Nisan - Mayıs 2017
“ Sokak hayatın ezgisidir. ”
. Edebiyat | Kültür | Sanat
. Içindekiler Ufuk Saka - Kedi Sokakta ................................................... 3 Tuğba Karakaya - Karanfil Sokak ....................................... 6 Ali Güzel - Sokaktan Birinin Öyküsü ................................. 12 Buse Kaçar - Sokak ve Müzik: Tahribad-ı İsyan ................ 14 Özkan Öztürk - Bir Direniş Portresi ................................... 18 Derya Doğan - Sokak ve Kadın .......................................... 20 İzzet Fırat Orfa - Yol ........................................................... 22 Rukiye Ekenler - Güneşi Senin İçin Göndereceğim Anne ........ 24 Adar Balsak - Çay Sohbetleri ............................................. 30
/sokakfanzinii
/sokakfanzini
/sokakfanzini
* Yazılarınızı sokakfanziniletisim@gmail.com adresine gönderebilirsiniz. 2
|Sokak Fanzin
Kedi Sokakta
Sokak Kültür Merkezi adına, Sokak Fanzin’in yayımlanmasına karar verildikten sonra, bir de logo çalışması yapıldı. Logoda güzel bir kara kedi vardı. Kara kedi, uğursuz sayılan, kedilerin değil, insanların ötekileştirdiği bir figürdü. Sokak Kültür Merkezi de egemen kültüre alternatif olarak, ötekilerin kültürünü savunan bir kültür merkezi… Bu mantık içinde yapılacak yazın çalışmaları için konular üzerinde konuşurken, bir de logoya uygun, kediler üzerine, sokak üzerine bir yazı yazılması gündeme geldi. Hiç duraksamadan, “Ben yazarım” dedim. Aklımda, Beşir Ayvazoğlu’nun “Saatler, Ruhlar ve Kediler” kitabı vardı. Bu kitap, okuyanı Türk edebiyatının bilinmezlerine dair derin bir yolculuğa çıkarır. Kitabın “Hirrename” adlı bölümünde, edebiyat tarihimizde kedilerle ilgilenen yazar ve şairlerle, onların kedilere yönelik yazdıkları yer alır. John Gray, ünlü ve popüler kitabında “Erkekler Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten” diyor ya, aklıma ilk gelen soru, “Kedi ve köpeği Gray’ın mantığı içinde hangi gezegene gönderebilirim” oldu. Cevabını da
| 3
Sokak Fanzin
buldum… Kedi, cinsiyeti ne olursa olsun kadındı ve Venüs’e gitmeliydi. Köpeğe de o zaman, Mars kalıyordu. Nitekim Peyami Safa, “Fatih Harbiye” adlı romanında, alafrangalık heveslisi Neriman’ın “Doğuluların kedileri, Batılıların ise köpekleri sevdiklerini” anladığından bahseder: “Şarklılar kediye, Garplılar köpeğe benziyorlar! Kedi yer içer, yatar, hayatı hep minder üstünde ve rüya içinde geçer; gözleri bazı uyanıkken bile rüya görüyormuş gibidir. Köpek diri, çevik, atılgandır. Uyurken bile uyanıktır.” Neriman, insanların çoğu gibi sadık olan, işe yarayan hayvanları seviyordu yani… Başkaldıran, sahibine bile aldırmayan, aslında sahipsizliği seven asilere ise kızıyordu. Oysa Nurullah Ataç’a göre kedilerin asıl üstün tarafları, kurnazlıkları değil, köpeklerin aksine, insanlaşmaya çalışmamalarıydı. Hakikatten kedilerin, tüm tarih boyunca ve özellikle son yıllarda böylesine tehlikeli, saldırgan ve kendi hemcinslerini gözleri kırpmadan katleden insanlara benzememek için gösterdikleri direnişi kutsamak gerekmez mi? Sadece büyük bir musikişinas değil, aynı zamanda üslupçu bir yazar olan Mesut Cemil, yani Tanburi Cemil Bey, Abdülhak Şinasi Hisar, Galata Mevlevihanesi’nden rind-meşreb şair Fasih Dede, “Eski bir Refik” adlı hikâyesinde kedisi Tosun’un macerasını anlatan Halid Ziya, “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç” isimli romanında Emeti Hanımın yemeklerini yiyen “aygır gibi” kedilerden bahseden Hüseyin Rahmi Gürpınar da kedisever edebiyatçılarımız arasında yer almaktadır. Bu sevgileri, adı geçen ve farklı dünya görüşlerine sahip olan bu edebiyatçıların, aslında sistem karşıtı, uysal olmayan bir ruh haline sahip olduklarına mı işaret eder, bilemem. Tevfik Fikret’in, Zerrişte isimli bir kedisi vardı ve Nurullah Ataç, “Zerrişte diye kedi adı mı olurmuş? ‘Gel pisi pisi, Zerrişte!’ demek gülünç değil mi?” diye bir yazısında onunla alay etmişti. Ama Fikret, Ataç’a aldırmadan, yazılarında, Zerrişte’nin mızmız Servet-i Fünun dilberleri gibi hep nazlandığını, zaten bütün sevdiklerinin onu hep tırmaladığını yazdı durdu. Tevfik Fikret, Frankofon eğitime sahip, Jöntürk kişiliğine rağmen “Devletse de kanunsa da artık yeter olsun,/ Artık yeter olsun bu deni zulmü cehalet” diyebilecek kadar asi bir kişiliğe sahip olduğundan, hem kedisi ve hem de sevdikleri tarafından
4
|Sokak Fanzin
tırmalanmasına aldırış etmiyordu. Ahmet Haşim; “Kedilerin biraz himmetle bir opera parçasını teganni edecek derecede zengin” bir sese sahip olduklarına dikkat edecek ve bunu yazacak kadar kedilerle iletişim halindeydi. “Eski şairlerin sevgililerini, hiç benzemedikleri güle ve aya benzetip de ata hiç benzetmemiş olmalarına hayret eden Asaf Halet Çelebi de bir yazısında “Kediler en iyi dostlarım olmuşlardır ve hiç canımı sıkmamışlardır” demekteydi. Demek ki, ayrıntıları görebilen, muhakeme yetisine sahip edebiyatçılar, kedilerin özgür hallerinden rahatsız olmuyorlar… Şiirde “Garip” akımının önemli kalemi Orhan Veli, Kuyruklu Şiir’inde sokak kedisinin, ciğercinin kedisine nasıl içerlediğini şu dizelerle dile getirir: “- Uyuşamayız yollarımız ayrı; Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi; Senin yiyeceğin kalaylı kapta Benimki aslan ağzında Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.” Ciğercinin kedisinin, sokak kedisine verdiği cevap da tam bugünün egemenlerinin mantığına benzemektedir: “- Açlıktan bahsediyorsun; Demek sen komünistsin, Demek ki bütün binaları yakan sensin, … Sen ne domuzsun sen!” İnsanlaşmamış kediler, robotlaşmamış insanlar, sisteme başkaldıran canlılar, bu dünyayı yaşanır hale getiriyor. Canlıların bu mücadelesi gelişmenin önünü açıyor. Kedi, sadece kedi değildir! Kedi, bugünlerde arayıp da bulamadıklarımızı bulmamızı sağlayan bir yaratıktır. Kedi sevgidir, kedi yumuşaklıktır, kedi huzurdur. Kedi sokaktır, sokak hayattır, sokak sanattır, sokak demokrasidir…
Ufuk Saka
| 5
Sokak Fanzin
Karanfil Sokak * Çirkin’in hikayesinden esinlenilmiştir.
