İş ve okul yorgunluğunu unutmak, canınızı sıkan şeyleri zihninizden defetmek için harika bir fırsat.
Unlimited laughter
T
he event “Ata Demirer Music Hall with Songs and Stories” guarantees laughter. It will entertain people of all ages with the songs and funny life stories of the famous comedian Ata Demirer. It is a great opportunity for forgetting the toil of work or school and driving away the thoughts bothering us.
AJANDA Schedule
Japon Sanatı
Eski İstanbul’a müzikli bir yolculuk
S
umi-e, mürekkeple yapılan bir Japon resim sanatı ama onu sadece böyle ifade edemeyiz. İçinde bir felsefe barındıran aynı zamanda denge, ritim ve uyumla var olan bir sanat. Japon resim sanatında en önemli tarihi okullardan biri olan Rimpa ekolünün büyük ustalarından Sumi-e eğitimi almış olan Aynur Küçükyalçın, yaklaşık altı yıldır bu sanatı ülkemizdeki sanatseverlerle buluşturuyor ve Sumi-e workshop’ları düzenliyor. Küçükyalçın, yeni yılın ilk atölye çalışmasını da Tolga Eti Sanat Evi’nde gerçekleştirecek. Sumi-e Worksh op 1 Ocak January 1
Japanese Art
A
ynur Küçükyalçın was trained by the prominent masters of the Rimpa school which is one of the most important historical schools of Japanese painting and she has been bringing together Japanese painting with Turkish lovers of art and organizing Sumi-e workshops for about six years. Küçükyalçın will hold the first workshop of the new year at Tolga Eti Art House.
20 skyroad
OCAK 2016
O Hisset M 17 Ocak’ üziği a Feel the kadar Music Unt il Januar
y 17
Müziğin vücuda etkileri
K
üratörlüğünü Javier Panera’nın yaptığı “Bu Bir Aşk Şarkısı Değil” isimli, 1960’lardan günümüze pop müzik ve video sanatı ilişkisini ele alan serginin kapsamında düzenlenen “Hisset Müziği” isimli eğitim programı Pera’da gerçekleşiyor. Etkinlik, katılımcılara video sanatı, akımlar ve farklı müzik türleri hakkında bilgiler veriyor. Ayrıca müziği teknoloji ve sağlık yönüyle de inceleyerek müziğin insan vücudu üzerindeki etkilerini de anlatıyor…
THE EFFECTS OF MUSIC ON THE HUMAN BODY
F
“
eel the Music” will be held at Pera within the scope of “This is Not a Love Song” exhibition curated by Javier Panera addressing the relation between pop music and video art from the 1960s to present day. It informs the participants on video art, trends and different types of music, examines the exhibition in terms of technology and shows the effect of music on human body.
smanlı döneminde geçen müzikal, özlem duyulan eski Beyoğlu’nun havasını izleyicinin de solumasını istiyor. 1914 yılında İstanbul’da Rum, Ermeni ve Türklerin bir arada yaşadığı farklı kimliklere sahip karakterlerin hayatları çevresinde şekillenen müzikalde 9 kişilik canlı orkestranın sizi müziklerle o dönemin Beyoğlu- Pera sokaklarına götüreceğini şimdiden söyleyelim. Başrollerini Nükhet Duru, Pelin Akil, Caner Cindoruk, Füsun Demirel, Cezmi Baskın ve Volkan Severcan’ın paylaştığı “İstanbulname”, Türker İnanoğlu Show Merkezi’nde sahnelenecek. İstanb ulname
20 Ocak January 20
A musical trip to old İstanbul
T
he musical takes place in the pre-Republican Ottoman period and wants the audience to feel the old Pera. We should tell you that during the musical centering on the lives of characters with different identities of Greeks, Armenians and Turks living together in Istanbul in the year 1914, the live orchestra of 9 people will take you to the streets of Pera with their music.
AJANDA Schedule
Urfa artık mutfağınızda A
r Ruha, Arapçada Urfa anlamına geliyor. UlusAr Ruha 23 Ocak lararası Servis ve Lezzet January 23 Akademisi, “Ar Ruha” isimli atölye çalışmasıyla Şanlıurfa ve Güneydoğu mutfağının lezzetli yemeklerini meraklılarına öğretiyor. Çalışma kapsamında lahmacun, Urfa in your kitchen içli köfte ve soğan kebabı var. Bu yemekleri yemesi büyük bir keyif ama he “Ar Ruha” workshop of International Hospitality Academy teaches öğrenip yapması da bambaşka... Yethe delicious meals of Şanlıurfa and Game-içme meraklılarını tatmin edeziantep cuisine to those interested. Lahcek bir etkinlik.
T
macun (round thin piece of dough topped with minced meat), kibbeh (fried croquette stuffed with minced meat) and onion kebab are included the workshop. It’s a pleasure to eat these meals but it is completely something else to learn and cook them at home.
Suşi Wo rkShop 2 Ocak
Sushi W orkShop January
Ustasından ‘Suşi’ye giriş’
T
ürkiye’de suşi kesinlikle ilgi gören bir yemek. Seveni onu öve öve bitiremiyor. Suşi’yi sevmeyen insanlar da hiç sıkılmaksızın onu neden sevmediklerini anlatıyorlar. Sonuç olarak Japon yemek kültürünün başköşesinde bulunan bu tat, her daim kendinden söz ettirmeyi ba-
22 skyroad
OCAK 2016
şarıyor. Mutfak Sanatları Akademisi de yeni yılın ilk haftası suşi workshop’u düzenliyor. Etkinlikte Sunset Grill’in şefi Hiroki Takemura’nın önderliğinde suşiye dair pek çok şey öğretilecek. Sevilen tarifler, alışıldık tariflere özgün dokunuşlar MSA’da olacak.
2
BEGINING TO SUSHI FROM THE MASTER T he taste of sushi is the important part of Japanese food culture which makes a name for oneself. Art of Kitchen Academy organize a workshop about sushi in the first week of the year. In this organization, Chef of the Sunset Grill & Bar Hiroki Takemura will teach many things about sushi. Popular recipes, touches of the delicious meals will be in the Art of Kitchen Academy.
AJANDA Schedule
Ben Orhan Vel 28 Ocak
i
I, Orhan V eli January 28
İstanbul’u gezmeyi ertelemeyin Dolmabah çe Saray Turu
stanbul gezilecek görülecek sayısız değere sahip ama İstanbul’da yaşayan insanların iş koşturmacası nedeniyle yaşadıkları şehri gezmeye ve tanımaya fırsatları olmuyor ya da bunu erteliyorlar. Doğruyu söylemek gerekirse İstanbul’un tarihini ve kültürel yerlerini turistler, şehirde yaşayanlardan daha fazla görme imkânına sahip oluyor. İstanbullular genellikle “Ne de olsa orada duruyor, bir gün gideriz” diyorlar. İş yoğunluğu, trafik, sınav stresi gibi nedenler de bu isteğin ertelenmesine neden olabiliyor. Eğer siz de günlük telaşlar nedeniyle şehrin güzelliklerini görmeyi erteliyorsanız bu geziyi değerlendirmenizi öneririz. Rehber eşliğinde gerçekleşen Dolmabahçe Saray Turu; Dolmabahçe Camii, Saat Kulesi, Hazine Kapısı, Hasbahçe, Selamlık, Muayede Salonu, Harem ve Harem Bahçesi, Kuşluk, Veliaht Dairesi, Bezmialem Valide Sultan Camii’ni kapsıyor. Pazar gününüzü tarihi yerlerde geçirerek, farklı bir hafta sonu geçirmek istiyorsanız, saray turundan keyif alacaksınız.
24 O
Tour of D cak olmabahç e Palace
İ
Bir “garip” şairin hayatı sahnede
K
emal Kocatürk; Orhan Veli’nin yaşamına sığdırdığı şiirleri, yazıları, öyküleri, aşkları, dostlukları ve acıları tiyatro sahnesine taşıyor, Orhan Veli’nin bilinmeyen yanlarını ortaya çıkarıyor. Şairin şiirlerinin de seslendirildiği “Ben Orhan Veli”yi, Barış Manço Kültür Merkezi’nde izleyebilirsiniz.
A bizarre poet’s life on the theater
K
emal Kocatürk puts on stage Orhan Veli’s poems, essays, stories, loves, friendships and pain, and reveals the unknown facts about Orhan Veli. You can see “I, Orhan Veli” including his poems, at Barış Manço Culture Center.
24 skyroad
OCAK 2016
January 24
Do not delay travel to İstanbul
G
uided Tour of Dolmabahçe Palace includes Dolmabahçe Mosque, Clock Tower, Gate of the Treasury, Private Garden of Sultan, Selamlık (quarters reserved for men), Ceremonial Hall, Harem and its garden, Aviary, Palace of the Crown Prince and Bezmialem Vali de Sultan Mosque. If you want to have a different kind of weekend, spending a Sunday in historical sites and learning about their experiences, you will enjoy the palace tour.
AJANDA Schedule
ic
jla Kamer
Se yunca Ocak ayı bo ut Througho January
Bosna’dan İstanbul’a
savaşın soğuk yüzü
B
osnalı sanatçı Sejla Kameric’in Türkiye’de gerçekleşecek “Bim Bam Bom Çarpınca Kalp” isimli ilk kişisel sergisi Arter’de sanatseverlerle buluşacak. Kameric’in kendi deneyimlerinden, anılarından ve hayallerinden ilham alarak ortaya
26 skyroad
OCAK 2016
çıkardığı işlerin çoğunun merkezinde Bosna savaşında dair deneyimlerinin izleri var. Sanatçının en çok bilinen yapıtlarından biri olan 2003 tarihli “Bosnalı Kız” isimli çalışma Kamerić’in kendi portresi üzerine yerleştirdiği bir grafitiden oluşuyor. Ve grafitide “Dişsiz...?, Bıyıklı...?, Leş gibi kokuyo...?” cümleleri yazıyor. Bu sözler savaş sırasında Bosna-Hersek’te bulunan Birleşmiş Milletler Koruma Gücü’nde görev yapan Hollandalı bir asker tarafında duvara yazılmış. Kameric’in kamusal alan projesi olarak tasarladığı “Bosnalı Kız” afişler ve reklam panoları üzerinde Saraybosna sokaklarında sergilenmişti. Küratörlüğünü Başak Doğa Temür’ün yaptığı sergide video, fotoğraf, yerleştirme ve heykellerin yanı sıra sanatçının üç yeni yapıtı da İstanbul’da sergilenecek.
A cold face of war from Bosnia to İstanbul
T
he first solo exhibition of Bosnian artist Sejla Kameric in Turkey titled “When the Heart Goes Bing Bam Boom” will meet with art lovers in Arter. In the exhibition curated by Başak Temür Doğa, video, photography, installation and statutes as well as her three new works will be exhibited in Istanbul.
KONUŞAN FOTOĞRAF TALKING Photo
Sevde Sevan Usak
H
indistan’da özellikle altın üçgen olarak isimlendirilen Delhi, Agra, Jaipur’da bulunanlar bilir. Renk, ses ve kokuyla birlikte bir karmaşanın içinde bulursunuz
28 skyroad
OCAK 2016
kendinizi. Kimileri için “işte hayat” dedirtip, memnuniyet duymayı sağlayan bu hâl, kimileri için yorucu ve boğucu olarak tanımlanabilir. İşte o karmaşanın ardından sükûneti bulduğum şehir oldu Amritsar. Hindistan-Pakistan sınırındaki şehre geldiğimde kendimi baş-
ka bir ülkedeymişim gibi hissettim. Sanki Hindistan yolculuğum bitmiş ve ben başka bir coğrafyaya ‘merhaba’ demiştim. Şehirde biraz dolaşıp, vakit geçirince bunun sebebini anladım: Sihler... Zaten, Amritsar da Sihlerin dini merkezi olarak tanımlanabilecek bir
BİR ‘Yüz’ün
MANEVI KODLARI Sihlerin hac merkezi olan Altın Tapınak da bu şehirde. Zaten turistler daha çok Altın Tapınağı görmek için geliyorlar bu bölgeye. ‘Ölümsüzlük Pınarı Havuzu’ ya da ‘Kutsal Su Gölü’ de denilen bir suni göl içerisinde bulunuyor Altın Tapınak. Hac vazifelerini yapmak için buraya ziyaret eden Sihler, sükûnetle dolduruyorlar tapınağı.
Yalınayak ve dingin
şehir. Şehrin de içinde bulunduğu Punjab (Pencap) eyaletinin nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ını Sihler oluşturuyor. Başlarındaki türbanları ve uzun sakalları ile hemen ayırt ediyorsunuz bu insanları. Tertemiz kıyafetleri ve kendinden emin duruşlarıyla da fark ediliyorlar zaten.
Kimi kutsal suya giriyor, kimi bir kenarda kutsal kitabını okuyor, kimi tapınak içindeki ayine katılıyor ama hepsinde dingin bir hâl var. Tapınağın içinde bulunduğu göleti çevreleyen mermer sütunlar sürekli yıkanıyor. Yalınayak gezmekten hiç rahatsızlık duymadan o dinginlikte siz de yerinizi alıyorsunuz. Bu kare sessizliğin kelimelerden değerli olduğu bir mekânda çekildi. Turuncu türbanıyla göl kenarında oturan Sih’ten sadece bana dönmesini rica ettim. Beni kırmadı, yüzüme bakmasa da başını çevirdi. Yüzüne nakşolmuş mahcubiyet ve samimiyet, tek bir fotoğrafla yaşadığım o güzel yolculuğun özeti oldu.
Spiritual Codes of ‘a face’
P
eople who have been to India, especially to Delhi, Agra, Jaipur, known as the Golden Triangle are familiar with this. You find yourself in a chaos with colors, sounds and smells. Amritsar was the city where I found tranquility. When I came to city bordering on Pakistan and India, I felt as if I went to another country. After wandering for a while and spending time in the city, I understood the reason: The Sikhs... Sikhs make up about 60% of the population of Punjab state. You can immediately recognize these people by their turbans and long beards. The Golden Temple, the pilgrimage centre of the Sikhs, is located here and tourists mainly come here to visit the Golden Temple. The Golden Temple is surrounded by an artificial lake called “Pool of the Nectar of Immortality” or “Holy Water Lake”. I requested the Sikh sitting on the lakeside with his orange turban to face me. He did not turn me down and turned his faceeven though he did not look at me in the face. The diffidence and sincerity on his face became the summary of that pleasant journey I lived with a single photograph. JANUARY 2016
skyroad 29
DOSYA FILE
Ilık bir kış rüyası
KAPLICALAR
A warm wInter dream: Thermal SprIngs
Beppu-Japonya: 2 bin 500’ü aşkın kaplıca ve 9 farklı termal suyuyla Beppu kaplıca alanında bir dünya rekoruna sahip. Beppu-Japan: Beppu springs hold a world record with more than 2 thousand 500 hot springs and 9 different thermal waters.
30 skyroad
OCAK 2016
Hayatın hayhuyunda koşuşturmaktan yorulan bedenlere mi iyi geliyor sadece, yoksa ondan asıl şifa bekleyen, en az beden kadar yorulan ruhlar mı? Sıcacık şifalı bir suyun yumuşacık kollarında iyilik umarken zamanı da unutsa dinlense biraz insan…
Ömer Sercan
T
ermal suların insan sağlığına etkisi yüzyıllardır bilinen bir gerçek. Yerin altından topladığı zengin mineralleri sıcak kucağına doldurup yerüstüne paha biçilmez bir hediye gibi çıkaran termal suların değeri günümüzde daha çok bilinir hale geldi. Aslında daha doğru bir ifadeyle binlerce yıldır şifa kapısı olan ve insanların büyük ilgisini çeken bu
Thermal springs prove to be a painkiller for those in pain and a magic potion to those seeking refreshment and strength
B
eing prominent in health tourism, thermal springs are getting more and more popular all around the world. Turkey is a paradise of thermal waters. Our country has a rightful reputation for its hot springs with its topography and climate.
Unrivaled by any in Europe Being popular for their benefits to health, thermal springs are now hectically tourJANUARY 2016
skyroad 31
DOSYA FILE
merkezler, şimdi artık sektörleşti, tesisleşti ve bir turizm dalına dönüştü. Sağlık turizminin önemli bileşenlerinden biri olarak öne çıkan kaplıcalar ve termal tesislere rağbet tüm dünyada giderek artıyor. Türkiye ise termal sular açısından tam bir cennet. Coğrafi yapısı ve iklimiyle ülkemiz çok sayıda doğal kaplıcaya sahip ve kaplıca dendiğinde tüm dünyada haklı bir ünü var. Hem Türk vatandaşları hem de yurt dışından ziyaretçilerle büyük ilgi gören kaplıcalarımız, yapılan araştırmalara göre termal kaynak zenginliği açısından dünyadaki ilk 7 ülke arasında.
Yaşama karşı pervasızca esnetip bedenimizi ve ruhumuzu, şöyle bir dökülsek, arınsak, yenilensek… If we can strecth our body and soul carelessly, If we can redeem and renew…
Böyle sular Avrupa’da yok! Kaplıca ya da halk arasındaki diğer ifadesiyle ılıca, sağlığa faydalı mineraller içeren sıcak yer altı suları ve bu sular üzerine kurulan tesislerin genel adı. Mineral iyonlarıyla yüklü maden sularının çeşitli hastalıklara iyi geldiğinin fark edilmesiyle
kaplıcalar insanların yüzlerce yıllık şifa kapısı olarak bugün de varlığını sürdürüyor. Dahası kaplıcalar bugün yalnız hastalar, derdine derman arayanların değil sağlıklı insanların; arınmak, yenilenmek ve daha enerjik hissetmek için büyük ilgi gösterdiği
BURSA
32 skyroad
OCAK 2016
bir tür terapi merkezleri haline gelmiş durumda. Hatta kaplıcalar, konforlu termal tesisler, spa konseptli bol yıldızlı otellerle turistik bir görünüm kazanarak sağlık turizminin en çok iş yapan merkezleri arasına girmeyi başarmış halde. Türkiye’ye ise bu açıdan tam bir termal tesis merkezi. Çünkü ülkemizin termal suları, sıcaklıkları, barındırdığı mineraller ve diğer fiziksel ve kimyasal özellikleriyle Avrupa’daki kaplıca sularından daha üstün niteliklere sahip. İçerdiği erimiş maden değeri yüksek, kükürt, radon ve tuz bakımından zengin olan Türkiye termalleri, Anadolu’nun küçük illerini, şirin ilçe ve beldeleri tam bir şifa kapısına dönüştürmüş durumda. Sonbahar ve kış ayları boyunca konuk ağırlayan jeotermal merkezlerin kimilerinde uygun iklim koşullarının uzun sürmesiyle termal sezon 6 ayı aşabiliyor.
Kaplıca şehri Bursa Türkiye’de kaplıca denildiğinde akla ilk gelen şehirlerden biri Bursa. İklimi ve termallerinin zenginliğiyle çok sayıda kaplıcaya sahip olan kentin şifalı suları, sinir ve cilt olmak üzere, romatizmal rahatsızlıklar, kilo problemleri gibi sorunların çözümü için öneriliyor. Bursa-Mudanya yolu üzerindeki Kara Mustafa Suyu, 55 derece civarında. Çok berrak olan Kara Mustafa Suyu, soğuyup içilebilir ısıya düştüğünde normal içme suyu gibi içilebiliyor. Şehrin Uludağ eteklerinde yer alan semti Çekirge’ye ise, kentin termal sularının üzerine kurulan tesisleriyle kaplıca mahallesi denebilir. Burada irili ufaklı birçok termal otel, halka açık hamam ve kaplıca yer alıyor. Kentin bir diğer ünlü
DOSYA FILE
istic with luxurious thermal complexes and multi-star hotels with spa concept. Turkey is a paradise of thermal complexes. Hot springs in Turkey hold better qualities than springs in Europe in terms of the temperature, minerals content and other physical and chemi cal properties. Small provinces and lovely towns in Anatolia have become centers of healing with the thermal springs in Turkey, rich in sulphur, radon and salt with abundant content of melted minerals.
A City of Thermal Springs, Bursa
Termal su ne demektir? What is a Hot Spring? Doğal kaynaklarla yapılan tamamlayıcı tedaviye genel olarak Balneoterapi deniyor. Kaplıcaların şifalı sularında yapılan banyo, bu suları içmek ya da solumak yoluyla uygulanan kaplıca kürlerinde termal ve mineralli sularla banyo en yaygın terapi yöntemi. Ayrıca çamur banyosu ile radon ve kükürt gazları da kaplıca kürlerinde yeri olan diğer etkenler. Balneoterapide en yaygın kullanılan doğal iyileştirici ise termal sular. Termal sular, fiziksel ve kimyasal niteliklerine bakılarak uluslararası bir standarda göre sınıflanıyor. Doğal sıcaklıkları 20°C’nin üzerinde olan sular termal olarak adlandırılıyor. Litre başına 500-1000 mg’ın üzerinde çözünmüş mineral içeren sulara
Doğal Mineralli Sular, hem doğal sıcaklıkları 20°C’nin üzerinde olan hem de litrelerinde 1 gramın üzerinde çözünmüş mineral içeren sular ise Termomineral Sular olarak sınıflandırılıyor. Ayrıca, bazı mineralleri belirlenen standart değerlerin çok üzerinde içermeleriyle öne çıkan özel sular da var. Çözünmüş serbest karbondioksit, kükürt, radon, sodyum klorür (tuz), iyot ve florür eşikleri çok yüksek olan bu sular tam bir doğal şifa kaynağı.
kaplıcası Uludağ eteklerinden gelen suyuyla Eski Kaplıca. Kaplıcanın suları çeşitli maden eriyikleriyle zengin gazlara ve yüksek radyoaktiviteye sahip. Bir başka önemli kaplıca ise Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı Rüstem Paşa tarafından yaptırılan Yeni Kaplıca. Suları, deri hastalıklarından iç hastalıklarına kadar birçok tedavide yardımcı olarak kullanılıyor. Bursa’nın dünyaca ünlü termal merkezi ise, İnegöl ilçesi yakının-
da, Uludağ eteklerinde kurulu Oylat Kaplıcaları. Oylat, termal suyunun özellikleriyle dünya ikincisi. Banyosunun yanında içilebilmesiyle de şifa dağıtan bu su, kaynağından 40.5 derecede çıkıyor ve içerdiği minerallerin hiçbir değişime uğramadan direkt olarak vücuda teması tedavi özelliğini güçlendiriyor. Rahatlıkla içilebilen bu suların mide ve bağırsak sorunlarına, böbrek taşlarına çok faydalı olduğu biliniyor.
34 skyroad
OCAK 2016
Complementary healing with natural resources is called Balneotherapy in general. Bathing in, drinking or breathing the healing cures of the thermal springs including minerals is a most common type of treatment.
Bursa is the first town that comes to mind about the thermal spa. Healing waters of the town with an agreeable climate and a variety of thermal spas are recommended for the nervous and dermatological problems, rheumatic diseases, weight problems, etc. Kara Mustafa water on Bursa-Mudanya highway is around 55 degree Celcius. When the pure Kara Mustafa spring water is cooled down to an agreeable temperature, it becomes drinkable. Çekirge district in the outskirts of the Mountain Uludağ is a spa quarter with its thermal complex built on the hot springs of the town. There are great many small thermal hotels, public hammams and thermal centers here. Eski Kaplıca, the old thermal spring, is another popular thermal location in town, with spring water from Uludağ. Hot spring water is rich in various melted minerals and gases and it has a high radioactivity. Another important spa center is the Yeni Kaplıca, the new thermal spring, built by Rustem Pasha, the brother-in-law of the Suleiman the Magnificent. Hot spring water is the cure for many complaints from dermatological to internal diseases. The worldwide famous thermal center of Bursa is Oylat hotspring that is located in the outskirts of the
DOSYA FILE
Yalova’da çamur banyosu Yalova, Türkiye’nin ilk kaplıca tesisinin kurulduğu kent. Yurdun her yerinden ziyaretçi alan Yalova termalleri özellikle çamur banyolarıyla da ünlü. Yalova’da kaplıcalar şehre 10 km uzaklıktaki Termal ve 50 km mesafedeki Armutlu’da bulunurken termal tesisler arasında beş yıldızlı oteller kadar daha ekonomik pansiyon ve moteller de var. Banyo ve içme kürlerine uygun olan Yalova kaplıcaları, radyoaktivitesi yüksek kaplıcalar sınıfında. Yalova bölgesi kaplıca sularının kalp, sinirler ve iltihabi hastalıklardan, yaraları iyileştirme ve hormonların düzenlenmesine kadar birçok rahatsızlığa faydasının olduğu biliniyor.
Şifa dolu Afyon Ülkemizde kaplıcalarıyla ünlü önemli şehirlerden biri de Afyon. Mineral yapısıyla farklı özelliklere sahip termal su kaynaklarının bulunduğu kentte Gazlıgöl, Ömer, Hüdai ve Heybeli kaplıcalarında, her bütçeye uygun zengin tesis seçenekleri var. İhsaniye ilçesindeki Gazlıgöl kaplıcaları, içme ve banyo kürleri olarak solunum yolları tedavileri ve dolaşım sistemi rahatsızlıklarına karşı
VIETNAM
öneriliyor. Afyon-Antalya karayolu üzerindeki Hüdai kaplıcaları da özellikle çamur banyosuyla meşhur. Ömer kaplıcalarının ise daha çok romantizmal ve eklem rahatsızlıkları ile kısırlık ve bronşite faydalı olduğu söyleniyor. Afyon-Konya yolu üzerindeki Heybeli Kaplıcası da şehrin büyük ilgi gören kaplıcalarından biri.
İsmiyle müsemma Kızılcahamam Başkentimiz Ankara’ya ise, sahip
Termal kürler / Thermal cures Termal suların, şifalı çamur ve gazların, yöntem ve dozları belirlenmiş şekilde kullanımına Balneoterapi deniyor. Belirli bir zaman aralığında ve kür tarzında gerçekleştirilen tedaviye yardımcı kürlerde başlıca balneoterapi yöntemleri Banyolar, İçme kürleri, Soluma uygulamaları, Şifalı çamur banyoları, Termomineral sularla dıştan yapılan yıkama ve duşlar. Termal tesislerin bir çoğunda uygulanan jakuzi, jet duş, whirpool, sualtı basınçlı masaj, filiform duş, yürüme kulvarı, buhar duşları gibi yöntemler de var.
36 skyroad
OCAK 2016
Systematic use of thermal springs, mud and gases in adjusted dosages is called Balneotherapy. Principal Balneotherapy methods include bath, drinking cures, respiration practices, healthy mud baths, external washing with thermo-mineral waters and shower that support treatment for healing applied at particular intervals. Jakuzi, jet shower, whirlpool, underwater pressure massage, filiform shower, steam showers and walking tracks include methods that are available in many thermal complexes.
olduğu termal su hazineleriyle Türkiye’nin “kaplıca başkenti” de denebilir. Tarihi çok eskilere uzanan Kızılcahamam kaplıcalarının 50 derece sıcaklıktaki termal sularının karaciğer, böbrek, mide, bağırsak rahatsızlıkları, solunum yolları, deri hastalıkları, dolaşım rahatsızlıkları ile bazı kadın ve çocuk hastalıklarına iyi geldiği biliniyor. Haymana Kaplıcalarına da apayrı bir parantez açmak gerek. Dünya sıralamasında sınıfında ikinci sırada yer alan Hay-
Ağrısı sızısı olana ağrı kesici, biraz yenilenmek, enerji toplamak isteyene muhteşem bir iksir kaplıcalar… Thermal springs is a kind of magnificent elixir, ıt is a painkiller who have aches and pains and also who wants to fell energetic…
Karlovy Vary-Çek Cumhuriyeti/ Czech Republic Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag yakınında, ismi “Karl’ın banyoları” anlamına gelen, Orta Çağ’ın kent yapısının hâlâ yaşandığı masalsı bir şehir. Atatürk, İmparator I. Franz Josef, Kafka ve Beethoven buradaki kaplıcalara ilgisi bilinen ünlülerden. A fabulous city named “Karl’s bathrooms” which still preserves the urban fabric of the Middle Ages nearby the capital city Prague. Atatürk, Franz Josef I, Kafka and Beethoven are only a few of the important people taking a deep interest in this place.
mana Kaplıcaları, 45 derece sıcaklığıyla romatizma, deri, kalp ve kan dolaşımı, nevralji, solunum yolu, kadın hastalıkları, sinirsel ve kas yorgunluğu hastalıklarına karşı etkili. İçildiğinde ise mide, karaciğer, safrakesesi ve pankreas üzerinde olumlu etkisi olabiliyor. Ankara’nın bir diğer kaplıcası ise Ayaş ilçesindeki Karakaya kaplıcaları. 31 derece suyla yapılan banyo, romatizma, siyatik, nevroloji, kadın hastalıklarına ve kırık çıkık tedavilerinde destekleyici olarak kullanılıyor. Karakaya suyunun içilmesi de mide, bağırsak, karaciğer, böbrek, safra kesesi ve baş ağrısına karşı etkili olabiliyor.
Mountain Uludağ nearby İnegöl town. Oylat is the world’s second-best with the quality of its thermal water. Healing as bath and drinking water, the water temperature at the spring is 40.5 degree Celcius and its healing power is immense with its intact mineral content directly contacting the body.
Mud Bath in Yalova Yalova is the town where the first thermal complex was built in Turkey. Receiving visitors from all around the country, Yalova thermals are particularly famous for their mud bath. Hot springs in Yalova Termal are 10 km far from the city and in Armutlu, with 5-star-hotels as well as budget-friendly motels and guesthouses 50 km away. Yalova thermal springs are included in the category of high radioactivity which is equally good for bath and drinking cures.
Full of Good Health, Afyon Afyon is a notable province in Turkey with reputable hot springs. Rich in thermal springs of different properties with its mineral content, the city offers a wide variety of complexes form affordable to luxurious including Gazlıgöl, Ömer, Hüdai and Heybeli hot springs. Gazlıgöl springs in İhsaniye town are recommended for respiratory diseases and circulatory problems with their drinking and bath cures. Hüdai springs on Afyon-Antalya highway are renowned for the mud bath.
Kızılcahamam, True To Its Name Capital city Ankara is also the capital city of the thermal springs in Turkey. Dating back to ancient times, Kızılcahamam hot springs of 50 degree Celcius temperature are known to heal kidney, liver, stomach and intestinal problems, as well as respiratory, dermatological, circulatory and some of the gynecological and children’s diseases. Haymana Thermal Spring is special in its own JANUARY 2016
skyroad 37
DOSYA FILE
Rincon de la Vieja-Kosta Rika/Costa Rica Farklı ısılardaki 7 termal kaynağın bulunduğu bu kaplıca, içinde bulundurduğu mineraller nedeniyle özellikle kozmetik alanında büyük öneme sahip. Having 7 thermal springs at different temperatures, this spring is very special for cosmetic purposes with its mineral content.
