Sokak Fanzine - 7

Page 1

-0-


Yeni bir sezon, yeni ümitler… Geçici bir süreliğine kalkan transfer yasağı ve atılan imzalar. Nerden baksan ortalama 30 yaş civarı topçular… Yönetimden gelen “Diriliş” gibi bir isim bulup bu sezonun adını koyacağız ilanı… Her şey iki sezon önce büyük umutlarla başlayıp Alanya Oba Stadyumu’nda sonu hüsranla biten sezonu andırıyor. Sonu öyle olmasın! 2010 yılından kalma borçlar kulübü ve yönetimi hala zorlarken, Ankaragücü adını unutturmamak için adımlar atılmaya çalışılıyor. Bizi buradan çıkaracak bütün iyi niyetli yönetimler takdiri hak edecek. SOKAK, yeni sezonda da, tribün kültürünü yaşatmak adına deplasman organizasyonları, el yapımı pankartlar, atkılar, fanzin ve kardeşlik gibi değerler ve ürünleri camiaya kazandırarak kendi döngüsünü tekrar etmek için hazırda bekliyor. Bu sene SOKAK’ın da 10. yılı olacak. Çıkarsız ve karşılıksız sevdamızda SOKAK adı altında yola devam ediyoruz. Diğer grupların, oluşumların ve taraftarların tamamlayıcı unsuru olarak “kardeşlik” ilkesiyle tribünlerde yerimizi alacağız. SOKAK fanzin 2015 Eylül’ünde yedinci sayısını çıkartıyor. Önceki sayılardaki ruhu koruyarak, aramıza yeni arkadaşlar ekleyerek – ki bu sayıda var mı emin değilim - fanzimizi bütün dünya taraflarının okuması, saklaması için fotokopi makinesine teslim ettik. Bu sayıda, geçtiğimiz sezonki olumsuz ve karamsar havanın yansımalarının yanında bu sezonki umut vaadeden sezonun duygu yoğunluğuyla geçmişin, bugünün ve geleceğin Ankaragücü’nü anlatıyoruz. Kudüs TV canlı yayınından 2006’daki Bursa deplasmanına, Çinçin Bağları’ndan geride bıraktığımız bir yıllık dönemde kaybettiklerimize, belleğimizde ve kalplerimizde yer eden Ankaragücü’ne dair aklımıza gelen her şeyi bu sayıda yazdık. Yine ilginç deplasman ve pankart hikayeleri, “Sinemada futbol” serisi, isyana ve sokağa dair anlatılar da bu sayıda fanzimizde yer alıyor. Yaşanmışlıklarımızın, yaşayacaklarımızın önüne geçtiği bir dönemde eski günlere özlemle anılarımızı yazdık. Yine de umudumuzu yitirmeden “gelecek güzel günler, yanacak meşaleler” demek istiyoruz. Çocuklar gibi tedbirsiz, gezginler gibi tetikteyiz…

ğ

ş

ğ ğ

-1-


İÇİNDEKİLER Canlı canlı “canlı yayın” .......................................................................................... - 3 Biz Yine SOKAK’tayız ............................................................................................... - 5 İsyan, varoş, Ankaragücü! ...................................................................................... - 6 Boynu Bükük Kalmaya Bağışıklı Bebeler ................................................................. - 7 Ortamların Kralı: Fındık Başkan .............................................................................. - 9 Pankart Öyküsü: SOKAK ........................................................................................ - 11 Bir gözaltı hikayesi ................................................................................................ - 15 taraftar ................................................................................................................. - 17 Kamyonla Deplasman ........................................................................................... - 19 Çarşı Baskını ........................................................................................................ - 21 Eyüp Deplasmanı .................................................................................................. - 23 yıl 2002... .............................................................................................................. - 24 Gözyaşımıza Sığdın Sen… ...................................................................................... - 25 Falçata .................................................................................................................. - 27 Gidenden Bir Deplasman Anısı ............................................................................. - 28 Bulmaca ................................................................................................................ - 29 Twitter’da Ankaragücü ......................................................................................... - 30 Varoşun dibinde bir yer? ...................................................................................... - 33 Ca .......................................................................................................................... - 37 Bi’ maça gitsek? .................................................................................................... - 39 Başkent Kulüpleri – 7: Al-Wahda: İç Savaşın Gölgesinde Futbol ........................... - 41 Sinemada Futbol: Offside ..................................................................................... - 44 Dünden bugüne Balkan futbolu ............................................................................ - 45 Sokağın ve ezilenlerin sesi: 36 Boys ...................................................................... - 47 -

-2-


Canlı canlı “canlı yayın” Sokak’ta her şey farklıdır, güzeldir. Çünkü, Sokak çocukluk demek, gülmek demektir. Her birimiz normal görünmemize rağmen normal değiliz galiba. Sıradan hayatlar yaşıyor gibi görünsek de kesinlikle sıradan değiliz. Sokak’ta yapılan en sıradan şey bile sıradan olmaz mutlaka “bir değişik” olur. Grubumuz ilk kurulduğu zaman Sokak’ı tanımlayan “tribün abi”lerinden birinin lafıydı bu, “yav bu sokak bir değişik grup”. Değişik olan ne sorusuna kimse yanıt veremezdi. Hala da verilemez dışarıda olan birisi tarafından. Biz biliriz ama dışarısı için sırdır hala bu değişikliğimiz. Neyse, ne diyorduk? Sokak’ta hiçbir şey sıradan olmuyor. Geçtiğimiz aylarda İstanbul’da yapılacak bir canlı yayın için İslamcı bir özel tv kanalı davet etti bizi. Sorun şuydu ki program davetin ertesi günü olacaktı, nasıl katılacağız falan derken bir şekilde organize olundu ve İstanbul’da yaşayan bir arkadaşımızla onu ziyarete giden bir arkadaşımız programa katıldılar.

Programı türbanlı bir kadın ve Ankara’dan tanıdığımız bir erkek sunuyordu. İki arkadaşımız oradaydı geri kalanımız televizyon başında. Elimizde telefon gruptan yazışıyoruz bir yandan (yayındakiler de dahil olmak üzere), bizim için duble canlı yani program. Programın başlamasıyla ilk mesaj düştü: -içmişler bizimkiler.

