8. SAYI

Page 1


Eylül 2015’te Sokak Fanzin’in bir önceki sayısı 2. Lig’deki sondan bir önceki sezonumuza dair bir anlatı içeriyordu. Ne mutlu ki 2015-16 sezonundaki başarısızlık iki sene üst üste gelen başarılarla unutulmuş ve Ankaragücü’müz ait olduğu yere yani Süper Lig’e dönmüştü. Şimdilerde bazı taraftarlarımız “adı süper olan lig” dese de Ankaragücü’nün tarihsel olarak ait olduğu yer elbette ki Türkiye futbol liglerinin en üst klasmanıdır. 2. Lig’deki köy-kasaba olarak adlandırılan deplasmanlar damağımızda ayrı bir tat bıraksa da hem taraftar hem kulüp potansiyeli olarak alt liglere tahammül süremiz bir beş yılı daha kaldıramayabilirdi. 2011-12 ve 2012-13 sezonlarındaki gibi sahada olmasa da yönetimsel ve mali konularda yasadığımız derin sıkıntılarla birlikte bir kez daha paraşütsüz düşüyorduk. Ta ki Kulüpler Birliği’nin lig bittikten sonra aldığı bu sezona özel küme düşmenin kaldırılması yönündeki tavsiye kararına dek… Süper Lig’e dönüş yaptığımız ilk sezondaki hatalar ikinci sezonda da tekrar edilince hiç istemediğimiz o kaçınılmaz sonla az kalsın bir kez daha yüzleşmek zorundaydık. 1980’ler, 1990’lar ve 2000’li yıllarda Ankaragüçlü olan taraftarlarımız için asansör takım hüviyeti kazanmış bir Ankaragücü kabul edilemez. Koronavirüs salgını sonrası yeni normale alışan insanlar gibi biz de İMG sonrası dönemde yeni normalimize alıştırılmaya devam ediyoruz. On yıldır üzerimizden atamadığımız ve her sene bir yenisi eklenen borçlar Ankaragücü’müzün ayağa kalkmasının önündeki en büyük engel olarak duruyor. 2. Lig ve 1. Lig’de gelen şampiyonluklara taraftarla dalga geçer gibi Süper Lig şampiyonluğu kazanmışçasına muamele yapan yönetimler de bu yeni normalimizin bir başka çıktısı oldu. Maalesef gelecek sezon bu kadar şanslı olabileceğimize dair herhangi bir belirti yok. Kentin 25 yıla yakın esaretinden kurtulduğu bu donemde Ankaragücü’müzün de on yıllık esaretten kurtulmasını ve Süper Lig’in orta sıralarında kendi yağında kavrulan bir takım olmaktan çıkarılıp asansör takıma dönüştürülmemize sebep olanlardan hesap sorulmasını sabırsızlıkla bekliyoruz. Bu sayıda Sokak Fanzin beş yıllık özlemin de vermiş olduğu arzu ve istekle 30’a yakın yazıyla neredeyse iki adet sayıyı bünyesinde barındıran bir içerikle okuyucusuyla buluşuyor. Ankaragücü’müzün son 30 yılına uzanan deplasman ve iç saha anılarının her zamanki gibi yer aldığı fanzimizde yanlış yönetilmenin yanında şehrin zenginleri ve siyasileri tarafından tabiri caizse ıskartaya çıkartılan Gaziantepspor’u; Sarayevo’nun “iki numaralı” takımı FK Željezničar’ı; Ankaragücü’müzün “kara boğası” Darius Vassell’i; gurbette Ankaragücü’nü desteklemenin hem zorlu hem eğlenceli anılarını; içeriden bir gözle KKTC futbolunu; tribünlerimizin efsane pankartı Mamaklı DaltONLAR’ın hikayesini ve Altındağ’ın “altın çocuklarını” sanatla buluşturan tiyatro maceralarını ve çok daha fazlasını da tarihe not düştük. Elbette geride bıraktığımız yıllarda aramızdan ayrılan dostlarımızı Exom’umuzu, Eren’imizi ve Mert’imizi de elimizden geldiğince andık. Bir kez daha Ankaragücü’müz için gelecek olan güzel günleri beklediğimiz bu zamanlarda Sokak Fanzin bir grup Ankaragüçlünün sesi olmaya devam ediyor. 2009 Şubat’ında çıktığımız bu yola 2020 Ağustos’unda bir kez daha çocuklar gibi tedbirsiz, gezginler gibi tetikteyiz diyerek devam ediyoruz…

Bu fanzin, bir grup sokak çocuğu tarafından çıkartılmıştır. Adı üstünde fanzindir, fotokopiye, çoğaltmaya müsaittir, her hakkı Ankaragücü tribünlerinde saklıdır. Periyodu yoktur, canı istediğinde çıkar. Her türlü yoruma, fikre, yazıya açıktır. Bu fanzin, çocuklar gibi tedbirsiz, gezginler gibi tetikte olanların, ‘Sokak’takilerin yayınıdır.


İÇİNDEKİLER

Exom (rasko)

2

Exom’a (siempre)

4

Exom (kova ercan)

6

Meselem (f)

7

Dönülmeyen Deplasman (fati)

8

Özlemek (patlantis)

10

Gurbet, Vatan, Ankaragücü! (Ev Holiganı)

11

Mamaklı DaltONLAR (Özcan-Özhan Yalçınkaya)

14

90. Dakikada Nasıl Koydu Kalenga! (Ozzyy)

15

Camiden Çok Maça Gittik; Allah Affetsin! (Alberto Granado)

18

Bir Efsanenin Anatomisi: Darius Vassell (ankaraZulus)

20

Karabük Deplasmanı (Ketenpere)

24

Hasretin Nazlıdır Ankara (recoba)

26

19 Mayıs’ın Ardından (müço)

27

Seni Sevmeyen Ölsün (angutyus)

28

Gündüzüm seninle, Gecem seninle, Beyhude geçti bu ömrüm, DERDİNLE… (pepe)

32

Twitter’da SOKAK

33

Gerçek Ankara, Ankaragücü’dür... (karaların orhan)

34

Koku (sebo)

35

Nesil (parmakbirası)

38

Seyrek Ankara (Şimşek Santrafor)

41

Sen Aşk De Buna Biz Çıkmaz Sokak (nuha)

42

Altındağ’ın Altın Çocukları (mustafa b.)

44

Sokağa Çık (BaşganVevo)

46

Bir Ankaragüçlü’nün “Eş”i Olmak (atu)

47

Başkent Takımları 8: FK Željezničar: Saraybosna’nın Demiryolcuları (deliValdez)

48

Kapandı Gitti… Kuruluştan Kurtuluşa Gaziantepspor (dokuzonbeş)

51

KKTC’de Futbol İzlenimleri (Jenga)

58

Pandemik İş (nan)

64

SOKAK 1


EXOM

Rasko

T

am ne zaman, nasıl, nerede tanıştık hatırlamıyorum ama sebep tabi ki Ankaragücü olmuştur. Sonrasında tabi epey içerde dışarda maça beraber gittik, maçlar dışında da epey ortak zamanımız da oldu. Sonuçta Ankara’da yaşıyorduk, Ankaragüçlüydük ortak alanlarımız hep statlar, deplasman yolları ya da Sakarya olmuştu. En akılda kalan anılar da deplasman yollarında olanlar oldu. Bir keresinde nalet İBB deplasmanlarından birinde kendisi bizimle gelmemişti, hanım tarafından dolayı önceden İstanbul’daydı. Ve onu karşıya geçtiğimizde alacaktık. Biz geceden yoğun alkol, yol yorgunu sabah onu karşıda bir yerden Volt’a alırken elinde börekle girdi araca. Yeni fırından çıkmış ve evet pastırmalı börekle deplasman aracına binmişti. Böyle lezzetli sıcak böreği pek görmemiştik hayatımızda. O an hepimize sıcak pastırmalı börekle tam doymasak da bi hayat enerjisi, coşkusu gelmişti. Yine nalet İBB deplasmanlarından birinde Eylül ya da Ekim ayıydı, o lanet Olimpiyat Stadı’nın kapalısına girmiştik. Ama nasıl yağmur ve rüzgâr vardı. Sonbahar olmasına rağmen stadın yerinden dolayı rüzgârdan tribün merdivenlerini zor çıkıyorduk ve yağmur ok gibi suratımıza vuruyordu. SOKAK 2

Biz bu haldeyken Exom ve birkaç arkadaş 20-30 dakika “Bu hayat bilgisi bize Sokak hediyesi” pankartını asmaya uğraştılar, sonunda da başarmışlardı. Hep nalet İBB deplasmanları yapmadık, trenle Kasımpaşa, o ıslak forma mevzusunun olduğu yarım metre karda 10 saatten fazla sürede geldiğimiz Sivas deplasmanı, Hatay deplasmanı, Beşiktaş deplasmanları, Aydın ve daha birçoğunda beraberdik.


Bir ara vejetaryen oldu garipsedik geçer falan derken sonrasında işi veganlığa götürdü, ciddi herhalde diye düşünmeye başladık. Aşırı vicdanlı yapısıyla kendisini bunu seçmeye sebep olmuştu, yine yadırgadık tabi ama bir süre sonra alıştık. Bu süreçte tuhaf durumlara biz de tanık olduk tabi. Bir deplasman yolunda çorba içecekken elemana “çorbanın içinde et suyu var mı” diye sormuştu adam da önce afallamıştı iyi bir şey söylediğini zannederek evet demişti, tabi üfürüyordu büyük ihtimal ama Exom cevap sonrası içmemişti çorbadan.

Sokak hayvanlarına olan sevgisi de önemlidir Exom’un. Sokaktan sahiplendiği köpeği Marla ve kedisi Bebe en iyi arkadaşlarındandı. Sonra güzel oğlu Kavi katıldı aramıza. Nasip olmadı beraber maça gitmeleri ama Kavi’ye Ankaragücü sevgisini aşılamayı her zaman iyi bildi. En son Fati ile beraber Kavi’nin doğum gününe gitmiştik. Babasının portresinin olduğu pankartı hediye ettiğimizde gözleri ışıl ışıl olmuştu. Exom, bize kattığı değerlerle, arkadaşlığıyla, anılarıyla her zaman aramızda olacaktır. SOKAK 3


EXOM’A...

SOKAK 4


SOKAK 5


SOKAK 6


meselem F

Tribün şehitleri ölümsüzdür…

Sevdiği için ölür mü insan? Lafta herkes ölür ama bu işi icraata dökmekte sınıfta kalır çoğu kişi. Menfaatleriniz sevdalarınızın önüne geçmişken kim bekler sizden kendinizden vazgeçmenizi? Herkesin dilinde aynı laf altı üstü bir futbol takımı bu kadar sevilir mi? Sanki başka birşeyi bizden daha çok sevebilecekmiş gibi. Kendi sahte sevdalarınızın üzerini örtmek için kullandığınız bir kalkan. Bizim Ankaragücü sevgimiz tokat gibi çarpıyor yüzünüze bütün sahteliklerinizi. Zaten en güzel de Ankaragücü çocukları sevmez mi ? Makam, mevki, mal, mülk, başarı, şampiyonluklar, kupalar bürümüş gözünüzü çıkarınızca sevmeye alışmışsınız çünkü. Bizim nedenimiz yok hesabımız yok. Sokak çocuklarıyla sohbet eder misiniz? Sever misiniz onları? İşte biz o muhatap olmadığınız sokak çocuklarıyız. Ezileni daha da ezmediniz mi hiç? İşte biz o ezilenleriz. Düşene ne yaptınız sahi? Biz tekme attığınız düşenleriz. Küme düşmüş, yıldızı yokmuş, şampiyon olamamış… Bunlar bizim için önemli mi sizce? Bu kadar şeyin üzerine nasıl bekleyebiliriz ki sizden bizi anlamanızı. Siz sevdiğiniz için ölür müsünüz? Biz sevdamız uğruna ölenlerdeniz. Meselemiz bu, şarabı da seviyoruz Ankaragücü’nü de... SOKAK 7


DÖNÜLMEYEN DEPLASMAN

Tarih 1 Mart 2019 Cuma gecesi, deplasman Antalya. Klasik beklenmeler, geç gelenler de tamamlandıktan sonra yola çıkılıyor. Otobüs tam bir curcuna, o kadar güzel geçiyor ki yolumuz Antalya’ya geldiğimizi anlamıyoruz bile. Antalya sahilleri hiç görmediği kadar neşeli, hiç görmediği kadar kaynak. Denize girenler, sahilde sızanlar, uçak taşlayanlar her şey olması gerektiği gibi. Akşam olup maça girildiğinde sahada ve tribünde olanları anlatmak ise futbolu seven herkesin isteyeceği türden. SOKAK 8

Tribün baskılı, takım harika, biriki derken dört gol atılmış o kadar güzel geçiyor ki hiç bitmese keşke o akşam. Maç bitiyor herkes otobüslerine dönüyor, dört gol atılmış ve ertesi günü pazar tatili olan bir deplasman her tribüncünün hayalidir muhtemelen. Normalde herkesin ayakta olacağı kimsenin uyumayacağı bir deplasman dönüşü olması gerekirken otobüsteki herkes uyuyor, kimsede çıt yok. Isparta civarı deplasman çorbası içiliyor ve o karanlık gecenin ilk saatleri başlıyor...


O kadar karanlık bir gece ki hiç aydınlanmadı halâ, halen ilk günkü gibi karanlık, halen ilk günkü gibi güneş doğmuyor 2 Mart 2019 sabahına. O kadar karanlık bir gece ki hiç aydınlanmadı halâ, halen ilk günkü gibi karanlık, halen ilk günkü gibi güneş doğmuyor 2 Mart 2019 sabahına. Uyuyan herkesin uyandıran o arabanın çarpma sesi halâ kulaklarda çınlıyor. Dört gol atılmış deplasman zehir oluyor…Otobüs devrilmiş, ön kırık camdan çıkmaya çalışıyoruz, arkadan gelen diğer deplasman otobüsündeki Ankaragüçlüler görüyor bizleri, ambulanslar geliyor, yaralılar hastaneye kaldırılıyor. İki tane gencecik kardeşimiz, 18 yaşını bile görememiş iki Ankaragüçlü o otobüsten çıkamıyor. Sadece onlar değil binlerce kişi de o otobüste kalıyor aslında sabahı

olmayan Antalya deplasmanı dönüşünde. Eren ve Mert hepimizin kardeşi, arkadaşı, yoldaşı oluyor artık. Ankaragücü yolunda canlarını bırakan, güneşli günleri göremeden vefat eden iki genç yürekle beraber biz de kalıyoruz o deplasman yolunda. Sizleri hiç unutmayacağız kardeşlerim. Sizler Ankaragücü yolundan hiç ayrılmayan, birbirinizi hiç bırakmayan, birbirinize sırt dönmemiş yan yana bu Dünya’dan ayrılmış 2 yiğit olarak kalacaksınız akıllarda. Tam gidip halen dönemediğimiz o deplasmanda sizleri bıraktığımız için bize haklarınızı helal edin. Fati SOKAK 9


Özlemek Ölenleri mi, yaşayanları mı, hayatta kalanları mı yoksa sadece Ankaragücü’nü mü özlemek lazım?

H

erkesin bildiği, hepimizin daha önce bir şekilde maruz kaldığı, ister istemez yaşadığımız şey. Özlemek. Hep özledik, çok özledik. Ama bu sefer çok başka oldu. Neyi, kimi, nasıl özlemek lazım bilemez oldum.

Ölenleri mi, yaşayanları mı, hayatta kalanları mı yoksa sadece Ankaragücü’nü mü özlemek lazım? Ayırması çok zor. Sanki biraz fazla öldük. Ölmek çok gerekli miydi? Mesela Erenle Mert ya da Exom ölmese olmaz mıydı? Daha mı az özlerdik o zaman en çok sevmeye çalıştığımızı. Biz diye yazıyor insan ister istemez. Uzunca bir zamandır bir araya gelememiş olsak bile hala bizden bahsedilmek güzel sanırım. Çok özledim. Daha fazla özlemem mümkün olsa o kadar özlerdim. Bu özlem karşılığında herhangi bir şey beklemek çok ahmakça olur. Ben ve tanıdığım bir sürü ahmak; ahmak olmamıza rağmen bir karşılık beklemiyoruz. Ne beklediğimi ya da beklediğimizi anlatmak veya anlamaya çalışmak; Sedat Ağçay’ın belki de en güzel golü atmak niyetiyle çektiği şutun kaleci tarafından hiç gereği yokken :) Kalan sağlarla değil düşen canlarla iyi gününde kötü gününde hep beraberiz... patlantis SOKAK 10


Gurbet ne yana düşer usta....Sıla ne yana Hasret hep bana.....Bana mı düşer usta

ı… ncü kırmız ivarı dördü ükmen kafam c 0 6 a ik k h Da kırmızıda emiş… n beşinci d l te ’e dönüş. e a z Z rg ü e g b s e rl n a ş C a e a rb ıl iy u s d Refik D rbet de iyi olacak ü adına gu bir ük harfle Ankaragüc benden yana düştü yerini büy n ri te e h d e t m re i lerini trida has Tribündek yan beste le a g r, e tl . e ir salonunsüred atılan twe yerini evin in n e n m ta le ç y desibelde a ma bünde sö mayacak ır Rüzgârlı’d u d a b n i ls a n o y ri u n e e y u el uğ edilecek. Eskid şlayan ritü n da çoc almış. Olsun, idare a e il b l id e g c i n s ö e r c dakika go t ön ama saatle yarım saa iyor, ilk üç iki fısıld n id , g ta rg lı ç o la a ız b o h u m d ı T r uz arala kırmızı İlk kırmız ruşunda b lınan dört turuncu ek kale vu s s avul sesi to iy d ri d o e la tekelden a m -D ız k e y en ağ lu fıstı rk z lı a r tu k, i , te iy it rg c e w in b T an … Oturdu Carls bından ik de başlay n dokuzlu in e s ç il e a ir c g g M n n . k ö a tö k re d o ve ço durum taklit ede ya lelel) ç a bırakmış iki ya lelel cak ev r madım o ra y a a li y ık e a ç goygoyun g ş i a a k y ş (i gelen açı bo n ı m , ta ın e k p d k to a in p h s ın le la galeyan önce “ev” kısmın makinesini sesiy atılan seri ın a ır ın s ğ i lı ş n e a p yor mu holig laşık bestesi ceden çıtlı in ilde bir (bu ineye koy, k fa e şey a ş K k . e .. c vere amaçlı “bi eetleri mak k rı tw ri la a d ık r, ıl te lt e s a ip , hv rı at, topla Hemen gid e oyna devam. boşalt, ka , çamaşırla acağı şekilde ne? la p tüeli v to ı ğ lı orta uyuy zım mı?” ri la e n ti a a e s d ç n a maç saati çocuğu m n) çaba ve u fliği… s fi u a y h u z i k a yor anılm y a d ın ın ğ lı ev holigan SOKAK 11 Ev Holiganı


Kuvvetle muhtemel tam o sırada yenilen gol, henüz yediğimiz ilk golü ekran başında yakalamışlığım yok. Devre arası, üçüncü kırmızı… Dakika 60 civarı dördüncü kırmızı… Zaten beşinci kırmızıda hükmen kafam iyi olacak diye Carlsberg’e

dönüş. Eskiden amcadan çay teklifleri gelmesi ya da özelden tehditli telefon numarası paylaşılması tam bu 4 kırmızı sonrası direncin düşmesi ve algının zayıflaması sürecine denk gelirdi. Tatmin edici bir sonuç varsa sızana kadar Twitter goygoyu ve horultular arasında kapanış…

Belki Ankara’da yaşayıp bunu fark etmek imkânsız, ben de edemiyordum ama Anadolu’da tribünler için bir Ankaragücü gerçeği var, nefret edeni için de çok sevip tribün olarak örnek alanı için de… Bir ev holiganının maç günü böyle geçiyormuş, yaşamadan bilemiyor insan. Neyse beterin beteri var diyelim ve esas meseleye gelelim. Yine böyle bir Pazar ertesinde kafada Ankaragücü beresi okula sabahın ilk saatindeki dersine giderken Konyaspor formalı bir öğrencinin “Hocam başınız sağ olsun” diye yanıma gelişi. İlk başta anlayamama rağmen sonra konuştukça 2019 2 Mart’ında Mert Turgut Çakır ve Eren Açıkgöz’ü kaybettiğimiz elim kazaya atıf yaptığını anlıyorum. SOKAK 12

Cidden çok üzülmüş ve bunu tüm Ankaragücü ve tribün gruplarının sosyal medya hesapları üzerinden dile getirmesine rağmen bir de üzüntünün yereldeki muhatabı olarak beni görüp başsağlığı diliyor. Hüzünlenirken genç komutanların neyi başardıklarını fark ediyorum. İrili ufaklı tüm tribünler nefret dahi etseler onlara ve Ankaragücü’ne saygı duyuyorlar. Tribün içi kısır çekişmelerin, yönetim meselelerinin, transfer yasaklarının çok ötesinde belki ilk defa Ankaragücü adı saygıyla anılıyor.