Blue Lagoon-İzlanda/Iceland Çok özel doğası, şiirsel atmosferiyle buzlarla çevrili İzlanda’yı ısıtan Blue Lagoon, denizden ayrılan küçük bir lagünde toplanan termal sularıyla dünyanın en güzel termal merkezi olarak nitelendiriliyor. Blue Lagoon warming up the icebound Iceland with its extraordinary nature and poetic atmosphere, is considered the most beautiful thermal center of the world for its spring water that accumulates in a little lagoon split from the sea.
Dünya harikaSI kaplıcalar
Bath-İngiltere/UK 25 yıldır UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olan Bath kaplıcaları Avrupa termalleri arasında ilk beşte sayılıyor. Roma döneminden kalma bir hamamı bulunan Bath, bölgedeki çok sayıda termal kaynağıyla tam bir kaplıca kenti. In the top 5 of the European thermal springs, Bath thermals have been included in the UNESCO World’s Heritage list for the last 5 years. Having a hammam inherited from the Roman period, Bath is exactly the city of thermals with a large number of springs in the region.
38 skyroad
OCAK 2016
Baden-Almanya/Germany Adını Almancadaki “banyo yapmak” anlamındaki “baden” kelimesinden alan kentte Romalılar döneminden beri şifalı su kaynaklarının olduğu biliniyor. Named after the word “baden” in German language (which means bathing), the city has been renowned for its healing water resources since the Roman Period.
Great Springs of the World
Gellert Thermal-Macaristan/Hungary Bir sanat galerisini andıran Macarların dünyaca ünlü hamamı. 1918 yılından bu yana hizmet veren Gellert kaplıcaları, tarih ve sanatın eşlik ettiği termal keyfi için harika bir deneyim. World famous Hungarian bath that resembles an art gallery... Having operated since 1918, Gellert thermal springs offer an invaluable hot bath experience accompanied by the history and art.
Banjar, Bali-Endonezya/Indonesia Banjar şifalı sularıyla, Endonezya’nın ünlü turizm merkezi Bali’nin güneybatısında. Yüzyıllar öncesine dayanan geçmişiyle Banjar’a tüm dünyadan büyük ilgi var. Banjar that falls to the southwest of Bali is a famous touristic center of Indonesia for its healing waters. It attracts great number of visitors from the entire planet with its history dating centuries back. JANUARY 2016
skyroad 39
DOSYA FILE
Yavuz Sultan Selim ve Atatürk’ün kaplıca ilgisi
İÜ İstanbul Tıp Fak. Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji ABD Başkanı Prof. Dr. M. Zeki Karagülle:
“Mutlaka hekim kontrolünde olmalı”
“B
alneoloji ve Kaplıca Tıbbı” adlı bir kitabı yayınlanan ve Türk Kaplıca Tıbbı ve Balneoloji Derneği Başkanlığını da yürüten Prof. Dr. M. Zeki Karagülle, kaplıca kürlerinin mutlaka bir hekim kontrolünde uygulanması gerektiğini belirtiyor: “Ülkemiz için ilginç olan bir özellik, hastaların yüzde 60’dan fazlasının kendi kararlarıyla, tıbbi bir kontrolden geçmeden, kaplıcalara gitmeleri. Halkımızın bu alanda yüzyıllara dayanan deneyim ve geleneği süregelmektedir. Kaplıca tedavisi geleneği kaplıca turizmi olgusunu da geliştirmiştir. Çünkü, kaplıcaya ‘gidilir’. Kaplıca tedavisi, bu yüzden genellikle ortam değişimi ile seyahatle eş zamanlıdır. Bir kaplıca kürüne karar verildiğinde ise, öncelikle hastanın rahatsızlığına veya gösterdiği şikâyetlere iyi geldiği bilinen bir kaplıca seçilir. Yani, hastalık için belirli bir mineralli su kürü veya şifalı çamur tedavisi öngörülmüşse, bu tür olanağa sahip bir kaplıca belirlenir. Kaplıca ve kür tıbbı uzmanı kaplıca hekimi sonuçta hastaya bir kür programı düzenler. Bir kaplıca küründe balneoterapi ve diğer tedaviler hastanın durumuna, hastalığına ve o kaplıcanın özgün doğal tedavi kaynaklarına göre düzenlenir ve alınan yanıta göre de kür sırasında değiştirilir. Son olarak, hastaya kaplıcadan ayrılırken, uyacağı kurallar ve tedavisi konusunda bilgi verilir ve kendisini kaplıcaya göndermiş olan doktora kaplıcada hastalığın seyri, tedavinin sonuçları ve öneriler yazılır.”
40 skyroad
OCAK 2016
I.U. Istanbul School of Medicine, Medical Ecology and Hydroclimatology Department Head, Prof. Dr. M. Zeki Karagülle:
“Doctor control is advised”
A
uthor of “Medical Hydrology and Balneology” and the President of the Foundation for Medical Hydrology and Balneology in Turkey, Prof. Dr. M. Zeki Karagülle notes that thermal cures must be applied under doctor’s supervision: “If a thermal cure is advised, first a thermal spring that is most suitable to and good for the patient’s disease or complaints is selected. Therefore, if a mineral water cure or mud therapy is considered for the treatment of the disease, a spring with relevant healing effect is considered. Spring or medical hydrology specialist draws up a cure program for the patient. Balneotherapy and other treatments are determined according to the patient’s condition, disease and the natural resources available in the spring, and they are revised according to the patient’s response to the cure applied.
Kültürümüzde kaplıcaların, içmelerin çok eski ve köklü bir yeri var. Halkın büyük rağbetini eskiden bu yana gören kaplıcalara Osmanlı döneminde padişahlar da büyük ilgi göstermişler. Kaplıca sever padişahlar arasında en bilinenlerden biri de Yavuz Sultan Selim Han. Gözde kaplıcası ise, Erzurum’un bugün de şifa dağıtan tarihi kaplıcası Ilıca olmuş. Yavuz Sultan Selim, Doğu’ya yaptığı çoğu seferin öncesi ya da sonrasında Ilıca’da konaklar, kendisi ile birlikte askerlerinin de bu şifalı sulardan istifade etmek için kaplıcaya girmelerine izin verir, seferlerin yorgunluğunu Ilıca’da atarmış. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de kaplıcalara olan özel ilgisi biliniyor. 1918 Mayıs’ında şimdi Çek Cumhuriyeti sınırları içinde kalan Karlsbad’a giden Mustafa Kemal, bu harika kaplıcadan çok etkilenir. Daha sonra Cumhuriyetin kuruluşunun ardından da kaplıcaları unutmaz ve yeni ülkenin sağlık politikaları belirlenirken kaplıcalar ve mineralli sulara özel bir bölüm ayrılmasını sağlar. Yurdun farklı noktalarındaki termal kaynaklarla ilgilenir ve en çok da Karlsbad’a çok benzeyen doğasıyla Yalova Termal’in bilimsel bir kaplıca merkezine dönüştürülmesi amacıyla özel girişimlerde bulunur. Ülkemizin önemli bir kaplıca merkezi olan Yalova Termal’in, bugünkü ününü ve tesisleşmiş en eski kaplıca merkezi olmasını Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e borçlu olduğunu söylemeli.
AFYON
Bolu’dan Diyarbakır’a termal su zenginiyiz Ülkemizde termal kaynaklarıyla önemli bir başka merkez ise Bolu ve bölgesi. Küçük ve Büyük kaplıcalar olarak anılan Bolu kaplıcalarının yer aldığı bölge 1993 yılında “termal turizm merkezi” ilan edilmiş. Su sıcaklıkları 40-46 dereceler arsında olan Büyük ve Küçük Kaplıcalar, siyatik, böbrek hastalığı, kadın ve cilt hastalıklarının tedavisine yardımcı olabiliyor. Anadolu’nun doğusundan batısına farklı yerlerde irili ufaklı birçok kaplıca, termal su kaynağı var. Yozgat’ta Boğazlıyan Bahariye ve Sorgun Kaplıcası, Eskişehir Sarıcakaya, Balıkesir’in Gönen, Edremit ve Susurluk ilçelerinde de önemli termal kaynaklar var. Denizli, Uşak, Banaz ve Nevşehir’de de kimyasal analizleri de yapılmış ve testlerden başarıyla çıkmış termal sular ve bunlar yakınında konaklama imkanları mevcut. Uşak Banaz Hamamboğazı Şifalı Suları, Denizli Pamukkale kaplıcaları, Nevşehir Kozaklı kaplıcaları çevrelerine şifa dağıtan önemli termal merkezler arasında. İçerdiği mineraller bakımından dünyanın en iyi kaplıca suyuna sahip olduğu belirtilen Diyarbakır Çermik kaplıcaları ise
42 skyroad
OCAK 2016
BURSA
bölgeye yapılacak yatırımlarla önümüzdeki yıllarda adından daha fazla söz ettirecek önemli termal kaynaklarımızdan biri. Kaplıcalar kimi etkileri bilimsel olarak da kanıtlanan birer şifa kapıları, ancak doktorların kaplıcaya bir
right. Ranking the second in the world, Haymana Thermal Spring is very good for rheumatic, dermatological, cardiac &circulatory, neurologic, respiratory, gynecologic, nervous and muscular diseases with a temperature of 45 degree Celcius. When drunk, it has a positive effect on stomach, liver, gall bladder and pancreas. Another hot spring in Ankara is Karakaya spring in Ayaş town. Bathing in these waters of 31 degree Celcius is recommended as a complementary treatment for rheumatism, sciatica, neurologic and gynecologic diseases, as well as orthopedic problems. Drinking Karakaya water is also good for stomach, intestine, liver, kidney and gall bladder problems, as well as headache.
Rich in thermal springs from Bolu to Diyarbakır Another significant location in our country for thermal springs is Bolu and the region surrounding. This area including Bolu springs, known as the big and the small springs, was declared “a thermal touristic center” in 1993. These springs with the water temperature of 40-46 deg ree Celcius help the treatment of sciatica,
HAYMANA
hekimin yönlendirmesiyle gidilmesi gerektiğini ısrarla vurguladıklarını hatırlatmakta fayda var. Bir tedavinin tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilen bu merkezlere uzman bir doktora danışılmadan kesinlikle gidilmemeli.
renal, gynecologic and dermatological diseases. There are various springs from the eastern to western Anatolia, big or small. Boğazlıyan Bahariye Spring and Sorgun Spring in Yozgat, Sarıcakaya in Eskişehir, Gönen, Edremit and Susurluk springs in Balıkesir… Also, the thermal spring waters in Denizli, Uşak, Banaz and Nevşehir have been chemically analyzed, tested and acknowledged which also have accommodation facilities nearby. Healing waters in Uşak Banaz Hamamboğazı, Denizli Pamukkalehot springs, and Nevşehir Kozaklı springs are among significant thermal centers for healing. Diyarbakır, Çermik spring which is recognized as the best spring water in the world with its mineral content is a significant resource that will be much better known in the upcoming years with further investments. Springs are the doors opening to healing with numerous scientifically proven effects, however, it is important to remind that the doctors strongly advise applying the thermal therapy following the guidance of the doctors of medicine.
Havataş’la ücretsiz seyahat fırsatı!
Uçak biletinizi 1-31 Aralık tarihleri arasında Taksim-DibaTur ofisimiz veya
www.havatas.com üzerinden satın alın, ücretsiz yolculuk şansını yakalayın.
Detaylı bilgi için
444 26 56’yı arayabilirsiniz.
Buy your plane ticket from the Taksim DibaTur office or at www.havatas.com between December 1 and 31, and win the chance for free travel.
KAPAK COVER
ÇİLELİ YOLCULUKLARDAN ‘YERDEKİ UÇAKLAR’A
OtobüsÜn ‘kişisel gelişim’i Yıllar önce saatler süren zorlu yolculuklarda da içindeydik, bugün ikramlardan internet bağlantılı konforlu seyahatlere, koltuklarındaki yerimiz yine aynı. Yolların, yolculukların kader olduğu bu topraklarda vefalı taşıtlarımız otobüslerin anılarla dolu koltuğuna oturup keyifle yol alıyoruz… Huzurlarınızda; otobüsün dünden bugüne hayata tutunma serüveni! Yakup Kocaman
“
Y
ola çıktıklarını, yolda bulduklarına değişirsen; hem yolunu kaybedersin, hem dostunu” der şairlerin üstadı Necip Fazıl Kısakürek. “Hem ziyaret hem ticaret” deyimi iş kültürümüzün bir parçası değil midir? Yol ve yolculuklar hayatımızda bu denli yer tutup, “Yol medeniyettir” sözü de ahlaki düsturumuz olunca, vergilerimizin önemli bir bölümünü harcamak pahasına yol inşa etmekten geri kalmayız. O nedenle ülkemizdeki seyahat akışında son 10 yılda muazzam bir ilerleme meydana geldi. Öyle ki, geçen yıl şehirlerarası karayollarını kullanarak seyahat eden yolcu sayısı 276 milyona, havayollarıyla seyahat edenler ise 26 milyona tırmandı. Bu rakamlar her bir vatandaşın, karayollarında yılda ortalama 4 kez uzun bir yolculuğa çıktığını gösteriyor...
44 skyroad
OCAK 2016
Türkiye’nin çehresini değiştirdi Daha yirmi yıl öncesine kadar içerisinde serbestçe sigara içilebilen otobüslerde kirli havayı soluyarak seyahat etmeye mecbur bırakılırdık. Kasetçalar sesinin son haddine kadar açılmasına kızar ama “şoförün bahtı kara, muavinin kalbi yara” vaziyetinde olduğunu bilmezdik... İstanbul’dan otobüse binince Anadolu’nun en doğusundaki şehirlerimize gitmek, ite-kaka 24 saati aşardı. Çileli bir yol çekerdik. Şimdi otobüsler, uçakları aratmayan bir konfora sahip. Havalandırmalar sağlıklı, herkesin televizyonu önünde. Çay, kahve ve yiyecek ikramları bol. 21. yüzyılın başından bugüne kadar Türkiye’nin çehresini en fazla değiştiren şey, ulaşımdaki gelişmeler oldu denilse yeridir. Ülke sathında karayolu uzunluğu 11 yılda 3 kat arttı. 2003 yılında karayolu ve bölünmüş yolların toplam uzunluğu 7 bin 400 kilometre iken 2014 itibariyle bu yolların uzunluğu 23 bin kilometreyi aştı. Özellikle yolların bölünmüş hale getirilmesi bir taraftan seyahat güvenliğini artırırken, bir taraftan da yolculuk sürelerinin kısalmasını sağladı.
Yatırımlarda aslan payı karayollarına Ulaştırma Bakanlığı verilerine göre, son 11 senede bütçeden ulaştırma yatırımlarına harcanan 195 milyar liralık kaynağın aslan payını karayolları aldı. Bu dönemde ülke çapında karayollarına 122 milyar lira yatırım yapılırken, demiryollarına 38 milyar, havayollarında 11 milyar, denizyollarına da 3 milyar lira harcandı.
Personel development of the bus Years ago, we were in the same bus that we had many long and different journeys and today we are having a much better service that includes internet connection, comfort and food service. We are moving forward inthe seats of our graceful vehicles, buses, full of memories on the lands that journeys and roads became the fate of people. And here is the journey of existence from past to present.
O
nly until 20 years ago, we were forced to travel in buses where smoking was allowed, breathing the polluted air. It would take more than a labored 24-hour to arrive at the easternmost cities in Anatolia when you got on a bus from Istanbul. We would suffer on the road. Now the buses are equally comfortable as planes. There is good air conditioning and there are televisions in front of everyone. Plenty of tea, coffee and snacks are served.
Changed Turkey’s face What changed Turkey’s face the most from the beginning of the 21st century to present were the improvements in transportation. The length of roads all over the country tripled in 11 years. While the length of roads and divided roads were 7 thousand 400 kilometers in the year 2003, as of 2014 the length of these roads has become more than 23 thousand kilometers.
Roads get the lion’s share of investments! According to the data from the Ministry of Transport, in the last 11 years, roads have received the lion’s share JANUARY 2016
skyroad 45
KAPAK COVER
Uçak otobüsü geçemedi! Dikkat edilirse, 2010 öncesi dönemde, ülke çapındaki havaalanı sayısının iki kata yakın artmasına bağlı olarak, havayolu firmaları atak yapmış ve havayolu yolcu sayısı 20032010 arasında tam 5 kat artmıştı. İşte bu dönemde şehirlerarası otobüs firmaları da çok eleştirildi. Hizmette geri kaldıkları, gelecekte zarar edebilecekleri konuşulur oldu. Ancak rekabetin doğası, otobüs firmalarını teknolojik atılıma ve hizmet kalitesini artırmaya zorladı. Sektörde son 5-6 yılda gözlemlenen yeni araç filo alımları ve araç içi eğlence sistemlerinin kurulması, ücretsiz kablosuz internet hizmeti gibi teknolojik altyapı yatırımları sayesinde uzun yol otobüs firmaları rekabette kendini
gösterdi. Öyle ki, yerli bir otobüs ağı 2013’te yabancı yatırımcılar tarafından satın alındı.
Havaalanı keşmekeşi mi otobüs sessizliği mi? Etrafımıza, “Günümüzde uçakta sunulup da otobüste sunulmayan hizmet kaldı mı?” diye sorsak, yer yer “Otobüs daha iyi” cevaplarını alırız. Her ne kadar, havayolu firmaları biletinizi birkaç ay önceden almanız halinde sizi Türkiye’nin her yerine 55-60 liraya uçursa da, son dakikada uçak bileti almaya kalktığınızda yüklü bir fatura karşınıza çıkacaktır. Oysa otobüs bileti fiyatları sabit olduğu için bütçe dostudur. Aileler için çift sıra koltuklarda, yalnız seyahat edenler için tek sıra koltuklarda,
Havaalanından şehre konforlu bir seyahat:
HAVATAŞ
H
avada yorucu bir seyahat geçirerek şehre indiniz, kendinizi bir an önce otelinize ya da işiniz gereği gitmeniz gereken yere atmak istiyorsunuz. Belediye otobüs duraklarını aramak size imkânsız görünüyor, taksi ise oldukça pahalı... Vaziyet bu ise havaalanı yolcu servisleri tam size göre bir hizmet sunacaktır. Havaalanının kapısından çıkar çıkmaz, hemen oracıkta bekleyen havaalanı yolcu servisi otobüsüne kendinizi atarsanız, neredeyse belediye otobüsü bileti fiyatına, bilmediğiniz şehrin merkezine konforlu bir yolculuk yapabilirsiniz. Örneğin Havataş, İstanbul Atatürk Havaalanı ve Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan şehir merkezindeki noktalara doğrudan seferlerle yolcu taşıyor. Özellikle şehre gelen yabancı turistlerin tercih ettiği seferler arasında Atatürk Havaalanı’ndan Taksim ve Yenikapı İDO’ya, Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan ise Kadıköy ve Taksim’e doğrudan yolcu taşıyor. Bu, özellikle ellerinde bavullarıyla şehrin karmaşasına bulaşmadan hedef noktasına varmak isteyenler için üretilmiş, bütçe dostu bir hizmet.
46 skyroad
OCAK 2016
Exclusive bus service for airport passengers: HAVATAŞ
A
fter you walk out the door of the airport, if you get on the airport passenger service bus waiting right there, you can have a comfortable trip to the center of the city that you are not familiar with, for almost the price of the municipality bus. For instance, Havataş company transports passengers from Istanbul Atatürk Airport and from Sabiha Gökçen Airport to points in the city center with direct shuttles. It transports passengers from Atatürk Airport to Taksim and Yenikapı İDO Ferry Dock, and from Sabiha Gökçen Airport to Kadıköy and Taksim.
sessiz ve rahat bir otobüs yolculuğu, bazen havaalanlarının o keşmekeşine tercih edilir.
Filoların yüzde 60’ı 10 yaşın altında Bugün karayollarımızda yurt içine ve yurtdışına tarifeli sefer düzenleyen 412 firma bulunuyor. Bu firmaların filolarında, 438 bin koltuk kapasitesine sahip toplam 9 bin 628 araç hizmet veriyor. Yollar duble hale gelince otobüs firmaları da filolarını büyütmeye başladı. Türkiye’deki otobüslerin yüzde 60’ı, 10 yaşından küçük araçlardan oluşuyor. Bu durum, son teknolojinin nimetlerinin koltuk kalitesine yansıması anlamına geliyor.
Kazalar yüzde 60 azaldı Eskiden tek şeritli, mıcırlı yollar, kamyonların ve otobüslerin arkalarında yazan “aşıksan vur saza, şoförsen bas gaza” sözüyle beslenir; gazete sayfaları hemen her gün ağır trafik kazaları haberleriyle dolardı. Karayolları Genel Müdürlüğü verilerine göre, 2003 yılında 100 milyon taşıt/ km’de meydana gelen ölümlü kaza oranı yüzde 5,72 iken, bu oran 2014’te yüzde 2,17’ye geriledi. Duble yolların artmasının yanı sıra, şoförler ve araç-
lar için belirlenen standartların yükselmesi kazaların azalmasını sağladı.
Araç sayısı gelecekte üç kat artabilir Kişi başı milli geliri 10 bin doların üzerine çıkmış bir ülke olsak da, kişi başına düşen araç sayısı henüz yüzde 4 seviyesinde bulunuyor. Avrupa Birliği’nde bir kişiye bir aracın düştüğü ortalamayla kıyaslandığında Türkiye’de araç sayısının, gelecekte
şimdikine nazaran 3 kat artmasını beklemek abartılı olmaz. Zira 2003 senesiyle karşılaştırıldığında yollardaki otomobil sayısı yüzde 100, otobüs sayısı ise yüzde 70 arttı. Türkiye genelinde 2003 yılında otomobil sayısı 4 milyon 700 bin adetken, bu sayı 2014 sonu itibariyle 9 milyon 857 bine yükseldi. Benzer şekilde aynı dönemde ülke genelindeki otobüs sayısı 123 binden, yüzde 70 artışla 211 bine yükseldi.
of the 195 billion of funds allocated to transportation from the budget. In this period, 122 billion was invested in roads, 38 billion in railroads, 11 billion in airways and 3 billion in seaways across the country.
The plane could not beat the bus!
Otobüsler güneş panelleriyle kaplanacak The buses will be covered with solar panels
O
rtadoğu Teknik Üniversitesi Güneş Enerjisi Araştırma Merkezi’nde çalışan bilim insanları, otobüslerin üzerini güneş panelleriyle kaplayarak yüzde 3 oranında yakıt tasarrufu yapabilen bir teknoloji geliştirdi. İlk denemeler MAN otobüsleri üzerinde yapıldı. Bu teknolojiyle, otobüsün üstünü kaplayan özel üretilmiş ince güneş paneller; aracın ek klimasını çalıştırıyor, koltuklardaki ses ve görüntü sistemlerinin elektriğini veriyor, kablosuz interneti, soğuksıcak su ünitelerini ve ışıklandırmaların yanında ayrıca motorun aküsünün ihtiyacı olan elektriği üretebiliyor.
S
cientists working at the Middle East Technical University Center for Solar Energy Researchcovered the roofs of buses with solar panels and developed a technology that saves 3% of the fuel in last April. First tests were made on MAN buses. With this technology, custom built solar panels covering the roof of the bus operate the additional air conditioning of the vehicle, charge the audio video systems on the seats, and generate the electricity required by wireless internet, hot-cold water units and lightings as well as by the battery of the engine.
The number of airway passengers increased exactly 5 times between 2003 and 2010. In this period, the bus companies were harshly criticized. It was being discussed that they were falling behind in service, that they could lose money in the future. But the nature of competition forced the bus companies to a technological leap and an increase in service quality. Owing to new bus fleets and investments in technological infrastructure such as in-vehicle entertainment systems and free wireless internet services, long distance bus companies rose to the occasion. So much that a local bus network was bought by foreign investors in 2013.
Chaos in the airport or silence of the bus? If we ask around “Is there any service left that can be found on a plane and not on a bus?” we sometimes get the answer “Bus is better”. Even though the airlines fly you everywhere in Turkey for 55-60 liras if you buy your ticket a few months ahead, they will present you with a high bill if you happen to buy a plane ticket at the last minute. But the bus tickets are budget friendly since they have fixed prices. JANUARY 2016
skyroad 47
SÖYLEŞİ conversation
Uğ Ur y üc el 48 skyroad
OCAK 2016
“Hayatla beraber ” ! e t ş i z u r o y ı n yuvarla “Life ıtself and us, Just gett
ing by!”
Oynadığı her rolü baştan yaratan bir oyuncu, başarılı bir yönetmen ve iyi bir fikir adamı Uğur Yücel… “On parmağında on marifet” deyiminin arkasında dağ gibi duran nadir isimlerden biri... Önümüzdeki günlerde birkaç işle birlikte yeniden “hayat gündemimiz”e girecek olan büyük ustayla, geçmişi, bugünü ve yaşam rotasını konuştuk… Every character he has given life to still linger in our minds. Now, the great actor brings “Kötü Kedi Şerafettin (Şerafettin, The Bad Cat)” to life with his voice that we’ll hear on theatres from February. Despite his tight schedule, Uğur Yücel was kind enough to spare time for our questions. We talked about the past, this day and the life in general. JANUARY 2016
skyroad 49
SÖYLEŞİ conversation
Ali Mert Alan
B
ugüne kadar hayat verdiği her karakter, hâlâ aklımızın kancalarına takılı... Kısa bir süre önce rol aldığı “Yaktın Beni” filmindeki “Macit” karakteri de buna bir örnek… Şimdi de Şubat’ta vizyona girecek olan çizgi karakter “Kötü Kedi Şerafettin”e sesiyle hayat veriyor usta oyuncu. Tabii bu arada üzerinde çalıştığı senaryoyu ve tiyatro sahnesi için yaptığı hazırlıklara tam gaz devam ediyor. Bu yoğun tempoda bize vakit ayıran Uğur Yücel ile bir araya geldik ve geçmişi, bugünü ve hayatı konuştuk. “Yaktın Beni” isimli sinema filminde rol aldınız. Sonrasında “Kötü Kedi Şerafettin”i seslendirdiniz. Gündeminiz buradan bakınca oldukça yoğun gözüküyor. Bu hareketliliğin içinde kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Yeni yazmaya başladığım bir senaryo var. Şu an rol almamın da söz konusu olduğu bir dizi hazırlanıyor. Tiyatro sahnesi için hazırlık var. Bütün bunlar benim hayatım, iyiyim anlayacağınız. “Kötü Kedi Şerafettin” pek çoğumuzun çocukluk kahramanı... Peki, “Şero” sizin için ne ifade ediyor? Şero’nun takipçisiydim. Benim çocukluğum, ilk gençliğim Kuzguncuk’ta geçti. Sonra Cihangir’de ilk evimi tuttum. Mahallede büyüyen çocukların çok seveceği bir karakterdi Şero ve o sevimli çete. Biz sokak çocuklarının kedileri, köpekleri çok olurdu ve o hayvanlar bağımsızdı. Tasmasız, yersiz yurtsuz, sokak “itleri” yani. O yüzden onlar da gündelik yaşamın parçalarıydı.
50 skyroad
OCAK 2016
Y
“Şero iyidir, kötü olduğu halde iyidir. O ‘anti kahraman’dır.” “Şero is good, its good although it is bad. It is anti-hero”.
Hayvan muamelesi görmezlerdi. Hakikaten Osman abiler, Niyazi dayılar gibiydiler. ”Kötü Kedi Şerafettin”: Sert, argoyu seven, ne yapacağı hiç belli olmayan, patlamaya hazır bomba gibi bir karakter. Hayatın içinde böyle bir insan olsa hepimiz nefret ederdik... Şero’daki şeytan tüyünü siz neye bağlıyorsunuz? İnsan iyiyle kötü arasındaki bütün çatışmalarla beraber yaşar. İnsanlar aslında bütün halleri taşır. Bu durumu çizgi karakterlerde gördü-
ğümüzde korkunçluğu gidiyor. Hatta iyi yürekli kediler, köpekler duygu seli yaratır insanda. Şero iyidir, kötü olduğu halde iyidir. O “anti kahraman”dır.
“Kendimi özel saymam” Çok sayıda sinema filminde yer aldınız. “Eşkıya”, “Arabesk”, “Muhsin Bey”, “Selamsız Bandosu” gibi rol aldığınız filmler izleyiciler için özel filmler kategorisine girenlerden sadece birkaçı. Sizin için en özel film hangisi? Açıkcası bunu bilemiyorum, ben kendimi özel saymam. Ama “Muhsin Bey”le Anadolulu olduğumu anladım. Yani ruhumda yeni bir kapı açılmıştır o günden sonra. “Yazı Tura” ve “Ejder Kapanı” filmlerinizde sinematografik açıdan büyük farklılıklar var. Bu iki filmi yan yana koyduğu-
ou acted in “Yaktın Beni” movie. Then you dubbed for Şerafettin, The Bad Cat. You seem to be very busy. How does all this hurly-burly feels? I just started to write a plot and there is also a series being written where I’ll be acting. Preparations are going on for a theatre play… Well, this is my life, more or less. So, I feel good about it. Şerafettin, The Bad Cat is a childhood hero for most of us. What does Şero mean to you? I was a keen follower of Şero. I spent my childhood and early youth in Kuzguncuk. Then I rented my first place in Cihangir. Şero and his adorable gang were quite enjoyable for the children growing up in the quarter neighborhood. As the children playing outside, we used to have a lot of cats and dogs and they were stray animals, independent and free. No collars, no place, just stray dogs... So, they were a part of the everyday life. They were not treated as animals. They were no different than any Osman Bro or Uncle Niyazi. Şerafettin, The Bad Cat is a tough character, loud-mouthed, unpredictable and a powder barrel. If he were a guy that we knew, we all would hate him. To you, what is his luck of devil? Individuals go through all conflicts between the good and the bad. A lot of things are going on for all of us. When we are faced with it in the cartoon characters, it becomes less awful. And good mannered cats and dogs bring us to tears. Şero represents the good, he is the good in the bad. He is an “anti-hero”. JANUARY 2016
skyroad 51
SÖYLEŞİ conversation
“Büyüdükçe boyun eğebiliyor insan, daha kalın kafalı oluyor.” “The people knuckle under when he/she is growing by the time, she/he is become more dim.” nuzda ne düşünüyorsunuz? Senaryolar bütünüyle karakterdir aslında. Filmin türüne göre, gerektiğine göre işler reji ve kamera. İçinde dolandığım işler birbirinden çok farklı. Çünkü türler arasında gezinmenin iyi olduğunu düşünüyorum. Mesela, şu an üzerinde çalıştığım film yepyeni bir çalışma benim için. Ne bileyim kardeşim, hayatla beraber yuvarlanıyoruz işte! Bir röportajınızda “Hayatta komut bende diyecek zamanım çoktan geçti” dediğinizi okumuştum. Daha önce “dediğim dedik” bir adam mıydınız? İnsan hangi yaşlarda olayları daha soğukkanlı karşılar hale geliyor? Yok, o sette oğlumla ilişkimizi sorduklarında verdiğim cevaptı galiba. Evet, ona baba olarak “Bu böyle olmalı” demişimdir. “Bu böyle olacak” demedim hiç. Sette de o yönetmense “motor-stop” komutu ondadır elbette. Daha çok çocukken dediğim dediktim. Kabul etmeseler de ben doğruyu söylediğimi biliyordum. Büyüdükçe boyun eğebiliyor insan, daha kalın kafalı oluyor.