-3-


Bizimkiler sürekli sırıtıyorlar, sunucular ayrı bir dünyada bizimkiler ayrı bir dünyada. Vatsap grubunda bir yandan da Ankaragücü ve taraftarı üzerine konuşma yapan arkadaştan “-he viski içtik, ne yapacaktık ya “ cevabı bize geliyor. Arkadaşlar, yüzlerinden hiç eksik olmayan sinir bozucu bir gülümseme ile bir yandan bizle yazışırken bir yandan programı idare ediyorlar. Aslında daha çok sunucular idare ediyor demek daha doğru olur. Laf nasıl geldi hatırlamıyorum ama kadın sunucu Ankaragücü’nün tarihini anlatmaya başladı, işçi takımı mevzusu, Turan Sanatkarangücü, Altınörs İdmanyurdu vs. Bizimkilerin o an ki yüz ifadesi ise acayip değişikti. Bir an için yüzdeki sırıtma kaybolmuş ikisi de kadını dinliyor yüzlerinde vay amk öylemiymiş allah allah şaşkınlığı, hayatlarında ilk kez duymuşlar ve hatta ne anlatıyor la bu ifadesi, tv başında bizleri kopartıyor. Arkadaşların bu konuyu bilmediklerini sanmayın sakın, her biri size tarihimizi saatlerce anlatabilir ama artık kafaları nasıl oldu, ne kadar bunaldılarsa... Bir sürü konu aslında interaktif olarak konuşuldu. Başkan şunu da anlat, bu konuyu da söyle, hani şöyle şöyle olmuştu ya ondan da bahsetmelisin gibi yazışmalar anında karşılık buluyordu. Sanmayın ki dediklerimizi canlı yayında söylüyorlar, orada başka bir dünyadalar, gülüyorlar, arada bir şeyler söylüyorlar ama asıl muhabbeti bizimle grupta yapıyor sevgili arkadaşlarımız. Bizim yazılarımıza verilen yanıtlar ise şöyleydi; -Yaaa, öyle mi olmuştu? -He amk he -oradan gevşek gevşek yazmak kolay, gelseydin de burada sen söyleseydin nan efendi. -içecek istedik çay getirdiler amk, bunlar nasıl insan? İstanbul değil mi işte… -Çıkışta votkayla devam edelim ama ta Taksim’e gitmeyelim, yol üstünde bir büfeden alıp başlayalım -şu İstanbullu oğlana acayip uyuz oldum dalacam valla -sağdaki kameraman Beşiktaşlı’ya benziyor, çıkışta sıkıştıracam -x arkadaş, senin şu anıyı anlatayım mı? Hani rezil olduğun zuhaha… Her mesajdan sonra arkadaşlarımızın yüzünde daha da gevrekleşen gülümsemeleri, bizden kat be kat eğlenmeleri ile dışarıdan sıradan görünen bir canlı yayın bize böyle görünmüştür. Bizim yazdıklarımız mı? Onları ne siz sorun ne ben söyleyeyim. nan

-4-


Biz Yine SOKAK’tayız Şehirlerde iki şey vardır: dikey binalar ve yatay sokaklar. Sokaklar iki binanın, iki caddenin veya iki başka sokağın arasındadır. Onların işlevi arasında olmaktır, bağlamak, geçişi sağlamak, ulaşım. Ama bu sadece onların işlevidir, onları kullanan yayalar veya araçlar için, ve kuşkusuz belediye, polis ve kent yönetimi için sokaklar böyledir. Üzerlerinden geçilip gidilmelidir, bir yere ulaşmak için kullanılmalıdır, bilmediğimiz bir sokağa ilk defa girmemizin sebebi çoğu zaman başka bir sokağın kapalı olması veya yolu kaybetmemizdir. Bu işlevsel bakış açısında sokaklar binalara tabidir, her şey iyi bir şehir yönetimi için gözden geçirilmiş, inşa edilmiş, düzenlenmiştir. Ama üzerinden geçip gitmek yerine sokağa çökerseniz ne olduğunu biliyorsunuz. Polis gelir. Hayır derler sokağı böyle kullanamazsın. Ya düzene uyup yürümeye devam edeceksin ya da sana karakolda düzeni yeni baştan öğreteceğiz. Burada içki içemezsiniz, burada bağırıp çağıramazsınız, burada diğer insanları rahatsız ediyorsunuz, burada oturamazsınız, burada eylem yapamazsınız, bunun yeri sokak değil... Sokaklar iki şeyin arasındadır, ulaşım amaçlıdır, yolunuza devam etmelisiniz; ama eğer sokağa çökerseniz, sokağı tutarsanız, siz arasında olursanız, kısacası siz sokak olursanız, ya gözaltına alınırsınız ya da dayak yersiniz (ya da çoğu zaman ikisi bir arada). Çünkü arasında olmanın iki anlamı vardır. Ya sokaklar binalara ve insanlar bu düzene tabidir ve her şey ulaşım amacıyla düzenlenmiştir. Ya da sokağın bu ulaşım düzeninden kurtarıldığı, ve insanların iki şeyin arası haline, sokak haline geldiği, ve her zaman için polisin müdahale ettiği (insanları rahatsız ediyorsunuz, esnafı rahatsız ediyorsunuz) “adli” durumlar vardır. İlki şehir düzeni açısından işlevsel arasıdır, ama ikincisi polisin ve iktidarların tahammül edemediği arasında olma, sokakta olma, sokak olma halidir. Sezon başlıyor. Biz yine Sokak’tayız. paracomandante

-5-


İsyan, varoş, Ankaragücü!

İ

İ Ğ

İ

-6-

Ğ

İ


Boynu Bükük Kalmaya Bağışıklı Bebeler Kim bu bebeler? Çinçin, Yenidoğan, Doğantepe, Keçiören, Etimesgut, Sincan ağırlıklı en seçkin “Ankara Zencileri…” Kimi, Çingen, kimi Kürt, çoğu pisikopat, kimi Alevi, hemen hemen hepsi yoksul ama tamamı öteki bebeler. Peki, boynu bükük kalmaya bağışıklık nedir? İlk bakışta ezikce bir anlam çağrıştırıyor olabilir, evet olabilir, var sayalım ki öyle. İnsanların mutlu olabilme ya da sevinebilme ihtimallerini sıralamaya kalksak binlerce satır madde olacağı aşikâr, e peki bu sokak'ın öbür tarafındaki bebeler? Annelerinin çocuklarına uzak dur dediği, çoğu entel, komformist, elitist insanın iğğğ diyip geçtiği bebeler, bu tepkilere nasıl ya da neden mağruz kalır? Bu bebeler insanlara ne etmiş olabilir? Böyle vb. kapsamda sorular türeterek sosyolojik analiz yapmaya ne gerek var ne de benim haddime… Hafta boyunca her gün emeği sömürülen canlar, emeğini sömürtecek bir işi bile olmayanlar, belki doğru kişiyi sevemeyip de karşılık bulamayan eli böğründe olan canlar, vs. vs. Hayata dair yıkılmış tüm hayallerin merkezindeki bebeler bunlar. Aralarında üniversite okuyanlar, master yapanlar hatta akademisyenler bile var, tabi genel çoğunluk hayat denilen en arabesk üniversitenin mezunları…