İçimden umarım komutanların bu ağır emanetini layıkıyla taşıyabiliriz diye düşünüyorum. Belki Ankara’da yaşayıp bunu fark etmek imkânsız, ben de edemiyordum ama Anadolu’da tribünler için bir Ankaragücü gerçeği var, nefret edeni için de çok sevip tribün olarak örnek alanı için de… Misal tribün gruplarının isimlerini geçtim, tribün liderlerini mazilerini ve sıkıntılarını belki maçlara giden münferit bir Ankaragüçlüden daha iyi biliyorlar. Ve bunda da belki de en büyük pay sahibi Ankaragücü için hayatlarını kaybeden iki komutan. Ankaragücü tarihi Şükrü

Abbas, ile başlayıp Baskın Soysal, Kaptan Adil, Erman Toroğlu, Hakan Kutlu değil artık. Ankaragücü vefa, cefa, emek, alın teri ise Ankaragücü’nü tek tek bunlarla anlatmaya gerek yok kanımca; Mert ve Eren’i hatırlamak yeterli… Geriden kalan bizler için açık uçlu bir sınav devam ediyor; Eren ve Mert komutanların yarattığı tribünler arasındaki anılarına saygı ortamını korumayabilmek. Kapatırken bir başka ustaya gönderme yapalım, “Vatan İçin” şiirinde pek güzel demiş Orhan Veli, ben onu Ankaragücü’ne uyarlayayım: “Ne yapmadık ki Ankaragücü için? Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik!”

SOKAK 13


EFSANE PANKART MAMAKLI DALTONLAR Özcan-Özhan Yalçınkaya

G

ururlu şehrin güçlü çocukları onlar. Babadan kalma Ankaragücü sevdası, ekmek için türlü zorluklara karşı mücadele veren dört erkek kardeş... Yalnızca Ankara’da değil, ülkemizin her yerinde tanınan Mamak, bu şehirde hayat mücadelesinin en sert geçtiği yerlerden biridir. Mamak’ta zorlu işlerden biri olan dolmuşçuluktur bu kardeşlerin işleri. Dolmuşçuluk yalnızca araç sürmekten ibaret değildir elbette. Her türlü insan tipi ile uğraşacaksın, başkasının hakkına girmeden para kazanacaksın ve tabii ki başkasına da hakkını yedirmeyeceksin. Bu, hem güç hem mücadele azmi ister. Bir yandan ekmek kaygısı ve kavgası içinde olacaksın, diğer yandan şehrinin takımına sahip çıkacaksın. İster iç saha ister deplasman olsun fark gözetmeden takımının peşinden gideceksin. Tabii iç sahanın bir avantajı da yok değil. Maç boyunca “Gururluyuz, güçlüyüz, Ankaragüçlüyüz!” diye bağırırsın. Maç bitiminde 19 Mayıs’ın önünde dolmuşun kapısını açıp “Mamak-Kayaş!” “Mamak-Kayaş!” diyerek tribün dostlarından doldurduğun ekmek teknenle evinin rızkını temin etmiş olursun. Mamaklı Daltonlar, babam (Erdal) ve amcalarım Ercan, Adnan ve Erhan Yalçınkaya’nın takma ismiydi. Takımlarına sevdalı dört kardeşti onlar. Bu sevdayı dağa taşa yazabilirlerdi. Dağa, taşa yazamadı belki ama Sümerbank’ın kumaşına bir güzel nakşetti sevdasını Adnan amcam. Mamak’ın genç fişek delikanlıları, sevdalarını bu şekilde dile getirdiler. Tüm statta bu ismi tanıdı ve benimsedi. Sümerbank’tan alınan o kumaş, artık yalnızca bir kumaş değildi. Bu gençlerin takımSOKAK 14

ları ile özdeşleşmelerinin yansımasıydı: Mamaklı DaltONLAR. Başlangıçta harf büyüklükleri kestirilmeden, tam hesap yapılmadan alınan kumaş üzerine bu ismin yazılması gerekiyordu. El yordamı hesaplamalar yapıldıktan sonra gazeteler ile çevrilerek ve sarı renk bulunamadığından beyaz boya ile yazılan bu pankartın bazı anlamları da vardı: “O” harfi içerisindeki Ankaragücü amblemi ve kardeşleri işaret eden “ONLAR” ifadesi, o kardeşlerin kalbinde Ankaragücü sevgisinin nişanesiydi. İşin en ilgi çekici taraflarından biri ise bu pankart ile Mamaklı Daltonların bir tane bile fotoğrafının olmayışı. Yazıdaki fotoğrafı sosyal medyada gördüğümüzde içimizde oluşan sevgiyi ve heyecanı tahmin edemezsiniz. Bu pankartın dışında en küçük amcamız Erhan’ın askerde olduğu dönemde kullanılan “Asker Erhan”, Bakırköy’e yenilmemizin ardından yapılan “Başkent İntikam” pankartlarımız da el emeği göz nuru, sevda ürünü olarak yapılmış ve Gecekondu’ya asılmıştır. Mamaklı Daltonlar kendi geleneklerini sürdürecek, onların sevdasını devam ettirecek ikinci nesli yetiştirmişler. Şimdi ilk nesil ile ikinci nesil maçlara kol kola daha kalabalık bir “Dalton” ekibi olarak gidiyor. Biz ikinci nesil Daltonlar ise üçüncü neslin aşı işlemlerini tamamlamış, onların meyve vermelerini beklemekteyiz. İçimizden geçen odur ki en yakın zamanda ya ilk tasarımla ya da yeni bir tasarımla Mamaklı Daltonlar pankartını stadyuma asabilmektir. İlk neslin yaptığı bu pankartın ruhunu yaşatabilmek adına üç nesil bir arada o yeni pankartı en kısa sürede hazırlamak istiyoruz.


A D A K İ 90.DAK KALENGA nasıl koydu

S

ozzyy

ene 1995 aylardan eylül... Domuz burun ayakkabıların, Loft marka kotların moda olduğu dönemler. O dönem kanımıza nasıl işlemişse bu tribün işleri ne kopabiliyoruz tribünden ne de tribün bizden kopabiliyor. Büyük maçlar öncesi sabahın köründe kalkıp kapüşonlu polarımızı giyip altımıza domuz burun ayakkabıları çekip ya stada gidiyoruz ya da baktık kimse yok Hacıdoğan’a gidiyoruz olmadı Yenidoğan’a. Çünkü genelde toplanma yerleri oralar oluyordu yani planlar programlar çatışma stratejileri falan...Yine bir büyük maç öncesi ve sonrasını anlatacağım. GS ile oynayacağız kendi sahamızda. O gece tribünden kardeşim Yasin’le sabahlıyoruz. Sabah Hacıdoğan’a gideceğiz. Tabi heyecan hat safhada. Geceden içmeye başladık Yasin’le kafamız bir dünya kaynatıyoruz evde. Birden aklımıza emanet geldi. Lan oğlum yarın GS maçı var İstanbul gelecek biz Hacıdoğan’a gideceğiz ama ne emanetimiz var ne bir şeyimiz nasıl yapacağız falan derken Yasin evde bir satır olacaktı onu alalım sen de bira şişesini alırsın emanet olarak öyle gideriz dedi. Tamam dedim boş gitmekten iyidir. Nerden bilecektim Yasin’in evdeki satır 20 senelik kap kara olmuş kör bir bıçak yani bir sikime yaramaz o derece. Yapacak bir şey yok aldık satırı... Sabah olmasını beklemeden çıktık evden hala sarhoşuz ama. Daha gün ağarmamış Hacıdoğan’a geldik. Şimdi Gecekondu’nun derneği olan yere... O zaman dernek yoktu orada, Ali abinin kahve vardı. Genelde büyük maçlar öncesi planlar yapmak için orada toplanırdı millet. Millet üçerli beşerli gruplar halinde muhabbet edip alkol alıyordu.

o

Bir yandan da dükkanların açılmasını bekliyordu. Dükkanlar dediğim de bıçakçılar! Artık dönerdi sallamaydı satırdı ne bulurlarsa… İki tane emanet alırken bir tane de beleşe getirilirdi. Ya tufa yoluyla ya da ısrarla 😀😀😀 😀😀z rahatız Yasin’de kör bir satır bende de bir adet bira şişesi kendimizi sağlama almışız tufayla falan uğraşmıyoruz 😀😀😀 😀😀😀t ilerlemeye başladı ama hala güneşi göremiyoruz. Toplanan emanetler bir yere gömüldü başına da küçük Emrah’ı koydular. Tribünde dönem küçük Emrah’ı tanımayan yok. Abiler tarafından sevilen kollanan bir arkadaştı... Stat Kafe’de masaya çıkıp türkü söylerdi abiler de onunla kaynatırdı... Stat Kafe normal maç günleri toplanma yeriydi. Kafenin arkasında dar bir alan vardı, millet genelde orada piizlenip kafayı kurtarırdı. Hatta besteler bile orada yapılırdı (Bir dahaki sayıda stat kafeyi ayrıca anlatırım). SOKAK 15


muş...

Bom’a koy im C t n e k ş a ,B ün dolmuş a ib r t ik ld e g nga a.…n a.… le a K Stada u d y o a nasıl k 90. dakikad

N

eyse küçük Emrah emanetlerin başında. Millet de zaman geçirmek için kendilerine uğraş aramakta. O sıra bir çocuk Gençlik Parkı’na gönderildi erketeye yatsın diye. İstanbullular gelmiş mi gelmemiş mi ortamı yoklamak yani mevzu. Bizimkiler de İtfaiye Meydanı’nda bulunan okulun bahçesinde maç yapıyor kendi aralarında erketeden haber gelene kadar. Yarım saat sonra falan erkete geldi Hacıdoğan’a “abi gelmişler 100 kişi civarındalar Gençlik Parkı’nda kafede oturuyorlar“ dedikten sonra abiler herkesi çağırdı son bir toplantı ve plan için. İstanbulluların geldiklerini 100-150 kişi civarında olduklarını hepsinin emanetle olduğunu ona göre hareket edeceğimizi belirttiler... Heyecan artmaya başlamıştı. Herkes galeyana geldi yani tam anlamıyla kıvama gelmiştik... Tek sorunumuz Yasin’in kör satırıydı! O sıra abilerden biri bize seslendi “gençler sizde ne var“ diye sordu. Yasin çok soğukkanlı bir şekilde “abi bende satır var Tamer’de de şişe var “dedi... Bakalım şu satıra dediler hani işimize yararsa biz alalım hesabı ama satırı görünce hepsi uzaklaştı ortamdan dalga geçip. Ama tabi bu bizim mevzuya gitmemize engel olamazdı... Grubun arasında yerimizi aldık! Usul usul sessiz bir şekilde Opera binasının arasından Gençlik Parkı’na doğru yol aldık... Yürürken çıt yok. Derin bir sessizlik hâkim ortama. Sadece ayak sesleri duyuluyor... Ama arada milleti galeyana getirmek için ufak ufak gazlar veriliyor. ”Beyler kimse geri adım atmasın, kaçacak olan varsa şimdiden siktirsin gitsin”. Mevzu sırasında arkadan kaçan olmasın diye arkaya sağlam iki-üç eleman yerleştirdiler yani kaçanı vursunlar diye 😀😀😀 😀😀😀😀😀k bir sıkıntı yok tam grubun ortasındayız tahminen 200 kişiyiz ama herkes emanetli ve herkes SOKAK 16

kendinden emin. Yani ya vuracağız ya da vurulacağız ortası yok!Opera tarafından Gençlik Parkı’nın içine girdik. Yine sessiz şekilde yürüyoruz... Parkta sadece çarşı iznine çıkmış askerler, İstanbul’dan gelen Galatasaraylılar ve biz varız. Cesur Yürek’te bir savaş sahnesi var ya yani onun gibi bir ortam işte 😀😀😀 😀😀😀😀😀😀😀😀😀e Restoranı’ndan köşeyi döndük ve hızlı şekilde yürümeye başladık... Fenerbahçe Restoranı Gençlik Parkı’nın en eski restoranıdır. Her maç öncesi gıcıklık olsun diye camlarını taşlardık. Sahibi çok inatçı biriydi. Ertesi günü camları yenileyip hiçbir şey olmamış gibi restoranı işletmeye devam ederdi. Her neyse... Restoranı geçer geçmez İstanbul’dan gelen tayfa bizi gördü ve hepsi ayağa kalktı. Biz de onların üzerine koşmaya başladık. O sıra hepsi emanetleri çekip havaya kaldırdı inanılmaz bir sahneydi 😀😀😀 😀😀😀😀😀😀n yeni doğmasıyla havaya kalkan emanetler ışıl ışıl parlıyordu. Oğlum Tamer dedim kendi kendime ya harbi sıçtık tribün hayatımız bitti ya da burada bir devrim olacak... Çekilen emanetler karşısında bizimkiler durakladı üç-beş dakika taşlama işlerine geçildi. Taşlar havada uçuşuyordu. Hatta o taşlardan biri omuzuma denk geldi. Tabi o mevzu sırasında hiç acı hissetmedim. Taşlama olayları sırasında karşı atak yapan bu muhaberenin galibi olacaktı açık ve net..


İşte tam o sıra kapalıya giren Genç Güçlüler grubu “ya Allah bismillah Allah-u Ekber” diyerek İstanbulluların üzerine koşmaya başladı. Yine kendi kendime dedim ki Tamer tamamdır bu iş olay burada biter saldır. Herkes bi GS’liyi sıkıştırıp vuruyordu. Kendini caddeye atanlar mı dersin havuza atanlar mı dersin yardım için polise koşanlar mı dersin resmen dağılmıştı İstanbul tayfası yerler kan içindeydi. Mevzu sırasında bir İstanbullu ağacın dibine düşmüş üstü başı kan içinde yardım istiyordu. O sıra tribünden sevilen sayılan bir abimiz çocuğun üzerine yattı yani siper oldu “vurmayın tamam çocuk ölecek” dedi ve millet üçerli beşerli ufaktan yol aldı Gençlik Parkı’ndan... Bu mevzu GS ile dostluğa yol açacaktı uzun zaman sonra ama bunu nerden bilecektik ki Mevzu başarılı bir şekilde çözüldükten sonra millet tekrar Hacıdoğan’a geçti. Emanetler zulalandı ve hiçbir şey olmamış gibi millet besteler söyleyip kaynattı. Sanki bu mevzu hiç yaşanmamış gibi.. Maç saati yaklaştığında stada doğru yol aldık. O dönem sadece kapalı ve Gecekondu’yu bize veriyorlardı biz Gecekondu’ya giriyorduk Genç Güçlüler de kapalıya. Maç öncesi ayrı gayrı yoktu ve herkes hep beraberdi. Zaten bu grup işleri yoktu o dönem. Herkes birbirini tanır ve saygı gösterirdi. Biletlerimizi aldık içeriye girdik. Tabi mevzuyu başarılı bir şekilde atlatmanın rahatlığı ile GS’lilerle taşsak geçmeye başladık “dışarıda kaçanlar parmak kaldırsın” “can ey can ey can ey işte meydan ey delikanlı Cim bom neredesin haney neredesin haney” diye tezahüratlarımızı ettik. Maçı 2-1 kazandık... 90. dakikada Kalenga imzasını attı. Yani o gün bizim için her şey çok güzeldi😀😀😀 😀u maçtan sonra “stada geldik tribün dolmuş, Başkent Cim Bom’a koymuş... 90. dakikada nasıl koydu Kalenga a.…n a.…a“ bestesi yapıldı ve hafızalarımızda hiç unutulmayacak bir maç olarak yer aldı…

SOKAK 17


SOKAK 18


SOKAK 19


Bir Efsanen

in Anatomis

Darius Vass i: ell 2000’li yılların başında Ersun Yanal yönetimi altındaki Ankaragücü Süper Lig’de (2001-2002 sezonundan önce 1. Futbol Ligi’nde) büyük sürprizlere imza atan, İstanbul takımları ve Trabzonspor’a kök söktüren bir ekipken kulüp tarihinin en başarılı lig seviyesi olan dördüncülüğü de almasını bilmişti. Ancak, 2000’lerin başındaki bu çıkış 2002-2003 sezonunda son kez Avrupa sahnesinde Deportivo Alaves’e UEFA Kupası ilk turunda

SOKAK 20

elendiğimiz maçta son bulacaktı. Sonrasında ise tribünde giderek artan grup sayılarıyla eş zamanlı olarak ligde seri 13.luklere alışan bir Ankaragücü olacaktı. Taraftarın yoğun baskıları karşısında direnemeyen Cemal Aydın önce gölge yönetimlerle onursal başkanlık adi altında kulüp üzerindeki etkisini kaybederken sonrasında ise tamamıyla bu etkiyi donemin ABB Başkanı IMG’ye devredecekti.Diğer taraftan İngiltere’de 90’larin sonu 2000’lerin başında, doğup büyüdüğü şehrin takımında forma giymeye başlayan Jamaika

asıllı bir İngiliz forvet milli takım kapısını çalmaya başlamıştı. Darius Vassell attığı gollerin yanında fuleli koşularıyla Premier League’de adından söz ettirmeye başlarken 2003 yılında milli takımımıza karşı Sunderland’in de evi olan Stadium of Light’ta İngiltere’ye karşı makus talihimiz yenemediğimiz bir maçın skorunu kesinleştiriyordu. Daha önceleri maç özetlerinde adını sıkça duyduğumuz bu isim belki de ilk kez


Türkiye futbol seyircisiyle bu kadar yakından temas kurmuştu. Ve hepimizin aklına gelen soru benim de aklımdan hala bir türlü gitmiyor. Kim derdi ki İngiltere’nin üç ya da dört numaralı golcüsü bu meşhur golden altı yıl sonra Ankara’nın yolunu tutacaktı. Hızlı ve bitirici bir rol oyuncusu olan Vassell o yıllarda Lazio’nun başında Scudetto’yu son kez kazanan teknik adam olan Sven-Göran Eriksson gibi bir ismin de ilk tercihlerinden birisi olmuştu. Önce İngiltere Milli Takımı’nda sonrasında ise Manchester City ve Leicester City’de İsveçli teknik adamla birlikte çalışan Vassell bana göre günümüz futbolunda kendisine daha başarılı bir kariyer inşa

edebilecek oyuncu özelliklerine sahipti. Ne yazık ki (ya da ne mutlu ki) bu yıldız oyuncunun yolu Ankara’ya ve Ankaragücü’ne düştü de bizler onu hem canlı izleme fırsatına sahip olduk hem de üzerinden on yıldan fazla zaman geçse de hala anlatılan bir havaalanı karşılama hikayesine dahil olduk. Vassell’in Ankaragücü’ne transferinden bir sezon önce Beşiktaş’ın 1 milyon pound civarı teklifini reddeden Manchester City’nin yeni yönetimi yıldız oyu-

ncunun kariyerinde önemli donum noktalarından birinde büyük pay sahibi oldu. 2008 yazında Arap sermayesinin Manchester City’ye girmesiyle Vassell de diğer eski takım arkadaşlarının birçoğu gibi gözden düştü. Bu durumun bir benzerinin 2009-10 sezonunda Ankaragücü’nde yaşanacağını Vassell’e söyleseniz size muhtemelen kahkahalarla gülerdi. 2008-09 sezonunda ligde sadece 15 kez forma giyen Vassell sözleşmesinin bitmesiyle birlikte Kuzey İngiltere ekibinden ayrıldı.

