Mayıs - Haziran
2.Sayı
Bi’ fanzine Sığdıramadıklarımız
UMUT
İçindekiler Rukiye Ekenler - Kadın Olmak .................................................................. 37 Adar Balsak - Suskun ................................................................................... 41 Derya Doğan - Büyüyemeyenler ................................................................ 43 Metin Yunusoğlu - Umudun Zıttı Karanlık .............................................. 45 Umut Kaan Sezgin - Umut Neydi? ............................................................. 47
“ Sokak hayatın ezgisidir. ”
36
Kadın Olmak
Kadın olmanın iki türlü hali vardır: Birincisi, cinsiyeti gereği kadın olmak, ikincisi ise toplumun yüklediği cinsiyet gereği kadın olmak. Arada fark yok diyenlerle bir anımı paylaşmak isterim. Bir yaz akşamı, İç Anadolu’nun bir köyünde, harman yerinde buğdaylarının başını bekleyen ve sonsuz yıldızlar içinde hayallere dalan iki kız çocuğu, binlerce yıldız arasında bir tanesinin ışıklar içinde kayması sonucu dilek tutmaya karar verirler ve sonra tuttukları dileği birbirleriyle paylaşırlar. Biri der ki; “Muhammet ile evlenmeyi diledim, Allah’ımdan”, diğeri der ki; “Üniversite okumayı diledim, evrenden.” Cinsiyet; bireyin biyolojik ve genetik özelliklerine bağlı olarak ortaya çıkan, hormonsal ve fiziksel değişimlerle doğuştan sahip olduğundur. Toplumsal cinsiyet ise; biyolojik ve genetik özellikler dışında toplumun sana yükledikleri, beklentileri ve senden istedikleri ile şekillenen, sonradan öğrendiklerindir. Her ikisi de senin gerçekliğin olur ve yaşam içinde bir davranışının, doğuştan sahip olduğun genetik-biyolojik mirasından mı, yoksa toplumun
37
senden beklentilerinden mi kaynaklandığını ayırt bile edemeyecek duruma gelirsin. Eğer kendine sorular sormuyorsan, sorgulamıyor, hayal kurmuyor ve bedel ödemeyi göze alamıyorsan… Bu kadar yoğun şiddetin yaşandığı günümüz dünyasında, savaş koşulları, erkek egemen sistem, kadını yok sayan toplumsal ve teolojik değerler ve yoğun ırkçı-cinsiyetçi söylemler içinde bu dille baş edebilmek, farklı bir dil yaratabilmek ve tam da genetik biyolojik hormonsal gerçekliklerin ile uyumlu olarak “kadın” olabilmek gerçekten gittikçe zorlaşıyor. Bunu başarabilmek için belki de bir Lou Salome olmak gerekiyor. Ha, bu arada Lou Salome olmanın bedellerini ödemeye razı isen, tabii ki… Çünkü, Lou Salome olmak hiç de kolay değil! Birey olarak ne kadar gelişmiş bir kadın olursa olsun, Lou Salome dendiğinde karşımıza, hâlâ Freud, Rilke ve Nietzsche’nin kalbini çalan “Narsist Rus güzel” veya “Cinselliğini kullanarak erkekleri baştan çıkaran kadın” ya da “Şeytan” gibi betimlemeler çıkmakta. Oysa kendini tam da böyle ifade etmişken: “Kesinlikle kendi hayatımı yaşayabilirim. Ve ne olursa olsun bunu yapacağım. Böyle davranarak hiçbir ilkeyi temsil etmiyorum ama çok daha güzelini, benim içimde olan bir şeyi, tamamen yaşamın sıcaklığı olan neşe dolu ve kaçıp gitmeye çalışan bir şeyi temsil ediyorum!” Lou Salome, eğer Nietzsche’nin evlenme teklifini kabul etseydi; bu sefer onu, “Nietzsche’nin güzel karısı” olarak okuyacaktık, bundan emin olabilir siniz… Erkek egemen zihniyet, kadına sadece erkek ile beraberken değer biçiyor ve bunu her seferinde, her yerde; mitolojide, teolojide, yaşamın her alanında, hatta sanatta bile bu şekilde ifade ediyor. Severek okuduğunuz kitapların kadın kahramanlarına bakacak olursak, ki çoğu erkek tarafından yazılmış kitaplardır, örneğin Anna Kareninna, toplum değerlerini çiğnediği ve evli iken aşkı tercih ettiği için o kadar çok acı çekmiş ki, acıları bir trenin altında son bulmuştur. Gene Madam Bovary de aynı sondan siyanür içerek nasibini alan bir kadın roman kahramanıdır. Türk edebiyatında Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın sinemaya da uyarlanan “İffet” adlı