“Hayata baterist olarak başladım” Oyunculuk, senaristlik ve yönetmenliğiniz biliniyor ama siz aynı zamanda müzisyensiniz. “Gemide” ve “Laleli de Bir Azize” filmlerinin
52 skyroad
OCAK 2016
müziklerinde imzanız var, çocukluk yıllarınızda davul çalıyormuşsunuz. Müzisyen kimliğinizi çok fazla ön plana çıkarmamanız bilinçli bir tercih mi yoksa tesadüf müydü? Hayata baterist olarak başladım. Yani para kazanmaya... Tiyatro okudum, sinemacı oldum. Müzisyenlik de yaptığım için film müziği üzerine de fikrim oluştu. Galiba o da her müzisyenin işi değildir. Filmin duygusunun uzantısı da kolayca öğretilemez. Ama ben her yaptığım filmin müzik-
“Ben, devamsızlardan 2155” Pavyonlarda sahne aldınız, her çeşit insanı gördünüz, sayısız insan hikâyesine tanıklık ettiniz. Sokaklar, insanlar Uğur Yücel’e ne öğretti? Hayata dair kendinize nasıl dersler çıkarttınız? Çok güzel, benzersiz hayatlardan geçtim, hatta sinemalardan geçtim diyeyim ki daha afili olsun. Yaşadıklarımın çoğu inanılır gibi değil. Ya da ben hayatlara biçim verdim. Kutsallaştırdım her neyse. Bilmem ki, hayat bir dershane olmadı. Ya da ben okulu kırdım dersem daha doğru olur. Lise de devamsızlıktan kalmıştım zaten. Ben devamsızlardan 2155.
“2155, absent!” You have by no means been a pretentious gentleman of the parquet floor, or a snob at all. You have come from the streets, and preferred the backstreet dim light to the neon light clubs. You’ve got on the stage in the honky-tonks and seen all types of people, witnessing countless life stories. What did the streets and people teach Uğur Yücel? What were your life lessons? I have seen beautiful and unmatched lives, I have seen amazing movies in a sense, let’s make it cool! Most of the things I’ve been through are very hard to believe, or I shaped those lives myself. Maybe, I made them sacred, whatever. I don’t know, life has never been school-like, or I skipped school. Yes, this is it! I failed the high school for habitual absence. I was 2155, the absent!
lerinin de içinde oldum aslında. Peki, kimleri dinlersiniz? Gençken rock-caz dinlerdim, sonra klasik müzik girdi hayatıma. Şimdilerde daha çok klasik dinliyorum. Ama Neşet Ertaş’ı da, Müslüm Gürses’i de, Roman havalarını da, Rus tangolarını da, İran müziğini de samba-salsa da severim. Neşem sambadır. Hatta, samba perküsyon çaldığımda ciddi trans yaşarım. Kederim Bach’dır. 2013 yılında da “Yağmur Kesiği” isimli bir öykü kitabı yayınlamıştınız. Müzik, yazarlık, oyunculuk, senaristlik bunların hepsi sizin hayatınızda var. Hangisi sizi daha çok mutlu ediyor? Okumak ve film seyretmek en çok haz duyduğum şeyler. Yazmak da bazen piyano çalmak gibi… Keşke senfoniler yazabilen biri olsaydım.
“Nedir bu sessiz keder…” Hani “Hayatı ve edebiyatı Çehov’dan öğrendim” diyorsunuz ya, Çehov’da Türk toplumuna dair neler buldunuz? Ben konservatuvara girdiğimde cahildim. Bir mahalle çocuğu için ileride düşünüyordum. O halde cahil demeyelim çünkü hayatı okuyordum. Ama okul ve hocalarımdan hayatın derinliğini öğrendim. İnsanın çok boyutluluğunun içine daldım. Çehov özellikle, kutsal saydığım bir yazar oldu. Onu çok iyi anlıyordum. Hatta onun için üzülüyordum. Nedir bu sessiz keder ve ne kadar yalnız bir ruh diyordum ve tabii ki ne kadar neşeli kalabalık bir kafa. Ruslarla çok bir arada oldum. Hâlâ dostluklarım sürüyor. Kavuştu-
“I don’t think I am special” You took part in many movies. “Eşkıya (The Bandit)”, “Arabesk (Arabesque)”, “Muhsin Bey (Mr. Muhsin)” and “Selamsız Bandosu (Selamsız Band)” are only a few of which already classified in a special category in the eyes of the audience. Which one is most special for you? I don’t know really, I don’t deem myself special. But, I came to realize with Mr. Muhsin that I was from Anatolia, to the backbone. A door inside my soul opened that very day.
“I started as a drummer first” You are acknowledged with your acting, script-writing and directing but actually you are a musician. You made the soundtrack for “Gemide (On Board)” and “Laleli de Bir Azize (A Madonna in Laleli)” movies. You also used to play the drums in your childhood years. Is it a preference or a coincidence that you don’t bring music to the forefront? I started off as a drummer. I mean, that was how I started making a living. Then I studied drama and became a film maker. As I was a musician already, I had an idea about film music. Perhaps, it is not every musician’s cup of tea. The feeling that the film evokes cannot be taught easily, either. But I somehow found myself deep inside the music that I made for the films. Now that you say, “I learnt the life and literature from Chekov”, what did you find about the Turkish society in Chekov’s storytelling? I was ignorant when I started Conservatory training. My mindset was ahead of an ordinary boy raised in the quarter neighborhood. Maybe I shouldn’t say ignorant, but just a student at the school of life. I learned the depth of life from the school and the teachers. I was there, diving into the depths of the multifaceted nature of
JANUARY 2016
skyroad 53
SÖYLEŞİ conversation
ğunda, ayrıldığında, vedalaştığında bu kadar kederlenen ya da sevincinden ağlayan iki toplum olamaz. Anadolulu insanıyla Rus halkı birbirine çok benzer. İçli insanlardır her iki toplum da. Sanatla olmak biraz da dertli olmak anlamına geliyor. Müzik, yazarlık, oyunculuk ve senaristlik söz konusu olduğunda sizi daha dertli düşüncelere yönelten hangisi? İnsanın kederini keşfettiğinizde dertlenme başlar. Kaderini gördüğünüzde çıkmazını bilirsiniz. Acınası yaratıktır insan. Bu bilgi insanı mutsuz eder. Sonunu bilmek...
the individual. Chekov was my idol. I could understand him. I was actually sorry for him. What was this silent grief of lonesome soul all about? And what a joyful and enthusiastic mind! I spent a lot of time with Russians. Our friendship withstands the test of time. There could be no other two nations which feel so bad when saying goodbye and cry so much out of joy when they meet again. Anatolian and Russian people are so alike. They are both sentimental. You are so into cooking! Cooking and eating, both ways… You enjoy long hours spent on good food and chat. If you were a chef of a restaurant, which dish would you cook? Who should be your regulars? Yesterday, I watched the documentary of the chef Jiro Ono, the sushi chef, for the second time. He is my guru! I will put his poster on my wall and bow down before him, hand and foot. It’s a must-see for all those into fine arts. If I cooked meatballs, I’d receive Michelin star. My bean salad is deliciously palatable. I say to myself “I’ll start to cook meatballs once and for all.” Maybe, one day! Ugur’s Grill!
“Arkadaşlarımın arasında ünlü isim çok yoktur. Çalıştığım insanların çoğu haysiyetli, dertli insanlar...” “I have a few famous friends. Most of the people I have worked with dignity, heartbroken…” İşleriniz haricinde “görünmekten” hoşlanmıyorsunuz. Ön planda olmak, çoğu için önem arz ediyor. “Ne işim var benim bunların arasında?” dediğiniz oluyor mu? Kimsenin arasında değilim ki zaten. Arkadaşlarımın arasında ünlü isim çok yoktur. Ama sanatçılar var. Hatta çoğunun bizim işlerle alakası yok. Beraber çalıştığım insanların çoğu haysiyetli, dertli insanlar...
“Köfteci açsam Michelin yıldızı alırım” Yemek konusuna oldukça meraklı ve ilgilisiniz. Evet, mesela dün ikinci kez Jiro Ono adlı suşi şefinin belgeselini izledim. Benim gurum oldu adam. Posterini asacağım evime, her gün
54 skyroad
OCAK 2016
iki elimi göğsümde kavuşturup yere kadar eğileceğim. Güzel sanatlarla uğraşanların kesin izlemesi gereken bir film. Sadece yemeği değil yapmayı da seviyorsunuz. Uzun sofra muhabbetlerinden de keyif alıyorsunuz. Şef olduğunuz bir restoran açsanız hangi yemekleri yaparsınız? Ben köfteci açsam kısa zamanda Michelin yıldızı alırım. Yaptığım piyazın tadı bütün dostların damağındadır. Et kesilirken de başında dururum, ızgarayı da kendim yaparım. Köfteci açmak oyuncular arasında konuşulur. Her şeyi terk etmek anlamına gelir. Ben de çok söylerim. “Köfteci açıp her şeyi bırakacağım” derim. Bakarsın gerçek olur. Köfteci Uğur Baba!
ŞEHİR RUHU THE SOUL OF cıty
56 skyroad
OCAK 2016
U R S E LV E S MADE TO O E W E IS M O IS A P R
z i m i ğ i d r e v Kendimize bir sözdür...
ğı, İstanbul lı n ra y a h u ğ u uyd dim ustaların l’un tarihine d a u k b , n ış ta m İs ık , ç n a n s a d Pek çok in gi büyük ların planyasın n ıl a y h z ü a y m o A e r. tt ti e iş lb sevgisi sanır. E an naif bir kapı haline getirilm an edilmek ister ki? urb çıl ü tarafından k elinde göğe a ğ lü k ü y ü b i k s k, e kent yaşlanma t their childAli Ayçil r u başka bi ocukluğun so kasabanın şehrin ya da r, çirmiş olanla kaklarında ge e rm gö nbul’u bir gün İsta ne ak an , r. Çünkü bu uz yü bü le liy ya ha yatlarına ları anlarda ha hiç ummadık z hikâye ine ait sayısı girerek, kend sohbet. Haberlerde, ra la on r tı la an in dilingidip gelenler lerde ya da nbul, an kle giren İsta de şekilden şe e verdiği kendi kendin gelir insanın başka bir şür. Ergenler bir söze dönü t etmek de onunla ispa l ği de e rl hi şe lperesterlükleri; haya isterler özgü
Ç
sokakları bilmedikleri ler onun hiç gizliye. irirler gizliden için para birikt rlarınleri, yol kena üs ob ot ul nb İsta inde, bir rın pencereler daki kasabala kaybolur; karak ufukta ra bı i iz k ça bı lcularıarlarından yo kentlerin otog urlanan ar, bir gün uğ nı uğurlayanl nki geçarzularlar. Sa olmayı ne çok Anadoıydı? Yalnızca mişte farklı m rla çevrili smanlının su lu’da değil, O pılarınnde, kentin ka bütün kentleri ’a doğru usu İstanbul dan en efsunl güçlü bir ul’un kapısı, nb ta İs ı. rd ılı aç in çubuk, bütün yönler mıknatıs gibi eyi bilirdoğru çevirm larını kendine le ihanet lları bir kez bi di. Zamanın yo ak menzile… etmedi bu uz
spen hose who have ty s of another ci et re st e hood in th of m ea up with the dr or town, grow is th e us one day. Beca seeing Istanbul es liv their r comes into distant mothe pect and ex t as ts they le at the momen out hertless stories ab tells them coun e their ov pr nts want to self. Adolesce Istant bu another city liberty not with ly for et cr save money se bul; dreamers ses Bu . of know nothing its streets they zo hori n, ppear into the to Istanbul disa n on the shing reflectio leaving a sla road; those e towns by the windows of th at the bus loved ones off who see their seen off be much wish to terminals very one day. Ahmet (Five Cities), In “Beş Şehir” the stoar touches upon Hamdi Tanpın d been woman who ha ry of an old
T
JANUARY 2016
skyroad 57
ŞEHİR RUHU THE SOUL OF cıty
Bir gün geri dönebilme hayali Ahmet Hamdi Tanpınar, “Beş Şehir” de, daha genç bir kızken Arabistan’a gelin giden ve bir daha güzel şehrine geri dönemeyen yaşlı bir kadının hikâyesine dokunur ve geçer. Ölmek üzere olan kadın, tıpkı bir dua gibi, İstanbul’un sularını sayıklamaktadır: Çırçır, Hamidiye, Karakulak… Çocukluğu İstanbul’da kalanlar, bir gün İstanbul’u görmek isteyen çocukların o uzak dünyalarına gittiklerinde, onlarınkine hiç de benzemeyen başka türden bir hayalin kurbanı olurlar; bir gün geri dönebilme hayalinin. Belki de yeryüzünün en hazin anlarından biri, on yıllar önce sevgili İstanbul’undan mecburen ayrı kalmış bir insanın, ölmek üzereyken gözlerini “uzak bir yere” dikmesidir: Lodoslu bir gündür belki, kayıklar sallanıp durmaktadır boğazda; rüzgâr Süleymaniye’den bir ezanın sesini alıp, yamaçların gümrah saçlarını taramaktadır; hiç değişmemiştir saçakları yoran yağmurun sesi. Ölürken dünyayı değil de kendini düşlettiren bir şehirdir o; belki de bütün sırrı buradadır!..
Her yeni kuşağın hevesine açık Pek çok insan, İstanbul’un tarihine duyduğu hayranlığı, İstanbul sevgisi sanır. Elbette o yüzyılların planyasından çıkmış, kadim ustaların elinde göğe açılan naif bir kapı haline getirilmiştir. Ama hangi büyük kent yaşlanmak, eski büyüklüğü tarafından kurban edilmek ister ki? Günlerini İstanbul’la
58 skyroad
OCAK 2016
konuşarak geçirenler, onun, bir kez bile hatıralarıyla avunmadığını, sürekli geleceğinin yüzünü şekillendirip durduğunu bilirler. Taşı bir saplantıya dönüştürmeyen bu hoşgörülü şehir, her yeni kuşağın hevesine açık tutar gövdesini. İstanbul’u daima taze, canlı ve şenlikli yapan biraz da onun bu esnek gövdesidir. Yine de bir sınırı vardır bu gövdenin, kimsenin can evine dokunmasına müsaade etmez. Sürekli şehre eklenen yeni binaların, yolların, semtlerin tam ortasında, bir gözcü gibi bekleyip duran hanlar, korunaklı ahşap evler, camiler ve surlar, hiç belli etmeden vakitlere ayar vermeyi sürdürürler. Bu yüzden İstanbul daima İstanbul olarak kalır… Şu berrak göğün altında, suların ve tepelerin sayısız parçaya böldüğü gövdeni her düşündüğümde, Borges’in dokundukça çoğalan yeşil madeni geliyor aklıma. İyi bir nöbetçi değilim, kabul! Kimi zaman aksatsam da, her hafta buraya gelip, meydana bakan şu banklardan birine oturarak seninle konuşmaya devam ediyorum işte. Buradan bakınca, yerden fışkıran dev bir kaynağa benziyor Sultanahmet. Tıpkı ezanın sesi gibi, bu görkemli kaynaktan fışkıran görünmez sular da dalgalar halinde uzaklara doğru yayılıp duruyor. Birbirinden kopmuş, uzaklaşmış, parçalanmış sandığım şehir, Sultanahmet’ten yayılan bir dalganın izlerine dönüyor sonunda. Her nöbetimde bir kez daha anlıyorum ki, İstanbul “merkez”dir. Yalnızca uzak semtler değil, bütün uzak kentler de, “güney”e buradan bakarlar…
Zamanın yolları bir kez bile ihanet etmedi bu uzak menzile… Ways of time do not betray to this distant range even once...
married off to Saudi Arabia and could never go back to her beautiful city. In her death bed, the woman recites the waters of Istanbul, like a prayer: Çırçır, Hamidiye, Karakulak… Those who left their childhood in Istanbul, when they go to the distant worlds of those who dream of seeing Istanbul one day, fall victim to a dream completely unlike of them; the dream of going back one day. Perhaps one of the most touching moments on earth is when someone who had to leave dearest Istanbul decades ago, stares at that “faraway place” on his deathbed: Maybe it is a day with southwest wind, the boats are rocking on the Bosphorus; the wind takes the sound of an azan from Süleymaniye and combs through the luxuriant hair of the hillsides; the sound of the rain beating the roofs has not changed a bit. Those who spend their days talking to Istanbul know that it never finds solace in its memories, constantly forming the face of its future. In the middle of the new buildings, roads and neighborhoods added to the city, the inns, protected wooden houses, mosques and city walls that watch over the city without showing, keep adjusting the time. For this reason Istanbul always stays as Istanbul... Every time I think of your body, under this clear sky, divided into countless parts by waters and hills, I remember Borges’ green mineral that multiplies when touched. I am not a good watchman, I admit! Even though I miss once in a while, each week I come here, sit at one of these benches facing the square and I keep talking to you. From here Sultanahmet looks like a huge spring gushing out of the earth. Just like the sound of azan, the invisible waters shooting from this magnificent spring ripple away into the distance. The city I believe to be torn in pieces, drifted away, divided, eventually turns into the traces of a wave spreading from Sultanahmet. In each watch shift, I understand once more that Istanbul is the “center”. JANUARY 2016
skyroad 59
BİZİM GEZEGEN OUR PLANET
Atların denizinde tarihe yolculuk
Geleneklerini, modernizmin “uyarlama” hastalığına düşmeden yaşatan nadir ülkelerden biri Moğolistan... Hem zamanın dışında, hem iç saati bugünü gösteriyor!
Aslı Atasoy
M
oğolistan, buradan kilometrelerce uzakta Asya’nın ortasında duruyor. Göz alabildiğince düz, gönlünüzün yettiğince kadim. Gökyüzü yeryüzü ile bir çırpıda birleşirken, yüzlerce yıl öncesinin kültürü de hayata eşlik ediyor. Moğolistan’da doğaya ait pek çok şey gibi, her dem gökkuşağı görmeniz de mümkün, çift hareli olan bu gökkuşağı sonsuzluğun simgesi gibi bir uçtan uca sarmalıyor.
Mongolia: A journey to history in the sea of horses If you were born and raised in these lands and if history is one of your interests, you can put Mongolia on the top of your mustsee-places list.
M
ongolia is in the middle of Asia, many kilometers away from here. It is as plain as the eye can see, as ancient as your heart can harbor. As the sky and the earth join at a single stroke, its centuries-old culture accompanies to life. Genghis Khan, the brave warrior of
BİZİM GEZEGEN OUR PLANET
Geleneklerine bağlı Moğollar, Rusya ve Çin’in arasında yer alan bu ülkede, dünyanın 1,5 milyon metrekarelik yüzölçümünde yaklaşık 3 milyon kişilik bir aile olarak yaşıyor. Moğolistan, tarihte hanlar hanı olarak bilinen Cengiz Han’ın 1206 yılında Moğol İmparatorluğu’nu kurmasıyla dünyaya ve çağına hüküm etmesiyle bilinir. Denize penceresi olmayan bu bozkırdan çıkan tarihin cesur savaşçısı Cengiz Han’ın etkisi ülkede hala devam ediyor. Konuyu burada tarih kitaplarına bırakıp biz
ülkenin seyyahlar için olan kısımlarına göz atalım. Moğolistan’ın başkenti Ulan Batur ülkenin en büyük ve kalabalık şehri olarak kayıtlarda yer alıyor. Çok sevimli bir kent olan Ulan Batur’da hayat romantik bir şiir gibi akıyor. Acelesi olmayan, güler yüzlü insanlar her yerde sizi selamlaya hazır haldeler. Şehrin sakinliği ve insanlarının sıcakkanlılığı misafirlerini derinden etkiliyor. Gökyüzüne her yerden erişebileceğiniz dümdüz bu şehirde, parklar, geniş caddeler ve meydanlar
Göçebelik kültürü, Moğolların günlük hayat ve yaşam kültüründe derin izler bırakmış... Culture of nomadism left deep traces on Mongol’s daily life and culture.
62 skyroad
OCAK 2016
sizi ağırlıyor. Eğer modern şehirlerin hızını, göz kamaştıran parıltısını arıyorsanız Ulan Batur size bu konuda çok fazla bir şey vaat etmiyor. Ancak şehrin önemli caddelerinde ve semtlerinde modernizm kendisini tüm ihtişamı ile göstermeye başlamış. Ulan Batur’un, eski Rusya döneminden kalmış mimarisi hızlı bir değişim içerisinde. İnşa edilen beş yıldızlı otelleri, markaların yan yana hava attığı lüks mağazaları ve güzel lokantaları bir yanıyla batıyı bu Asya ülkesinde bulmanızı sağlıyor.
Göçebe kültürünün izleri Tahmin edilebileceği gibi bozkırlardan çıkıp uzunca bir dönem dünyaya hükmetmiş Cengiz Han ve göçebelik kültürü Moğollar için vazgeçilemi-
yor. Şehrin tam ortasındaki Suhbatur Meydanı, meydan kelimesinin tam anlamıyla hakkını veriyor. Moğolistan’ın minicik bir panoramasını bu meydanın boşluğunda ve genişliğinde görmek mümkün. Cengiz Han Heykeli
history rising up from this savannah without a window facing the sea, still has an effect on the country. Let’s leave this topic to history books, and take a glance at the other parts of the country for travelers. Ulan Bator, the capital of Mongolia, is recorded as the biggest and the most crowded city of the country. In the very adorable city of Ulan Bator life flows on like a romantic poem. Cheerful people not in a hurry are ready to greet you anywhere. The tranquility of the city and its friendly people deeply affect the guests. In this flat city where you can reach the sky anywhere, parks, avenues and squares welcome you. As might be expected, nomadic culture and Genghis Khan, who rose up from the savannah and ruled the world quite a long time, are indispensible for Mongols. Sükhbaatar Square is in the heart of the city, and it does complete justice to the word “square”. It is possible to see a tiny panorama of Mongolia at the emptiness and broadness of this square. Within the wide geography of the country, numerous nature parks are generous for different kinds of tours and travels. Considering the acreage, you would better clarify what you want to do. Whether you travel by SUVs, or train or motorcycle or bicycles, you will have every kind of comfort; you’re your pick. After Ulan Bator, my next destination was Gun-Galuut Nature Reserve. During our journey with SUVs, we could see the sculpture of Genghis Khan on the road. We stayed at Mongolian Ger Camp, near the Kherlen River rising in China. Staying JANUARY 2016
skyroad 63
BİZİM GEZEGEN OUR PLANET
Her kuş kendi cinsiyle uçar! Kartal yetiştiriciliği ve avcılığı; Cengiz Han’dan beri Moğolistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da yaşatılan bir gelenek. Kartal yetiştirip eğitmek meşakkatli, uzun ve tehlikeli bir iş. “Berkutchi” adı verilen kartal eğitmenleri büyük saygı görüyor. “Berkutchi”lerin uğur getiren insanlar oldukları, eşlerinin ise her yaşta doğum yapabileceklerine inanılıyor. Göçebelikten gelen halkın, soğuktan korunmak maksadıyla kurt ve tilki postu temini için yaptıkları “kartalla avcılık”, azalsa da bugün de devam ediyor.
Every bird flies with its own strain! Raising eagle and hunting is a kind of tradition from the Cenghis Khan in Mongolia and Kryrgyzstan. Raising and training eagle is a dangerous, difficult and onerous job. “Berkutchi” is the name given who is great respected eagle trainers. There is a common belief in this region. Berkutchis are lucky man and their wives are fertile in every age. In order to keep out the cold from nomadic life of the people to protect their wolf and fox peltry. In this view “eagle hunting” decreased in long time but it is not finished yet.
64 skyroad
OCAK 2016
JANUARY 2016
skyroad 65
BİZİM GEZEGEN OUR PLANET
ve ülkenin Meclis Binası bu meydanın genişliğine güçlü bir anlam katıyor. Han heykeli ve atlarla simgeleşen göçebelik, savaşçılık geleneği bu meydanda her daim kendini insanlara anımsatıyor. Şehrin en işlek yeri olan meydanın çevresinde ise daha batılı bir çehre yer alıyor. Moğolistan’a gitmeden önce görülmesi gereken yerler için bir liste hazırlamanız da fayda var. Ülke geniş coğrafyasında çok sayıda doğal park, farklı gezi biçimleri için çok cömert. Yüzölçümünü göz önüne alınca yapmak istediklerinizi netleştirmeniz size kolaylık sağlayacaktır. İster arazi araçlarıyla, ister ister tren, isterseniz de motosikletler ya da bisikletler ile gezmek için her türlü konfor var, seçim sizin. Moğolistan gezisi esnasında her türlü yolculuğu yapan dünyanın farklı ülkelerinden
66 skyroad
OCAK 2016
Kültürel semboller farklılık gösterse de “kent” manzaraları değişmiyor! Although it varies cultural symbols, ıts not change “city” views! insanlarla karşılaşmanız mümkün. Ülkenin para biriminin değer olarak Türk Lirası’ndan daha düşük olması size farklı alternatifler için fırsatlar sunuyor. Benim rotamda Ulan Batur’dan sonra Gun-Galuut Doğal Parkı vardı. Arazi araçları ile yaptığımız yolculuk esnasında yolda Cengiz Han’ın heykelini görebiliyorsunuz. Çin’den doğan Kherlen Nehri yanındaki Mongolian Ger Kampta konakladık. Moğollar’ın Ger ismini verdiği çadırlarda konaklamak mutluluk veriyor. Bu çadırlar göçebelik dönemi
boyunca ev olarak hizmet vermiş. Kampın mütevazi ve ekolojik özellikleri doğanın insan karşısında bir yandan hem kudretli hem de insana aslında ne kadar cömert olduğunu anlatıyor.
Atlar ülkesi Ülkeyi gezerken, Ulan Batur’dan ayrıldığımız andan itibaren bu coğrafyanın dillere destan yabani dağ koyunları ve atlarının adım attığınız her yerde size eşlik etmesi insanı derinden etkiliyor. Sonsuzluğun içinde hayvan sürülerinin mütevazı ha-
in tents the Mongolians call “Ger” gives you great happiness. During our 12-days journey from Ulan Bator to the edge of the Gobi Desert and Orkhon Valley, we only stayed at Gers on the road. Mongol families stay in the Gers in the summer months and the interior decoration of these attaches a particular importance to the man of the family. Mongol families living in modest and comfortable Gers show warm hospitality to the guests. Another impressive place in our route is Elsen Tasarkhai where Els sand dunes, rocky mountains of Khogno Khan, green meadows and fantastic lakes are all together. Going to Mongolia from Turkey, it is a must to visit the Orkhon Inscriptions located in the Orkhon Valley. These “Eternal Stones”, also known as Göktürk inscriptions, are vital documents ofthe Turkish language and literature and they have been addressing to Oghuz Turks since 732 AD. The copies of these stones standing in the middle of the savannah are exhibited on the field. Karakorum is another important city that needs to be seen. During this part of our journey, we stayed in a camp overlooking the humble Karakoram. Karakoram was the capital not only of the Great Mongol Empire but also of the states founded by Göktürks and Uyghurs. It deserves to be visited attentively as the teller of the long stories from the days when it was the capital to present. Besides, there are lots of museums in Ulan Bator. The National Museum from the era of Genghis Khan Period and the Dinosaur Museum particularly deserve to be visited. Before returning from Ulan Bator, I advise you to see an authentic shamanic ceremony, to watch a fascinating concert of the local artists singing three different notes at the same time, and to taste the dishes in a Mongolian barbeque restaurant. JANUARY 2016
skyroad 67
BİZİM GEZEGEN OUR PLANET
yatları özgürlük tanımının belki de gerçek anlamını ifade ediyor. Kar sporları ile uğraşmıyorsanız Moğolistan gezinizi yaz aylarında yapmanızda fayda var. Karasal iklimin hüküm sürdüğü bu coğrafyada gün ve gece farkı yaz ve kış mevsimi olarak seyrediyor. Öyle ki ağustos ayında yaptığımız gezide akşam çok soğuk olduğu için ger içindeki sobayı yakarak uyumak zorunda kaldığımız geceler oldu. Ulan Batur’dan Gobi Çölü kenarında ve Orhun Vadisi’ne uzanan 12 günlük yolculuğumuz boyunca yol üzerindeki konaklamalarda sadece Ger’lerde kaldık. Moğol ailelerinin
68 skyroad
OCAK 2016
Dinazor Müzesi Dinosour Museum
yaz aylarında kaldığı bu çadırlar içlerinin dekorasyonda ailenin babasına özel önem atfediyor. Her türlü sadelikle konforunu barındıran Ger’lerdeki Moğol aileler misafirlere karşı çok sıcakkanlılar. Kımız, kendilerine özgü et yemekleri ve yine sütten yapılmış farklı şekerlemeler size büyük bir saygıyla ikram ediliyor. Rotamızda başla etkileyici yer olan Elsen Tasarkhai, Moğol Els kum tepelerinin, Khogno Khaan’ın kayalık dağlarının, yeşil çayırların ve etkileyici göllerin bir arada bulunduğu bir yer. Yakınındaki Khogno Khaan Milli Parkı da küçük manastır kalıntıları ve güzel manzaralarıyla yürüyüş yapmanız için sizi ikna ediyor. Farklı farklı güzel bitkileri seyrederken, vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Türkiye’den Moğolistan’a gidince, Orhun Nehri Vadisi’nde yer alan Orhun Kitabeleri’ni görmemek olmaz. Türk dil ve edebiyatının çok önemli
belgeleri olan aynı zamanda Göktürk yazıtları olarak bilinen bu ‘Bengü Taşlar’, 732 yılından bu yana Türk Oğuz Beyleri’ne seslenmeye devam ediyor. Bozkırın ortasında duran bu taşların kopyaları arazi üzerinde sergileniyor. Ancak orijinal yazıtlar kitabelerin yakınında bulunan ve Türkiye’nin maddi destek vererek yaptırdığı müzede ziyaretçilerini bekliyor.