SOKAK 21


İşte ne olduysa bu sıralar oldu ve Ankaragücü’nü hatıralardan silinmeyen bir şekilde kümede tutmayı başaran Cengiz Topel Yıldırım yönetimi yıldız oyuncuyu Ankara’ya gelmeye ikna etti. Ancak, henüz sözleşmeye dair bir şey konuşulmamıştı. 2009 yazında gerçeklesen 3,000 kişilik görkemli havaalanı karşılaması Vassell’in Ankaragücü’ne imza atması yolunda en önemli gelişme olmuştu. Ankaragücü tarihi açısından hala bu karşılamanın üzerine çıkılamadı desem yeridir. Vassell’den sonra Geremi, Rothen ve Lemerre gibi çaptan düşüp Ankaragücü’ne imza atan dünyaca ünlü isimler bile taraftar üzerinde bu denli bir etki yaratmamıştı. Vassell’in Ankaragücü kariyeri de benzer şekilde bir hayli heyecanlı ve hareketli başlamıştı. Yıldız oyuncu sahadaki durusuyla, hırsıyla ve takıma sağladığı katkıyla taraftarın gönlündeki yerini sağlamlaştırmayı başarmıştı. Fakat ligin henüz başında Altınpark’taki malum buluşmada kaderi tamamıyla değişen Ankaragücü’nü de Vassell’i de güzel günler beklemiyordu. Yeni gelen yönetimin ilk icraatlarından birisi takımı kümede tutan Hikmet Karaman’ın işini zorlaştıracak yaptırımlar uygulayıp hocayı takımdan amiyane tabirle kovalamak oldu. Devre arası gelmeden Ankaraspor’un lisanslı futbolcularının tamamı artık Ankaragücü’nün futbolcuları olmuştu. Ayrıca, transfer sezonunun da açılmasıyla birlikte takıma dahil edilen çok sayıda yabancı ve pahalı transferler Vassell’in takımdaki yerini fazlasıyla sarsmıştı. Eş zamanlı olarak sakatlık problemi de yasayan İngiliz oyuncu yeni yönetimle yasadığı anlaşmazlıklar sonucu yasadığı beş yıldızlı otel odasından elinde bir Atatürk portresiyle ayrılmak zorunda kalmıştı. Vassell, yerleştiği yeni otelinde bir blog tutmaya başladı ve Ankara’da yasadığı bunalımlı günleri yazarak ve insanlarla paylaşarak asmaya çalıştı. Sezon sonu geldiğinde Vassell kaçınılmaz olarak Ada yolunu tuttu ve her iki taraf için de çok sıkıntılı dönemlerin başlangıcı olan bir süreç çoktan başlamıştı. İngiliz oyuncu 2010 yılının Ekim ayında herhangi bir Premier League SOKAK 22

kulübüyle anlaşamayıp o zamanlar Championship’te mücadele veren eski hocası Sven-Göran Erikkson’un çalıştırdığı Leicester City’yle anlaştı ve fena olmayan bir sezon geçirdi. Ancak bu imzanın bir yıl sonrasında yasadığı diz sakatlığı ile Vassell’in futbol kariyeri de henüz 32 yaşındayken sona erdi. 2016 yazında emekliliğini açıklayan Vassell aradaki üç-dört yıl boyunca yasadığı sakatlık dolayısıyla kendisine kulüp bulamadı. Fakat hayatın getirdiği bütün bu olumsuzluklar karşısında yılmayan bir isim olan Vassell küçük yaş gruplarıyla birlikte antrenörlüğe başladı ve kariyerine yepyeni bir yön verdi. İngiltere milli takımın formasını 22 kez terleten yıldız oyuncu kırmızı beyazlı formayla altı da gole imza attı. 2017 yılında içerisinde Türkiye’de yaşadığı maceraların da yer aldığı ‘Road to Persia’ (kızının ismi Persia) isimli biyografisini yazan Vassell’in bu kitabi İngiliz basınında da zaman zaman yer buldu. Yukarıda anlattığım havaalanı karşılaması, otelden zorunlu ayrılık ve iki otobüsle antrenmana gitmek gibi İngiltere şartlarında sıra dişi sayılacak olayların yanında imza attıktan sonra kurban kesilmesi ve Diyarbakır deplasmanında karşılaştığı alaturka tuvalet gibi ülkemize özgü otantik detaylar da gündem konusu oldu. Bugün 20’li yaşlarının başında bir futbolcu olsa günümüz futbolunda kendine has oyun stiliyle çok daha başarılı bir kariyere sahip olabileceğini düşündüğüm Vassell kendi döneminde daha çok kalıplı ve uzun boylu forvetlerin tamamlayıcısı olacak bir rolde oynamıştı. Ancak, günümüz futbolunda kanattan içeri kat eden hızlı ve teknik forvet oyuncularının önemi giderek artarken Vassell bu doneme maalesef dahil olamamıştır. Vassell, yazdığı otobiyografisiyle çok da göz önünde olmayan bir kariyer sonuna sahip olmasına rağmen tekrar adından söz ettirmeye başladı. Bir nevi geçmişle hesaplaşma olarak da görülebilecek bu iade-i itibar sonrası sosyal medyada ve ana akım medyada görebildiğimiz kadarıyla artık daha çok gülümseyen ve bunalımlı günleri geriden bırakan bir isim olarak yer almaktadır.


2000’lerin başında yükselişe gecen Vassell’in kariyeri bugünlerde antrenörlük tecrübesiyle bambaşka bir hal alırken Ankaragücü ise geride bıraktığımız 20 yılda maalesef bir arpa boyu yol alamamış ve üzerine hala Süper Lig’e tutunma mücadelesi veren ve transfer yasakları, idari sorunlar, borç krizleri ve büyük ekonomik problemlerle boğuşan bir kulüp olarak yaşamına düşe kalka devam etmektedir. Vassell’in Ankaragücü taraftarı üzerinde yarattığı etkiyi bana göre bugüne kadar geçebilen herhangi bir yabancı oyuncu transferi görmedik. Geldiği dönem düşünüldüğünde Ankaragücü kendi yağında kavrulan öyle ya da böyle kümede kalmayı başaran hatta kimi zaman ilk dördü zorlayan bir takımken Vassell gibi büyük isimli bir futbolcunun kısıtlı ekonomik şartlarla Ankaragücü’ne imza attırılması büyük bir transfer basarisiydi. Sonrasında gelen yıldızların ne şartlarda alındığı ve kulüp ekonomisi üzerinde bıraktığı etkiler ise ortadadır. 2018 yılında Ankara’yı ve Ankaragücü’nü ziyarete gelen Vassell’e TRT World spikerinin sorduğu aklında burayla alakalı en çok kalan şey nedir sorusu belki de İngiliz golcünün burada yasadığı günlerin bir özetiydi. Vassell, bu soruya otelden kovulmak ve daha sonrasında yasadığım yalnızlık sırasında blog yazmaya başlamak benim için en önemli iki gelişmedir diyordu. Ancak bloğu açtıktan sonra Ankaragücü taraftarının gelip bizim evimizde kalabilirsin seklinde mesaj bombardımanına tutması taraftarla kurduğu bağın en önemli göstergesiydi. Yazıyı Vassell’in kendisi ve Ankaragücü arasında kurulan bağ hakkındaki sözleriyle bitirmek en doğrusu olacak: “Ankara’ya 2009 yılında geldiğim ilk gün aramızda bir bağ varmış gibi hissettiren Ankaragücü taraftarıyla yıllar içerisinde kurduğumuz bu gerçek dostluk benim için sonsuza kadar yaşayacaktır.” Yarım kalan bir aşk hikayesinin başrol oyuncusu olsa da 13 numaralı forması, fuleli koşuları ve attığı ilk golden sonra sol kapalı tribününe doğru yaptığı gol sevinciyle her zaman kalbimizde ve hafızamızda yeri olacak bir isim Darius Vassell, taraftarın deyimiyle “kara boğa” …

ankaraZulus SOKAK 23


Ke te n p e r e

E

veeet sene 2012 kötü bi sezonun bizi beklediğini, görüşlerine daima önem verdiğim canım kardeşim Müço’nun sezonun ilk maçında Mersin İdman Yurdu’na yenilmemizin ardından ‘’olum bu sene kesin düştük, takım çok kötü’’ demesinden anlamalıydık. Umut işte bizde o öngörü yok iki maç kazanalım hemen UEFA hayalleri… Neyse kötü sonuçlar birbirini kovaladı, düşeceğimizi biliyor ama inanamıyorduk, inanmak istemiyorduk belki de. Ama gerçeklerle yüzleşmenin vakti gelmişti; her ne kadar kendimizi kandırsak da matematik yalan söylemiyordu. Evet hafızalarımızdan asla silinmeyecek olan Karabük maçı geldi çattı…Maç öncesinde daha biletler çıkmadan bi söylenti yayıldı ki üff görme. Yok bu maça gelmeyen Ankaragüçlüyüm demesin, bu maç bizim için çok değerli, düşeceğimiz maç gardaş kesin gidiyoz, düşüyoz laan diye kendimizi gaza getirme sürecinden sonra biletlerin satışa çıkmasını takip etmeyle süreç başladı. O zamanlar Konya’da okuyoruz Kova Ercan, Uzun Ali, Müço, Anıl Abi ve ben… Kadro da iyi yani Biletler satışa çıktı ve anında aldık, abartmıyorum bir saat sürmedi bitmesi, zor alabildik. Tamamdır, her şey ayarlandı, gidiyoruz, yolculuk başlasın..Deplasman otobüsünde başta biraz buruk geçen takım sohbetinden sonra ortamın havası değişince bizim de neşemiz yerine geldi. Güzel bir yolculuk oluyor herkes yarı baygın havada Karabük’e yaklaşıyorduk. Fazla geleceğimizi haber almış olacak ki emniyet de önlemini almıştı. Bilet kontrolleri stada gelmeden yapılıyordu. Arama noktasında durduğumuzda başka araçlar da durmuş bekliyordu. Polisler biletleri sordu, biz rahatız tabi gösterdik ama orda ilginç bir olaya şahit oldum. Polis karşısında 3-5 kişi hararetle tartışıyordu. “Noluyo la orda?” diyerek bi yaklaştım. Polisin elinde A4 kağıdına tek tarafı fotokopi çekilmiş siyah beyaz bilet ve şu cümleleri söylüyor: ‘’ya bak senden önce renkli fotokopi getirdiler onları geçirdik SOKAK 24

Karabuk Deplasmani bunu nasıl alalım kardeşim bilet mi bu?’’ karşıdan “bilet işte! Son maç yaa bırak gidelim.” Harala gürele galeyana getirip geçme çabaları derken otobüslere bindik stada koyulduk. Haa o arkadaşlar mı? Onlar da geldi tabi ki…Stada indiğimizde herkes farklı bi dünyada hafiflemiş bir şekilde giriş kapısına doğru yürüyordu. Kapının beş metresi yana iki metre uzunluğunda beton duvarla girişi çevrelenmiş devamı ise tel örgüyle uzatılmıştı. Tel örgünün karşısında polis duruyor bizler de yürüyerek duvar kısımdan kapıya ilerliyorduk. Ama bir terslik vardı sıra ilerlemiyordu. Bizden önce gelenler içeri girmiş tezahürat ediyorlar, duydukça içimiz bi heyecanla kaplanıyordu. “Hadisene kardeşim ilerlesene!” falan derken kapıların kapalı olduğunu ve içeri almadıklarını söylediler. Şaştık kaldık ne yapacağımızı bilemedik o an boşlukta gibiydik. Ve bir ses yükseldi evet hala kulaklarımda yankılanır o ses Anıl abinin aklına müthiş bir plan gelmişti. ‘’KAPIYA YÜKLEN’’ komutu alan bizler hiç düşünmeden yerine getirdik, birbirimizi itiyor ve ne yaptığımızı bilmiyorduk. Ardından bir ses daha ‘’TELLERE YÜKLEN’’ tellerin ardında polisler bi tarafında biz yükleniyoruz amaçsızca tam da telle beton duvarın birleştiği yerde Uzun Ali çıldırmışçasına tellere yükleniyor, polis diğer taraftan copluyordu. Biz yükleniyoruz polis copluyor derken teller koptu ve duvardan ayrıldı. Uzun Ali bi anda itmenin kuvvetiyle üç adım polislerin içine girdi, üç-beş cop yedi telleri geri çektik… Eee telleri kırmıştık şimdi ne yapacaktık? Ve o ses tekrar yankılandı. ‘’TIRMANIN’’ bir anda herkes önce beton duvara oradan stada tırmanmaya başladı polisler müdahale etmek istese de engel olamıyordu. Tırmananlar tırmanmayı başarmıştı. Tam bu sırada ben de tırmanırcasına hareketler yapıyorum ama tırmanamayacağım aşikâr. Yanımdan biri sürekli ‘’dur la dur tırmanma’’ diyerek montumu çekiyor. Bi baktım Müço… Meğer O da herkes tırmanır içeri girerse ben şişkoyum tırmanamam tek başıma burada kalırım triplerine girmiş..Neyse buradan da sonuç alamayınca o ses


bir daha yükseldi. ‘’ARKADAŞLAR BİR PLANIM VAR’’. Herkes bir anda sanki bunu beklercesine sese döndü ve komut geldi. ‘’GERİ ÇEKİLİYORUZ.’’ Herkes hızlı bir şekilde o sıkışıklıktan çıkmaya başladı. Tam oradan çıktığımızda daha da ilerlemeden, Atatürk’ün kurtuluş savaşında cephede askerlere verdiği emir gibi stada dönerek ‘’TAŞLAYIN’’ komutunu aldığımızda herkes yerlerden taş alıyor düşüncesizce stada fırlatıyordu. Bilen bilir stat o zaman inşaatı bitmemiş kale arkasıyla maraton arasında açıklık bulunuyordu. Dışardan saha, tribünün bir kısmı ve bir kale görünüyordu. Biz Allah ne verdiyse atarken bir sesle irkildik. Stattan bize bağırıyorlardı ‘’atmayın laaaaan bura bizim taraf.’’ Meğer burası bizim taraf, kale bizim kaleymiş. Yine baltayı taşa vurmuştuk. Tam o sırada omuzlarında sarı yıldızlar olan bir abi yanlışlıkla bizim tarafa geldi. Hemen çevreledik tam ağzımızı açacakken ‘’DURUN BENİ TAKİP EDİN KAPIYI AÇTIRACAM.’’ Demesiyle bir aydınlanma yaşadık. Merak ediyorum ilk cümlesinde başka bir şey söylese neler olurdu acaba Sonuçta stada sağ salim girdik.Müthiş bir atmosfer, düşecek olmanın verdiği hüzünle bağırmak… Yaşanılan duygusallığın tarifi yok. Etrafıma baktığımda her yaştan insan Ankaragücü’nü uğurlamaya gelmişti. Maçın sonlarına doğru meşaleler yanacak son deplasmanda son görev yerine getirilecekti. O sırada kavanoz dibi diye tarif edeceğim gözlüğü bulunan 12-13 yaşında bir çocuk elinde meşale ile Anıl Abinin yanında duruyordu. Muhtemelen Anıl abi vermiştir meşaleyi. Ben 2 alt sırada izliyorum. Anıl Abi sürekli ‘’yak la yak ‘’ diye çocuğa telkinde bulunuyordu. Çocuk yakmaya çalışıyor ama tutuşturamıyordu. Sonunda böyle olmayacak demiş olmalı ki Anıl abi çakmak istedi etrafından çocuğun meşaleyi tutuşturdu. Çocuk meşaleyi havaya

kaldırırken az daha Uzun Ali’nin yüzünü yakıyordu .. İşte o an, tam da o anda çocuğun etrafı beş metre yarıçapında boşaldı, herkes uzadı. Çocuk ortada tek başına elinde meşale ne yapacağını bilmiyordu. Anıl Abiye ürkek ve kuşku dolu gözlerle bakarken ‘’Abi şimdi napayım?” diye sordu. Aldığı cevapla çocuk tribün tarihinde yerini alacaktı: ‘’SAHAYA AT!’’ Emri alan asker hiç düşünmedi meşaleyi direkt sahaya fırlattı. Yetiştiremedi garibim polislerin yanına düştü Çocuğun akıbetini bilmiyoruz. Maç bitti 3-2 kaybettik ve düştük. Olsun üzerimize düşeni yapmış olmanın haklı gurunu yaşıyorduk. Kapılar açıldı otobüslere yorgun argın bir şekilde bindik. Emniyet otobüsün içerisine 2 tane polis vermiş, şehrin çıkışına kadar takip edecekler bizi uğurlayacaklardı. Polisle muhabbet etmeye başladık üç beş kelam edemedik o sırada Fatih Aydın abi geldi. Elinde bir çakmak polisin botlarının bağcığını yakıyordu. Polis ne yapıyorsun bırak dediğinde ‘’5 lira ver yoksa yakarım’’ cevabını aldı. Yakardın yakamazdın derken Fatih abinin eline bi yerden meşale geldi. Polise ‘’5 lira ver yoksa yakarım’’ diyordu. Polis de vermiyor, kaynatıyorduk. Osman abi muhabbetten bi haber arkadan geldi “ne oldu ya meşaleyi niye statta yakmadınız aq” dedi verdi ateşi. Bi anda süratli giden otobüste göz gözü görmedi şoför arabayı nasıl durdurdu kendi de bilmiyor. Zar zor durduk kendimizi dışarı attık diğer arabalar bizi görünce bir şeyiniz var mı diye durdular bi karıştı orada piyasa. Neyse tekrar bindik ve yolumuza devam ettik. Karabük deplasmanı bizim açımızdan çok önemlidir. Yıllar geçse de üstünden her görüştüğümüzde tekrar tekrar anlatılıp yad edilecek günlerden biriydi. Çok özlüyoruz o günleri çook. SOKAK 25


HASRET

Hasretin Nazlıdır ANKARA Ankaragücü sevgimizin temelini Ankara sevgimiz oluşturuyor. Ankaragücü bizim için ev demek Ankara demek. Bunu Ankara’dan uzak olduğunda daha iyi anlıyorsun. 2013-2014 sezonu 2. Lig’de şampiyonluk hayaliyle yeniden diriliş sezonu olarak başlamıştı. O senenin benim için zor olan kısmı Ankara’dan uzakta askerde olmaktı. Ankara’dan uzun süreli olarak ilk uzak kalışımdı. Ocak ayında askerlik için İskenderun’a geldiğimde sezon sonuna doğru fikstürdeki İskenderunspor maçını sabırsızlıkla beklemeye başladım. O maçın şampiyonluk maçı olması hayaliyle beklerken hayalim gerçekleşmedi. Lige fırtına gibi başlamamıza rağmen şampiyon olamayıp play-off içinde kalmıştık. Normal sezonun bitimine 3 hafta kala şampiyonluk havalinden uzakta play-off sıralamamızı etki edecek maç günü geldi çarşı iznine çıkar çıkmaz araların rahmetli EXOM’un da olduğu maç için gelen arkadaşlarımızla buluştum. O gün benim için aylar sonra Ankara hasretimin bir nebze azalmasını sağlayan gündü. Maça gelen abi ve kardeşlerime sarılarak Ankara ve Ankaragücü hasretimi giderdim. Maçın skoru durumumuzu çok değiştirmedi ama benim askerlikte geçirdiğim en güzel günlerden oldu. 6 yıl sonra yine Ankara’dan uzaktayım. 6 aydır İstanbul’da yaşıyorum. Yine her günüm Ankara’yı ve Ankaragücü’nü özlemekle geçiyor. O güne benzer bir anı bu sezonki Beşiktaş maçında da yaşadım. Yenilsek de (Faty o golü atsa maçı alırdık) maça gelen arkadaşlarım sayesinde Ankara hasretimi bir günlükte olsa giderdim. 2020 yılı Ankara hasretiyle başladı üstüne korona salgını hasretimi daha da artırdı. İstanbul’da olmanın iyi yanı bu sezon Şampiyonlar Ligi finalini canlı seyretme şansım olur diye düşünürken o da yalan oldu. Umarım 2020 yılı bir an önce biter ve ligde kalıp gelecek yıllara daha güzel gireriz. Ankara’dan uzakta olan tüm Ankaragüçlüler gibi bir gün tekrar Ankaramıza dönme hayalim hep olacak. Hasretin Nazlıdır ANKARA...