-7-


Bu bebelerin SOKAK içerisindekileri ise, çoğunluğu toplumsal mevzulara kendi çapında duyarlı, elinden geleni yapmaya çalışan bebeler. Buna rağmen Ankara'da ve ülkede emekleri asla karşılık bulmamış, zira 'ülke solu emeğin iktidarını çoktan kurduğundan' bu Ankara zencileri onlar için çok bir şey ifade etmiyor. Ülkede güçlünün yanında olmak gibi en kolay haraket ile milyonların desteklediği İstanbul takımlarından hem HES'lere hayır, hem şehitler ölmez gibi pankartlar yapanlar, sol çevrelerde çok iyi dönüşler alabiliyor. Ne de olsa onların arkasında milyonlar var. Ama, Hacettepe tıp fakültesi hastahanesinde işten çıkartılan “dev. sağlık iş.” emekçilerinin özel güvenlik görevlilerinin saldırılarına karşı Ankara ayazında kurdukları çadırlarına (Ankara ayazı için çok romantik der, konformist elitist arkadaşlar) desteğe giden, hatta sol kültür ile alakası olmadığı halde odun yakacak ve yiyecek desteği yapan unsurların bile içinde olduğu SOKAK'ın öteki tarafındaki bebelerin desteği ve bu destek sonucu özel güvenliklerin beytepeye kadar geri çekilmeleri tabi ki güdem olamaz. Neden gündem olsun ki? Bunlar lümpen ploretaryanın tam da böğründen kopmuş gözü kara insanlar. Bu gözü karalığın toplumsal yansıması tabi ki esrarkeş, şarapçı, piskopat oluyor. "İş katliamlarının, kadın cinayetlerinin işlenmediği" bir ülkeye göre gayet sakıncalıyız, ve bunun farkındayız. Bizler eski 3. Lig, yeni 2. Ligde duymadığımız kasabalara deplasman yapan, ve bu deplasmanlara galibiyet hayali ile umutlar bağlayan insanlarız. Her sene süperlig şampiyonluğu kovalayan takımların taraftarları ile aramızda bu kadar ince bir çizgi var. Hafta boyunca emeğimiz sömürülecek, sevdiğimize kavuşamayacağız, iş bulamayacağız, horlanacağız ama haftasonu o maç bize mutluluğa açılan koskoca bir kapı olacak mı? Tabi ki hayır? Türkiye işçi sınıfının kurduğu ilk futbol takımının taraftarları olarak, 12 Eylül'de cuntacı evren, günümüzde gökçeklerin kitle uyuşturma, hukuksuzluklarını meşrulaştırma ve rantlarına karşı yine boynu bükük kalacak elbet. 2. Ligden TR. Kupası kazanırsın, evren yasası derler. Bir belediye başkanı klübü ele geçirir, adın “Gökçek'in Takımı”na çıkar, kim sorgular senin sorunlarını, ülkede en kolay eylem yerme eylemiyken, kimin umrunda olursun ki? Takım tekrar siyasi rantlar kıskacında yine gözler boyanmak isteniyor, ve yine bizler galibiyetlerle dertlerimizi, kederlerimizi ötelemeyi hayal ediyoruz. Hiçbir sosyal ortamın bir araya getiremeyeceği insanlar topluluğu olarak omuz omuza, tıkış tıkış deplasmanlara koyulma vakti geldi, kederleri hüzünleri erteleme, ses tellerini yırtma yarışı başladı, dün İmalat-ı harbiye, bugün Ankaragücü İçin stad yolları göründü. Başlığın boynu bükük kısmına takılmayın, sesimiz herkesten gür, başımız dik yürüyoruz stat gişelerine, yaşa varol İMALAT-I HARBİYE... umuttunmu

-8-


Ortamların Kralı: Fındık Başkan Ankaragücü tribunlerinin sevilen, sayılan siması, neşe kaynağımız, dünya iyisi Murat abimiz nam-ı diğer Fındık abimizden bahsedelim dedik bu sayımızda. Deplasmanın kaç km uzakta olduğu önemli değildir bizim için, Fındık abi varsa her şehir yakındır. Uzağı yakın eder, yolun nasıl geçtiğini anlamayız. Bi Ali Sami Yen deplasmanında, Kazan’dan Gebze’ye kadar güldüğümü hatırlarım,dönümde üç gün karın kaslarım ağrımıştı  Kısa mesafe gitsek bile onunla yolculuk yapmak büyük keyiftir. Dikmen’de Grup Yorum konserine giderken altı kişi bi taksiye binmeye çalışıyoruz, Fındık abi taksicinin soluna oturuyum bari ben diye şoförün kapıyı açtı. Gidene kadar taksici gülmekten kırmızı ışıklarda durmayı unuttu. Dön dolaş konser alanını da bulamadık. En son taksiciye “dayı şurda durda bi taksiciye soralım bari” dedikten sonra adam tıkandı gülecem diye. Taksiciyi hastaneye kaldırdık, konsere öyle geçtik… Ozzy abinin –sınırsız içkili- düğününden sonra bayılanlar hastaneye ve evlere taşınır, soluk pavyonda alınır. Dört kişi onsekiz kons yapılan, bi şahin parası bırakılan gecenin sabahında, Fındık abimiz ilk otobüse biner.Burdan sonrasını kendi ağzından anlatacağım;

“Otobüse bindim, oturur oturmaz sızmışım. Kafayı kaldırdım, Mıstık’ın heykel. Tamam dedim doğru yoldayız zaten son durakta inecem. Geldi muavin dürttü “abi kalk son durak.” Bir gün önce de Kemer’de tatildeyim mamo, düğün için gelmişim. Ben kendimi hala Antalya’da sanıyom. Vatandaş Pazar sabahı duşunu, banyosunu yapmış balkonlara havluları asmış ben ne biliyim oranın Ankara olduğunu ama dimi! Baktım ilerde bi park var. Dedim parkın ilerisi sahil, sahilin ilerisi otel. Parkı geçtim sahil yok, sahil olmayınca otel de yok döndüm geri gittim tekrar otobüs durağına,

-9-


beni getiren otobüs hala orda. Muavinin yakasına yapıştım, lan sen beni nereye getirdin ben Kemer’de inecektim neresi burası? Muavin “ne Kemer’i abi Kemer nerde?” Bildiğimiz Kemer işte, deniz, kum, güneş. Antalya-Kemer kaç tane Kemer var burda? “Abi ne Kemer’i ne Antalya’sı, Hasköy’deyiz”. Ne Hasköy’ü Hasköy nerde, bilmiyom ben burayı. Çabuk beni Kemer’e götürün! “Abi Hasköy’deyiz diyom sana, Ankara-Hasköy”. O an dank etti mamo, eve gidecem diye yanlış otobüse binmişiz. Neyse otobüse bindik “abi nerde senin ev”dedi eleman, Aydınlık. Otobüsü güzergah dışına çıkardılar, beni kapımın önüne kadar bıraktılar. İndim otobüsten binaya girdim, anahtarı soktum deliğe. Ulan kapıyı zorluyom zorluyom açılmıyo, zorluyom zorluyom açılmıyo. Acaba bizimkiler ben tatildeyken kapının kilidini mi değiştirdiler diyom, kapıyı da çalmak istemiyom sabahın köründe. Anahtar yerinden kafamı bi kaldırdım bizim kapı çelikkapı ,kapı başka. Meğerse bi alt katın evi zorluyomuşum. Bir gün olurda Fındık başkanla tanışma şerefine nail olursanız kullandığı birkaç kısaltma ve terimleri söyleyim size ki benim ilk tanıştığım gün afalladığım duruma düşmeyin. Lafı açılmışken anlatıyım. Meyhane içiyoz, Fındık abi ayağa kalktı “ben bi telefon açıp geliyim” dedi. Cep telefonu masada bıraktı, abi telefonu almadın dedim. ”Yok ben içerden açarım”dedi. İçerde de demir parayı sürgülü yerine koyup karşı taraf açınca düğmeye basıp konuşuyosun ya o zımbırtıdan var. Abi olur mu şey, kontörün yoksa al benden ara, ”yok ben içerden açacam.” Abi lafı olmaz ya ara şurdan –telefonu eline tutuşturmaya çalışıyorum-,” yok ben içerden açarım.” Kafamızda güzel ya ısrarcıyız tabi, Abi ölümü öp al şunu bak. Tanıyanlar tabi fısır fısır güüyo kaynatıyo, ben koluna yapışmış hala ısrar ediyorum. En sonunda gülerek “la bırak oğlum kolumu, tuvalete gidiyom tuvalete.” Ondan sonra ayıktım, bir daha hiçbir telefon görüşmesine karışmadım  Kullandığı kısaltmalar: Bizim bölük- Aleviler, Mıstık- Mustafa Kemal Atatrürk, Kılıçadam- Kemal Kılıçdaroğlu. Her maç “Fııındık demire ,eli değdi elime” tezahüratımızdan sonra çektirdiği “eli elime değidi de hem ben yandım hem kendi türküsü” ile bize ayrı bi neşe ve motivasyon verir. Bizim için büyük bi nimettir onunla aynı SOKAK’ta yer almak. Başımızdan eksik olmasın, Fındık Başkan sen çok yaşa! Elinde bira şişesi gündüz gece Takılır pırlanta, yakut, bin bir gece Ortamların kralı Fındık Başkan Eli değdi elime! Alberto Granado

