Mayıs - Haziran Okut - Dinle
2.Sayı
UMUT EDEBİYAT | KÜLTÜR | SANAT
İçindekiler
Ece Soydan - Kırmızı Saçlı Hayalet ..................................................... 3 Özkan Öztürk - Diren Ki! ...................................................................... 7 Şekernaz Erdoğan - Trans Çağla ....................................................... 11 Ali Güzel - Sizin Umut Nerede? ......................................................... 15 İzzet Fırat Orfa - Soluk Kızıl Soluk ..................................................... 20 Zeynep Sultan Arslan - Etme Eyleme Güneş .................................... 23 Tuğba Karakaya - Umut Üstüne ......................................................... 25 Berk Yandım - Anime - Manga ............................................................ 28
/sokakfanzinii
2
| Sokak Fanzin
/sokakfanzini
/sokakfanzini
sokakfanziniletisim@ gmail.com
Kırmızı Saçlı Hayalet
Mayıs’ın sonuna gelmiştik artık. Hava iyiden iyiye ısınmış, işe gidiş gelişler daha da zorlaşmıştı. Koşar adım restorana giden dik bayırı tırmanmaya başladım. Zordur, ayaklar geri geri giderken bayır tırmanmak… Hızlı adımlarla mutfağa doğru ilerlerken Meltem Hanım belirdi koridorun başında. Kıpkırmızı saçlarıyla orada öylece karşımda duruyordu. Okumuş kadındı, Meltem Hanım. Kimseye ihtiyacı olmadan dimdik dururdu hep. Hem öyle okumuş insan egosu da yoktu üstünde, hepimizle gülerek sohbet ederdi. Bir kızı varmış. Ta ne zaman aldatmış kocası, affetmemiş Meltem Hanım onu, koymuş kapının önüne. O gün bugündür hep tek başına mücadele etmiş hayatla, kimseye eyvallah etmeden. Dedim ya, okumuş kadındır Meltem Hanım. Oysa ben öyle miyim? İlkokulu zor bitirmiştim. Kafasızlıktan değil ha, “günah” dediler, aldılar okuldan. “Neden” diyemedik kimseye, o da günahtı çünkü. Günah olmasa da okuturlar mıydı, onu düşünürüm hep. Öyle ya okumak
Sokak Fanzin
| 3
günahtı da, çalışmak değil miydi? Bir erkekle görseler kemiklerimi kırmaya hazır bekleyen ailem, her sabah yabancı erkeklerle kucak kucağa otobüse binmeme hiç ses etmezlerdi. Bulaşık yıkarken düşünmeye çok vakti oluyor insanın. Meltem Hanımı… Kırmızı saçlarını…Her sabah lavabodaki aynanın karşısına, Meltem olduğumu düşleyerek geçtim ben… Saçlarının kırmızısını, dudağındaki ruju, parmaklarındaki ojeyi öylesine sevdim ki… Hepsi benim bir parçammış gibi… Ben o, o da benmişim gibi birbirimize karışırdık çoğu zaman, ayna karşısında. Sonra babam bir dev olur belirirdi arkamdan, “Orospu mu olacaksın başımıza” deyiverirdi. Bu dev hayaletten korkar, kaçardı Meltem. Ayşe, yani ben, tek kalırdım aynada. Enseden toplanmış koyu kumral saçlarım, ince renksiz dudaklarım, kaşlarıma karışmış saçlarımla öylece bakardım kendime. “Sahi bu ben, gerçekten ben miyim?” Yoksulluk ve yoksunluğun içerisinde, aile hayatı denen o bulantıda, vahşi yırtıcıların her gün lime lime bedenimi, ruhumu eksiltmelerine bir çıkış yoluydu Meltem olmak… Hakiki olmasa da kolay olanı, yaşamak için Meltem olmayı seçtim ben; üstelik sadece hayallerimde. Öyle işledim ki kendime bunu, hep kaçtım yalnız kalmış Ayşe’den… Meltemsiz korktum ondan, kendimden. Bakamadım aynalara. Babamın sesi, hep yankılanmaya devam ede durdu: “Orospuuu…” Hatta, bir kere kaşlarımı aldırdım diye “Orospu olacak bu kız, kararını vermiş” diye diye yorulana kadar dövdü beni. Ah! Haklı adam, haklı babam! Ne çok sebebim var orospu olmak için! Bir kere fermuarım açık kaldı diye, bir kere ruj sürdüm diye, yüzlerce kez ne yaptığımı bilmeden yedim o dayakları. Hepsinin konu başlığı aynıydı: “Orospuluk ve nasıl orospu olunur?” Annem sessiz kadındı. O hiç dövmedi. Belki de babamdan
4
| Sokak Fanzin
fırsat kalmamıştır. Her seferinde “Baban seni düşünüyor kızım” derdi de, derinden bir bulantı otururdu mideme. Düşüncelerimden Necmi’nin dilindeki kırbacın beynimde patlamasıyla uyandım. “Seni tembel, öğle saati geldi, hala işlerini bitirmemişsin. Çabuk, çabuk, çaa…” Necmi dibimdeydi ama sesi çok uzağa gitmişti artık. Ağzını yayarak söylediği son “Çabuk” deyişini duymamıştım bile. Çünkü üst kattan gelen seslere odaklanmıştım. Meltem hanımın sesiydi bu. Belli belirsiz bağrışma sesleri içinde hemen tanımıştım sesini. Koşarak odasının önüne gittim. İlk defa suratı asık ve öfke yüklüydü. Oysaki o gülünce kirli tabakların içinde bile çiçekler açardı. Kapıda dakikalarca kendi kendime, “Üstüne vazife değil, hadi dön geri” desem de dayanamadım. Herkes değildi, o Meltem Hanımdı. İçeri gidip öylece başında dikildim. Soru soramadım. Gözlerinden belli belirsiz yaşlar süzülüyordu. Gözlerinden öpesim geldi, yapamadım. Elinde minik kutusuyla giderken durdu ve “Sanırlar ki, onlar hep haklıdırlar, sanırlar ki onlar hep doğrudurlar. Erkeklik güçleriyle kör olmuş gözleri, görmez ne kadar kalabalık ne kadar güçlü olduğumuzu. Ezdirme küçük kız kendini kimselere, sonunda kazanan hep bizler olacağız!” Gitti… Gitmişti işte Meltem Hanım ve ben öylece kalmıştım arkada. Babam ölse bu kadar üzülmezdim. Laf aramızda, belki de sevinirdim! Mutfağa indiğimde hikâye dilden dile yayılmaya başlamıştı bile. Meğer Meltem Hanım, İşletme Müdürü Sadi Bey’e asılmış, “İlle de akşam bana gel” demiş… Vay, vay vay… Sadi Bey de kabul etmemiş. Vay, vay vay… Reddedilmeyi kabullenemeyen Meltem Hanım da, “Beni taciz etti” diye iftira atıvermişti masum adama. Vay, vay, vay… Konuşulanları, zerre inanmadan dinliyordum. Necmi’nin
Sokak Fanzin
| 5