38
kitabında, tek başına onurlu bir yaşam mücadelesi vermek isteyen İffet’in ölümü ile karşılaşırız. Kadın kahramanına eçmiş olduğu isim bile düşünmeye değer niteliktedir. Bunların hiç biri sıradan, ya da rastlantı değildir, olamaz da. Kadına her seferinde ders verme niteliği taşımaktadır. Edebi metinlerin büyük çoğunluğu,adeta kadına,”toplumun değerlerine göre yaşamazsan, sonun ölüm olur, hem de acılar içinde kıvranarak, yalnızlaşarak” denilmektedir. Mitolojide de aslında durum değişmez veya romanların kadınlara ahlak dersleri verir gibi yazılmasında mitolojinin de büyük payı vardır. Mesela Yunan mitolojisinin en büyük tanrısı Zeus, “Tanrıların tanrısı, yüce Zeus” gibi sıfatlarla ifade edilen mitolojik Don Juan, tüm gücünü kadınları baştan çıkarmak için harcayan bir tanrı modelidir! Hera ile beraber olabilmek için guguk kuşu kılığına girmiş ve Hera’nın onu acıyarak koynuna almasından sonra, tekrar Zeus olmuş ve “Sen artık kirlendin ve benimle evlenmek zorundasın” diyerek Hera ile evlenmiştir. Hera, Zeus’un kandırdığı bir sürü kadından sadece biridir. Kadını aldatarak koynuna girmesi ve onu eşi yapması, onun akıllı ve güçlü bir tanrı olmasına yol açmaktadır. Ne acı! Teolojik açıdan kadına bakarsak… Âdem ile Havva hikâyesini hepimiz biliriz ancak Lilith’in hikâyesini pek çoğumuz bilmeyiz. Lilith; Havva’dan önce yaratılmış ilk kadındır ve Âdem’in eşi olarak yaratılmıştır. Fakat Âdem ile aynı materyalden, yani çamur ve kilden yaratıldığı için, tanrının ve Âdem’in emirlerini yerine getirmemiş ve Âdem ile eşit koşullara sahip olduğunu her durumda haykırmış. Hatta Âdem ile bilek güreşi veya “Kim daha uzağa işer” gibi yarışmalara girmiş ve cennetten kovularak, sonsuza kadar cezalandırılmış. Tüm izleri silinerek unutturulmaya çalışılmış güçlü bir kadın karakter olan Lilith, bu eşitlikçi direnen özelliğinden dolayı da “Kötü kadın” olarak teolojideki yerini almıştır. Masallara hiç girmek bile istemiyorum… Ne Sinderella, ne Pamuk Prenses, ne de Rapunzel veya onlar gibi kaderini değiştirmek için emek ve çaba sarf etmeyen, bir erkeğin, hele de
39
zengin bir erkeğin, ya da “Beyaz atlı prens” gibi otokrasiyi ifade eden bir erkeğin kendini kurtarmasını bekleyen kadın modelleri, özgürlüğe aşık bir kadının hayali olamaz. Bize biçilen rolleri yerine getirmezsek “Kötü, ahlâksız, şeytan” olarak nitelendirileceğimiz ve cezalandırılacağımız, acılar içinde yalnız öleceğimiz, her seferinde bize öğretilmeye çalışılan korkutucu bir gerçekliktir. Ancak bilmedikleri bir şey var ki, zulüm ve sömürünün olduğu her yerde, mücadele, direniş ve başarı hikâyeleri de vardır. Gerçek anlamda özgürlüğü arayan, kendini ifade etmek isteyen, kendisi gibi yaşamak isteyen, kendi ütopyasını kurmuş kadınlar için hem tarihten, hem de günümüzden bize yardım edecek, yönümüzü belirleyecek, ışığına ve sıcaklığına doğru yöneleceğimiz yıldızlarımız var bizim. Kayarken bile bize yol gösteren yıldızlarımız… Önemli olan sadece sıcak bir yaz akşamında değil, en karanlık gecede bile görebiliyor olmak onları. Onlar umuttur. Umut; sıcak bir ekmek gibi ısıtmakta ve beslemektedir, özgürlük arayan kalpleri…
Rukiye Ekenler
40
Suskun