Karanfil Sokak, Ulus’un en dar sokağıdır. Bir sokakta, hele ki bu kadar dar bir sokakta yetmiş hane olur şey değil. Kaldırımın kenarına park eden arabalara sürünmeden ancak bir arabanın yol alabileceği genişlikte olan bu sokak, dışarıdan soğuk ve renksizdir. Kaldırım taşlarının bile tek renk olduğu bu sokakta, apartmanlar, en son çeyrek asır önce boyanmış gibi soluk gözünür. Güneşin sokağı bütün bütün aydınlattığı görülmemiştir. Apartmanların birbirine yakınlığı ve sokağın darlığı sokağı daima gölgede bırakır. Apartman önlerinde bir metrekarelik toprak alanlara birkaç ağaç dikilmişse de sık sık budandıklarından dışarıdan sağlıklı bir görüntü oluşturmaya yetmezler. Yetmiş hanenin içinde toplamda kaç insanın nefes aldığını kestirmek zordur. Nüfusu sık değişen bu sokakta, daha geçenlerde, Nafiz
6
|Sokak Fanzin
Amca’nın selası duyuldu. Nafiz Amca, sokağın içindeki tek yeşilliğe sahip bahçeli evde otururdu. Karanfil Sokak’ta birkaç tane daha bahçeli ev bulunsa da bu bahçelerde muntazaman halı, kilim gibi evin zor taşınanları, arap sabunuyla yıkanırdı. Bu yüzden bu bahçelerdeki topraklarda ot bile bittiği görülmemiştir. Nafiz Amca böbrek yetmezliğinden öldüğü vakit işte bu sokağın tek yeşilliğini içinde barındıran bu bahçeli ev tek kızı olan Gülsüm Hanım’a kaldı. Nafiz Amca, yaban otlarına bile merhamet göstererek ilgilenirdi bu bahçeyle. Gülsüm Hanım, babasıyla aynı düşüncede olmayacak ki üst sokaktaki nalburdan bir koli fayans alıp getirdi eve. Yan komşusu Necmiye Hanım, pazar dönüşü tanık olduğu durumu Canan Hanım’a “Bu kız, besbelli bahçenin canına ot tıkayacak. İnsan dediğinin, baba mirasına saygısı olur” diye çıtlattı. Sokağın diğer ucunda, Sabır Apartmanı’nda, oturan Sevgi Hanım’ın tek oğlu Ercan geçtiğimiz yıl evlenmişti. Düğünü, kız evinin istediği yerde yaptılar diye, sokaktan kimse düğüne icabet etmediyse de sonrasında olay tatlıya bağlanmıştı. İşte bu Ercan, bir iki aya kalmaz “baba” oluyormuş. Ercan haberi alır almaz tatlısını kaptığı gibi şirkettekilere de müjdeyi verivermiş. Patronu da bu müjde karşısında en babayani tutumla maaşına zam yapmış. Ercan, patronunun cömertliğinin altında ezilmemek için canhıraş çalışırken; Ceren’in hamile olduğunu öğrenen patronu, iş akdinin feshini Ceren’in masasına koymuştu. Ceren, evde doğacak çocuğunun cinsiyetini bilmediğinden tüm patikleri turuncu örmüştü. Gerçi şimdi bir kızı olacağını biliyor ama turuncu örmenin bir sakıncasını görmüyor yine de. Karanfil Sokak’ta yalnızca insanların hikayeleri böyle sesli anlatılır. Bu sokakta haneler dışında cereyan eden olaylar, hane dışındakilerin anlatılmayan hikayeleri de var. Karanfil Sokak’ta, iki kardeş köpek vardır. Bu iki kardeşten biri olan Çöpçü’nün tüyleri karamel rengi, gözleri kısık, sesi gür, ağzı büyük, dişleri keskindir. Çöpçü çok uyur, çok çalışır. Derisinde birçok kene yaşar ama buna aldırmayacak kadar kalındır derisi. Diğerinin yani
| 7
Sokak Fanzin
Nazlı’nın, Çöpçü’ye göre tüyleri daha uzundur. Simsiyah tüyleri, kocaman gözleri, belirgin kirpikleri vardır. Nazlı’nın da Çöpçü’nün de sol kulaklarında bir küpe vardır. Bu küpeler dört yıl önce, daha beş aylıkken belediye veterineri tarafından takılmış. Başta kulaklarındaki bu küpenin yarattığı sızıdan hoşlanmasalar da sonra dert etmemeye başlamışlar. Çöpçü’ye ismini ara sıra sokağa kağıt toplamak için gelen kağıtçılar takmış. Kağıtçılarla Çöpçü çok iyi anlaşır. Çöpçü, çöpleri büyük ağzı sayesinde çarçabuk parçalayabiliyor. Bu yüzden bu kağıtçılar bütün gün buldukları yemek artıklarını biriktirir sonra Çöpçü’yle Nazlı’ya getirir. Aralarında kuvvetli bir dostluk bağı kuruludur. Gerçi Nazlı, insanlara çok yanaşmasa, çekingenlik gösterse de Çöpçü’yü Nazlı’dan, Nazlı’yı Çöpçü’den kimse ayrı düşünmez. Dört yıl önce daha beş aylıkken bırakıldıkları bu sokakta kimseye bulaşmadan sakin bir hayat süren bu iki kardeş dışında Karanfil Sokak’ın kedi sakinleri de vardır. Başka sokaklardan kediler de uğrar bu sokağa fakat sık sık yemek bulunan bir yer olmadığından kendilerine mesken edinmezler. Karanfil Sokak başka sokakların kedileri için geçiş güzergahı olmak dışında bir iddia taşımaz. Pamuk ve Şımarık ise bu sokağın sakinidir. On yıl önce geldiler bu sokağa. Sabır Apartmanı daire 13’te yaşayan Özcan Ailesi, küçük kızları Aleyna’ya bir karne hediyesi vermek için bir petshoptan devamlı uyumakta olan bu iki sevimli, Scottish fold cinsi kediyi satın aldılar. Pamuk kısa boylu, bembeyaz tüyleri, yemyeşil, kocaman gözleri olan güzeller güzeli bir dişi; Şımarık heybetli, sevgi dolu, duman rengi kısa tüylü, baş rengi gözleri olan şımarık bir oğlan. Aleyna’yla on yıllarını birlikte geçirip dost olan kısırlaştırılmış, uysal, sevimli bu iki kedinin kaderini belirleyen Aleyna’nın İstanbul’da bir üniversiteye kaydolma hakkını kazanması oldu. Aile yadigarı bu evi apar topar satan Özcan’lar geçtiğimiz yılın haziranında eşyalarını bir nakliyat kamyonuna yükleyip İstanbul’a yola çıktılar. Kamyonda yer kalmadığından olsa gerek, Pamuk ve Şımarık’ı bir tas su, bir tas mamayla apartman kapısının önüne koymuşlar. Kamyonun arkasından bakakalan Pamuk ve Şımarık, mamaları ve suları bittiğinde günlerce aç ve susuz apartman kapısının önünde beklemişler. Umutlarını
8
|Sokak Fanzin