“Orospuya bak, hiç de belli etmedi! Sinsiiiiii” sözleriyle kendimi kaybetmem aynı zamana denk geldi. Tek bildiğim, daha fazla suskun kalamadığımdı! Bir anda Necmi’nin yüzü silindi, babamın yüzü belirdi. Kendi söylediklerime de yabancılaşmış ve başkası söylüyormuş gibi uzaktan dinliyordum. Necmi’nin suratına patlattığım tokatın sesiyle kendime geldim. Elim acıdı, herifin de yüzünde beş parmağımın izi vardı! Herkes buz kesmişti. Onlara göre, “Pısırık Ayşe” şefine tokat atmıştı. Onların mantığına göre, daha da kötüsü Ayşe bir erkeğe tokat atmıştı. Çantamı aldım ve koşarak kaçtım. Artık geri dönüşü yoktu. İlk karşıma çıkan kuaföre girdim ve saçlarımı kıpkırmızı boyattım. Artık dönecek bir ev de yoktu ama ben, hep hayal edip içimde taşıdığım umuda ulaşmış, ben olmuştum! *** Kırmızı saçlarını savura savura yürüdü Ayşe sokaklarda. Sokak ona, o sokağa karıştı. Taksim’de kalabalığa karıştı. Bağırdı hiç utanmadan sokaklarda, “Ey mavi, mor, kırmızı saçlı kadınlar birleşin! Birleşin ki güneşi ellerimizle özgürlüğümüzün üzerine doğuralım!” Babası onu Taksim’de buldu… Elinde bir bıçak… Mahkemede “Namus” dedi, “Töre” dedi, “Orospu olacaktı” dedi. Oysa kırmızı saçlı kadın çoktan özgürlük savaşçılarının direniş ruhu olmuştu. Bir hayalet gibi dolaştı, kadınlara zulmeden erkeklerin üstünde…
Ece Soydan
6
| Sokak Fanzin
Diren Ki!
Odamda uzanırken dışarıdan gelen tencere-tava sesleriyle irkildim. Camdan dışarı kafamı uzatınca bazı komşularımızın camlarına çıkıp tencere-tava çaldıklarını, bazılarının ise evlerinin ışıklarını yakıp söndürdüğünü gördüm. Arkadaşlarımla kaldığım ev, Gezi Parkı’na yakın olduğu için eve dinlenmeye gelmiştik. Üç gündür parkta yatıp kalkıp, direniyorduk. Komşularımızın bu güzel uyandırışı beni dinçleştirmişti. Ada’yı arayıp parka gideceğimi söyledim. O da gelmek istediğini söyledi, çok şaşırmıştım. Ada, üniversiteden arkadaşımdı. Benim gibi iktisat okuyordu. Birbirimize kitap tavsiye etmekten ve beraber zaman geçirmekten çok keyif alırdık. Şimdi ise beraber, Gezi Parkı’nda direnen insanlara destek olmak için yola koyulduk. Şişhane’de buluşup İstiklal Caddesi’ne çıktık. Ada’nın dikkatini duvardaki yazı çekti: “Korkma la biziz, halk!” Ada, İstiklal Caddesi’ndeki kalabalığı görünce çok şaşırdı. Büyük bir insan kalabalığı sloganlar eşliğinde Gezi Parkı’na doğru yürüyordu. Kitle ile birlikte parka doğru yürürken, biz de slogan
Sokak Fanzin
| 7
atmaya başladık. Gezi Parkı’na yaklaştıkça kalabalığın coşkusu arttı. Zor da olsa Taksim Meydanı’na vardık. İnsanlar Taksim Anıtı önünde oturmuş, hep bir ağızdan türkü söylüyordu. Biz de nakaratına eşlik edip Gezi Parkı’na doğru yürümeye başladık. Parka yürürken Ada’nın mutluluğu dikkatimi çekti. Onun hiç bu kadar mutlu olduğunu görmemiştim! Bu denli mutlu olması beni de sevindirdi. Ada’nın yüzündeki tebessüm beni çok etkiledi. Bunu gizlemek için elimden geleni yaptım. Parkın içinde gökkuşağının bütün renkleri vardı; feministler, LGBT bireyleri, sosyalistler, ulusalcılar, liberaller, beyaz yakalılar, öğrenciler… Parka girdiğimizde bir tarafta halaylar çekiliyor, bir tarafta tartışmalar yapılıyordu. Az ileride Gezi Kütüphanesi, onun hemen sol tarafında da Gezi Komünü vardı. Parkın içini gören Ada’nın gözleri doldu. Başka bir yaşamın mümkün olduğunun farkına vardığını gözlerinin içine bakınca anladım. Ada, artık apolitik bir üniversite öğrencisi değil, farklı bir yaşamın mümkün olduğunun farkına varan bir devrimciydi. Parkın içinde bizim çadıra doğru yürümeye koyulduk. Ben bu sırada Ada’ya bir şeyler sorup cevap almaya çalışıyordum. Çadıra vardığımızda onu bizim çocuklarla tanıştırdım. Akşam parkta kalmak istediğini söyledi. Ben de onunla birlikte kalmayı teklif ettim. Bu teklif onu da mutlu etmişe benziyordu. Bu akşamki nöbet bize verilmişti. Ada, parkı gezmek istediğini söyledi. Beraber parkı gezmeye başladık. Ada, parkın içindeki yazılamaları çok dikkatli bir şekilde inceliyordu. Bazı yazılamaları okurken çok eğleniyordu. Az ilerideki banka oturup, sohbet etmeye başladık: - Seni ilk defa bu kadar mutlu gördüm, Ada; dedim. - Nasıl mutlu olmayayım? Bu parkta umut var, bu parkta ülkenin bütün ötekileri var, diye yanıtladı: Bir yanda namaz kılanlar, bir yanda semah dönenler var. Bir yanda Kürtçe şarkılar söyleyenler,
8
| Sokak Fanzin
bir yanda Kemalistler var. Bir yanda feministler, bir yanda LGBT bireyleri var. Bir insan bu parkta nasıl mutlu olmaz Mahir? Oturduğumuz banktan kalkıp, parkı dolaşmaya başladık. Ada, Gezi Kütüphanesi’ne uğramamızı istedi. Gezi Kütüphanesi’nden Nazım’ın “835 Satır” kitabını aldık. Hava kararmaya başlamıştı, çadıra doğru yürümeye başladık. Yanımıza bir köpek yaklaştı. İkimiz de köpeğin başını okşadıktan sonra, çadıra doğru olan yolculuğumuza devam ettik. Çadıra vardığımızda arkadaşlar, bir iki saat Taksim’de takıldıktan sonra yakındaki bir arkadaşın evine dinlenmeye gideceklerini söyleyip ayrıldılar. Biz de çadırın yanındaki yeşilliğe oturduk ve sırtımızı koca çınara yasladık. Ezberimdeki Nazım dizeleri döküldü ağzımdan; “ Yok, öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak Unutma; aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak. ” Ada, bu sırada başını omuzuma yasladı. “835 Satır” kitabını açıp okumaya başladı. Kısa bir süre sonra parkın girişinde büyük bir çığlık koptu. “Polis simit sat, onurlu yaşa!” Polis, parka müdahale edip parktaki insanları parkın dışına çıkarmak için saldırmaya başladı. Biz de hiç tereddüt etmeden direnen insanlara katıldık. Herkes kol kola girmiş şekilde parkı teslim etmemek için direniyordu. Parkın içindeki kitle, adeta tek bir vücut olmuştu. Sonra bir telsiz sesi duyuldu parkın içinde, “Amirim park düşmüyor. Ne yaptıysak olmadı, çekiliyoruz.” Parkın içindeki direnen insanlar bu telsiz konuşmasını duyduktan sonra zafer sloganlarıyla çadırlarına doğru harekete geçti. Ada’yla birlikte Gezi Parkı’nın girişinden çadıra kadar türkü söyleyerek yürürken, Ada’nın elini avucumda hissettim. Sımsıkı tutup, gözlerinin içine baktım. Gözlerinde Gezi Parkı’na geld-
