5 minute read
90. Dakikada Nasıl Koydu Kalenga! (Ozzyy
from 8. SAYI
nasıl koydu KALENGA 90.DAKİKADA ozzyy
Sene 1995 aylardan eylül... Domuz burun ayakkabıların, Loft marka kotların moda olduğu dönemler. O dönem kanımıza nasıl işlemişse bu tribün işleri ne kopabiliyoruz tribünden ne de tribün bizden kopabiliyor. Büyük maçlar öncesi sabahın köründe kalkıp kapüşonlu polarımızı giyip altımıza domuz burun ayakkabıları çekip ya stada gidiyoruz ya da baktık kimse yok Hacıdoğan’a gidiyoruz olmadı Yenidoğan’a. Çünkü genelde toplanma yerleri oralar oluyordu yani planlar programlar çatışma stratejileri falan...Yine bir büyük maç öncesi ve sonrasını anlatacağım.
Advertisement
GS ile oynayacağız kendi sahamızda. O gece tribünden kardeşim Yasin’le sabahlıyoruz.
Sabah Hacıdoğan’a gideceğiz. Tabi heyecan hat safhada. Geceden içmeye başladık Yasin’le kafamız bir dünya kaynatıyoruz evde. Birden aklımıza emanet geldi. Lan oğlum yarın GS maçı var İstanbul gelecek biz Hacıdoğan’a gideceğiz ama ne emanetimiz var ne bir şeyimiz nasıl yapacağız falan derken Yasin evde bir satır olacaktı onu alalım sen de bira şişesini alırsın emanet olarak öyle gideriz dedi. Tamam dedim boş gitmekten iyidir.
Nerden bilecektim Yasin’in evdeki satır 20 senelik kap kara olmuş kör bir bıçak yani bir sikime yaramaz o derece. Yapacak bir şey yok aldık satırı... Sabah olmasını beklemeden çıktık evden hala sarhoşuz ama. Daha gün ağarmamış Hacıdoğan’a geldik. Şimdi Gecekondu’nun derneği olan yere... O zaman dernek yoktu orada, Ali abinin kahve vardı.
Genelde büyük maçlar öncesi planlar yapmak için orada toplanırdı millet. Millet üçerli beşerli gruplar halinde muhabbet edip alkol alıyordu.
o
Bir yandan da dükkanların açılmasını bekliyordu. Dükkanlar dediğim de bıçakçılar! Artık dönerdi sallamaydı satırdı ne bulurlarsa… İki tane emanet alırken bir tane de beleşe getirilirdi. Ya tufa yoluyla ya da ısrarla ������ Biz rahatız Yasin’de kör bir satır bende de bir adet bira şişesi kendimizi sağlama almışız tufayla falan uğraşmıyoruz ������ Saat ilerlemeye başladı ama hala güneşi göremiyoruz. Toplanan emanetler bir yere gömüldü başına da küçük Emrah’ı koydular. Tribünde dönem küçük Emrah’ı tanımayan yok.
Abiler tarafından sevilen kollanan bir arkadaştı...
Stat Kafe’de masaya çıkıp türkü söylerdi abiler de onunla kaynatırdı... Stat Kafe normal maç günleri toplanma yeriydi. Kafenin arkasında dar bir alan vardı, millet genelde orada piizlenip kafayı kurtarırdı. Hatta besteler bile orada yapılırdı (Bir dahaki sayıda stat kafeyi ayrıca anlatırım).
Neyse küçük Emrah emanetlerin başında. Millet de zaman geçirmek için kendilerine uğraş aramakta. O sıra bir çocuk Gençlik
Parkı’na gönderildi erketeye yatsın diye.
İstanbullular gelmiş mi gelmemiş mi ortamı yoklamak yani mevzu.
Bizimkiler de İtfaiye Meydanı’nda bulunan okulun bahçesinde maç yapıyor kendi aralarında erketeden haber gelene kadar. Yarım saat sonra falan erkete geldi Hacıdoğan’a “abi gelmişler 100 kişi civarındalar Gençlik Parkı’nda kafede oturuyorlar“ dedikten sonra abiler herkesi çağırdı son bir toplantı ve plan için. İstanbulluların geldiklerini 100-150 kişi civarında olduklarını hepsinin emanetle olduğunu ona göre hareket edeceğimizi belirttiler... Heyecan artmaya başlamıştı. Herkes galeyana geldi yani tam anlamıyla kıvama gelmiştik... Tek sorunumuz Yasin’in kör satırıydı! O sıra abilerden biri bize seslendi “gençler sizde ne var“ diye sordu. Yasin çok soğukkanlı bir şekilde “abi bende satır var Tamer’de de şişe var “dedi... Bakalım şu satıra dediler hani işimize yararsa biz alalım hesabı ama satırı görünce hepsi uzaklaştı ortamdan dalga geçip. Ama tabi bu bizim mevzuya gitmemize engel olamazdı... Grubun arasında yerimizi aldık! Usul usul sessiz bir şekilde Opera binasının arasından Gençlik Parkı’na doğru yol aldık... Yürürken çıt yok. Derin bir sessizlik hâkim ortama. Sadece ayak sesleri duyuluyor...