yitirmemeye çalıştılarsa da Ankara’nın sıcağı, terk edilmenin burukluğu derken, çok geçmeden zayıflayıp, tüy dökmüşler. Eski görkemlerini yitiren Pamuk ve Şımarık, ne yerlerinden kımıldamayı, ne de birbirlerinden ayrılmayı düşünmüş. Ölmeye yatan Pamuk ve Şımarık’ın hayata dönmesini Kömür sağlamış. Kömür bu iki ihtiyarı gördüğünde aç ve susuz olduklarını anlamış. Onları sürtünerek, yalayarak, miyavlayarak uyandırmaya çalışmış. Birkaç saat bu şekilde uğraşmasına rağmen hiç tepki vermeyen Pamuk ve Şımarık’ın hırıltıları iyiden iyiye azalmış. Kömür, Pamuk ve Şımarık’tan ses çıkmayınca daha da şiddetli miyavlamaya, onlara sürtünmeye ve yalamaya başlamış. Hareketleri sıklaşıp, daha telaşlı olan Kömür’ü camdan Sevgi Hanım fark etmiş. Aşağı inip bu üç kedinin yanına yaklaşan Sevgi Hanım Pamuk ve Şımarık’ın öldüğünü sanmış ama gövdelerinin hafifçe yükselip alçaldığını fark edince yaşadıklarını anlamış. Evden alelacele bir kaba Türkan’la Felix’in mamalarından koyan Sevgi Hanım kıyamadığı porselen kaselerinden birine de su doldurup aşağı inmiş, yeniden. Pamuk ve Şımarık’ı biraz sarsarak mamaya ve suya doğru götürmüş. Biraz mama, biraz suyla kendine gelen Pamuk ve Şımarık teşekkür etmek için Sevgi Hanım’a sürtünmüş. Kömür, Sevgi Hanım’ın kucağına zıplayıp onu biraz korkutsa da çenesini yalayarak sevgisini göstermiş. Sevgi Hanım, günde bir defa Pamuk, Şımarık ve Kömür için vitaminli mamalardan koyuyor apartmanın kapısına. Kömür, çok aç olmadıkça yemese de bu mamalardan, yine de Pamuk ve Şımarık’la vakit geçirmek için sık sık uğruyor, Sabır Apartmanı’nın önüne. Pamuk ve Şımarık’la iyiden iyiye dost olan Kömür, onlara gittiği yerleri anlatıyor. Pamuk ve Şımarık çok merak etseler de bir türlü Karanfil Sokak’tan dışarı çıkmaya ikna olamıyorlar. Kömür; henüz iki yaşını doldurmamış, genç, iri, siyah bir sokak kedisi. İçinde bitmeyecek bir sevgiyle Pamuk ve Şımarık’ı bulduğu apartmanının boşluğunda doğmuş. Dört kardeşinden tek hayatta kalanı Kömür olmuş. Çok genç olmasına rağmen Ankara’yı karış karış öğrenmiş. Otobüsle, hatta izin verdiklerinde metroyla bile seyahat eden Kömür, böylelikle karnını doyurmayı da öğrenmiş. Köpeklerle
| 9
Sokak Fanzin
de çok iyi anlaşır. Hatta karnının çok aç olmadığı bir gün Zafer Bey’in balkonundan çaldığı butu Nazlı ve Çöpçü’ye vermiş. Kömür, her türlü canlıyla dost olabilir fakat bir tek İrem Su’nun Husky cinsi köpeklerine asla yaklaşmaz. Bir yıl önce, Kömür’ün Pamuk ve Şımarık’ı bulmasından iki hafta önceye denk geliyor bu tarih, Karanfil Sokak’a siyah beyaz, kör, bir kulağı olmayan, daha iki aylık ya var ya yok bir kedi gelmişti. Herkes sözleşmiş gibi bu kediye ‘Çirkin’ diyordu. Çirkin, annesizdi. Kömür, bu zavallı kediyi çok sonra fark etti. Karanfil Sokak’ta hava iyiden iyiye ısınmaya başlayınca, bu sokağın kadın hanedanları, halı, kilim ve yorgan gibi evin zor taşınanlarını yıkamak için sokakta var olan az sayıdaki kurak bahçelerde toplanırlar. Bu durum bazen bir aya kadar devam eder. Az bahçe ve çok hane olduğundan dönüşümlü yıkama işlemi ardından dönüşümlü kurutma işlemi de bu bahçelerde yapılır. Çirkin, bu bahçe faslının ortasında düştü bu sokağa. Su sesinden fena halde hoşlanan bu öksüz kedicik, hortumdan çıkan su sesine doğru koşa koşa giderdi. Karşıdaki bahçeden gelen su sesine doğru ilerlediği bir sıra araba altında kalmaktan kıl payı kurtuldu. Hırıldayarak bahçeye koşuyordu ki Müjgan Hanım öksüz Çirkin’i fark etti. “Ay mikrop yuvası” diye hortumu Çirkin’e çevirdi. Çirkin, suyun tazyikiyle sarsılsa da su kesilene dek kıpırdamadan durdu. Çirkin’in adı da bu sırada konuluverdi. Bundan sonra Çirkin’i her gören ıslatmaya devam etti. Sokağın çocukları da bu acımasız oyunu sürdürdü. Kömür tüm olanları dört gün sonra fark etti. Sokağın çocukları ellerindeki pet şişeleri delmişler, Çirkin’e doğru su püskürtüyorlardı. Kömür, Çirkin’in yanına gidecekti ki Ülker Apartmanı’ndan İrem Su, Alex ve Bonnie isimli Husky cinsi köpeklerini gezdirmek için çıktı. Köpekler Çirkin’i görür görmez havlamaya başladı. Çirkin, koşarak köpeklerin yanına gitti. Kendini sevdirecekti. İrem Su’nun elinden kurtulan köpekler Çirkin’e saldırdı. Kopan hengamede Canan Hanım dışarı çıktı. İrem Su, bu sırada zar zor köpeklerini zap etti. İrem Su uzaklaşırken Canan Hanım, Çirkin’i kucağına aldı. Çok canı yanıyordu Çirkin’in. Belden aşağısı parçalanmıştı. Kanlar içindeydi. Canan
10
|Sokak Fanzin
Hanım parmağının ucunu Çirkin’in ufacık başında gezdirdi. Kulağına yaklaştırdı Çirkin’i, nefes alıyordu. Hırıltılarını duydu. Çirkin, Canan Hanım’ın yanağını birkaç kez yaladı. Canan Hanım’ın yanağındaki ıslaklık kurumadan, Çirkin ilk kez başı okşanmış olarak ayrıldı bu dünyadan. Kömür olanları izledi. Hiçbir şey yapamadı. Korktu, öfkelendi, üzüldü. Bu yüzden Alex ve Bonnie’ye asla yaklaşmadı. Çirkin’i hiç unutmadı. Çirkin, çöp konteynırlarının yanına gömüldü. Kömür,Çöpçü ve Nazlı’yı oranın kazılmaması için tembihledi. Kömür, içinde paylaştıkça çoğalan bir sevgiyle doğdu. Sütten henüz kesilmişken annesi ve kardeşleriyle belediye ekiplerince yakalanıp kısırlaştırıldı. Dört kardeşi de narkozdan uyanmadı. Annesiyle sokağa salındığında önce annesinin izini kaybetti. Karanfil Sokağı bulmak için her yeri gezdi. Bu gezi günlerce sürdü. Bir gün neredeyse tecavüze uğruyordu. Kaçtıktan sonra sorgulamadı hiçbir şeyi. Hiç kimseyi yargılamadı. Elini uzatıp onu seven herkese karşı sevgi doluydu. İki yılda gördüğü hiçbir manzara onun içindeki sevgiyi eksiltmedi. Çirkin’in yaşadıkları, içinde bir şeyleri değiştirdi, bir şeyleri uyandırdı. Çöpten çıkardıklarını düşündü, “İnsanlar neden fazla yemeklerini paylaşmak için bize vermezler de çöpe atarlar? Ben sokak kedisiyim, Pamuk ve Şımarık hem sokak hem ev kedisi... Onları sokağa insanlar koydu? Beni sokağa kim koydu? Çirkin’i sokağa kim koydu? Eğer Çirkin’in evi sokaksa onu neden sokakta öldürdüler? Bizim evimiz sokaksa insanlar bizi neden kovalar? İnsanlar evlerinde öldürülür mü? Hem sokakta hem evde ölüm varsa neden kapılar var?” Kömür, çok düşündü. Her şeyi yine sevdi. Fakat düşünmekten alıkoyamadı kendini. Kömür’ün sokakta isimsiz arkadaşları ve bu arkadaşlarının isimsiz hikayeleri vardı. İnsanların dünyasında sokaktakilerin hikayesinin ne kadar önemi olduğunu kestiremedi. Kömür; yemek, su ve sevginin birçok insan için paylaşılamaz olduğuna akıl sır erdiremezdi. Paylaşılamazlık Kömür, Pamuk, Şımarık, Nazlı, Çöpçü ve isimsiz sokak hayvanları için hiçbir şey ifade etmezdi. Aç değilsen yemeğini, susuz değilsen suyunu, kalpsiz değilsen sevgini paylaşırsın.