Suskun, puslu gecekondu mahallelerinin dar ve yokuş sokaklarında top oynayan çocukların coşkusunda bulurum umudu. İliğine kadar sömürülmüş emekçi babaların alın terinde, bazen ise saçlarındaki her bir beyazın yüz yıllık acıyı taşıdığı analarda… Tarihi ve acıyı bağrında saklayan toprağın karasında “Kızıl bir menekşe” gibi açan umudu, kökünden koparıp bir daha açmayacakmışçasına atsalar da haramiler, tohum bu; düşerse toprağa, her sabah bir umutla yola çıkan güneşin kuvveti ve suyun kudretli akışı sayesinde yüzlerce umudu daha yeşertecektir, kirli fakat verimli toprağımızda… Yerin yüzlerce metre altında çalışan madenciler kömür karası elleri ile doğurur güneşi coğrafyamızda, bir daha onu görememe ihtimallerinin olduğunu bilerek. Her sabah oğlunun tekrar kapıyı çalması umudu ile uyanan ananın hatırına doğar güneş buralarda. O oğul, bir daha hiç çalmayacak olsa da kapıyı, barışı bekler gibi bekler, usanmadan, yorulmadan.
41
Umut bir emekçinin havaya kalkan nasırlı yumruğunun içinde kenetlenmiştir, günü geldiğinde bilir oradan çıkmasını, sarmasını dört bir yanı. Anaların, babaların umut bağladığı gözü pek gençlerimizin kara sevdasında, “Kızıl bir menekşedir” umut. Omuzlarda taşınması zor bir yüktür. Durma, dayan biraz daha, dayan ki gözü arkada kalmasın madencinin, oğlunu bekleyen ananın. Dayan ki sömürülmesin emekçi baba. Haydi! Bir umutla kalk dizlerinin üstünden, tekrar yüklen omzuna umudu. Korkma, aydınlık gözüktü. Yılma, mavilikler yakın…
Adar Balsak
42
Büyüyemeyenler
Hani kömür karası gözleri olan, hani kuş konmuş kaşlarına. Yüzyılların adalet arayışında, biriktirdiğimiz bütün umutlarını göğsünde taşıyan bir çocuk. Çocuk işte… Daha gözlerini ilk açtığında hayata, yaşamın ona neler vaat ettiğini kavramışçasına basıyor çığlığı. İlk gözyaşları, ilk yardım çağrısı niteliğinde. Öyle masum hayalleri var ki, saf, çıkarsız, yalansız, tertemiz. Bin bir uğraşla yaptığı uçurtmasının ipini sımsıkı tutuyor. Bütün inancını gökyüzüne bağlamış; kuşlar gibi, annesinin elini tutar gibi. Bayramlar, en güzel günü. En temiz kıyafetlerini giyiyor. Az, biraz şansı varsa yeni elbiseler alıyor babası. Tertemiz ayakkabılarını başucunda yatırıyor, sabaha beraber açıyorlar gözlerini. El öpüp topladığı bütün paralar, sokaklarda sesi yankılanan çatapatlara sermaye oluyor. Dünyanın her yerinde aynı anlama geliyor çocuk. Umududur,
43
geleceğin… Ama geç olmadan yitiyor o anlam, düzenin vicdan yoksunu gerçekliğine çarpınca. Bir gün, çöp karıştırmaktan kir tutmuş elleriyle, “bugün karnım doyacak mı” kaygısıyla geçiriyor günü. Kalem tutması gerekirdi o kararmış ellerin. Bir gün, bir başka coğrafyada içi görünmeyen büyük zırhlı arabalar geçiyor gole giden topunun üzerinden. Koşuyor arkasından, yetişemeyeceğini bile bile, kararlı ve inatla. Aklının ucundan geçmiyor, oyununa kattığı o arabaların içinde, düşlerini bütün memlekete savuracak kasırgaların kümelendiğini. Daha golün sevincini yaşayacaktı oysa. Gün oluyor, bir bomba patlıyor koşturduğu sokaklarda, dört bir yana rüzgâr oluyor, bir daha hiç büyüyemeyecek bedeni. Arkadaşları çok bekledi, ellerinde misketlerle, o misket bombasıyla parçalandıktan sonra. Bazen, adını bile bilmediğimiz yerlerde boyundan büyük silahlarla vuruluyor düşleri. “Bütünlüğümüzü bozuyordu” diyorlar. “On iki yaşındaydı” diyor, bağrı yanık annesi. Sonra, ekmek almaya gidiyor, dönemiyor bir daha. Üç milyon insan, taşıyıp yatırıyor topraktan yatağına. Bütün dünyanın diline dolanıyor türküsü. Bir gün, bir başka yerde büyük vahşi yaratıklar, küçücük bedenine dikiyor gözünü. Daha aşkı tadacaktı hâlbuki. Düşleriyle uyuyup, yaralarıyla büyümesi gerekirken kurduğu ütopyada, hayatın acımasızlığı dikiliyor karşısına. Oysa çocuktur biliyoruz, en çok o yaşamalı. Gülüşüyle silip atmalı mutsuzluğu. Büyümeli, umudu olmalı aydınlık geleceğin. Olamıyor, izin vermiyorlar.
