Ankaragücü'müz bir yandan kendisine yabancı olan liglerde mücadelesini sürdürürken, bir yandan da yaşam savaşına devam ediyor...Kulübün başka kulüple birleştirileceği tartışmalarının sonu gelmedi. Birleşme denilen aslında isim hırsızlığı dışında bir şey değil. Ankaragücü'nü zor durumlara sokanlar şimdi armanın peşinde...Buna karşın Ocak'ta yapılan Genel Kurul'da ortaya çıkan yeni bir irade Ankaragücü'müz açısından oldukça değerli...Şirketleşme olarak lanse edilen ama aslında kulübün geleceğini sıkıntıya atabilecek düzenlemelere Ankaragücü delegelerinin bir kısmının uyarıda bulunması, kürsüden kulüp değerlerinin, tarihimizin vurgulanması sembolik olarak büyük anlam taşıdı...Bu çıkışın kökleri Sokak'taydı aslında...Kulübüne bağlı, kulübü düşünen, hesap kitap yerine tarihi ve onuru ön plana çıkaran bir duruş... Fanzinin bu sayısı yine Ankaragücü'müzün varoluşuna dair hoyrat tartışma ve ifadelerin gölgesinde çıkıyor. Ankaragücü'nün de kaderini belirleyecek olan 30 Mart seçimleri öncesi fanzin baskıya giriyor...Yavaş yavaş Ankaragücü camiasında ortaya çıkan tabandan gelişen köklü taraftarlık vurgusu umuyoruz Ankaragücü'nün geleceğine damgasını vuracak...Kulübün sahipleri seslerini daha fazla çıkaracak, kulüplerine sahip çıkacaklar.... Ankaragücü'nün alışık olmadığı liglerdeki mücadelesi bu sene sonu itibariyle umuyoruz bir üst klasmanda devam edecek...Taraftarın gücünün gelişmesiyle herşey ileride çok daha güzel olacak...Gelecek Ankaragücü'nü gerçekten sevenlerin, onu yaşatmak isteyenlerin, isim hırsızlığına karşı olanların olacak....Fanzinimizin yeni sayısı hayırlı uğurlu olsun, yeni fanzini umuyoruz Ankaragücü'ne çok çektirenlerin üzüldüğü bir zaman diliminde çıkarmış oluruz...Çocuklar gibi tedbirsiz, gezginler gibi tetikteyiz...
Bu fanzin, bir grup sokak çocuğu tarafından çıkartılmıştır. Adıüstünde fanzindir, fotokopiye, çoğaltmaya müsaittir, her hakkı Ankaragücü tribünlerinde saklıdır. Periyodu yoktur, canı istediğinde çıkar. Her türlü yoruma, fikre, yazıya açıktır. Bu fanzin, çocuklar gibi tedbirsiz, gezginler gibi tetikte olanların, ‘Sokak’takilerin yayınıdır.
İÇİNDEKİLER
Zaman Tüneli (nan) Koca Çınarın Çöküşü (Alberto Granado) Hülle (ihtiyar) Tedirgin (fanontz) Burası neresi biz neredeyiz? (paracomandante) Çıkmaz Sokak (Fanzine) Ankara Ruhu (angutyus) A.Ş. Yapanın! (A S K E R) Emeğinden Gayri Bir Şeyi Yoktu… (sabotiç) Taraftar, kurşun ve Beştepe (ilyakutlu) Söyleşi: Coşkun Akyel (nan & fanontz) Twitter’da Ankaragücü (Alberto Granado) Ankara’dan Galatlar Geçti (Rasko)
Başkent Takımları (6): Deportivo Saprissa: Taraftarını Transfer Eden Kulüp (deliValdez) Güneşli Pazarlar (gökmavi) Free Falcons (dokuzonbeş) Mesken (faruk) Amerika’dan Futbol (2): Endüstriyel Sporun Beşiğinde Taraftarlık (deliValdez) Bastır Chiapas (fanontz) Berkin’in Ardından
Zaman Tüneli 2009 başları, süper ligden düşme olasılığı en yüksek olan takım Ankaragücü’nde C.T. Yıldırım başkanlığa geliyor, takımda oluşan inanılmaz kenetlenme, hırs ve olağanüstü bir azim sonucu Ankaragücümüz ligde kalıyordu. 100.yılımız nasıl olacak derken Darius Vassel Ankaramıza geliyor, havaalanındaki efsane karşılamamız Türkiye ve Avrupa gündemine oturuyordu. Taraftarda yüzüncü yıl havası eserken Nazarenko, Maniche, Sol Campbell ilgi alanlarımıza giriyor, kulüp kombine çıkartıyor ve uzun bir aradan sonra sezon açılışı için 2 Ağustos günü bekleniyordu. Nasıl olduysa oluyor ve birkaç gün içinde olağanüstü kongre kararı alınıyor, sezon açılışında olaylar çıkıyor ve ilginç bir şekilde Ankaraspor ile birleşme gündemimize geliyordu. Melih Gökçek yüzüncü yılımızda şampiyonluk vaadinde bulunurken belediye desteğini sadece ve sadece oğlunun Ankaragücü Başkanı olması koşuluna bağlıyordu. Oğul Gökçek, başkan olacak, kendi adamları yönetime girecek ve Büyükşehir’in olanakları bu durumda Ankaragücü’ne açılacaktı. Oysa Gökçekler çok değil 1 ay önce, sözleşmesi bitmek üzere olan Serkan Kırıntılı’yı Ankaraspor’a almaya çalışmış ve Ankaragücü fazladan 200 bin lira ödemek zorunda kalmıştı. Vassel’in transferinin 20 gün gecikmesinde de Ankaraspor etkisi ile olduğu söyleniyordu. Ankaraspor’un kazandığı Ankaragücü maçından sonra gerginlikte arabasına binerken s....m gecekondusunu da, Ankaragücü’nü de diyen kimdi hatırlar mısınız? Ya 19 mayıs Stadının sularının "sadece" Ankaragücü maçları olduğu günler kesildiğini? Beştepe tesisleri kaçak diye yıkım emri çıkaran da o değil miydi? Doğuştan Fenerliyim diyen, Gölbaşı Fb tesislerinin açılışında, genç yetenekleri Fenerbahçe’ye kazandırmaktan gurur duyacağız, Ankara’yı Fenerbahçe’nin fabrikası yapacağız diyen de oydu. Ankaragücü taraftarları bunları bilmesine biliyordu, hatta 17 Nisan 1999 tarihinde bir maç öncesi dağıtılan bir bildiride “İ.Melih Gökçek. Biz Ankaragüçlüyüz. Peki ya sen! Senin ne olduğun, neci olduğun belli değil. Ankaragücü’nü bize bırak. Sen bize gölge etme yeter. Biz seni biliriz. Sen Ankaragücü’nü değil, kendini düşünürsün. Sana Ankaragücü’nü vermeyeceğiz. Ankaragücü’ne yakışmazsın.” Diyen yine Ankaragücü taraftarı değil miydi? Nasıl bir akıl, vicdan tutulması oldu da bu kulübün Gökçeğe verilmesinde taraftarlar önayak oldu? Aslında cevap belliydi, tamamen
duygusal… 2009’un sonlarında bazı Ankaragüçlüler otoparklardan gelecek gelirlerle, Gölbaşı’ndan derneklere tahsis edilecek arsalarla ekonomik özgürlüklerine ulaşacaklar ve Ankaragücü’nü daha fazla düşüneceklerdi! Böylelikle tribünlerde rant olmayacak ve kaos ortamı son bulacaktı! Bunu söyleyenler varken içinde bulunmaktan gurur duyduğum Sokak ise “Ankaragüçlülük para ile olmaz. 600 TL ile evini geçindiren, çocuklarını büyüten, eşinin, çoluğunun, çocuğunun rızkından keserek Ankaragücü sevdası ve Ankaragücü aşkı ile yanıp tutuşan, tribünde omuz omuza verdiğimiz, deplasmanlarda ekmeğimizi bölüşerek kardeşlik duygusunu yaşadığımız arkadaşlarımızla takıma destek olacağız. Bundan ötürü otoparklar, arsalar sizin, ANKARAGÜCÜ bizimdir” diyordu.
30 Ağustos 2009’da kongrede Ankaraspor ile birleşme projesi olmak üzere iken ise ne yazık ki yine sadece Sokak, güç birliği olarak anılan projede sahip çıkmakla sahip olmak arasındaki farka atıf yaparak camiayı dikkatli olmaya çağırıyordu. Ne var ki Cemal Aydın-Melih Gökçek ortaklığı başarılı olmuş Ankaragücü’nü, Ankarasporlaştırma çalışmaları başlamıştı. Tipik Gökçek politikası olarak vaat bombardımanı başlamış ve kimse bir şey söyleyemez hale gelmişti. Ankaragücü’ne gelecek dünya yıldızlarını hatırlıyor musunuz? Ricardo Costa, Makalele, Balotelli, Şevçenko, Yıldıray Baştürk…. Sonra Ankaragücü’ne her ay gelecek 5 milyon para, yine Melih Gökçek’in yapacağı bir balo ve toplanacak en az 30 milyon para, taraftar kartları, Ankaragücücell, Ankaragücü tv, Saray tesisleri, üniversitelerle işbirliği…. Peki ne yapılmıştı, Ankaraspor’un tüm topçuları Ankaragücü’ne kiralanmış, Ankaragüçlü topçuların sözleşmeleri feshedilmiş, kulüp çalışanları işten çıkartılmış, Beştepe tesisleri atıl duruma düşürülerek aylık birkaç yüz bin kira bedeli ile Saray tesislerine gidilmiş, Ümit Özat takımın
başına getirilmiş, tribünler birbirine düşman edilmişti. Ankaragücü takım otobüsü için yüz bin lira ödenmemiş, otobüs hacze düşmüş, akabinde 25 bin lira karşılığı Ankaraspor takım otobüsü kiralanmıştı. Gecekondu tribünün maç biletlerinin kaç lira olduğunu hatırlıyor musunuz? Ya diğer tribünlerdeki promosyon biletleri? Maçlardan önce çakma forma, sonra da top dağıtılması? Ayhan Atalay’la rezil oluşlarımızı? Ankaragücü ruhunun her sene ligde kalmaya çalışmak olduğunu söyleyen teknik direktörümüzü? Sezonu 13. Bitirmemiz, sonra ki sezonda kulübün terk edilişi? Bütün Ankarasporlu topçuların bir anda kulübü bırakarak haciz işlemi yapmaları? Takımın deplasmana gidecek para bulamaması? Tesislerde doğalgaz, elektrik, su kesintileri? Islak formalarla yapılan Sivas maçı? Ankaragücü otobüsünün haczedilmesi? Küme düşürülmeler? Bank Asya’da oynadığımız maçlarda gasp edilen puanlarımız? Amatöre kadar düşeceksiniz diyeni de hatırladınız mı?
Bu zaman tüneli çok karanlık değil mi? Unutulmayacak kadar karanlık. O karanlık günleri unutmayacağız, bu dünyadaysa bu dünyada, mahşerdeyse mahşerde bu hesap açık kalmayacak. 30 Mart bunun için belki de başlangıç olacak. Merak etme Gökçek, Ankaragüçlüler sandıkta da o karanlığı hatırlayacak. nan
KOCA ÇINARIN ÇÖKÜŞÜ Yıllarca “Hükümet düşer, enflasyon düşer, Ankaragücü babayı düşer” diye haykırdık, gelinen nokta malum; Ankaragücü iki yılda iki lig birden düştü. Peki bu duruma nasıl geldi koca çınar, Türkiye’nin en köklü camialarının başında bulunan MKE Ankaragücü’nü kimler dipsiz kuyulara attı?
Cemal Aydın; 12 yıl süren hükümdarlığının sonunda, her sene (Ersun Yanal’la gelen dördüncülük hariç) ligin son haftalarına kadar düşme korkusu taşıyan taraftarın tepkilerinden sonra görevi Serdar Özersin’e devretti. Özersin; Dört aylık kısa ve krizli sürecin sonunda 2009 Mart ayında klübü Genel Kurula götürdü ve Genel Kurulda üyelerin tamamının oyunu alan Cengiz Topel Yıldırım MKE Ankaragücü’nün yeni başkanı oldu. Cengiz Topel Yıldırım’ın görevi aldığı dönemde, “bu sene kesin düştük” derken Kocaeli, Eskişehir, Fenerbahçe, Ankaraspor ve Denizlispor galibiyetleriyle lige tutunmuş ve Darius Vassell transfer ile sezona umutlu başlamayı planlıyorduk. Lakin Cemal Aydın’dan önce klübün başına geçmeyi planlayan,zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz’ın müdahalesi ile bunu gerçekleştiremeyen İ.Melih Gökcek’in Ankaragücü saplantısı bir kez daha alevlenmişti. Gökcekler kulübü almak için türlü türlü vaadlerle Ankaragücü taraftarlarının başını döndürmüştü. Ben ve benim gibi düşünen arkadaş grubum olarak bizler; İ.Melih Gökcek’in klübün başına gelmesi durumunda bunun sonumuz olacağını,yalan ve boş vaadlere kanmamız konusunda renkdaşlarımızı uyarmamıza rağmen kapalı kapılar ardında yapılan kirli pazarlıklar sonunda MKE Ankaragücü’nün kalemi kırıldı, yeni başkanlığına Ahmet Gökcek, Onursal başkanlığına İ.Melih Gökcek getirildi.