- 10 -


Pankart Öyküsü: SOKAK

Faruk: Pankart yapmayalım mı cürüm? İlyakutlu: Yapalım ne yazacak? Faruk: Bilmiyorum ki. İlyakutlu: Bilmediğin pankartı niye yaptırıyosun Faruk? Faruk: Hayatımızı yazalım. İlyakutlu: Neymiş hayatın? Faruk: SOKAK İşte böyle başladı Sokak pankartının hikayesi. Yeni Sedir’de otururken bizim Faruk bulmuş. Ne yazalım dedim Sokak yazalım dedi. Gece’nin bi yarısı boyatmasaydı iyiydi ama… Faruk: Cürüm bez almamız lazım. İlyakutlu: Alalım. Para var mı? Faruk: Biraz var, ben toplarım milletten. İlyakutlu: Tamam. İlyakutlu: Faruk şuradan bi sormasak mı kaç para bez? Faruk: Sen gel cürüm ben biliyorum. İlyakutlu: Yinede bi soralım. Faruk: Tamam. İlyakutlu: Sarı bez alalım. Faruk: Aynen kekem. Faruk: Cürüm bi yazı fontu bulalım da bastıralım yazıyı. Bak bu güzel tamam. İlyakutlu: Aybar abiyi bi arayım ben. ‘alo abi pankart yapıyoz yazı bastırmamız lazım.’ Aybar abi: Tamam hallederiz. Ne yazacak pankartta?

- 11 -


İlyakutlu: Sokak yazacak abi: Aybar abi: Tamam haberleşelim. İlyakutlu: Abi hoşgeldin. Şu yazıyı bi basalım da Faruktan bi kurtulalım. Faruk: İkiye bölelim yazıyı? İlyakutlu: Oğlum çok uğraştırmaz mı öyle? Faruk: Yok cürüm uğraştırmaz. Dedemin evinde yapacaz, tık tık keseriz, mangalımızı da yakarız ohh. İlyakutlu: Ev sobalı mı? Faruk: Sobalı Sobalı. İlyakutlu: Abi şu font nasıl? Aybar abi: Bak şu güzel. Faruk bi rahat dur, git otur hallediyoruz biz. Faruk: Cürüm güzel bassın adama söyle de. İlyakutlu: Faruk bi otur gözünü seveyim. İlyakutlu: Abi eyvallah, bi boyayalım şu pankartıda kurtuluyum şundan. Aybar abi: Kolay gelsin gençler. İlyakutlu: Napıyoz şimdi? Faruk: Dedemlere gidelim. Otobüs kalabalık olur dolmuş var boştur bu saatte yürüyelim şurdan. İlyakutlu: Tamam. İlyakutlu: Hangi dolmuş? Faruk: Geldi geldi. İlyakutlu: Bu mu lan boş? Faruk: Hhahahah İlyakutlu: Para ver dolmuşa. Faruk: Cürüm evin anahtarı yok. İlyakutlu: Nasıl? Faruk: Adnan abiler de düştü heralde. İlyakutlu: Canımız sağolsun Faruk. Faruk: Cürüm nerdeki bu anahtar? Neyse evde yedeği vardı. İlyakutlu: Hangi evde? Faruk: Batıkentte İlyakutlu: Faruk burası Tuzluçayır değil mi? Faruk: Aynen kekem. Neyse buluruz arka bahçeden atlarız eve. İlyakutlu: Var mı girişi? Faruk: Atlıycaz kekem. İlyakutlu: Faruk buradan mı atlıyoruz. Boşver cürüm geri dönelim. Burası neresi ak? Faruk: Dur ben giriyorum. Faruk: ‘Fatii, cürüm dedem anahtar saklamış al bak aç kapıyı şunla’ İlyakutlu: Şanslı adamsın Faruk.

- 12 -


Faruk: Hadi şu yazıları kesmeye başlayalım. Dur ben sana bi üst baş mont falan veriyim. İlyakutlu: Yemek yap Faruk. Faruk: Hallediyorum kekem. Şuraya bi ışık çekelim. İlyakutlu: Faruk maket bıçağı versene. Faruk: Bıçakla yapcaz maket bıçağı yok. İlyakutlu: 3 yıl sürer öyle. Faruk: Bişey olmaz cürüm tık tık keseriz 2 saatte. Tam burada Faruğun şarap keyfi başladı. Bir harf kesti mi? Hayır. Faruk: Cürüm şarap kötüymüş kafayı açtı. İlyakutlu: İyi oldu sana ak. Faruk: Hadi bitmedi mi Fati? İlyakutlu: Kör bıçakla kesiyoz Faruk nasıl bitsin? Faruk: Götümüz dondu. 2 saat sonra… Faruk: Cürüm maket bıçağı buldum. İlyakutlu: Kör bıçakla kestirdin yazıları şimdi mi buluyon ak? Faruk: Dedem saklamış kekem hahaha İlyakutlu: Gülme lan. Sobayı yak. İlyakutlu: Yazılar bitti Faruk saat geç oldu sonra boyarız. Faruk: Yok cürüm şimdi boyarız hemen tık tık 2 dakka da. İlyakutlu: Çizelim sonra boyarız Faruk saat gece 2 ak. Faruk: Yok cürüm bitirelim bugün, çok güzel boyayalım hemen 2 saatte. İlyakutlu: Faruk sonra boyarız bak elimiz ayağımız titriyo soğuktan. Faruk: Armayı çiz sen kekem ben harfleri çiziyorum. İlyakutlu: Bitti arma. Yanlış çizdim heralde. Düzeltiriz. Faruk: Hadi boyayalım. İlyakutlu: Sonra boyarız. Faruk: Kekem az tiner dökelim mi? İlyakutlu: Dökelim. İlyakutlu: Faruk hadi içeri sokalım şu pankartı ölecez burada. Faruk: Aynen kekem hahaha İlyakutlu: Gülme Faruk. Faruk: Ayaklarım yok amk. İlyakutlu: Topladık mı her şeyi. Faruk: Topladık kekem. İlyakutlu: Gece 3 olmuş verem olacaz Faruk senin yüzünden. yak sobayı. Faruk: Boyarız demi kekem? İlyakutlu: Başladık bitiririz Faruk. İlyakutlu: Faruk şu fotoğraftaki sen misin hahaha