Tuğba Karakaya
| 11
Sokak Fanzin
Sokaktan Birinin Öyküsü
Mavi limanlı bir şehrin, bilgiyi en güzel sembol eden kapılı bir hastanesinde dünyaya gelmiş. Doğar doğmaz kasılmış bedeni, ağrıları tam üç gece çığlıklar içinde ağlamasına neden olmuş. Sonra kan bağının olduğu bir kadının kollarında sızmış. Kadının kollarında uyurken, bilgiyi sembol eden kapının içinden çıkan doktorlar ağrılarını azaltmış. Vakit geçmiş, büyümüş. İki ayağı üzerinde yürüyüp koşabilecek yaşa gelmiş. Elmayı kesmek istediği bıçağı yanlış kullanırsa elini kesebileceğini öğrenmiş. Çok saçma ama bir daha asla bıçakla elma kesmeyi denememiş hatta zorda kalmadıkça elma da yememiş. Bir gün kollarında sızdığı kadının kanser denen bir hastalığa kapıldığının rivayetini duymuş. İnanmamış. Kollarında sızdığı kadını hasta yatağında görmüş. Ağrılarını dindiren, şifa ve sevgiden var olduğunu düşündüğü kolların birinin bitiminde serum görmüş. Kısa süre sonra toprağın içine girmiş o kollar... Kadının kollarındaki şifa ve sevgiyi hiç unutmamış. Bir de serumun artık onun için ölümü sembol ettiğini asla unutamayacağını anlamış. Aradan vakit geçmiş, biraz daha büyümüş. Boyu uzamış. Omuzlarına
12
|Sokak Fanzin
yükler binmiş. Belki bakıldığında o kadar ağır değilmiş yükler ama onun sırtında kambur olmuş. Kendini hiçbir kan bağının olmadığı kocaman bir ailede bulmuş. Aileden insanları sevmeyi, bozuk olanı onarmayı, yeni ve güzel olanı üretmeyi, en önemlisi yanlış, kötü, karanlık olanı değiştirmeyi öğrenmiş. O aileden olmayan milyonlarca insan için koca bir düzeni değiştirmeyi istemiş. Bu isteği onu aileden biri yapmış. Sonra bir gün kirli düzenin içine dahil olmuş, sadece ismini bildiği akrabaları ailenin evini yakmış. Sinirlenmiş, güçsüz hissetmiş kendini. Ailesi dağılmamış ama artık akrabalarının olamayacağını anlamış. Ailesiyle beraber yeni evlerinin sokak olmasına karar vermişler.Sokaktayken daha güçlü olduklarının farkına varmış. Sokağı beraber boyamışlar, tabanına kaldırım taşları döşemişler. Sokak onun miladı olmuş. Küllerinden yeniden doğmuş orada anka kuşu gibi kendisini tazelemiş. Bilgiyi en güzel sembolize eden kapıdan, ailesiyle yaşadığı sokağı en güzel şekilde anlatabileceği bilimi öğrenmek için geçmiş. Uzadıkça uzamış hikayesi, kendine yazar bir arkadaş bulmuş. Ondan kısaca kendi hayatını yazmasını istemiş ama ünlü olmak ya da yazar arkadaşına malzeme olmak için değil! Öyküsünü okuyacak insanlara, her güneşin doğuşunda ciğerleri kartallar tarafından parçalanan, kolları dağa çivilenmiş Prometheus’un kendilerine hediye ettiği ateşin ne durumda olduğundan haberleri olup olmadığını sormak için... Bir de yazar arkadaşına bir rivayette bulunmuş. Demiş ki; “Ailemle beraber Prometheus’un ateşinden bir meşale tutuşturduk. Şimdi o meşaledeki ateş, her gün genişleyen ailemle yaşadığım sokağı aydınlatıyor.” Bu rivayetin gerçekliğini de ölçmek öyküyü okuyan insanların o sokağa gelip görmelerine kalmış.
Ali Güzel
| 13
Sokak Fanzin
. Sokakta Müzik Var: Tahribad-i Isyan
“Tarih tekerrürden ibaret” midir tartışılır ama tarih biliminin öğrettiği bir şey var ki sosyal hayatı etkileyen her resmi hüküm sanatı da etkisi altına alıyor. Derler ya “Edebiyat, toplumun aynasıdır.” İşte bu noktada müziği de toplumdan ayrı düşünemeyiz. Siyasi meseleler, sosyal sıkıntılar, maddi ya da manevi her sorun bir şekilde sanatımıza nüfuz ediyor. Sanatı, sanatçıyı ve sanat eserini –asla basite indirgemek istememekle birlikte- kişisel ve toplumsal olmak üzere iki boyutta düşünebiliriz. Bugün de bu iki yoldan toplumsal olanı, politik olanı tercih etmiş bir gruptan bahsedeceğim. Onlar “Tahribad-ı İsyan” yani “İsyanın Yıkımı” Yıkım da onlar, yıkıma isyan da! Onlar, Sulukuleli 3 silahşör, silahları müzik, mermileri de rap. İstanbul genelinde “Kentsel Dönüşüm” adıyla eski ve yoksul mahalleleri yıkma ve mahalleliyi de yersiz yurtsuz bırakma operasyonuna karşı müziğiyle
14
|Sokak Fanzin
baş kaldırmış, isyan etmiş ve etmekte olan üç genç : Zen-g, Slang ve V.Z “Adını koydunuz kentsel dönüşüm, bu aslında bu kentin çöküşü.” Zen-g aslında Zeytinburnulu. Orası da kentsel dönüşümün ağına düşmüş semtlerden. Şimdilerde deniz manzaralı rezidanslarla zenginlere peşkeş çekiliyor. İnsanların, adını duyunca yüzünü ekşittiği yerlerden olan Zeytinburnu’nda yaşayan Zen-g 2008’de liseye başlıyor ve sıra arkadaşı, şimdilerde omuz omuza bir yolda yürüdüğü grup arkadaşı Slang ile tanışıyor. Zen-g daha bebekken, pusetinde otururken annesinin açtığı müzik kanalında Kartel’i dinliyor. Sonrasında mahalledeki ağabeyleri sayesinde öğrendiği rap müziğe merak sarıyor. Break dans kursuna yazılıyor. Slang ise müzisyen bir aileye sahip. Kendisi zaten Roman. Müziğin içine doğuvermiş. İşte hâl böyle olunca bu iki genç nasıl kaynaşıp da arkadaş olmasın? Böylece Zen-g kendini Sulukule’de Roman kültürünün içinde buluyor. Bu ikiliye sonra V.Z katılıyor. Ve işte macera başlıyor. “… Gözümü kararttı sis Dostum Adanalı biber gazı mis Gezi Parkı direnene pist Burası senin evinden de temiz …” Hepsinin hayatında isyan edecek çok şey var. Mahalleleri yıkılıyor, aile içinde maddi ve manevi sorunlar yaşanıyor. İşte o zaman rap onlara tutunacak dal oluyor. Yaşadıkları, çektikleri onlara ilham oluyor ve kalemlerinden çok güzel sözler çıkıyor. Buna belki de bardağa dolu tarafından bakmak diyebilirsiniz. Ama kesin bir sonuç var ki tüm dertleri, hayatın içinden olanı yani gerçek olanı insanlara anlatabilmekti. Onlar Sulukule’ye, Zeytinburnu’na, kendi deyimleriyle tüm “Ghetto”lara ses olmayı amaçladılar. Bu çocuklar görmezden gelinen, yok sayılan kör noktalara dokundular. Evet, sonunda dikkat çektiler. 2013 İstanbul Bienali’nde yönetmenliğini Halil Altındere’nin yaptığı