Gökceklerin ilk işi kirli rantlarının ortaya çıkmaya başladığı Ankaraspor’dan kurtulup, oradaki oyunculara fahiş maaşlarla MKE Ankaragücü’ne aktarmak oldu. Daha sonra da Darius Vassell gibi MKE Ankaragücü’nün ruhuyla mücadele eden bütün futbolcularımızı göndererek kadroyu kendi getirdikleri ruhsuz, soğuk takıma boyadılar. Yıllarca gözümüz gibi baktığımız, kulübe ait olan Tandoğan ve Gökce Karataş tesislerini kapatarak takımı Saray Tesislerine götürdüler. Taraftarları bedava biletlerle, otoparklarla, büfelerle, aylık bağladıkları maaşla susturup, tribünleri böldükce böldüler. Yani ilk işleri bizim ruhumuzu teslim almak, bizi biz yapan özellikleri çalmak oldu. Gökçekler görevi devraldıldan sonra hiçbir sözlerini tutmadılar. Ne tribünde ne de takım içerisinde huzur kaldı. Bu duruma daha fazla dayanamayan Ankaragüçlüler, Gökceklerin seçildiği kongrede usulsüzlük olduğunu belirtip mahkemeye başvurdu. Mahkemenin sonucunda da Gökcek yönetimi düştü ve Yargı görevi son başkan Cengiz Topel Yıldırım’a verdi.
Gökcek yönetimi arkasında koca bi enkaz bırakıp gitti. Haklarında ortaya konan iddialar ise felaketin habercisiydi: “Yaklaşık iki sene süresince fahiş fiyatlarla sözleşme imzalattıkları futbolcuların paralarını elden ödeyerek futbolcuları hiç para almamış gibi gösterdiler. Mahkeme kararı ile görevden düşünce futbolculara “TFF’ye başvurup sözleşmenizi iptal ettirin” direktifi vererek getirdikleri bütün futbolcuların sözleşmesini iptal ettirmelerini sağladılar, kulüp futbolculardan bonservis parası kazanamadığı yetmezmiş gibi Gökcekler futbolcuların bonservislerini ceplerinden vermiş gibi gösterip MKE Ankaragücü’nün borç hanesine yazdılar. Saray Tesisine aylık 200 Bin Lira kira yazarak görevden gidince olmayan kira bedelini de MKE Ankaragücü’ne yazdılar.” Bu paraların ödenmesi için mahkemeye başvurdular ve MKE Ankaragücü’nün televizyon, reklam, iddaa, maç bileti satışı vs gelirlerine temlik konuldu, kulübe üst üste hacizler geldi, elde kalan 17-20 yaşındaki futbolcularımızla adeta varolma mücadelesi verdik. Sivas’ta
karın,soğun altında futbolcu çocuklarımız ikinci yarıya çıkacak ikinci bi formaları olmadığı için ıslak formalarla mücadele ettiler, futbolcularımız tesislerde yemek bile yiyemeden kamp yaptılar, suları-elektrikleri kesildi taraftarlar para toplayarak kulübe yardımcı oldular.
Son üç yılda adını ve sayısını hatırlamadığımız başkanlar gelip gitti. İçlerinde Atilla Süslü gibi gerçek Ankaragüçlüler olsa da gelip gidenlerin kulübe hiçbir katkısı olmadı tam tersi Sami Altınyuva gibi klübün gelirlerini ve Gaziantepspor’a satılan Turgut Doğan Şahin’in parasını alıp kaçanlar da oldu. Gelinen son noktada ise; İ.Melih Gökcek yandaşlarından eski Ankara Umumi Otomobilciler ve Şoförler Odası Başkanı yeni Ankara Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı Mehmet Yiğiner’in başlattığı DİRİLİŞ mücadelesinde eski günlerimize dönmek için çırpınıyoruz. Kulübün Anonim Şirketi yapılması gündemde ve buna kesinlikle karşıyız. Bizim en büyük gurur kaynağımız olan, Kurtuluş Savaşı’nda cepheye top,tüfek yapan İmalat-ı Harbiye’nin yani Makine ve Kimya Endüstrisi’nin kaldırılıp atılmasına -bizlere yakın dönemde yönetimin yaptırdığı gibi kurşun yağdırsalar bile- göz yummayacağız! Tabi bu dönemde İ.Melih Gökcek’in MKE Ankaragücü’nü bitirme sevdası yine harmanlandığı için en büyük mücadeleyi ona karşı veriyoruz ve bu yüzden diyoruz ki; ANKARAGÜCÜ DÜŞTÜ MELİH GÖKCEK DE DÜŞECEK ! Alberto Granado
Hülle Kendisiyle barışık, adı kara bahtı ak şehrin kendisiyle bile kavgalı hırçın ve muhteris çocuğu idi. O kadar tatminsizdi ki bedeli her ne olursa olsun her şeyin en iyisi sadece ve sadece kendisinin olsun istiyordu. Ciğerci kedisi gibi dolanıp duruyor, ciğeri kapamadığı zamanlarda da “mundar” diyordu. Hiç kabul etmiyordu ancak kaptığı ciğerleri de mundar ediyordu. Sözün kısası, muhterisliğinin neticesinde mundarlık kaçınılmaz oluyordu. Elini değdiği her şeyi mundar eden bu çocuk spora da meraklı idi. Keşke meraklı olduğu kadar da becerikli ve iyi niyetli olsa idi. Kulüpler kuruyor, nadiren de olsa sportif başarılar yakalıyor ancak bir türlü ruhu yaşayan bir bedene sahip olamıyor, sporseverlerin ilgisini çekemiyor, teveccühüne mazhar olamıyordu. Bu nedenle olsa gerek yeni kulüpler kurmak yerine mazisi parlak, halkın gönlünü kazanmış ama mevcutta dara düşmüş kulüplere yöneldi. Aldı, adını değiştirdi, para harcadı, reklam yaptı ama ne olursa olsun başarı bir türlü gelmedi. Zaten İngilizler de klonladıkları koyunu uzun süre yaşatmayı bir türlü becerememişlerdi. Olsundu. Bizim kedi, kedilerin kralı idi. Dolayısı ile ciğerlerin kralı da onun olmalıydı. Senelerce dolandı etrafında, çokça yaklaştığı zamanlar oldu ancak bir türlü ulaşamadı. Kah mundar dedi, kah zaten karnım tok dedi, kah ilgi alanımda değil dedi; yine de gözünü alamadı. Bir gün fırsatını buldu, punduna getirdi ve kapıverdi ciğeri. Kapmak ne kelime, mili mücadele esnasında işgal kuvvetlerinin dahi yıkamadığı koca çınarı iki sene içerisinde tarumar etti, perişan eyledi. Şimdi yine bir yerel seçimin arifesinde ortaya çıktı bizim oğlan. Ankaragücü hak ettiği yerde değil, seneye bir formül bulup Ankaragücü’nü süper lige taşıyacağız diyor. Ben bu oğlanı azıcık tanıyorsam bu söz en az Kızılay – Keçiören metrosu kadar balon. O yüzden mutluyum, ya bir de gerçekten doğru söyleseydi? Efendiler, biz Ankaragüçlüyüz, MKE Ankaragüçlüyüz. Hem bu takım hem de MKE bize İmalat-ı Harbiye’den miras. Derin bir tarihimiz, şanlı bir mazimiz var. Mazinin şanı sadece sportif başarıdan değil; İmalat-ı Harbiye emekçilerinin alın terinden, Payitaht’tan Ankara’ya hicretten, milli mücadeleden, cumhuriyetin kuruluşundan, iyi gününden, kötü gününden, her daim hep beraber olmaktan müteşekkil. İçinde mücadele edilecek ligin adının başında “süper” ibaresi olacak diye süper bir maziden vazgeçmemizi kimse beklemesin. Biz içinde alın teri
olmayan bir yaklaşımı benimsemiyoruz, kabul etmiyoruz. Aksi halde “alın teri, bilek gücü” şiarıyla hareket eden İmalat-ı Harbiyeli büyüklerimize de, kendimize de, doğacak yeni nesillere de bunun hesabını veremeyiz. Süper lige geri döneceğiz diye hülle yapacak değiliz. Dedelerimiz memleketten işgalcileri kovmak için gülle yapmışken biz bugün işgal zihniyetinin başka bir yansımasıyla hülle yaparsak bize yakışır mı? Bir taraftan ama Göztepe diyenleri duyar gibi oluyorum… Onu da izah edeyim efendim. Göztepe ile aramızdaki husumete, hiç tesis edilemeyecek sulha rağmen hakkını teslim etmeliyiz ki memleket tribünleri içinde takdire şayan tarafta kendine yer edinmiş camialardan biridir. Zor günler geçirip, darboğazlar yaşayıp kendilerini layık olmadıkları bir yerde bulmuşlar sonra da mecburen yahut kerhen hülle yolunu seçerek hayata tutunmuş, Aliağa Belediyespor ile isim değiştirerek yeniden profesyonel liglere dönmüşlerdir. Bir nevi takas ile profesyonel liglere dönen Göztepe, ismen dönmüş olsa da cismen, yani mazisi ve ruhu ile aslında tarihe gömülmüştür. Şöyle ki birleşmeden evvel 000105 kulüp kodu ile TFF’ye tescilli iken birleşmeden sonra mecburen Aliağa Belediyespor’un 000269 nolu kulüp kodunu almıştır. Bu şu anlama gelmektedir; kayıtlarda sorgulama yapıldığında karşınıza çıkan bilgiler Göztepe’nin değil Aliağa Belediyespor’un mazisidir. Bugünkü Göztepe’nin tarihinde ne geçmişte elde edilmiş başarılar, ne de Avrupa kupalarında finallere kalan ilk Türk takımı olma başarısı vardır. Gerçek Göztepe, 000105 kulüp kodu ve Aliağa A.Ş. adı altında amatör liglerde tescillidir. MKE Ankaragücü’nün federasyona tescili 000153 kulüp kodu iledir. Ankaraspor ise 010779 kulüp kodu ile tescillidir. İsim değişikliği MKE Ankaragücü’nü yeniden süper lige taşıyabilir. Peki efendiler söyleyin bakalım bunun karşılığında mazimizden vazgeçecek misiniz? 000153, milli mücadeledir. Gol kralı olan Ali Osman’dır. Kupayı aldıktan sonra tel örgülerden taraftarın üzerine uçan Adil’dir. Cumhurbaşkanlığı Kupası finalinde kupayı getiren frikiği bombalayan Nazmi’dir. Değil amatöre, mezara dahi gömülsek mezar taşımızın kodu 000153 olacaktır. Şimdi söyleyin efendiler, İmalat-ı Harbiyelilerin güllesi mi yoksa bizim muhteris oğlanın hüllesi mi? Halep orda ise arşın burdadır. Hülle diye fikir beyan edenler boylarını ölçsünler de kaç arşınmış bir bildirsinler, eteklerini ona göre diktirelim. ihtiyar
TEDİRGİN Sene 2019, aylardan Mayıs… Bir gece Kızılay’ın sokaklarında dolaşırken gözüme bir duvar yazısı çarpıyor: Alayına isyan inadına Ankaragücü. Hatıralar zihnimde canlanadursun isyan ve inadı sorgulumaya başlıyorum. Nerde yanlış yaptık diyorum kendi kendime. Diğer taraftan Süper Lig’de Ankaragücü A.Ş. adında bir takım küme düşme hattında can çekişiyor, aklıma geliyor bir an. İlgimi çekmiyor bu durum pek. Haykırarak beter olsunlar diyorum. Sonra tekrar isyan ve inadı sorguluyorum. Yanlışın nerde olduğunu bir kez daha buluyorum ama yine içime atıyorum. Hatıralara ihanet olmasın diye susuyorum bir kez daha. Şarabımdan bir yudum alıp yoluma devam ediyorum. Kolej’den Kurtuluş’un ıssız sokaklarına doğru yürürken yolumu değiştiriyorum. Sola sapıyorum… Kurtuluş kavşağından Hacettepe’ye doğru tırmanmaya başlıyorum. Cebeci’nin ıssız sokaklarının arasında ay gibi parlayan Cebeci AVM’yle göz göze geliyorum. Şarabımdan bir yudum daha alıp “Alayına isyan inadına Ankaragücü” yazısını Cebeci sokaklarında arıyorum. Yazı silineli yıllar olmuş… Yerinde yeller esiyor. Şarabın dibini de kafaya diktikten sonra AVM’ye doğru fırlatıyorum. Apar topar güvenlik görevlileri geliyor. Alkolden direncini yitirmiş bedenimi iki büklüm edip alelacele devriye ekiplerine haber ediyorlar. Faşizm artık tırmanacak mesafe bırakmamış, doruğa ulaşmış. Ellerime kelepçe vuruyorlar. Milletin avmsine zarar vermek, sokakta alkol kullanmak ve güvenlik güçlerine direnmek suçlarından savcılığa sevk ediliyorum. Aklımdan isyan ve inat bir türlü çıkmıyor. Çok fazla düşünmüyorum başıma gelenleri. Sadece neden direnmedik, neden başımızı öne eğdik diye kendime soruyorum. Beş yıldır cevabını bulamadığım soruları yinelemekten usanmıyorum. Karakoldan savcılığa sevk edilirken bekletiyorlar beni karakoldaki odalardan birinde. Gözüme bir gazete parçası çarpıyor. Başkent ASAŞ’ta yine kayıp. Sadece gülümsüyorum…
Sonra polis eşliğinde savcının yanına götürülüyorum. Kafam açılmış iyiden iyiye. “Neden yaptın?” diye soruyor savcı. Ona da gülümsüyorum ve eş zamanlı olarak kolumdan tutan polisin şamarını suratımda hissediyorum. Yedi yıldır iyileşmeyen dişim sızlıyor… Ben yine gülümsüyorum. Bir tokat daha… Sonra dilim çözülüyor hafiften. Ama tabi ki savcı beni dinlemiyor. Kelimeler havada uçuşuyor. Savcının bir kulağından bile girmiyor ki diğerinden çıksın… “Ankaragücü, Gökçek, A.Ş., Cebeci, avm, 19 Mayıs vs.”