Dinazor Müzesi Karakurum ziyaret edilmesi gereken başka önemli şehirlerinde birisi. Biz yolculuğumuzun bu bölümünde mütevazı Karakurum’u gören bir kampta kaldık. Göktürk ve Uygurların burada kurduğu devletlere ve Büyük Moğol İmparatorluğu’na başkentlik yapan Karakurum tarihi dokusuyla başkentlik yaptığını anlardan bu güne uzun hikayelerin anlatıcısı olarak dikkatle gezilmeyi hak ediyor. Karakurum’un yakınında 16.yüzyıldan bu yana çeşitli dönemlerde yapılan tapınaklar yer alıyor. Aralarında Erdenezuu Tapınağı mutlaka gezilmesi gereken bir yer. Tapınak gün boyu ibadet eden insanlarla dolu. 420 m ahşap duvarların arasındaki Erdenezuu manastırında 108 stupa, 17 tapınak ve Moğol sanatının değer biçilemeyen örnekleri bulunuyor. Ayrıca Ulan Batur’da çok sayıda müze var. Özellikle Cengiz Han döneminden kalan Ulusal Müze, Dinazor Müzesi görülmeyi hak ediyor. Ulan Batur’dan dönmeden önce otantik bir şaman törenini izlemenizi, aynı anda üç farklı ses çıkartarak şarkı söyleyen yerel sanatçıların büyüleyici konserini izlemenizi ve Moğol barbekü lokantasında yemekleri tatmanızı mutlaka yapmanız gerekenler arasında not almanızı salık veririm.
12 günün özeti; geçmişle bugünün el sıkıştığı, “kendiyle barışık” bir ülke... A country; summary of 12 days; the past and today shake hands in here and peace with itself
JANUARY 2016
skyroad 69
FİKRİN YOLU THE ROAD OF IDEA
küçük işaretler İnsan kimi zaman gökyüzünde aylak aylak dolaşan kara bulutların örgütlenerek hep birden ruhuna çöreklendiğini hisseder. Güneş, ona bakan tüm pencerelerini kalın ve soğuk demir perdelerle örtmüştür sanki. İşte o zaman yolculuk vakti gelmiş demektir.
Atakan Yavuz
İ
nsan kimi zaman gökyüzünde yalnız gezen siyah bulutların aralarında anlaşarak hep birden ruhuna çöreklendiğini hisseder. Güneş, ona bakan tüm pencerelerini demir perdelerle örtmüştür sanki. Işık yoktur. İşin kötüsü bu atmosfer olayı hiçbir sebep yokken meydana gelmiştir. Fizik kurallarıyla, eldeki bilimsel verilerle de açıklanamaz. İnsan, adını bile koyamadığı bir hal’e teslim olur. Kimi keder der buna, kimi kasvet, gam, melankoli; kimi “kabz” hali. Bu hal öyle büyük adımlarla yürür ki insanın kalbinde, kendisine adım atacak yer bile kalmaz. Saatler asır gibi gelir. Efsanedeki o bedbaht kavim gibi demirden dağların arasına sıkıştığını, dünyanın bütün çıkış kapılarının üzerine kapandığını hisseder. Çıkış yoktur oradan. Evren, kayıtsızdır.
Kader beni seçmedi Evren kayıtsız mıdır gerçekten? Yoksa bizler mi ona karşı kayıtsızız? Evren aslında ruh hallerini ihtiyaca binaen gönderir insana. İnsan bu hale kendini bırakmak, gelen işaretleri çözmek yerine sorularla işaretlerin üzerini habire örter. “Kader beni seçmedi,” diyerek söylenmekten, koşullara teslim olmaktan başkaca bir şey yapmaz. Mazeretlerle, alış-veriş ritüelleriyle, internette serkeşçe resim ve söz beğenerek, yorumların altına yorumlar ekleyerek tükenmeye başladığını fark edemeyecek kadar körleşir. Önce kendi kendinin yükü sonra da mağduru olduğunu bir türlü fark edemez. Evet, insan evrenin değil kendinin mağdurudur en çok. Yanlış yerlerde, kötü işlerde,
70 skyroad
OCAK 2016
sahiciliğini kaybetmiş ilişkilerde tükenen hüzünlü bir mağduriyettir bu.
Hep uzaklardan bir şeyler beklenir İnsan evde, iş yerinde, okulda büyük olanın peşine düşmeye programlandığı için hep uzaklara bakarak, hep büyük olan şeylerin geleceği umuduyla yaşar. Önemli zannettiği şeye odaklanarak küçük ama değerli olanı göz ardı eder. Hayatın, olmadığı yerlerde akıp gitmekte olduğunu düşünür. Fark etmez ki uzaklara bakmak, sadece kendini değil yakınındakileri de mağdur eder. Eflatun’un mağara alegorisi’nde olduğu gibi; beklediği, elde etmek istediği, mülkiyetine katmak istediği büyüklük bir gölgeden başka bir şey değildir oysa. Onu büyük yapan da gölge olmasıdır. Bir şey daha: Güneş dediğimiz o ateş ve umut topuna sırtımızı dönmemiz, büyüklüğü yanlış yerde beklememizdir asıl yanılgı. Oysa kayıtsız sandığımız evren sürekli farklı kılıklarda, kimi zaman parlak kimi zaman bir kasvet ambalajına sararak küçük işaretler bırakır yanı başımıza. O işareti doğru yorumlamak bize çıkış kapısını da gösterecektir.
Belkıs, ona gelen elçiyi kuş olduğu halde küçümsemedi Gökyüzünde yalnız gezen siyah bulutların aralarında anlaşarak hep birden ruhuna çöreklenmesi, ihtiyaca binaen gönderilmiş küçük bir işaretten başka bir şey değildir. Sakın ha kapıda bırakma o kederi. Al içeri, iyi davran ona. Başköşede ağırla kaderin sana gönderdiği bu kutlu işareti. Konuş onunla, kulak ver. Sırtını değil yüzünü güneşe ver, diyor belki. Bel-
ki uzaklara bakılmaz, gidilir, diyor. Tıpkı Göç efsanesindeki dağların, taşların, otların, ırmakların, kurt ve kuşların, hatta bütün çocukların hal diliyle o tutsak kavme “Göç!.. Göç!...” diye seslenmesi gibi o da sana bir şeyler söylemek istiyor. O kavim ki işareti doğru deşifre ettiği için, uzağa bakmayı bırakıp en yakınındaki kurda, kuşa, çocuğa kulak verdiği için, hal diline tercüme ettiği sesleri bir manevi işaret, bir ilahi emir olarak telakki ettiği için feraha ermiştir. Unutma; Belkıs, ona gelen elçiyi kuş olduğu halde küçümsemedi. Bu küçük işareti doğru okumayı bildi. O kavim ki kalkıp göç etti. Nerede “Göç!” sesini duyduysa yeniden yollara düştü. Ta ki ses kesilene kadar. Yurt sandığı kışlağı terk eti, göç etti gerçek yurdunu buluncaya dek. İnsanın gerçek yurdu, yabancı seslerin kesildiği, kendi sesini duymaya başladığı yerdir, diyerek.
Büyük hicret bitmiştir artık İnsan kendinin mağduru olduğu kadar, bu mağduriyeti yollara düşerek telafi edendir aynı zamanda. Doğru işi, gerçek aşkı, huzurlu evi bulana kadar göç eder. Onu teslim almak isteyen, dönüştürmeye, değiştirmeye çalışan her mekândan kalkıp kendine doğru hicret eder. Çünkü büyük hicret bitmiştir artık. Sırada, belki en az onun kadar meşakkatli, riskli, pıtraklı olan küçük hicretler vardır. İyi bir müzisyen gibi o sesleri duyan, usta bir çevirmen gibi duyduğu sesleri hal diline tercüme edebilen, bir şair gibi kelimeleri inci misali ve hakkıyla sıraya dizebilen, efeler gibi kalkıp gitme cesareti olan insanın küçük ama kıymetli hicretidir bu.
LITTLE SIGNS
S
ometimes one feels as if all the lonely dark clouds in the sky cons pire to descend on one’s soul. It feels as if sun has hung iron curtains over all the windows facing him. There is no light. The worst is that this atmos pheric change happens out of the blue. It cannot be explained by the rules of physics, or the scientific data at hand. He surrenders to a condition he cannot even describe. Some call it grief, some gloom, sorrow, melancholy; others the depression. This condition develops at such a large pace, there is no space left in one’s heart for himself to move. Hours feel like centuries. There is no way out. Universe is oblivious.
Destiny did not choose me Is the universe really oblivious? Or are we the ones oblivious to it? Universe actually sends the moods according to the needs. Instead of going with the flow and interpreting the signs, one cons tantly covers the signs with questions. He does not do anything other than complain “Destiny did not choose me” and surrender to the circumstances. JANUARY 2016
skyroad 71
FİKRİN YOLU THE ROAD OF IDEA
Büyük hicret bitmiştir artık. Bizlere küçük küçük sayısız hicret kalmıştır. Televizyonlu odadan kitaplı odaya, sevilmeyen işlerden kendimizi var edebileceğimiz işlere, yanında mutsuz olunan insanlardan dostların arasına, gölgeleri büyük gösteren mağaralardan açık alana, açık denizlere… açık bir alınla yolculuk.
Melankoli bir yolculuk davetiyesidir Gökyüzünde yalnız gezen bulutların aralarında anlaşarak hep birden ruhuna çöreklenmesi senin derdini değil ihtiyacını göstermektedir aslında. Her sıkıntı çünkü ihtiyaca binaen gönderilir insana. Ama farklı bir dilde, farklı bir kılıkta, farklı zamanda. Gammış, kedermiş, melankoliymiş… Ona iyi bir isim aramakla boş yere vaktini tüketme. O hal çünkü za-
mana değil mekâna dair bir tecrübe teklifidir. Her melankoli bir yolculuk davetiyesidir aynı zamanda. Sende yarım kalmış, eksik bırakılmış bir yerin tamamlanması; iyileşmemiş bir yerin deva bulması için sana özel bir çağrıdır: Kalk kendini tamamla. Kalk ve yürümeye devam et. Öbür yarını aramaktan vazgeçme. Ses kesilene kadar göç et. Tercümeye, deşifreye ihtiyaç duyulmayan tek ses “Sen oldun artık,” diyecek sestir. O son çağrı, sessizlik
He is blinded to such an extent that he cannot see that he starts to waste away in a circle of excuses, shopping rituals, wild ly “liking” pictures and quotes and end less “commenting” on the internet. He is not aware that he is the burden to and the victim of himself. This is a sad victimiza tion that gets spent away in wrong places, bad jobs, and insincere relationships.
over. We are left with countless smaller migrations. An honest and brave jour ney; from a room with a television to a room with books, from a job we do not like to a job where we can let ourselves be, from the people that make us unhap py to friends’ company, from the caves that make shadows appear larger to open fields, open seas...
The great migration is now over
Melancholy is an invitation to a journey
As well as he is the victim of himself, he is the one who compensates for it by setting off to journeys. He moves until he finds the right job, the true love, the peaceful home. He flees from all the places that try to own him, transform him, change him, and he migrates towards himself. Because the great migration is now over. Next are the small migrations, that may just be as painful, risky, and thorny. These are the small but precious migrations of those who hear the sounds like a master musician, who can translate those sounds to a spiritual language like a skilled translator, who can put words together like pearls as poets do, who have the cour age to stand up and leave. The great migra tion is now
72 skyroad
OCAK 2016
olarak tebarüz eder. Oraya yerleşebilirsin artık. Orada çoğalabilir, orada hayata temas edebilirsin. Yaşadım, diyebilirsin. Gerisi yolculuktan ibarettir. İnsan kimi zaman gökyüzünde aylak aylak dolaşan kara bulutların örgütlenerek hep birden ruhuna çöreklendiğini hisseder. Güneş, ona bakan tüm pencerelerini kalın ve soğuk demir perdelerle örtmüştür sanki. İşte o zaman yolculuk vakti gelmiş demektir.
The lonely dark clouds in the sky con spiring to descend on your soul do not ac tually show your trouble, but your need. Because every trouble is sent to humans according to their needs. But in a differ ent language, in a different appearance, in a different time. Sorrow, grief, melan choly… Do not waste your time trying to find a name for it. Every melancholy is at the same time an invitation to a journey. It is your personal call to complete what is missing, to heal your unclosed wounds. Go complete yourself. Don’t give up look ing for your other half. Migrate until the call stops. One sometimes feels the dark clouds wandering in the sky conspire to descend on his soul. It feels as if sun has hung iron curtains over all the windows facing him. It means right then the time for the jour ney has come.
İZLENİM impression
Tortum Şelalesi Waterfall of Tortum
74 skyroad
OCAK 2016
ANADOLU’NUN
BEYAZ CENNETİ
ERZURUM THE WHITE PARADISE OF ANATOLIA
Çarşı pazarın uğultusundan camilerin kırlangıç kubbelerine, sazıyla meclisi coşturan âşıkların atışmasından Palandöken’in karlı tepelerine kadar herkesin, her şeyin bir hikayesi vardır Erzurum’da… Her taşın altından bir hikâye çıkacak hürmet ve dikkatiyle Dadaşlar diyarını arşınlıyoruz...
CELAL GÜNEŞ / Erzurum Valiliği Arşivi
Halil Kurbetoğlu
Ş
ehri henüz gezmeye başlamadan, müezzinlerin davudi sesi çarpıyor kulaklarımıza. Fakat bu ses alışılmışın dışında bir etki uyandırıyor bizde. Erzurum’da ezan kâinatın efendisine selam ve dua ile “Salât” geleneğiyle bitiyor. Rivayete göre Yavuz Sultan Selim Çaldıran seferine doğru yola çıktığında Erzurum’a uğ-
Everything has a story in Erzurum, from buzzing of bazaar to dome of the mosque swallow, from amorous inflame with instruments to top of the snowy hills Palandöken’s. We travel Dadash’s region, ıt can be found respect and care under the every stone….
I
n this city pain sustains its existence in frozen form as everything else. Bastions that guard the dominating hills of the city were built as a protection against attacks from East. The bastions are also monuments of martyrdom and chivalry. We visit the bastions thinking of the shroudless thousands and pray for them with Al-Fatiha. A painful question haunts us: We have a very hard time on these hills just visiting. How were they able to fight a battle for days, months without food or water in this insanely cold weather? JANUARY 2016
skyroad 75
İZLENİM impression
rar. Şehre girdiğinde bizim gibi onun da dikkatini çekmiştir ezandan sonra okunan bir takım övgü cümleleri. Lakin bu cümleler Yavuz’u övücü niteliktedir. Tıpkı Kahire’de Cuma namazında ayağa kalkıp, “Ben Hakim’ül-Harameyn-iş-şerifeyn değil Hadim’ul-Haremeyn’im” dediği gibi burada da övülmesine müsaade etmez. Ve emri ferman yüce padişahındır: “Kâinatta övülmeye layık tek insan vardır O da Hz. Peygamber efendimizdir. Bundan sonra ezanlar onu övgüyle bitirile!” O gün bugündür beyaz cennette ezanlar onun yüce ruhaniyetine selam ve övgüyle biter. “Essalat u vesselamu aleyk! Ya seyyidena Ya resulellah! Essalat u vesselamu aleyk! Ya seyyidena Habibellah! Essalat u vesselamu aleyk! Ya seyyidena ya Hatem’el-Enbiya!”
“Ere Zulüm”den Erzurum’a Erzen, Erzen-ir Rum, Ard-ı Rum, Arz-ı Rum ve nihayet Erzurum. Bu toprakların seyahatnamesini yazan Evliya Çelebi ise şehrin zor şartla-
76 skyroad
OCAK 2016
Çay Duası
Tea prayer
Her gece teheccüd sonrasında okudukları dua: Ya rabbi! Resulullah (sav) hatırına, kahvecilerin piri Şâzelî Hazretlerinin hatırına, Seyyid Hacı Ahmet Baba, Seyyid Hacı Mevlüd Baba’nın hatırına, çaylarımızın renklerini, tatlarını, cennet ırmaklarının renklerinden renk, tatlarından tat eyle! İçenlerin lezzet bulup bir daha içmesini nasip eyle! Hasta olanların da şafi ismi şerifinle bu çaydan şifa bulmasını müyesser eyle! Kıtlama usulü dualı çayımızı da içtikten sonra Erzurum’u adım adım gezmeye başlıyoruz. İlk durağımız Abdurrahman Gazi Türbesi oluyor.
The prayer that is said every night this prayer is said after the night salah: Oh God! For the sake of our prophet (s.a.v.), of master of coffee makers Abul Hasan ash-Shadhili, the sake of Seyyid Hadji Ahmet Baba, Seyyid Hadji Mevlüd Baba, make the colors and tastes of our teas to be colors and tastes from heaven’s rivers! Make the ones who drink it once to enjoy it and allow them to drink it again! Make the ones who are sick to find cure from this tea in your name! We start walking around Erzurum after drinking our prayed tea, holding a piece of sugar in our mouth.Our first stop is Abdurrahman Gazi Tomb.
rından mülhem “Ere Zulüm” diye bahseder. 9. Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim 1514 yılında şehri ve çevresini topraklarına katmasıyla Erzurum adını alır. Tarihi kaynaklarda çevresi üç kat surlarla çevrili 110 burç ve kulesi bulunduğu belirtilen Erzurum dokuz kapıya sahipti. Şehrin giriş çıkış noktası olarak bilinen bu kapılardan, İstanbulkapı, Karskapı, Harputkapı, Kavakkapı günümüze kadar ulaşmış Tebrizkapı, Erzincankapı, Yenikapı,
Klisekapı, Gürcükapı zaman içinde tahrip olmuştur.
1071’den 22 yıl önce 1048 yılında Selçuklular Pasinler meydan muharebesinde Bizanslıları mağlup ettiler. Böylece 1071 Malazgirt meydan muharebesinden 22 yıl önce Erzurum’u; Tuğrul Bey, kardeşi Çağrı Bey ve Süleyman Şah’ın babası Şehzade Kutalmış Bey fethetmiş oldular. Bu süreçte Bizans’la yapılan anlaşma üzerine Erzurum Bizans’a
geri iade edildi. Selçuklu Sultanı Alparslan’a bağlı komutanlardan Ebu’l Kasım, 1071 Malazgirt zaferinden sonra Bizans’ı mağlup ederek Erzurum’u fethetti. Böylece Türklerin Erzurum’la tanışıklığı neredeyse bin yıllık bir maziye dayanıyor. Şehir İpek Yolu üzerinde olması hasebiyle çok fazla yağmalanmış, çeşitli devletlerin hâkimiyeti altına girmiştir.
Temelli Kıraathanesi’nde bir yudum huzur Çay, Trabzon ve Rize yörelerinde yetiştirilir fakat Erzurum’da içilir. ŞehAbdurrahman Gazi Camii Mosque of Abdurrahman Gazi
rin tüm kahvehanelerinde, kıraathanelerinde ve yeni moda kafelerinde genci ihtiyarıyla herkes limonlu ve kesme şekerli çay içer. Fakat bir kıraathane var ki orada hem çayın yapılışı hem kıtlama usulü içilişi hem de duası başkadır… Temelli Kıraathanesi içeri girdiğinizde buram buram Anadolu kokan çehresiyle karşılar sizi. Sanki bütün mazi heyecanıyla, sevgisiyle, aşkıyla, sıcaklığıyla, neşesiyle coşkusuyla bu küçük kıraathanenin içine sığınmış gibidir. Yüksek Ziraat Mühendisi ve Müzikoloji bölümünde yüksek lisans yapan Prof. Dr. Gıyasettin Temelli tarafından kurulur bu mütevazı müessese. Her Çarşamba âşıklar ellerinde sazları Temelli Kıraathanesi’ne toplanır. Anadolu’nun en güzel ezgileri çalınır ve âşık atışma geleneği devam ettirilir. Kıraathaneyi bugün Gıyaseddin Temelli’nin çocukları Yener ve Şener Temelli kardeşler işletiyor. Satranç ustalarıyla meşhur bu kıraathanenin çayı da çok lezzetli… Yener ve Şener Temelli kardeşler, çayın lezzetinin duasından kaynaklandığını söylüyor.
The city could not escape looting throughout the history. If we list the civilizations that ruled the city, we could say that history started and ended in Erzurum. It is a hard city to protect... It takes effort and costs a price. How many cities require 21 bastions – almost a whole new city? Starting with the clay Hasan-ı Basri Bastion that was designed in 1821, residents of Erzurum had personally labored in the construction of Mecidiye, Aziziye, Sivişli, Büyük Palandöken, Küçük Palandöken, Ağzıaçık, Uzunahmet, Büyük Kiremitlik, Küçük Kiremitlik Bastions and had carried cut stones to hills of over three thousands meters. The first bastion that was built in 1852 on Topdağı was called Mecidiye, inspired bythe name of Sultan Abdulmecid. The second bastion that watched over the Hasankale road was named Aziziye Bastion, inspired by the name of Sultan Abdulaziz. During the 1877-1878 Ottoman-Russian war which created the Nene Hatun saga, these bastions helped the people to stop the Russian progression. Even today, when you enter the bastions you can almost hear in the heavy silence of the cut stones the rage of scowling officers, the cries of child ren, the gun reports and the untimely calls to prayers. The bullet marks on the walls teach us how difficult it is to have and protect a homelandand what big prices need to be paid. Erzurum Bastions are a prologue written long before Gallipoli... JANUARY 2016
skyroad 77
İZLENİM impression
Hz. Ebubekir’in oğlu Abdurrahman Gazi Tarihçiler çoğunlukla Anadolu’nun İslamlaşmasını Malazgirt zaferinden sonraki döneme atıfla anar. Oysa daha Hz. Ömer zamanında birçok sahabe fetih hareketlerine katılmış, Anadolu’nun farklı yerlerinde o şehirlerin manevi koruyucusu olarak kıyamete kadar mukim olmuşlardır. Erzurum öyle talihlidir ki peygamber efendimizin yâr-i ğar’i, mağara arkadaşı, en yakın sırdaşı Hz. Ebubekr-i Sıddik’in oğluna ev sahipliği yapıyor. 1794 yılında Erzurum valisi Yusuf Ziya Paşa’nın hanımı tarafın-
Mecidiye Tabyası Bastion of Mecidiye
Şehre hâkim bütün uygarlıklara bakarsak, tarih Erzurum’da başlayıp, son bulmuş diyebiliriz. If we look at the whole civilization dominated the city, we can say that history is start and finish in Erzurum.
Çifte Minareli Medrese Double Minaret Madrasah
dan inşa edilen türbe, Abdurrahman Gazi’nin bölgede yapmış olduğu fetih mücadelelerini simgeliyor. 4,85 cm uzunluğunda yapılan kabir, içinde bir devin yattığı izlenimini veriyor. Halk arasında Abdurrahman Gazi’nin nazardan gittiğine inanılır. Söylentiye göre peygamber efendimizin sancaktarı Abdurrahman Gazi, savaş esnasında bir kâfir kılıç tarafından boynu vurulur. Allah’ın bir fazlı ve keremi olarak yere düşen boynunu koltuğunun arasına alıp savaşmaya devam eder zat-ı mübarek. Lakin çevrede bu olaya şahit olanlar, “Adama bakın kesik başını koltuğunun altına almış savaşıyor” diye nazar edince Abdurrahman Gazi oracıkta düşerek can verir. Düştüğü yer Ereğli’nin eteklerinde şehre yaklaşık beş altı kilometre uzaklıkta hâkim bir tepedir. Yıllar sonra oraya bu türbe ve camii yaptırılır.
Anadolu’nun ilk Çanakkale’si: Tabyalar Bu şehirde acı da her şey gibi donakalmış bir halde varlığını devam
ettiriyor. Şehrin hâkim tepelerini koruyan Tabyalar doğudan gelebilecek saldırılara karşı korunmak maksadıyla yaptırılmış. Tabyalar aynı zamanda birer şehitlik ve kahramanlık abidesi olarak karşımıza çıkıyor. Altında nice, binlerce kefensiz yatan vatan evlatlarını düşünerek tabyaları ziyaret ediyor, birer Fatiha okumayı ihmal etmiyoruz. Aklımızın bir köşesine çivi gibi saplanan azaplı soru peşimizi bırakmıyor: “Ziyaret için bile bu tepeleri gezmekte çok zorlanıyoruz… Günlerce, aylarca aç, susuz bu delirtici soğuklarda nasıl durmadan savaşabilmişler?” Şehir tarih boyunca yağmalanmaktan kurtulamamış. Şehre bugüne kadar hâkim olan uygarlıkların listesini çıkarsak denilebilir ki tarih Erzurum’da başlayıp burada son bulmuş. Korunması zor bir şehir Erzurum... Bedel ve emek istiyor. Öyle ki kaç şehir kendini korumak için 21 tabyaya adeta yeni bir şehre ihtiyaç duyar? 1821 yılından itibaren projelendirilen Hasan-ı Basri toprak tabyası
Aziziye Tabyası Bastion of Aziziye
Kedilerin donduğu şehir başta olmak üzere, Mecidiye, Aziziye, Sivişli, Büyük Palandöken, Küçük Palandöken, Ağzıaçık, Uzunahmet, Büyük Kiremitlik, Küçük Kiremitlik gibi tabyaların yapımında Erzurumlular bizatihi çalışmışlar ve üç bin rakımlı tepelere kesme taş yığmışlardır. 1852 yılında Topdağı’nda yaptırılan ilk tabyaya Sultan Abdülmecid’in isminden esinlenerek Mecidiye, Hasankale yolunu gözetim altında
“İnsanların dilinde darb-ı meseldir ki bir dervişe; -Nereden gelirsin? Derler. -Kar rahmetinden gelirim, der. -0 ne diyardır, derler; -Soğuktan ‘Ere zulüm’ olan Erzurum’ dur, der. -Orada yaz olduğuna rast geldin mi? Derler. Derviş der: -Vallahi 11 ay 29 gün sakin oldum, bütün halkı yaz gelir derler, amma görmedim der. Hatta bir kere bir kedi bir damdan bir dama atlarken aralıkta donup kalır. Sekiz aydan sonra bahar gelince, anılan kedinin donu çözülüp “mırnav” deyip yere düşer. Bu da latife şeklinde anlatılan bir darb-ı meseldir…” (Evliya Çelebi-Seyahatnâme)
The city where the freeze cats
Ulu Cami’de vakit tayininde kullanılan pencereler. The Windows that using detirmine for time in Grand Mosque of Bursa
“There is a story that goes like this - One day they ask a dervish ‘Where are you coming from?’ - He answers ‘I am coming from the land of snow.’ - They ask ‘What land is that?’ - He answers ‘It is Erzurum,the land that is ‘cruel to man’ because of cold.’ - They ask, ‘Have you ever seen summer there?’ He answers: - ‘I have spent 11 months and 29 days there, all residents say ‘summer will come’ but I am yet to see it.’ Even once a cat jumps from one roof to the other and freezes mid-air. Eight months later, when the spring comes, it unfreezes and falls on the ground, meowing. This is another fun story told...” (Evliya Çelebi “Seyahatnâme”) JANUARY 2016
skyroad 79
İZLENİM impression
tutan ikinci tabya Sultan Abdülaziz’in isminden esinlenilerek Aziziye tabyası adı verilir. Nene Hatun’un destanlaştığı 1877-1878 Osmanlı-Rus harbinde halk Rusların ilerleyişini bu tabyalar sayesinde durdurmuştur. Bugün bile tabyaların içine girdiğinizde kesme taş duvarların “ağır” sessizliğinden,
çatık kaşlı subayların öfke selini, çocuk ağlamalarını, top seslerini, vakitsiz okunan ezanları duyar gibi olursunuz. Duvardaki kurşun izleri bir vatan sahibi olmanın ve onu korumanın ne zor ve ne büyük bedel istediğini öğretir. Çanakkale’den çok önce yazılmış bir önsözdür Erzurum Tabyaları…
Erzurum Kalesi ve Kulesi Erzurum deyince akla şehrin savunması geliyor elbette. Şehir Bizans’tan kalma bir iç kaleye sahip. Kale bitişiğindeki surların bir kısmı zaman içinde tahrip olsa da kale dimdik ayakta. 1960’lı yıllara kadar da kullanımda olan kale şuan müze halinde ziyaretçileri ağırlıyor. Tarih boyunca
Saatsiz Saat Kulesi
Clock Tower without a Clock
Kale içine girdiğinizde hemen mescidin yan köşesinde uzun minare şeklinde kule karşılar sizi. 21 metre yüksekliğinde, kara taştan bir kaide üzerine kırmızı tuğla örülerek yapılan saat kulesi, Saltuklu Hükümdarı Emir Muzaffer Gazi tarafından 1124-1132 yıllarında inşa edilmiş. 16. yüzyılın başlarında şerefeden yukarısı yıkılan kulenin tepesi tekrar onarılmış ve içine saat yerleştirilmiş. Ruslar 18281829’da Erzurum’a geldiğinde bozuk halde bulunan saati alıp götürmüşler. 1882 yılına kadar saat kulesi saatsiz kalmış ancak sonrasında şehir halkı toplanıp vakitleri tayin edebilmek için kulenin tepesine 250 altın kıymetinde bir saatin alınmasını talep etmişler ve istek uzun uğraşlar sonucu yerine getirilmiş. Bugün kulede duran saat II. Abdülhamit devrinden kalma saattir. (Doç. Dr. Murat Küçükuğurlu, Dr. Şemsettin Çelik-Erzurum Kalesi, s.164)
When you enter the inner parts of the fortress, at the side corner of the mosque a long minaret-like structure welcomes you. The 21-metre high clock tower made of red bricks set on a base of black stone was built by Saltukid ruler Muzaffer Gazi between the years 1124 and 1132. At the beginning of the 16th century, the part above the minaret balcony that had been ruined was repaired. When Russians came to Erzurum in 1828-1829, they took away the clock that was broken. The tower was left without a clock until 1882. But the communitythen demanded a clock worth 250 gold pieces to be bought so that they can tell time and after a laborious process they eventually got their wish. The clock on the tower is the one from the rule of Abdul Hamid II. (Assoc. Prof. Murat Küçükuğurlu, Dr. Şemsettin Çelik-Erzurum Kalesi, pg.164)
Assurlular, Sasaniler, Persler, Araplar, Romalılar ve Bizanslılar arasında sık sık el değiştiren Erzurum Kalesi, 11. Yüzyıldan bu yana Türklerin evi halinde. İç kalede Erzurum’daki ilk Türk-İslam eserlerinden Saltukoğulları dönemine ait Kale Mescidi ve Tepsi Minare bulunmaktadır. Erzu-
rum Kalesi, bulunduğu tepenin üzerinde bir iç kale ile bunu çevreleyen dış kaleden oluşmaktadır. Bugün iç kale sağlam kalmış olmasına rağmen, şehri çevreleyen dış kale surları yok olmuştur. Günümüze ulaşan iç kalenin duvar kalınlıkları 2-2.5 m. arasında değişmekte olup, halen sekiz burcu ayakta durmaktadır.