Sokak Fanzin
| 9
iğimizdeki ışığı gördüm. Çadırın yanındaki koca çınara yaslanıp, sabaha kadar Nazım’ın mısralarını parkın içindeki ağaçlara, kedilere, köpeklere ve direnenlere okuduk. Sabaha karşı Ada’nın başı omuzuma düştü. Onun mis kokulu kumral saçlarını koklayıp, küçücük ellerini tuttum. Ben de koca çınara yaslanıp, uyudum. Uyandığımda Ada’nın benim üzerimi hırkasıyla örttüğünü fark ettim. Kalkıp hırkayı ona verdim. Nöbetimiz bitmiş, nöbeti devir alacak arkadaşları bekliyorduk. Çadır nöbetini devredecek arkadaşları beklerken gözlerimizi birbirimizden ayıramıyorduk. Nöbetçi arkadaşlar geldiğinde, Arif’in çantasının yan cebindeki sprey boya dikkatimi çekti. Sprey boyayı Arif’ten aldıktan sonra Ada’nın elini tutup, parkın çıkışına doğru yürümeye başladık. Çıkışa yaklaşırken Ada’yı durdurdum ve sprey boyayı çıkarıp yere “aşk” yazdım. Ada’dan tamamlamasını istedim. Ada da sprey boyayla yere “ örgütlenmektir” yazdı. Bir süre birbirimize baktıktan sonra, sımsıkı sarıldık. Sonra parkın çıkışına doğru yürümeye devam ettik.
Özkan Öztürk
10 | Sokak Fanzin
Trans Çağla
Hep olageldiği gibi tüm LGBTİ mensuplarına şiddet ve saldırı süreci son dönemde daha da yaygınlaştı. LGBTİ bileşenlerinden ve halk arasında kısaca “trans” denilen, transseksüellere karşı yapılan saldırıların dozajı her geçen gün artıyor ve bazıları cinayetle neticelenen olaylar sıkça yaşanıyor. Toplumun aykırı olarak gördüğü, üçüncü cins olarak da adlandırılan bu kişilere karşı uygulanan Vandalizm’i gündeme getirmek için bir transseksüelle röportaj yaptım. Gerçek adı bizde saklı olan Çağla ile görüşerek onların sıkıntılarını gündeme getirmeyi ve onların hayatlarına dokunmayı; böylelikle toplumda algı oluşturmayı düşündüm. Çağla’yla Divan Pastanesi’nde buluştuk. Birer salata söyledik. Salatalarımızı yerken, bir taraftan da sohbete başladık. - Çağla kim, diye ilk sorumu sordum. Cevapladı: - Doksanlı yıllarda Bulgaristan’dan geldik, ailemle birlikte. Aile-
Sokak Fanzin
| 11
nin tek erkek çocuğuydum. Pehlivan olan dedemin adını bana vermişler, Ramadan… Bir de kurbanlarla, adaklarla doğmuşum. Biraz kinayeli gülümsüyordu. Devam etti: - Bu ismi ben reddediyorum, benim ismim Çağla. Bu arada Çağla’nın güzelliği ve zarifliği dikkatimi çekti. Sesi olmasa, inanamazsınız trans olduğuna. Aaa… Acaba bu düşünüp yazdığım da, homofobik bir yaklaşım mı? Hele Çağla ile tanıştıktan sonra asla bu tür bir yanım olduğuna inanmıyorum ama sesini görünüşüne benzetememiş olmak, bir adamın burnuyla, bir kadının ayaklarıyla dalga geçmek anlamına gelebilir mi? Ama inanın benim asla böyle bir niyetim yok! Bu düşünceler içindeyken ismini neden reddettiğini sordum. - Bendeki iç itilim dolayısıyla… Ben bir transım. Bu halimi aileme kabul ettirmek çok zordu. Aileler çocuklarının, kendi görmek istedikleri gibi olmasını isterler. Ben farklıyım ve tıp da bu durumun ana karnında şekillendiğini söylüyor. Dolayısıyla bilimi reddeden bir ailenin, erkek doğan fakat bedeninde kadını saklayan bir bireyiyim. Ailem beni bir potansiyel suçlu gibi gördü hep. Daha doğrusu, bir ucube gibi görüyor. Toplumdaki bin bir kirliliği, gizli kalacaksa ensesti, tecavüzü, çocuk yaşta evlilikleri içine sindiriyorlar ama bizi, cinsel kimliğimizden dolayı ötekileştiriyor. Saldırıyor ve dışlıyor. - Kendini ilk nasıl keşfettin ve fark ettiğinde ne hissettin? - Çok küçük yaşlarda, TV’de dizilerdeki kadın karakterle kendimi özdeşleştiriyordum. Fırsat buldukça amcamın karısı, yani yengemin elbiselerini giyiyordum. Makyaj malzemelerini kullanıyordum. Ortaokulda komşumuzun oğluna âşıktım. İlk aşkımdı. Onunla bizim evde, benim odamda öpüşürken babam yakaladı. Çıldırmış
12 | Sokak Fanzin
gibiydi babam. Beni evden kovdu. Böylelikle maceram başladı. Şehri terk ettim. - O yaşta nereye gittin, nasıl gittin? - Bulgaristan’dan Tekirdağ’a gelmiştik ama ben hep İstanbul’a gitmek istiyordum. Otostop yaparak İstanbul’a geldim. İlk durağım Taksim’di. Orada benim gibi olan biriyle tanıştım. - İstanbul’a nasıl adapte oldun, neler yaşadın? - Taksim’de arkadaş olduğum Gonca, onunla kalabileceğimi söyleyince büyük bir sevinçle kabul ettim bunu… Daha sonra evin, bir trans genelevi olduğunu anladım… Ama çaresiz kaldım. Önce beni yavaş yavaş hazırladılar. Kuaför, vücut bakımı, yani ağda, peruk, makyaj… Ben bile kendimi tanıyamadım. Alışverişe çıktık, bir sürü kıyafetler aldık. Her biri diğerinden şık ve pahalı… Bu arada borçlandırıldığımın farkında değildim. Devamlı bana gelen bir işadamına âşık oldum. Çağla devam etti sözlerine: - Onunla evlenmek istiyordum ve ameliyat olmam gerekiyordu. Maalesef ben bunları hayal ederken, o beni terk etti. Dünyam yıkılmıştı! - Peki, Çağla… Günümüze gelelim. Son günlerde LGBTİ üyelerine, sizlere büyük bir öfke ve saldırı var. Hatta arkadaşlarınız bıçaklandı ve öldürüldü. Bu konuda ne düşünüyorsun, korkuyor musun? - Toplum ikiyüzlü! Olay, arz talep meselesi. Bizimle birlikte olanlar uzaydan gelmiyorlar. Bize saldıranların ta kendisi onlar.