Sonra savcı bana bağırıyor. Kurtuldunuz işte adamdan. 25 yıl size hizmet etti, takımınızı dipten alıp zirveye çıkardı yine yaranamadı… Ben beş yıldır cevap vermekten yorulmuş bir vaziyette sadece dinliyorum. Sonra Sabo’yla Bonus geliyor beni almaya. Konuyu öğrenmişler… Yıllardır kendi aramızda bahsini bile geçirmediğimiz mevzuyu açmıyoruz tabi ki. Bonus bize gidelim içmeye devam edelim diyor, gidiyoruz. İçmeye başlıyoruz… Fonda Ahmet Kaya’dan “Tedirgin” çalıyor. Beş yıldır aynı şarkıyı dinliyoruz her buluştuğumuzda. Bir Mart öğleden sonrası satılan Ankaragücü sevdamızı anlatıyor bize Ahmet Kaya’nın sesi… Sarı sıcak yazılar uzak Dost uzanan eller uzak Karanlıklar kurmuş tuzak Benim sonum dünden belli Haramiler sarmış yolumu Güvercinler muhbir ucar Telden tele fermanım gider Benim sonum dünden belli Gözlerim dolar kan sanırım Betonlar boğar nefessiz kalırım Şahidim yoktur Perdeler örtük İnanamazsın ağlarsın
Geceler mi sen, ben mi yorgunum Mermiler mi sen, ben mi yangınım Düşlerim tutsak Yüreğim sürgün
İçimde bir çocuk tedirgin Suskunum vurgunum Tedirginim benim Haylanmaz uslanmaz Tedirgin... fanontz
Burası Neresi Biz Neredeyiz… Körfez deplasmanında Sabotiç kafa bi dünya geldi, naber dedik, biz nerdeyiz dedi. Ne bulduysa içmiş beynini yemiş. Biz daha az alkolün etkisiyle mantıklı cevap vermeye çalışıyoruz ama o an çok da haklı olduğumuz söylenemez. Baş dönmesinin, meditasyonun, alkolün ya da uyuşturucunun, bazen çeşitli hastalıkların ya da büyük duyguların etkisiyle şu dünya ayaklarınızın altından kayıp gider, çizgiler silinir, koordinatlar kaybolur, coğrafya denilen büyük devlet bilimi yerle bir olur. Ve orada çizgilerinden kurtulmuş başka türlü bir dünya aniden kuruluverir. Etrafınızda ne kadar çok bina, araba, para, kredi kartı varsa da siz çöle düşmüş gibi olursunuz; ve bu uçsuz bucaksız çölde bu öncekiler artık hiçbir işe yaramaz… Sadece gülünçtürler, kahkahalar atmanıza neden olurlar. Sonra iktidarların neden bu kahkahayı yasaklamaya çalıştığını sezmeye başlarsınız yavaş yavaş, tribünlerde neden taraftar yerine akıllı seyirci istediklerini, ayakta omuz omuza söylenen bestelere karşı neden oturmayı dayattıklarını, deplasman yasaklarını, elektronik bileti, alkol kontrollerini… evet bunların tümünü anlarsınız. İsterler ki yerimizi bilelim…
Bize yerimizi bildiren bu koordinatların amacı sadece herhangi bir “taraftar saçmalığını” bastırmak ya da yeni bir seyircilik kültürünü boş yere dayatmak olamaz. Çünkü bu da başlı başına saçmalık olurdu. İktidarlar, koordinatların kârlı olduğunu fark etmişlerdir. Para getirmeyecek olsa bunu niye yapsınlar ki? E-bilet sadece bir fişleme aracı olsa buna hiç girişmezlerdi. İnsanları fişleyebilecekleri onlarca yoldan sadece biridir ve bu kadar maliyetli bir fişlemeye hiçbir iktidar boş yere başvurmaz. Ama taraftarlığı bastırıp seyirciliği dayatmak kârlıdır. Çöle beton döküp pazarlamak
kârlıdır. Deplasman yasağı bile başlangıçta saf bir yasakmış gibi görünmesine rağmen, futbol satmanın daha büyük projesinin yerleştirilmesine giden yoldaki bir parça olduğu ölçüde aslında endüstriyelleşmenin bir sonucudur. İçtiğimiz içkiye para vermediğimizi iddia etmiyorum (vermeyenler de var), bindiğimiz otobüste veya maç günleri Rüzgarlı’da yine belirli bir ölçüde kapitalizmin sattığı ürünlerini tüketiyor olduğumuz da doğru. Ama bunların hiçbiri endüstriyel futbol gibi büyük bir projeyi doğrudan destekleyen şeyler değil. Kapitalizmin daha fazlasına ihtiyacı var, futbol coşkusunu, taraftarlık kültürünü bir bütün olarak sermayeye tercüme etmeye ihtiyacı var. Sadece birayı değil futbolu satmaya bu kadar hevesli olmalarının sebebi bu. Taraftarlık hem sermayeye bütünüyle dönüştürülemeyen hem de yoğun enerjisiyle iktidar kurumlarına karşı doğrultulmuş bir dinamik olduğu için baskı altına alınıyor. Daha doğrusu, onun dinamiği başka “işe yarar” şeylere dönüştürülüp, bunu sürdürmesi için destekleniyor. Ama unuttukları bir şey var. Ne yaparlarsa yapsınlar hep kaçan bir şeyler olacak. Göremedikleri, denetleyemedikleri yerler olacak. Şehirlerinin içinde büyüyen çölleri çok geç fark edecekler, ve fark edip oralara da beton döktüklerinde arkalarında başka çöller büyüyecek. Sokaklar hep dolacak, insanlar hep itiraz edecek, yaşam hep yeni yollar bulacak. Ve yaşamı sadece koordinatlar ile algılayabilen iktidarın gözünden bazı hareketler hep kaçacak. Otobanlarının, yüksek binalarının, koydukları sınırların kuytuluklarında, şehrin çukurlarında biz varız. Seçtiğimiz şey bir koordinat düzeninden daha iyi olduğunu düşündüğümüz bir koordinat düzeni değil. Bir iktidardan daha iyi olduğunu hissettiğimiz bir iktidar, bir baskıdan daha insani olduğuna karar verdiğimiz bir baskı sistemi de değil. Doğrusunu söylemek gerekirse, ve mutlaka bir seçim yapmamız gerekiyorsa, çöl kumunu taşıdığımızı daha zor fark edebilecek şaşkın bir iktidar. Bilsen şimdi nerdeyiz biz bir otobüsteyiz Haplanmış patlıyoruz triplerdeyiz Bazen İstanbul, Bursa, bazen Kayseri’deyiz Bırakır mıyız sandın Başkent peşindeyiz Paracomandante Marcos
Çıkmaz Sokak Çocukluğum erkek çocuklarıyla sokaklarda top peşinde koşarak, ağaçlardan düşerek, abiler futbol oynarken kenardan onları izleyerek ve büyümek için dua ederek geçti. Onların arasına girebilmek için büyümem
şarttı. Sen git kızlarla bebeklerinle oyna derlerdi çok bozulurdum. Arabalarım, toplarım, sapanım vardı bir de üç beş bebek. Küçük kız çocukları gibi elimde bebek evcilik oynamak hiç gelmedi aklıma. Derler ya doğuştan diye aynen öyle, içimde vardı benim yaradılışıma aykırı olmak. Annelerinin yanında onlar gibi olmaya özenerek büyüyen, makyaj yapmaya çalışan, topuklu ayakkabılar giyip ortalarda dolaşan küçük sevimli kız çocukları gibi olmadım hiç. Hoş istesem de olamazdım. Annem de böyle benim. Babama "sen gelmeyeceksen gelme biz maça gidiyoruz" diyen bir kadın kendisi. Ona çekmişim bende. Babamın da pek maç kaçırdığını bilmem. Deplasman demez uzak demez gider her yere. Bağlılık, tutku, sevgi denen şeyleri bir futbol takımından, bir armadan, koca bir tribünden ögrettiler bana. Bir kız çocuğu için fazla sert, fazla korkusuz büyüdüm. Babamın elinden tutup gittiğim maçların etkisi sanırım. Tribünde yanımda kopan kıyametten aldığım bir güven, öyle bir güç. Annemden, babamdan ve tribündeki abilerden cok şey öğrendim ben o küçücük halimle. Tehlikelidir öyle yerler çocuklar için, her türlü olay çıkabilir bir anda. Kimi zaman gerginlik tavandadır kimi zaman tam tersi. Öyle de şeyler yaşanır ki o stadda iyi ki burdayım dedirtir insana.
Taraftar anne babanın yanında öyle çocuklar büyür ki, kaybedilen bir maçın ardından evde yaşanan sessizlikte ne yapacağını da bilir, atılan bir golle alınan maçın nasıl kutlanacağını da. Futbol için "22 adam bir topun peşinde koşuyor ne anlıyorsunuz?" diyen arkadaşlar hayatı bir yerden okuduklarıyla, dışardan seyirci olarak izledikleriyle çözmeye çalışıyor bence. Tamam demiyorum ki tribünsüz, futbolsuz büyümez, olursa her şey tamam olur. Daha gerçektir orada her şey. Elle tutulur gözle görülür sevinçler de üzüntüler de. Ve şimdi böyle büyüyen birçok çocuğun elinden en sevdiği şeyi almaya çalışıyorlar. Kiminin çocukluk aşkını kiminin aile diye kabul ettiğini. Bak baban ölecek ama biz onun adını başkasına vereceğiz sen ona baba dersin diyorlar. Hepimizle dalga geçiyorlar. İyisiyle kötüsüyle bizi büyütene değil de, hayatımıza eli değmemiş, uğruna saatlerce yol gitmediğimiz bir takımın tribünlerinde olmamız gerektiğini söylüyorlar. Kendi adıma şunu söyleyebilirim ki bu yeni takım, yapılması planlanan yeni stad benim olmayacak, sahiplenmeyeceğim. Benim hissiyatımda olan birçok arkadaşım da var biliyorum. Gelecek neyi gösterir neler yaşarız bilmem ama kendisini bir şehrin sahibi zanneden bir şizofrene teslim olmayız biz kolay kolay. Kabullenen olur, her şeye tamam diyenler hani. O da onların bileceği iş. Elimizdeki bizi bu dipsiz kuyuya düşmekten kurtaracak belki de son şans. Malum gün. Kuş gibi olsak ya bir pazartesi sabahı ne olur?