SOKAK 26

recoba


19 MAYIS’IN ARDINDAN Giriş, gelişme, sonuç ve noktalama işaretleri bir anı yazısının olmazsa olmazıdır elbet ama burada bu düzeni aramayın bulamazsınız diyerek 19 Mayıs’ın hafızamdaki yerini tanımlamak, tanımlarken okuyan yüzlerde bir tebessüme hasıl olmak istedim. 19 Mayıs’ın bize bıraktığı güzel anıları ve hatıraları özlem ve şükranla yad ettikten sonra giriş görevini bitirip bir sonra ki paragrafa geçmenin huzuruyla Iphone 7’nin tuşlarına basmaya devam ediyorum merkez. Malumunuz, pek de umurumuzda olmayan Ankara nüfusunun büyük bir çoğunluğunu saymazsak, bu duyguları paylaşan Ankara’nın güzide ve bir o kadar eşsiz insanlarının adına mabet dediği, şarkılar marşlar bestelediği, yeri geldiğinde gelin gibi süslediği, birçok zaman ses tellerini bıraktığı bir yeri anlatmak benim kelimelerime sığar mı abiler? Ha fiziki anlamı çok basit elbette; dünya statları kategorisinde kimsenin aklına gelmeyecek, liste yapsan ilk beş bine bile giremeyecek bir “harabe”. Takımı ve bizi nasıl da güzel temsil, tasvir eder, adeta takımın futbolunun ya da iç dünyamızın betona bürünmüş bir hali, tıpkı Müslüm Baba’nın ezgin bir şarkısının ifade ettiği gibi, kısaca stat gibi stat :) Ne ifade ettiğine gelmek istiyorum ama dediğim gibi ne yazılsa hep eksik kalacak olsa da, İlkokul yıllarında maç gecesi heyecandan uyuyamayıp, uyusa da acele edip rüyasında 19 Mayıs Stadı’nın olduğunu gören bilir. Palazlanırken, Ankara’nın sert ayazında, dershane çıkışı yaşıtlarının sıcak kafelerde okey teklifi yerine, atkısı boynunda titreye titreye mabede koşan, patrona bütün bahaneleri tüketmiş ama bu hafta da gitmeliyim diyerek yine de mabede gelip uğrunda işten atılmayı göze alan bilir. “Onlar da bir şey mi? (Bizzat şahidim) gençliğinin baharında tam

on ikiden vurulmuş, kader bu ya manitanın doğum günüyle maç takvimi çakışmış ama yine de gözünü kırpmadan 19 mayısın yollarına düşen, sonrasında şiddetli aşk acısı çekenler de bilirim. İnanmayanlar için de gazete kupürü bile gösterebilirim. Bildiğim ama şu sıralar anlamlandıramadığım bir şey daha var aslında. Hakemin başlama düdüğüne saatler varken, heykel tarafından otobüsten inilip stattan gelen seslerle irkilip soluksuz eski Meclisten insanların tuhaf bakışları eşliğinde aşağı koşulan yollar. Bu neyin acelesi, neyin tutkusuydu acaba? O kadar yaşanmışlık arasında elbette yaşayamadıklarımız daha doğrusu yapamadıklarımız, beceremediklerimiz de bir hayli. O kadar çok istememize, forumlarda sürekli gündem olmasına rağmen koltuklarında hiçbir zaman tek renk olup şarkılar, besteler giremedik. Dört tribün “sarı, lacivert, en büyük, Ankara” bu dört kelimeyi bir ucundan çekip de tek seferde hiç söyleyemedik. Koreografi için hazırlanan kartonlarda havaya hep eksik kalktı, yeşil sahada hep beklenip de bir türlü gelmeyen başarıların da vardı mesela. Unutmadan bir de çevresi ve oradaki aziz hatıraları… Çukuru, rüzgarlısı, dış sahaları, maç öncesi ayılanı bayılanı, sabah yenilen börekleri, maç çıkışı paylaşılan simitleri... Abartmıyorum müdavimlerine hayatıyla ilgili bir anı anlat deseniz “bir gün Rüzgârlı’da…” diye başlayıp sonu gelmeyen, soluksuz dinlenecek hatıralarda saklıdır Ankara 19 Mayıs Stadyumu... Velhasıl kelam hayatımızdaki değerini Eryaman yollarında, arayıp bir türlü bulunmayan tekel bayilerinde, stat önü eksik kalan muhabbetlerde bu yıl daha bir anladım ki kepçelerin altında 19 Mayısla beraber neler neler kalmış.

Müço

SOKAK 27


. S.. E N I S E OLSUN Sabah dört gibi berbat ötesi bir Ankara kışıydı. Gecekondumuzun kapısını çekerken akşam yiyeceğim dayak geldi aklıma. Evden ilk defa kaçıyordum yaşım on iki ya da on üç. Mahallemizin ağır abileri kahvenin önünde hepimizi iyice tembihlemişti “En geç sabah beş gibi burada buluşuyoruz’’ annemden ya da babamdan izin istesem eminim bir Amerikan dizindeki gibi “Hayır genç adam on altı yaşına kadar beklemek zorundasın ve bugün cezalısın sana televizyon yok’’ demez sadece bir temiz dayak yer sümüğümü çeke çeke otururdum sobanın yanına. Büyük abilerimiz ile buluşacağımız mahallenin kahvesinin önüne geldiğimde benim gibi uzaklardan tiplerine baktığınızda hurdacıya benzeyen, çoğunun SOKAK 28

kafası üç numara, elleri ceplerinde, kafalarında bereye benzeyen çaputlar olan, yaşları on ile yirmi küsur arası birçok gecekondu çocuğu birikmişti. Bu suratsız ellerinden sigara düşmeyen ve buram buram bela kokan çocukların hepsini tanıyordum. Hiç konuşmadan bekledik bir saat kadar, sonunda yaklaşık yirmi kişilik bir grup olmuştuk. Hiç konuşmadan yürümeye başladık. Türközü’nden çıkıp İncesu üzerinden Kurtuluş, oradan Cebeci’ye geçtiğimizde saat neredeyse sekiz olmuştu. Biz tıfıllar dışarıda beklerken abilerimiz adına piknik denilen birahanelerde kahvaltı yaptı. Birkaç saat bekledik birahanelerin önündeki kaldırımda hiç konuşmadan ne bir ses ne bir hareket... Abilerimiz içtikleri biranın da etkisiyle zaten kayık olan


EVMEYEN sıfatları iyice tipsizleşmiş, iyice mendeburlaşmış bir biçimde sallanarak çıktılar. Cebeci’den ilerleyip Hamamönü’ne vardığımızda kıyamet koptu. Yaklaşık üç yüz kişilik grubu gördük. İmrahor, Tuzluçayır, Yenidoğan, Çinçin ve Gölbaşı tayfası çoktan toplanmış her taraf, rengi solmuş sarı lacivert bayrakları sallayarak şarkılar söylüyorlar. O zamanlar tek şarkımız vardı zaten, Küçük Ceylan’ın “seni sevmeyen ölsün’’ her derdimize devaydı. Gruba biz de katıldık ve Ulus üzerinden bağıra çağıra indik Gençlik Parkı’na. İlk defa gidiyordum 19 Mayıs Stadyumu’na bir Ankaragüçlü olarak. O stadın önüne geldiğimizde, hiç unutmam bir Galatasaray maçıydı. Üzerlerinde gıcır gıcır formaları, atkıları, özel arabaları ile on binlerce Galatasaray

taraftarının arasında sanırım beş yüz kişi bile değildik. Ellerimizde rengi solmuş bayraklarımız, kimimizin üzerinde lime lime olmuş formaları. Bize bakıp gülüyordu, o süslü ve tertemiz Galatasaray taraftarı ve çevremizi saran polisler. Bir köşede beklemeye başladık. Eskisi gibi önceden bilet almak yoktu. Sıraya girersin, şansın varsa gişeden alırsın biletini. Abiler bizi sıraya bırakıp, Gençlik Parkı’nın girişindeki çukurda içmeye gittiler. Geldiklerinde tam bir felaketti. Sanırım polis bunları bir güzel coplamış. Kafamızı bir kaldırdık, üzerimize yirmi kişilik bir taraftar grubu ve arkalarında, ellerinde coplarla onlarca polis... Kaçsak sıra gidecek, kalsak dayak yiyeceğiz. Kaçmadık, öylece bekledik.

SOKAK 29


O yirmi kişilik grup bize karışınca, polis sağ olsun, hiç ayrım yapmadan kaba etlerimize girdi. İlk copumu orada yedim ama sıramızı bırakmadık. Polisler artık bizi dövmekten yorulmuştu sanırım, bir tanesi “Allah belanızı versin’’ dedikten sonra bizi bıraktılar. Beklemeye devam ettik. Çinçin, Yenidoğan, İncesu tayfası ile birleştik. Şenlik (kepazelik rezillik) başladı. Biralar havada uçuşuyor. İçip kendinden geçenler, zurna kafayla adak adayanlar, muska yazanlar. Neyse; kafalar leyla olmuş. Oyun havaları eşliğinde, bağrış, çağrış içindeyken polis hemen damladı. Bin bir tehdit ve gözdağı, bir o kadar da nasihat verdikten sonra amir “Aklınızı başınıza alın yoksa aklınızı alırım!’’ dedi ve bitirdi. İçeri girdik. Kale arkasına yerleştik. Zaten; o zamanlar şimdi olduğu gibi çok taraftarı yoktu canım Ankaragücü’mün. Maçın başlamasına, dakikalar kala; önümüzde omuzlarında bir sürü yıldız olan üniformalı bir abi, elinde megafon, rahat durmamızı yoksa olacaklardan sorumlu olmayacağını tatlı bir dille anlatırken, bizim arka taraflarımızdan cengâverin bir tanesi dolu ayran fırlattı yıldızlı abinin tam kafasına. Bir alkış bir tufan koptu bizde ama fazla uzun sürmedi. “Amoogaa goduhlarımm!’’ diyerek homurdanan çevik abiler bize bir güzel daldı. Kafamıza, belimize, kaba etlerimize inen copun haddi hesabı yoktu. Ben de iki tane yedim kaba etlerime. Milletin kafa zurna olmuş. Ankara ayazı bir taraftan... Çevik, bizi döverek kale arkasının köşesine sıkıştırdığında kaçacak yerimiz kalmadı, birbirimizin üzerine çıkmaya başladık. Dayak faslı tam sürat devam ederken, birdenbire İstiklal Marşı okumaya başladık. Polisler, şaşırdı. Durdular, bir an geri çekildiler. İstiklal SOKAK 30

Marşı bitti, polisler tekrar üzerimize gelmeye başladıklarında tekrar okuduk. Hatırladığım kadarıyla, ellerindeki copları sallayarak bizim marşı bitirmemizi bekleyen polisler, altıncı ya da yedinci defa okuduğumuz İstiklal Marşı’ndan sonra pes ettiler. Baktılar ki bizim marş bitmeyecek, sıkıldılar ve geri çekildiler. Onlar geri çekilince ilahi okumaya başladık. Ne alakası varsa “sordum sarı çiçeğe’’ ilahisini söyledik bir süre. İlahi bitti. Üzerimizi çıkarıp, oradan oraya koşmaya başladık. Maçı seyreden kim!? Tüm stat bizi seyrediyor. Koşturmaktan da yorulduk, polisi öven sloganlar başladı. Sloganlar bitti, oyun havaları başladı. Kafasına ayran yiyen yıldızlı abi, şaşkın bir halde bize bakıyor. Gülmeye başladı. O gülünce, polisler de gülmeye başladı. Biz de alkışladık, barıştık. Böyle başladı sevdamız. Futbol sadece futboldu bizim için. Bir daha da vazgeçemedik. Yıllar geçti. Her şey değişti. Sevdaların rengi kirlendi. En son 6 yıl önce gittim, artık örselenmiş, yorgun ve üzerinde asalaklardan bunalmış Ankaragücü’mün yanına. Her şey değişmiş, ellerinde bir külah tuzlu çekirdek ile aç karına içtikleri biranın mide kazıntısını gidermeye çalışan tribün çocukları hep aynı kalmış. Sırtındaki asalaklar gitmiş, başında bekleyen akbabalar çoktan terk etmiş, geriye 19 Mayıs Stadı’nı tıklım tıklım dolduran, tek sevdasına, futbola ihanet etmeyen gözü yaşlı birkaç çocuk kalmış. Tribün sevdasını her an yıkılmayı bekleyen yıkık dökük bir gecekondu tarzı yaşayan adamlar... Bir pavyon kahpesine karşılıksız sevda gibi. Rezil, kepaze, kokuşmuş, kaybetmiş adamların ıskaladıkları ve yaşayamadıkları güzelliklere isyanın adı aslında


bu sevda, pasaklı kontes tadında. Başarı, flaş transfer, şampiyonluklar, göz kamaştıran yıldızlar ile işleri olmaz, akıllarına bile gelmez. Müşteri değillerdir, inadına orijinal forma almazlar. Puştluk olsun diye bilet parası vermezler. İnadına küfür ederler. Orijinal, janjanlı ürünler eğrelti durur üzerlerinde. Bulaşık, yüzsüz ve arsızlar. Saatlerce kafa yorup marş besteleyen adamların, dizelerini anında uydururlar kendilerine. Maçtan önce çakılan üç bira ve bir külah tuzlu çekirdek her zamanki gibi. Her gün bir dozer girer, gecekondu tadında yaşadıkları Ankaragücü sevdalarına. Her gün bir yıkım olur. Uzaktan severler, yanına bile yaklaşamazlar. Pavyon karısı gibidir Ankaragücü onlara... Sahipleneni çok, sömüreni bol, üzerinde oyunlar oynayan çakallara inat, bu sevda gönüllerinde bir gecekonduymuş halen. Reco Baba’yı çok özleyen, Ali İmdat ile gülen, Çingene Kemal ile gurur duyan ve Bursaspor’un gülü Pire ile coşan, bir gün Real Madrid’e çok fena koyacağına hep inanan ve Boğaz’a Ankaragücü bayrağını bir gün çekeceklerini bilen takımın taraftarları ile birlikte seyrettik maçları on binlercemiz. 110 yaşına bastı koca çınar. Koskoca 110 yıl... Düşmesi kalkması, kümelerin dibine inmesi hiç umurumda olmadı. Eski kaliteli Beşiktaş taraftarını istasyonda beklerken daha bir güzeldi Ankaragücü. Göztepe, Altay, Karşıyaka, Adana Demirspor, Kocaelispor, Sakaryaspor ve onlarcası ile güzeldi Ankaragücü. Hele Karadeniz fırtınası Trabzon’un futbol karteline kafa tutuğu yıllarda güzeldi Ankaragücü. Ama halen güzel, hem de çok güzel Ankaragücü. Pisliklere bulanmış, siyasilerin oyuncağı olmuş, memleketin atarlı ergeni ama sokağa çıktığında Avrupa’nın şamar

oğlanı “böööyüük’’ kulüplerimiz ve badem bıyıklı belediyelerin kulüpleri kendi aralarında top tepsin, adına süper lig denilen rezillik, kepazelik ve buram buram kalitesizlik kokan çirkef deryasında. Yanlarına kâr kalsın ayak oyunları, kiralık kalemleri ile yıktıkları küçük şehirlerin kocaman yürekli taraftarları olan köklü kulüpleri. Ankaragücü tek başına bir hiç, yanında Göztepe, Altay, Karşıyaka ve Adana olmadan, Sakaryaspor ile cebelleşmeden keyifsizdir. Rakip gibi rakiplerimiz, adam gibi düşmanlarımız, bizi silkeleyecek deplasmanlarımız olmadan Süper Lig değil, Şampiyonlar Ligi bile kesmez beni. Kupalar, statlar, janjanlı formalar ya da yıldız eskisi topçuların transferi olmadı bizim beklentimiz. Alın teri, emek ve terleyen futbolcular yeterli. Adı üstünde bir oyun bu. Oyun artık kurallarına göre oynanmıyor. Kalleşlik, kiralık kalemler, para babası karanlık adamlar ve badem bıyıklı belediye başkanlarının futbol topu. Biz tribün çocuklarının göz yaşları kaldı geriye... Bir külah tuzlu çekirdek ile sevdik biz Ankaragücü’nü... Ankaragücü halen bir külah tuzlu çekirdek kadar güzel. Lafın kısası... Kazım Koyuncu gibi bir adam bile sitem etmeden bıraktı gitti. Neşet ağa, Müslüm baba, Zeki Müren Paşa terk etti. Behzat Ç. de siktir çekti bize. Bir sen kaldın koca çınar, sen hiç gitme, hep bizimle kal. Beynimi yıkayan koyu Galatasaraylı dayıma, kafayı Fener ile bozmuş amcama ve tam bir Beşiktaş sevdalısı öğretmenime siktir çekmekmiş Ankaragücü sevdası. Dayatılana isyanmış... Nice yüzyıllara gecekondu sevdam... Nice nice yıllara İmalat-ı Harbiye. angutyus SOKAK 31


Gündüzüm seninle, Gecem seninle, Beyhude geçti bu ömrüm, DERDİNLE… Bir takıma bakıyorum bir tribüne vallahi saçma billahi saçma. Kendine dert mi arıyorsun arkadaşım, derdin mi yok sanki. Şöyle kafanı kaldırıp bir incelesen tribünü; acının derinleştirdiği üzgün gözler, yaşlarına nispeten ağır tecrübelerin kırıştırdığı soldurduğu yüzler, tahammülün düşürdüğü başlar… Takım bir gün sahaya “Derdine dert katmaya geldik” Pankartıyla çıksa keşke. Ama ne zaman o tünelin ucundan mermi gibi görünse takım yine aynı heyecan, yine yeni umutlar. Bir bakmışsın o solgun yüzler bir anda renklenmiş, ağızlar enseyi turlamış, keyifler gıcır. Maç başlar herkes aynı hevesle, “bu sefer ulan bu sefer kesin” ama içten içe herkes biliyor sonu yine hüsran. Fark eder mi? Etmiyor işte. Neden etsin ki, Ankaragücü bu. Umut hiç biter mi. Dünya dediğin umut dünyası işte. Her hüsranla biten haftanın ardından diğer haftanın hesaplarıyla birlikte yeni umutlar. Deplasman planları listeler telefon trafikleri derken geçen haftanın üzüntüsü unutulmuş hafta sonu gelmiş bile olur. Hep de aynı senaryolar ha, ekibin yarısı sarhoş bir kısmı kenarda kalkışı bekler derken yine aynı laflar “hani ya falanca gelmedi mi?” “sıkıntı yok beyler bu araba kalkacak”. Kalkar

da mutlaka. Çıkılır yola içkiler şarkılar besteler, “ulan bi koysak da keyifle dönsek” muhabbetleriyle yol geçer. Şehre inilir orda da aynı “bu nası şehir la” geyikleri metropolden geldik aq boru mu? Ankaragücü sağ olsun son 4-5 yıldır Ankara’nın ilçelerinden küçük şehirlere deplasman yaptırdı bize, vallahi itle köpekle muhatap etti bizi ama canı sağ olsun napalım. Nereye gitsek Ankaragücü geliyor diye şehir de bi hareketlilik olur tribünler dolar herkes bizi bekler. Yaşı 50+ olan adamlar “Bu bildiğimiz Ankaragücü mü ya?” şaşkınlığında vallahi. Sizin bildiğiniz Ankaragücü mü bilmeyiz ama bizim bildiğimiz Ankaragücü değil. Bizim bildiğimiz Ankaragücü’nün buralarda ne işi var. Velhasıl genelde gidilen deplasmanlarda, rakipler bir gol atıp yerden kalkmaz, tribünleri rengarenk atkılarla dolu adamlar bizi tahrikle uğraşır, yolculuklar hep hüsranla biter oldu. Haftadan geriye dertten kederden küfürden sinirden başka yine umutlar kaldı. Bizim umudumuz Ankaragücü ama ya umutlar da biterse? Ulan biz de biteriz be.

Pepe

SOKAK 32


SOKAK 33


Gerçek Ankara, Ankaragücü’dür... karaların orhan İsmini hatırlayamadığım bi Hint filminde ülkeye gelen iki turist kendilerini gezdirmek isteyen çocuğa “biz gerçek Hindistan’ı görmek istiyoruz” diyor. Çocuk da bunları arka mahallelere, alt tabakanın yaşadığı yere götürüyor. Ankara’ya okumak için geldim, Ankara’ya geldiğimde şaşalı AVM’lerinde de gezebilirdim, Bahçeli 7. Cadde’de günümü gün edebilir, baba parası yiyebilirdim. Bunun yerine Ankara’nın yoksul mahallelerinde buldum kendimi… Dikmen Vadisi’yle, Tuzluçayır gecekondularıyla, devrimcileriyle, atık kâğıt işçileriyle, bit pazarlarıyla, işportacılarıyla ve tabi ki Ankaragüçlüleriyle tanıştım. Zorunluluktan değil kendi tercihimdi. Ankaragücü’yle, tribünle, Sokak ailesiyle yani gerçek Ankara ile tanışmam böyle gelişti.. Gerçek arkadaşlığı, yoldaşlığı Sokak’ta öğrendim. Birinin parası mı yetmedi, olan verir olmayanın payını, hissettirmeden, gücendirmeden. Bu insanların kavga ettiklerini gördüm kafa kırdıklarını gördüm ama kalp kıldıklarını görmedim. Nazilli deplasmanına gideceğiz, ilk kez deplasmana gidiyorum… Gidiş ayrı

SOKAK 34

bi macera… Dönüşte Volt minibüste midem bulandı, aracı durduramadan kapının oraya kustum, bunu bi arkadaş ortamında yaşa, insanlar senden tiksinir. Faruk’un verdiği tepki, elinde 5 lt’lik su bidonuyla: “Orhan kardeşim çok güzel, stratejik bir yere kustun, şimdi ben onu bir güzel temizlerim.” Maçlara gitmeye başladığım ilk zamanlar, o zamanlar Ankaragücüm 2. ligde Passolig derdi yok her maça gidiyoruz, neyse güzel zamanla… Halı Saha maçında ayak baş parmağımı kırdım. AŞTİ’ye gitmem gerekiyor, otobüse binip memlekete döneceğim. Umut abimi aradım böyle böyle, ben gelemeyeceğim ama bi arkadaş seni götürecek… Beni götürmeye gelen rahmetli Exom abim. Erken gelmişiz AŞTİ’ye, otobüsümün kalkmasına yarım saat var gel beraber birer bira içelim dedi. AŞTİ’nin otoparkında, arabada bira içmiştik... Bu hikayeler daha çoktur ama ne olaylar ne de kişiler uydurma, hayal ürünü kişilerdir. Hepsi kanlı canlı karakterler, tanısanız çok seversiniz, severdiniz. Başka hikayelerde görüşmek üzere... Yaşasın Ankaragücü kardeşliği... Yaşasın Sokak...