- 13 -


Faruk: Nasıl çıkmışım hahah İlyakutlu: Dur atıyım bunu. 2 hafta sonra… İlyakutlu: Faruk Yeni Sedir’in arkasında boyayalım. Fırça yok, boya lazım. Faruk: Tamam aldırırız. İlyakutlu: Boyaları güzel aldık Faruk. Faruk: Aynen kekem yarın boyayalım. İlyakutlu: Kimler geliyor? Faruk: Hasanla arkadaşı geliyomuş. İlyakutlu: Tamam İlyakutlu: Hasan hoş geldin. Faruk: Hadi serelim pankartı bi. İlyakutlu: Faruk fırça yok. Faruk: Şu boyayı bi karıştırıyım ben. Hasan: Nasıl boyayacaz? İlyakutlu: Hay ak ben fırça almaya gidiyorum. Faruk: Çok güzel pankart. Hasan: Faruk bi sus. Faruk: Bonus abiler, Umut abi, Anıl abiler geliyomuş. İlyakutlu: Gelsinler iyi olur. İlyakutlu: Umut abi hoş geldin. Umut abi: Gençler elinize sağlık. Umut abi: Çay içermisiniz? Boyacılar: İçeriz abi. Bonus abi: Güzel pankart olmuş. İlyakutlu: Eyvallah abi. Faruk: Arma bitiyor mu Fati? İlyakutlu: Son bi fırça. Biraz eğlenceli, birazda farklı bi pankart oldu niyeyse. Farukla yaptığımız için heralde. Pankartı özetlemek gerekirse, Dünya’nın rakı kokan ilk pankartı. Bizi özetlemek gerekirse, Farukla bi daha pankart boyanmaz ilyakutlu

- 14 -


Bir gözaltı hikayesi 2013-2014 sezonu… kalkan transfer yasağının ardından yapılan transferlerle şampiyonluk konuşulmaya başlandı. tribünün yarısının ilk kez şahit olduğu bir şey: Ankaragücü şampiyonluk yarışında. ilk hafta yaşanan puan kayıpları sonrasında gelen farklı galibiyetlerden sonra inişli çıkışlı bir grafikle ligin son haftaları yaklaşıyor. şampiyonlukla doğrudan ptt’ye çıkma şansımız kağıt üzerinde halen devam ediyor. evimizdeki ofspor maçı 29.hafta. 60. dakikada 2-0 öne geçtik. her şey yolundaydı ki 3 dakikada 2 gol yedik ve maç beraberliğe geldi. 90. dakikada ofspor’un 5 dakika oyalanıp kullandığı kornerden gelen golle 3-2 yenilliyoruz. şampiyonluk diye yola çıkan Ankaragücü evinde 2-0 dan maç veriyor. şampiyonluk şansımızın bittiği an. tribünde sinirler gergin. maç bitiyor ve hoparlörlerden müzik verilmeye başlanıyor. "ankara ankara güzel ankara seni görmek ister her bahtı kara" kapalıdan müzik çalınan odaya yapılan saldırıyla tepki başlıyor yönetime. maç çıkışı protokol önünde yapılan protestoyla gelen sert polis saldırısı ardından taraftar çukura doğru geri çekiliyor ve olaylar başlıyor. biber gazı, plastik mermi, tomalar ile savaş alanına dönen gençlik parkı, gazdan etkilenen aileler. paracomandante ve ben ulus metro çıkışında olaylar çıktığının duyduktan sonra o tarafa doğru yöneldik. ulus metro çıkışındaki taraftan ve caddeden gelen 2 çevik kuvvet ekibi arasında kaldık. ve malum son : ters kelepçe gözaltı. paracomandante’ye plastik kelepçe kalmamış ona demir kelepçe taktılar. tabi demir kelepçe onun kaçmaya çalışmasını engelleyemedi çalıların arasından ince ince kaçarken yakalandı. demir kelepçeyle nereye kaçtığının kritiğini ilerki günlerde yaptık :)

- 15 -


ulus metrosundan tekrar 19 mayıs stadı’na götürüldük. stat girişinde üst araması yapıldı. eller yukarıda ve yanımdaki paracomandante’nin 2.bombası kolundaki kızıldere ve chavez bileklikleri :) bunu gören polisin bu ikisi solcu, gezici zaten taş atıyolardı demesiyle başlayan şiddet dalgası… 19 mayıs girişinden sol kapalı girişi karşısındaki yunus amirliğine gittik. oradan ulus devlet hastanesinde sağlık kontrolü. sağlık kontrolünde doktor : alkol var mı ? üfle bakayım. olmaz mı var tabi. darp var mı ? geliyolar: darp olunca bişey farkediyor mu ? doktor : hayır geliyolar : o zaman yok. sağlık kontrolünün ardından otobüslere bindirildik. paracomandante polise : +abi bizi neden dövmüyosunuz ? -istesek döveriz biliyon demi ama dövmüyoz işte +sağ olun abi solmaz kılıçtepeye vardık. kimlikler toplanıyor. polis kimliğimi istedi ama yok. +amirim evde unutmuşum. - gel bakayım sen, polis arabasına geç. arka koltuğa geçip oturmam sonucu -oraya değil lan kafese geç. ankara emniyete gidiyomuşuz yolda öğrendim. orada fişlendik ve tekrar solmaz kılıçtepeye. ifadeleri alınan serbest kalıyor. cürüm paracomandante ile yollarımız ayrıldı. +abi biz ne zaman gidecez? -size daha çok var. savcıya gideceksiniz. o zaman reşit değilim. kaldık bu amına koyduğumun yerinde. gece saat 3 civarı ankara çocuk şubeye gittik. amirin üstünde ankaragücü poları :) -holiganlar siz misiniz ? +yok amirim estağfurullah sabah adliyeye sevk edildik ve ifadenin ardından serbest kaldık. akşam niye çıkarmadınız amk. o günden kalan cürüm paracomandante , 6222 men cezamız ve izleyemediğim playoff maçları. YAŞASIN ANKARAGÜCÜ! geliyolar

- 16 -


taraftar fenerli dayıya, beşiktaşlı amcaya, galatasaraylı öğretmene siktir çekmek için ankaragücü’ydü. aslında benim hikaye biraz daha farklı. türközü /akdere’de büyüdük biz. bilinen adı ile imrahor deresi ama asıl ismi boklu dere. oralarda çamurlar içerisinde kafamız üç numara, burnumuzda bir kilo sümük, dizlerimizde yaralar bereler. gariban çocuğuyduk. gariban çocuğuyduk dediğime bakmayın hayatı da küçük emrah gibi yaşamıyorduk. her an ısırmaya hazır bir kuduz köpekten farkımız da yoktu. evde babadan, okulda öğretmenden, sokakta it/çakaldan günde zaten iki posta dayak yerdik. artık anamın da dediği gibi sırtımızda eşek derisi vardı. işlemiyordu, dayaktan nasır tutmuştu her tarafımız. sopa, kötek fayda etmiyordu. hadi itiraf edeyim ben ilk zamanlar trabzonspor’a hastaydım. son şampiyonluklarında daha çok küçüktüm ama halen aklımdadır. deli zamanlarıydı trabzonsporun. olmadı. şimdi kalmamıştır da, türközü ile incesu tayfasının arası pek bozuktu o zaman. incesu dediğin yer küçük karadeniz. bizi birkaç defa silkelemişlerdi. ben de o kafa ile gıcık oldum trabzon’a ve ankaragücü ile devam etti. fazla bir beklentimiz yoktu işte. ne şampiyon olsun, ne deli transferler yapsın. lan biz de biliyorduk galatasaraylı olalım, fenerli olalım. ne forma almaya para ne kırk yılda bir geldikleri ankara’da maçlarına gitmeye imkan vardı. ankaragücü de bizim gibi gariban. çok maçlara gittik, çok da cefasını çektik. sefasını da sürdük çok şükür.