Sokak Fanzin
| 13
Bir vakıfta 45 erkek çocuğuna tecavüz edilir ses çıkarılmaz ama bizimle yatan kişiler bizi taşlar. Aslında bize baktıkça kendilerini gördüklerindendir ki; korkuyorlar. Ardından bir soruyla, yaşananlara duyduğu tepkiyi dile getirdi: - En çok içkinin ve pornografik yayınların, en mutaassıp illerde satılıyor olması düşündürücü değil mi, sence? Benden cevap beklemiyordu. Devam etti, konuşmasına… - Ülkem insanları ikiyüzlü; dindarı da, politikacısı da… Sıradan insanlar da… Çağla’nın işi olduğundan röportajı kısa kesmek zorunda kaldım. Dünya tatlısı bir insandı. Kendisine bir parfümeri dükkânı açmış, zar zor geçiniyormuş. Toplum baskısından iş bulamamış. Ya fuhşa devam edecekmiş, ya da kazandığına razı gelecek ve hayatta kalmaya çalışacakmış… Anladım ki, LGBTİ üyeleri cinsiyeti net olan diğer insanlara oranla daha duyarlı, daha duygulu ve daha umutlu… Umutlarının götürdüğü yere gitmekte de hiç tereddüt etmiyorlar, önlerine hangi engel çıkarsa çıksın…
Şekernaz Erdoğan
14 | Sokak Fanzin
Sizin Umut Nerede?
Bundan 4 sene önceydi. Henüz daha lise 2 öğrencisiydim. Daha adil ve daha güzel bir dünyanın var olabileceğini düşünüyordum. 1 Mayıs yaklaşıyordu. Taksim Meydanı yasaklanmıştı. Yasaktı, çünkü benim gibi olan insanlar orada toplanıp 1 Mayıs’a karşı olan insanları öldürebilirdi. Yani hükümet üstü kapalı şekilde bunu öngördüğünü söylüyordu. 1977 yılında benzerinin yaşandığını söylüyordu. Bir an olsun inanmadım buna, çünkü daha adil ve daha güzel bir dünya isteyen insanlar asla böyle bir şey yapmazdı. Bu yüzden hükümetin haksız olduğunu biliyordum. Bilgim çok kuvvetliydi, çünkü bir sene önce hayatımda ilk defa 1 Mayıs alanına gitmiştim. Oradaki bütün insanlar 1977’de yaşamını yitiren insanları anıyordu. Şimdi ismini hatırlamadığım biri kürsüden şöyle bağırmıştı; “Arkadaşlar 1 Mayıs 1977 dahil bir sürü 1 Mayıs görmüş biri olarak söylüyorum! Çok kalabalık ve çok haklıyız! Bu yüzden çok güçlüyüz!” Bu bilinçle tekrar 1 Mayıs’a gitmek istiyordum. Okulumdaki arkadaşlarım Beşiktaş’tan Taksim’e yürüyeceklerini söylediler.
Sokak Fanzin
| 15
Adım kadar emindim ama sordum gene de, - Peki, engelleri ne yapacağız arkadaşlar? Hepsi birbirine baktı. O kadar iyi biliyordum cevabı ki, hepsinin bakışlarını okuyordum. Onlar da biliyordu cevabı, sadece benim sormama şaşırmışlardı. İçlerinden kimin, sorumun sebebini anlayıp bana cevap vermesi gerektiğini seçmeye çalışıyorlardı. Sonunda biri, - Engelleri birlikte aşacağız. Şimdi ‘Nasıl’ diye de sorarsın, ben biliyorum. Direneceğiz. Gerekirse Taksim’e çıktığımızda da direneceğiz. Çünkü bizim taleplerimiz belli. Bizimle aynı talepleri savunanların 1977’de ödedikleri bedeli biz de ödemekten çekinmiyoruz. Senin de çekinmediğini biliyoruz… Ailenin ne diyeceğini, sana izin vermeleri konusunda sıkıntı yaşayabileceğini de biliyoruz. Gelemezsen için rahat olsun, senin için de direneceğiz. Ben ertesi gün evden çıkamadım. Çünkü annem üzülecekti! Belki babam da benim için korkardı ama bunun fazla bir önemi yoktu. Çünkü babam, ben daha toplumun içinde adımı söylemeye cesaret edemeyecek yaştayken anneme tokat atmıştı. Hem de benim önümde... Sorsan babama, 1978’in en devrimci hareketinin içindeydi. Öncü olmasını sağlayan yoldaşları vardı. Tabii bir de ağabeyleri… Ama babam yaptığı hataların farkına varamamıştı. Bunun yoldaşlarıyla alakası yoktu. Sadece bilinçsizce, sevmediğini söylediği ‘abileri’ gibi hareket ediyordu. Neyse, ben babama benzemem! Evet, babam gibi o gün 1 Mayıs’a gidememiştim. Bunu biliyordum. Bunu beni tanıyan herkes biliyordu. Ama ben arkadaşlarımı bırakmadım. Biliyordum, onlar orada benim için de direniyorlardı. Ben yorulmadan onlar da yorulmazdı. Bulunduğum yerden haykırsam, onlar hissederdi.