Derya Doğan
44
Umudun Zıttı Karanlık
Tüm dünyada, hayatın her alanında, her dilde kullanılan kelimelerin karşılığında, onların zıt anlamlılarının olduğunu da gayet iyi biliyoruz. Ama bu aralar bazı kelimelerin zıt anlamlarını araştırmaya karar vermek, beni keşfedilmeyen kelimelerin anlamlarını keşfetmeye yönlendirdi. Her kelimenin zıt anlamlısını gayet net bir şekilde buluyorken, “Umut” kelimesinin zıt anlamlısını tam olarak bulamadım… Çoğu yerde “karanlık” sözcüğü kullanılmıştı, “umut”un zıt anlamlısı olarak. Kafamdan geçeni tam olarak anlatmasa da bence “Karanlık” doğru kelimeydi. Hayatta ne kadar zor zamanlar geçirirsek geçirelim, karanlıklardan aydınlığa umudun ışığı sayesinde çıkmışızdır, hep. Zor zamanlarda verdiğimiz kararların doğruluğunu ve yanlışlığını tartışacak durumda olamayabiliriz. Belki hatalar da yapabilir ama her yanlış yaptığımızda hayata dair verdiğimiz mücadelenin temel noktası umut ışığı olmalıdır. Hayatın her aşamasında, ne olursa olsun, ülkende ne kararlar
45
alınırsa alınsın, kültür, sanat, eğitim, iş, barınma gibi konularda isterse binlerce sorun yaşanırsa yasansın, umudumuzu kaybetmeden, umut ederek hayata yeni bir sayfa açmalıyız… Her yere düştüğümüzde, yeni dünya mücadelesinden sadece umut ederek, bize el uzatacak, “Tamam bu sefer kalk, umudunun ışığı ile yeniden başla” diyecek birilerinin çıkacağından eminim. Aslında simdi anlıyorum, sözlüklerde ne yazarsa yazsın, hangi kelimenin zıt anlamına ne derlerse desinler, bence insanların kendi hayatlarına göre şekillenmeli bu kelimeler… Karanlık kelimesinin zıddı umutsa, siyah kelimesinin zıddını beyaz değil de sarı, beyaz kelimesinin zıddını ise siyah değil kırmızı olarak düşünsek ne olur? Bu kelimelerin hiçbir önemi yok, asıl, gerçek hayatımızda… Ne kadar zorluk yaşarsak yaşayalım, umut ederek tekrardan denemeliyiz bu zorlukları aşmayı… Umudumuzu bir an bile kaybetmeden denemeliyiz ayağa kalkmayı… Yılmadan, yıkılmadan, dik ve umut ederek yasamalıyız hiç olmazsa hayatımızın gelecek olan kısmını.
Metin Yunusoğlu
46
Neydi Umut? Umut duygusunun rengi yoktur. Bakışınıza göre karartırsınız onu. Tadı da yoktur ki umudun… Yüzünüz kendiliğinden ekşir umutsuz bir bakış altında... Umut bir nevi duadır ama ne tanrısı vardır, ne peygamberi… İbadeti içten bir bakış, sıcak bir tebessümdür. Karşındakine verdiğin samimiyet ve güvendir. Umut, ölümsüz bir kelebektir. Binlerce kez ölse de, her gün yeniden doğar insan şafağında...
Umut Kaan Engin
47