- 17 -


güzel ağabeyler, kaliteli arkadaşlıklar, derin dostluklar, kaliteli rakipler, yürekli düşmanlar kazandık. sonra ben ingiltere’ye gittim. epey bir süre orada kaldım. ‘’sunday lig’’ denilen her pazar köyler ve kasabalar arasında ki turnuvalarda çok top oynadım. delidir ha ingiliz futbolu. öyle ayağın kopmadan, boynun kırılmadan kolay kolay faul bekleme. teknik pek yoktur ingilizlerde. vur, kır, parçala, saldır, sadece saldır. premier lig zevksizdir. futbolcu pek yoktur. milyonluk manken kılıklı paraya doymuş, şöhrete ve başarıya doymuş adamlar. asıl ikinci ve ücüncü lig izlemek güzeldi. kendini ıspat etmeye çalışan amatör ruh ile oynayan çocuklar oynuyordu bu futbolu. bir de ingiliz taraftarına hasta olmuştum. milyonluk kuluplere bakmaz kendi şehirlerinin takımını destekler ayrıcalık, fark yaratırlardı. o zaman bir daha gurur duydum ankaragücüm ile. sonra… sonra ne oldu. geldim buralara. kaç sene oldu bilmiyorum futbol ile bir alakam kalmadı. zaten istanbul takımları beni bağlamaz. göztepe, adana demir, karşıyaka, sakarya, koceli, altay gibi türk futbolunun temel taşlarının ayakları kaydırılmış. belediye sporlar dolmuş lige. şike, rezilik, ağzından lağım akan yorumcular, ırkçı, şımarık ve terbiyesiz topcular kalmış geriye. ben ankaragücü ile hep gurur duydum. değil ikinci lige amtöre düşse ne olur? bu takım düşmedi düşürüldü. katledildi. herkesin suçu var. zaten hırsızları, arsızları biliyorsunuz onlara herkes isyan ediyor. ya bizim ne günahımız var? var kardeşim bizim de günahımız çok. kurtlar vadisi fanı çakma memati dolu camia. iki bira içip, iki hap çakıp ankaragücü’nü rezil kepaze eden tiplerdirindir en büyük vebal. yanında kız arkadaşı, karısı, ailesi gile giden bir adama sırf üzerinde beşiktaş forması var diye on kişi posta koyuyorsa sıçayım ben böyle ankaragüçlü’ye. adam olamamış, erkek olamamış. bunun her tarafı taraftar olsa kaç yazar. kavganın da bir raconu vardır. kavgasız, küfürsüz futbol olmaz. ama bu iş böyle hiç olmaz. çakallık ayrı, fanatiklik çok ayrı kulvarlar. üç biradan güç alıp erkeklik yapan yarın beş biraya seni satar. ankaragücü ruhu bu değil. ankaragücü taraftarı da bu çakallar değil. stat kapattıran, zaten can çekişen kulübe ceza yazdıran bu cam kırığı adamlardır bu camianın en büyük düşmanı. belki youtube den bu rezillikleri izlerken keyifleniyorsunuz ama o kapatılan stadların, kaçan futbolcuların, yenen cezaların faturasını bugün bu takıma gönül vermiş taraftarlar çekiyor. yazık çok yazık.

- 18 -


Kamyonla Deplasman

6 Ağustos 2006, Bursaspor 2 sezon sonra tekrar lige yükselmiş. Ligin ilk macını Bursa’da oynayacağız. Ligi yine 13. Bitireceğimizi biliyoruz ama belki bu sene birşeyler olur umuduyla yeni sezonun heyacanını yaşıyoruz. Deplasmana gitmek için karar vermişiz. Ağustos ayının ilk haftası hava çok sıcak pazar sabahı Pegasus Ankaragüçlüler derneği önünde maça gitmek için toplanılmış, son anda aksilik oluyor ve otobüs gelmiyor. Herkes birilerini arıyor ama gidecek otobüs yok. Aşti’ye gidip şehirlerarası otobüsle maça gitme planları yapanlar, özel araçlarıyla gitmeyi düşünenler var. Bir abimiz akrabasının mercedes 302 otobusu oldugunu ve istenirse gelebilecegini söylüyor. Teklifi kabul ediyoruz. Otobus deplasmana gideceklerden daha yaşlı. Vakit kaybetmeden yola cıkıyoruz.

- 19 -


Uzun ve zahmetli yolculuğumuz başlıyor. Otobus klimanın icadından önce yapıldığı için kavrularak yola devam ediyoruz. Kapılar açık, doğal klima olarak ruzgardan yararlanıyoruz. Ankara çıkışında otobüsten dumanlar yukselmeye başlıyor. Kenara cekip baktığımızda otobüsün son yolculuğu oldugunu anlıyoruz. Yol kenarında bir tane ağaç bile yok. 50 taraftar beklemeye başlıyoruz. Yine bir hayal kırıklığı oluşuyor. Bu kadar kişiyi yoldan geçen aracların alma ihtimali yok. Bir süre bekledikten sonra 16 plakalı çadırlı bir kamyon duruyor. İsterseniz İnegöle kadar bırakayım bende Bursasporluyum diyor. Hepimizin dudaklarından bu maça gideceğiz sözleri çıkıyor. Yola çıkmışız geri dönecek değiliz deyip atlıyoruz kamyonun arkasına. Hava 40 dereceye yakın, kamyonun içi 50 derece. Espriler yapıyoruz. Mülteci kamyonundan farksız tezahüratlar eşliğinde yola devam ediyoruz. Her su gördüğümüz yerde durup, biraz olsun serinleyip, tekrar kamyona biniyoruz. Zaman zaman burda nefessiz kalıp öleceğiz endişesi oluşuyor ama ne farkeder, Ankaragücü için her şeyi göze almadık mı diye söyleniyoruz. 3-4 saat kadar yolculuğa bu şekilde devam ediyoruz. Eskişehir’e ulaştığımızda daha fazla kamyonla gidemeyeceğimiz için oradan bir otobüs ayarlayıp, yolun devamını onunla tamamlıyoruz. Bursa Atatürk Stadyumu’na hemen hemen 11 saat süren yolculuk sonrasında ulaşıyoruz. Havanın da sıcaklığıyla ayakta duracak halimiz kalmamısken, Ankaragücü’nü sahada gördüğümüzde bütün yorgunluk son buluyor. Tezahüratlara eşlik ediyoruz, zıplıyoruz, bağırıyoruz. Bursaspor tribünleriyle karşılıklı dostluk mesajları veriliyor. Havanın sıcak olması ve ligin ilk maçı olmasının etkisiyle maç çok hareketli geçmiyor. Dostluk ve kardeşlik içinde 0-0 bitiyor. Maç sonu Ankara’ya dönüşte henüz Bursa’yı cıkmadan hepimiz sızıp kalıyoruz. Pazartesi sabahı Ankara’ya gelip o yorgunlukla işe gidiyoruz. Ankaragücü için hayatlarımızı, işimizi, ailemizi bırakmışız. Yorgunluklar, zorluklar mutluluk veriyor. Çok büyüksün Ankaragücü! Recoba