11 Erzurum evinde 20 bin eşya İpekyolu üzerindeki Erzurum, tarihte Doğu ile Batı arasında bir köprü görevi üstlendi. Selçuklu ve Osmanlı döneminde Doğu’nun en gözde kenti olma özelliğini Cumhuriyet Türkiye’sinde sürdüren şehir, ev kültürü ile de kültürel zenginliğini göstermekte. İç avlulardan oluşan evlerde misafirler üst katta, ev sahipleri alt katta kalıyordu. Soğuktan korunmanın da bir çaresi bulunmuştu. Evler yan yana, omuz omuza inşa ediliyor bu sayede rüzgâr ve tipiye karşı önlem de alınıyordu. Erzurum evleri müzesinden Gürbüz Yıldırım ve Kurtuluş Kırkkeseli, 20 bin tarihi eşyayla, misafirlerini bekliyor.
20 thousand items in 11 Erzurum houses Erzurum, being on the Silk Road, has served as an important bridge between east and west throughout history. Erzurum was the favorite city in the East at Seljuk and Ottoman periods as well as after the Turkish Republic was founded and the city demonstrates its cultural richness with its home culture as well. In the houses with inner courtyards, guests used to stay upstairs and hosts stayed downstairs. The houses were built side by side, shoulder to shoulder so that they were protected from the cold and windstorms. JANUARY 2016
skyroad 81
İZLENİM impression
Ürperti, korku ve heyecan aynı karede... Kış sporlarının uluslararası merkezi olarak karşımıza çıkıyor Palandöken. Shiver, fear ande excitement in same frame. We see Palandöken is the internation winter sports center.
Anadolu’nun en büyük medresesi İlhanlı hükümdarı Olcaytu zamanında Emir Hoca Cemalettin Yakut tarafından 1310 yılında inşa ettirilmiştir. Kapalı avlulu, eyvanlı ve revaklı medrese tipinin Anadolu’daki en büyüğü olup, günümüze kadar iyi korunarak varlığını koruyabilmiş örneklerinden biridir. Medresenin duvarları ince Müdürge taşı ile işlenmiştir. İslâm Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır.
The biggest madrasah of Anatolia In the time of Ilkhanate ruler Oljeitu, it was built by Emir Hoca Cemalettin Yakut in 1310. It is the biggest example of madrasas with closed courtyard, iwan and porches in Anatolia and one of those that has been preserved well to this day. The walls of the madrasah are decorated with fine Müdürge stones. It is now used as Islamic Works Museum.
82 skyroad
OCAK 2016
Yakutiye Medresesi Yakutiye Madrasah
Erzurum’un simgesi Çifte Minareli Medrese Bazı yapılar vardır sahip olduğu karakteristik özellikleriyle içinde bulunduğu şehrin minyatür halidir. Erzurum Büyükşehir Belediyesi’nin resmi sayfasına girdiğinizde belediye ambleminde iki minare ve bir kubbe görürsünüz. İşte bu Çifte Minareli Medrese’dir. Peki, nedir bu medreseyi Erzurum’un simgesi kılan? Öncelikle göğe doğru uzanan bu iki minare yeryüzünde bidayetten nihayete kadar süregelen ikiliği simgeler. Başta ölüm ve hayatı… Hak ve batılı... Habil’le Kabil’in taşa kazınmış resmidir Çifte Minare. Ve tabii erkek ve kadının timsalidir. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad’ın kızı Hüdâvent Hatun tarafından 1253 yılında yaptırılmış olan bu tarihi yapı, Anadolu’nun en büyük
Üç Kümbetler Three Doms
sanat şaheserlerinden biridir. Hüdâvent Hatun’dan dolayı “Hatuniye Medresesi” olarak da adlandırılır. Hemen bitişiğindeki kümbeti Erzurum’ da bulunan kümbetlerin en
Türkiye’de tek Mukarnas Kubbeli Cami
The only Muqarnas Domed Mosque in Turkey
Tebrizkapı’da Çifte Minarelerin hemen yanı başında bir eser karşılar sizi. Bu Erzurum’un en eski ve en büyük Camii olma özelliğini hâlâ koruyan Ulu Cami’den başkası değildir. 1179-1180 yıllarında Saltuklu Hükümdarı Nasuriddin Muhammed tarafından yapılan eser yaşanan savaşlar sonucu ağır tahripler almıştır. 6000 kişinin aynı anda bulunduğu kapalı mekânda ses iletişimini daha sağlıklı kılmak için Caminin tam orta bölümüne Mukarnas Kubbe yerleştirilmiştir. Kıble yönünden birinci sırada kırlangıç kubbe, ikinci sıradaki orta kubbeden sonra üçüncü kubbe olan ve bulunduğu konum itibariyle de Cami’nin tam orta mevkiine denk düşen mukarnas işlemeli kubbe üzerinde de tam gökyüzüne açılan bir pencere vardır. Bu kubbe sayesinde hem caminin aydınlanması ve hem de mevcut sesin 10 kat daha yüksek tonda yayılması sağlanmıştır. Aritmetik olarak hesaplanıp sert kaya zemin üzerine kendine özgü şekillerin işlenerek yapıldığı ve sadece Erzurum Ulu Camii’de bulunan bu mukarnas örtü şeklinin bir benzeri başka bir yapıda yoktur.
A structure welcomes you at Tebrizkapı right by “Çifte Minareli” (Twin Minaret) Madrasah. This is none other than the oldest and biggest mosque of Erzurum, “Ulu Cami” (Grand Mosque). The structure that was built by the Saltukid ruler Nasiruddin Muhammed in the years 1179-1180, has sustained serious damages as a result ofwars fought over the years. The Muqarnas dome was placed in the middle of the mosque in order to enable better sound transfer in a structure that can house 6000 people at the same time. Starting from Qibla direction, first comes the swallow dome, then middle dome and then comes the muqarnas dome which is right in the middle of the mosque and has a window facing the sky. Because of this dome, the mosque gets illuminated and the sound is amplified 10 fold. The texture that was arithmetically calculated and engraved on hard rock surface in original patterns can only be found in Erzurum Ulu Cami and has no match in any other structure.
büyüğüdür. Bu bile tek başına kadına verilen değerin yegâne göstergesidir. Günümüzde kısmen tahrip olmuş görünümlü, 16 oluklu, firuze renkli çini kakmalı tuğladan yapma minarelerin kürsüleri de dikkat çekicidir. Taç kapının iki yanından yükselen silindirik minareler, tuğla ve mozaik çiniler ile süslenmiştir. Çinilerle süslü minarelere “Allah”, “Muhammed” ve ilk dört büyük halifenin isimleri de işlenmiştir.
“Dimdik ve kaskatı” Üç Kümbet Nazım Hikmet Erzurum’u şöyle anlatır şiirinde: “Erzurum’un kışı zordur balam, Buz tutar yiğitlerin bıyığı, Erzurum’da kaskatı, dimdik ölür adam; Kabullenmez yılgınlığı…”
Hikmet’in “dimdik ve kaskatı ölüm” diye nitelendirdiği hâl Üç Kümbetler’de bir şaheser olarak çıkar karşımıza. Sultan Melik Mahallesi’nde bugün ortadan kaldırılmış olan geniş bir mezarlığın içerisinde yer alan Üç Kümbetler, AnadoJANUARY 2016
skyroad 83
İZLENİM impression
Cağ Kebabı yemeden dönmeyin! Cağ kebabı veya Oltu kebabı, keçi veya kuzu etinden yapılan bir çeşit kebaptır. Geleneksel olarak Erzurum’un Tortum, Uzundere, Oltu, Olur ve Şenkaya ilçeleri ile Artvin’in Yusufeli ilçesinde ve Ardahan’ın Göle ilçesinde yapılan cağ kebabı, önceden terbiye edilmiş etin yatık bir şişe geçirilip odun ateşi üzerinde pişirilmesiyle hazırlanır. Cağ (veya bico) adı verilen şişler kullanılarak servis yapıldığından bu adı almıştır. Günümüzde Türkiye’nin birçok yerinde yapılıp tüketilmektedir.
Important note: Do not leave Erzurum unless you ate Cağ Kebab Cağ kebab or Oltu kebab is a type of kebab made from goat or lamb meat. Traditionally made in Tortum, Uzundere, Oltu, Olur and Şenkaya districts of Erzurum, Yusufeli district of Artvin and Göle district of Ardahan, cağ kebab is made by cooking the marinated meat on a horizontal skewer on wood fire. Cooked meat is served on skewers called Cağ (or bico) thus the name of the kebab. Today cağ kebab is prepared and consumed in many places in Turkey.
84 skyroad
OCAK 2016
lu’daki mezar anıtlarının en güzellerindendir. Üç Kümbetler’in en büyüğü Emir Saltuk Kümbeti, Saltuklu hükümdarlarından İzzeddin Saltuk’a aittir. II. Abdülhamit Han’ın arşiv resimlerine göre Kümbetlerin bulunduğu mahal umumi mezarlıktı. Bugün bu mezarlık ortadan kaldırılmıştır.
Bab-ı Vefa’dan bir vefa Erzurum denildiğinde akla gelen şahsiyetlerin belki en büyüğü Erzurumlu İ. Hakkı Hazretleridir. O’na ait bir medrese, külliye ararken mihmandarımız Ali Aydemir bizi Bab-ı Vefa diye anılan bir kıraathaneye götürüyor. Mekanın sahibi İbrahim Hakkı Albayrak şehrin tarihini, kültürünü, edebiyatını ezbere biliyor. Gençlerle kültür sohbetleri yapıyor. Öğreniyoruz ki mekân, İ. Hakkı Efendi Hazretlerinin ders verip ders okuttuğu Şeyhler Medresesi’nin dış avlusu… Elimizden tu-
tup Erzurumlu Emrah Kütüphanesi müdürü Nesim İbrahimhakkıoğlu ile tanıştırıyor bizi. İbrahimhakkıoğlu, hazretin 7. kuşaktan torunu. Soy ağacını da öğreniyoruz: Nesim İbrahimhakkıoğlu-Mahmut Feyyaz efendi- Mehmet Hakkı Dede-İsmail Fehim efendiMehmet Şakir efendi-İbrahim Rağıb Efendi- Şakir Mehmet Efendi- İbrahim Hakkı Hazretleri.
SÖYLEŞİ CONVERSATION
“Şehrin 200 yıllık altyapısı tamam!” Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen’le, kış turizminden konut yapım çalışmalarına, çevre düzenlemelerinden restorasyona, şehirde yürütülen son faaliyetleri konuştuk.
Halil Kurbetoğlu
E
rzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen, son günlerde müthiş bir yoğunluğun içinde. Her gün makam odası önünde onlarca kişi ile bizatihi kendisi ilgileniyor. Gelenleri boş göndermiyor, istekleri cevapsız bırakmıyor. Sekmen, bizim sorularımızı da büyük bir incelikle yanıtladı... Ben, şehri “yapım aşamasında” diye nitelendiriyorum. Her yerde bir çalışma görüyorum şu anda; her sokakta, her cadde de bir çalışma var... Alt yapısı olmayan bir şehir, şehir değildir. Bunun için geleceğe dönük; yıllık en az 200 yıllık bir alt yapı hazırlamak istiyoruz. Su şebekesini baştan, kanalizasyonları yeniliyoruz,
86 skyroad
OCAK 2016
su kanalı zaten yok çoğu yerde. Biz çalışmaları üç ayrı kategoride yürütüyoruz. Bir tanesi köylerle ilgili çalışmalar. Köylerin grup yolları... Köye artık mahalle diyoruz. Zaman zaman köyde yaşayan vatandaşlarımız bizden hiç bahsetmiyorsun diyorlar. Mahalle deyince onlar köy olarak görüyor. O yüzden köy olarak değiniyorum. Köylerin grup yollarında büyük bir atak başlattık; asfalt yapıyoruz. İkincisi; ilçelerimizde belli caddeleri prestij caddeler yaparak, alt yapısıyla beraber, asfaltlıyoruz. Kaldırımını, aydınlatmasını, süslemesini yapıyoruz. Bir üçüncüsü de il merkezi dediğimiz şehrin merkezinin yine alt yapısını, yollarını yapıyoruz. Bu üç aşamada asfalt çalışması yaptık. Soğuk asfalt, stabilize yol, yolların genişletilmesi ve sıcak
asfalt... Tahmini olarak 400 bin ton sıcak asfalt döküldü. Bir o kadar en az soğuk asfalt döküldü. Bu devam ediyor. Çünkü alt yapısı olmayan bir şehir, şehir değildir. Köylerimizin su kanalizasyon hizmetlerine ulaşıyoruz. 2016 yılını kentsel dönüşümde yatırım yılı olarak ilan ettik. Kaç konut çalışması var? Belediye olarak bin, TOKİ olarak 3 bin, Çevre Bakanlığı olarak bin konut hedefimiz var 2016 yılı içerisinde. Belki bitiş süreleri biraz uzayabilir ama 2016’da, bir anda 5 bin konutu inşallah hep beraber göreceğiz. Bunlar tabii farklı kategoriler. Emeklilere var, az bütçeli çalışanlar var, geçmişte mağdur olan vatandaşlarımız var; müteahhitlerden konut almış, onları da bir kurtaralım dedik. Onlarla ilgili bir çalışmalar yapıyoruz.
Erzurum deyince akla kar-kayak geliyor… Biliyorsunuz burası kış turizmi olan bir şehir. Kış sporları, Winter Fest -ki onu da biz başlattık- u yıl ikinci kez yapılacak inşallah. Görkemli törenlerle kışa merhaba diyoruz bu festivalle beraber. Kış turizmi de başlamış olacak. Üç ay boyunca da kış sporlarıyla ilgili faaliyetlerimiz devam ediyor. Mesela Ocak ayında Buz Tırmanış Festivali yapılıyor, dünya çapında. Yine Şubat ayında buz pateni yarışmaları oluyor. Geçen yıl, üçüncü kez buz hokeyi yarışmalarımız olmuş, yirminin üzerinde devlet katılmıştı. Diğer projeleriniz neler? Şöyle bir projem var; bizden önce nehirler kirletiliyordu. Şu anda dönemimizde arıtma yapılıyor. Şu anda atık sularımız arıtılarak, akan sulara veriliyor. Onun için böyle bir avantaj elde edildi. İkincisi; biz bir gölet düşünüyoruz. Yine Karasu’nun etrafında bir yerde... 1 milyon metrekarelik bir gölet, ortasında bir ada, adanın içerisinde küçük bir Erzurum... Erzurum’un tarihini sergileyen bir kale, bir Ulu Camii, Çifte Minare, Lala Paşa... Böyle belli başlı büyük eserleri ihya etmeyi ve orayı turistik bir alan haline getirmeyi hedefliyoruz. Bizim denizimiz olmadığı için insanlar sudan uzak yaşıyorlar. Erzurum sulak bir arazi aslında. Bunu gerçekleştirebilirsek, Erzurum halkı su kültürüyle buluşacak. Etrafında eğlence ve dinlence noktaları olan, ortasında bir adanın bulunduğu bir nevi huzur alanı... Özetle, sadece kendi vatandaşlarımız için değil, çevre ülkeler açısından da Erzurum’u bir yaşam alanı olarak yeniden ihya etmeyi planlıyoruz.
The city’s infrastructure for 300-500 years is complete! While we are in Erzurum, we want to get some updates on their latest works from the Metropolitan mayor Mehmet Sekmen who has been very hospitable on our visit to Erzurum.
W
e can tell he is very busy. He personally attends to the tens of people in front of his office. He does not send anyone empty-handed, he responds to every request. He was also kind enough to answer our questions. I would qualify this city as “under construction”. Everywhere I look, there is some work going on; there is construction on every street, every main road… A city without infrastructure is not a city. For this reason, we want to build an infrastructure for the future that will serve us for the next 100, 150 and 200 years. We are completely renewing the water supply network. We are also renewing these wages, gulleys are almost non-existent in most of the places. We carry out work in three different categories. One is the work on the villages. The connecting roads of the villages… Now we call them quarters. But our villagers complain that we never talk about them when we call the villages quarters, so I mention them as villages to make it clearer. We undertook a big project on the connecting roads of villages; we are paving them with asphalt. Secondly, we are converting some streets into prestigious streets in our districts, paving them to complete their infrastructure. We are building the sidewalks, road lights and decorations. The third project is the reconstruction of the infrastructure and the roads of the city center. In these three
Başkan Mehmet Sekmen’le, editörümüz Halil Kurbetoğlu konuştu.
categories we have done the asphalt work. Cold asphalt, stabilized road, increasing the widths of roads, hot asphalt… Do you have a project regarding them? In terms of their better use? I have this project: before us, the rivers were being polluted. We have treatment in out period. Right now, our wastewater is being treated and returned to running waters. This is why we have such an advantage. Secondly, we are thinking of a pond. Again somewhere around Karasu… A pond of 1 million square meters, with some area around it, with an island in the middle, with a small Erzurum on the island. What displays Erzurum’s history is a castle, it is Ulu Cami, it is “Çifte Minare” (Twin Minarets), it is Lala Paşa… We aim to revive such major structures on a smaller scale there and declare the venue a touristic site and arrange sightseeing tours for visitors. Since we don’t have sea here, people live away from water. Erzurum actually is a wetland. If we can make this happen, the people of Erzurum will have met with water. Both entertainment areas around the pond and in the middle, an island as such… We also want to revive Erzurum as a living space for the neighboring countries. JANUARY 2016
skyroad 87
EŞYANIN YOLCULUĞU Travel of the things
SEYYAHLARIN KADİM YUVASI
ÇADIR Tent The ANCIENT HOME of Travelers
Birol Biçer
Ç
adır, insanın icat ve inşa ettiği ilk konutlardan biri oldu. Daha önce doğanın kendi oluşturduğu mağaralarda yaşayan ilkel insanlar, ilk çadırları yaparak mobil hayatı da keşfetmiş oldular. Bu aynı zamanda onların değişen coğrafi ve fiziki şartlara ayak uydurmasını da sağlayan özgürleştirici bir ba-
88 skyroad
OCAK 2016
The tent allowing people to travel around the world carrying their home, family and stuff has been one of the first travel companions of the mankind. Their long travels on earth started with tent.
T
he tent was reigning in the world of nomads living under the dif ficult conditions and always continu ing their patchy existence; the settled period, wars which have been the last resort for reaching the never ending ambitions of human ego came to its
İnsana evini, ailesini ve eşyalarını taşıyarak dünya üzerinde dolaşma imkânı veren çadır, insanın ilk yol arkadaşlarından biri oldu. Yeryüzündeki uzun soluklu seyahatler de onunla başladı.
JANUARY 2016
skyroad 89
EŞYANIN YOLCULUĞU Travel of the things
rınma biçimiydi. İnsanın mağaradan çıkmasıyla, çadırın yolculuğu başlarken, çadırla da insanın uzun soluklu ilk yolculukları başlıyordu. Göçebe topluklar tarih boyunca barınakları kalacak olan çadırı ancak ilerleyen devirlerde göçebelikleriyle terk ettiler.
Seyyar birliklerin yuvası İnsanlar yerleştikçe kurumsallaşmaya, korunma ve saldırma mekanizmasını sonraki devirlerde ordu kıvamına gelecek olan silahlı güçler şeklinde örgütlemeye başlamışlardı. Sık sık hareket etmek zorunda olan bu seyyar birlikler için çadır, birçok açıdan gerekliydi. Asker için konfor zaten aranmıyordu ama onu soğuktan ve dış etkenlerden koruyacak bir barınak gerekliydi. Üstelik bu birliklerin sabit yapıların sunamadığı bir pratikliğe ve hareketliliğe ihtiyacı vardı ki ,bunu sağlamak adına çadırdan daha iyisi yoktu. Bu ihtiyaçlara daima cevap veren,
90 skyroad
OCAK 2016
Çadır, Kızılderililer ve eski Türkler kadar kimsenin gönlünde yer etmedi. Tent has not been place for anybody as old Turks and Indians.
üstüne üstlük daima yanında taşınabilen çadır bu özelliği sayesinde en gözden çıkarıldığı devirlerde bile orduların vazgeçilmezi olarak varlığını sürdürmesini bildi. Bu sayede çadır, Büyük İskender’in ordularıyla Makedonya’dan İran’a, Hindistan’a, Roma Ordularıyla Mısır’dan Britanya’ya, Cengiz Han’la Orta Asya’dan Kafkasya ve Anadolu’ya, Atilla ile Macaristan’a, Roma’ya, Hannibal ile Kartaca’dan Alpler’e kadar seferlere katıldı. Haçlı seferleriyle Kudüs, İslam Ordularıyla Mekke ve İspanya, Osmanlı fetihleriyle Bizans ve Viyana kapılarına dayanarak maceradan maceraya koşan bir gezgin oluverdi. Yine de çadır, hiçbir dönemde yeryüzünde iki topluluğun; Amerika yerlileri Kızılderililer ile Eski Türklerin olduğu kadar kimsenin gönlünde yer etmedi. Göçebe yaşamak durumundaki Amerika yerlilerinin basit ve konforsuz çadırlarına karşılık Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar asırlarca çadırlarıyla akan Eski Türkler için çadır bir barınak olmanın çok ötesinde anlamlar taşıyordu. Türklerin önemli bir kısmı göçer hayattan uzun bir süre kopmadan “yurt” gibi adlar verdikleri çadırlarını deve ve katır sırtında taşıyarak yüzlerce yıl süren bir göçün kahramanı oldular. Türk çadırı ev konforunu eksik etmediği gibi rengi ve şekli de ailenin mevkiini gösteriyordu. İçinde ocak, sedir bulunan, zeminine keçe halı ve kilimler serilen, içinde ailenin bütün eşyasını çuvallar ve heybelerle barındıran bu çadırlar “Türk’ün evi” olarak nam salmış olsa da asla bundan ibaret değildi. Özellikle keçi kılından yapılan kıl çadır, Türkler için hür yaşamın
sembolü idi. Türklerin çadırla bu denli hemhâl oluşu ilerleyen dönemlerde onların anıt mezarı kurganlar başta olmak üzere mimarilerini de etkileyecek ve tasarımlarına esin kaynağı oluşturacaktı.
Osmanlı’da çadır kültürü Eski göçebe Türklerin çadır kültürü Osmanlı’da bambaşka bir boyuta taşınacaktı. Söğüt’e geldiklerinde 400 kadar çadırdan ibaret bir topluluk olarak yerleşik hayata geçmeye başlayan Oğuzlar’ın Kayı Boyu, Osmanlı İmparatorluğu’na dönüştüğünde çadırı sadece av ve askeri amaçlı kullanacaktı belki ama tarihin gördüğü en ihtişamlı ve büyük hükümdar otağlarıyla saray konforunu ve işlevini çadıra taşımasını bilecekti. İpek halılarla döşenen, içinde ayrı bölmeleri bulunan, iki kat çadırın iç içe olduğu, divanın toplandığı, bir hazine dairesine malik Otağ-ı Hümayun’lar suretinde gezici saray şeklinde zuhur eden çadır bu devirde kariyerinin zirvesine ulaşacaktı. O otağlar bugün müzelere kaldırılsa da Türk göçebe kültürünün son temsilcileri olan Sarıkeçili Aşireti başta olmak üzere Yörükler, günümüzde de Yörüklüğün sembolü haline gelen kara çadırlarındaki
hayatlarını her sene iki defa aştıkları Toros Dağları’nın iki yakasında sürdürerek kendileriyle beraber çadır kültürünü de yaşatıyorlar. Bugün bile Sarıkeçili çocukları bin yıl önce olduğu gibi kara çadırda doğup, kara çadırda hayata hazırlanıyorlar.
Çadırın yakın dönemi Çadır, 20’nci yüzyıla gelindiğinde, kullanışlılığını koruduğu için hâlâvarlığını sürdürüyordu. Bu kullanışlılığın başlıca tezahür ettiği alan ise geleneksel yaşam formlarının çok ötesinde, askeriye idi. Geçmiş çağların bir numaralı sefer konutu olan çadır, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları kadar, askeri üslerin kurulduğu günümüze kadar hemen tüm müdahalelerde orduların can simidi olmayı sürdürse de, Sarıkamış soğuğunda Mehmetçikleri, bundan 30 yıl sonra da Rusya’nın kara kışında Alman ordusunu dondurucu soğuktan korumaya gücü yetmedi…
Arap dünyasında bugün bile kullanılan Yörük çadırı olarak da bilinen kıl çadır, Uşak’ta üretiliyor. It used even today in the Arab world as a Yoruk tent produced in the Uşak
rescue. As humans settled, they started to institutionalize and to organize the mechanism of protection and attack in the form of armed forces that would become, in the later periods, an army. Comfort was not required for soldiers but a shelter was necessary to keep them from cold and external effects. Further more, these troops required practicality and mobility that could not be provided by stable structures, and there was none better than the tent to provide these. Thus, the tent joined the expeditions with the armies of Alexander the Great to Macedonia, Iran, and India, with Roman armies to Egypt and Britain, with Genghis Khan from Central Asia to Caucasus and Anatolia, with Atilla to Hungary and Rome, with Hannibal from Carthage to the Alps. It turned into a traveler getting into adventures pounding at the doors of Jerusalem with the Crusades, of Mecca and Spain with Islamic armies and of Byzantium and Vienna with the Ottoman conquests. Even so, the tent never found a big ger place in the hearts of communities on earth than of two; American Indians and Old Turks. Contrary to the simple and spartan tents of nomadic Ameri can Indians, the tent had meanings be yond being a dwelling for the Old Turks who continued to migrate from Central Asia to Anatolia with their tents for centuries. Tents made from goat hair in particular symbolized for Turks their free life style. Although to a lesser extent than the Turks, it was also honored by JANUARY 2016
skyroad 91
EŞYANIN YOLCULUĞU Travel of the things
Ancak çadır, sadece askeriyeye ait hissetmedi kendini. 20’nci yüzyılda o da büyük bir demokratikleşme sürecine girerek sivil hayatta da kendisine yeni alanlar sağlamayı bildi. Özellikle 1960’lardan sonra başlayan bu süreçte, bir dönem gezici tatilcilerin gözde aracı haline geldi. Artık tatile çıkmanın fazla para gerektirmediği, tatil ve turizmin demokratikleştiği bir dönem geldiyse bu büyük ölçüde çadıra da borçlu olduğumuz bir durumdu. Hac zamanı hacılara, sefer zamanı ordulara, tatil zamanı turistlere zahmetsiz barınak olan çadır, 20 ve 21’nci yüzyılın doğal felaketlerinin mağdurları kadar sivil-asker ayırdetmeyen savaş ve terörden kaçan milyonlarca Iraklı, Afgan, Suriyeli ve Afrikalıya geçici de olsa bir nefes aldıracak; yüzbinlerce insanın toplandığı mülteci kamplarında onlara barınak olduğu kadar okulluk, hastanelik de yapacaktı. Soğuk Savaş’ın bitişiyle dünyanın huzur ve barışa kavuşacağı gibi romantik hayallerin
Çadır, motif olarak da pek çok farklı tasarıma ilham verdi. Tent gives inspiration many different designs as patterns. kurulduğu günlerin hemen akabinde yeniden kendini gösteren savaştan, iç çatışmalardan ve fakirlikten kaçanların sığınağı olarak dünyanın dört bir yanında kurulan çadır kentlerde ise insanlığın utanç verici durumunun sembolüne dönüşecekti ... İnsan hayatında kalıcı yerini kaybederek yan bir unsur haline geldiği bu dönemde bile oldukça gösterişli ve büyük çadır örnekleri daima varlıklarını sürdürdüler. Bunlar sirk çadırlarıydı. Kent kent dolaşarak türlü gösterilerle halkı büyüleyen sirkler bu yüzyılda adeta geçmişten gelen birer masal unsuru gibi dolaşırken, ünlü sirklerin göz alıcı dev çadırları da padişah otağlarından
92 skyroad
OCAK 2016
sonra en gösterişli hallerine kavuşmuş oldular. 2000’li yılların yaklaşmasıyla çadır Türkiye’de bir başka alanda daha kendini gösterecek ve bu defa bambaşka bir şenliğin sembolü olacaktı. Ramazan ayında İstanbul’da bazı belediyelerin başlattığı Ramazan çadırları, kısa süre içinde toplu
iftarları tüm Türkiye’ye yayılan bir hayır faaliyetine dönüştürürken, zamanla bu duruma karşı olan yerel yönetimlerin bile benimsediği birlik ve dayanışma ruhuna dönüşecek ve çadıra kaybolan itibarını Ramazan-ı Şerif’in hürmetine iade edecekti. Bir yandan da uluslararası politik arenada kendini göstermeden duramayacaktı çadır. 2007’de Fransa’yı ziyaret eden Libya lideri Kaddafi’nin, Elysee Sarayı’nın hemen yanında kendisine tahsis edilen otelin bahçesine kurduğu otağı sayesinde, uluslararası medyada hiç görmediği ilgiyi görecek ama tüm şöhreti bu kadarla kalacaktı. Yine de, asırlardır hayat yolcululuğumuza yarenlik eden çadır, insanoğlunun gökyüzünü delen yüksek konutlar yaptığı şu dönemde bile varlığını hem askeri, hem insani hem de eğlence amaçlı üç kanatta sürdürmeye devam ediyor.
the European kings. In the 12th century, King Henry II of England had to live as a traveler king in order to govern his lands in both sides of the English Channel and owned a tent palace very comfortable for his period. The tent was such an important el ement of the Arabic culture as to give the name of its main mast, Aruz, to the prosody of the legendary literary cul ture of Arabian poetry so it was perhaps impossible to think of it not living as an irreplaceable lifestyle of the Bedoins and Berbers in North African and Arab coun
tries, but its existence in the modern times of course would not be limited to this. In the 20th century, the tent still con tinued its existence because it retained its practicality. Where this practicality mainly appeared is far beyond tradition al forms of living, in military. Being the number one excursion dwelling of the old ages, the tent continued to be the lifesaver of almost all the interferences to present, where military bases were set up, inclu ding the First and Second Word War. Nevertheless, the tent did not feel like it only belonged to the military. In the period following the 1960s, it became a favorite tool for travelers for a while. The tent also became one of the essentials not only in scout camps but also holiday camps. Even when the legendary Woodstock Festival that lasted for days was held in a field of tents set up by the tens of thousands of flower children, the tent had not yet reached the end of the road. On the con trary, it would become the symbol of the refugee camps, the byproduct of the wars which could not be stopped by the flower children. Being an effortless dwelling for hajjis during Hajj, for the armies in excur sions, for the tourists during vacations, the tent would help the victims of natural dis asters of the 20th and 21st century besides the millions of Iraqi, Afghan, Syrian and African people running away from war and terror that treats civilians and sol diers equally catch their breath; it would serve both as schools and hospitals as well as dwellings in the refugee camps hosting hundreds of thousands of people. JANUARY 2016
skyroad 93
PORTRE THE HUMAN STORY
Arap dünyasının uzay kahramanı
Suriye’nin uzaya ayak basan ilk astronutu Muhammed Ahmed Faris, dört yıldır İstanbul’da yaşıyor ve eğitmenlik yapıyor. Suriye’nin halk kahramanıyla, Ali Kuşçu Uzay Evi’nde bir araya geldik.