| 15
Sokak Fanzin
“Wonderland” isimli kısa filmde oynadılar. Kendi hikâyelerini anlattılar. Hem söylediler hem oynadılar. Bienal onların müzik hayatlarında çok önemli bir dönüm noktası oldu. Kısa film yurtdışında da gösterime girdi, farklı ülkelerdeki özgün müzik festivallerinden davet aldılar. Onların dilini hiç bilmeyen insanlara kendilerini anlattılar ve en önemlisi oldukları gibi sevildiler. Kendilerinden, duruşlarından taviz vermediler. 2013’te Gezi Direnişi’ne katıldılar. Hatta bunu 31 Mayıs’ın çok öncesinde yaptılar : Taksim Kent Dayanışması’nın düzenlediği konserde sahne alarak. Bir de benden bir tavsiye, Gezi için çok da güzel bir şarkı yaptılar; adı da “GeZizekalılar” İşte ikinci dönüm noktası geliyor. Bienal sayesinde onları keşfedenlerden biri de Kenan Doğulu oldu.Evet, sanatçıların birilerinin elinden tuttuğuna, onlara destek verdiğine çok şahit oluyoruz. Ama yine de bu kişinin “Pop Şarkıcısı” adı altında anılan Kenan Doğulu olması benim şaşırdığım bir nokta. Yine de bu kesişimin sonucunun güzel bir yere varması her şeyden önemli. Çünkü Tahribad-ı İsyan hip-hop aşkına ve bolca yeteneğe sahipti ancak onları bir sonraki aşamaya taşıyacak olan maddi imkana sahip değildi. Bu yüzden Doğulu Prodüksiyon’un destek çıkması bu anlamda çok önemli. Albüm çıktı! Ve işte 9 yıllık emeğin karşılığı. Tahribad-ı İsyan’ın aynı isimle yayımladıkları ilk albümleri 4 Mart’ta sevenleriyle buluştu. Buraya albümle ilgili bir iki ufak tüyo bırakıyorum. 1.Albümün en güzel şarkısı “Sınama Beni” Öyle bir şarkı ki bu 3 gencin kendileriyle olan iç muhakemelerini anlatıyor. Hiçbir zaman gerçeklerden, varoş yaşamın getirdiklerinden kaçmıyorlar. Aksine üstüne gidiyor, savaşıyorlar. 2.Albümün en eğlenceli şarkısı “Hamam” İsmini yazarken bile içim kıpır kıpır. 3. Albümün çıkış şarkısı “Suç mu?” Klip bir harika. İzlemenizi şiddetle tavsiye ederim. Dayanışmada Tahribad-ı İsyan
16
|Sokak Fanzin
Değinmeden yazıyı bitiremeyeceğim birkaç şey var. Tahribad-ı İsyan, nereden geldiğini, nerede ve kim olduğunu unutmayan bir grup. Kimseyi ayırmadan birlik olabilmenin öneminin farkındalar. Zen-g Kürt, Slang Roman. Farklı etnik kimlikleri var ama bir aradalar. İşte bu bilinçle hareket ettikleri, katıldıkları çok güzel aktivizm çalışmaları da oldu. Örnek vermem gerekirse 2011 Van depreminden sonra aktivistlerle beraber depremzede çocuklara yardım götürdüler, orada onlarla zaman geçirip, bir çocuğu güldürebilmenin verdiği mutlulukla dayanışmanın güzelliğini göstermiş oldular. 22 Aralık 2013’te Kadıköy Kent Mitingi’nde, 19 Eylül 2014’te Harbiye’de Kardeş Türküler ile birlikte sahne aldılar. Bence bu örnekler bile onların protest müzik grubu duruşlarından ödün vermediklerinin bir kanıtı. Yollarının açık olmasını gönülden istiyorum. Çünkü biliyorum, yaptıkları şeyden bir an olsun vazgeçmediler ve çok çalıştılar.
“… Dünya cehennemin manitasıdır Tahribad-ı İsyan sokakların haritasıdır
Buse Kaçar
| 17
Sokak Fanzin
Bir Direnis. Portresi
Sabah her zamankinden erken uyanmıştı. Ayılmak için bir fincan kahve alıp, salona geçti. Koltuğa oturduktan sonra masanın üzerindeki gazeteye uzandı. Haberleri dikkatlice okurken gözüne bir başlık takıldı; “Akademiye KHK Darbesi” Haberde adı geçen akademisyenlerin arasında kendi adını da gördü. Haberi defalarca okudu. Elindeki kahve fincanını ve gazeteyi masanın üzerine koydu. Yavaşça ayağa kalkıp odasına gitti. Üstündekileri değiştirdikten sonra üniversiteye doğru yola çıktı. Yol boyunca kendisiyle birlikte ihraç edilen akademisyenleri düşünüp durdu. Üniversiteye yaklaştığında kapının önündeki öğrenci kitlesinin bir ağızdan haykırdığı sloganı duydu ; “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!”
18
|Sokak Fanzin
Öğrenciler Hamit Hoca’yı ortalarına aldılar, odasına kadar omuzlarında taşıdılar. Hamit Hoca, odasına girince KHK’yle ihraç edilmiş hocalarla karşılaştı. Neden akademiden ihraç edildiklerinin cevabını arıyorlardı. Gazetelerde yazıldığı gibi onlar, ülkenin bölünmez bütünlüğüne zarar veren teröristler miydi? Hayır, onlar ülkenin geleceği olan gençlerin yolunu aydınlatan meşalelerdi. Hamit Hoca, Mehmet Fatih’in ihracını protesto amaçlı düzenlenen mitingde konuşma yaptığı için ihraç edilmişti. Kanadı kırılmış beyaz bir güvercinin kanadını sarmak istediği için cezalandırılmıştı. Mehmet Fatih ülkesindeki savaşın bitmesini, silahların susmasını istediği için imza attığı bildiri bahane edilerek ihraç edilmişti. Mehmet mesleğinden ihraç edildiği için psikolojik sorunlar yaşadı ve en sonunda dayanamayıp intihar etti. Daha doğrusu devlet eliyle intihara sürüklendi! Hamit Hoca şimdi daha iyi anlıyordu zulmün karşısında dimdik duranları. Şimdi daha iyi anlıyordu barış için sokaklarda kanatlarını çırpan beyaz güvercinleri. Her kanat çırpışında Fırat’ın Dicle’nin sesi olanların neden vazgeçmediklerini şimdi daha iyi anlıyordu.