KOKU sebastian

Bazı keskin kokular hiç unutulmayacak hisleri hatırlatır. Kimi acıları, kimi sevinçleri, kimi korkuları… Bazen nefes darlığı, bazen ürperme, bazen de iç rahatlığı… Herkesin unutmayacağı bir koku mutlaka vardır. İnsan bir şehri daha yakından tanımaya, onu kendi gözü ile keşfetmeye çalıştığında da o şehre has kokuları algılamaya başlar. Şehir için çok eski ama keşfeden için yeni kokulardır bunlar. Bu kokulara alışmak şehrin yüzüne doğrudan bakabilme gücünüzü ve mahallelerinde-sokaklarında gezebilme cesaretinizi artırır. Zaten insan sevdiğinin kokusuna alışır, sevdiğinin kokusundan cesaret alır. Ve herkesin göçü de aklından geçirdiği, hayal ettiği yeredir. Suni ve güvenli mahallelerinin, kalın duvarlarını cılız elleri ile aşamay-

acağını anlayanlar kendilerine yeni kokular, yeni mahalleler ve yeni hikâyeler üretmeye başlar. Korkmayacakları ve içlerini yakmayacak hikâyelerdir bunlar. Geçenlerde ‘’Güney Ankara’’ adı ile böyle bir hikâye türetmeye çalışanlar oldu bu şehirde. Bildikleri gördükleri kadarı ile şehri ikiye bölmeye çalışan naylon duyarlılıklara sahip birkaç adamın hikâyesi. Kendilerine hudut olarak, güvenlikli siteler, plazalar, akıllı binaların olduğu bir hattı seçenlerin hikâyesi. Fikirlerince hiçbir koşulda kötü olamayacak, rahat yürüyebildikleri, şehre dair politik ve sosyolojik ayrımı tanımladıkları hattın hikâyesi. SOKAK 35


Ahmed Arif, İncesu’ da yaşadığı yıllarda genç Ankara şehri için böyle bir hat çizmiş aslında. ‘’Hatip Çay’ın öte yüzü ılıman, bulvarlar çakırkeyif Yenişehir’ de’’ dizeleri ile çektiği sınır sanki halen güncelliğini koruyor. Sanki şehri hala Hatip Çay ikiye ayırıyor gibi. Şu an bu hattı güneyli olarak çizenlere karşı o da zamanında bu hattı Hatip Çay’ının daha soğuk kısmında kalanlar için çizmiş. Arka sokaklarda kalanlar, muradına eremeyenler için çizmiş.Günümüzde bir mahalleyi, bir semti kötü yapan detaylar hakkında herkesin bildiği gerçekler vardır. Bazı mahallelerde kötülüğün kokusunu alırsınız. Tekinsizliği ve ölçüsüz öfkeyi his-

SOKAK 36

sedersiniz. Bakınca anlarsınız kötülüğün orada bir yerde sizi beklediğini. Karşılaşmak istemeyeceğiniz insanlar, şahit olmak istemeyeceğiniz hayatlar… Taksicileri sokmaya ikna edemediğiniz sokaklar… Şehrin pisliğini boşalttığı ve orada yaşayanların bundan kaçamadığı muhitler. Hayalleri de evleri gibi üst üste yığılmış insanların barınakları. Güneyde kimileri filtre kahveden, kadınlardan, kredi notlarından konuştuğu kadar kolay bahseder bu muhitlerden ve insanlarından. Onlar… Her koşulda iyi insanlar! Hayattan paylarına düşen bedeli kredi kartı ile kapatıp, sorumluluk devşirenler… Kötülüğün ve pisliğin gerçek sahipleri…


Bunlar hiç iz bırakmadan başka muhitlerde gezen adamlar. Şehrin ılıman hattında yaşayanlarca saygı gören, takdir edilen insanlardır bunlar. Kendi muhitlerini temiz tutmak için erişilemez ve görünmez hatlar çizerken, diğer kısımda gerçekleştirdikleri pisliği de gazete kâğıtları ile örtmeye çalışırlar. Söz ağızdan çıkar. Fikir karardıkça da sözün rengi kararır. Hayattan kazanımlarını, elde ettiği imkânları tüm gücü ile savunmaya kalkışacak bu tipler siyasi mesaj vermekten de geri durmaz. Onlara göre şehrin siyasi tercihleri de ayırdıkları hat ile aynı doğrultudadır. Güney Ankaralılar şehrin sadece modern yüzü değil, siyasi ve politik konularda da doğruyu bilenleridir. Onlar güneş gören yerlerin insanlarıdır. Yüzleri parlak, evleri geniş ve ferahtır.Bu şehrin sokaklarında gece korkmadan yürüyememiş, açlıktan uyuyamadığı tek bir gece bile geçirmemiş, seninle hiçbir zaman aynı sofraya oturmamış, elini sıkarken bile yüzüne bakmaktan imtina eden bu tip adamların hayata ve topluma dair üst perdeden yalanları diş ağrısı gibi oturuyor beynime. Hiç bakılmayacak, bakılsa da görülmeyecek bir fotoğraf çekip öznesine kendini oturtmak.

Bu şehir gibi kokmadıkça, kendi yalanlarınıza sığınmaktan başka çare de, teselli de görünmemektedir.

Her şeyin kolayca yer değiştirebileceğini görmek ama bunu kendine bile itiraf etmekten aciz olmak. Gidecek bir yeri olmayanın, kendisini bir bekleyenin olduğuna ikna etmesi kadar hayal ürünü. Varoluşunu siyasi kimliğine, siyasi kimliğini güney Ankara yalanına, güney Ankara’yı Gençlerbirliği’ne bağlayan bu zevatın kendine benzeyen daha makul ve mantıklı simgeler bulması gerekmektedir. Şehri ortadan ikiye bölmek size yeni bir hat kazandırmayacağı gibi, bir avuç kalmanızı da engelleyemeyecektir. Bu şehir gibi kokmadıkça, kendi yalanlarınıza sığınmaktan başka çare de, teselli de görünmemektedir.

SOKAK 37


NESİL

parmakbirası

H

ını gözukları. ve var etme çabalar unut- lılardı milenyum çoc gereği ları erkesin Yaş . ekti lisede öğretmen- lemlem in tahm ç mak istediği fa- Her şey bir süre bir al doğ çok la başladı, diyemek edil k kat unutamadığı lik yapmam Far ki... . Çocukluğunu edersiniz o malum sene, meyeceğim nda her biri. İyi ya aslı or istiy ece gör iş, irm tribünde geç , sadece aileleri tara2012. Ankaragücü’nün Süper l bir kadın için kar- da kötü rma ano e ğin ece mey düş Lig’den asla fından değil ortak bir yaşam şılaştığım pek çok şey sürpteke sen her ç inan olan dair alanını paylaştıkları herkes riz olmadı. Bilmeyenler için rar tekrar bestelerle perçintarafından görülmek istiyorçok küçük bir örnekle dulenirken kazın ayağının hiç lar. Bunu çılgın bir popülariem u özetleyeyim; ann rum dük gör ını adığ olm de öyle te yarışına çevirenler de var ve babamın kardeşimle ilgihep beraber bir defa daha. elbette ama daha sakin olanli övündüğü şeylerden biri Ardından, altı sene süren nispeten daha ağır başlı doğumlu bir çocuğun lar, 1 200 i ven serü üş dön e Süper Lig’ olanlar da mevcut. Temelde yaşına bile girmediği bir maçbüçok ni resi çeh n ünü trib niyetleri ‘Ben buradayım!’ ta ana kucağında iken, 19 Mafarklı şekillerde farklı yük ölçüde değiştirdi. 2000 mayışı. Kendimi de demek, don a yıs’t arın ukl çoc an sonrası doğ yollarla da olsa. Ki bu çocukuzun uzun anlatmayacağım esi gelm na ları baş nın ları akıl ların çok büyük bir kısmı, pek şimdi. Ailemden biri kabul n ötürü aileleri tave bir takım desteklemek iscamia çekirdek ai- çok sebepte bu im ettiğ de i eler etm tediklerini fark ndan bile fark edilemiyor. i kapsamakla yetinmedi, rafı lem 2. adım adım babasından m bizi tam da Annesinden gün geldi hayat arkadaşımla mı düşündığı tanı çok Lig’den Süper Lig’e yürüdüa dah da tanışmama vesile oldu. de oldu. im iler enc öğr ğümüz zamana denk geldi. üm düğ a e babasının yanınd Ann ar kad a ntısı, nun sıkı im sezo geç 2013-2014 Hayat telaşı, sallana sallana maça giden, rek gide megör mız nlik sayı vey e ebe ünd si, trib iş stre belki de yaşı sebebiyle travrini dile ken in nler vey ebe azalmış ve devamında ayağa miş ep olacak pek çok seb a may da ar a kad adın na mi laya i kalkmaya baş geliştirmemeler şeye şahit olan bir kız çocuğu at Fak n . ları üştü bun ülm k, gör artı i iz dib in dib ne dersen gün gelip öğretmen olduğun2016-2017 sezonuyla beraher biri kocaman sebepler e retl hay en rağm şeye her da geç şe seli yük ber takımın or evlerinin içlerinde. ılıyor yine de bir şeyleri. oluy karş a may dol de er ünl trib mesiyle Kendilerini dünyaya getiren 11-18 yaş grubundaki çocukbaşladı. Yanlış anlaşılmasın anne babalarıyla belki de hiçlara rehber öğretmeni olmak demiyorum ki sadece galibibir zaman şeffaf bir iletişim arı incelemek için öyle bir onl rı açla arı baş rı, alıla yet sevd bile kuramıyorlar. Giderek fırsat sunuyor ki… Bu sene , olan aklı Ki . üne trib ştu dolu yalnızlaşıyorlar. Arkadaştan, benim için bu açıdan çok bu niyetle gelen de durumimden de yüzü gülmegeçti. Çeşit çeşit çocuk, eğit kli ren kaç arak koş ca lara uyanın yenler mutsuz yetişkinler her biri ayrı bir kitap sanki. . um yor ünü düş diye tır mış oluyorlar. Zincirleme probKocaman sene içerisinde tamlaması hakikaten. Neyse, yepyeni bir nesil geldi en çok heyecanlandıran lem i ben yılmiş Geç ıza. aslında aram di düşününce, hepimiz ilgi çekici kısım da ço- Şim en a ard yaşl zer ben üne trib larda için önemli değil miydi fark cukların kendilerini tanıma gelen pek çoklarından fark-

SOKAK 38


ki futbol takımının tribününde ğunu hepimizin öğrendioldu r. jene ştıla çalı Her e içe? mey n erit edilmek içte kalabalıkta ği şekilde öğrenemediler. En mnın öne amı için tam kes mın her , ları için ttık on anla rasy Bu temel yeteneklerimizi, istekleedeyliydi ama 2000 sonrası doğan . uygun şartlar altında ner aldı r yılla i eler etm fark izi rim it yor şeh bili bir u bire ğun i oldu belk çocuklarda, - se tez konusu Bilgisayarları, telefonları şun ek mli öne setm da bah a an dah , and dan bir ık ğum oldu ve ufac ları bunları vardı fakat gerçek haftası ilk lun Oku m. oru olduğunu düşünüyorum. Miistiy adı n çocukluk arkadaşları olm n lise lenyum çocukları bolluğu or- teneffüste besteye gire bu i kler üdü Büy n. unu çoğ t eve beste i belk ürlü ar küf a dul uld doğ ‘Ok e içerisin be- sonlara r tam okula başlamalarıyla etrafıma ıml ırış bağ diye !’ ama bu iyi-kötü imkanla yok yitirdi n raber nispeten etkisini kendileyumağı yıllar sokakta oyu eve da toplanan kalabalık, fı, sını ı Ayn e. ind rler üze için a gez aml imi olm hep ar gibi erd oynamak rinden hab gidiş yolunu paylaşmanın, güası ızın sım atım yan hay a ve ban nın mal rma nor ı şaşı aşır ük bir kısmını aynı len büy çok nün bir ki… iş di gelm ifliy bir parçası haline e- görmek o kadar key insanlarla bir yerde geçirm ek besosyalleşme, arkadaş edinme, - Gün gün bunu takip etm gör u nin ne demek olduğun geoldu. ve a ez lem turm biçi oluş a izi pah rim için karakte yana olmanın nim yan o ve e mey en en rind için nda bir çocuk liştirme fırsatını bile elle aya başlayınca; arka- 17 yaşı alm ını tad şey eğim yem diği ri iste favo aldı. Vurgulamak sevdiği filmin, daşları, evdeki imkanlarından özellikle ilgisiz aileler değil. 40 nin bilinmesi ya da gönülden ladı baş eye daha cazip gelm ığı, bir şeye ait olmasene öncenin ebeveynleri de Fark edilmeye başla- bağland . una çoğ iler ilişk ka baş çocuklarıyla bam nın ve kendini o şey içerisinde r aslında ya da fark edilme dıla döHer tte. elbe rdi içerisindele var etmenin ne demek olduğuimkânı ellerine geçti diyebibu a Am e. din ken di der übe ettiği bir durumin nem irlerini fark etmeye nu tecr Birb . liriz kan ‘im ya haberdar olmanın onun çocuklar diyorum lar. Sırt sırta vermeyi dan ladı baş eyalSos ar. dul doğ ların’ içine gözünde bunları bileni ner öğrendiler. Yetişkinliğe doğru ası ede laşm zor min li tah den ını bu rdığ enin çıka leşm yolda aynı pay- lere bu i kler üdü yür an leri nek fınd dışında binlerce seçe ük- mezsiniz. Aileleri tara a- dayı paylaştıklarını düşünd uklar var her birinin. Sokakta ark var bile görülmeyen bu çoc rini leri insanlarla birbirle nin fark alle an mah fınd bir tara in, biri men ka daş edin bambaş ettiler. Tanındılar, tanıştılar. ını şaşıklar aca yap ne ince futbol takımına dahil olmanın edil Belki evdeki yalnızlıklarını bir ya da sabahlara kadar sokakta rıyorlar içten içe… arkadaş grubu içerisinde, bir oyun oynamanın ne demek SOKAK 39


Ait nın rahatlığını yaşamak istiyor. birilerine, arkadaşlarına yaslama e menfikr bir k orta , enin Aslında her biri sırtını birine/ enm tekl des i. Organize hareket etmenin, na bir şey olmak, tanınmak istiyor belk zor olduğu bu günlerde başları çok anın mam ılan yarg en ünd yüz istiyor. un bun mak ve bak ına anın tad olm sup el olduğunun örgütlenmenin ne kadar güz baktı. e ünd trib n ede bilm ek gelmeden belki fark etmeden dem tadına belki bu kelime ne inin hiss yet setaidi il bah , nes n yle) gele 2000 sonrası ık ki tekrar düşüşü enemez yükselişiyle (ve ne yaz önl ra n son nde ptan leri gru kül ızı mı kırm takı n n Takımı di şehirlerini tribününde kendini buldu. Ken kuiler ilişk esiz filtr i, kler tiğim jenerasyon Ankaragücü ece ş edin tuttu. Ait olabilecekleri, arkada başka doğarken bir neslin de elinden peşinde paralarını birleştirip mın takı bir r abe Ber ara. ukl çoc m ya takı enin oldu inm ev sev bir er ri dül rabilecekle olmadığını gör diler. Bilgisayar oyunları gibi bir şehre gidecekleri dostlar edin da üzülmenin.

SOKAK 40


SEYREK ANKARA

A

rtık yeni ölülere yer kalmamış bir mezara gidiyorum. Mütevazi ve soğukkanlıyım. Nemli bir güneş önce yağmura, sonra çekingen bir bakışa dönüyor. Geçip gitmiyor gün. Yamalı asfaltlarda, ufkumuzu daraltan çelik köprülerde, eskimiş metro duraklarında, Kürtçe konuşan tenha kıraathanelerde, rengi solmuş insan hakları heykelinin gölgesinde seyrek seyrek birikiyor. Şehir sanki her deneyimle, başka bir kılığa bürünüyor. Gençken, akranım genç kızların yaşlılığını tahmin etmeye çalışırdım, belli belirsiz yüz çizgilerinden. Arzumu dizginlemenin bir yoluydu bu. 16 yıl sonra ölü bir erkeklik organı gibi kent. Hangi arzu yaşar ki burada. Belki bu kent toptan ölü. Gördüğüm tüm canlılık belirtileri, cesedi parçalayan doğanın tutarlı, tutkusuz, mekanik devinimi. O sarı, idrarımsı uğultu mezar taşının yanı başındaki çınarın zamana, rüzgâra itaati. Alev almış bir ruh, hep dönülecek bir yuvaydı bu kent bir zamanlar. Ayrılışımın, ilk beş yılında bile. Sokaklar yürüyor Peyk’in şarkısındaki gibi o iç karartıcı yaz sıcağı ile. Çok sıkılırdım yazları bu kentten, zemin kattaki evimiz hep çok sıcaktı. Çarşaflar

soğumazdı bir türlü uykuya dalamazdım. Sonra bu sıcağı kabullendim. Büyüdükçe kentin saflarına katıldım. Gece 12’lere kadar süren kinglerde bataklarda tişörte sinen ter ve sigara kokusu ile sevdim yazlarını. Bu kentte çenemde ince bir sakal, bir kış günü âşık oldum, ilk defa öpüştüm başım döndü Orman Bakanlığı’nın banklarında. Hep öyle olacak sandım. Şimdi dilimde şehvet yok, imgesiz sözcükler var. Çocuğun okul taksitleri gibi. Hayat gerçekçi, ölü bir arzu çoğu zaman. Kitapçılar kapanmış, hala açık olanlarda devrimci dergiler yok. Hazırlıkta başlamıştım devrimci dergileri okumaya Küçük Dost’un aşağıya inen merdivenlerinin başında. Devrimci gençler de yok, tek tek stantlarında imza attığım. Hep yağmurlu bir sonbahar akşamı Ayrancı’da seviştim. Her gün, her gece, her sonbahar. Artık dönmek istemiyorum buraya. Ama bu kent yazgımın başlangıcı ve sonu da. Artık yeni ölülere yer kalmamış bir mezara gideceğim. Tanıdıklarım mütevazi ve soğukkanlı. Şehir seyrek seyrek birikecek. Şimşek Santrafor SOKAK 41


SEN AŞK DE BUNA BİZ ÇIKMAZ SOKAK nuha Şehirlerin en önemli olayıdır ve asıl mevzularıdır ‘Sokak’. Buna neden diyecek olursak aslında sokağın sesine bakmak gerekir. Sokak çocuğu, çıkmaz sokak, canlı sokak vs. diye sıralanır gider bu dizilim ve bu dizilimler sonucunda siz de hangi sokağa ve o sokağın hangi kalıbına ait iseniz orayı benimsersiniz. Bizler de şehrimizin takımı olan Ankaragücü’nün ‘’SOKAK’’ çocuklarıyız. Ankaragücü gibi bir camiadasınız ve ülkedeki çoğu futbol kulübü taraftarının yıllarca çekindiği bir şehrin siz de bir parçasısınız inanın bana bu durum muhteşem bir olay. Neyse ben size benim ait olduğum sokağı nasıl bulduğumu kısa bir özetle anlatayım. Çocukken mahalleden birkaç abi götürmüştü maçlara bizi biz de onların peşine takılıp gidiyorduk, tabi bir iki maça gittikten sonra zamanla mahalleden arkadaşlarla kendimiz gitmeye başladık. Arkadaşlarla mahalleden SOKAK 42

toplanıp 25-30 kişi hep maçlara gidiyoruz yalnız her maça gittiğim saatli tarafındaki atmosfer samimiyet besteler o kadar güzel ki insanın 90 dakikası bu kadar güzel geçemez. Daha sonradan Osman abi ile tanıştık kendisine ‘Şamyel Osman’ diyorlar. Osman abi ile tanıştıktan sonra birkaç iç saha maçından sonra deplasmanlara gitmeye başladık. Tabi bu SOKAK grubundaki deplasman olayı ülkede çoğu oluşumda belki yok denecek kadar azdır nedeni ise otobüste ya da voltta çoğu zaman kimse ayık değil ve o kadar güzel bir kaynak ortam oluyor ki muhabbetler besteler yol akıp gidiyor sizin eve dönesiniz hiç gelmiyor. Bu arada Osman abi ile muhabbetimiz ilerlemiş, her deplasman öncesi Osman abiyi arıyoruz yerimiz ayrılmış bile ve hemen akşama Osman abiden Facebook’a bir yazı ‘’.... Gidiyoruz Herkese Bol şans?:?: ‘‘ diye ve böylelikle başlıyordu deplasman yolculuğumuz.