- 20 -


Çarşı Baskını, 24 Eylül 2006

Sağa sola vurmasınlar diye isyan ediyordu

Yine bir maç sabahı Deplasmandayız... Bizans’a İnönü’ye gideceğiz Erkenden toplanılmış Besteler eşliğinde heyecanlı bir şekilde Deplasman otobüsünü bekliyoruz. Otobüs geçiktikce Gelecek gelmeyecek endişesi ile Homurdanmalar başlıyor. Ve nihayet deplasman otobüsü gözüküyor Herkeste bi hayret bi şaşkınlık Yok bu deplasman otobüsü olamaz nidaları yükseliyor Otobüs Ankaragücü taraftarlarının o güne kadar gittiği Deplasman otobüslerinden çok farklı Son model ve elit bir otobüs Şaşkınlık içinde herkes otobüsteki yerini alıyor Kaynaklar, cümbüşler otobüs hareket etmeden başlıyor O kadar sesi şöförün mikrondaki sesi bastırıyor Sessiz olun sigara içmeyin alkol almayın Yoksa otobüs gitmez Otobüs hareket etmeden olaylı bir deplasman olacağı kendini hissettirmeye başlamıştı He hü diyerek otobüs hareket etnesiyle durması bir oluyor Şöför ben gitmem bu şekilde benim otobüsüm yandı Sigara içmesinler içerlersede tek tek içsinler

Mecburen “köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyecektik” Otobüs Bizans’a kadar 4-5 kere şöför yüzünden durdu Ama zar zor da olsa Bizans girişine ulaştık 6-7 otobüs konvoy eşliğinde stada götürülecekti Kamiller eşliğinde stada gidiyorduk Fakat bu işte bi terslik vardı Her zaman kullanılan yol kullanılmıyor Farklı bi yoldan gidiyorduk Stada yaklaşmıştık Bjk takım otobüsünü görüp önünü kesip taş sağınağını başlatmıştık En önde oturan Tigana otobüsün en arkasına kaçıyor Her Zaman Her Yerde En Büyük ANKARAGÜCÜ! Diyerek inletiyorduk her yeri

- 21 -


Kamiller bizi zorla otobüslere bindirip Stada götürmeye çalışıyordu ki çok geçmeden bu defa Taş sağanağına biz mazuz kalıyorduk Kafamızı kaldırıp karşı atağa geçemiyorduk Ama bu böyle olmazdı Bir şeyler yapılmalıydı ki Bütün otobüs bir anda aşağı iniyor Bizanslıları kovalıyor Bizans’ta köşe kapmaca oynanıyordu Bizanslılar o meşhur “çarşı”larına kaçıyorlar biz kovalıyorduk Çarşı’ya girilmişti Meşaleler yakılıp içeriye fırlatılıyor ANKARAGÜCÜ sesi yankılanıyordu çarşıda Bir gün sonra gazeteler ÇARŞI BASKINI Olarak duyuruyordu bu deplasmanımızı Maç başlamadan 1 – 0 öne geçmiştik bile Olaylar yatıştırılıp stada ulaşmıştık Bu defada stat önünde arbede başlıyor, Müzenin tabelaları sökülüyor taş savaşı tekrar başlıyordu Emniyet orantısız şiddet uygulayıp taraftarlarımıza Biber gazı ve jopla nüdahale ediyordu Stada da tek tek her taraftarımızın girişi kameraya alınarak sağlanıyor

Çıkışı da aynı şekilde gerçekleştiriyordu emniyet Ve birçok taraftarımız çıkışta gözaltına alınıyordu Maçı 2 – 1 kaybetmiştik Ama TRİBÜNDE KAYBETMEMİŞTİK O gün BAŞKENT ANKARA’ya otobüsün komple sağ tarafının camı olmadan döndük Ama hiç üşümedik Çünkü tribünde kazanılan bir zafer Girilemez denilen mabetlerine girilen bi gurur vardı hepimizde…

Not: O gün Bursasporlu taraftarlarında 2-3 otobüs gelip bizle birlikte Çarşıya saldırdıklaı söylentileri dolaşsa da 5-10 münferit Bursalı dışında olaylara karışan ve o kadar kalabalık gelen kimse yoktu İCRAAT ANKARAGÜÇLÜLERİNDİR!

axiadamm

- 22 -


Eyüp Deplasmanı “Beyler İstanbul deplasmanına gidiyoruz, yanınıza yanıcı, patlayıcı, uçucu hiçbir madde almayın. Biz patlayacaz” İşte bu sözlerle başladı Eyüp deplasmanı. Kimi için baygınlık, kimi için yüksek alkollü, kimi için cami anılarıyla dolu geçecek bir deplasman. Yeni Sedir’in pankartlarıyla ünlü arka bahçesinde, deplasman öncesi “MESELEM” pankart boyanmasıyla başlamıştı Eyüp Deplasmanı. Hayatınızdaki en güzel deplasmanı düşünün, ondan bile daha güzel deplasman. AlbertoGranado: Beyler otobüs geldi, siz şöyle yavaştan yürüyün binmeyin otobüse, C plakalı şehir dışına çıkması yasak. Çözecez. İçinde doktorlar, öğretmenler, olan bu otobüsün Eyüp deplasmanına gitmesine kimseyi inandıramazdık ama gidiyordu işte. Efe: Beyler alkolümüz var mı? Ömür: Var var! Bi 5 litrelik bir şey bulalım karıştıralım. Efe: Lan yavaş dök yere döküldü, yalayın la, yalayın oğlum alkol yere döküldü. Yola çıkmışsınız, gidiş dönüş 12 saat boyunca yaptığınız muhabbet, dönen alkol hiçbir yer de yok. Deplasmanların en büyük eğlencesidir yollar. Zeyber Abi: Bakın bu çaça sek içilir. Efe: Ben bi tadına bakayım abi. (daha ilk yudumda) Efe: Abi bu ne, ne var bunun içinde benzin mi döktünüz? Ankaragüçlüler içkinin adına sanına bakmadan önce alkol derecesine baktığı için içki adının pek bir önemi yoktu eyüp deplasmanında. Yol bitip İstanbul’a inerkenki görüntü çaça’nın insanların üstündeki etkisini gösteriyordu. “Bi yüzünü yıkayalım şu çocukların, cami avlusu var şurada uzansınlar bi. Kusuyo mu o? Evet abi. Cami avlusuna mı?” Maçtan 6-0 galip ayrılmamız Eyüp deplasmanının sevincini 2’ye katladı. Dönüş yoluna çıkmadan önce bir de futbolcularla kutladık sevinci. Çaçasız. Dönüş yolunda her zaman ki deplasman çorbacısı mevzuları döndükten sonra bütün otobüs sızdı zaten. Bir deplasmandan daha çıkardığımız sonuç; Ankaragücü sen bizim en büyük mutluluğumuzsun! ilyakutlu

- 23 -


yıl 2002...