Not: Bizi bu durumlara getiren, cocukluğumuzu, ilklerimizi elimizden almaya çalışan, sevgimizi, bağlılığımızı hiçe sayan herkese sonsuz lanetler. Fanzine
ankara ruhu bir şehrin ruhu olur mu? bir şehir içinde yaşayanlar ile nefes alabilir mi? bir şehrin ruhu olabilmesi ve içinde yaşayanlar ile nefes alabilmesi için o sehirin insanları ile birlikte bir bütün olması lazım bana göre. şehir içinde yaşattığı insanlaraihanet etmemeli, onların çocukluklarının , gençliklerinin en güzel hatıralarını saklamalı. o zaman şehrin ruhu oluyor o zaman yaşadığın şehrin senin ile birlikte nefes aldığını hissediyorsun.
türközü’nde geçti benim çocukluğum. bizim ile nefes alan bizim ile üzülen bizim ile gülen bir şehirde büyüdüm ben. hani diyorlar ya ‘’ankara da deniz yok’’ lan nasıl yok ankara da deniz? ankara da deniz yoksa ben neden 12 yaşımda 80 mt’ye kadar su geçirmeyen casio saatim var diye havalara giriyordum? imrahor deresi bildiğin deniz di lan. imrahor deresi benim çocuk gözümde dünyanın en büyük denizi dünyanın en güzel plajıydı. bir şehrin ruhu budur. bir şehrin nefes almasıda budur. çocukluğumda ankara’lı olmak diye bir ayrıcalık vardı mesala. bir bakkala girdiğinde, bir dolmuşa bindiğinde ‘’kolay gelsin, hayırlı işler’’ demezsen yüzüne bakardı karşında ki insan şaşkın şaşkın. mahallenin en çakalları, en belalı piçleri yanında aşlesi ya da kız arkadaşı ile gezen birisini görse can düşmanı bile olsa başını öneeğerdi. delikanlıya yakışmazdı yanında kadın olan adama bulaşmak. bunlar kişisel racon değildi. bu kurallar beraber ağladığımız beraber güldüğümüz ve bizim ile nefes alan bir şehrin ruhuydu. ankaralı olmak bir ayrıcalık, bir naiflik, bir incelikti.
akün sineması vardı mesala. çocukluğumun ve ergenliğimin en güzel hatıraları. sadece benim değil eminim ankaralı olup benim yaşıma dayanmış birçok insanın buruk bir gülümseme ile hatırladığı. koskoca ankara ya bir sinama salonu sığmadı. düşünsene alt tarafı bir sinema salonu be. kimbilir kaç defa bizi terk edi giden hayırsız sevdalarımız ile girmiştik o salona ya da şimdi çok uzaklarda olan kaç tane dostumuz ile buluşmuştuk akün sinamasının önünde. bir sineme salonunu bir adresi bir ismi bile çok gördüler ankaralılara. bu şehrin ruhuna tecavüz ettiler. bu şehrin insanının hatıralarına tecavüz ettiler, bu şehrin mayasına tecavüz ettiler. bak bir hatıramı anlatayım ankara ile ilgili. tunalı daki meşhur kıtır piliç. turkozu'nden iki arkadas ile gitmiştik. daha tıfıl günlerimizde. bir köşeye oturup biralarımızı içerken, iki tane hatun yanımıza oturdu.
biz alışkın değiliz böyle aksiyonlara. bizim bebelerin ve benim yüreğimiz ağzımıza gelmişti. bizim gibi amele apacilerin masasını concon kızları şenlendirmişti. ne kadar sevinmiştik.. dışarı çıktığımızda, kafalar güzel... hiç unutmam.. konuşmadan kafamız önde dönerken bizim varoş mahalleye, arkadaş derin bir -offffff çektikten sonra.. - bizde çılgınız amina koyumm.. demisti. böyle bir yerdi işte ankara. hangi semtinden gelirse gelsin dışlamayan, hor görmeyen, bağrına basan. şimdi girişlerine kapılar yapılıyor, kavşaklar açılıyor her tarafı birbirinden iğrenç alış veriş merkezleri. lan ankara da alış veriş merkezi paran varsa tunalı, kızılay.. orta halliysen zafer çarşısı ve çevresi. garibansan sihhiye köprüsü, nostalji arıyorsan ulus saman pazarıdır. ne alış veriş merkezi? ne kapısı? ne kavşağı? inönü stadına göz koymuş şimdi de çiyanlar, yılanlar. 19 mayıs stadının haline bakmadan. ortalama 15-20 bin kişi ile 2. lig de oynayan bir tanımın stadının hali hepimizin malumu. yazıktır ankaraya ve ankaralılara. neredeyse 20 yıldır yaşanan bir kabus. bakın oyunuza sahip çıkın. sincan da, pursaklar da yaşayan adamın sizin yaşam alanınız olan tunalı, kızılay, sakarya caddesi nde nasıl yaşayacağınıza karar vermesine izin vermeyin. ankaranın ankara’yı yaşatacak ankara ruhunu yaşayan insanlara ihtiyacı var. bu şehir ölüyor. bu şehrin eski gri, suratsız halinde bile bir ruh vardı. artık oda yok. geceleri ledler ile kenar mahalle pavyonları gibi işıklandırılan rezil binalar bu şehri daha çok öldürüyor. ankara da deniz de var, plaj da var. anakara’yı ankara gibi yaşamak isteyenlere. angutyus
A$ YAPANIN.............. YAKASINDA ELİMİZ! Armanın sarı ışığının söneceğinin düşünüldüğü kongre öncesi Tilki'nin mekanda rakı içerken Zekai Amca ile sohbete daldık."Ne olacak bu Ankaragücü'nün hali" sorusunu sordu, yılların tecrübesi 70'lik Zekai Amca. Sohbetin sonunda "Siz bu Cemal Aydın'ı mumla ararsınız" dedi ve ben bugün kişisel olarak Zekai Amcanın haklı çıktığını düşünüyorum. Aslında geçen günlerde İ. Melih Gökçek'in A.Ş olma adına verdiği demeçlere tüm stad hep bir ağızdan Bugsaş maçında en güzel yanıtı verdi. A.Ş. olsa bile inatla MKE ANKARAGÜCÜ'nün mirasını, geçmişini ve yarınlarını sahiplenecek gelecekte de bu ruhla hareket edecek binlerce Ankaragüçlünün varolduğuna hiç şüphe yok.
Yakın tarihte şu an İngiltere 2.Liginde bulunan AFC Wimbledon gibi bir güzel bir örnek var. Takımın 2002 yılında el değiştereceğini öğrenen taraftarlar Wimbledon FC kulübünün 90 km uzaktaki bir şehre taşınacağını da göz önünde bulundurarak AFC Wimbledon adıyla yeni bir kulüp kurdular. 7 küme daha alltaki bir lig olan “Combined Continues League”den her şeye sıfırdan başlayan Wimledon taraftarlarının asıl takımı 2003-04 sezonu sonunda Milton Keynes Dons adını aldı. MK Dons aradan geçen yıllara rağmen bir türlü başarılı olamadı ve şu an AFC Wimbledon’ın bir küme üstünde 1. Lig’de mücadele ediyor. Bu güne kadar parası ve gücü olanlar her zaman herşeyi satın alınabileceğini düşünmüşlerdir.Fakat unuttukları birşey var: RUH ASLA TESLİM OLMAZ!!! ASKER
Taraftar, Kurşun ve Beştepe Yıllar önce bi deplasmandan dönmüşüz, maç Ankaragücü'nün. Ne yapsak, ne etsek diye düşünüyoruz gece vakti eve de gidilmiyor. Dedik ki "hadi Beştepe'ye gidelim, ora da bizim evimiz nasılsa" bir otobüs adam ne yaptığımızı bilmeden Beştepe'ye doğru gidiyoruz, böyle mutluluk yok. Tesislerin önüne geldik herkes birbirine bakıyor "ee napcaz?" Hemen giriyor biri besteye "Ankaragücü sen çok yaşaa" Belki de hayatımızın en mutlu gününü yaşıyoruz o gün, saat gece 4. Ankaragücü şampiyon olmadı, küme düşmemek için çırpınıyor, deplasmanda galip geldi sadece. Çimlerin üzerinde uyuyanlar, girişte kendine yer arayanlar sanki hepsi evinde gibi. Gerçi zaten orası da onların, taraftarın evi. Sabah saat 9 "beyler şu cepleri bi boşaltın da poğaça alalım" diyen birisi geliyor, gözler yarı açık yarı kapalı veriyoruz cebimizdeki parayı. 1 otobüs insanın cebinden sadece 20 lira çıkıyor. "Oğlum nasıl yaşıyorsunuz siz?" Meyve suyu, poğaça, simit kahvaltı yine Beştepe'de yapılıyor ev gibi yani. Tek eksik annemiz yerine deplasmana gittiğimiz insanlar uyandırıyor bizi. Annemizin dediği "kalk hadi kahvaltı hazır" çağrısı yerine "beyler şu cepleri bi boşaltın" sesiyle uyanıyoruz sadece. Belki de bu daha çok hoşumuza gidiyor bilemiyoruz. Sonra tokalaşmalar, diğer deplasman için alınan sözlerle ayrılıyor taraftar Beştepe'den. "Canım feda olsun sanaa"
Tarih 24 Kasım 2013 Taraftar yenilgi sonrası haklı olarak gergin, Beştepe tesislerine, yani evlerine gidiyorlar. Tarih burada yazılıyor işte asıl "TARAFTARA ATEŞ AÇILIYOR" taraftarın evinde taraftara ateş ediliyor. Yukarıdaki anıyı okuyun, sonra altındaki kalın yazıyı okuyup karar verin. Ben de yazıyı şöyle bitireyim. "Beştepe evdir, Ankaragücü bizimdir!" ilyakutlu
Emeğinden Gayri Bir Şeyi Yoktu... Ankara'nın puslu ayaz bir akşamında başlamıştı her şey diyerek başlasam ne kadar otantik ve güzel bir başlangıç olurdu değil mi? koymuşum soğuğa da kışına da akşamına da :) böyle başlamadı başlamaz da Ankara oğlum burası otantik ingiliz sineması mı çekiyoruz... Neyse internetin başındayız yine bir gün mal gibi bakınırken sohbette bir anda pankart fikri
çıktı. Ne yapsak nasıl yapsak derken hoop sözü yakaladık derken hoop arkasına güzel bir tasarım ohh işte bu rahatça uyuyabilirim. Sabah olur olmaz dükkanda çayı elime almadan telefonu alıp marcos u aradım. Marcos pankart geliyor pankart efsane olcak harika olcak finans durumları nasıl? M - hadi ya ne yapıyoruz S -Sürpriz olsun marcos finansı nasıl yapcaz malzemeleri kim alcak ? M -Ben öğlen iniyorum malzemeleri almaya o zaman inince paslaşalım neyi nereden alacaksam söylersin. S -Görüşürüz... Çay, sigara, çay hooop yine sigara hadi be marcos ne kızılaymış inemedin gitti. Pat marcos arar... M -Kumaşcıdayım hangi renk ? kaç metre ? S -Beyaz olsun bu sefer al 5 metre işimizi görür. M -Başka? S - İyisinden lacivert ve sarı boya . Ama bu sefer renk tonlarına dikkat et geçenkiler çok dandik çıktı değiştirdim. Koyu olsun lacivert. M - Tamamdır onu da hallederim fırçayı da alıyorum ordan. S - Fırçam tinerim var hem de en sertinde arada koklar koklar boyarız :) M - ohh miss :) alınca hepsini ararım
Marcos yine aradı. - Malzemeler tamamdır sedire bırakıyorum S - yav birini bulalım da metroya binip getirsin dükkana ben de başlayım hemen marcos olmaz mı ? M - Kimse yok dönmediler ben sedire bırakıyorum sen halledersin... Derken ekim çıktı lotodan ben alıp getiriyim abi beraber yaparız deyince. hadi o zaman kap gel. Ekimle pankarta başlıyalım derken farklı bir yazı karakteri geldi aklımıza zor olur diye şablon alalım dedik aldık şablonu. Onu assak bir de tribüne öff ne biçim... O gün gelen aksilikler üzerine ayrıldık yarın başlarım dedim pankarta. Sonraki gün dükkana girer girmez alt kata bezi sermekle başladık. karıştır boyatı kat tiner ohhh miss gibi koktu yine fırçayı bandıracak kıvamı yakalar yakalamaz sarı fonları boyamakla başladık. 2 - 3 saatlik çalışmayla sarı bölümler bitti ve pankartın en güzel kısmı olan yeri sarı ya boyadık. Neyse falan filan derken pankartın sarı iç fonları ve çizimini yapabildik. Yine diğer güne kaldı. Sabahı iple çekmenin sonunda dükkana gider gitmez lacivert boyaya sarılıp ince ince boyamaya başladık sabahın köründe... Harfler yavaş yavaş şekillenirken yüzümde garip bir tebessüm oluşmaya başladı güzel oluyordu hem de çok. Lan yoksa tiner mi etki yaptı acaba :) Kaç gündür dükkanda yatıyorduk pankartı burada yaparız dedik bok vardı da dedik. bir kısmı bitti ama işlerin yoğunlaşacağı tuttu. fırça sallayamaz olduk anasını satıyım. Telefon trafiği kurduk hemen cumartesi akşam pankartı yapacak yer bulalım sabaha biterim dedik. onu da demez olaydık. Hep müsait olan zeyberlerin bahçede düğün olacağı tutmuş şansımıza. hoop bir telefon lan bizim büroda yapın tamam dedik demez olaydık. Ora da yattı. hooop bir telefon bizim muhtarlık var arka deposunda yapın tamam dedik demez olaydık. Ora da yalan oldu. tadilatta olan dükkanda yapalım dedik aradık anahtar nerde falan derken ora da olmadı. olum saat geçiyor ne ara başlayacağız ne ara bitecek amk. sıçarım yerine de yurduna da dedik madem Sokaktaki Kavgam dedik kavgayı sokakta verecez... Arka sokağa geçtik ve pankarta “Sokak”tan arda kalan bir şekilde tekrardan başladık... Yine Güzel başladı her şey bonus mekandan kalem bira çözmüştü keyfimiz yerine geldi. Hooop bi fırça lıkır lıkırrrr fırça darbeleri sigara yok mu olum. Alican sıçacam tutacağın ışığa güzel tutsana. Tamam lan görünüyor ya işte...