‘‘Başka şehirdeki herhangi bir sokakta statta buluyorduk kendimizi.’’ Sonra gel zaman git zaman deplasmanlar sonrası ‘’SOKAK’’ grubunun asıl sahipleri ile ve bana göre ‘’SOKAK’’ grubunun neşe yüzü olan Anıl abilerle bir Denizli deplasmanı yapma ve tanışma fırsatım oldu orada. Osman abinin ‘’Anıl alın bu da sizden sizle takılsın komünist bu’’ dediği anı hiç unutmam :) Tabi sokağın bu yüzü çok ayrı mühendisler, sosyologlar, teknikerler, akademisyenler var ve hepsiyle bir şekilde muhabbetin oluyor olduğu gibi de bu insanların ne denli cana yakın olduğunu diplomanın değil de her zaman insanlığın, inanıp değer verdiğin her ne varsa önemsendiğini görüyorsun. Kendileriyle her fırsatta bilgi alışverişi yapabildiğin gibi her türlü kaynak muhabbetler de dönüyor ve ortak dava olan Ankaragücü ile buluşmaya gittiğinde her şey bir kenara bırakılıp gırtlak patlatmaya başlıyorsun. Maç öncesi içtiğin bira ve sigaranın verdiği tatlı yorgunluk Ankaragücü’nün de koymasıyla maç sonrası bir mekânda eşsiz muhabbetler ile devam ediyor. Kimi zaman da bir deplasman dönüşü aldığın tek dumanla Ankaragücü sayesinde tanıştığın o insanlarla sevdanı haykırdığın zaman anlıyorsun Ankaragücü’nün büyüklüğünü. Yaşa, var ol Ankaragücü!

Ve aramızdan ayrılan Exom abiyle de Ankaragücü uğruna gidilen bir deplasman vesile olmuştu tanışmamızda. Çok güzel bir insandı Exom abi. Bir İnegöl deplasmanında İnegöl’de köfte yemeye gittiğimiz de biz İnegöl köftesi isterken Exom Abi’nin ‘Bana ekmek arası domates versen yeter ben et sevmiyorum’ dediğinde ‘Abi et sevilmez mi ya’ demiştim orada gülüşmüştük Exom abiyle. Işıklar içinde uyu Exom abi mekânın cennet olsun, asla UNUTULMAYACAKSIN.

SOKAK 43


ALTINDAĞ’IN

ALTIN ÇOCUKLARI

Mustafa B.

BAŞKENTIN KALBI ALTINDAĞ’DAN SELAM OLSUN HERKESE... BU YAZIDA, GÜZEL SEMTIMIZIN ÇOCUKLARINDAN BAHSETMEK ISTIYORUM SIZLERE... YANLIŞ HAYATIN DOĞRU YAŞANMADIĞI YERDE DÜNYAYA GELEN, DAHA ÇOCUKKEN HAYATIN GERÇEKLERIYLE TANIŞMAK ZORUNDA KALAN, HIRÇINLIKLARININ ALTINDAKI O MASUM BAKIŞLARIYLA ALTINDAĞ’IN ALTIN ÇOCUKLARI... KOLAY KOLAY ISTEDIKLERI OLMAYAN, TOPUN ASLA BEKLEDIKLERI KÖŞEDEN GELMEDIĞI, GEREK TOPLUMSAL, GEREK SIYASAL, GEREKSE HAKSIZLIĞA UĞRADIĞI HER ALANDA, ÖFKESINI GAYET AÇIK VE NET BIR ŞEKILDE KULLANMAKTAN ÇEKINMEYEN ALTINDAĞ’IN ALTIN ÇOCUKLARI...

Aşılmaz bir duvarın önünde varoluş mücadelesi veren, gecekondularıyla, bulanık/ dumanlı havasıyla, kalesiyle, Çinçiniyle, Hıdırlık Tepesiyle hayata 3-0 geride başlayan, 3-0 geride olmanın sancısıyla durumu değiştirmek adına sol iç boşluğa atılan bir topa Manchester United’lı Ryan Giggs hızında hareketlenen ama sonrasında maalesef o atağı sonuçsuz kalan Altındağ’ın altın çocukları... Samuel Beckett’e gönderme yaparcasına, hep deneyen, hep yenilen, sonra yine deneyen bu kez daha iyi yenilen ama denemekten hiç vazgeçmeyen Altındağ’ın altın çocukları... Girmediği mücadeleyi kaybetmiş sayan o yüzden hiçbir mücadeleden kaçmayan altın çocuklar...Öncelikle uzun yıllarını bu çocuklarla geçirmiş biri olarak şunu söyleyebilirim: Altındağ’ın çocuğu erdemlidir, öyle her şeye itaat etmez. Çünkü itaatsizliğin asıl erdem olduğunu bilir. Altındağ’ın çocuğu kendini de değiştirir, dünyayı da değiştirir bunu da gayet iyi SOKAK 44

bilir. Bazen gözlerinde öylesine bir ışık parıldar ki sanki dünyanın ilk zamanları kadar tazedir bu ışık, yani yeni bir dünya kurabilecek enerjiye sahiptirler. Yaklaşık 6 yıl önce başladı Altındağlı çocuklarla yolculuğum, Altındağ’da kar yağmur çamur demeden girmediğim mahalle kalmamıştır sanırım (Bu mahallerde ara ara tehlikeler atlatmış olsam da önemli değil, olur o kadar). Bu altın çocuklarla drama dersleri yaptık.Genel olarak yaratıcılıklarını ön plana çıkarmaktı hedefimiz, kendi oluşturdukları hikayelerle doğaçlama tiyatrolar yaptılar... İnanılmaz yetenekli insanlarla tanıştım. Çoğu zaman onları izlerken gülmekten yorgun düşerdim.... Tabi bir yandan da ana hedefimiz bu çalışmaların sonrasında büyük bir tiyatro oyunu çıkarmak olurdu. Bu da işimin en özel kısmıydı çünkü onların tiyatro metnini ezberlemeye çalışmaları, oyuna dair sorular sormaları, oyun karakterlerini çıkarırken yaptıkları mücadeleyi izlemek


Hatta arkadaşları da drama derslerini takip etmeye başladılar. Acaba Doğantepe’de bir tiyatro ekolü mü doğuyordu? Bu arada bu çocuğumuz aldığım bir habere göre Konservatuarların tiyatro sınavlarına girmeye hazırlanıyormuş... Yolu açık olsun. Sadece Doğantepe değil, Çinçin, Aydınlıkevler, Kale Mahallesi Altındağ’ın birçok yerinde çalışıyorduk.

inanılmaz keyifliydi. Hele oyun günü onları ailelerinin karşılarına ve genel seyirci önüne çıkmanın, oyun sonunda o alkışı aldıklarında mutluluktan ağlayarak birbirlerine sarılmalarının huzurunu tarif edemem. Sonrasında ailelerinin çocuklarına sarılmalarını, onları adeta yeniden tanımaları, onlarla gurur duymaları bana gelip “hocam biz kızımızı/ oğlumuzu böyle bilmiyorduk, ne yetenekliymiş” demelerinin mutluluğu ise benim için sözün bittiği yerdir, tarif edilmez. Hatta kuliste oyunun kritiğini yaparken bir çocuğun, arkadaşına “sen ikinci sahnede yanlış bir mizansen yaptın” cümlesini bile duydum. Yağmurda çamura batmış paçalarıyla, Ankaragücü atkısıyla provaya gelen bu çocuğu asla unutamam. Böylesi bir jargonu edinmeleri benim için çok çok ilginç bir deneyimdi. Bu çocuk daha ilk dersimde Doğantepe’de çıktı karşıma. Dersin henüz beşinci dakikasında dışarı çıkmak için izin istedi. Sonradan derdini anladım sigara içmek istiyormuş işte o an fark ettim nerede olduğumu... Hiç gelmek istemiyordu derslere “ya hoca tiyatro da neymiş ya boş ver” diyordu. Mahallede bulup provalara götürüyordum. Gel zaman git zaman mahallede çocuğun arkadaşlarıyla da tanıştım ve oyunda başrolü verdim bizim esas oğlana... Sevdi tiyatroyu bana söz verdi ve bir daha da sigara içmedi.

En son Kale’nin çocuklarıyla “Atatürk’ün Ankara’ya gelişi” üzerinden müzikal bir tiyatro oyunu sahneledik. Çalışmalarımız devam da edecektir elbette. Kısaca Altındağ’ın altın çocukları, özgür olamayışın ortasında özgürlük benzeri bir varoluş çabası veriyorlar. Acı çekseler dahi yaşamı tutarlı kılma ve kalıba sokma becerisini bir şekilde kazanıyorlar. Onlarla olduğum her an benim için bir onurudur. Bu çocuklar benim için Ankara’yı sevmek gibi oldular... Ankara dışında yaşayan herkes şu soruyu sorar (Bu her Ankaralının karşılaştığı en temel sorudur her halde) “Ankara’nın nesini seviyorsunuz?” Ankara bize, yaşadığımız ıstırabı geçici olarak erteleme fırsatı sunuyor... bu da bizi mutlu ediyor. Aslında bu kadar basit. Bu çocuklar da beni hep mutlu ettiler ve bir nevi tüm sıkıntıları unutturdular. Hep dürüst oldular, çünkü kendilerine inandılar. Kendine inanmayan insan yalan söyler. Asla yalan söylemediler. Bazen derslerde, provalarda öyle şeyler öyle şeyler söylüyorlardı ki bu ete batan kıymıktan ziyade saplanmış bir hançer etkisi yapıyordu söyledikleri. Çok şey öğrendim onlardan... Hep daha iyisini istediler... “Başardığımız her iş bizi köleleştirir, çünkü daha iyisini yapmaya zorlar.” Diyen Camus’nun sözüne gönderme yapar gibi... Sırada bir Shakespeare oyunu var. Evet Altındağ’ın altın çocukları bir Shakespeare oyunu oynayacak... Yakında... Herkesi bekleriz... SOKAK 45


SOKAĞA ÇIK

YENİ SEDİR

Size SOKAK ile nasıl tanıştığımı anlatacağım. Sosyal medya üzerinden birçok arkadaşımızla yüzeysel olarak iletişim halindeydik ancak birbirimizi görme ve tanışma fırsatımız olmamıştı. Ta ki anlatacağım hikâyeye kadar... 2013 gezi direnişinden sonraki ilk 1 Mayıs mitingine ODTÜ dekanlık sekreteri bir arkadaşımızla beraber katılmaya karar vermiştik. Gezi olaylarının daha da perçinleştirdiği içimdeki isyan duygusunu bu mitingde daha da alevlenmişti. Kurtuluş’ta buluşulup Kızılay Meydanına doğru pasif bir şekilde ilerlerken aniden orantısız bir polis müdahalesiyle karşılaştık. Kaçacak bir yer ararken kendimden ziyade arkadaşımın güvenliğini sağlamak daha ağır basıyordu. Kaçalım derken Bayındır-2 sokağın tam başında iki taraftan da gelen polis yığınının arasında kaldık. Kaçmayı beceremiyoruz galiba. Yeni Sedirin arka balkon kısmına bakan araya (pankart yaptığımız yer) doğru ilerledik ve bir şekilde duvara tırmanıp arkadaşımı da yanıma çektim.

SOKAK 46

‘‘Mekânın içinden gelen arkadaşlar da bize yardımı ile içeri girip kendimizi güvene aldık. ‘‘

İçeri girdiğimizde kovalamacadan kurtulmanın etkisiyle o kadar rahatlamıştık ki, yıllardır mekânın müdavimi gibi hissettirdi. Öyle de oldu... Dışarıdaki karmaşa devam ederken herkesle kaynaştık. İşte büyük bir caminin içindeki gerek kalplerinin büyüklüğü gerek toplumsal bakış açılarıyla kendime yakın hissettiğim bu büyük insanlarla bu şekilde tanıştık. YAŞASIN SOKAK BaşganVevo


Bir Ankaragüçlü’nün “Eş”i olmak Siz hiç Ankaragücü’ne sevdalanmış birine sevdalandınız mı? Ankaragücü sevdasının tasviri nasıl mümkün değilse, “eş” olmanın da tasviri bir o kadar mümkün değildir. Eş olmak daima deplasmanda olmaktır örneğin; hiç kendi evinde oynayamaz. Eşi sevdalandığı takım için yola çıkar, asıl deplasman evdedir oysaki. Yola çıktı mı, otobüs ulaştı mı, kavga mı çıktı yoksa? Hele bir de deplasman yolu kazaları. Ah o kazalar… Ankaragücü sahada rakibiyle mücadele ederken, artta kalan sorularla mücadele eder aynı oranda. Hani Ankaragücü “öteki” olanın yanındadır ya, okul saati kâğıt toplayan çocuklar gibi uluorta, herkesin gördüğü ama bir o kadar da görmediği; Ankaragüçlünün eşi olmak o çocuk olmaktır işte. Herkes bilir ama gizde kalır çoğu zaman. Üstelik zaman-

la ikiye katlanır bu evde oluş mücadelesi. Çünkü eşinin gözlerindeki Ankaragücü tutkusunu göre göre kendini de Ankaragüçlü buluverir aniden. Nerede doğduğunun, nereden geldiğinin bir önemi yoktur. Takımın kazançlarıyla şenlenen, kaybedişleriyle hüzünlenen gözlere baka baka öğrenmiştir Ankaragüçlü olmayı. Bu sebeple, aklından geçen onlarca soruyu dizginlemeye çalışırken diğer yandan maç sonucunu arar istemsizce. Aslında ilginçtir ki kazanmanın da kaybetmenin de bir önemi yoktur. Herkes farkındadır Ankaragücü sevdasından eksilen bir şey olmayacağının. Eş farkındadır her ne olursa olsun Ankaragücü’nü bu denli tutkuyla seven birinin sevdasına ne kadar güven duyacağının. Sevda Zinciridir bunun adı. Ankaragücü, taraftarına nasıl sevmesi gerektiğini öğretir; eşe ise nasıl sevileceğini.

atu SOKAK 47


FK Željezničar: Saraybosna’nın Demiryolcuları

deliValdez

SOKAK 48

B

u sayıda tanıtacağım başkent kulübü olan FK Željezničar (Türkçe okunuşu Jel-yeznicar) 1921yılında bugün Bosna-Hersek’in başkenti olan, ancak kurulduğu zaman Yugoslavya’nın bir kenti olan Saraybosna’da kuruldu. Takımın adının anlamı “Demiryolcu” demek olduğunu söylediğimiz zaman takımı kuranların demiryolu işçileri olduğunu tahmin etmek zor olmayacaktır. Tüm Dünya’da demiryolları sanayi devrimi sonrası en stratejik kurumlardan biri olmuştur. Dolayısıyla da demiryolu işletmeleri ister özel isterse de kamuya ait olsun önemli oranda işçiye istihdam sağlaya gelmişlerdir. Futbolun işçi sınıfıyla ne kadar iç içe gelişmiş bir spor dalıdır. Dolayısıyla san-

ayileşme ile birlikte işçi sınıfının kalabalık olduğu kurumlarda işçilerin futbola olan yoğun ilgisi anlaşılabilir. Ankaragücü’müz de benzer şekilde İmalat-ı Harbiye işçilerinin kurduğu bir kulüptür. FK Željezničar Doğu Avrupa’daki birçok diğer demiryolu kurumları ile ilişkili kulüplerin aksine 1945 sonrası sosyalist rejimler zamanında değil İ. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Yugoslavya Krallığı’nda kurulmuştur. Eski Doğu Blok’undaki demiryolu takımları ya devlet ya da kurumun doğrudan kendisi tarafından kurulmuş takımlardır. Ülkemizdeki birçok “Demirspor” kulüpleri de benzer şekilde TCDD bünyesinde kurulmuş kulüplerdir. FK Željezničar ise İmalat-ı Harbiye gibi doğrudan işçi sınıfının inisiyatifi ile kurulmuştur.


Dolayısıyla sanayileşme ile birlikte işçi sınıfının kalabalık olduğu kurumlarda işçilerin futbola olan yoğun ilgisi anlaşılabilir. Ankaragücü’müz de benzer şekilde İmalat-ı Harbiye işçilerinin kurduğu bir kulüptür. Tüm Dünya’da demiryolları sanayi devrimi sonrası en stratejik kurumlardan biri olmuştur. Dolayısıyla da demiryolu işletmeleri ister özel isterse de kamuya ait olsun önemli oranda işçiye istihdam sağlaya gelmişlerdir. Futbolun işçi sınıfıyla ne kadar iç içe gelişmiş bir spor dalıdır. Dolayısıyla sanayileşme ile birlikte işçi sınıfının kalabalık olduğu kurumlarda işçilerin futbola olan yoğun ilgisi anlaşılabilir. Ankaragücü’müz de benzer şekilde İmalat-ı Harbiye işçilerinin kurduğu bir kulüptür. FK Željezničar Doğu Avrupa’daki birçok diğer demiryolu kurumları ile ilişkili kulüplerin aksine 1945 sonrası sosyalist rejimler zamanında değil İ. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Yugoslavya Krallığı’nda kurulmuştur. Eski Doğu Blok’undaki demiryolu takımları ya devlet ya da kurumun doğrudan kendisi tarafından kurulmuş takımlardır. Ülkemizdeki birçok “Demirspor” kulüpleri de benzer şekilde TCDD bünyesinde kurulmuş kulüplerdir. FK Željezničar ise İmalat-ı Harbiye gibi doğrudan işçi sınıfının inisiyatifi ile kurulmuştur.

FK Željezničar ya da taraftarın kullandığı kısa adıyla “Željo” (okunuşu Jelyo, anlamı demir) Saraybosna ve Bosna-Hersek’in en başarılı takımlarından biri olmuştur. Željo 1971–72 sezonunda Yugoslavya Birinci Futbol ligini Kızılyıldız’ın 2 puan önünde 51 puanla tamamlayarak şampiyon olmayı başarmıştır. Bir önceki sezon az farkla kaçırdığı şampiyonluğu kazanarak Yugoslavya Birinci Ligi’nde şampiyon olan iki Bosna-Hersek takımından biri olmuştur. Yugoslavya şampiyonu olmayı basarak diğer Bosna-Hersek takımı da ezeli rakipleri FK Sarajevo’dur. Bu iki takımın kazandığı toplam 3 şampiyonluk, Bosna-Hersek’i Sırbistan ve Hırvatistan ile birlikte Yugoslavya şampiyonu çıkarabilen 3 Yugoslav Sosyalist Cumhuriyetinden biri yapmıştır.Uluslararası alanda Željo adını 1984-85 sezonunda UEFA Kupası’nda yarı final oynamasıyla duyurmuştur. Deplasmanda 3-1 yenildiği Macaristan’ın Fehérvár takımını sahasında 2-1 yenmesine rağmen elenmiştir. 1991 yılında parçalanmaya başlayan Yugoslavya, Bosna Hersek’i yıllarca süren Saraybosna kuşatması, iç savaş, katliam ve soykırımlar ile paramparça etti. Bu parçalanma daha sonra gelen karmaşık ve uygulaması zor Dayton anlaşmasıyla sona erse de Bosna-Hersek futbolu uzun süre etnik temelli ayrımlaştı. SOKAK 49


Bu parçalanma daha sonra gelen karmaşık ve uygulaması zor Dayton anlaşmasıyla sona erse de Bosna-Hersek futbolu uzun süre etnik temelli ayrımlaştı. 1996-98 arasında Bosna-Hersek’te futbol 3 ayrı etnik temelli federasyon etrafında örgütlenmişti. Ancak 1998’de play-off sistemi ile de olsa ilk Bosna-Hersek şampiyonu belirlenebilecekti. Bu ilk şampiyon da ezeli rakibi FK Sarajevo’yu 1-0 ile geçen Željo olacaktı. Bugün Željo taraftarları arasında o kadar önemlidir ki o gün golü atan oyucudan esinle Zubandan (Zuban günü – https://bit.ly/ZUBANDAN) olarak adlandırılır. Željo 1997-98 sezonunda bu yana 8 kere Bosna-Hersek şampiyonu olmayı başarmıştır. Željo altyapısı ile de dikkat çeken bir kulüptür. Roma’da oynayan Edin Džeko Željo altyapısından yetişen en bilindik isimdir.Željo’nun en ünlü ve en eski taraftar grubu adı Türkçe ‘manyaklar’ manasına gelen Manjacı’dır (Manya-tsi). Özellikle Yugoslavya şampiyonu oldukları sene Željo taraftarları tüm deplasmanlara gitmeleriyle ünlenmişlerdir. Manyaklar savaş sırasında Bosna ordusu saflarında savaşmışlar ve grubun lideri Cevat Begic çatışmada yaşamını yitirmiştir. Günümüzde birçok farklı taraftar grubu da olsa Manyaklar hala en önemlisi ve etkilisidir. Ayrıca

SOKAK 50

takımın bizdeki Çekirdekçiler ile aynı anlama gelen daha çok adı çekirdek çıtlatırken oturup maçını seyreden Košpicari (okunuşu Koş-pit-sarı) diye anılan bir taraftar kitlesi de vardı.Saraybosna’nın en büyük derbisi Željo ile FK Sarajevo maçları bir Partizan ile Kızılyıldız derbisi gibi olaylı geçmez. Ama bu kentin hala en önemli olaylarından biridir. Željo daha çok işçi sınıfı ve gelir seviyesi daha düşük kitlelerce, FK Sarajevo daha kalburüstü kesimin desteklediği bir kulüp olarak bilinir. Željo’yu destekleyen tek bir etnik grup yoktur ama FK Sarajevo daha çok Müslüman Boşnakların desteklediği bir kulüptür. Yine de taraftarlar arasında keskin bir sınıfsal ve belirli bir mekânsal ayrım yoktur. Bir ailede her iki kulübü de destekleyen üyeler bulunması sıradan bir durumdur. Sadece resmi olarak ayrı bir kent olarak kabul edilen ve Sırp bölgesi sınırları içinde yer alan Doğu Saraybosna’nın takımı olan FK Slavija Sarajevo (okunuşu Slaviya Sarayevo) Sırplarca desteklenmektedir. Bosna-Hersek genelinde futbol kulüpleri sınıfsal bir ayrımdan ziyade ülkenin kendisi gibi etnik temelli ayrımlaşmıştır. Ülke genelinde birçok spor kulübü sadece veya yoğun olarak belirli bir etnik grup tarafından desteklenmektedir. Futbol burada da ülke siyasetinin dışa vurumudur.