94 skyroad
OCAK 2016
Ali Mert Alan
M
uhammed Ahmed Faris, 1951 yılında Suriye’de dünyaya gelmiş. Çocukluk yıllarında asker olduğunu ve uzaya çıktığını hayal edermiş. Hayallerini gerçekleştirebilmiş. Suriye Hava Kuvvetleri’nde albay rütbesini taşırken 155 kişi arasından uzaya gönderilmek üzere seçilmiş ve iki yıllık eğitimin ardından 1987 yılında uzayda 7 gün kalmış. Bilim ve insanlık adına çeşitli çalışmalar yapmış. Ülkesine döndüğünde de kahraman gibi karşılanmış. Suriye’nin ilk kozmonotu olan Muhammed Faris, uzay yolculuğunun ardından dünyaya ayak bastığında askeri görevlerde yer almamış. Çünkü uzay bilimi konusundaki tecrübelerini gençlerle paylaşmayı tercih etmiş ve eğitim vermiş. 1997 yılında tekrar askerliğe dönüp ülkesindeki pilotları eğitmiş. 2004 yılında da Hava Kuvvetleri’nde general olmuş. Suriye’de yaşanan olaylar karşısında Beşşar Esad’a karşı tavır koymasıyla
onun adına her şey tersine dönmüş. Halkın ona olan ilgisinden rahatsızlık duyan Esad nedeniyle hayatı tehlikeye giren, bir zamanlar adı sokaklara, okullara verilen Muhammed Faris, muktedir gözünde ortadan kaldırılması gereken bir soruna dönüşmüş. Hâl böyle olunca, üç yıl önce Suriye’den Türkiye’ye kaçmış ve ailesiyle birlikte Kocamustafapaşa’ya yerleşmiş. Eyüp Belediyesi’nin açtığı Ali Kuşçu Uzay Evi’nde çocuklara uzayla ilgili dersler veren astronot, yurt dışında çıkıp Suriye’de her şeyin normale dönmesi adına kendisi gibi ülkesinden kaçmak zorunda kalan insanlarla görüşüyor.
Suriye’nin halk kahramanı Muhammed Ahmed Faris ile, Alibeyköy Osmanlı Parkı’ndaki, adını 15’inci Yüzyıl’da hayatını ilme adamış, astronomi alanında ortaya koyduğu eserlerle zamanın önemli bilginlerinden biri olan Ali Kuşçu’dan alan Ali Kuşçu Uzay Evi’nde bir araya geldik. Soğuğun henüz kendini yeni yeni hissettirmeye başladığı gün-
The space hero of the Arab World Muhammed Ahmed Faris, the first Syrian astronaut to go to space, has been living and giving lectures in Istanbul for four years. We came together with the folk hero of Syria at Ali Kuşçu Space House.
M
uhammed Ahmed Faris… He was born in Syria in 1951. When he was a child, he dreamt of being a soldier and going tospace. Faris mana ged to make both of his dreams come true. He was elected from among 155 people to be sent to space whilehe was a colonel in Syrian Air Force and after two years of training, he spent 7 days in space in 1987. He conducted vari ous studies for the good of science and humanity. And he was welcomed as a hero when he returned to his country. After he set foot on the earth following his space journey, the first Syrian cos monaut Muhammed Faris didn’t par ticipate in the military mission but he began to give trainings. In 1997, he returned to the military service and trained pilots in his country. Faris became a general in the Air Force in 2004. The winds changed for him when he came out against Bashar Al-Assad in the face of the incidents in Syria and he fled from Syria to Turkey three years ago, settling in Kocamustafapaşa with his family. The astronaut is giving lectures to children about space at Ali Kuşçu Space House which was opened by Eyüp Municipality and is going abroad and meeting people who had to flee from their countries like he did with the aim of helping with the nor malization process in Syria.
Syrian public hero We set off to interview Muhammed Ahmed Faris who is one of the two ast ronauts of the Arab world to go to
JANUARY 2016
skyroad 95
PORTRE THE HUMAN STORY
“Uzaya ayak bastığımda hissettiğim, korku değil özlemdi. Ve âlemde bir zerre olduğumu, gerçek manasıyla idrak ettim.”
DİLAN BOZYEL
“When I first step in to space, I feel something but not fear, it was missing. And I feel with whole my soul “I am a morsel in this universe.”
96 skyroad
OCAK 2016
lerin birinde yürüyüş parkurundan Uzay Evi’ne adım attığımızda tekrar çocuk olmak istedik. Çünkü içerideki uzay dekoru, çocukların giydiği kıyafetler bizi adeta çocukluğumuza götürdü. Biz etrafı kolaçan ederken kapı açıldı ve önce “Ehlen”, sonra bozuk şivesiyle “Merhaba” diyen bir beyefendi girdi. Bakışlarımızı sesin geldiği yöne doğru çevirdiğimizde Suriye’nin halk kahramanı astronot Muhammed Faris’i gördük. Askerlik alışkanlığından kalma kısa favorileri, sinekkaydı tıraşı ve jilet gibi kıyafetleriyle oldukça zarif bir şekilde karşımızda duruyordu. Onunla yarı Türkçe, yarı Arapça ayaküstü sohbet ettik. Sonra bize uzay macerasını anlatmasını istedik. İşte Muhammed Faris’in Skyroad için anlattıkları…
“Asker olmak istiyordum” “Asker olmak istiyordum ve oldum. Askeri pilotken uzaya aşırı derecede merakım vardı. Bilinmeyene karşı çok ilgiliydim. Sonrasında devlet uzaya göndermek için 155 kişiye eğitime aldı ve ben de bu isimler arasındaydım. Ama tabii ki hepimiz uzaya gitmeyecektik. İki yıllık eğitim sürecinde uzay bilimleri, uzay mekiğinin özellikleri ve uzayda nasıl yaşayacağımıza dair konuları öğrendik. Her gün iki saat spor yapıyorduk, işin spor kısmı bana sorarsanız çok önemliydi. İki senenin sonunda uzaya gönderilmek üzere devlet beni seçti. Sağlık, zekâ ve bilgimden ötürü seçildiğimi düşünüyorum ama biraz önce dediğim gibi sadece bilgi yetmez, vücut sağlığı da çok önem-
liydi ve ben sporda iyi olduğum için çok fit durumdaydım. Uzay’da 7 gün kaldık. Birçok kişiye gezmeye gidiyormuşuz gibi gelse de 7 gün boyunca bilimsel çalışmalar yaptık. Kimya, fizik, tıp gibi alanlar başta olmak üzere toplam 13 deney yaptık. Ayrıca bulunduğumuz noktadan Suriye’ye fotoğraflar çekip gönderdik. Ülkeme geldiğimde insanların ilgisi muhteşemdi. Devlet tarafından madalyayla ödüllendirildim. Çok mutlu oldum ve gururlandım. Sonrasında da uzayla ilgili dersler vermeye başladım.”
“Esed, hep zalimdi” “Suriye’de sorunlar çıkmıştı ve Esed masumları öldürüyordu. Çok üzülüyordum. Ülkemin belediyelerinde, köylerinde problemler yaşanıyordu. O hep zalimdi. Ayaklanma olunca şiddetin dozunu daha da artırdı ve kötülük yapmaya devam etti, ediyor. Artık Suriye diye bir ülke kalmadı. İnşallah bu kötü olaylar biter ve ülkemizi gidip yeniden inşa ederiz. Suriye’den kaçınca İs-
tanbul’a gelmek istedim. 2003 yılında İstanbul’a Hava Harp Okulu’nu ziyaret etmek için gelmiştim buraya ve çok etkilenmiştim. Kültürlerimiz zaten yakın ve bu toprakları çok seviyorum. Çok kalabalık ve çok güzel, dünyanın merkezi bana göre… Şu anda da uzayla ilgili dersler veriyorum. Çocukların yaşlarına göre aşama aşama konular öğretiyorum. Amacım onların uzaya olan ilgisini hep sıcak tutmak. Sadece Türkiye’de dersler vermiyorum. Geçtiğimiz hafta İspanya ve Almanya’daydım. İki ülkede de Suriyeli muhaliflerle temaslarda bulundum, Uzay Bilimleri’yle ilgili dersler verdim.”
Uzayda ilk an “Şunu itiraf etmeliyim ki uzaya çıktığınızda yeryüzü zerre kadar kalıyor ve küçücük gözüküyor. Ama ilk ayak bastığımda hissettiğim şey korku değil, özlemdi. Eğer korksaydım işimi yapamazdım. Bugüne kadar ders verdiğim çocuklara da söylediğim şey hep bu aslında: Zor şartlar altında korkmayın. Çünkü korkarsanız hiçbir şey yapamazsınız.”
space. We had a quick chat with him in half Turkish, half Arabic.
I wanted to be a soldier I wanted to be a soldier and I did it. I had a passion for space when I was a military pilot and I was quite interest ed in the space and the unknown. Then the government had 155 people trained to send them to space but not all of us would do that. During the two-year training period, we learned about as tronautics, features of the space shuttle, and how to survive in the outer world. We also worked out for two hours every day. By the end of the two years, the government selected me to send to space. We spent 7 days in space. Many people think we went there for a fun ride but we always worked and con ducted scientific studies the whole time. We carried out a total of 13 experiments mainly in chemistry, physics, and me dicine. We also took photographs from where we were and sent them to Syria. When I returned to my country, peo ple’s interest was spectacular.
Assad was always cruel Assad has always been cruel. After the rebellion, he increased the dose of vi olence and continued to do evil, he is still doing it. Now there is no country named Syria. I hope all these misfor tunate eventscome to an end so that we can go back to restore our country. I wanted to come to Istanbulwhen I fled from Syria. Our cultures are akin and I very much like these lands. Very crowded and very beautiful, I think this is the centre of the earth... My aim is to keep up their interest in space.
The first moment in space When I first went to step in the out er world, what I felt was not fear but longing. If I was scared, I couldn’t do my job. This is actually what I sayto the children: “Don’t be scaredin the face of difficult situations.” Because if you are scared, you cannot do anything. JANUARY 2016
skyroad 97
İZLENİM impression
KARA ÇADIRIN
BİN YILLIK
KONUKLARI
r
r e l i l i ç e k
Son Gö
Sa r ı
ükle r ö Y e eb
ç
HAYDAR ELÇİN
98 skyroad
OCAK 2016
Bir çalıya tutunan, ondan güç alan analardan doğdular. Toprağa, ağaca, rüzgâra, yağmura, yemyeşil çayırlara tutunarak yaşıyorlar. Kara çadırlara sığdırdıkları dünyalarıyla bir konup bir göçerek, bir gerçeği fısıldıyorlar sessizce; şu dünya da zaten kısasık konukluk değil mi!
Birol Kamil Biçer
I
nsanların çoğu yerleşik hayata geçmiş olsa da asırlardır sürdürdükleri konar-göçer yaşam tarzından kopmamakta direneler de var. Tıpkı asırlardır Torosların iki yanını arşınlayan Sarıkeçililer gibi… Anadolu’ya gelen ilk Türkler göçebe Yörüklerdi. Zamanla yerleşik hayata geçiş konar-göçer aşiretleri iyiden iyiye azalttı. Hatta 19’ncu yüzyılda konar-göçerleri yerleşik hayata geçirmek için devlet teşviklerin yanı sıra kaba kuvvet de kullandı. Göçebe Türkmenleri yerleşik hayata zorlamak için üzerlerine o dönem Fırka-i İslahiyeler bile gönderildi. En az bin yıldır bu toprakları arşınlayan göçebe aşiretler tükenme noktasına gelse bile içlerinden bir aşiret binlerce yıldır sürdürdükleri ata yadigârı hayat tarzını sürdürmekten asla vazgeçmedi. İçlerinden çoğu yerleşik düzene geçse de 200 çadırdan oluşan Sarıkeçililer evlerini, eşyalarını, hayvanlarını ve hayatlarını nereye
Last nomadics Yoruk’s
SarIkeçİlİler They are born from the mothers who are leaning on a bush and getting strenght from it. They are living depending on the earth, trees, the wind, the rain and the green meadows during their life. They whispering the truth once landing once immigrating the world that they squeeze into their black tents; isn’t this world a sort of soujurn that we land and immigrate?
L
iving in the woods on livestock, Sarıkeçili tribe comprise of the last representatives of the peripatetic Yoruks heading uplands in the summer and coast in the winter. It is time to move when it is September and they start to travel on foot to Mersin over Toros mountains once again with everything they have.
Dark tent, goats and camels They walk through mountains and uplands, continuing with production as they keep going. They do not question this lifestyle fully geared for nature JANUARY 2016
skyroad 99
İZLENİM impression
giderlerse beraberlerinde taşımaya devam ediyor ve konar-göçer Yörüklük geleneğini yaşatıyorlar. Çünkü onlar bu şekilde yaşıyorlar. Bin yıldır Anadolu’da o yayla senin, bu yayla benim dolaşıyor, üretiyor ve varlıklarını böyle sürdürüyorlar. Anadolu’da konar-göçer Yörük hayatının son temsilcisi Sarıkeçili Aşireti, bu hayattan başka türlüsünü bilmiyor ve içlerinden çoğu bilmek de istemiyor.
100 skyroad
OCAK 2016
Kara çadıra sığan bir hayat Konya’nın Taşkent ilçesi yakınlarında, Avşar Yaylası’nın Tahtalı Mevkii denilen bir yerinde kurduğu çadırında bizi ağırlayan Sarıkeçili Mahmut Uçar “Çadırda rahatız. Ses yok, gürültü yok. Şehre inip de biraz kalınca başım ağrıyor. Araba sesi, parfüm ve egzost kokusu bizi harap ediyor” diyor. 24 yaşında Sarıkeçili bir göçer olan Mahmut, karısı, annesi, iki
küçük çocuğu, 150 keçisi ve 6 devesiyle şimdilik burada kurduğu kara çadırında yaşıyor. Birkaç güne kadar onlar da dağ ve yayla yollarından yürüyerek, Torosları aşarak vatan edinecekleri Mersin sahillerine doğru yola çıkacaklar. Onlar genç oldukları için çadırları henüz kalabalık değil. Sıradan bir Sarıkeçili ailesinde ortalama 8-10 çocuk bulunuyor. Sarıkeçililerin tüm geçimi keçilerden. Onları satarak, sütünden
Her yönüyle doğaya ayarlı bir hayatı özümsemiş olarak, tevazuyla yaşıyorlar. They live their life according to nature and also this style of life is living without questionnig and internalize. They do not know anything different from this.
yaptıkları tulum peyniri, tereyağ ve yoğurt başlıca geçim kaynakları. Bunları civar kasabalardaki pazarlarda satıyor, hayvanlarının bir kısmını da tüccara veriyorlar. Bir anlamda göçebeliklerinin yani hayatta kalmalarının teminatı bu hayvanlar. 12 ay kıl çadırlarında yaşıyor, hayvanlarını otlatacak yer bulduklarında konuyor, orada da en fazla bir ay kalıyorlar. Yüklerini yakın zamana
at all costs. This is the Sarıkeçili tribe of thousands of years originating from the Central Asia, the last members of the nomadic Yoruk life. Hosting us in a tent on Tahtalı Region of the Avşar Plateau nearby Konya, Taşkent, Mahmut Uçar says: “It is comfortable in tent. No noise, no sound. I have a headache whenever I have to go and stay in the town”. A Sarıkeçili nomad, Mahmut (24) stays in this tent for now with his wife, his mum, two young kids, 150 goatsand 6 camels. In a
few days or so, they will set out for the coast of Mersin where they will stay for the winter, walking down the mountains and uplands passing through Toros hills. Tent is not over-crowded since they are young. An average Sarıkeçili family has 8-10 kids.
Radio, the only contact with the world They live on goats which they sell or milk in order to produce and sell cheese, butter and yoghurt. They are sold in the nearby marketsand some of their livestock go to the merchants. Livestock is the guarantee of their roaming, and of course, their survival. They live in their wool tents throughout the year, deciding to stay if they find some grass to graze their cattle to stay only for one month. Sarıkeçili people neither migrate as a community nor keep their tent close to each other. Since there is plenty of water and land… One tent per mountain, generally speaking… Mahmut comes from a family with 8 kids and Songül had 9 brothers and sisters. Midwife Fatma at around her 80s now is a grandmother to 80 from 10 children. The more kids you have, the less work load you assume. And it is the only easy way out to keep the livestock. Children are sent to the school in winter location as the education is compulsory. In April-May, when it is time to move, they stay with their relatives in their school location instead and join the nomads later. They have no TV. Their only contact with the world is the intermittent radio frequency that they happen to get in the uplands they can reach on off-road vehicles, if not on foot. Usually mobile phones don’t work in their whereabouts. Despite all this, we were surprised to see the young wife Songül more updated about the current affairs than us, journalists, spending her day milking or grazing the goats with her newborn baby on her back, making cheese and preparing lunch, just like all the other Yoruk women. JANUARY 2016
skyroad 101
İZLENİM impression
kadar develerle taşıyorlarmış ancak şimdilerde onların yerini kamyonlar ve traktörler almaya başlamış. Yine de bazıları asırlarca onlara yoldaşlık etmiş develerinden vazgeçemiyor. Kullanmasalar da beslemeye devam ediyorlar. Televizyonları yok. Ancak arazi aracı ya da yaya olarak ulaşılabilen yaylalarında dış dünyayla tek temasları şöyle böyle çeken bir radyo. Bulundukları yerlerde çoğu zaman cep telefonları da işe yaramıyor. Ama gün boyu tüm Yörük kadınları gibi çoğu zaman sırtında yeni doğmuş bebeği ile keçi otlatmaktan ve sulamaktan, süt sağıp peynir yapmaya, yemekleri hazırlamaktan başka binbir türlü işe koşan gencecik eşi Songül’ün, gündeme biz gazetecilerden daha hâkim oluşuna hayret etmemek mümkün değil. Kara çadırda bütün gün ve gece
Yörük hanımları, başlarda sohbete çok yanaşmasalar da, zaman ilerledikçe aşiretin gündelik hayatlını anlatmaya başlıyorlar... Though Yoruk women are at first hesitant to chat, they start to tell us about their daily lives as they get familiar with us.
102 skyroad
OCAK 2016
boyu canlı tutulan ateşin yanı başın da beraber kaşık sallıyoruz bize ikram ettikleri yemeklere. Sonra aynı ateşin başında çaylarımızı yudumluyor, sohbet ediyoruz. Mahmut, “Ebem” dediği babaannesi Fatma Ebe, eşi Songül, kayınbiraderi Mehmet, 2 yaşındaki Muhammed ve 20 günlük Bayram bebekle hep beraber oturuyoruz. Arada bir kara çadırın pencere vazifesi gören aralıklarından içeri giren pervanelerin pervasızca kendilerini ateşe atmalarını seyrediyoruz. Hava karardığında ise “gökte bu kadar yıldız mı varmış” dedirten gerçek gökyüzü çıkıyor ortaya. Songül bacı diğer Yörük kadınları gibi başta sohbete fazla yanaşmasa da zaman geçip birbirimize alıştıkça o da ebesi gibi dahil oluyor sohbete.
“Peygamber(SAV) dualı” çadır Kara çadır deyip geçmemek gerekiyor. Çünkü bu çadır Sarıkeçililer için evden öte bir şey. Fatma Ebe kara çadırın efsanesini anlatıyor: “Bu çadır peygamber dualı. Peygamberimiz(SAV)’in hanımlarından biri çocuğunu kara çadırın altında dünyaya getirmiş. Efendimiz(SAV) çadırı üç kere sıvazlamış. ‘Gök yere insin, altına
No tent goes without prayer Don’t underrate the dark tent, which is more than a home to Sarıkeçili people. Midwife Fatma tells us the legend of the tent: “This tent has received the prophet’s prayer. One of his wives gave birth to her child under a dark tent. Prophet stroked the fabric three times and said: ‘Let there be downpour without a single drop under the tent’. They make this tent, sacrifice cattle, find a cleric to pray for it; that is how they build it. No tent goes without prayer”. Dark tent of the Yoruks woven with goat’s hair takes in rain water at first. Then the woven fabric swells to leak no more. When I ask her about how they labor without any doctors, hospitals and nurses around, Songül says: “all by ourselves”. Times have changed, though. Sarıkeçili Yoruks are now obliged to go to a hospital to deliver a baby, although they used to open their eyes to the world in the bushes themselves. Almost all of them at a particular age now were actually given birth to nearby a bush in the nature. Life is tough out there and the work load is heavy but for them mountains and uplands are the only habitat.
“We don’t own a land but we have everywhere to go” Sarıkeçili nomads have no land, no yards and no gardens. “We wouldn’t know what to do with them even if we had some. Each and every inch of land is owned, anyway. Owned lands grow larger by day. Space left to us gets smaller day by day,” says Mahmut
and continues: “If we settle down, we exist no more. We can’t find anything to do. We have no idea about yards or gardens. We don’t have a land to cultivate. Of course, we can sell our livestock to own some land but it would be very hard since we don’t know about these things. We are used to roaming, sleeping in different locations every night, drinking water from different springs, seeing different trees and hills all the time. We don’t own a land but we have everywhere to go”.
Morals remain Another basic element of the Yoruk life is fire. Pervin Çoban Savran, who struggles to continue their nomadic culture for years, tells us about the fire to them as we sit by the fire:“It is as if fire actually talks to us and tells us things just like it is alive. Sometimes I get the feeling that it talks to me, and I talk back to fire”. “Hearth is like our mother” says Mrs. Pervin. Fire is sacred to them. They avoid throwing ashes or trash in the fire or the hearth stone. Saying swear words mentioning “one’s hearth stone”, throwing ashes or water to the hearth are very insulting. It is not auspicious at all to throw water on the burning fire or break a green branch. If you break a green branch,“your children won’t take care of you,” they say. Fatih Çavuş’s old mother and Pervin Çoban Savran tell us about the beliefs of Yoruks as they accompany us all the way in view of their place in their culture which they try to maintain. Sarıkeçili Yoruks JANUARY 2016
skyroad 103
İZLENİM impression
Keçi iş ve aş demek
E
vlenen bir Sarıkeçili isterse ailesinden ayrılıp, kendi çadırını kurabiliyor. Zaten daha çocukluktan sürünün içinde kendi keçileri var, bakarsa büyüyene kadar onları çoğaltması mümkün. Evlenirken onlara belli bir miktar keçi ve çadır için malzeme veriliyor. Yörük hayatının temeli keçiler, keçi varsa hayat devam ediyor. Sarıkeçililer için keçi; gelecek, iş, aş, mutluluk demek. Hayatlarının ve kültürlerinin devamı yoldaşları keçilere bağlı...
“Ateş, sanki bizimle konuşur, bir şeyler anlatır. Hem aşımızı kaynatır, hem ruhumuzu, içimizi ısıtır. Bizde ocağa sövülmez..”
Turkish means yellow goats, and this means job and dinner
W
hen a Sarıkeçili gets married, he is allowed to leave his family to build his own tent. They already have their goats in the herd starting with their childhood and they can take care of them as they grow. They are given a number of goats and tent materials as they get married. Goats are very critical for Yoruk life, if there is goat, so there is life. Goat means the future, the life as well as their job and happiness. Their life and culture depend on goats, their fellows...
yağmur geçmesin’ diye dua etmiş. Bu çadırı dikerler, bir davar keserler, bir hoca bulurlar, duasını yaparlar ve öyle duayla dikerler. Duasız çadır kurmayız”. Yörüklerin keçi kılından dokunmuş kara çadırı ilk yağmur aldığında bir miktar su sızdırıyor. Sonra dokuması şişip yağmuru sızdırmaz oluyor.
104 skyroad
OCAK 2016
Doktorun, hastanenin, ebenin olmadığı bu dünyada çocukları nasıl doğuruyorsunuz diye sorduğumuzda “kendi kendimize” diyor Songül Bacı. Ama şimdilerde durum değişmiş, Sarıkeçili Yörüklerin minik üyeleri, yakın zamana kadar çalı dibinde dünyaya gelirken artık hastaneye gitmek mecburi olmuş. Belli bir yaşın üzerindeki Yörüklerin hemen
hepsi anaları tarafından tabiatın ortasında bir çalıya tutunarak doğurulmuş. Bu ortamda hayat biraz zor ve fazla çalışmayı gerektiriyor ama onlar için yaşanılabilir olan yer ancak bu dağlar ve yaylalar. Evlenen bir Sarıkeçili isterse ailesinden ayrılıp, kendi çadırını kurabiliyor. Zaten daha çocukluktan sürünün içinde kendi keçileri var, bakarsa
büyüyene kadar onları çoğaltması mümkün. Evlenirken ona belli miktar keçi ve çadır için malzeme veriliyor. Mahmut’unki de böyle olmuş. Akşam saat dokuzu geçince herkes çadırın bir kenarında, yere serili keçelerin üzerinde üstlerine yorgan alarak yatıyor. Gün onlar için sabah beşte başlıyor. Develer ve keçiler gütmeye götürülüyor, öğleye doğ-
have their own belief system. For example, they protect their livestock with prayers as well as the watchdogs. They take their switchblade that is off in the evening time to open them up with prayers and switch it off again. Because they believe that it would keep the wolves and bears away. They have rooted traditions dating back to the old times. They do not hit the road on a Tuesday or Friday. They think Tuesday is inauspicious and there is no work or no set-off on Friday. They avoid bringing spicy products to the tent after sunset. If they need spicy things like pepper, onion, etc. they hang them on a branch of a tree in the evening and take them inside after sunrise. They believe it brings bad luck if they take white products like milk, cheese, etc. out of the tent after sunset. Otherwise, it will cast evil eye on the livestock. Fatih Çavuş suggests that these are based on experience: “Either something unfortunate gets the livestock or they catch a disease, go dry, cheese can’t be produced, etc. Everybody abides by these, the young and the old”. Fatih Çavuş’s mother Emine talks about the old beliefs and traditions. For instance, if a young man liked a girl, they used to buy 1-2 kg of salt to tell if it would work out fine for the both of them. If there were no problems by the time the salt was consumed, they JANUARY 2016
skyroad 105
İZLENİM impression
ru dönülüyor, öğleden sonra akşama kadar bir kez daha aynı şey yapılıyor. Yörük için hareket gün boyu bitmiyor. Gece ise tam bir sükûnet hâkim. Geceyi ancak arada bir keçilerin homurtuları ve köpeklerin en az bir km uzaklıktaki bir başka çadırın köpekleriyle karşılıklı ulumaları bölüyor. O da birkaç dakika sürüyor.
Topraksızlar ama her yer onların Bu hayatın en önemli unsuru keçiler… Onlar geçim teminatı. Sarıkeçililer için yaşamın bir başka olmazsa olmazı ise köpekler. Yaylada serbest otlayan, ağıla ahıra girmeyen hayvanlar onlardan soruluyor. Hırlıya hırsıza, kimi zaman sürüye dalan “canavar” dedikleri kurda karşı en büyük güvence onlar. Sarkeçili göçerlerin toprağı, bağı, bahçesi yok. “Olsa da biz bu işleri beceremeyiz. Zaten her karış toprak sahipli. Sahipli topraklar her geçen gün genişliyor. Bize giderek daha dar
106 skyroad
OCAK 2016
“Sürekli oradan oraya göçmeye, farklı tatta sular içmeye, farklı ağaçlar görmeye alışmışız. Toprağımız yok ama her yer bizim!” We always migrate there from there, we used to sleeping different where everyday, drinking different water, watching different top of trees. We have no area but we are everywhere.
alan kalıyor” diyor Mahmut ve devam ediyor: “Yerleşik düzene geçersek biz biteriz.Yapacak bir şeyimiz olmaz. Bağdan anlamıyoruz, bahçeden anlamıyoruz. Ekecek bir toprağımız yok. Gerçi hayvanlarımızı satıp toprak alma imkânı var ama alsak da bu işleri bilmediğimiz için bize zor gelir. Toprağımız yok ama yine de her yer bizim”. Uçar ailesinin göçme planları ileri günlere kalınca, biz de başka bir bölgeye hareket ediyor ve akşama Esevelilerin çadırına konuk oluyoruz. Küçük ve sık meşelikler arasından uzayan zorlu ve uzun bir dağ yolunu katederek gecenin çökmeye başladığı vakitlerde Hamzaköy yakınlarındaki bir dağın tepesinden koca bir vadiyi tepeden seyreden bir çadır bu. Fatih Çavuş ve sekiz çocuklu ailesinin çadırına vardığımızda saat gecenin ilerleyen vakitleri olmasına ve çadırda uyuyanlar bulunmasına rağmen izzet ikramdan kaçınılmıyor. Derhal ateş canlandırılıyor, çay
decided that they could make it or give it up if there was a problem. When there were no doctors available in the old times, colored fabrics were collected in the case of a disease, fatigue, malfunction, etc., which were then salt-sprinkled and scissor-trimmed, so that the disease could be cured. Later, this piece was thrown into the water. If the women had pain during child birth, warm blood of the sacrificed goat was leant on her abdomen. If it didn’t work, they would put her on a camel or a horse back, believing that it would help with the labor. Emine said she gave birth to her children in the tent or under the bushes.
koyuluyor, ayran çırpılıyor. Fatih Çavuş, bize mihmandarlık eden ve ailenin birkaç ferdi ile ateşin başında oturuyoruz.
Töreler daha ölmedi Yörük hayatının bir diğer temel unsuru da ateş… Ateşin başında beraber oturduğumuz, yıllardır Sarıkeçili ve göçerlik kültürünü yaşatma mücadelesi veren Pervin Çoban Savran’dan ateşi dinliyoruz: “Ateş sanki bizimle konuşur. Canlı gibi bize bir şeyler anlatır. Ben bazen onun konuştuğunu hissederim, ben de onunla konuşurum”. “Bizde ocak ana-avrat gibidir” diyen Pervin ha-
nıma göre ocak onlarda kutsal bir şey. Ocağa ve ocak taşına kül, çöp atmaktan imtina ediyorlar. “Senin ocak taşına” diye küfretmek, ocağa kül, su atmak, soya sopa büyük hakaret sayılıyor. Yanan ateşe su dökmek, yeşil dal kırmak hayırlı görülmüyor. Yaş dal kıran için “yarın çoluğundan çocuğundan hayır gelmez” diyorlar. Yolda bize eşlik eden Fatih Çavuş ve Sarıkeçili Yörüklerin kültürünü yaşatma mücadelesi veren Pervin Çoban Savran’dan ve Fatih Çavuş’un yaşlı annesinden Yörüklerin kendilerine has inançlarından bol bol örnekler dinliyoruz. Sarıkeçili Yörüklerin kendilerine has inançları var.