Özkan Öztürk
| 19
Sokak Fanzin
Kadin ve Sokak
Şimdi yolda yürüyorsun, elinde gökkuşağı şemsiyen... Her renginin ayrı bir hikayesi var genç ömründe. Yağmur değil korunduğun sadece, elbet. Damlaların şıpırtısına eşlik edip mırıldandığın Neşet Ertaş türküsü, ince bir sızı bırakıyor gönlünde; “Gönül dağı yağmur yağmur.” Daha sıkı tutuyorsun sırılsıklam şemsiyeyi. Herkes geçerken senden tek vazgeçmeyen annenin elini tutar gibi. Hava kararalı çok olmuş. Tedirginliğini bastırıp kalabalık
20
|Sokak Fanzin
sokakları seçiyorsun; mini eteğinin topluma verdiği yetkiye dayanarak. Göz göze gelmiyorsun, yanından geçerken bütün dikkati uzun bacaklarında olan et yığınlarıyla. Ne olduğunun, nerede olduğunun farkına vardığında hayatta kalabilmenin dahi büyük bir mesele olduğunu düşünüyorsun. Yalnızca yolda yürürken düşündüklerin bile büyütüyor seni. Çünkü herkes içinde hiçsin; ruhun yok, bir bedenden ibaretsin sadece. Adımların yavaşlıyor kafan doldukça, yağmurun bile tadını gönlünce çıkaramamak ne berbat! Bu kadar düşünmekle nasıl yaşar insan? Yaşıyorsun, her şeye rağmen ve her şeye inat yaşıyorsun. Seni elektrik süpürgesiyle aynı kefeye koyan, duyguların da olduğunu unutan, yok sayan bir gezegene rağmen yaşıyorsun. Sekiz adım sonra evdesin. Kapat şemsiyeyi, bak gökyüzüne, derin bir nefes çek içine. Bütün bu karanlığı yırtacak gücün ellerinde olduğunu düşün biraz da. Bir kelebeğin kanat çırpışından ilham al. Bu dünya senin, yeniden kurabilirsin.
Derya Doğan
| 21
Sokak Fanzin
Yol
Büyük, beyaza boyanmış, ahşap kapının ardında durdu. Canı, acımayı kesmişti ansızın. Benzi ne kadar solmuşsa, gözleri de o kadar kararmıştı. Kapının üstündeki tırnak izlerini gördü. Diz hizasındaydı en yüksekte olanı. Kara odada; neredeyse cennete açılan bir kapı gibi duracaktı kapı, tüm heybetiyle, tırnak izlerinden bazılarının sonlarında kurumuş, kara kan lekeleri olmasa… Gözlerini kırptı; oda kararmıştı bir kırpım süresi içinde. Nefesini tutmuştu; ama tuttuğunu unuttu. Nefesini kesenin ne olduğunu düşündü ve büyük bir gayret sarf ederek, bertaraf etti boğazındaki görünmeyen eli. Karanlığı görmemek için gözlerini yumdu. Odanın içine dolan güneş batığı şarabın kokusunu duydu. “İçime giren yalnızca kokun olmamalıydı” diye düşündü. Ama kokusu yetti başının dönmesine. Önce dengesini, sonra da zifiri karanlıkta yönünü kaybetti. Şarabın kokusu odanın her yanını sarmıştı, yönünü tayin etmesine faydası olmuyordu bu yüzden. Bir kâğıdın yırtılma sesini duydu ve hemen ardından
22
|Sokak Fanzin
büyük kapının, ufak anahtar deliğinden sarı bir ışık vurdu tam karşısındaki duvara. Işığın sıcaklığını hissedince, açtı gözlerini. Işından halata tutundu. Kendini kapıya doğru çekmeye başladı. Oda karanlığa bürünmeden önce, onun özü çoktan kararmıştı; gözleri gibi, teninin aksi gibi… Bu yüzden; ışınlara tutunarak kendini kapıya çektiği her an, özü o ışığı emiyordu. Gitgide zayıflamaya başladı halat. Kopmak üzereydi. Yeniden tuttu nefesini ve halatın sonsuzluğa karıştığı noktaya, anahtar deliğine odaklandı. Gözleri acımaya başlamıştı, ancak göz kırpmıyordu. Neden sonra halat ellerinin arasında ufalandı ve tamamen yok oldu. Fakat içinde umudu görmesine yetecek kadar soğurmuştu ışığı. Yönünü kaybetmeden, ağır ağır yürüdü ve yağlı boya sürülü ahşabın kokusunu aldığı anda, kapının tokmağını tuttu. Çevirdi. Fakat tokmak sabit kalmış, yalnızca eli tokmağın üstünde hareket etmişti. Tokmağı bırakmadan, diğer eliyle iki defa yumruk attı kapıya ve dibine çöktü. Ağlayıp ağlamadığını hissedemiyordu. Parmaklarını göz çukurlarına götürdü. Ağlamıyordu. Derin bir nefes aldı. Sonra daha derin ikinci bir nefes… Ve çok daha derin üçüncüyü… Üçünü birden vermek üzereyken; göğüs kafesi içine doğru çökmeye başladı. Demek artık ufalanmıştı yüreği; bir lavabonun giderinden akabilecek kadar... Yumruklarını sıktı; denk misin hala diye sordu. Çöktüğü yerden kapıya iki yumruk daha attı. Bacakları karıncalanmaya başladı. Midesine kramp girdi. Başını avuçlarının arasına aldı... Aldığını sandı… Ama avuçları birleşti ve bir büyük yumruk oldu. İyice hissizleşti bacakları. İyice, işte ne kadar hissizleşebilirse, o kadar... Hiç olmayan iki bacağın, hiç olmayan hisleri kadar... Hissizlik ilerliyordu vücudunda, yukarı doğru. Yalnızca kalbini ve avuçlarını kayırarak, tüm vücudunu kapladı hissizlik hissi. Kalbini avuçlarına aldı; bir dev yumruk oldu. “Kalbim kadarım” diye düşündü. Kapıya doğru savurdu kendini.
İzzet Fırat Orfa
| 23
Sokak Fanzin
. - Anne ! Günesi . Senin Için Gönderecegim
En korunaklı yerimde, yatağımdayım… Haziran sıcağına rağmen yorgandan hala vazgeçmiş değilim ve dışarıdayken pardösümden. Üşüyorum, ne bedenimi ne ruhumu ısıtamadım bu yaz. Yattığım yerden sesleri dinliyorum, ailemin sabah çıkardıkları sesleri… Kızımın; - Ama anne, şu oğluna bir şey de, deyişini. Oğlumun kısık sesle itirazlarını. Sonra da sessizce ona söyleneni yapıp banyodan çıkışını… “Anneler kızlarını değil, kendi savunmasız kalmış çocukluğunu savunurlar aslında” demişti bir arkadaşım. - Çık bakalım şuradan, demek geçiyor içimden, kızıma… Bu işler uzun saçla olmuyor hanımefendi, sırayla oluyor. Kim erken kalkarsa o girer önce banyoya, diyerek onu atmam gerekiyor banyodan. Oysa yapamam, kalkamam ki yatağımdan… Bu düşündüklerimin birini bile söyleyemem ki! Hep kendimi kandırıyorum ve “oğlum beni anlar” diyorum. Aslında biliyorum, gücüm yok, onlarla baş edemem ben! Hem hayat zor, hem kadınlar! Onlar iki kişi değil, onlar milyonlar… Onlar her köşeyi döndüğümüzde karşımıza çıkan AVM’ler… Sürekli perdesini yenileyen komşular onlar. Ha, bir de
24
|Sokak Fanzin