KAPANDI GİTTİ..KURULUŞTAN KURTULUŞA

GAZiANTEPSPOR

Renklerini Kurtuluş savaşının simgesi halini almış Antep direnişinin kan ve mateminden alan Gaziantepspor 1969 yılının şubat ayında 58 memleket sevdalısının öncülüğünde kurulmuştu.

A

dokuzonbes / marcello / forzAntep

bdülkadir Batur ve 57 arkadaşı bugünleri görse ne derlerdi acaba memleketlilerine? Cuma namazı sonrası kuruş kuruş topladıkları paralar ile kurdukları ilk göz ağrıları bu hallere düşürüldüğü için ne hissederlerdi acaba? Maalesef ki o insanların torunları bıraktıkları mirasa sahip çıkamamış, göz göre göre koca çınarın günden güne erimesine mâni olamamışlardı. Renklerini Kurtuluş savaşının simgesi halini almış Antep direnişinin kan ve mateminden alan Gaziantepspor 1969 yılının şubat ayında 58 memleket sevdalısının öncülüğünde kurulmuştu. Kuruluşta yaşanan maddi sıkıntılar kent esnafı ve eşrafının naçizane katkıları sonucu aşılabilmişti. Peki bin bir zahmet ve emek ile kurulan Gaziantepspor ne oldu da bu kadar kolay ve bir çırpı da iflas bayrağını çekmişti? 1969 senesinin şubat ayında başlayan bu serüven 2017 senesinin şubat ayında trajedi ile sonuçlandı. Peki Gaziantepspor gibi başarıyla yönetilen kulüp nasıl oldu da kapısına kilit vurdu ve beyaz Gaziantepliler bu süreçte neden sessiz kaldı? Gaziantepspor, kuruluş tarihinden itibaren oluşan yönetim kurullarınca özenle siyasetten uzak tutulmaya çalışılmış ve 1992 yılına kadar da bu husus da başarılı olunmuştu. 1992 yılına gelindiğinde kulüp başkanlığına Şehitkamil belediye başkanı Ahmet Yılmaz seçilmiş ve böylelikle Gaziantepspor siyaset ile tanışmış olacaktı. Bir sene kulüp başkanlığı yapan Ahmet Yılmaz ertesi sene başkanlığı Büyükşehir Belediye başkanı olan Celal Doğan’a devretmiş ve siyaset bayrağı dalgalanmaya devam etmişti. 1993 yılına gelindiğinde arkasına belediye desteğini alan Gaziantepspor tesisleşme hamlesine kalkmış ve neticesinde kulübe 2 adet modern tesis kazandırılmıştı. Ve böylelikle Gaziantepspor siyasetin kazanımları ile somut olarak tanışmış oluyordu. Gaziantepspor’un başarıya taşınması adına her adım özenle seçiliyor buna göre hamleler yapılıyordu. Bu hamlelerin bir tanesi de alt yapı oyuncularının tecrübe kazanıp vitrine çıkması için olanak sağlayan Sankospor ve Gaskispor projeleriydi. Sankospor, SOKAK 51


Sankospor, 1986 yılında daha önce ki yıllarda Gaziantepspor’a yaklaşık 10 yıl kadar başkanlık yapmış olan Konukoğlu ailesi tarafından kurulmuştu. Bu takım sağlam temeller üzerine kurulmuş ve meyvesini 1996 yılında gol rekoru kırarak şampiyon olup 2. lige yükselerek elde etmişti. Gaskispor ise çoğunluğunu Sankospor ve Gaziantepspor’un alt yapı oyuncularının oluşturduğu kadrosu ile aynı sene 3.lige çıkmıştı. Konukoğlu ailesinin kurduğu Sankospor 2. ligde bir sene mücadele ettikten sonra ansızın Gaziantep Büyükşehir Belediye’sine devredilmiş ve adını ise Gaziantep Büyükşehir Belediye olarak değiştirmişti. Böylelikle Gaziantepspor yönetimince planlanan amatör alt yapı, 2. lig ve 3.lig de yer alan profesyonel pilot takımlar halindeki üçlü saç ayağı tamamlanmış oluyordu. Buradaki amaç Gaziantepspor alt yapısında yetişen amatör oyuncuların Gaskispor ve Gaziantep Büyükşehir Belediyespor’da profesyonel yapılarak 1. ligde mücadele eden Gaziantepspor’a kazandırılmasıydı.Alt yapının devinim kazanılmasını sağlandıktan sonraki hedef yurt içi ve yurt dışında futbolcu tarama faaliyetleri olmuştu. Daha önceleri SOKAK 52

Gaziantepspor’da top koşturup emekli olan yerel futbol adamlarından kurulu bir tarama ekibi yurt içi ve özellikle uyum sağlanmasının kolaylığı açısından bölgesel bazda futbolcu taramalarına başladı. Bu faaliyetler sonucu birçok oyuncu Gaziantepspor’a kazandırılıyordu. Zira Gaziantepspor gerek gösterdiği başarı gerek ise bölgede ki tek 1.lig takımı olması hesabı ile cazibe noktası haline gelmişti. Yerel futbol tarama ekibinin tamamlanmasının ardından meselenin yurt dışı ayağını ise yine daha önceleri Gaziantepspor’da top koşturan yabancı futbolculardan oluşan ekip ile tamamlanmıştı. Bu ekip yıllar boyu Gaziantepspor’a onlarca futbolcu kazandırmış ve Gençlerbirliği ile beraber ülkenin yabancı futbolcu fabrikası haline gelmişti. Yukarıda anlatılan profesyonel yapının kurulmasında en büyük payı olan kişi geçtiğimiz günlerde ölümünün yedinci yılında kendisini minnet ve şükran ile andığımız uzun yıllar Gaziantepspor ikinci Başkanlığını ve profesyonel futbol şube sorumluluğu ile birlikte TFF alt yapı milli takımlar sorumluluğu yapmış olan Asım Atmaz’dı. Asim Atmaz, şehrin yerli ve zengin ailelerinden birine mensup bir kişiydi.


Uzun yıllar Gaziantep’in mahalli takımlarında futbol oynamış, profesyonel olarak imza atmak üzere iken ailesinin baskısı sonucu futbolcu olma hayali sekteye uğramıştı. Ancak içindeki futbol sevgisi dinginleşmemiş yine ailesinin baskısına rağmen Gaziantepspor ve Türkiye futboluna önemli katkılar koymuştu. Kurulan profesyonel yapı nedeniyle ligde başarılar elde edilmeye başlanmış ve her sene yerli ve yabancı futbolcular astronomik rakamlara satılıp gelir elde ediliyordu. Elde edilen bu başarıların ardından şehirdeki ilgi ve beklenti artmış ancak maalesef bu beklenti 21.04.2001 yılında oynanan ve hala Gazianteplinin aklına geldikçe travmaya yol açan ilk yarısı 3-0 biten ancak 4-3 Fenerbahçe galibiyeti sonuçlanan maç ile son buluyordu. 2006 yılında yapılan yerel seçimler sonucu Gaziantep Büyükşehir Belediyesi el değiştirmiş ve Celal Doğan seçimi kaybetmişti. Ne hikmetse belediye seçimini kaybeden Celal Doğan, yapılacak olan olağanüstü kongrede başkanlığa aday olmayacağını beyan ederek Gaziantepspor başkanlığını bırakmıştı. Gaziantepspor’un ileri gelenleri yeni başkan arayışlarına girmiş ve ilk teklif uzunca yıllarını Gaziantepspor’a adayan Asim Atmaz’a yapılmıştı. Nedeni hiçbir şekilde bilinmeyen bir sebepten ötürü Asım Atmaz kulüp yönetimine karşı tavırlı idi zira yönetimdeki görevinden ayrılmış ve sadece TFF’deki görevine devam ediyordu. Maalesef başkanlığı kabul etmedi Asım Atmaz. Başkaca adaylar üzerinde de çalışmalar yapıldı ancak bir netice elde edilemedi. Gaziantepspor’un mevcut yönetiminin yapmış olduğu çalışmalar sonucu son yönetimde futbol şube sorumluluğu görevini yürüten İbrahim Kızıl başkanlık için tek aday olarak belirlenmişti. Bağımsız

olarak başkaca iki kişi daha adaylığını koymuştu. Bu adaylardan biri daha önce kulüp başkanlığı yapan Ahmet Yılmaz’dı. Ancak bu adayların hiçbir şansı yoktu, zira tüm kongre üyeleri mevcut Başkan Celal Doğan’ın belirlediği kişilerden oluşmakta idi ve o kimi gösterdi ise o seçilecekti ve işaret ettiği kişi seçilmişti. Yapılan seçim sonucu yeni başkanımız İbrahim Kızıl olmuştu. Ve böylelikle sonun başlangıcı başlıyordu… İbrahim Kızıl’ın ilk hamlesi kardeşlerini yönetim kuruluna almak oldu. Ardından kongrenin yapısını değiştirip ne kadar köylüsü, çalışanı var ise delege yapıyordu. Geçen süre içerisinde İbrahim Kızıl tasarlamış olduğu kongre yapısına kavuşmuştu. Artık tüm söz ve yetki Kızıl kardeşlerdeydi. Kulübün içerisi aç gözlü mafyavari iş adamları ile dolmuştu. Hatta işin boyutu o kadar trajik bir hale ulaşmıştı ki Gaziantepspor’un renklerini bile bilmeyen kongre üyeleri vardı. 1993 yılından 2006 yılına kadar onlarca futbolcu satışı yapmıştı Gaziantepspor ve çok büyük miktarlarda bonservis getirisi elde etmişti. Üstüne ligde gösterdiği başarılı performans ve Avrupa serüvenlerinden elde etmiş olduğu maddi getirilerde mevcuttu. Bu hali ile kulübün kasasının dolu olması bekleniyordu. Ancak İbrahim Kızıl başkan seçildikten sonra yapmış olduğu açıklamalarda kulübün kasasında bir kuruşun bile olmadığını hatta ve hatta milyarlarca lira vergi borcu ve elektrik borcunun bulunduğunu söylüyordu. E 1993 ve 2006 yılları arasında elde edilen bu kadar maddi gelir nereye gitmişti? Bu soru bu zamana kadar hala cevabını bulamadı. Üstüne üstlük şehir de ve ülke genelinde mefhum 4-3’luk Fenerbahçe maçı için çeşitli söylentiler ayyuka çıkmıştı.

SOKAK 53


Bu söylentilere hiçbir zaman cevap veremedi aynı zamanda Fenerbahçe kongre üyesi olan Celal Doğan. Uzunca yıllar elde edilen maddi gelirler yok olmuş ve üstüne üstlük bin bir zahmet ile kurulan profesyonel yapı bir sene içerisinde tamamen bitirilmişti. Gaziantepspor artık menajerlerin cirit attığı, kirli işlerin döndüğü ve yönetim kurulu üyesince kurulan menajerlik şirketinin oyuncağı haline getirilmişti. Tüm bunların yanında uzunca yıllar siyaset desteğini arkasına alan Gaziantepspor artık siyaset desteğinden de mahrumdu. Kulübün sürekli inişte olan grafiği 2013 yılında Gaziantep’in siyasetine ve şehir hayatına yön veren ileri gelen kişilerini harekete geçirmişti. Dedeman Oteli’nde yapılan bir toplantıda Gaziantepspor’u, ücreti mukabilinde İbrahim Kızıl’dan satın almak istemişlerdi. Toplantı sonunda yapılan anlaşmaya rağmen İbrahim Kızıl yine bir siyasetçinin desteğini alarak Gaziantepspor’u vermekten vazgeçti. Bu tavır karşısında kulübün arkasında az da olsa var olan siyaset ve şehir desteği tamamen sona ermişti. Zira zaman zaman belediye futbolculara verilmek üzere Gaziantepspor’a maddi destek sağlıyordu ama bir süre sonra bu paraların futbolculara verilmediği ortaya çıkınca bir daha bir kuruş bile verilmedi. Bu olaylardan sonra şehir ve siyaset desteği bir daha açılmamak üzere tamamen kapanıyordu. Gaziantepspor’un yaşamış olduğu bu elem dolu süreçte Gaziantep’in yerel ve zengin ileri gelenleri Gaziantepspor’a hiçbir şekilde sahip olamayacaklarını anlamalarının akabinde şehrin diğer takımı olan Gaziantep Büyükşehir Belediyespor’a destek vermeye başlamışlardı. Zira ellerinden geleni yapmışlar ancak birçok denemeye rağmen Gaziantepspor’u Kızıl

SOKAK 54

kardeşlerin elinden alamamışlardı. Yaşanan tüm bu hadiselerin akabinde 2017 yılına kadar zaman zaman yapılan nokta transferler ile ite kaka ligde kalmayı başarıyorduk. Ancak 2017 yılına geldiğimiz de 1969 yılında 58 memleket sevdalısının öncülüğünde kurulan Gaziantepspor için bir devir kapanıyordu. Oynanan maçlar sonucu 27 yıl sonra 2. lige düşüyorduk. 2.lige düştükten sonra 1. ligde ödenen yayın geliri ve katkı payından mahrum kalan Gaziantepspor’da mevcut başkan İbrahim Kızıl istifa ediyor ve ardında 200 trilyona yakın bir borç bırakmasının yani sıra takımda ne kadar para eden futbolcu var ise Göztepe’ye ve diğer birkaç takıma satıyordu. 2.lige düşmemizin ardından koca bir kaos bizleri bekliyordu. 200 küsur trilyonu bulan borç herkesin gözünü korkutuyor üstüne üstlük Kızıl kardeşler dizayn ettikleri kongre delegelerince ibra ediliyordu. Derken bir gün ne olduğunu ya da kim olduğunu kimsenin bilmediği Huzeyfe Durmaz isimli bir kişi başkan seçiliyordu. Bu başkanın yönetiminde transferler yapılıyor bir yandan da transfer yasağının kaldırılması için çalışmalar yapılıyordu ancak ne yazık ki tüm imzaların alınmasına rağmen bir tek kişi imza vermemişti. Bu kişi Hikmet Karaman’dı. Önce imza vereceğini beyan etmesine rağmen daha sonra birden imza atmaktan vazgeçmişti. Böylelikle Gaziantepspor koca bir darbe daha yemiş oluyordu.


2. ligdeki ilk sezonumuza tamamen altyapı oyuncuları ile başlamıştık. Hemen hemen hiçbir maçta varlık gösteremiyor ve yeniliyorduk. Ta ki Gaziantep Büyükşehir Belediyespor maçına kadar… İki takımın yolları kesişmiş ve statü gereği deplasman tarafında yerimizi almıştık. Maçın tamamı Gaziantepspor ceza sahası civarında geçmesine rağmen maçı 1-0 ile kazanmıştık. Onlarca Gaziantepspor maçı ile sevinmiş hatta geçmiş yıllarda son dakika golü ile ligde kaldığımız Erciyes deplasmanında sevinçten hüngür hüngür ağladığımız maçta bile bu kadar mutlu olmamıştım (20.08.2017).Dönem içerisinde almış olduğu puan silme cezaları ve genç kadronun tutunamaması sonucu sene sonunda da 1. ligden de düşüyorduk. Huzeyfe Durmaz da başkanlığı bırakıyordu. 2. ligde yine alt yapı oyuncuları ile sezona başlamıştık. İlk maçta Ankara Demirspor’u yenerek ümitleniyorduk. Tribünlerde ise Gazişehir maçlarında yer alan seyircinin birkaç katı kadar seyirci yer alıyordu. Herkes mutlu ve sevinçliydi. Zira herkesin dilinde tek bir şey vardı. Gaziantepspor var olsun da ligin bir önemi yoktu. Ancak olmadı. Türkiye liglerinde 400-500 trilyon borcu bu-

lunan kulüplere uygulanmayan puan silme cezaları Gaziantepspor’a acımasızca uygulanmakta idi. Yine bir hevesimiz kursağımızda kalıyor sene sonunda eksi puanlar ile yine küme düşüyorduk. Bir sene sonra 3. ligden de düştük. Her şey başladığı yere geri dönmüştü. Artık amatördeydik. Amatör ligin ilk maçında binlerce kişi maçtaydı. Batur sahası hayatında görmediği kalabalığı görüyordu. Binlerce kişi akın etmişti. Tüm desteklemelere karşı Gazişehir bu ilgiyi göremiyordu. Herkes gene mutluydu. Ligin önemi yoktu Gaziantepsporlular için. Ancak puan silme cezaları gene pesimizdeydi. Maalesef ligin ortasında Gaziantepspor ligden çekilmek durumunda kaldı ve böylelikle kulüp faaliyetlerini noktalıyordu. Şimdi ise akıbeti meçhul bir şekilde bir köşede beklemekte yarım asırlık koca çınar. Gaziantepspor başıboş bir yaprak misali oradan oraya savrulurken şehrin diğer takımının başkanlığına Adil Konukoğlu getirilmişti. Şehirle bütünleşmek için isim değişikliğine gidilip şirketleşme tercih ediliyor ve sanayicilerden mütevellit çok güçlü bir yönetim kurulu oluşturuluyordu. Hızla maddi destek sağlanıp çok güçlü kadrolar kurulmasının akabinde SOKAK 55


Gazişehir 1. lige çıkıyordu. Konukoğlu ailesi kimilerine göre Gaziantepspor’a ihanet etmişti. Ancak burada atlanılan çok önemli bir husus vardı. Devir aldıkları Gazişehir futbol takımını zaten kendileri 1986 yılında kurmuştu. Aile olarak geçmiş yıllarda Gaziantepspor’un 50 senelik ömründe 10 sene başkanlığını yapmışlar maddi ve manevi inanılmaz katkılar sağlamışlardı. Bunun yanında tek bir menfaat bile beklememişlerdi. Objektif olarak yorumlarsak vefasızlık yaptıklarını söylemek vicdansızlık olur. Ancak babalarının kurucu üye olduğu, bir nevi baba mirası olan Gaziantepspor’u son raddede kurtarmak adına en azından bir kıyak yapabilirlerdi diye düşünmeden edemiyor insan.Koca bir devir, binlerce insanın sevinci, mutluluğu böyle böyle yok edildi. Belki de en önemlisi çocukluğumuz, gençliğimiz bir çırpıda tuzla buz oldu. Futbol artık hayatımızdan çok uzakta. Meğerse Gaziantepspor bizim için bir futbol değil yaşamın ta kendisiymiş. Gaziantepspor taraftarları şu sıralar gündelik hayata devam edip Gaziantepsporsuz yaşamaya alışmakta ve görünmez bir başvuru mercii ile şehirle alakalı bütün haklarından feragat etmekle meşgul. Futbol adına yapmış olduğumuz tek şey zaman zaman eski maçları açıp gözlerimiz dolu dolu izlemekten öteye gitmemekte. Şahsım adına ne mutlu ki tribünde ki dostlarım ile hala beraberiz. SOKAK 56