Güzel gidiyor dedik ya her şey arkada binanın fanları çalışmasıyla başladı bokun bok işler yine kıçımız donmaya başladı hava -8 vurmuş gece 2 olmuş ara bir sokakta pankart yapıyoruz. Şarap falan alın da ısınalım oğlum bu ne lan böyle alican ben gidiyim de sana kapalı alan çözeyim dedi ama nafile herkes el birliği olmuş pankartı yapma diye olumsuzluk yaratıyor. Nah ... yılmayız lan biz. inat ettik yapacağız. ona da bir nah neyi yapıyorsun burnum akıyor arkadaş artık elimle de silemiyorum boyaya damlıyorum elim tutmamaya başladı o sıra sebastianlar ellerinde mutluluk getirdi viski içinde ısının olum dedi. kapalı bir mekan çözse o kadar sevinmezdik sanırım... Soğuktan felç geçirmek üzereyken bıraktık pankartı dağılalım maçtan sonra bitiririm ben bunu dedim nasıl mı bıraktık ilerleme çook... Yalnız yıldız bölümü kurumamış arkadaş güzel katlayın şunu... Öyle bir katlamışız ki boya dağılmasın diye gece 4 taşıma şeklimizi gören taksici sorma gereksiniminde bulundu. Gençler hayırdır o ne öyle. Ceset abi arada birini öldürdük onu taşıyoruz :) dağılana kadar ceset taşır gibi pankartı taşıdık zaten bez kefen bezi gayette normal sanki :) Maça gittik çıktık yine aksilikler falan pankartı bitiremedik ne yapsam nasıl yapsam derken eve gideyim odaya masayı açıyım her gün kalan 2 yada 3 harf yapar bitireyim dedim. Birkaç günlük uğraştan sonra pankartın son bölümlerinde annemle tartışmaya başladım ama evde yapılır mı bu diye değil orası öyle mi boyanır çekil ben yaparım dedi fırçayı aldı elimden ve bir kısmına anne de el attı ve anne emeği de pankartta güzel durdu tabi o sıra yorumdan emeğinden gayri bir şeyi yoktu kısmını ben denk getirmedim iyi denk geldi. Ve son gün yıldızın üzerindeki ince fonları yazmamla beraber pankart son bulacaktı. pankart için ilk ve sonuncu telefon görüşmesini marcosla yaptık.
Doğaçlama yıldızın üzerine yazılar yazacam ama sen de bir şeyler atta marcos yazalım dedik. “1910”la yıldıza başladık “Viva Sokak”la son noktayı koyduk ve internete bitti diye sadece orta kısmı yayınladık öncelikle. Pankartın bittiği günün ertesi aramızda toplantı kararı almıştık pankartı da açalım bir bakalım dedik. Pankart bitmişti yalnız giderken aklıma bir fikir geldi dükkanda başka bir işten kalan bir kaç çok hoş lacivert kumaşlar kalmıştı onları çerçeve şeklinde yazının dış bölümüne diktircektim. Aklıma gelen fikirde ise hafta sonu buluştuğumuz bir gün herkesin eline birer fırça verip hatıra defteri hesabı herkes birer ikişer kelam bir şeyler yazsın istedim söyledim herkesin de hoşuna gitti ayrı bir anısı hatırası ve ap ayrı bir özeli olacaktı... olacak olacak diyerek bir pankartı daha ilginç yaşanmışlıklar ile bitirdik. Yine boyalı tinerli pankart yapımında görüşürüz. Bir de unutmadan arkadaş insan odayı havalandırır lan sabah kalktım kafam güzel uyandım tinerden :) ....
Onlar değil miydi? Birilerine inat edip, daglara, taşlara yemin eden Kendi dünyalarını Kendilerince kurmak isteyen.. sabotiç
Söyleşi: Coşkun Akyel 70’lerin başındaki efsane kadronun en önemli oyuncularından birisi olan Coşkun Akyel (Küçük Coşkun) ağabeyimizle kızı vasıtasıyla tanıştık ve kendisini ağırlamak istedik. Bizi kırmayan Küçük Coşkun 70’lerin futbolunu ve Ankaragücü takımını, taraftarını bizlere anlattı. Samimi bir sohbet ortamında geçen söyleşide soru-cevaptan ziyade Coşkun Akyel’in ufak bir sunumunu dinlemiş gibi olduk. Sekiz kişiyle kazanılan 2-1’lik Fenerbahçe maçından tutun da 72 ve 73 yıllarında oynanan kupa finallerine kadar o yıllara dair her şeyi konuşmaya çalıştık.
Türkiye kupası almış takımız, antremanlarda MKE'den sıcak su gelirse duş alıyoruz yoksa Şengül Hamamında duş alıyoruz. Takım Türkiye'nin en iyi topçularından oluşuyor, hepimiz milli takımlarda oynuyoruz. Leeds 7 atarız sonra da gençleri oynatırız havasında. Biz burada onlara top oynatmadık, ofsayttan 1 gol atıp 1-0 yendiler. O sene Leeds Ajax’la final oynadı. Cebeci’de açılış maçı Eskişehir ile oynanıyor. Hasanagiç isimli hocamız var, normalde ben orta saha oynuyorum, beni sol açık oynattı. Ben topla oynamaktan hoşlanıyorum. Hoca bana sen soldasın ortasaha çizgisinin gerisine geçmeyeceksin dedi. Topu al Ali Osman'a kes, görevin bu dedi. Ben sıkıldım bu oyundan, devre arası ben oynamayacağım dedim beni kadro dışı bıraktı. Mke işçileri ile ağabey-kardeş gibiydik. Yöneticilerimizden biri sendika başkanıydı. Günde 2-3 saat kendim teknik çalışırdım. Frikik attığım zaman korkarlardı, baraj kuramazlardı.
-
-
Eskiden diğer takım futbolcuları ile arkadaşlığımız olurdu, birbirimizi ağırlardık. Şimdi ki futbolcular Ferrari’ye biniyor. Bizim en iyimiz Reno 12'ye binerdi gerisi de Anadol'a binerdi. Göztepe-Ankaragücü maçı İzmir’de. Bana bir uzun top geldi her türlü gol olur. Ben bir vurdum auta çıktı. Neyse bizim Salı günleri eleştiri günümüzdü, konuşur maçları değerlendirirdik. Bana o pozisyonla ilgili ne yaptılar biliyor musunuz? Aynı pozisyonda antremanda bana 40-50 kez orta yaptılar. Her seferinde gol oluyor. Kafa atıyorum gol, ayak vuruyorum gol. Maçta nasıl kaçtı anlamadım. Sabri Kiraz milli takım antrenörü. Ben Hacettepe'de oynarken Sabri Hoca bizim antremanı izliyor. Ünlü topçu Köksal bizim takımdan benim sevdiğim bir arkadaşıma bacak arası çalım attı. Pis bir huyu vardır, bacakarasından sonra elini ağzına kapatır pis pis sırıtır. Ben de maçta hırs yaptım, Köksal'ı denk getirdi bacak arası yaptım, sonra aynı şekilde güldüm. Birden bir düdük sesi, baktım Sabri Hoca beni çağırıyor. Gittim yanına bir tokat attı bana. Dedi sen bundan ustalık mı öğreneceksin piçlik mi? Bizim antrenör Nejdet Niş geldi dedi Sabri Hoca senin babandır, onu dinle git elini öp. Bizim maçlarımızda stad her zaman dolu olurdu. Ankaragücü taraftarı farklıdır. Bizi en çok zorlayan taraftar İzmir taraftarıydı. Karşıyaka ve Göztepe taraftarları. Çok zekiydiler, özellikle Alsancak’ta tel sahaya çok yakındı orada zorlanırdık. Karşısında oynadığım en iyi futbolcu Cemil ve BJK'li Yusuf’tu. Taraftarımız maçı izlerdi. Hakemden daha iyi analiz ederdi maçı. Küfür olmazdı. Antremanlarımızı 3000 kişi izlerdi Yalnız kaldığımız hiçbir deplasman olmazdı. Onlarla ayrımız gayrımız olmazdı. Bizim taraftarımızın çoğu halde çalışırdı. Antremanlardan sonra kasa kasa meyve getirirlerdi. Erman Toroğlu kazmanın tekiydi. Bize Güneşspor'dan santrafor olarak gelmişti. Bizim stoperlerden biri sakatlandı, hoca Erman'ı yerine koydu ondan sonra da stoper olarak oynadı. İstanbul takımlarından çekinmezdik herkes bizden çekinirdi. Gençlerbirliği aristokrat takımıydı Ankaragücü halkın takımı. Ankaragücü ve Göztepe taraftarı arasında fark yok. Bugün Fenerbahçe'ye oynanan oyunu zamanında Ankaragücü’ne oynadılar.
Ankaragücü kaledir, kaleyi devirirsen iş biter. Dünyanın hiçbir yerinde bir kurum takımının taraftarı olmaz. Siz bunun farkında değilsiniz. Ankaragücü'ne halk sahip çıktı. Halk tehlikelidir. Bugün cumhuriyetle nasıl uğraşıyorlarsa zamanında Ankaragücü ile uğraştılar. Ankara'da Marmara Otel, İstanbul'da Tarabya Otel, İzmir'de Efes Otel. Gittiğimiz kentin en lüks otelinde kalırdık, o oteller orada kaldığımız için bize teşekkür ederdi. Ankarahücü takımı öyle prestijliydi. Leeds’te en iyi otelde kaldık. Glasgow’da Motor Otel’de kaldık. En iyi otellerdi. Ankaragücü kolej gibiydi kültür seviyesi yüksekti. Göztepe'yi 2-1 yendik, İstanbul’da Galatasaray ile kupa maçında berabere kaldık. Dönüşte Ankara’daki Fenerbahçe maçı. Ziya Hoca geldi bize küfür ederek al dedi Kaptan Selçuk’a takımı sen çıkar. Herkes çok iyiydi. Kaleciler anlaşır bir hafta biri bir hafta diğeri oynardı. Takımı kendimiz yapardık, kulübe karşı mesuliyet vardı.
Ankaragücü bana Beşevler’de ev tuttu, Akradeniz lokantasından aylık yemek fişi verdi. Ben orada durmadım, gittim Tunalı'da ev tuttum. O dönem sokakta herkes bizi tanırdı. Biz en iyi arabalara binerdik, en iyi giyinen bizdik, en iyi mekanlara biz giderdik. Futbol olarak o dönemin en iyisi bizdik. İstanbul takımları buraya gelince titrerdi, bize abi derlerdi. Soru: Diğer branşlar nasıldı? Yoktu ki la başka, ne branşı o dönem? Soru: Galibiyetinden en keyif aldığınız takım hangisiydi? Öyle bir şey yoktu. Alışkanlıklar bağımlılık yapar. Biz herkesi yeniyorduk, onlar düşünsün. Biz 8 kişiyle İstanbul'da Feneri yendik yav. nan & fanontz
Twitter’da Ankaragücü
arkadaşım ananın amına mı batıyor o koltuk neden kırıyorsun? bu kadar centilmeniz biz.bu kadar elit. @angutyus Ankaragücü üzerinde oynanan kirli oyunlara Şirketleşmeye endüstriyelleşmeye Deplasman, pankart, meşale yasaklarına Alayına #SOKAK
@Sokak1910 Ankaragücü'nümü tutuyoruz, yoksa kansere kafamı tutuyoruz bilmiyoruz,, @zeyber1910 ANKARAGÜCÜ! Bildiğim,utandığım, güldüğüm, ağladığım, sevindiğim her şeyi o ve sağladığı ortam sayesinde öğrendim.Ankaragücü yeter! Sik ötesini @aslasadace Ankaragücü diye bir hastaligimiz var Allah sifa vermesin @AvrupAnkaragucu Ankaragücü amatöre düşecek diyenleri amatör pornolarda oynatacagız #AnkaragücüDüştüMelihGökçekteDüşecek @ugurocal1910
Üzerindeki alkol güneşinin batmadığı imparatorluk Ankaragücü.. (her an birileri mutlaka içiyodur).. @yetti_lan Net olmak gerekirse, götümüzü kaldırıyosun Ankaragücü @BirAcayipAdam08
Maça gidiyorum deyince annem bir sürü bağırdı, evleneceksin bir sürü iş var, sen daha çocuk gibi Ankaragücü diye dolaşıyorsun :/ @siempre
Sana küsermiyiz hiç ? Çocukken öğrenmiştik sofraya küsülmez , Nimettensin Ankaragücü @Ankaraluee Kendini bulunmaz HİNT KUMAŞI sananların aslında bir TOZ BEZİ kadar bile değerleri olmadığı ORTAYA ÇIKTI......ANKARAGÜÇLÜLER BUNU İYİ ANLAR. @nevzatkaratas çernobil gibi yakında bu günleri yaşan Ankaragüçlüler kanser olup ölecek adını koyamasalarda kara sevda diye geçiştirecekler.. @bicersercn Asmak kesmek kelle uçurmak, deplasmanda adam vurmak, Ankaragüçlüler, Ankaragüçlüler, hep talan için şehre inerler @siempre Elif şafak nerde oynuyor ? Manken mi la bu ? şekli DM ler gelmeye başladı. Konuya müdahil değiliz, iyi ki var Ankaragüçlüler. @Cansgarage
Sen Ankara'ya maç vermezsin Ankaragüçlü sana tribün dersi verir:) @VolkanKARAMAN48 Bir kadeh rakıyla elma likörü bu alemin kralı Ankaragücü @sametakcays
@efkarliymabiler Döner bıçağını lisanslı al kulüp kazansın (: @Eofanis ANKARAGÜCÜ adını taşıyan bir stadım vardı.Ben stadımı istiyorum.Siyasetciler ANKARAGÜCÜ'm den elinizi çekin.Alayınıza SOKAK...