Mesela hayvanlarını köpekler kadar duayla da koruyorlar. Katlanan bıçaklarını akşam alıp açıyor, dua diyor ve bu şekilde bıçağı kapatıyorlar. Bunu yapınca artık o bölgeye kurt, ayı gelmeyeceğini düşünüyorlar. Çok eskilerden gelen bir gelenekleri var. Salı ve Cuma günleri göç edilmiyor. Salı olumsuz gün olarak görülüyor, Cuma günü de çalışılmıyor, yola çıkılmıyor. Akşam gün dönümünden sonra eve acı şey sokmamaya dikkat ediyorlar. Biber, soğan gibi acı şeyleri gerekirse akşam dışarıda dala asıp ertesi gün güneş doğduktan sonra çadıra sokuyorlar. Aynı şekilde akşam gün batımından sonra evden süt, peynir gibi beyaz şeyler çıkarmayı da uğursuz sayıyorlar. Aksi halde sürüye davara göz değeceğine inanılıyor. Fatih Çavuş’a göre bunlar yaşanarak görülmüş şeyler: “Ya hayvana zeval geliyor, ya hastalık oluyor, süt kesiliyor, peynir olmuyor, hemen bir aksilik ortaya çıkıyor. Çocuk da 70 yaşındaki adam da buna riayet eder”. Fatih Çavuş’un annesi Emine Teyze eski inanç ve geleneklerden JANUARY 2016
skyroad 107
İZLENİM impression
bahsediyor. Mesela, eskiden bir oğlan bir kıza gönül düşürdüğü zaman bu işin hayırlı olup olmadığını anlamak için eve bir –iki kilo tuz alınırmış. Bu tuz bitene kadar bir sıkıntı olmazsa bu işin hayırlın olduğuna kanaat getirilir ve kız istenir, eğer bir sıkıntı olursa bu işten vazgeçilirmiş. Eskiden doktor olmadığı zamanlarda hastalık, halsizlik, işten kesilme durumlarında değişik renkte al, mor, mavi çaputlar toplanır, içine tuz katılır, bunlar makasla kırpılır ve hastalığın geçeceğine inanılırmış. Bu çaput sonra suya atılırmış. Kadınlar doğum yapmakta zorlanınca, keçi kesilir, kesilen keçinin sıcacık karnı kadının karnına yaslanırmış. Böyle de olmayınca ya deveye ya da ata bindirilir, sarsılarak doğumun kolaylaşması sağlanırmış. Emine Teyze her bir evladını çadırda ya da bir çalı dibinde doğurmuş.
Turna misali... Emine Teyze göçerliğin geldiği mevcut durumdan da dert yanıyor: “Gençliğimizde bundan çok iyiydi. Her yeri dolanırdık. Gider bir yerde üç gün beş gün durur, kalkar giderdik keyfimize göre. Şimdi, bunlar burada ne yiyor, ne içiyor diye sormuyorlar. Otlakiye parası alıyorlar, konmamızı istemiyorlar. Bizi şimdi yerleşikler hiçe sayıyor. Evveli böyle değildi, şimdi sen sen, ben de ben oldum. Dağların içinde bizim hayatımız. Bu dağlar asırlardır bizim yurdumuz oldu ama şimdi bir sözümüz geçmiyor”… Her sene başka yerde kalabildikleri gibi köy meralarını kiralayarak aynı yerde kalma şansları da var.Mera kanununa göre hayvan başına belirli bir ücret ödenerek o merada sezonluk konabiliyorlar. Ondan sonra kar
108 skyroad
OCAK 2016
Aşiretin, günümüzde de riayet ettiği eski geleneğe göre; salı ve cuma günleri göç edilmiyor. They have many traditions comes from long history. For example, they do not migrate on tuesday and friday. kış gelince zaten bedavadan verseler oturulmuyor. Sarıkeçili Yörüklerden birinin dediği gibi: “Biz aynı turnalar gibi göçmen kuşlar gibiyiz; havalar soğuyunca bizde herkes yürekten sahile doğru gitmek istiyor”. Sarıkeçililer de aileler toplu halde durmuyor, çadırlarını birbirine yakın kurmuyorlar. Herkes en az bir km mesafeyle çadırını kuruyor. Çünkü onların da hayvanları, köpekleri var. Otlak yeri yetsin, keçiler develer birbirlerine karışmasın, hem de köpekler kavgaya tutuşmasınlar diye. Bazen mecburen yakın konsa-
lar da bu ancak birkaç gün sürüyor. Sarıkeçililerde evliliklerin çoğu kız kaçırma şeklinde oluyor. Ama gönüllü kaçırma. Zorla kaçırma olmuyor.Hatta bu artık adet haline gelmiş. Birbirlerinden uzakta bulunan çadırların çocukları ya keçi-deve güderken, ya hayvanı sularken birbirleriyle karşılaşma imkânı bulabiliyor. Anlaşırlar da istenip verilmezse, bu defa kaçırmak farz oluyor. Bunun için geliştirilmiş bir metot bile var. Kız akşam yattığı zaman ayağına bir ip bağlıyor ve örtünün altından ipin ucunu çadırın dışına uzatıyor. Gece ailecek uyurlarken, oğlan gelip ipin ucunu çekiştirince kız uyanıyor ve beraberce kaçıyorlar.
Zaman, kendi zamanları... 80 yaşlarındaki Fatma Ebe de hayatının büyük bir bölümünde göçüp konmuş. 50-60 yıl önce bir ara yerleşik düzene geçmiş ama göçerliğe, keçilere, develere, çadıra alıştığı için kasabada yapamamış. Mecbur, göçerliğe geri dönmüş. Sarıkeçili Yörükler yılda iki defa Torosları aşarak dağ yollarından Mersin, Silifke, Mut ve civarına, yaz gelince de oralardan Konya, Aydın
civarlarına göçüyor. Ama doğanın zorluklarının yanında kendilerini ve hayvanlarını topraklarında barındırmak istemeyen köylüler kadar resmi baskılarla da mücadele ediyorlar. Bu konuda en fazla gayreti gösterenlerden biri olan Pervin Çoban Savran, Sarıkeçililerin tek ayakta kalma kaynağı olan keçilerinin ormana zarar verdiği gerekçesiyle artık göçerlikten uzaklaştırılmak istendiklerini söylüyor. Ama o ve diğer göçerlere göre durum bunun tam tersi. Pervin Hanım şöyle açıklıyor: “Göçerler ve hayvanları doğaya zarar vermiyor, tam tersine keçiler yerdeki otları ve dipteki dal ve yaprakları yiyerek hem yangınların ağaçlara ulaşmasını engelliyor, hem dip budaması yapıp ağacın gürleşmesini sağlıyor hem de gübre bırakarak toprağı zenginleştiriyorlar. Zaten bir tek keçilerin beslendiği yerlerde orman yangını çıkmıyor. Bu dağlar taş ocağı yapılıyor, dümdüz ediliyor ama iş bize gelince bizim bu dağlarda hayvan otlatmamız istenmiyor”.
Fatih Çavuş ve kardeşi Ramazan’ın çadırlarından sonra yolumuzu başka bir yaylada başka bir Yörük çadırına düşürüyoruz. Karaman’a doğru giderken Habiller Köyü’ yakınlarında bir dağ eteğine konmuş Ali Gök ve ailesi. Ali Gök, babası Hasan Gök, karısı Saliha ve dört kızları ve bir oğulları burada 10 deve, 4 at ve iki yüze yakın keçileriyle yakında çıkacakları göçe hazırlanıyor. Kısa süre içinde göçüp, Mersin, Silifke ve Mut taraflarına doğru hareket edecekler. On devesi olan aile artık deveyi terk etmemiş nadir Sarıke-
“Bizde saat, zaman yok. Tabiatın ve şartların takvimine göre yaşıyoruz.” We do not know clocks or time. We are living according to nature and conditions.
çililerden. Develerin her birinin de adları belli. Kızların büyüğü 12 yaşındaki Huriye tek tek sayıyor: “Ak, Akgaylak, Akdorum, Kara Dorum, Lök, Kel Kız, Nacır, Tongul, Maya”… Ailenin yükünün bir kısmı onlara, bir kısmı da kamyonete yüklenecek ve öyle göçecekler. Artık hayatının sonbaharındaki Hasan Dede, “Sarıkeçililerin çoğu yerleşik oldu. Biz hala yaylalarda davar peşinde koşuyoruz. Yerleşemedik” diyor. Artık göç mevsimi geldi. Ama kimin ne zaman yüklenip yürüyüşe geçeceği belli değil. Çünkü onlar tabiata ve şartlara göre hareket etmeyi huy edinmiş. Biri şöyle diyor: “Bizde saat, zaman yok. Biz tabiatın ve şartların takvimine göre yaşıyoruz”. Bu takvim gelince 60 güne kadar varan göç başlıyor. Sarıkeçililer hayvanlarıyla beraber yol aldıkları için her seferinde ancak 5-10 kilometre mesafe gidiyorlar. Sonra buldukları uygun bir otlakta durup birkaç gün hayvanlarını besleye besleye ilerliyorlar. Nihayetinde Torosların yayla yollarını aşıp kışlakları olan Mersin sahillerine varmaları iki ayı buluyor. Yazın gelmeye başlamasıyla da dört yüz kilometrelik bu yolu bu defa da tersinden yapıyorlar. Artık deve ve atlarla göç edenler iyiden iyiye azalsa ve kamyon ve traktörle göç başlamış olsa da Sarıkeçililer binlerce yıllık göç geleneğinden vazgeçmiyor. Ama yollar değişiyor, sahipsiz topraklar azalıyor, dağlar ve yaylalarda boş alan bulmak giderek zorlaşıyor. Seksenlerine merdiven dayamış Emine Teyze’nin de şimdi artık tek bir dileği var: “Şu evlatlarım bu dağlarda bir boşluk bulsun”. JANUARY 2016
skyroad 109
YOL ŞARKILARI ROAD TRIP SONGS
(*) Arabesque music is so popular in Turkey, especially in Turkish popular music. And also its sad and melancholy. Very famous arabesque musician and composer in Turkey Ferdi Tayfur wrote a song, its name is “You do not worry” (Merak Etme Sen). This song’s words inspires Turkish Arabesque music.
110 skyroad
OCAK 2016
Toprak olur yolunda
taş olurum şarkı olurum! I become the sand and the stone a song on the way to you!(*)
Ali Mert Alan
Yağmur Zaİmoğlu
İletişim ve Pazarlamacı rketer Communicator and Ma
Yol ruhu olan şarkılar 70’li, 80’li yılların müziğine ayrı bir ilgim var. Kuşkusuz o dönemin en iyi gruplarından biri tabii ki Creedence Clearwater Revival! Tüm şarkılarının gizemli bir dünyası olması, garip bir şekilde yaşama enerjisi verip umutlu hissettiriyor. “Who’ll Stop The Rain” de bu şarkılardan yalnızca bir tanesi. Ceza’nın son albümündeki “Milyon Farklı Hikâye” şarkısı da bu bağlamda çok güzel etkiler yaratıyor. Yoldayken dinlediğim şarkılardan bir tanesi de Vanilla Fudge’dan “You Keep Me Hanging On”. Bazı şarkılarda yol ruhu vardır. Melankolinin dibine vurmuş olmasına rağmen, her
çaldığında yolun gerçekten kaydığını hissettirir.
Songs that give the feeling of hitting the road I have a special interest in the music of the 70s and 80s. For sure, one of the best bands of that period was Creedence Clearwater Revival! All of their songs have a mysteri ous world, interestingly they give a strong life energy, instilling hope. “Who’ll Stop the Rain” is one of such songs. “Million Differ ent Stories” from Ceza’s latest album gives a wonderful effect. Another song that I listen to on the road is Vanilla Fudge’s “You Keep Me Hanging On”. Some songs give the feel ing of hitting the road. Although it is deeply melancholic, it makes you feel that the road is open and smooth every time it plays.
Yol şarkıları dosyamıza kaldığımız yerden “son hız” devam ediyoruz! Farklı mesleklerden ve “dünyalardan” insanlar, yolculuklarına eşlik eden şarkıları anlatıyor… We’re moving along with the road songs file by top speed! People from different jobs and different worlds tell us about the songs that accompany their journeys..
JANUARY 2016
skyroad 111
YOL ŞARKILARI ROAD TRIP SONGS
Zamansız şarkılar her zaman ilaçtır
Mahmut Çak mak Lokum İmalat çısı Confectioner
Yakın bazen uzak, uzak bazen yakındır! İş nedeniyle çok fazla araba kullanıyorum. İstanbul trafiğini de hesaba katarsak yakın mesafeleri bile uzun sürede gittiğim durumlar oluyor. Bu da iş için yolda geçirdiğim süreyi uzun bir seyahate çeviriyor. Gündüzleri arabada çok fazla zaman geçirdiğim için genellikle otomobildeyken müzik dinliyorum. Yerli, yavaş şarkıları dinlemeyi tercih ediyorum ama belli bir isim vermem zor. Çünkü genellikle radyo istasyonlarında ne varsa onu dinliyorum. Ama Zakkum’un şarkılarını beğeniyorum.
Short distance might take long Considering Istanbul traffic, short dis tances may take much longer, which turns the traffic time into quite a jour ney. I spend a lot of time in the car dur ing the day, so I listen to the music as I am riding on the road. I prefer to listen to the slow Turkish songs and the radio is turned on almost all the time.
112 skyroad
OCAK 2016
Söz konusu yol şarkılarıysa Peyk’ten “Sulu Şaka”, Duman’dan “Aman Aman” ve Göksel’den “Bilemedim” gibi zamansız şarkıları sevdiğimi söylemeliyim. Thom Yorke ve Coldplay’in birçok şarkısı da benim için bu kategoriye giriyor. Neden bu şarkıları seçtiğimi soracak olursanız şehirlerarası yolculuklarda tam da hayatı bir yolculuk gibi anlatan şarkılar olduğu için diyebilirim.
Songs that talk about life like a long road trip If it is the road trip songs that we are talk ing about, I must say I love timeless songs like Peyk’s “Sulu Şaka”, Duman’s “Aman
Ümİt K artay Pilot
Beni bana hatırlatacak şarkılar Günlük rutinlerim yorucu olduğu için yoldayken haraketli değil, dinlendirici müzikler dinlemeyi tercih ediyorum. İlla klasik ya da enstrümantal müzik olması gerekmez. İnsan uzun yola çıktığında dar zaman-
Feridun Düzağaç Müzisyen / Musician
Aman” and Göksel’s ‘Bilemedim’. Great many songs of Thom Yorke and Coldplay also fall into this cat egory for me. If you ask me why I tend to prefer them in a road trip from one town to another, it is because they talk about life just like a road trip.
da düşünemediği şeyleri düşünüyor. Beni düşündürecek, hislerimi açığa çıkaracak, beni bana hatırlatacak, anılarımı depreştirecek müzikleri daha çok seviyorum. Radyolarda genellikle benzer şarkılar çalınıyor, aynı gün içinde bile aynı şarkıları defalarca duyabiliyorsunuz. Bu nedenle ben daha az bilinen, farklı radyoları dinliyorum. Dünya müzikleri, etnik müzikler hoşuma gidiyor.
Songs that elate my feelings On the road, you ruminate over the things that you may not think about in the tu mult of everyday life. I prefer the type of music which helps me think, elates and reminds me of my feelings and brings back memories. Almost the same songs play on the radio stations therefore I listen to the alternative stations that are not popular. I enjoy the world music and ethnic songs.
Anadolu yolları huzur demek Benim için yollar, özellikle çok sevdiğim Anadolu yolları huzur demek. Uçsuz bucaksız doğaya, sevdiğim müzikler de eklenince aldığım haz bir başka oluyor. Favorim ise Andrea Bocelli. Her ne kadar pop sanatçılarıyla yaptığı düetler nedeniyle birtakım çevrelerin tepkiAytekİn Batmaz İletişim Uzmanı sini çekse de özellikle Eros Communication Expert Ramazotti ile söylediği 10 dakikalık “Musica e” tam bir başyapıt. Duyduğum en sağlam erkek sesleAralıksız onlarca kez dinlediğimi harinden biri. Bazen de kafayı dağıttırlıyorum. Listemin ikinci sırasında mak için sert bir şeyler ister insan. ise tesadüfen tanıştığım ve “Nasıl İşte o ruh haline girdiğim anlarda, yani?” diyerek dinlediğim bir ses oğlum Güneş sayesinde tanıştığım var; Yunan tenor Mario Frangoulis…
Zihni toparlamak Yolculuk bir keyif, yola çıkma duygusu başlı başına bir heyecan. Yoldayken dinlemekten en çok keyif aldığım şarkı, müzik dünyasının s lİ efsanesi Nusrat Fateh a H er Önd Danışmanı Ali Khan’ın “Haq Ali Dijital Strateji gy Consultant Digital Strate Maula”sı. Oldukça dinamik bir müzik olması ve insanı aklındakilerden uzaklaştırıp kendisine odaklamasıyla paralel, yol boyunca farklı duyguları uyandırıp güçlendiriyor. Zaten yola da bunun için çıkmıyor muyuz?
Different sentiments The song that I quite enjoy listening to on the road is the “Haq Ali Muala” by the legendary musician Nusrat Fateh Ali Khan in which he plays sofi music. This dynamic music evokes different sentiments as you travel, helping you focus on your inner world putting a distance to the worries of the daily life. Don’t we hit the road for this purpose in the first place?
Apocalyptica devreye giriyor. Klasik müzik ve heavy metal’i birleştirdikleri parçalarında her zaman favorim; “I Dont Care”…
Roads to Anatolia Give Peace To me, roads, particularly those reaching out to Anatolia are a source of tranquility. If the vast landscape is accompanied by my favorite music, the pleasure is inexpress ible. I like Andrea Bocelli most of all. Al though he was rebuffed in some circles for his duets with the pop singers, I think the “Musica” of 10 minutes that he performs with Eros Ramazotti is a masterpiece. The second best in my list is a Greek tenor, Mario Frangoulis that I have just disco vered by chance and deeply admired… A sonorous male voice… And there is Apoca lyptica that I have known thanks to my son, Güneş. I like their song “I Don’t Care”.
Ülkeye göre şarkı seçerim Her zaman sabit şarkılar dinlemem, döneme göre değişir. Hatta gittiğim ülkeye göre de şarkı seçerim. Mesela bu yaz Bosna’ya Erdem Çapar Organizatör giderken, Bosnalı gruplar; anization Specialist Org Plavi Orkestar ve Dubioza kolektiv dinlemiştim uçakta. Ama tabii ki yolda bana soundtrack olmasından keyif aldığım şarkılar var. Mesela Therapy’nin “Evil Elvis” şarkısı. Topluluğun hiçbir albümünde yer almayan, bir single b-side’ı olan bu şarkı hem basit ritmi hem de enerjik yapısıyla beni yolda olmasam da yolda hissettirir.
Different songs for different countries I don’t listen to the same songs all the time. It depends on the time period. I also pick different songs for different countries that I travel. For instance, this summer on my way to Bosnia Herzego vina, I enjoyed listening to the Bosnian bands Plavi Orkestar and Dubioza Kolektiv on the plane. There are also soundtracks that I like listening to on the road, an example is Therapy?’s “Evil Elvis”. JANUARY 2016
skyroad 113
SESİN YOLU THE ROAD OF SOUND
BİR ŞARKININ SE REN CA MI THE AFTERMATH OF A SONG
TereddütLe tefekkür arasında
Hepimiz ‘Yalnızlar Garı’ndayız
Göksan Göktaş
G
ergin, yoldan çıkmış, her an hayatın görünmeyen duvarlarına itinayla toslamaya meyyal, cızırtısı bol bir gitar ezgisi; kararını, menzilini arayan bir cümle gibi “nokta”sını özlüyor... Siz deyin “rock”, biz diyelim “sert” bir hüzün! Ama bir ruhani sallanışa, bir içsel dansa meyilli, ezgisini sezgiden alan bir hüzün… Bu bir kayboluş besbelli, bu bir arayış… Bir vakit “huzur”un serin sularında hafiften ıslanmış fakat aniden kaybetmişlere özgü bir huzursuzluğu, bir kaybedişi söylüyor gitar… Bekliyoruz… Bir şeyler söylenecek, dünya kelamıyla da… Bol nikotin takviyeli, kalender bir kayıtsızlık giyinmiş, sanki zamanın bir yerinde çok yükseklerde bir sırra “mazhar”
114 skyroad
OCAK 2016
olmuş da pek azını bizimle paylaşmaya niyet etmiş bir ses; başlıyor derdini dökmeye: “Sensizliği bitmedi gecelerimizin/Farkına varamadım rütbelerimizin”… MFÖ’nün fikir adamı, Mazhar Alanson’un anlam dünyasında, “Yalnızlar Garı”ndayız artık! Şiirle yakın akraba bir “şarkı yazarı”nın ruh evinin misafiriyiz. Şöyle bir farkına varalım manevi rütbelerimizin! Ve devam etsin Alanson: “Dervişler devran ederken gecelerde / Ben toy bir mehtap / kelimeler birer varsayım /Ana yalnızlar garındayım”. Damağında “Devran” tadıyla devrandan ayrı düşmüş bir zamane dervişinin, bir arayış ustasının gurbeti tam da burası, “yalnızlar garı” değil midir! Medar-ı maişetle-iç nizam arasında bir ölçü, bir türkü tutturma gayretiyle devam ediyoruz sözü saza katık etmeye: “Evden sokağa zorlan-
Mazhar Alanson’un anlam dünyasında, “Yalnızlar Garı”ndayız! Şiirle yakın akraba bir ‘şarkı yazarı’nın ruh evinin misafiriyiz...
mış kızgınlıklarım /De hele kurbanım/ Ne olacak halım /Çocukların karım, kâğıt kalem gitarım için/Onca çileye dayandım ana, yalnızlar garındayım/ Ana yalnızlar garındayım”. Orta yaşın tanıdık çıkmaz sokaklarının birinden bildiriyor, “bir çıkış” arıyor sonlarına doğru şarkı sanki… Her mutlak yalnızın ilk ve son sığınağı olan “Ana”ya, dingin bir imdat çığlığı yolluyor gitar, makamlar arasında gezinen bir “kırık” soloyla… Gerisi yalan ağlar çünkü, “Alanson” da biliyor! “Sensizliği bitmedi gecelerimizin / Farkına varamadım aile çay bahçelerinin / Radyasyon bulutları geçti gecelerden / Ben toy bir mehtap/ Kelimeler birer varsayım /Ana yalnızlar garındayım.” Not: MFÖ’nün 1987’de yayınlanan, “No Problem” albümündeki “Yalnızlar Garı” versiyonu üzerine yazılmıştır.
Between demur and reflection “we are at the lonesome station” We are now in the semantic world of Mazhar Alanson, the savant of MFÖ, at the “Lonesome Station”!
A
n overdriven guitar riff, tense, astray, ever apt to hit all the walls of life; like a sentence missing a decision, a destination, looking for its “fullstop”… It can be called “rock”, or a “hard” sorrow! But a sorrow prone to a spiritual swing, to an intrinsic dance, with a melody of insight… Obviouslythis is vanishing, this is a pursuit. The guitar sings about unrest and loss, inherent in those who were once wet with the cool waters of “peace” but then lost it… We are waiting… Something is to be said now with worldly words… A voice, reinforced with nicotine, starts pouring out his troubles, as if intending to share a small part of the secret he grasped far up somewhere in time: “Our nights still without you / I was unaware of our ranks…” We are now in the semantic world of Mazhar Alanson, the savant of MFÖ, at the “Lonesome Station”! We are the guests in the house of soul of a songwriter on good terms with poetry. Let’s realize our ranks and let Alanson go on: “While dervishes whirl in the night / I am a callow moon / Words areassumptions each / Mum, I am at the lonesome station”. The “lonesome station” is exactly the right place for a master of seeking, for a
dervish of modern times, with a memory of “whirling” on his mind, separated from fate! Trying to keep a song, a prosody between bread and butter and inner order, we continue to speak about the song: “My anger is forced to go out to the street / Tell me my dear / What will become of me / For my children, my wife, my paper, my guitar / I endured all the suffering, mum, I’m at the lonesome station / Mum, I’m at the lonesome station.” The song speaks from one of the famous blind streets of the middle age, looks for a “way out” towards the end… The guitar sends a calm cry for help to the “Mother” who is the first and last shelter of every lonely man, with a “broken” solo wandering between the modes… Only the mother truly feels the pain, “Mazhar” knows it! “Our nights still without you / I was unawareof the tea gardens / Clouds of radiation passed through the night / I am a callow moon / Words are assumptions each / Mum, I am at the lonesome station”. Note: Written on the version song called “Yalnızlar Garı” (Lonesome Station) in the MFÖ album “No Problem” published in 1987.
Who is Mazhar Alanson? He is a song writer who effect to Turkish popular music deeply and also he is a guitarist, singer and actor. He is a kind of “city poet”… He wrote closests songs to the popular music of the poem and he wrote songs which includes sufic (mystic) codes. Also he is continue writing this type of songs. He is a part of MFO (Mazhar Fuat Ozkan). MFO is making music in Turkey for 40 years and this group is a music legend. Mazhar Alanson has wrote and compose MFO’s songs. Todays he is continue making music and writing songs solo. JANUARY 2016
skyroad 115
MÜZE MUSEUM
Bu toprakların
152 yıllık
Hikâyesi Ziraat Bankası Müzesi, Türkiye’nin taşına toprağına mührünü derin vurmuş bir kurumun tarihçesini yansıtırken, büyük bir ülkenin iktisadi temellerinin atıldığı yılların ruhunu özenle yaşatıyor…
Ömer Sercan
L
ogosunda taşıdığı buğday başağı gibi o da bu topraklarda bereket, kazanç ve kalkınmanın timsali oldu kuruluşundan bu güne… Bir buçuk asrı geride bırakan geçmişinde iktisadi bir kuruluş olarak asli faaliyetlerinin de ötesinde emek verdi, değer kattı bu topraklara; gün geldi ilaç dağıttı, gün oldu okul, köprü, yol yapımlarını üstlendi. Çiftçi eğitimlerinden Kuva-yı Milliye müfrezelerine desteğe kadar, bir bankadan çok daha fazlasını verdi memlekete… 152 yıllık köklü geçmişiyle Ziraat
116 skyroad
OCAK 2016
Bankası Müzesi’ni gezmek, bir finans kuruluşunun geçmişinden öte Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, bu toprakların tarihinin sayfalarını aralamak gibi…
Değişimin başladığı kasalar: “Memleket Sandıkları” Ziraat Bankası’nın temelleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun Niş valisi olan Mithat Paşa tarafından, dönemin çetin iktisadi koşulları karşısında çiftçilere destek için kurulan Memleket Sandıkları’yla atıldı. Memleket Sandıkları, adını gerçekten de birikimlerin toplandığı ahşap sandıklardan alıyordu. Günlük işlemlerin yazıldığı defterler ve eldeki nakit paralar bu kasalarda saklanırdı. Ziraat Bankası Müzesi’nin bugün belki de en değerli emaneti, ülkenin kalkınma yolculuğunun başladığı bu ahşap sandıklar olsa gerek. Müzede, taşıdığı manevi
değerle paha biçilemeyecek kıymetteki bu sandıklardan, 1863 yılında ilk kullanılanı da dâhil olmak üzere, farklı örnekler görülebiliyor. Bankanın Ankara Ulus’ta bulunan tarihi Genel Müdürlük binasının Şeref Salonu’nda yer alan Ziraat Bankası Müzesi’nde bankacılık ile ilgili evrak, yevmiye defterleri, kinin (sıtma ilacı) dağıtımına ait defterler, eski hesap ve yazı makineleri, kristal hokka yazı takımları, eski telefonlar, altın ve mektup terazileri, alınan madalya ve berat örnekleri, bankacılık işlemlerinde kullanılan hesap cüzdanı, çekler, makbuzlar gibi evrakların yanında Türk resim ve heykel sanatından seçkin örnekler de yer alıyor.
Efsane Mignon, Kura Çarkları Ziraat Bankası Müzesi’nde bulunan objeler arasında en ilginçlerinden
More than being just a bank, it is the story of this land… Ziraat Bank Museum reflects the history of an institution that left its mark deeply on Turkey and carefully keeps the spirit of the years alive, laying the economic foundation of a country.
V
Ziraat Bankası Müzesi Ankara’nın Ulus semtinde bulunan tarihi Genel Müdürlük binasının Şeref Salonu’nda yer alıyor. Mekân, Türkiye’de açılan ilk Bankacılık Müzesi olma özelliğini taşıyor. Located in the historic Ulus district of Ankara Ziraat Bank Museum is located in the Hall of Honor of the Head Office. This museum is the first bank museum in Turkey.
birisi de 1920’lerde kullanılan ve o dönem mali işlemlere büyük kolaylık getiren Mignon 4 yazı makinesi. Metal bir silindirik kolun karbon şerit üzerine seçilen harfi basmasıyla bir tür daktilo gibi çalışan yazı makinesi, dakikada 300 karakterlik yazma hızıyla zamanın şartlarında bir devrim yapmıştı. Elektrikli aletlerin henüz olmadığı o yıllarda Banka tarafından yapılan çekilişlerde kullanılan ve elle çevrilen bir kolla çalışan
Kura Çarkları da ilgiyle izlenen objeler arasında.