Ama arada milleti galeyana getirmek için ufak ufak gazlar veriliyor. ”Beyler kimse geri adım atmasın, kaçacak olan varsa şimdiden siktirsin gitsin”. Mevzu sırasında arkadan kaçan olmasın diye arkaya sağlam iki-üç eleman yerleştirdiler yani kaçanı vursunlar diye ������ Bizlik bir sıkıntı yok tam grubun ortasındayız tahminen 200 kişiyiz ama herkes emanetli ve herkes kendinden emin. Yani ya vuracağız ya da vurulacağız ortası yok!Opera tarafından Gençlik Parkı’nın içine girdik. Yine sessiz şekilde yürüyoruz... Parkta sadece çarşı iznine çıkmış askerler, İstanbul’dan gelen Galatasaraylılar ve biz varız. Cesur Yürek’te bir savaş sahnesi var ya yani onun gibi bir ortam işte ��������enerbahçe Restoranı’ndan köşeyi döndük ve hızlı şekilde yürümeye başladık... ��enerbahçe Restoranı Gençlik Parkı’nın en eski restoranıdır. Her maç öncesi gıcıklık olsun diye camlarını taşlardık. Sahibi çok inatçı biriydi. Ertesi günü camları yenileyip hiçbir şey olmamış gibi restoranı işletmeye devam ederdi. Her neyse...
Restoranı geçer geçmez İstanbul’dan gelen tayfa bizi gördü ve hepsi ayağa kalktı. Biz de onların üzerine koşmaya başladık. O sıra hepsi emanetleri çekip havaya kaldırdı inanılmaz bir sahneydi ������ Güneşin yeni doğmasıyla havaya kalkan emanetler ışıl ışıl parlıyordu. Oğlum Tamer dedim kendi kendime ya harbi sıçtık tribün hayatımız bitti ya da burada bir devrim olacak... Çekilen emanetler karşısında bizimkiler durakladı üç-beş dakika taşlama işlerine geçildi.
Taşlar havada uçuşuyordu. Hatta o taşlardan biri omuzuma denk geldi. Tabi o mevzu sırasında hiç acı hissetmedim. Taşlama olayları sırasında karşı atak yapan bu muhaberenin galibi olacaktı açık ve net..
İşte tam o sıra kapalıya giren Genç Güçlüler grubu “ya Allah bismillah Allah-u Ekber” diyerek İstanbulluların üzerine koşmaya başladı. Yine kendi kendime dedim ki Tamer tamamdır bu iş olay burada biter saldır. Herkes bi GS’liyi sıkıştırıp vuruyordu. Kendini caddeye atanlar mı dersin havuza atanlar mı dersin yardım için polise koşanlar mı dersin resmen dağılmıştı İstanbul tayfası yerler kan içindeydi. Mevzu sırasında bir İstanbullu ağacın dibine düşmüş üstü başı kan içinde yardım istiyordu. O sıra tribünden sevilen sayılan bir abimiz çocuğun üzerine yattı yani siper oldu “vurmayın tamam çocuk ölecek” dedi ve millet üçerli beşerli ufaktan yol aldı Gençlik Parkı’ndan... Bu mevzu GS ile dostluğa yol açacaktı uzun zaman sonra ama bunu nerden bilecektik ki Mevzu başarılı bir şekilde çözüldükten sonra millet tekrar Hacıdoğan’a geçti. Emanetler zulalandı ve hiçbir şey olmamış gibi millet besteler söyleyip kaynattı. Sanki bu mevzu hiç yaşanmamış gibi..
Maç saati yaklaştığında stada doğru yol aldık. O dönem sadece kapalı ve Gecekondu’yu bize veriyorlardı biz Gecekondu’ya giriyorduk Genç Güçlüler de kapalıya. Maç öncesi ayrı gayrı yoktu ve herkes hep beraberdi. Zaten bu grup işleri yoktu o dönem. Herkes birbirini tanır ve saygı gösterirdi. Biletlerimizi aldık içeriye girdik. Tabi mevzuyu başarılı bir şekilde atlatmanın rahatlığı ile GS’lilerle taşsak geçmeye başladık “dışarıda kaçanlar parmak kaldırsın” “can ey can ey can ey işte meydan ey delikanlı Cim bom neredesin haney neredesin haney” diye tezahüratlarımızı ettik. Maçı 2-1 kazandık... 90. dakikada Kalenga imzasını attı. Yani o gün bizim için her şey çok güzeldi������Bumaçtansonra“stada geldik tribün dolmuş, Başkent Cim Bom’a koymuş... 90. dakikada nasıl koydu Kalenga a.…n a.…a“ bestesi yapıldı ve hafızalarımızda hiç unutulmayacak bir maç olarak yer aldı…