16 | Sokak Fanzin
Annem üzülmesin diye kendimden ödün verdim. En nefret ettiğim şeyi yaptım. Benim gibi insanların en fazla uzak durması gereken şeyi… Yalan söyledim! Ders çalışacağım diye odama kapandım. Annem, bilgisayarımdan matematik videosu izleyeceğimi sanıyordu. Bense kulaklığımı bilgisayara bağlar gibi yapıp telefonuma bağlamıştım. Arkadaşlarımdan birini aradım. Adım gibi biliyordum hepsinin yan yana olduğunu ve hepsinin sesini duyacağımı… Telefon gürültüyle açıldı. Anladım ki, engeller üstümüze geliyordu. Arkadaşım konuşamıyordu… Fark ettim, engellerden biri olmak üzereydim. Tek bir soru sorabileceğimi biliyordum. Daha iyi anladım. Zamanın farkına vardım. Tam 6 saat olmuştu engellere karşı durmaya başladığımızdan beri… Orada olsam utanırdım ama vaktimiz yoktu… Adımı bile unutmuş olabilirdim ama bunu, tek soru hakkım olduğunu biliyorum. Seçtim sorumu ve daha fazla vakit kaybetmeden sordum: - Kanka, ne diyorsunuz, çekiliyor muyuz? O an gürültü kayboldu. Sanki bütün Beşiktaş, benim ne için kendimden ödün verdiğimin farkına varayım diye bağırıyordu. Hâlbuki arkadaşım bütün Beşiktaş adına benim için haykırıyordu. - Asla! Asla! Taksim’i görmeden asla! Az önce engelin dibine gittim çaktırmadan, mola vermiştik! Patronları, büyük büyük patrondan gelen talimatı söyledi. Engeller çaresizce konuştu! ‘Amirim deniyoruz ama Beşiktaş düşmüyor!’ - Kapatmam gerekiyor, raporunu geçebilir misin hızlıca kanka? Hiç düşünmeden konuştum. Direnirken zeki, güçlü, güven veren ve sempatik olunması gerektiğini unutmaman gerekir, çünkü… Tabii kendi durumumu da unutmadım, sessiz ve hızlıca - Merak etme, ben Beşiktaş’ın Promete’siyim. Ateşi dağın etekler-
Sokak Fanzin
| 17
ine indireceğim, dedim ve telefonu kapadım. Hemen sosyal medya hesabımı açtım. Şimdi benim yoldaşlarımı korumak için elimdeki güç, yazdıklarımı tüm dünyaya bizim konuştuğumuz dilde aktaracak bir “mavi kuş”tu. Kime söylesem “Aç kalırsın, ilerde yalnızsın” demelerine inat, savunduğum, benim için ikinci en önemli şeyi yaptım. Bir tiyatro oyunu yazar gibi gerçekçi bir diyalog yazdım: Telsiz (Amir): Durumunuz nedir? Telsiz (Çaresiz Çevik): Amirim, deniyoruz ama Beşiktaş düşmüyor! Hepsi bu kadar! Evet, gücüm, gücünü gösteriyordu. Sonra peşpeşe başka profillerde yayıldığını gördüm gerçeğin. Sadece televizyonlar haberi aktarmıyordu. Çünkü televizyonları yönetenler, bizim gibi daha eşit, daha adil bir dünya istemiyordu. Tıpkı babam gibi bizden bir halt olmayacağını söylüyorlardı. Ben annemin üzülmemesi dışında bir daha asla hayatımdan ödün vermedim. İnanmadığım hiçbir şeyi de yazmadım, söylemedim. Daha o dönemin başında ezberlemiştim. Hâlâ yüksek sesle okumaya fırsatım olmadı ama şiiri gerçekti Nazım’ın… Yani dövüşebiliyordum, doğru bulduğum, güzel bulduğum her şey için… Yani ne kadar anlamak istemese de babam, abileri, engelleri ve patronları; ben ve benim gibi olan herkes biliyordu. Güneş doğuyorsa eğer umut hep vardı! Umut sokaktaydı, umut insandaydı. Ama biz birbirimize benzemiyorduk. Farklılıklarımızı seviyorduk. Yanlışlarımızı birbirimize söyleyip düzeltmek için beraber emek veriyorduk. Bu yüzden kimseye benzemeye ihtiyacımız yoktu. Güzel, doğru olanı savunmaktan çekinmiyorduk. Hâlâ böyle yapıyoruz. Sene olmuş 2017… Hâlâ bir kere tereddüde düşmeden aynısını yapıyoruz. 4 sene önce
18 | Sokak Fanzin
olduğu kadar güçlü olmasak da, inatla yapıyoruz. Vazgeçmemenin değerini tanıştığımız insanlara anlatmaya devam ediyoruz. Neyin güzel olduğuna hep birlikte karar veriyoruz. Ama ben bu kadar kelamı, anılarımı ve durumumu paylaşmak için yazmadım. Artık görmezden gelemeyeceğimiz bir soruyu koyuyorum ortaya, tüm güzel insanlar için cevabını istiyorum. - Peki, siz baba? Bizim umudumuz da, hayatımız da bizim ellerimizde, ellerimiz birbirine bağlı. Peki, sizin elleriniz nereye bağlı, nerede umudunuz? Arkadaşlar beni sever, kızmazlar… Ben adımı hala bilmiyorum ama biz Beşiktaş’ı tutmayı sizden gördük. Ama Beşiktaş’ta Taksim olmayı hep birlikte bir parkta fark ettik… Bunu siz dâhil karşımızda kim durursa savunacağız! Ta ki, geleceğimizi sizin elinizden aldığımız gibi bütün arkadaşlarımızla beraber patronlardan da alana kadar! Kurtuluş yok tek başına, baba… Gel, sen de aramıza… Yoksa, istemediğin gibi yaşamaya devam edeceksin!