@kemaldurmaz1 şu gokcegin bugsasporuna koydun ya ankaragucum deplasman yolunda içilen uzun marlboro keyfi yasattin @RaskoAnkara Butun stadyumdan Ankara Gokcege mezar olacak sesleri. Yonetime donuk Ankarayi satani bizde satariz sesleri @OnlyAnkaragucu 3. lig'de tarihe geçecek maçlar oynuyoruz. Rize deplasmanında tribündekiler itfaiyenin üstüne çıkan taraftarlarla karşılıklı bağırıyor haha. @efeus
Ankaragücü olmasaydı şu an Belçika'da evime 70km uzakta Ankaragüçlü bir ailenin evinde pastırmalı yumurta yiyor olamazdım :) @LaValhalla Bi insanın ya kaderi güzel olacak ya kafası. Fındık Başkan, 2014, çukur. @Pepeofficiall Hologramın olduk Ankaragücü @AlbertoGranado_ Deplasman Otobüsüne Sıçma Otobüsüme Dokunma @OsmanAydin1910 Ankaragücünün kendi dili kendi toprakları olması lazım, özerklik istiyoruz.
@Pepeofficiall Bize her gün Sarı Her gün lacivert Deliye her gün ANKARAGÜCÜ... @axiadamm Ankaragücü'nün küme düşmesiyle başladı herşey @muratbrown Önce Ankaragücü sonra ev @mhmt_kc
bizim aslımız Turan sanatkar gücü hem işçiyiz hem ruhumuzda sanat var hem top tüfek yapıyoruz amk lise takımını mı tutsaymışız @muratbrown Bu kadar mutluluk gerçekten fazla bize. Sen ankaraguclusun ya senin neyine sampiyonluk diyo allah bence. @Sokakbebesii_ Yüreğim gene aklımın önüne geçti, düştük armanın peşine. @egemendvc Ankaragüçlülerin güvenliğini kimse sağlayamıyorsa kendi Cumhuriyetimizi kurmuşuz demektir. Ankaragücü Cumhuriyeti. @karakocfatihh Kocaelispor amatöre düştü. "Ankaragücü amatöre kadar düşer" diyen bizden oy istiyor. Ona gülün geçin.Geçmiş olsun Kocaelispor. @orhan_sal "Ankarasporla Ankaragücünü değiştirelim" diyenler karılarını değiştirsinler @AlbertoGranado_
Bir yanda milyon dolarlari götüren cocuk bir yanda 14 yasinda ölen cocuk.Geride kalanlarna allah sabir versin... #berkinelvanölümsüzdür @levo_17
Duslerimizde özgür #Ankaragücü kurtulus yakindir yasasin baskent mücadelemiz @sametakcays 20 yıl amatörde oynasın bu takım, ama gözünüzü seveyim gökçekler gelmesin. @ekimkomutan Güvenpark'ta gerçekleşen eyleme Ankaragücü Sokak grubu da destek amaçlı katılım gösterdi @KadinCinayeti Ankaragücü'nü, Ankara'yı, Ankara'nın kendine has güzelliğini yok ettiği için #AnkaraGökçeksizGüzel @05Ocak1970 Taraftarıyla, takımıyla; 2.Lig'i Süper Lig'e dönüştüren takım:#Ankaragücü @cunuvar Ankaragücü taraftar grubu Sokak, Hacettepeli işçileri ziyaret etti @kolektifler Bir Ankaragücü taraftarının öfkesi der ki: NE VAR LAAA NE VAAAR!!
@hevalnikov Allah her tribüne Ankaragücü gibi delikanlı düşman versin.. @bigginsreds olum ankaragücü tribünü nasıl çirkin lan, bi herif görüyom heralde diyom bundan daha çirkini olamaz 10 saniye sonra bi tane daha görüyorum @salihkayazoglu URUGUAYA GİDERSEK RİCA EDİYORUM ANKARAGÜCLÜ ARKADAŞLAR GELMESİN @17MAYIS nefesteyim hic ankaraguclu yok guvendeyiz asdfhaa @enagua_ Alberto Granado
Ankara'dan Galatlar Geçti
Anadolu'da yüzlerce halk yaşadı. Kendi halinde yaşam derdinde tarım, hayvancılıkla uğraşıp bunun yanında sanatla uğraşanlar,üretim faaliyetleri yanında yaşadıkları dönemler gereği savaşanlar gibi yaşam tarzı sadece yağma-barbarlık olan acımasız halklar da yaşadı. Thrak'ler, Kimmerler, İskitler gibi bu barbar halklar arasında belki de en ilginci Ankara tarihinde de önemli bir rolü olan Galatlardır. Galatlar Güneydoğu Avrupa'dan gelen bir Kelt boyudur aslında.Galatlar Avrupa'nın güneydoğusunda yaşarken zamanın meşhur Makedon kralı Büyük İskender Galatların savaşçı ünlerinden dolayı korkudan öte hayranlık duygusuyla kendileriyle iletişime geçer ve savaşmak istemediğini belirtir.Büyük İskender Galatlı yetkilileri ağırlarken “En çok neden korkarsınız?” diye sorar,onların cevabı ise “Yalnızca gökyüzünün başımıza yıkılmasından.” olur. Aristoteles Galatlar için “Entellektüel eğilimleri eksik” demiştir,öğrencisi Platon ise savaşçı ve haddinden fazla şarap içtiklerini belirtmiştir.
Tarihçiler Galatların acımasız sert yapılarının ilk yaşam yerlerinin yüksek dağlık, iklimi zorlu yerler olmasından kaynaklandığını söyler.Eğer savaşı kaybetmişlerse diğer halklar gibi savaş sonrası geri dönüp ölülerini almaya gelmezlermiş.Bunun da nedeni ölümün kendileri için önemli olmadığı ve düşmana bir gün geri döneceğiz mesajı vermek olduğu söylenmiştir. Galatlar Anadolu'ya girişleriyle iktidar boşluğu olan Kızılırmak ile Sakarya ırmakları arasındaki bölgeye yerleşirler ve buraya da Galatya ismini verirler. Buraya yerleştikten sonra da çevre halklara zarar vermeye devam etmişlerdir. Saldırmadan önce vergi adı altında haraç istemişlerdir, vermeyenlere ise en acımasız şekilde yağmalama yoluna gitmişlerdir. Temel geçim kaynakları yağmacılık ile paralı askerlik ve çobanlıktır. Tarım bilmezler, etten başka bir şey yemedikleri için savaşçılığın yanında çobanlık yaparlarmış sadece. Pontus Krallığı için Mısırlılara karşı paralı asker olarak savaştıkları dönemde savaş ganimeti olan çapa aynı zamanda “Ancyra” anlamına gelir. Ve Galatlar da Ankara'ya bu savaş ganimetinden esinlenerek Ancyra ismini verirle. Eski bazı kaynaklar Ankara'yı Galatların kurduğunu söylese de Ankara daha önce zaten önemli bir yerleşim yeriydi, özellikle Frigler döneminde. Romalılar iyi ilişkiler içerisinde oldukları Batı Anadolu krallıklarına Galatların sonu gelmeyen yağmalamaları üzerine harekete geçer. Neticede Anadolu'ya girerek Galatyayı kanlı savaşlar sonrası tarihten sürer. Sarışın, mavi gözlü,iri cüsseli Galat halkı bir süre Roma mparatorluğu himayesinde yaşasa da zamanla diğer halklar arasında kaybolurlar. Rasko
–
-
-
-
Güneşli Pazarlar Her daim güneşlidir bizim memleket. Kışın kuru soğuklarının ovanın sert rüzgarları ile birleşip dondurduğu zamanlarda bile böyledir. Bu anlamda o zamanlar Pazarı diğer günlerden ayıran farklı bir şey yoktu. Eee, vardi aslında, firınların bile kapalı olduğu Pazar günü bu iri Batı ilçesinde ya 3.Ligteki ilçe takımımızın en fazla 500 mt mesafedeki "Şehir Stadı" ndakı maçı ya da babamın kendisinin imal ettiği dev radyodan 1.lig maç yayınları (o zamanlar süper-hiper-mega Ajda Pekkan ve benzerleri için kullanılan sıfatlardı). Öztürk Pekin, Hüseyin Başaran "Ankara'dan, Rize'den, Eskisehir'den" bize bağlanıp, arka plandaki tribünlerin coşkulu tezahuratları eşliğinde gol haberi verirdi. Pencereden süzülen güneşin küçük sobayı yakmayı gerektirmeden ısıttığı mutfakta siyah,yeşil, sarı renklerle bezenmiş, dağa kadar uzanan ovanın manzarası önde, maçı yaşayarak anlatan TRT spikerlerinin heyecanlı sesleri arka fonda. Yemek masasının üstünde iki kolon oynanmış (biri babamın öteki benim) Spor Toto kuponu dururdu, pullu, damgalı. 9 maç 1.Ligten. 4 maç 2'den. Çizginin altındaki son üç 2 ve 3'ten karışık. 13+1'in peşindeydik. Ve listede ismi karizma bir takım her daim : MKE Ankaragücü. Daha o yaşta biliyordum MKE'nin anlamını ( Ankara'da doğup büyüyüp hala bilmeyenler var. Kim yazmıştı hatırlamıyorum geçenlerde, " MKE bu takımın sponsoru değildir; ona ismini verendir"). Devletin işçilerinin takımı. "Şimdi mikrofonlarımız Ankara'da" anonsunu duyunca heyecanlanırdık çünkü aynı anda 9 mac yayını oldugundan bu anons coğu zaman gol demektir. Tuttugumuz takim degildi belki ama o büyük harfle yazılan MKE' ye sevgi - saygı vardı hanede. 600 km Batı`sındaydık Ankara'nın. Hiç gitmediğim büyülü bir yer ismi. Babam gitmiş yetmişlerde. Sorunlu her devlet memuru gibi onun da yolu düşmüş. Gittiğinde TCDD ( Ankara Demirspor'a selam çakalım) emeklisi has Angaralı Nazım Malkoç'un (Allah rahmet eylesin) Yenimahallesi’nde kalmış. Gençlik Parkı`nı Ulus'u, Kızılay'ı, "Mustafa'nın Bahçesi"ni ( piiiz mekanı - Mustafa'nın ruhu bir parca huzurlu olsa gerek bu bahçenin misafirlerinden o zamanlarda) anlattırırdım. O bıkmadan anlatır ben de sıkılmadan dinlerdim her sefer. Sonra büyüdüm, hiç görmediğim Ankara`yi tek gectik tercih listesinde. Plastik oyuncaklarin olmadigi yillarda demir bir oyuncak trenim vardi, hediye gelmiş : Ankara Ekspresi! Ankara Ekspresi kalmamıştı ama Ankara Mavi Treni ile
giriş yaptık puslu bir Eylul sabahı Ankara`ya Sincan`dan. Geliş o geliş, hissettiğim çıktı, Ankara kaderimiz oldu.
Sonra uzun yıllar boyunca doğup büyüdüğüm ilçeye ait kulübümüzün maç sonuçlarını Pazartesileri gazetelerin spor sayfalarının kıyısına köşesine sıkışmış tablolardan takip etmek dışında pek ilgim olmadı ülke futboluna. Bir ara liglerin yayını paralı tvlere geçti, hatırlamıyorum şimdi ne ara oldu. Cine5 miydi ilk alan bu işi? Ardından iyiden iyiye koptuk. Sonra Ankara`dan ayrıldık. Gurbette tekrar hortladı futbol sevgisi. Ersun Yanal`ın kısa süreli de olsa MKE Ankaragücü`nü (sonrasında "Bir Avuç Dolar" için yaptığı ilk yanlışı ve Gençler’e gidişi) estirdigi 2 yıl. Ela`nın uğuru mudur bilinmez memleketimin onun doğumuyla yükselmeye başlaması, Sparta ile 2008 şampiyonluk maçı, Prag olanı değil tabi, orjinali, yavaş yavaş Ankara`ya dönüş planları, TD cemaatini keşif. Yücel`le tanışma (nasıl oldu la ? unuttum ben). Yücel'in MKE misyonerliği faaliyetleri çerçevesinde MKE Ankaragücü'nü tekrar hatırlayış. Kulübün kötü, çok kötü zamanları. Maç önceleri ve sonraları Sakarya; uzun muhabbetler arpa ve üzüm şahitliğinde, sağlam , satışsız, samimi, Ankara gibi arkadaşlarla. Hepinize guneşli Pazar öğleden sonraları dilerim, bol futbollu, rakılı, masaya bir kadeh de bir daha asla göremeyeceğiniz sevdikleriniz için eklemeyi unutmadan. goekmavi
Free Falcons Free Falcons Gaziantepspor'un bir yıldır var olan yepyeni bir taraftar grubu; çoğu daha önceki tribün oluşumunun içinde emek vermiş insanlardan oluşuyor. Diğer yandan ise grubu seven insanlardan oluşuyor. Peki nedir bu grubu sevenlerin derdi?