Çallı’dan Elbruz’a resimler, heykeller Ziraat Bankası Müzesi’nde ayrıca tüm bu bankacılık eşya ve objelerinin yanında Türk resim ve heykel sanatından seçkin örnekler de sergileniyor. İbrahim Çallı (Harman-1928), Namık İsmail (Gazi Mustafa Kemal Çiftçiler Arasında-1929) gibi ressamlara ait orijinal yağlı boya tabloların yanında Mimar-Heykeltıraş Dündar Elbruz’un “Türkiye’de Tarımın Gelişimi” adlı heykeli ile Kuzgun Acar’ın “Kuzgun Yuvası” adlı heykeli, Müzenin en kıymetli sanat eserleri arasında. Ziraat Bankası Müzesi, Türkiye’nin taşına toprağına mührünü çok derin vurmuş bir kurumun tarihçesini yansıtırken büyük bir ülkenin iktisadi temellerinin atıldığı o yılların ruhunu özenle yaşatıyor…
isiting the Ziraat Bank Museum with its history of 152 years is beyond the past of a financial institution, it is like opening the pages of this land’s history from the Ottomans to the Turkish Republic. The foundations of Ziraat Bank was laid by Midhat Paşa, the Governor of Nis of the Ottoman Empire, with the “Homeland Chests” established to support the farmers against the harsh economic conditions of the time. The Homeland Chests were literally named after the wooden chests where the savings were collected. The notebooks of daily transactions and cash at hand were kept in these safes. The most valuable items entrusted to the Ziraat Bank Museum are perhaps these wooden chests that started the country’s journey of development. Various examples of these invaluable chests, including the first one that was used in 1863, can be seen in the museum. The Ziraat Bank Museum is located in the Honor Hall of the General Directorate Building of the bank, in Ulus, Ankara. Some of the items on display in the museum are banking documents, daybooks, records of distribution of quinine (medicine for malaria), calculators and typewriters, crystal inkwell sets, old telephones, gold and letter scales, sample medallions and patents received, account books, checks, and receipts along with outstanding examples of Turkish painting and sculpture. JANUARY 2016
skyroad 117
TREND
Plak tutkunlarının kurtarılmış bölgesi AFŞİN AKIN
Ali Mert Alan
P
laklara olan ilgi son yıllarda çığ gibi büyüyor. İnternette az bulunan bir plağı sipariş edip günlerce postacı yolu gözleyen koleksiyonerler, yurt dışına arabayla gidip dönüşte bagajı aldığı plaklarla dolduranlar,
118 skyroad
OCAK 2016
müziği sadece plaktan dinleyenler ve pikabına gözü gibi bakanlar ve daha neler neler… Kadıköy’de bulunan plak dükkânı Rainbow 45’in kurucusu Salih Karagöz de “plak tarikatı”na gönülden bağlı olan müzik delisi bir adam. Mümkün olsa evinin kapısını bile sol anahtarıyla açacak biri. İktisat
Kadıköy’de mukîm Rainbow 45 isimli dükkân, plak severlerin çok özel parçalar bulabilecekleri, müzikle yaşayan, harika bir yer. Rainbow 45’in hikâyesini dinlemek için Salih Karaköz’ ve Afşin Akın’la Kadıköy’deki dükkânlarında bir araya geldik... mezunu ve uluslararası bir firmada lojistik satın alma görevinde on yılı aşkın süreyle görev yapmış. Beyaz yakalı olarak hayatına devam ettiği günlerde sırf plak almak için cuma akşamları yurt dışına gider, pazar gecesi de İstanbul’a dönermiş. İş arkadaşları onun iyi bir müzik dinleyicisi olduğunu biliyorlarmış
Safe haven of record enthusIasts Located in Kadıköy, “Rainbow 45” store is an awesome place vibrating with music where record lovers can find very special records. As Skyroad team, we met with Salih Karagöz and Afşin Akın at their store in Kadıköy to hear about the story of Rainbow 45.
S
alih Karagöz, the founder of Rain bow 45, is a music lover who carries a touch for cult of records. He gra duated from the Department of Economics, and he worked in a company in logistics procurement for more than ten years. A record store he saw at Amsterdam where he went to collect records was a turning point in his life. After having seen this store named “Concerto” which was established
sALİH KARAKÖZ
by combining old buildings, he said “I shall open a place like this.” After his resignation, he rented the shop located in Sakız Street of Caferağa Neighborhood in Kadıköy on Feb ruary 2011. He learnt the trade in time and shortly things turned around at the shop. His close ties with his customers contrib uted much to the success of Rainbow 45. In fact, he says “We are going abroad for a record fair tomorrow, and one of my custo
mers will look after the store till we’re back. I’m going to entrust everything to him and I won’t worry about anything. Record is an emotional product. We have emotional ties with people coming here.”
The shop entrusted to a customer Rainbow 45 is not just a place that sells re cords. When opening this store, Salih had the idea of publishing records in mind. He turned to Afşin Akın, an important JANUARY 2016
skyroad 119
TREND
ama hafta sonu maceralarından habersizmişler. Plaklara duyduğu ilgiyi hiçbir zaman dile getirmemiş. Plak toplamak için gittiği Amsterdam’da gördüğü bir plak dükkânı Salih Bey’in hayatının dönüm noktası olmuş. Eski binaların birleştirilmesiyle meydana gelen Concerto isimli plakçıyı görünce “Ben de böyle bir yer açayım” demiş. Hollanda dönüşü konuyu eşine anlatmış fakat ikna etmesi kolay olmamış. Daha sonra çalıştığı şirkette mutlu olmayan Salih Bey’e eşi de destek olmuş. İstifasının ardından 2011 yılının Şubat ayında Kadıköy’de, Caferağa Mahallesi, Sakız Sokak’ta bulunan dükkânı kiralamış. Boynundan kravatını çıkararak plak iğneleriyle daha çok vakit geçirmeye başlamış. İşin esnaflık tarafını zamanla öğrenmiş ve
kısa sürede dükkân düzlüğe çıkmış. Salih Bey’in, müşterileriyle olan bağlarının oldukça sıkı olmasının “Rainbow45”in başarısı büyük önem teşkil etmiş. Öyle ki “Yarın bir plak fuarı için yurt dışına çıkacağız biz gelene kadar dükkâna bir müşterim bakacak” diyor.
Dükkân müşteriye emanet Rainbow 45 sadece plak satan bir yer değil. Aynı zamanda plak da basıyorlar. Şu ana kadar Yavuz Çetin, Bü-
“Plak basımı için aylarca bekliyoruz”
Plakçalar dünyasına giriş
“K
endinden amfili ve hoparlörlü plakçalarlar var. Üçü bir arada kahveyi seviyorsanız buyurun alın. Ama ben diyorum ki keçi sütü, esmer şeker ve öğütülmüş kaliteli bir kahveyle keyifli, damakta tat bırakan bir şey yapalım... Bir plak ortalama 50-60 lira, bir bakacaksınız bir yılda 150 plağınız olmuş. Totalde bir sürü para verip aldığınız plakları vasat bir aletle mi dinleyeceksiniz? Plak konusunda ilk baskıları toplamak da büyük bir keyiftir ama bu ürünlere ulaşmak maddi anlamda cengâverlik gerektirir. Bu tip ürünlerin fiyatı 500-1000 Euro arasında değişiklik gösterir. Bu ürünleri 300 liralık bir pikapta mı dinleyeceksiniz? Siz bu plakları 300 Euro’luk iğneyle dinlemelisiniz, 300 liralık pikapta değil. Biz müşterilerimize üçü bir arada pikap önermiyoruz. Mağazada işin ruhuna aykırı bu tip şeyler satmak istemiyoruz. Plak dinlerken iyi bir sisteminiz olmalı, mp3 kalitesinde ses sistemine sahip pikaplarla olmamalı. Bütçeniz için daha uygun olacaksa ürünleri parça parça alın. Önce hoparlör sonra pikap en sonda amfiyi alın. Acele etmeyin aksi takdirde sadece plağın ritüelini gerçekleştirmiş olursunuz.”
120 skyroad
OCAK 2016
lent Ortaçgil, Rebel Moves, Nemrud, Baba ZuLa, Pinhani, The Ringo Jets gibi isimlerin plaklarını da müzikseverlerle buluşturdular. Salih beyin aklında bu dükkânı açarken plak basmak da varmış. Bu konuda müzik piyasasının önemli ismi Türkiye’de gerçekleşen pek çok konser organizasyonunda görev almış, menajerlik ve prodüksiyon işlerinde haklı bir şöhrete sahip Afşin Akın’dan fikir almış. Afşin beyin önerdiği progresif rock grubu Nemrud’un “Rituals” albümü onların plak olarak bastığı ilk ürün. Nemrud’un gördüğü yoğun ilgi Salih beyi oldukça motive etmiş sonrasında da menajerlik ve prodüksiyon işlerine nokta koyan yeğeni Afşin Akın’la güçlerini birleştirmişler.
Debutin the world of record players
S
ome record players have built-in loudspeakers and amps. If you like 3 in 1 coffee, go ahead and buy them. However, I suggest that we should do something pleasant, something that leaves a good taste on the tongue; we should do it with goat milk, brown sugar and high-quality ground coffee. Will you listen to these products with a phonograph valued at 300 Turkish Liras? You need to listen to them with a phonograph valued at €300, not on a record player costing 300 Turkish Liras.
“Bizim müziğimiz iyi müzik” diyen Rainbow45’e, “Size göre iyi müzik nedir?” diye sorduğumuzda yılların müzik profesyoneli Afşin Akın, “İyi müzik yozlaşmamış müziktir. Alternatif olmak birtakım değerlere sahip olmak anlamına geliyor” diyor ve ekliyor “Biz popüler bir albüm de basabiliriz ama yozlaşmamış olmalı.” Her ne kadar sevdikleri işi yapıyor olsalar da plak basmak zaman alıyor. Çünkü Türkiye’de plak basan bir fabrika yok. Albüm lisans işleri için onlarca kez müzik firmalarıyla görüşüyorsunuz, plakların mastering’i, tasarımı derken süreç oldukça uzuyor. Afşin Akın bu sürecin dört ay sürdüğünü belirtiyor. “Biz plakları Almanya’da bastırıyoruz, çalıştığımız fabrika plak konusunda en iyilerinden ve oldukça yoğunlar. Hal böyle olunca da bastırdığımız bir ürün aylar sonra elimize geçiyor.”
person in the music sector having been involved in the organization of many concert organizations in Turkey and having a proper reputation for his managing and production works. Upon Afşin’s suggestion, “Rituals” of the pro gressive rock band Nemrud was the first music album they published. The great interest for Nemrud motivated Salih very much and soon enough he joined forces with his nephew Afşin Akın who ended his managing and pro duction works. Salih explains their di vision of work saying “Afşin has a key, he can open every door with it. Then, we complete the operation works.”
“İyi müzik yozlaşmamış müziktir.” “Good music is the not degenerated music.”
UYGAR TAYLAN
We wait for months to publish a record Although Afşin and Salih duo do what they love, publishing an album as a re cord takes a very long time. This is be cause there is no any factory to publish records in Turkey. You have to contact music companies tens of times for al bum licenses; with record mastering and designing, this process lengthens. Afşin Akın states that this process takes four months. “We have the records pressed in Germany, the factory which we work with is one of the best in re cords and they are quite busy. Under these circumstances, we can get a prod uct finished in a few months. JANUARY 2016
skyroad 121
SÖYLEŞİ conversation
bilimi ‘HAYATIN dilİ’Ne çeviren GAZETECİ
Ürün Dirier Gazeteci-yazar Ürün Dirier, ilk kitabı “Cesur Yeni Dünya/I Love Tesla”da; tasavvuftan Kuantum Fiziği’ne, kanserden aşkın psikolojik katmanlarına en ağır bilim konularını karmaşadan uzak bir dille, bir nevi ‘gündelik dil’e çeviriyor.
Sümeyye Bulduk
P
OPÜLER bilim konusunda yıllardır hazırladığı dosyalarla bilinen gazeteci-yazar Ürün Dirier’le, yaklaşık yedi yılda kaleme aldığı kitabını ve Tesla’dan ses terörüne, kanserden aşkın matematiğine kadar birçok ilginç konu üzerine konuştuk... Bilime olan ilginiz ne zaman başladı? Çocukluğuma dayanıyor, annem ve babam bana Bilim Teknik Dergisi’nin çocuk ekini alırlardı, bu anlamda büyük bir merakla büyüdüm. Bilim ve teknik konularına ilgi-
122 skyroad
OCAK 2016
liyken neden gazetecilik? Ben hep “araştırmacı gazeteci” olmak istedim. Filmlerdeki gibi hükümetin yaptığı gizli deneyleri ortaya çıkaran, federal dosyaları ele geçiren, çizgi roman kahramanı gibi bir araştırmacı… Bilim kadını olamazdım çünkü çok tez canlıydım, tepkimelerin ne olduğunu anlamak için üç ay bir labarotuvarda bekleyemezdim. Yani sonuç nasıl olmuş belirlensin ben de araştırıp yazayım isterim. . Kitabınızın hazırlık süreci 7 yıl sürmüş. Neler yaşadınız bu süreçte? Açıkçası bu 7 yıl haber peşinde koşmakla ve her şeyi kendi üzerimde denemekle geçti. Mesela cildi soyup alttan bebek cildi gibi yeni bir doku çıkmasını sağlayan bir iksirin pe-
şine düştüm. Mucidi çok iddialıydı. Karışımı kullandığı kişilerin fotoğraflarını gösterdiğinde ‘bu mucize’ demiştim. Yaralı ya da kırışmış ciltler soyulduktan birkaç ay sonra bebek cildine dönüyordu. Denemeden yazmam böyle şeyleri. Vücudumda ve yüzümde küçük küçük bölgelere uygulattım karışımı. Sonuç mu? İz kaldı. Ama hiç sorun değil. Bu örnekten başıma 7 yılda neler gelmiş olabileceğini sanırım tahmin edebilirsiniz. Teferruata girmeyeyim… Neden Tesla? Ve neden Cesur Yeni Dünya? Edison elektriği kabloyla satarken, Tesla’nın kablosuz yanan bir ampulü elinde tutan fotoğrafı vardır. Kendisi, İyonosfer tabakasından
faydalanarak tüm dünyayı aydınlatabilecek, elektrik ve enerji sağlayabilecekti ancak bu tüccarların işine gelmedi bu sebepten de kaybetti. Onun kıymetini artık anlıyoruz, benim yeni dünyamın tohumlarını atan ilk insandır. İnternet düşüncesinden tutun da, radar teknolojilerine kadar pek çok şeyin fikir babasıdır. Atom altı parçacıklarından da ilk bahseden odur. Tesla, yeni dünyanın kurucu babasıdır. Kitap bir Tesla kitabı değil, ona saygı ve hayranlığımdan dolayı kitabı Tesla’ya ithaf ettim. Cesur Yeni Dünya diyorum çünkü kitapta yer verdiğim tüm bilimsel çalışmalar cesur ve yeni bir dünya için yapıldı. Kitabınızda farklı birçok konuya yer vermişsiniz. Bunlardan biri de
ses klonlama teknolojilerinin ilerlemesi hakkında. Ses terörü nedir? Ses terörü şu an kapıda olan büyük bir tehlike. Önümüzdeki yıllarda dünyanın en büyük güvenlik problemlerinden biri ses terörizmi olacak. Sesin artık klonlanabiliyor olması ses hırsızlıklarını gündeme getirecek. Ses klonlama yazılımları ile bir ünlüye hiç söylemediği şeyleri söyletmek mümkün. Hatta mevcut ses kayıtlarını kullanarak ölmüş insanların bile sesi kullanılabilir. Kitabınızda çok yerde bahsettiğiniz konu kanser. Sahiden kanserin çaresini matematikçiler mi bulacak? Bu da yaptığım bir röportajdı. Kanserin bir matematiği, şekli ve geometrisi var... Hep belirli şekilde büyüyor, yayılma ve gerileme eğilimi mevcut. Günümüzde herkes sadece kendi bilim dalı içinde çalışmalarını sürdürüyor, yani kimse Leonardo da Vinci gibi hem ressam, hem mühendis, hem botanikçi değil. Bu anlamda da tıp bütünsel bakış açısını yitirmiş durumda, bunu ben söylemiyorum görüşler bu yönde. Matematiği en çok kullanan bilim dalı şu anda fizik ve bakın, çok ilerlediler. CERN’de tanrı parçacığını bulmak için çalışıyorlar, ancak tıp hala kanser hastalığının çözümünü bulabilmiş değil. Kitapta bunu ayrıntılarıyla anlatıyorum. Bir röportajınızda “bilim, aşka da dokunuyor” demişsiniz. Bilim ve aşk arasında nasıl bir ilişki var? Sonuçta beyin dalgaları ve hormonlarla alakalı bir ruh hali, tıpkı diğer ruh halleri gibi. Mesela metropol insanının beyni genelde beta frekansındadır. Oysa aşk ve ilham için alfa modunda olmak gerek. Dışarıdan müdahale ile beyin frekanslarını değiştirme araştırmalarına
A Writer in the Brave New World: Ürün Dİrİer Journalist/writer Ürün Dirier is strikingly interesting with her scientific discourse far from confusion in her first book “Brave New World /I love Tesla”. Being a compilation of her news coverage of the last 10 years, this book includes very different and interesting themes.
W
e talked about the book that she prepared in 7 years and many other things from Tesla to voice terror, cancer and mathematics of love. So much into science… Why journalism? I have always wanted to become an “investigative journalist”. An investigator who reveals the secret experiments of the government and grabs federal files, just like a cartoon character or like in movies. It wasn’t possible for me to become a scientist because I was so impatient. I couldn’t wait for three months in a lab to understand what the reactions were about. It took 7 years to complete the book. How did you spend this period? Well, this period was spent chasing the news and trying out many different things. For example, I was after an elixir that peeled the skin, replacing it by the smooth skin underneath. Its maker was quite assertive. When he showed me the pictures of those who applied, I said, “this is a miracle!” Wounded or wrinkled skin turned into baby’s skin only a few months after the application. I tried it immediately, because I cannot write about it without seeing it for myself. I got it applied on small areas on my face and body. And the result is: it left scars on my skin. But it’s ok. It could have been a flask bursting in my face in the lab, instead. I think from JANUARY 2016
skyroad 123
SÖYLEŞİ conversation
da yer verdim kitapta. Bir de aşkın matematik boyutu var. İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Dr. Enis Sınıksaran ile matematikte şans ve kader üzerine yaptığım bir söyleşi sırasında öğrenmiştim. İdeal eşi bulmak olasılık matematiğine göre 470 yılda 1 mümkün olabiliyormuş. Yani idealimdeki kişiyi hiç bulamayabilirim… Geçmiş zamanda “kuantum fiziği ve tasavvuf aynı şeyi söylüyor” diye bir haber yapmışsınız. Kuantum ve tasavvufu birleştiren nokta nedir? Kuantuma göre her türlü olasılık mümkün. Karşımızda şu anda duran bu bardak gerçekten orada mı? Bir sürü olasılık mevcut aslında. Meşhur çift yarık deneyinde bir atom altı parçacığı aynı anda iki delikten geçebiliyor ve yüzlerce yerde olabiliyor. Her şeyin aynı anda mümkün olabileceğini ispatlayan bir şey bu… Tasavvufi açıdan düşününce, aynı anda iki şeyin olabileceği düşüncesi, evliya hikâyeleriyle büyümüş bizler
Ürün Dirier kimdir, neler yapar?
S
elanik göçmeni bir ailenin kızı olarak Manisa’da doğdum. Kuşadası ve İzmir’de büyüdüm. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde lisans, Bahçeşehir Üniversitesi Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisansımı tamamladım. Yenişafak Gazetesi, Aktüel Dergisi ve Akşam Gazetesi’nde çalıştım. sabah.com.tr, teknokulis.com gibi mecralarda araştırma yazılarım yayınlandı. Bilim, tarih, yaşam ve popüler kültür alanlarında yüzlerce araştırma dosyası hazırladım. Ayrıca bir popüler bilim bloğum da var, adı sonmucid. Teorik fizikten kanser araştırmalarına, bilişimden robot teknolojilerine, olasılık matematiğinden endüstriyel hacker saldırılarına kadar çok çeşitli alanlarda yazılar yazdım. Dünyanın dört bir yanından bilim otoriteleriyle röportajlar yaptım. Şu an Karar.com adındaki özel haber sitesinin röportajlarını yapıyorum.
124 skyroad
OCAK 2016
“İdeal eşi bulmak olasılık matematiğine göre 470 yılda bir mümkün olabiliyor.” “It could be find ideal husband / wife in 470 years in one as mathematically.”
için aykırı değil. “Her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır’’ cümlesini kullanırız mesela. Bu bütünlükçü yaklaşım kuantum fiziğinin temelini oluşturuyor. Ünlü fizikçi Fred Alan Wolf, tasavvufla yakından ilgilenmiş bir isimdir ve o da, kuantum fiziği ile tasavvuf arasındaki paralellikten bahsetmiştir.
Who is Ürün Dirier?
I
was born in Manisa as a daughter of a family emigrated from Thessaloniki and grew up in Kuşadası and İzmir. I completed my undergraduate education in Marmara University, Communication Department, and graduate education in Bahçeşehir University, Global Politics and International Relations Department. I worked for Yenişafak Daily, Aktüel Magazine and Akşam Daily. My research articles were published at sabah.com.tr, teknokulis.com. Having completed hundreds of scientific, historical, popular cultural and actual research files, I also interviewed scientific scholars from all around the world. Right now, I’m doing interviews for the karar.com, a private news portal.
this example you can guess what might have happened in the last 7 years. Let’s skip the details. Why Tesla? Why Brave New World? I write about popular science. Nikola Tesla is the scientist who built the pillars of the science & technology of the modern world, that’s a fact. When Edison was selling power with cable, Tesla had a photo with a cable-free lighting bulb in his hand. He was going to produce power and energy that were strong enough to illuminate the whole world using the ionosphere; however it didn’t suit merchants book, at all. That’s why he lost it. Now we can understand him. He has been the first one to cultivate my new world. He has been the mastermind of many things from internet to radar technologies. He talked about the subatomic particles for the first time. Previously, in a news coverage you suggested “quantum physics and Sufism argue the same thing”. What is the common ground for quantum and Sufism? Quantum physics welcomes any probability. So, does this glass here really exist? There are great many probabilities. In the famous double slit experiment, a subatomic particle can move through two different holes and can be present in hundreds of places at the same time. It proves that everything can be possible simultaneously in life. From Sufis’ perspective, it is not absurd for us to think about two concurrent things in a given time since we’ve grown up hearing the stories of saints. “Every cloud has a silver lining” is a common saying for us. This holistic approach is fundamental for quantum physics. Taking a deep interest in Sufism, well-known theoretical physicist Fred Alan Wolfhas studied Rumi and talked about the parallelism between quantum physics and Sufism.
DOSYA+ FILE+
Cemile Ağaç Yıldırım
JANUARY 2016
skyroad 125
SAĞLIK HEALTH
DENİZ SİZİ TUTMADAN SİZ DENİZİ TUTUN! Derin maviye tutkun ama deniz tutmasından muzdaripseniz, endişelenmeyin! Tıbbın tükenmeyen çareler listesindeki özel reçeteler size deva olmaya hazır. A. Begüm Çelikkol
D
üşünsenize… Masmavi gökyüzü, koyu maviye çalan dümdüz bir deniz, ılık bir rüzgâr, saçlarınız dağılıyor, gözünüzde emektar güneş gözlüğünüz ve siz bir geminin güvertesinde kahvenizi yudumlarken kitabınızı okuyorsunuz. Gemi hafif hafif sallanırken belki de uyku durumuna geçiveriyorsunuz. Ortam o kadar sakin ve huzurlu ki kuş olup uçmamak elde değil. Uzaktan “Ah o gemide ben de olsaydım…” şarkısını mırıldandı-
126 skyroad
OCAK 2016
ğınızı duyabiliyoruz. Ve işte tam o sırada bir bulantı geliyor ve tüm hayal, derin maviliklerde kayboluyor… İşte, deniz tutması sizi de tutmuş! Gemi kaptanlarının bu durum için ilginç bir önerisi var: Gözünüzü uzak bir noktaya sabitleyin ve oraya uzun uzun bakın… Ama iş bu kadar basit değil. Hâl böyle olunca daha farklı öneriler de devreye girebilir. Deniz tutuyor diye hiçbir zaman gemi ile sakin bir yolculuğun tadını çıkarmayacak değiliz. Aslına bakarsanız bunu
yenmek hiç de zor değil. Uzmanlara göre bu konudaki eğitimimiz tam olarak beşikte başlıyor. Ayakta sallanma, beşikte sallanma, bebek arabasındaki seyahatlerimiz, sonrasında çocukken bindiğimiz atlıkarınca bile bizi deniz tutmasına karşı hazırlıyor. Durum tam anlamıyla vestibüler sistem ile ilgili. Yani denge sistemi. Bazı uzmanlara göre bunu eğitmek basit. Örneğin bir havuza girip sırt üstü kendinizi bıraktığınızda ya da bu şekilde geri geri gittiğinizde vestibü-
FEEL THE SEA… WITHOUT FEELING SEASICK… If you are on a voyage, seasickness can make your life unbearable. You too can have pleasant voyages by taking necessary measures.
T
hink about it: Deep blue sky, dark blue touched calm sea, warm wind, your hair blows and you are reading a book while sipping your coffee at the deck of a ship. As the ship tosses gently, maybe you start to feel sleepy. The setting is so peaceful that you can’t help flying like a bird. Just then you feel nausea and the whole dream is lost at the deep blue... Seasickness... According to experts, we our train ing about this starts precisely in the cradle. Being rocked to the sleep and cradled, journeys on baby strollers and even the carousels that we ride when we are children prepare us for seasickness. This is all about the balance system. Some experts interpret this situation as “motion sickness”.
A trick of the brain
Sabit noktaya bakın / Look at a fixed point Uzmanlara göre her zaman seyahatlerinizi vücudunuzun ve iç kulaklarınızın algıladığı hareketi gözlerinizle de görebileceğiniz şekilde yapmanız gerekiyor. Örnek vermek gerekirse: • Arabada ön koltukta oturup arabanın gittiği yöne bakın • Gemide güverteye çıkıp ufka bakın • Uçakta pencere kenarına oturup dışarıyı seyredin • Koltuklarınızı gidiş yönüne ters yöne çevirmeyin ve yolculuk sırasında kitap okumayın. • Doktorunuz tarafından önerilen bir ilacı hemen yolculuğunuzun başında alın.
According to experts, you should always travel in such a manner that you can see the motion perceived by your body and inner ears. For example: • Sit in the front seat of the car and look at the direction of the car • Go onto the deck on the ship and look over the horizon • Choose a window seat on the plane and watch the outside • Do not convert your seats opposite to the direction you are going and do not read a book during the journey • Take a medicine suggested by your doctor right before your journey.
Motion sickness is a frequent disorder of the inner ear. Basically while the brain perceives motion, three diffe rent neural pathways are used; firstly, stimulus from the inner ear, second ly, stimulus from the eyes and thirdly stimulus from the deep tissue structures of the body known as proprioceptors.
Nausea and panic The basic symptoms of motion sickness are nausea, vomiting and dizziness. Besides, perspiration, panicking, dis comfort and anxiety can accompany these. There is no difference between seasickness and car sickness or air sickness. JANUARY 2016
skyroad 127
SAĞLIK HEALTH
ler sisteminizi güçlendirebilirsiniz. Bazı uzmanlar da bu durumu “Hareket hastalığı” olarak yorumluyor.
Beynin oyunu Hareket hastalığı, iç kulağın oldukça sık görülen bir bozukluğu. Gemi ya da otobüs gibi taşıt hareketlerine bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu hastalık sonucunda denge bozulur ve kişi kendi bedensel hareketlerini konumlandırmakta güçlük çekebilir. Temelde hareket beyin tarafından algılanırken üç farklı sinirsel yol kullanılır, birincisi iç kulaktan gelen uyarılar, ikincisi gözlerden gönderilen uyarılar ve üçüncüsü ise vücut derin dokularından proprioseptör adı ile bilinen yapılardan gelen uyarılar. Bilinçli olarak hareket edildiğinde, örneğin yüründüğünde bu üç sinirsel yol ile beyine mesajlar gitmeye başlar. Hareket bilinçli olarak yapılmadığında, örneğin araç
Deniz suyu için Nöroloji Uzmanı Dr. Emel Gökmen ise, “Kişinin yeryüzündeki konumu, denge organı olan iç kulak ile algılanır. İç kulak, kişinin konumunu başın hareketlerine göre belirler. Denizde bir teknedeyken konum belirlemek iç kulak için zorlaştığından kişide deniz tutması ortaya çıkar. Midenizi yoracak yiyecekler yememek, tuzlu yiyecekler tüketmek faydalı olabilir. Mide bulantısı için ilaçlar kullanabilirsiniz. Biraz deniz suyu içmek de faydalı olabilir. Bu da benzerin benzeriyle tedavisi mantığıdır. Sizi hasta eden şeyin bir miktar alınması sizi tedavi edebilir” şeklinde önerilerini sıralıyor.
Determining the location Neurology Specialist Dr. Emel Gökmen states, “The location of the person on the earth is perceived through inner ear which is the balance organ. Inner ear determines the person’s location according to the head’s movements. As it becomes difficult for the inner ear to determine the location on a vessel on the sea, seasickness occurs.”
128 skyroad
OCAK 2016
Şifalı zencefil çayı / Healing ginger tea Kulak, Burun, Boğaz Hastalıkları Uzmanı
Prof. Dr. Onur Çelik, “Araç tutması olan bir kişi özellikle uzun yolculuğa çıkmadan önce bir kulak burun boğaz hastalıkları uzmanına danışırsa iyi olur. Bununla birlikte kısa yolculuklarda daha sınırlı yakınmaları önlemek için öneri vermek gerekirse, bu hastaların aç karnına yolculuğa çıkmamaları ancak çok yiyerek de yola çıkmamaları gerekiyor. Araba ya da otobüste seyahat edenler ön koltukta oturmayı tercih etmelidirler. Yola çıkmadan önce zencefil çayı içilmesinin yararı olabilir” diyor.
içerisinde yolculuk sırasında, beyin bu üç yoldan gelen mesajları koordine etmez ve bu durum taşıt tutması şeklinde adlandırılır.
Bulantıyla gelen panik Hareket hastalığının temel belirtileri bulantı, kusma, baş dönmesi. Bir de bunlara eşlik eden terleme, pa-
Ear, Nose and Throat Specialist Prof. Onur Çelik says, “If I must make suggestions for preventing limited complaints during short trips, these patients should not travel on an empty stomach but they should not eat a lot before a journey, either. Those traveling in a car or bus should prefer to sit in the front seat. Drinking ginger tea before going on a journey can help.”
nikleme, huzursuzluk ve sıkıntı var. Deniz tutmasının ise otobüs ya da uçak tutmasıyla hiçbir farkı yok. Bazı kişilerde trende seyahat ederken ya da lunaparkta eğlenirken de bulantı ortaya çıkabilir. Bunlar aynı hastalığın farklı senaryolarıdır ve hareket hastalığı diye adlandırılırlar.
YOLCULARINA ÜCRETSİZDİR FREE FOR GUESTS
2016
OCAK JANUARY ISSN 2149-8172
03
SEYAHAT VE YAŞAM KÜLTÜRÜ CULTURE OF TRAVEL & LIFE
9 772149 817009
Yaşarken gez, gezerken yaşa!
Travel while living, live while travelling!
Ilık bir kış rüyası A warm winter dream
Thermal Springs
ÇİLELİ YOLCULUKLARDAN UÇAK KONFORUNA
buldu! i in
PERSONEL DEVELOPMENT OF THE BUS
BA
UĞUR YÜCEL VETERAN ACTOR D
N CA OW T FO U N D ITS
E
E
IC
FROM SUFFERING TRAVELS TO COMFORT OF PLANE
TH
OCAK JANUARY 2016
Şero
se s
OTOBÜSÜN ‘KİŞİSEL GELİŞİM’İ PERSONEL DEVELOPMENT OF THE BUS
KAPLICALAR
VO