Ali Güzel
Sokak Fanzin
| 19
Soluk Kızıl Soluk
Masamın üstünde bulduklarında, görevini icra edip inzivaya çekilmiş mi; yoksa henüz ele bile alınmadan düşünceleri nakledememiş mi olduğunu anlamayacakları bir kalem ile yazıyorum bu satırları. Her kalemin, doğru ellerde tükenmesi dileğiyle… Her şey mevsiminde güzel deyip, üşümeyi de kışın seven insanlar var. Her şey değil, ancak güzel şeyler mevsiminde güzel. Çok güzel şeylerse, her mevsim güzel… Yüreğimde her mevsimle etkileşip, onları benim için ayrı ayrı güzelleştiren bir umut var. Bir arının heybesinde taşındığım veya rüzgârla yere süzüldüğüm zamanları hatırlamıyorum. Henüz bir fideyken, önce ablalarımı ve ağabeylerimi verdim toprağa; işte bunu hatırlıyorum. Hemen o zamanlarda yeşermeye başlamıştım. Biraz büyüdükten sonra kendimden bir parçayı ve arkadaşlarımı da verdim, aldılar. Toprağın altı zenginleştikçe üstündeki de serpildi; her geçen sene daha da boylandım, iyice yeşerdim. Ardından kardeşlerimi al-
20 | Sokak Fanzin
maya başladı aynı toprak. Yeşerdiğim yapraklarımı kızartmaya başladı bu, sonra bazıları döküldü. Ancak ben kızıl yapraklarımı, dökülseler dahi asla yitirmedim. Evet, her seferinde içimizde bir şeyler kırılıyor. Ancak umut, asla bu kırılanlardan değil. O, yeşerenlerin arasında daima yerini almasını biliyor. İnsanlarımız 12, 16, 18 yaşlarında kalmaya mahkûm edilirken; bizler de onları işlediğimiz umudun sancağına ebediyen mahkûm ediyoruz. Ediyoruz etmesine de, toprağın benden çocuklarımı istemeye başlayacağı çağlarıma yaklaştığım şu günlerde, aldığım yaşlardan utanırcasına bakıyorum sokakta karşılaştığım çocuklara. Umutlu olduğum kadar, onlara umut da olmak istiyorum. İnsan, etrafındaki ve etki edebildiği yerlerdeki çocukların gıyabında, kendi yitik çocukluğunu kurtarmak ister aslında. Umutları tükenmiş ve başkalaşmış bir çocuğun biraz büyümüş hali; hâlihazırda çocuk olanlara umut olmak istemektedir. Yaşanan süreçlerin normal şartlarda umut kırıcı olabileceği günler geçiriyoruz. Belki umuda teşvik olsun diye, belki de ne olursa olsun sönmeyen gülüşlerimize kılıf olsun diye sık söylediğimiz bir cümle var; “gülmek devrimci bir eylemdir.” Benim kişisel devrimimde de gülümsemeyen bir tek çocuk dahi yok, aklımda. Devrim ise kadınsız olmaz, evet. Ancak o kadında da bulunması gereken bir çocuğun sahip olabileceği kudretteki umuttur. Bu yüzden, devrim öncelikle çocuksuz olmaz! Bir bebeğin tutma refleksiyle sarılmalıyız taşa, kaleme, memeye saldırdığı iştahla dolamalıyız sloganları dillerimize. Oedipus’a babasını öldürten ihtirasla istemeliyiz devrimi. Bir çocuğun dünyayı keşfederken duyduğu heyecanı duymalıyız. En önemlisi de bir çocuğun sahip olduğu, şartlara göre asla değişmeyen-azalmayan umudu taşımalıyız içimizde. Önce bizler dururken çocuk-
Sokak Fanzin
| 21
ların öldürülmediği; ardından da hiç kimsenin öldürülmediği bir yaşamı kurmak için… Farklı cennetler; niteliği ve niceliği farklı cennetler… Farkımız bu mu? Oysa zafer, kendi payına cehennemi biçenlerin olamaz mı? Her ateş, herkesi yakmaz. Ateşin sıcaklığı değil, yanmanın şartlandırılışı yönetmeye çalışıyor bu dünyayı. Kıyılara ancak boğulmaktan korkmayanların boğulmuş cesetleri vuruyor. Bildirilmiş kum taneleriyle örtülü, cennet kıyılarımıza. Cehennemde de olsa, kızgın kumun üstünde kısıtlı adımdan fazlasını yürüyemiyor insan. Zıplayarak yürüse, denize olmasa dahi, nemli kumlara varacak. Vardıktan sonra da; ne okyanus, ne kızgın kum… Birinde değilse, diğerinde karşısına çıkacak elbet ihtilalın prensesi, o kumdan kalelerin. O ana dek bizler yarım kalmışlığı da, içe sinmişliği de layığıyla tek yaşayanlar olmaya devam edeceğiz. Yarım kalmayı göze almışları yarım bırakmaya çalışanlara inat; her gün biraz daha yarım olsak da, her zamankinden daha bütün olarak… Dayanışmayla! Umutla!
İzzet Fırat Orfa
22 | Sokak Fanzin
Etme Eyleme Güneş
Öyle bir kavramdır ki umut, onu dümdüz anlatamazsın. Gözler sağ üst tarafa götürür kendini. O güne kadar hayatında yaşadığın umutsuzlukların sende bıraktığı sızıyla çıkar ağızdan. Umut, duyguların en zenginidir. İnsanın en ihtiyaç duyduğudur. Soyutluğuna rağmen bazen sana uzanan el, yaslanacağın duvar, başını koyacağın omuz olur. Onun olmadığını hissettiğinde kaldırırsın kafanı, masmavi göğe bakar, gülümsersin… Çünkü bir zamanlar oraya sakladığın umut düşer yüzüne ve seni hayata bağlayan bir sebep olur. Bir de göğe böyle doyasıya bakamayanlar var tabii. Dört duvar arasında kalan karanlıkta ışık arayanlar. Onlar umutsuzluğa düştüklerinde kimisi elindeki fotoğrafa bakarak, kimisi dışardaki insanların direnişini duyduğunda, kimisi o küçük boşluktan kirpiklerine inen ışığı fark edip umutlanır. Kimisi o duvarları
Sokak Fanzin
| 23
kapıya çevirmeyi tercih eder ve devam eder hayata... Peki, ya sarf ettiği umudun, hasretin karşılığının olmayacağını kabullenenlere ne demeli? Hiç kolay değil! Her hafta cumartesi günü tazelenen acı, dakikalar geçtikçe içinde bir çare artan umut. Herkeste aynı soru “Nerede?”. Herkeste aynı istek “Bulun!” Annelerin tek vasiyeti “Ölmeden önce onu bir kez olsun göreyim.” “Oğlumun kemiklerini verin” diyen annenin feryadı, yanaklarından düşen gözyaşı, saçlarını yıkayıp beyazlattı... Hevesler kursakta, umut gözde kalmış. Artık gündüz, gece olmuş. Ona olan sevdası karanlığa koca ateş olmuş bugüne kadar. Boyun eğmeye, vazgeçmeye niyeti yok. En sonuna kadar, kazanana kadar sürecek bu haykırış. Zaman yerinde saysa da, dünya dursa da bitmeyecek. Bir gidildiğinde bin gelinecek. Dik durmalı kadın! Öyle bakmamalı. Çat kaşını adaletin, elimden tut gel bu meydana. Hiç yorulmadan usanmadan dik dur. Kurut gözlerinle yolları, hasretle kurut. Hüzünlü durma sevindirme onları. Utanma kadın! Haykır istediğin olana kadar göğsünü gere gere, pişmanlık duymadan bağır. Diren kadın! Sana ve sevdiğine bunları yaşatanın, senin önünde eğileceği güne kadar diren...