Gaziantep şehri yoğun olarak işçilerin yaşadığı bir sanayi şehridir. Bunun yanında çokça öğrenci vardır. Halkın dar zamanında yaptığı en iyi sosyal faileyet kuşkusuz ki yıllardır Süper Lig'in olmazsa olmazı Gaziantepspor'u desteklemektir. Gaziantepsporlu bir baba mutlaka çocuğu yürümeye başlayınca onu tribüne götürür. Mekan uygun olsa insanlar sevdiği kadınla, eşiyle, kız kardeşiyle yerini almak ister ama ne yazık ki çoğu tribün gibi bu Gaziantep tribünlerinde de pek mümkün değildir. Küfürler, kavgalar insanı bu fikirden uzak tutmuştur hep. Bu durumdan rahatsız olan, bir şeylerin değişip tribünü kavgasız, küfürsüz bir tribün haline çevirmek için 15 kişiden oluşan bir grup oluşturma fikri onaylandı. Prensiplerimiz vardı. Sosyal sorumluluklar, kavgasız, küfürsüz tribün, rakibe saygı kısacası bir aile ortamı oluşturmaktı amacımız. Öte yandan bir sıkıntımız da vardı ''Gaziantepspor yönetimi''. Yönetime karşı bazı cephelerin suspus oluşundan doğan rahatsızlık zaten oluşumumuzun temel sebeplerinden. Yönetimi kurulduğumuz ilk günden beri istifaya çağırdık, zaman zaman eylemler düzenledik. Bunların çoğu birçok şekilde engellenmeye çalışıldı. Engelleyenler ise polis, yönetimin beslediği gazeteciler ve tribünden ekmek yiyen amigolar oldu. İlk darbeyi Karabük maçındaki tezahüratlardan dolayı aldık. Savcılık kararıyla 6 üyemiz maça girememe yasağı aldı. İşler bu noktadan sonra biraz daha da değişti tabi ki. Zaten pek sevmediğimiz polisler daha da sevimsiz gözükmeye başladı gözümüze. İstifa etmesini istediğimiz adam Gaziantepspor üzerinden kasasını doldururken bize ayrılık düşmüştü. Adam güçlüydü emniyet, bakanlar, belediye başkanları yanındaydı. Hiçbir ceza almadan hala kulüp yönetmeye devam ediyorlar. Biz mevcut yönetimi gidene kadar her maçta protestolara devam edeceğiz. Kurulduğumuz günden bu yana arkalarında şu var, bunun adamları, komünist bunlar, ateistler diye bir çok şekilde tribünden silinmemiz için durmadan saldırdılar. Ama yılmadık, yıkılmadık; ilk defa mevcut bir grup dışında bu kadar ayakta kalabilen bir grup var, kalmaya devam edecek 50 kişi de olsa 5 kişi de olsa. Bizlerin bu takımdan bir gram maddi beklentisi yok. Aşkla, heyecanla koşuyoruz tribünlere. Aramızda komünisti de var ateisti de dindarı da. Kimseye öteye git beriye gel gibi bir tavrımız olmadı.
Bizim sonradan eklediğimiz bir ilke grupta milliyetçiliğe yer olmadığıdır. Kurulduğumuz yılın içinde önemli bir güne vurgu yapmak amacıyla sayfamızda Dünya Emekçi Kadınlar gününü kutlayıp kadınların Türkiye'deki yerini yazdık. Bazı çevreler rahatsız olmuş ''neden emekçi yazıyor!'' diye. Ardından 1 Mayıs'ta emekçilere selam çakışımız, Gezi Parkı eylemlerine destek verişimiz, Hrant Dink'i anışımız bizden rahatsızlık duyan bir kitle oluşturdu. Gezi Parkı eylemlerinde görmek istediğimiz görüntüler vardı. Farklı renklere gönül vermiş insanlar omuz omuza dayanışma örneği gösterdi. Kürt Türk demeden insanlar halaya tutuştu. Kimse sen hangi dindensin, hangi ırktansın gibi sorularla yormadılar birbirlerini. Biz bu güzel eylemin bir parçası olmaya çalıştık Antep'te. Tepkiler aldık, terörist diyenler bile oldu. Öte yandansa yanımızda olup Gaziantepspor taraftarına da bu yakışır diyen abilerimiz büyüklerimiz oldu. Yalnız olmadığımızı hissettik. Ama diğerleri hep küfürle yaklaştılar, medeni bir insan gibi tartışma gereksinimi duymadan. Emek, kadın, eylem, işçi, isyan bunlar hep komünist işiymiş. Eğer bunlara sahip çıkan birileri komünist ise biz de komünistiz! Aynı ülkenin yurttaşları olarak kendilerine ters bir şey olduğunda küfürle karıştırıp milliyetçilik yüceltenler hep karşımızda oldu, olmaya da devam edecekler. Ama biz yılmadan yolumuza devam edeceğiz. Kendi renktaşları polis tarafından taciz edilirken ''ülkemin polisi'' deyip polis deyip çiçek atanlar da aynı şekilde ''milli değerler'' düşüncesiyle yaklaşmışlardır. Bizim kimseye kapımız kapalı değildir yeter ki insani duygular taşısın, karşısındakinin düşüncesine saygı duysun yeter. Tribünde milliyetçilik oynayan taraftarları görüyoruz Trabzon ve Bursa taraftarları bununla sıklıkla övünür ve aralarının ne kadar kötü olduğunu bilmeyen yoktur herhalde. Başlama düdüğüyle üçlüde anadan giriş yapan Bursa taraftarı devamında milliyetçi duygularını yansıtırlar tribünde. Bizim sevdamız anadan babadan gelmiştir, çoğu farklı tribündeki dostlarımızınki de o şekilde. Kimsenin sevgisine bu tür saldırgan şehir milliyetçiliği ile yaklaşmak elbette hoş değildir. Biz bunları kaldıracağımıza inanıyoruz, bizim gibi emekten yana olan gruplar da var onlarla birlikte kaldıracağız bu düşünceyi. Emekten, dostluk ve kardeşlikten yana olan tribün gruplarına selam olsun.
dokuzonbeş
MESKEN Futbolumuza yapılan siyasi müdahaleler hepimizin bildiği bir konu.. Yapılanları görmek için çok uzağa bakmaya gerek yok. Kendi takımımıza bakmamız yeterli. Ankaragücü 1981 yılında 2. ligde mücadele ederken Türkiye Kupasını kazanır ve Kenan Evren tarafından 1. lige çıkartılır. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen Ankaragücü “Kenan Evren‟in takımı” olarak adlandırılır. Bence bu durum Ankaragücü‟nü “darbe mağduru” kulüpler arasına sokuyor. Tabi bizden daha vahim durumda olan takımlarda var Bursa Ertuğrul Gazi Mesken Spor nam-ı diğer Dinamo Mesken.. Dinamo Mesken 1971 yılında Bursa‟nın Mesken adlı “sol” görüşlü mahallesinin takımı. Özünde kulübün siyasetle bir ilgisi yok “sol”cusu “sağ”cısı bir arada top koşturuyor. O dönemde siyaset yapmanın “tehlikelerinden” mahalle gençlerini korumak için kurulmuş bir takım, yöneticiler bile 20-25 yaşlarında.. Bu fakir mahallenin gençleri beyaz tişörtlerin arkasına numara yazarak çıktıkları sahalarda fırtına gibi esiyor ve önce mahalle sakinlerinin daha sonra da tüm Bursa‟lıların ilgi odağı oluyor. Meskenspor‟un oyun stili dönemin etkili takımlarından Dinamo Moskova‟ya benzetiliyor ve halk arasında Dinamo Mesken olarak anılıyor. Deplasmanlarda takım “Moskova dışarı” tezahüratlarıyla sıkça karşılaşıyor. Takımın amigosu da kendi deyimiyle “seyirci organizatörü” oyuncu Erkan Can. Zaten mimlenmiş olan Mesken mahallesinin adı sıkça anılmaya başladıkça rahatsız olan “paşa”lar tarafından Dinamo isminin „Milli değerlere açıktan saldırı‟ olduğu gerekçesiyle 1981 yılında kulüp kapatılır. Kapatılmakla kalmaz yönetici ve futbolcuları gözaltına alınır. Gözaltına alınanlardan sadece 3 kişi serbest bırakılır, geriye kalanlar çeşitli cezalara çarptırılır.O güne kadar karakol yüzü görmemiş, sadece spor yapma amacı taşıyan genç futbolcular işkencelere maruz kalırlar ve bir daha sahalara dönemezler. Kapatıldıktan tam 28 yıl sonra o dönemde Dinamo Mesken‟de futbolculuk ve yöneticilik yapanların girişimiyle kulüp 2008 yılında tekrar kuruldu. İsminin Dinamo Mesken koyulması görüşülsede geçmişte yaşananların tekrar yaşanmasından korkan yöneticiler kulübün adını Meskenspor olarak tescil ettirdi. Ama taraftara ve yöneticilere göre Dinamo sadece isim olarak yok. Çünkü ; Dinamo‟yu yok saymak , Mesken kültürünü yok saymaktır. faruk
Amerika'dan Futbol: Endüstriyel Sporun Beşiğinde Taraftarlık Önceki sayıdaki Amerika'daki sporların nasıl seyirci odaklı işlediğini örenklendirmeye calıştım. Bu yazıda ise artık yavaştan futbol ve taraftarlık kültürüne giriş yapmayı planladım. Bunun için de endüstriyel futbolda taraftarlık nasıl işler, nasıl örgütlenir, yöneticiler ile taraftarlar veya taraftar grupları arasındaki ilişki nasıl sağlanır sorularına yanıt aramak önemli.
Endüstriyel Futbolda Nasıl bir Taraftarlık? Öncelikle kendini taraftar diye tanımlayan veya bu işe kafa yoranların temel sorusuyla başlayalım: Endüstrıyel futbolda taraftarlık olur mu? Yanıtı çok kısa bir soru: Evet! Belki bazımız için bu yanıt şaşırtıcı gelebilir. Belki de beklenen yanıt şuydu: 'Hayır, endüstrıyel futbol taraftarlığı yok eder!' Haklı bir beklenti, zira sorumuzu yanlış sorduğumuz zaman yanıtımızın da tatmınkar ve doğru olma olasılığı düşecektir. Bu nedenle sorumuzu bence şu olmalı: Endüstriyel futbolda nasıl bir taraftarlık olgusu ve pratiği oluşur?
Bu soruya yanıt vermek için ABD hem önceki sayılarda detaylı bahsettiğim gibi diğer spor dallarındaki endüstriyelleşme geleneklerinden dolayı önemli bir örnek. Ancak diğer profesyonel spor dallarında olmayan taraftar gruplarını futbolda görmekteyiz. Bunun nedeni hiç kuşkusuz futbolun kendi geleneğinde taraftarlığın ve taraftar gruplarının olmasını gösterebiliriz. Genelde her takımda bir organize taraftar grubu bulunmakta, ancak takımın ve stadın kapasitesine da biraz bağlı olarak kimi takımların birden fazla tartaftar grubu oldugu da görülmekte.