Ancak;

Özür dileriz Abdülkadir Batur ve 57 yoldaşı. Özür dileriz Asım Atmaz. Özür dileriz her yeri Mamet. Özür dileriz Koçero. Özür dileriz gönlünü Gaziantepspor’a verip de toprak olanlar. Biz emanetinize sahip çıkamadık. Bu utanç da bize ömür boyu yeter! SOKAK 57


Jenga

Ş

ansla kaderle hayatımızın bir bölümünde kesiştiğimiz güzel KKTC’de futbolu ve futbol kültürünü keşfetme çabası yaklaşık bir buçuk yıllık bir hikayeydi benim için. Biraz yarım kaldı, biraz kesik kesik oldu ama doyumsuz bir deneyimdi, keşfetmek ve öğrenmek ise hala öyle. Uluslararası toplum tarafından tanınmayan bir ülkede Türkiye Cumhuriyeti pasaportu sahibi olarak ayrı bir deneyim sahibi de oluyor insan. Rum Kesimi’ni değerlendirme bunun yanında ‘yavru vatan’ olarak Türkiye’de tanımlanan ülkede göçmen olma durumu vs... ‘Adacılık’ ayrı bir ilginç tutumu oluştururken, 45 yılı aşkın süredir Türkiye’den gelip yerleşen göçmenlerin durumu, bu 45 yıllık de facto durumun atlanması falan bazen inandırıcı olmayan analizleri de beraberinde getiriyor. Türkiye Cumhuriyeti pasaportuyla bir

SOKAK 58

KKTC’DE farklı gözüküyor güzel Kıbrıs adasının kuzeyi, KKTC... Değeri Çok Bilinmeyen Kültürel Hazine: KKTC’deki Kulüpler Öncelikle kimi eleştirel, ‘muhalif ’ çevrelerde de geçerli olan “74’de Türkiye müdahale etti ortak yaşam bitti” vs. minvalindeki değerlendirmeler çok da gerçeği yansıtmıyor. 1950’lerden itibaren adada ikili yaşam, kültürel ve sosyal alanlarda da sürüyormuş. 1955’de Türk kulüplerinin Kıbrıs Ligi’nden ‘tasfiyesi’ vs. hadisesine en ‘adacı’, Türkiye ve Türkiyelilere eleştirel kesimlerin bile diyecek çok şeyi yok. Enosis’in yükselişi, adada Rum milliyetçiliğinin gelişimi vs... Bu arada iki topluluk eşit özelliklerde değil, Rum adalılar her açıdan çok daha fazla avantaja sahip. Türkler daha dezavantajlı, zaten bunu İngiltere’ye göç hikayelerinden de anlayabiliyoruz... Futbolda 1974’te her şey değişmiş değil, zaten 1955’den itibaren ligler ayrı, yani 1974


FUTBOL İZLENİMLERİ

müdahalesinden 20 yıl önce kulüpler ayrı liglerde... O yüzden KTFF (Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu) 1955 kuruluşlu, bunun 1974’le falan bir alakası yok. Lefkoşa’nın efsane Çetinkaya kulübünün Kıbrıs’ın o zaman en büyük kupası ‘Pakos Şildi’ni üç defa alıp kupaya ebediyen sahip olduğunda yıl 1954’tü... Çetinkaya’nın o zaman bu başarıyı göstermesi Türk topluluğu açısından sadece bir ‘futbol başarısı’

değildi şüphesiz... 1930 kuruluşlu Çetinkaya, G. Kıbrıs’ı dünyada temsil eden Rum tarafının federasyonu KOP’un kurucu kulüplerinden de birisidir. Kurucu olarak 7 Rum kulübü yanında o zamanki adıyla Lefkoşa Türk Spor Kulübü... Kulübün bugünkü resmi adı Çetinkaya Türk Spor Kulübü... Sarı–kırmızılı kulüp adadaki Türk toplumu için geçmişten bugüne bir futbol kulübünden fazlası... SOKAK 59


Kıbrıs’ta iki toplum arasındaki çatışmaların dışında kalmamış kulüpler... Zaten gençlik ve spor dernekleri olarak gerilim dönemlerinde farklı işlevleri de olduğuna yönelik çeşitli kaynaklar mevcut. Bu Rum ve Türk kulüpler için de geçerli... 1950’ler biraz da bu gerilimlerin sosyal hayatta zirve yılları, sonrasında 1963-64 süreci ve nihayet 1974. 1974 – 1983 süreci farklı ve arada bir statü sonrası KKTC’nin 1983’de ilanıyla, uluslararası alanda tanınmayan ama ‘var olan’ bir devlet. Bugün 16 takımlı K-PET (Kıbrıs Türk Petrolleri Ltd.) Süper Ligi’nde o kadar ilginç, renkli, önemli kulüpler mevcut ki... Hatta ikinci lig düzeyi olan K-PET 1. Lig’de de oldukça köklü kulüpler mevcut.

Foto Pakos Şildi’nin ebediyen müzeye kazanılması sonrası Lefkoşa’dan...Türk toplumu Çetinkaya ile farklı bir gururu da yaşıyor...

Öncelikle belirtilmeli ki, kulüplerin kuruluş yılları ortalamaları Türkiye liglerindeki kulüplerden daha eski... Mesela Lefkoşa’nın siyah-beyazlıları Yenicami Ağdelen 1951 kuruluşlu, Güzelyurt’un yeşil–kırmızılıları Baf Ülkü Yurdu 1947, bu senenin de şampiyonu KKTC futbolunda büyük başarıların sahibi Mağusa Türk Gücü 1945, Girne’ye Limasol’dan gelen

SOKAK 60

Girne’nin büyük kulüplerinden Türk Ocağı Limasol 1952, Forest lakaplı efsane Küçük Kaymaklı Türk Spor Kulübü 1951, Türkiye’de Halkevi’nin kuruluş tarihiyle aynı yılda, 1932’de kurulan Girne Halkevi Spor Kulübü, Lefkoşa’nın kırmızı–beyazlıları Gönyeli 1948... Liste uzar gider. Türkiye’de başta Ankaragücü olmak üzere sınırlı sayıda futbol kulübünün kuruluşu 1960’ların öncesine geçer... 1960’ların ortasında devletin de teşviki ile özellikle taşrada kulüpler birleştirilir ve ‘güçlü’ kent takımları oluşturulur... Bursaspor’un kuruluşu 1963, Trabzonspor’un 1967, Eskişehirspor’un 1965 vs... Bu kulüplerin 1960’larda kurulması rastlantı olmasa gerekir... Ulusal ligi oluşturabilmek için rekabet edebilecek kurumların ortaya çıkarılması süreci... Hele bugünkü Başakşehir vs. dikkate alındığında KKTC kulüpleri ortalama olarak çok daha ‘eskiler’ Türkiye’dekilere nazaran... Ayrıca tarihsel kimi sembollerle bezeli kulüpler. Mesela Küçük Kaymaklı’nın (Forest’ın) stadı Hüseyin Ruso’nun adını taşıyor. Küçük Kaymaklı doğumlu, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü mezunu, beden eğitimi hocası, futbolcu ve antrenör Hüseyin Ruso... Mücahit, 1963’de EOKA saldırısında şehit düşen Hüseyin Ruso... Abisi Mustafa Ruso da 1974’de şehit düşecek olan Hüseyin Ruso... Bugün Küçük Kaymaklı’nın efsanesi olarak stadyuma ismi verilmiş... Lefkoşa’nın derbileri, Lefkoşa’nın köklü Türk mahallesi Yenicami, efsane Çetinkaya, sembol Küçük Kaymaklı, 1952 kuruluşlu yeşil beyazlı Gençlik Gücü, 1948 kuruluşlu Gönyeli arasında falan... Öyle sıradan kulüpler değiller...


Bunun yanında birçok kulübün 1974 öncesi dönemden kalma ‘anıldığı’ isimler var. Bu durumda yer adlarındaki isim değişikleri, kültürel tarihsel etki de söz konusu... KKTC’deki Statlardan Kısa Notlar Bilinmesi gereken bence en önemli noktalardan birisi, devre arası KKTC’de çay içmeyi beklemeyin. Çay yok, kahve var. Türk kahvesi belki de en fazla KKTC’de tüketiliyordur kişi başına oransal olarak. Bu yaygın durum stadyumlarda da geçerli. Organize taraftar oluşumları çok sınırlı, olanlar da daha ‘maç izleme’ eğilimli... Stadyumlarda gerilimler olabiliyor, deplasman tarafı az ya da çok bir şekilde var oluyor... En ilginç statlardan birisi 1958 kuruluşlu Girne-Çatalköy kulübü Düzkaya’nın Nihat Bağcıer Stadyumu. Kale arkasında harika bir bar olan kulüp yine Limasol’dan (merkez değil bir yerleşimden) gelmiş Girne’ye... Oradan kalan yerleşim ismi kullanılıyor: Düzkaya... Bu arada KKTC’de kulüpleri kısaltma ile anmak yaygın, bu dediğim sadece lakapları değil, kulüp baş adı kısaltmaları, TOL, GG, DTB, MTG vs. gibi... Bu arada unutmadan, KKTC’de hayli yüksek sayıda bulabileceğiniz İngilizlerin kendilerine yönelik düzenlenmiş publar dışında stadyumda maç takipleri oldukça sınırlı. Tezahüratlar genelde bildiğimiz ‘beste’ gibi olmuyor, bu konuda ve pankart konusunda Mağusa Türk Gücü tribünleri biraz daha canlı. Akdeniz olduğundan sanırım atkı yaygın değil ürünlerde :) Bunun yerine forma, hafif montlar ürün olarak yaygın... Bilet fiyatları bana hep pahalı geldi, kimi durumlarda gişe olmuyor isteğe göre toplanıyor paralar. Merit Alsancak başkanı bizzat tribünde gezerek toplamıştı bir defasında. En fazla maça gittiğim 20 Temmuz Mete Adanır Stadı’nda gişe işi daha düzenli tabi. Bu arada Mete Adanır’dan bahsetmeli. Limasollu, eski Doğan Türk Birliğili (DTB) 1961 doğumlu Adanır, İngiltere’de de futbol geçmişi olan ve Türkiye’de Altay, Konyaspor gibi takımlarda da oynamış olan. En son olarak oldukça da başarılı olduğu Samsunspor’da oynarken, 1989’da Samsunspor takım otobüsünün üzücü kazasında hayatını kaybeden bir isim... Türkiye ve Samsun’la bağı oradan. Bugün Girne’deki stadyumda heykeliyle beraber anılıyor... Limasol’dan Gelen Derbi Yirmiden fazla maça gidebildiğim KKTC’de gözlemlerime göre en etkili derbi Girne derbisi; Doğan Türk Birliği (DTB) ve Türk Ocağı Limasol (TOL) arasındaki derbiydi... Kimileri karşı çıksa da sanırım KKTC’nin de en büyük derbisi bu derbi. İki kulübün hikayesi bugün Güney’de kalan Limasol kentinde başlıyor. 1938 kuruluşlu Doğan Türk Birliği uzun yıllar Fenerbahçe’nin armasını kullanan bir kulüp.

SOKAK 61


Kravatlılar olarak biliniyor, memurların görece seçkin-aydın Türklerin kurduğu bir kulüp. Bir dönem Ankaragücü’nde de oynayan Ceyhun’un da oynadığı DTB, 1974 sonrası Limasol’daki Türklerin Girne’ye gelmesiyle Girne’ye taşınmış bir kulüp... Limasol yıllarından kalan büyük rakibi Türk Ocağı Limasol ise ‘maunacılar’ olarak bilinen ve desteğini daha fazla işçilerden almış olan bir kulüp... Maunacılar ismi ise gemilere yük taşıyan kayıklardan ve çalışanlarından geliyor... Bugün İBB Başkanı olan Ekrem

İmamoğlu da 90’larda KKTC’deki kısa öğrencilik yıllarında bu takımın kalesini bir süre korumuş. Benim için mahallemizin takımı Düzkaya’dan da fazla, belki de en yakın hissettiğim kulüp oldu maunacılar KKTC’de. Renkli bir taraftar kitlesi var, kulüp arması biraz fazla İngiliz esintili gibi... Sarı-siyahlıların ürünlerine Girne’de sıklıkla rastlamak mümkün... İki kulüp arasındaki derbilerde KKTC şartlarında coşku ve ilgi oldukça yüksek. TOL taraftarı benim gördüğüm kadarıyla DTB’ye göre daha organize...

KKTC’ye Futbol İçin de Gidilir! Ülkede tanınmama durumundan ötürü insanlarda futbol konusunda bir durgunluk olduğunu söyleyebilirim. Türkiye dizileri, müziği ve futboluyla KKTC’yi etkiliyor. Politika vs. diğer işler uzun konular, hele son yıllarda. Hiç girmeyeyim. Futbol açısından Türkiye KKTC’de önemli bir kültürel etkiye sahip, üniversitelerin taraftar kulüpleri ayrı mevzu ama benim KKTC’liler arasında özellikle Fenerbahçe ilgisinin fazla olduğu dikkatimi çekti. Bunun yanında 1974 sonrası adaya

gelen Trabzonluların adada bir etkisi var ve dolayısıyla Trabzonsporlu da hiç az değil. Hiç tahmin etmeyeceğiniz yerlerde bordo mavili armayı görebiliyorsunuz... Hele bu yıl Hatayspor Süper Lig’e çıkarsa, KKTC’de ciddi bir Hataysporlu varlığı dikkat çekecek, çünkü 1974 sonrası adaya giden önemli oranda Hataylı var. Her şey bir yana, bir buçuk yıllık süreçte KKTC’de futbol açısından kültürel anlamda ciddi bir hazine dikkatimi çekti. Futbol kültürü açısından da adaya gidilir. Harika stadyum konumuyla MTG’nin ateşli

SOKAK 62


taraftarı, ‘Garga’ pankartları görülmeli. Girne derbisi mutlaka ama mutlaka izlenmeli. Yenicamili bir oturaklı abiyle Lefkoşa kent tarihi sohbeti yapılmalı. Çetinkaya zaten ayrı bir hikâye. Forestlı bir taraftarla beklentiler konuşulmalı, stadı görülmeli. Gönyeli, Cihangir gezilmeli. 1940 kuruluşlu Binatlı’nın mütevazi, sevimli küçük kulüp minibüsü görülmeli. Bir kahve eşliğinde devre arası Kıbrıs futbolundan Türkiye futboluna, oradan uluslararası siyasete muhabbet edilmeli. Afrikalı oyuncular ve onların yakınlarıyla Akdeniz adasından onların hayalleri üzerine konuşmalı... Her şey uluslararası tanınma değil, dünyanın dört bir köşesinden öğrenci, işçi, emekçi, futbolcu, turist vs. bir şekilde tanımış gelmiş ülkeye... 45 yıldan fazladır süren de facto durumun olumsuzluklarına değil, olumlu yönlerine de bakmalı belki bir yandan. Tavsiyem, siz bu fanzini okuyan futbola ve kültürüne ilgili insanlar, KKTC’ye futbol için de gidilir... Ha ayrıca her açıdan harika yer, denizi, tarihi, kültürü, yemekleri, gündelik hayatı vs. Yazının başından beri KKTC’yi görünce içki fiyat ve çeşidini düşünmüş olanlar için de net bir son not: Harbiden çok ucuz ve çeşitli sayıda içki mevcut olmasının yanında mekanlar da inanılmaz iyi...

SOKAK 63


Pandemik İş Covid-19 pandemisi sonrasında hayatın her alanında yeni kurallar, normaller oluşturuldu. Bizim ilgi alanımızda haliyle bundan etkilendi ve bunun ilk uygulamalarını da Almanya’da görmeye başladık. Tam da konumuz olan mevzuda; taraftarlık mevzuunda bizi çok ilgilendiren uygulamalarla başladı bu normaller. En azından bu sene için tüm ligler seyircisiz oynanacak ki bu bizim hiç istemeyeceğimiz bir durum. Aslında ben futbol endüstrisi açısından da bunun kabul edilemeyeceğini düşünüyordum ama kapitalizm mutlaka kazancı artırmanın bir yolunu buluyor. Pandemi sebebi ile normalde liglerin ertelenmesi ya da o hali ile tescil edilerek sezonun kapatılması kısaca insan hayatını riske sokma potansiyeli bulunan bu gösteri sanatının en azından bu sene için sonlandırılması gerekirdi. Ama devasa bir ekonomi olan futbol sektöründe tabi ki beklendiği gibi insan hayatı ikinci plana itildi. Yapılan yayın antlaşmaları, reklam işleri, daha büyük organizasyonların adaylarının belirlenmesi gibi sebeplerle ligler şimdilik taraftarsız başladı. Ama işte tam da burada endüstri kendini gösterdi.

‘‘

Seyirci dediğim taraftarlarının resminin bulunduğu kartonlar tribünlere yerleştirildi ve tribünler dolduruldu, üstelik tam da endüstrinin istediği şekilde.

‘‘

Seyirci dediğim taraftarlarının resminin bulunduğu kartonlar tribünlere yerleştirildi ve tribünler dolduruldu, üstelik tam da endüstrinin istediği şekilde. Geçtiğimiz hafta Avrupa liglerinde taraftarsız ama seyircili maçlar oynandı. Seyirci dediğim taraftarlarının resminin bulunduğu kartonlar tribünlere yerleştirildi ve tribünler dolduruldu, üstelik tam da endüstrinin istediği şekilde. Parasını veren resmini koydurabilecek, evinden naklen yayınla da maçı izleyebilecek, taraftar endüstriye ekstra dert yaratmayacak, aksine daha fazla para harcayarak sessiz sedasız oturacak, diğer taraf ise istediği gibi at koşturacak, ne dahiyane bir fikir. Hayatının odağında arması olan taraftarlar için ise bu zor günlerde takımının sanal da olsa yanında yer almak, hatıra biletleri ile kulübe destek olmak, fotoğraflı kartonunu tribüne koydurabilmek bir yandan da ekonomik olarak destek olabileceğini düşünmek gibi saf niyetler diğer tarafın iştahını kabartıyor da kabartıyor. Sistem başına gelen her krizi kendine kar edeceği bir alan haline getiriyor ve ortaya çıkan her yeni durum ise bizi bizden uzaklaştırıyor. Önümüzdeki senelerde bu işler nasıl olur belli değil ama bizim bildiğimiz taraftarlık işlerinin nasıl olacağı maalesef belli gibi. nan

SOKAK 64




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook

Articles inside

KKTC’de Futbol İzlenimleri (Jenga

7min
pages 60-65

Kapandı Gitti… Kuruluştan Kurtuluşa Gaziantepspor (dokuzonbeş

9min
pages 53-59

Pandemik İş (nan

1min
pages 66-68

Başkent Takımları 8: FK Željezničar: Saraybosna’nın Demiryolcuları (deliValdez

4min
pages 50-52

Bir Ankaragüçlü’nün “Eş”i Olmak (atu

1min
page 49

Sokağa Çık (BaşganVevo

1min
page 48

Altındağ’ın Altın Çocukları (mustafa b

3min
pages 46-47

Sen Aşk De Buna Biz Çıkmaz Sokak (nuha

2min
pages 44-45

Seyrek Ankara (Şimşek Santrafor

1min
page 43

Koku (sebo

2min
pages 37-39

Nesil (parmakbirası

4min
pages 40-42

Gündüzüm seninle, Gecem seninle, Beyhude geçti bu ömrüm, DERDİNLE… (pepe

1min
page 34

Seni Sevmeyen Ölsün (angutyus

6min
pages 30-33

19 Mayıs’ın Ardından (müço

2min
page 29

Hasretin Nazlıdır Ankara (recoba

1min
page 28

Gerçek Ankara, Ankaragücü’dür... (karaların orhan

1min
page 36

Bir Efsanenin Anatomisi: Darius Vassell (ankaraZulus

6min
pages 22-25

Dönülmeyen Deplasman (fati

1min
pages 10-11

90. Dakikada Nasıl Koydu Kalenga! (Ozzyy

5min
pages 17-19

Karabük Deplasmanı (Ketenpere

5min
pages 26-27

Gurbet, Vatan, Ankaragücü! (Ev Holiganı

3min
pages 13-15

Exom (rasko

2min
pages 4-5

Mamaklı DaltONLAR (Özcan-Özhan Yalçınkaya

2min
page 16

Özlemek (patlantis

0
page 12
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.