Zeynep Sultan Arslan
24 | Sokak Fanzin
Umut Üstüne
Teist egzistans felsefe, umudu diyalektik gereği umutsuzluktan ayırmadan varoluşsal bir sorun olarak tanımladıktan sonra onu gündelik hayatın bir parçası haline getirdi. İnsanın edimlerini, bu edimlerin zeminindeki derinliğini varlığın temeline koyan egzistans felsefenin Fransa’da teist kanadını oluşturan Gabriel Marcel, insanı “olup bitmiş” bir ürün olarak görmeyip, “oluş sırasında bir varlık” halinde ele aldı. Bu insan için “homo viator” ifadesini kullandı. “Homo viator” yol giden, yolda olan bir umut insanıdır. Kendine yabancılaşan, umutsuz bir dünyada gerçek umudu köprü olarak kullanıp mutlak varlığa katılarak kendini gerçekleştirmelidir. Marcel felsefesinde insanın umuda ulaşması varoluşsal bir bütünlüğün parçasıdır.
Anlamsal boşluk duygusu ve ontolojik ihtiyaçlarımız
Sokak Fanzin
| 25
Anlamsal boşluk duygusu ya da varoluşsal bunalımlarımız modern dünyada her türlü hastalık ile açığa çıkabilir. Bu duygunun ortaya çıkmasıyla farkına varılması arasındaki ilişkide belirleyici edim umutsuzluktur. Metafizik boyutları da olan bu sorunun farkına varılmasıyla anlam arayışı ortaya çıkar. Bu arayışta insanın kendini gerçekleştirmesi yolundaki kararlılığı umuttur. Umuda varmak homo viator için ne kadar önemliyse uyanışına sebep getirecek umutsuzluk süreci de bir o kadar önemlidir. Kierkegaard bu noktada Marcel’e referans oluşturur. Her ikisi de umudu insanın diyalektik bir varlık olması neticesinde umutsuzlukla ilişkilendirerek açıklar. Umutsuzluğun olmadığı durumda umut da gerektiği gibi var olamaz. İnsanın varoluşsal serüveni umutsuzluğunun farkında olmasıyla mümkündür, aksi halde varlığının da bilincinde olamayacaktır. Kierkegaard sonlu varlığı içinde kapana kısılmış ve umutsuzluk içinde kıvranan insan için sonsuzluğu tinsel bir kurtuluş yolu olarak tarif etti. Sonsuzluk, kendini kuşatan “Mutlak Varlık” ile insanın derinlikli ilişkisidir. Marcel, umudu insanın ontolojik gerekliliğini gerçekleştirmek için bir pusula olarak görmüştür. Umutsuzluk umudun ontolojik verimliliğini sağlar. Marcel için umut çok yönlü, umutsuzluk tektir. Umutsuzluk homo viatorun keşif yolculuğunun bir parçasıdır ve umudu yani pusulayı bulmak için avantajlıdır. Kierkegaard’ın da Marcel’in de felsefesinde, felsefe ile teoloji girift haldedir. İntersubjektif düzlemde umudu ve dolayısıyla umutsuzluğu metafizik çıkarsamalarla irdelediler. Marcel umut kavramını oldukça sınırlandırdı. Umut etmenin yasalarını oluşturdu. Bir nedene bağlı olmaksızın umut etmek gerektiği aksi halde içine
26 | Sokak Fanzin
düştüğümüz durum yalancı bir umudun beraberinde getirdiği hayal kırıklığının ötesine geçmeyeceğidir. Kierkegaard umutsuzluk üzerine düşünlerini çift uçlu sistematikleştirdi. Umutsuzluğun insan benliğinde en acziyet barındıran tarafıyla; insanı eğitecek, kendisiyle yüzleştirecek taraflarını birlikte ele aldı. Umutsuzluğu insanın kendi derinliklerine yönelen bir ilişkinin neticesi olarak değerlendirirken bunun insan benliğinin gelişimindeki etkisini ortaya koydu; öte yandan insan başı ve sonu olan bir evren içinde kapana kısılmıştır, mutluluğu bu sonlulukta aradığı müddetçe umutsuzluğa düşmekten kurtulamayacaktır. Bu da insanın mahvoluşudur. Umudun her türlü metafizik yorumu insanın tinsel yönünü deşifre ettiği sürece evrensel bir nitelik kazanır. Evrensel nitelik kazanır çünkü insanötesi bir dünyanın ontolojik derinliği fideistiktir. Yalnızca gerçeğin peşinde olarak umudu ussal çerçevede değerlendirmek fazlasıyla umutsuz gözüküyor. Dünya giderek daha fazla acımasız olurken, umut etmek yalnızca akıntının yönüne kulaç atmak gibi görünüyor. Umut etmek “yazgınızı” benimsemekten farklıdır. Gerçeğe sırtını dönmek umut etmek değil, koşullara uyum göstermektir. Bu daha yaşanabilirdir ama gerçek değildir. Umut; acıyı yaşarken, canavarın gözlerine bakarken, yazgımızı karşımıza alırken, akıntıya karşı yüzerken gösterdiğimiz kararlılıktır.