ağlaması var sonunda karımın; “Gençliği geçmiş, böyle mi hayal etmiş, artık onu sevmiyormuşum” sözleri eşliğinde… Hâkim olmak isterdim hep, ama avukat oldum ve büromda tükeniyorum. Zevk alamıyorum hiçbir şeyden. Zaman bana çok acımasız davranıyor ve zamana direnmeyi de bıraktım artık. Asılı kalmış gibiyim, bir saatin yelkovanında… Onunla birlikte dönüyor, dönüyor, dönüyorum. Yeni bir gün daha başlıyor, üstümü giydim ama yatak odasından çıkamıyorum. Bizimkilerin sesleri geliyor hala. Hemen fırlar çıkarım, pardösümü giyer kaçarım. Kızımın balo kıyafeti ile ilgili tartışmalara karışmadan evi terk ederim. Belki beni fark etmezler bile… - Aşkım, nereye böyle? Kahvaltı yap! - Erkenden bir davam var canım, çıkmam lazım… Oğluma bir bakış, göz kırpış, onun da henüz tek gözüyle yapamadığından, göz kırpmaya yakın bir hareketi… Güne başlamamın en güzel anıydı belki. Hemen çıktım evden. Bir süre yürüdüm, şehrin koşuşturması içinde kayboldum. İnsanlar nasıl da hızlı hızlı bir yerlere yetişmeye çalışıyorlar, hiç düşünmeden… Oysa ben de o anlamsız kalabalığın içindeydim işte. Çarpa çarpa ilerledim, metrobüs kuyruğunda bekledim, ite kalka bindim metrobüse. Bugün de şanslıydım! Bu anlamsız kalabalığı, koşuşturmayı gördüğümde aklıma Dövüş Kulübü’nün en güzel sahnelerinden birindeki söz geldi: “Her gün işe gidiyorsun, akşamları erken uyuyorsun ve bunun karşılığında aldığın tek şey koltuk takımı! Gerçekten acınası durumdasın.” Mecidiyeköye’de düşünceler kafamda cirit atarken indim. Her zamanki gibi büfeden Cumhuriyet gazetesi aldım ve en yakın kafenin kaldırıma en yakın masasına kurulup, şehrin tüm seslerini kendimden uzaklaştırarak okumaya başladım. Ülke kötü, hiç iyi bir haber yok! Gözlerim Aydın Engin’in köşe yazısında, kulağım yandaki masada, onları dinliyordum. Güzelce sayılabilecek bir kız diyordu ki; - Gökçe denilen o sürtüğü uyarmıştım, Melih’ten uzak dur, o benim, demiştim. - Kızım, o var ya, Melih’e vermiş, diyorlar valla. Hem de Melih’in
| 25
Sokak Fanzin
doğum gününde. - Vay sürtük! Aman tanrım, beynim uyuşuyor, ne düşüneceğimi bilemiyorum! Bunlar aşkı da, aşkın sessiz salınışları içinde nasıl kaybolup gidileceğini de bilmiyorlar; ne martıları, ne şiirleri, ne Cemal Süreya’yı, ne Nazım Hikmet’in Piraye’ye özlemini, ne yürek çırpınışları içinde çığlık çığlığa susuşları, ne aylarca yıllarca sessizce bekleyişleri, ne emeği, ne sonsuz mavilikleri, ne esen bir rüzgârla gelen bahar kokusunu ve ne de yanaktaki bir gamzenin etkisini… Bunlar hiçbir şey bilmiyorlar! Telefonum çaldı, boşanma davasına baktığım bir müvekkilim arıyordu beni. - Alo, buyurun Aysel Hanım! Karşımda hıçkırıklar içinde ağlayan bir kadın sesi… - Turgut Bey! Benimki bu sabah eve geldi, bana vurdu. Kızım çok korktu. Kırdı döktü, “Seni öldürürüm” dedi, “davanı geri çek!” Çok korkuyorum. - Korkmayın, hemen polisi arayın. Uzaklaştırma cezası var, size yaklaşamaz. Yaklaşırsa mutlaka tutuklarlar onu. Lütfen ama… Ağlamayın. Hemen 155‘i arayın. Darp raporunu da mutlaka alın. Ben bile inanmıyordum söylediklerime, onu nasıl ikna edebilirdim ki? Çay paramı ödeyip çıktım. En iyisi büroya gitmek! Büroya girdiğimde içerden yoğun bir aseton ve oje kokusu çarptı burnuma. Sekreterim masaya yaymış makyaj malzemelerini, bir partiye hazırlanır gibi, yeni bir güne hazırlıyor kendisini. Güzel kız oysa. Onu makyajsız da görmüştüm, duru bir güzelliği var! Beni görünce hemen ayağa kalktı, - Günaydınnnn, diyerek neşeli bir sesle karşıladı… Oh ya mutlu bir ses duymak biraz olsun umut verdi bana. Ne için olursa olsun mutluydu işte. Belki de mutluluk buydu; fazla bir şey istememek… Odamda ne kadar oturdum bilmiyorum ama bir ara Aslı kapıya vurup direkt içeri daldı, kırıtarak… - Bir teyze geldi, sizinle görüşmek istiyor dedi. - Peki, al içeriye… Kapıya yürüdü, kadına başıyla işaret etti ve onu masamın karşısına
26
|Sokak Fanzin
oturttu. Aslı’nın “teyze” diye bahsetmesine şaşırdım. Karşımdaki kadın güzeldi, koyu yeşil gözleri çok dikkat çekiyordu. Biraz irice kemikli burnu, hiç kırışıklığın olmadığı esmer yüzüne farklı bir karakter vermişti. Başını bir şalla örttüğü, üzerinde kalın bir hırka olduğu için yaşı olduğundan büyük görünüyordu. Oturduğu yerde hiç konuşmuyordu kadın. Susup kalmıştı öyle. - İyi misiniz, dedim; bir sorun mu var, buyurun… Hemen bir cesaretle elini cebine atıp bir resim çıkardı, masama koydu. Yüzüme bile bakmadan; - Kızım, dedi; bu benim kızım. Kayıp günlerdir, onu bulamıyorum… - Ama bunun için… Sözümü kesti. - Biliyorum, dedi; karakola git diyeceksin değil mi? Gittim ama kimse benimle ilgilenmedi. Kızımın resmini gören bir polis; “Kocaya kaçmıştır teyze” dedi. Sonra bir diğeri, o polise, “Bu kız artist gibi ya, güzelmiş… Yoksa ünlü bir mankenin resmini mi çıkartıp gösteriyor bu kadın” diyerek aklınca benle dalga geçti. İki saat bekledim. Kimse bir şey yapmayınca çıktım karakoldan. Kaldırımda oturuyordum, konuşmanı duydum. Avukatsın, anladım. Bir kadına “Korkma” diyordun. Sanki bana söylüyorsun gibi geldi ve takip etim seni buraya kadar. - Kimin, kimsen yok mu? - Kocam inşaat işçisiydi. Direğe çıkarmışlar onu seçim döneminde, bayrak mı ne asacakmış. Düşmüş. Beni Okmeydanı Hastanesi’nin morguna götürdüler, bir şeyler imzalattılar, mezar buldular, gömdüler. Para verdiler bize. Sustu biraz. - Bir de oğlum vardı. Kuştepe’de otururuz. Bir gece oğlum eve gelmedi, aradım sokak sokak, parklara, gençlerin oturdukları yerlere gittim. Hiçbir yerde yoktu. Sonunda cenazesini buldular bir çöpün yanında, sabaha karşı. Yüksek doz uyuşturucu almış! Öyle dediler bana. Oğlum kullanmazdı öyle şeyler… Çeteciler, torbacılar, mallarını satmayı kabul etmediği için olmalı, kaçırmışlar oğlumu. Ellerinde, ayaklarında ip izleri varmış. Bağlamışlar çocuğumu, uyuşturucu vermişler…
| 27
Sokak Fanzin