Ancak burada taraftar grupları ve takımların yöneticileri ya da sahipleri (takımların tümünün birer şirket ya da franchise olduğunu anımsayalım. Bu konuyu önceki yazıda işlemiştim) arasındaki ilişkilerin de deyim yerindeyse daha kurumsallaştığını söyleyebiliriz. Mesela, takımlar taraftar gruplarına statlardan yer ayırmakta ve 'grup başkanları' ile yöneticiler arasında sürekli bir iletişim sağlanmakta. Burada ülkemiz taraftarlık pratiklerinden alışkın olduğumuz 'grup lideri' yerine özellikle 'grup başkanları' ifadesini kullandım. Çünkü nasıl ki takım sahipleri ile gruplar arasında bir kurumsallaşmış iletişimden bahsesediyorsak, aynı şekilde taraftar gruplarının da ülkemizdeki taraftar gruplarından farklı şekilde kurumsallaştıklarını gözlemlemek mümkün. Bunun bir örneği, gruplara üyeliğin aidatının olması. Bu da haliyle dayanışma pratiğinden çok aidatını ödemeyen gruba katılamaz gibi bir izlenim vermekte. Ancak dayanışmanın olmadığını iddia etmek hem yanlış hem de haksızlık olur. Aidatını ödemeyen ya da gruba üye olmayanların tamamıyla dışlandıklarını söylemek mümkün olmasa da en azından psikolojik olarak dezavantajlı bir durumda oldukları muhakkak. Aidatını ödeyen üyelerin bir avantajı 'grup başkanlığı'na aday olabilmeleri ve oy kullanma haklarının olması (Mesela bakınız: http://timbersarmy.org/2013-electionresults). Yani bir anlamda bizde dernek statüsündeki kulüplerin pratiğini ABD'deki tartaftar grupları arasında görmekteyiz. Fransız sosyolog Pierre Bourdieu'dan esinle, en azından liderlik düzeyinde ABD'deki kulüplerin şirket yapısının yani seçimden ziyade ekomomik sermayeleri dolayısıyla kulüp liderliği üzerinde tasarrufta bulunabilmelerini bizdeki taraftar grubu liderlerinin de 'sosyal sermayleri' dolayısıyle taraftar grubu liderliği üzerinde tasarrufta bulunmasına benzetebiliriz.
Taraftarlık kültürünü etkileyen bir diğer olgu da statların mülkiyeti konusu. Düşünülenin aksine statlar konusunda her zaman takımların yüzde yüz sahiplik durumunda olmaları sık görülen bir durum değil. Bu durum çok fazla paraların döndüğü spor branşları için de geçerli. Yerel yönetimler arsa tahsisinden stadın kendisinin yapımına, bakımına ve tadilatına kadar pek çok açıdan milyar dolarlık kulüplere 'destek' ya da resmi adıyla 'sübvansyon' sunabilmekte. O nedenle pek çok pratikte oluğu gibi 'kapitalist' yapı burada da 'ideal' görüntü sergilememekte. Ancak takımlar tüm bu desteklere karşın stat ve yeri üzerinde ayrıcalıklı bir tasarruf hakkına sahipler. Örneğin stat yıkılıp başka bir yere farkli bir stat ya da spor salonu yapılacaksa eski stadın arazisinin nasıl değerlendirileceği konusunda kulüplere öncekik tanınmakta. Bir parantez açarak stat veya spor salonu yıkımlarının burada da 'kentsel dönüşüm' çerçevesinde işlediğini belirtmekte yarar var. Ancak az da olsa kimi statlar ise yüzde yüz özel sermaye ile yapılıp işletilmekte. Bu durumda da ABD'de çokça karşılaşılan ve sistemin en temel taşlarından biri olan 'özel mülkiyet' kavramı devreye girmekte. Örnek olarak kulüp stadın üzerindeki mülkiyet haklarını gerekçe göstererek meşalelere izin verebilmekte ya da yasaklayabilmekte veya küfür eden seyirciyi ya da tarftarı stat dışına atabilmekte. Ancak burada takım sahiplerinin ya da takım CEO'sunun (evet, takımların CEO'su var! Ne de olsa şirketler!) yöneticilerinin yüzde yüz sınırsız ve müzakere edilmeyen bir otoritelerinin olduğunu iddia etmek hatalı olur. Tersine mesela yukarıda örnek olarak uygulamalar bir şekilde taraftar gruplarıyla müzakere edilebilmekte. Benzer şekilde bu uygulamalar taraftar gruplarının kendi içerisinde de tartışılmakta ama yasakların 'özel mülkiyet' temelinde ortaya atılması neredeyse hiç sorgulanmakata hatta bu meşru bir neden olarak bile görülebilmekte. Sonuç olarak şunu belirtebiliriz ki endüstriyel futbol düşündüğümüz gibi taraftarlığı yok edecek diye kesin bir önerme her zaman doğru değil. Bunun yerine endüstriyel futbolun seyirciliği dönüştürdüğü gibi taraftarlığı da dönüştürmesi söz konusu. Ancak bu dönüşümün tek yanlı ve müzakereden muaf olmadığını, sınırlı da olsa taraftarların da bu dönüşümde ve akabinde belirli bir müzakere güçlerinin olduğunu iddia edebiliriz. Ancak buradaki 'yeni taraftarlığın' klasik taraftarlık ile seyircilikten oluşan bir senteze daha yakın durduğunu düşünmekteyim. Sonraki yazı: Cascadia taraftar grupları ve endüstriyel futbol. deliValdez
YETER LA! BASTIR CHİAPAS! Bugünlerde beş milyona yaklaşan nüfusuyla Meksika'nın güneybatısında yer alan Chiapas eyaleti Guatemala ve Pasifik Okyanusu'yla da komşu. Başkenti Tuxtla Gutiérrez aynı zamanda eyaletin en büyük ve gelişmiş şehri. Antik Maya harabelerinin de yer aldığı Chiapas'ta on iki farklı etnisite yerleşik olarak yaşamakta. Nemli ve tropikal bir iklime sahip olan eyalette tarım en önemli geçim kaynakları arasında yer alıyor. Zapatistalar, günümüzde Chiapas eyaleti içerisinde kendi otonom bölgelerine sahipler.
Eyaletin en önemli futbol kulübü ise Jaguarlar lakaplı Chiapas F.C. Temmuz ayının ortasında başlayan Meksika Açılış Ligi'nde aldıkları üç beraberlikle onuncu sırada yer alıyorlar. Chipas F.C.'nin hikayesinden önce 1994 yılında yaşanan Zapatista İsyanını anlatacağım. 1994 yılındaki isyan öncesinde Neoliberalizme adaptasyon sürecinde Meksika federal hükümeti ile sol gruplar arasında derin görüş ayrılıkları baş gösterdi. Küçük ölçekli yerel kahve üreticileri reformlardan olumsuz yönde etkilendi. Bölgede yer alan zengin kaynaklardan birçok Chiapaslı faydalanamadı.
1990'ların başında eyaletin üçte ikisi kanalizasyon ağından, elektrik enerjisinden; yarısı ise içilebilir sudan mahrumdu. Ayrıca eğitim alanında da büyük problemler mevcuttu. Nüfusun büyük bölümü birinci sınıfta okumayı bırakmak zorunda kalıyordu. Bu sorunlar, San Cristobal ve Lacandon Ormanı bölgelerindeki hakim güç olan ve başlarında Subcomandante Marcos'un yer aldığı küçük bir solcu grup tarafından göz önünde bulundurulmaya başlandı. 1910 yılında gerçekleşen Meksika Devrimi'nin önderi olan Emiliano Zapata'nın takipçileri yani Zapatista hareketi 1 Ocak 1994 tarihinde yürürlüğe giren NAFTA*'nın Zapata Devrimi'nin temel taşı olan ve Meksika Anayasası'nın da 27. maddesinin iptal edilmesi üzerine harekete geçti. Başında Subcomandante
Marcos'un yer aldığı Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu(EZLN) Chiapas'taki yedi şehri işgal ederek bu şehirlerdeki yönetimi devraldı. EZLN tüm dünyaya başkaldırı beyannamelerini ilan etti. Daha sonra bir askeri bölgeyi ve bu bölgedeki teçhizatları ele geçiren EZLN güçleri hapishanelerdeki birçok mahkumu da serbest bıraktı. Bir başka deyişle 300 EZLN gerillası Meksika hükümetine başkaldırdı ve başarılı oldu. Günümüzde, Zapatista hareketi birçok yerli topluluk içerisinde popülerliğini koruyor. 1994 İsyanı yerlilere eyalet yönetiminde daha fazla haklar tanınmasını sağladı. Ancak, bölgenin ekonomik sorunları hala çözülebilmiş değil. Bunun yanında Zapatista hareketi Chiapaslılara birçok ekonomik hak kazanımı da sağladı. Otonom bir yönetime sahip olan Chiapas'ta turizm en önemli gelir kaynaklarından birisi. Zaten doğal güzellikleri de dünyaca meşhur bir bölge. Ayrıca, kahve, mısır, kakao, tütün, şeker, meyve, sebze ve bal üretimi de ihracatta Chiapas halkına büyük bir gelir sağlamakta. Meksika'nın hidroelektrik ihtiyacının %55'ini sağlamasına rağmen Chiapas, Meksika'nın en fakir nüfusa sahip eyaletlerinden birisi konumunda.
Zapatista hareketini ideolojik olarak ele aldığımızda geleneksel Maya pratikleriyle liberteryen sosyalizm, anarşizm ve Marksizm'in bir sentezini görürüz. Demokrasi, eşitlik ve adalet söylemini ön planda tutan EZLN Chiapas halkının da büyük desteğini arkasına almış durumdadır. Zapatistaların "Para todos todo, para nosotros nada"(Kendimiz için hiçbir şey, hepimiz için her şey) sloganı ise EZLN'in söylemini basitçe ortaya koyar. Chiapas'ın yakın geçmişine, yönetimine, ekonomisine, toplumsal yapısına vs. yaptığımız bu ufak gezintinin ardından futboluna değinme sırası geldi.
Jaguares de Chiapas 27 Temmuz 2002 tarihinde kurulan çok yeni bir kulüp. Maçlarını 31,500 seyirci kapasiteli Estadio Victor Manuel Reyna'da oynayan takımı Sergio Bueno yönetiyor. Jaguarların kaptanlığını Javier Munoz Mustapha yaparken; takımda bazı önemli isimler de yer alıyor. Bu sezon kiralanan on altı futbolcu ağırlıklı olarak Santos Laguna takımından geldi. En önemli transferlerden birisi ise Boca Juniors'tan gelen hücum oyuncusu Lucas Viatri oldu. Açılış Ligi'nde üç maçta üç beraberlik alan Chiapas'ın en golcü ismiyse attığı üç golle Kolombiyalı futbolcu Avilés Hurtado oldu. F.C. Porto forması giyen ve Avrupa'nın önde gelen birçok kulübünün takibinde olan Jackson Martinez Chiapas F.C. efsaneleri arasında yer alıyor. Portekiz ekibi Martinez'in bonservisi için 2012 yazında Jaguares'e 11 Milyon $ ödeme yaptı. Chiapas F.C. tarihinin en golcü futbolcusu olan Paraguaylı Salvador Cabanas 2003-2006 yılları arasında turuncu-siyahlı formayı giydikten sonra 5 milyon $ karşılığında Meksika'nın köklü kulüplerinden Club América'ya transfer oldu. *Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması fanontz
Ben Berkin’in Annesiydim. Annesiydim diyorum çünkü aldılar evladımı karagözlümü küçüğümü elimden. Oysa ki ekmek almaya göndermiştim onu kahvaltı yapacaktık birileri gibi balla kaymakla değil bir lokma ekmekle. 15 sene önce düştü içime Berkinim dokuz ay büyüttüm umutlarımla, sevinçlerimle, hüzünlerimle içimde evladımı. Kömür karası gözleriyle geldi aydınlattı ısıttı evimizi. Küçücüktü doğduğunda elimden aldıklarında olduğu gibi. Büyüdü evladım, okula başladığında hayallerimizde büyüdü okuyacak adam olacaktı, adam sıfatında gezenler izin vermediler. Uçurtmalar uçurdu evladım, terledi, üşüdü, hasta oldu, başını bekledim, iyi ettim. Bilemedim ki eli silahli katillerin elimden alacağını. Vurdular evladımı, ekmek almaya giderken vurdular. Sığmadı o küçücük bedeni hastane odalarına. Dayandı, direndi, gün oldu kalbi durdu ama vazgeçmedi hayattan. Bize umut verdi, hayata, güzelliğe sevgiye dair. 269 gün uyanacak açacak gözlerini gülerek bakacak, bana anacım diyecek diye bekledim. Uyanmadı uyanamadı kara gözlüm, herkesin evladı uyandı. Analar evlatlarını öpüp koklayıp okullarına göderdi. Ben öptüm kokladım toprağa verdim evladımı. Adaletin bu mu dünya? Yakıştı mı kara kaşlıma bu gidiş? Kara topraklara sığar mı benim evladım? Hangi kalleşçe analarının elinden alınmış evlatlar yakıştı ki oralara benim evladım yakışsın ? Yakıştırdılar katiller 15 yaşındaki çocuktan korktular ama onlar hep korkaktılar zaten. Gölgelerinden, aynada gördükleri kendi yüzlerinden korktular çünkü katildiler. İktidarlarının elden gideceğini anladıkça daha çok saldırdılar. Evet emri ben verdim destan yazıldı dediler. Doymadılar kana Ethem’i Ali İsmail’i Abdocan’ı ve diğer abilerinden sonra Berkinimi aldılar koynumuzdan. Ciğerlerimizi yaktılar evlerimize ateş düşürdüler. Bu evlatların ateşi yakar sizi kurutur efendiler onların ahı kimsede kalmaz. Berkinim kara gözlüm ben seni büyütemedim, katillerden koruyamadım kızma bana. Ama biliyorum ki abilerin seni bekliyor, onlar büyütecek koruyup kollayacak seni. O tertemiz alnından öpüyorum. Annen