Tuğba Karakaya
Sokak Fanzin
| 27
Anime - Manga
Yazımıza, daha önce bu kelimeleri hiç duymamış olanlar için anime ve manganın kelime anlamlarını açıklayarak başlayacağım. Daha sonra bu sanatın tarihsel düzlemde ortaya çıkışına kısaca değineceğim. Manga, en yalın haliyle tanımlamak gerekirse Japonya’da ortaya çıkan, sağdan sola doğru okunan, karikatür tarzı kendine özgü çizimlere sahip çizgi romanlardır. Çin’de “manhua” ve Güney Kore de “manhwa”, mangadan oldukça etkilenmiş çizgi roman türleridir. Mangalar belirli öykü ve kurgulara sahip çizimlerden oluşan, dergilerde yayınlanan ve kitap halinde basılabilen çizgi romanlardır. Animeler ise mangaların televizyon ve sinema uyarlamalarıdır. Animelerin çizim teknikleri mangalardan daha basit olmakla birlikte, kendine özgü bir tarzd çizilirler. Anime; 20.yy’ın ortalarında ortaya çıkmış, Osamu Tezuka’nın farklı ülkelerdeki animasyon tekniklerini keşfetmesiyle onun izinden yürüyenlerin yapıtlarıyla yeni bir stil olarak dikkat çekmiş ve bu stil anime adını almıştır. Manga ve animelerin tarihinden bahsetmek old-
28 | Sokak Fanzin
ukça uzun olacağından, bu ansiklopedik bilgileri şimdilik burada bırakıyor ve yazıma “Animelerin çizgi filmlerden farkı nedir?” sorusuyla devam ediyorum. Anime-manga kültürü, tıpkı “çizgi roman-çizgi film” kültürüyle benzerlik gösterir. İkisi arasında ayrım yapmak zordur. Şüphesiz anime izleyen herkesin başından şöyle bir diyalog geçmiştir “Aa, çizgi film mi izliyorsun?” Daha da abartılı bir tepki olarak “Aa, kaç yaşına geldin hala çizgi film mi izliyorsun?” Çoğu kişi de bu şekilde başlamıştır animeye; ilk başta arkadaşı ile dalga geçmiş, arkadaşının ısrarı üzerine bir-iki bölüm izledikten sonra yüzlerce bölümlük serileri ekrana kilitlenerek bitirmiştir. Yine toplumun genelinde yaygın olan bir yanlış kanı da, tüm çizgi filmlerin çocuklar için olduğu yönündedir. Ricky and Morty, South Park, Futurama, The Simpsons gibi (örnekler çoğaltılabilir) çokça yetişkinlere hitap eden çizgi filmler bulunmaktadır. İçerik bakımından politik göndermeler olan, bir çocuğun idrak edemeyeceği derinlikte esprilere, felsefi ve psikolojik ögelere sahip olan, içinde argo, küfür ve cinsellik barındıran, çocukların izlemesi sakıncalı çizgi filmlerdir bunlar. Çizgi film ve animelerin aynı sanılmasının bir diğer nedeni ise animelerin Türkiye ve diğer birçok ülkede ortaya çıkış şeklidir. Animelerin Türkiye’ye girişi TV kanallarında yayınlanan Tsubasa, Pokemon, Beyblade, Salior Moon gibi animelerle oldu. Bunlar, daha çok sabahları çizgi film kuşağında, diğer çizgi filmlerle birlikte gösterime girdi. Dolayısı ile çoğu insan, anime izlemiş olsa bile bunun farkında değildir. Farkında olsalar bile anime deyince akıllarına büyük gözlere sahip Japon çizgi filmi gelir. Tabii bu animeler illaki yetişkinlere yönelik olacak diye bir kural yok. Keza Türkiye’de yayına girmiş çoğu anime, çocukların anlayabileceği düzeydedir.
Sokak Fanzin
| 29
Televizyon kanalları geçmişte gençlere yönelik anime yayınlamaya çalışsalar da, çeşitli cezalar ve uyarılar aldılar. Anime yayınladığı için iki televizyon kanalı kapatma cezası alan tek ülke Türkiye’dir. Batıda ve Asya ülkelerinde oldukça yaygın olan anime kültürü, Türkiye’de bu sebeplerden ötürü gelişmedi. Yani şunu anlamak önemlidir; bir çizgi film, ya da anime çocuklara da hitap edebilir yetişkinlere de. Çizgi filmlerin sadece çocuklara yönelik olmadığı ön kabulü ile yazımıza devam edecek olursak, ana konumuz olan anime ve manga kültürünü incelemeye devam edebiliriz. Anime ve Mangalar kendi içlerinde tür ve hitap edeceği kitle bakımından çeşitlilik gösterir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi çocuklara yönelik (Kodomo, Chibi), gençlere yönelik (Shounen, Shoujo) ve yetişkinlere yönelik (Seinen) olabilir. Birçok tür iç içe geçmiştir robotların olduğu (mecha) bir animede aynı zamanda aşk olabilir. Highschool draması tarzında bir animede kan gövdeyi götürebilir. Edo dönemi temasına sahip bir anime, aslında gelecekte geçiyor olabilir. Tamamen çizerin fantezi dünyasına bağlıdır, neler olacağı ve hemen her şey olabilir. Film ve dizilere kıyasla çok fazla bütçe gerektirmemesi, film ve dizilerde yapılması güç ve zahmetli işlerin animelerde yapılabiliyor olması, onu avantajlı kılar ve olabildiğince özgür bir üretime götürür. Bir film maksimum on bölümlük bir seri olabiliyorken (o da çok zordur), animeler binlerce bölümlük olabilir. Anime izlerken, ya da manga okurken en heyecan verici aktivitelerden biri de, bir sonraki bölüme dair tahminlerde bulunmaktır. Özellikle uzun soluklu serilerde, çizerin tarzını bildiğinizden,
30 | Sokak Fanzin
bir şeyleri tahmin etmeniz kolaylaşır. İpuçlarını yakalamanız önemlidir. Bir animenin, bir sonraki bölümüne dair yüzlerce senaryo olabilir. Özellikle ilgili forumlarda tartışmalar olur, teoriler oluşturulur ve sayfalarca kurgu(fan-fiction) havada uçuşur. Yalnızca animenin ya da manganın orijinal çizerinin değil, izleyen ve okuyan herkesin kendine özgü beklentisi doğrultusunda yazılı veya düşünsel senaryosu oluşur. Böylelikle izleyici ve okuyucunun hayal dünyası genişler ve gelişir. Görüldüğü üzere anime-manga sadece çizgi filmden ibaret değildir. Eğer sizin de, anime-manga ya karşı bir önyargınız varsa, hemen oturup bir tanesine başlayın. Tercih sizin, sevdiğiniz türde bir anime de izleyebilirsiniz manga da okuyabilirsiniz.
Berk Yandım
Sokak Fanzin
| 31
Duyuru Dosya konusu “umut” olunca bi’ fanzine sığdıramadık. Okumaya devam etmek için aşağıdaki QR kodu okutabilirsiniz.
32 | Sokak Fanzin
Bağzı Sokak Kültür Merkezi Etkinlikleri Gazi Mahallesi
Gaziosmanpaşa
Yin Yoga Çalışması
Felsefe Sohbetleri
Koro Çalışması
Film Gösterimi
Kadın Ritim Atölyesi
Çocuk Tiyatrosu Etkinliği
Daha fazlası için /sokakkm
@sokakkm
@sokakkm
Sokak Fanzin
| 33
Dünyadan memleketinden insandan umudun kesik değil diye ipe çekilmeyip de atılırsan içeriye yatarsan on yıl on beş yıl daha da yatacağından başka sallansaydım ipin ucunda bir bayrak gibi keşke demeyeceksin yaşamakta ayak direyeceksin.
Belki bahtiyarlık değildir artık boynunun borcudur fakat düşmana inat bir gün fazla yaşamak.