Masamın üzerinde duran kızının resmine baktım. 16-17 yaşlarında, omuzlarına düşen küt saçları ile tıpkı annesini andıran güzel bir yüzü vardı. Ama bakışları farklıydı ondan. Öfkeli, savaşmaya hazır bakışları vardı. Bir şey yapmalıydım… - Hadi gidelim, dedim. Kalktı hemen, hazırlandı. Amacım savcılığa götürmekti onu, ben de avukatlığını üstlenirdim gerekirse… Ancak kadın; - Bize gidelim mi, dedi; odasına giremedim hiç ondan sonra… Belki bir yazı, bir not, bir iz bırakmıştır da oradan buluruz kuzumu. - Olur dedim. Dışarıda güneş yakıcı olmaya başlamıştı ancak üzerimizdeki fazla giysileri çıkarmadan Çağlayan’a doğru yürüyorduk. Taksiye binme önerimi, “evi taksiyle bulamam” diyerek geri çevirdi. Uzunca bir yürüyüşün ardından nihayet bir evin önünde durduk. Sokak kapısının kırılan parçaları tenekelerle onarılmıştı. İçeri girdiğimizde, sıska küçük bir bahçe karşıladı bizi. Erik ağacı vardı bahçede, o bile sıskaydı… Evin camlarının bazıları kırılmış, mukavva ile kapatılmıştı. İkinci kapıdan geçtik, susmuş, sadece ağır bir yoksulluk, rutubet ve yalnızlık kokusu içinde yürüyordum. Evin içi son derece serindi, terden sırılsıklam olmuş gömleğim, sırtımda soğuk bir namlu gibi duruyordu artık. Kayıp kızın odasına girdik. Bezden bir gardırop, içinde bir iki parça kıyafet, hemen yanında bir somya, üzerinde eski bir battaniye ve yastık vardı. Yatağın hemen üstünde esmer, derin bakışlı bir gencin ve kır saçlı, zayıf, hüzünlü bir adamın resimleri asılıydı. Ağabeyi ve babasının resimleri olmalıydı. Hemen solunda küçük mavi bir masa, üzerinde yazılmış notlar ve yerde onlarca kitap duruyordu. Masanın hemen üzerinde Che Guevera, Ahmet Kaya, Yılmaz Güney, Mahir Çayan’ın resimlerinin olduğu küçük kartpostallar duvara yapıştırılmıştı. Elim notlara gitti önce, annesinden izin alıp başladım notlarını okumaya… Kadın, devlet, özgürlük, sınıf mücadelesi üzerine yazdığı notlardı bunlar: - Devlet nedir? Zor, zulüm ve sömürü organizasyonudur, yazılıydı
28
|Sokak Fanzin
notlardan birinde. Ben o notları okuduktan sonra her şeyi anladım da, bana umutla bakan bu güzel ve onurlu anneye ne söyleyebilirdim ki, yüreğini serinletecek? Asıl istediğim nota da ulaştım sonunda… Daha doğrusu bir mektup, ya da duyguların dökülüşü, hatta vedalaşma provası da denebilir. Kâğıdı alıp dışarı bahçeye çıktım. İçerdeki kokuya ve yalnızlığa tahammülüm kalmamıştı artık. Erik ağacının altındaki eski sandalyeye oturup okumaya başladım. Annesi arkamdan geldi. Ayakta duruyordu, gözlerinde hüzün ve merak vardı. Mektubu okudukça yavaş yavaş çöktü kadın, sırtını erik ağacına verdi oturdu… Gittikçe büzüldü, küçücük kaldı ve okumayı bitirdiğimde, dimdik oldu birden. Dönüp güneşe baktı, gülümseyerek, sevgiyle, uzun uzun baktı, bir annenin kızına baktığı gibi… “Annem, Bu kahrolası sistemde hepimiz birer kurbanız ve sıra bende annem! Babam, abim ve senden sonra sıra bana geliyor. Beni de öldürecekler, harcayacaklar, yaşamımı alacaklar elimden. Oysa ben yaşamak istiyorum, hem de özgürce ve de delice… Ben gidiyorum annem. Senin kokunu aldım yanıma, bir de ailecek olan tek resmimizi… Hani mahalleye gelen bir fotoğrafçı vardı ya, sıraya dizilmişiz hepimiz… Hiç birimiz gülümsememişiz ama mutluyduk herhalde o gün değil mi? Annem, Ben gidiyorum annem. Güneşin erken doğduğu, karların içinden çiçeklerin fışkırdığı yerler varmış, oraya gidiyorum. Herkes çok mutluymuş orada. İşte oraya gidiyorum. Sana kocanı ve oğlunu geri getiremem ama onurlu bir yaşam ve ölüm sunabilirim sana, annem. Benim için ağlama, olur mu? Her sabah güneşe bak, senin için göndereceğim güneşi, her sabah… Güzel kuzun gönderecek, bil olur mu? Seni hep seveceğim. Hakkını helal et, annem… Kızın!”
Rukiye Ekenler
| 29
Sokak Fanzin
Çay Sohbetleri
Öğrencilik keyifli fakat bir o kadar da zor iştir. Hele birde Gaziosmanpaşa gibi bir yerde okuyorsan daha da zordur. Okul çıkışı arkadaşlarınla çay içmek, iki lafın belini kırmak istersin gelen hesap boyundan büyüktür. Hadi hesabı da geçelim; çay içmek için girdiğin mekandan cebinde uyuşturucu ile çıkabilirsin Gaziosmanpaşa’da... Bir okul çıkışı, yine arkadaşlarla mağrur mağdur yürürken Gaziosmanpaşa sokaklarında bir afiş takıldı gözüme “LİSELİLER HER PAZARTESİ ÇAY SOHBETLERİNDE BULUŞUYOR” diye. Afişin başına toplanıp dikkatlice incelerken “ÇAYLAR İSMAİL ABİ’DEN” vurgusunu gördüm. Hakikatten Leyla ile Mecnun dizisinin hüzünlü fakat bir o kadar da neşeli karakteri ‘İsmail Abi de mi orada?’ diye sormadım değil kendi kendime.
30
|Sokak Fanzin
Pazartesi günü geldi çattı. Çay Sohbetleri etkinliğinin merakı pazartesi sendromunu bastırmıştı. Okul çıkışı bir grup arkadaş Çay Sohbetleri etkinliğinin gerçekleştiği Sokak Kültür Merkezi’ne doğru yol almaya başladık. Vardığımızda bizi burada karşılayan arkadaşlar, bize etkinliği detaylı bir şekilde anlatıp Gaziosmanpaşa’daki aynı sorunlardan muzdarip oldukları için böyle bir alternatif etkinlik yaptıklarını söylediler. Gaziosmanpaşa’nın yozlaşmış olmasından rahatsızlık duyan tek genç grup olmadığımızı öğrenmek beni sevindirmedi değil doğrusu... Haftalar geçti ve bizde artık bu etkinliğin birer öznesiydik; gençlerin bir mekana çay içmek için girip cebinde uyuşturucu ile çıktığı Gaziosmanpaşa’da bizler çantalarımızda kitaplarla çıktık.Birçok yeni insanla tanışıp birbirimizden çok şey öğrendik,öğrenmeye de devam ediyoruz. Sokak Kültür Merkezi’nin olanaklarından yararlanarak kısa sürede gençlik atölyeleri kurduk ve kendimizi çeşitli sanat dallarında geliştirdik. Yaptığımız etkinlikler içinde benim için en önemli ve etkileyici olan ise yılbaşında Gaziosmanpaşa’nın Yenidoğan Mahallesi’nde yaşayan yoksul çocuklara oyuncak hediye etmemiz oldu.O soğuk havada oyuncakları hediye ettiğimiz çocukların yüzlerindeki tebessüm içimizi ısıtmaya yetti. Gaziosmanpaşa’da öğrenci olmanın tüm zorluklarına rağmen birlikte öğrenip, kolektif üretime devam ediyoruz. İsmail Abi’nin sahilde yük gemisini beklediği umutla, yazıyı okuyan liseli arkadaşların etkinliğimize gelmesini bekliyorum.
Adar Balsak
| 31
Sokak Fanzin
“ Hoş geldin! Kesilmiş bir kol gibi omuz başımızdaydı boşluğun... Hoş geldin! Ayrılık uzun sürdü. Özledik. Gözledik... Hoş geldin! Biz bıraktığın gibiyiz.
Ustalaştık biraz daha taşı kırmakta, dostu düşmandan ayırmakta... Hoş geldin. Yerin hazır. Hoş geldin. Dinleyip diyecek çok. Fakat uzun söze vaktimiz yok. YÜRÜYELİM..... ”