ankaragücü uefa kupası ön elemelerinde. kesin izlenmesi gereken bir maç. rakip ispanya’nın alaves takımı. bir şeyi çok istersen illa ki aksilik oluyor. o zamanlar siteler’de esnafız. maçın oynanacağı gün sincan'a mobilya montajına gitmemiz gerekti. babam illa o işe gidilecek diyor maça gidecem desem de nafile. biz siteler’den mobilyaları yüklüyoruz. rüzgarlı’dan malzeme alıp sincan’a gidecez. mobilyalar devrilmesin diye kamyonetin kasasına bindim. rüzgarlı’da işimiz bitti. tam anayola çıkarken ben rüzgarlı’da içki içen taraftarı gördüm. dayanamadım benim de orda olmam lazım diyip giden kamyonetin kasasından iş kıyafetlerimle atladım. babam sincan'a varmış beni kasada göremeyince yolda düştüm sanmış. telaşlanıp arayınca maçtayım baba dedim. bütün işi tek başına yapmış. evden atıldım, kavga ettim ama o maça girdim. Ankaragücünü yalnız bırakmadım! engin - 24 -


Gözyaşımıza Sığdın Sen…

Şampiyon olmadan ölürsem eğer Kefenim sarıyla lacivert olsun…

- 25 -


Her şeyiyle berbat bir sezondu. Bu hatırlamak bile istemediğimiz seneyi/sezonu, ligin ilk maçı olan tarihten mi almak lazım; yoksa yanımızdaki o gri koltukların birer birer boş kalmasından mı almak lazım bilmiyorum. Top üç direkten geçmedi diye küsüp gitmekle alakalı değildi tabi bu boş koltuklar. Kimisi yolun ortasında vuruldu. Kimisi trafik kazasından, kimisi de o lanet hastalık yüzünden sessizce aramızdan ayrıldı. Ahmet Yasin'le, Üniversiteli Güçlüler grubunun ilk toplantısı için "lan bi 10 kişi gelse en azından sohbet ederiz" dediğimiz ve akşamında Konur Sokak’ın izbe bir kafesinde 60 kişiyle nasıl yer bulacağımızı düşündüğümüz toplantıda tanışmıştık. Aylar yıllar geçti. Kadıköy'de 6 yediğimiz maçta devrede çıkıp balık ekmek yedik. İnönü'de 3 saat yağmur yiyip sırılsıklam kıyafetlerle otobüste uyuyakaldık. 2006'da polisin yakaladığını kelepçelediği, yakalayamadığına da gazla-jopla hatıra bıraktığı Beşiktaş maçı sonrası Kızılay'a kadar direndik. Maç olmasa Ankaragücü'nü konuştuk, olunca da zaten hep deplasman programları yaptık. Bu kadar direndik. O hastalığı da elbet atlatır dedik. Atlattı. Aylarca yine omuz omuza bağırdık. Sonra ne olduysa oldu, tekrar yanaştı hastalık. Aramızdan aldı götürdü. Bir hafta sonu askerde, çarşı iznimde, telefondan öğrendim. İzin alabilecek olanağım olmadığı için resmen "sen yorma kardeşim kendini" dedi ve gitti. "Kefenim sarıyla lacivert olsun" diye yıllarca bağırdı. İstediği gibi uğurlandı ama bizi de mahvetti. Hepsinin şöyle karşılıklı oturduğunuzda anlatacak yüzlerce Ankaragücü hikayesi vardı. Hepsinin şampiyonluk hayali vardı. Hepsi birer birer ayrıldı. Şampiyonluk elbet gelecek. Belki Avrupa'da aklımıza bile gelmeyecek statlarda haykıracağız: "onların hepsi de Ankaragüçlüydü". Ama yanımızdaki o gri koltuk hep boş kalacak be Ahmet'im. schulz

- 26 -


Falçata; ş ş ğ ş ş ş ğ ş

ş

ğ

ğ

ğ

ş

ş ş

ğ ş kardeşin

- 27 -


Gidenden Bir Deplasman Anısı Ekimin son gününde bir Beşiktaş maçı, İstanbul’da inanılmaz bir yağmur yağıyor ve Ankara o gün güneşli, kuş gibi İstanbul’a gelmişiz, kapşonlu giyenler çok şanslı ama güle oynaya geziyorlar. 5 liraya naylondan yağmurluğa para bayılanlardan tut İstanbul’daki arkadaşlarından mont sinyali yapanlara kadar tek derdimiz ıslanmamak, ki Arnavutköy Belediyesi sağolsun bazı arkadaşlarımız belediyenin yağmurluğundan sarı çizmelerine kadar tüm imkanlardan faydalanıyor. Özetle maç artık umurumuzda değil. Aslında çoğu deplasmanda yaşadığımız şey, bir şehre gittikten sonra “Bir an önce evimize dönsek” hissiyatını bir kez daha yaşıyoruz. Maç bitiyor, otobüse koşuyoruz ve alışveriş! Tişörtler, atletler her şey çıkartılıyor camın altındaki küçük kaloriferlere koyuluyor az biraz kurusun diye, şişeler açılıyor ve işte o an, çok keyifliyiz. Beste falan yok, herkes ya kaynatıyor, ya da gündelik dertlerini paylaşıyor, bazen de birbirimize uğraşıyoruz ama olur öyle şeyler  Ayakta kimsenin olmadığı ender deplasmanlardan ama bir arkadaş var, koridorda en önden arkaya doğru gidiyor, yarısına geliyor bi duruyor, biraz daha geliyor ama hep geldiği yolun yarısını geliyor. Biraz tedirgin, ne olduğunu anlamıyoruz, çoğumuz farketmiyor bile, cehennemin ortasında yanana kim bakar? Neyse arkadaş yolu bitiriyor, en arkaya geliyor ve yanımızdaki abilerden en “uygun” unu seçiyor. -

-

Abi afiyet olsun, bir şey söyleyecektim. Hayırdır noldu? Abi ben deplasmana gelmek için anneme İstanbul’a bir temizlik şirketi için iş görüşmesine gidiyom dedim, anamı aramam lazım sen patronmuşsun gibi konuşabilir misin? Oğlum olur mu öyle şey, ne diyecez şimdi biz? Bir şeyler dersin abi, olmadı falan dersin. Gecenin şu saatinde? Abi dersin ya valla zor durumdayım.

O gün o telefonla arama yapıldı mı yapılmadı mı hiç hatırlamıyorum, yapılmadı gibi hatırlıyorum ama otobüslerde öyle şeyleri hatırlamak zordur, ama yüzler hep akılda kalır. Hafta içi işine gücüne dönersin unutursun, ama Gençlik Parkı’na doğru yaklaştıkça her şeyi hatırlarsın. Vay napıyon der sarılırsın, bi bakmışsın adını bile hatırlamışsın. Gittiğin deplasmanları hatırlarsın oturduğu koltuktan nası kaynattığına kadar, tüm olayları hatırlarsın, birini hatırlasan diğerleri çorap söküğü gibi gelir. İki dakikada can ciğer olursun kolkola gezmeye başlarsın. Öyle hatırladım gene yüzünü, bu sefer Gençlik Parkı’ndan binlerce kilometre ötede bir ekrandaki fotoğraftan. 70 kişi gittiğimiz Bursa deplasmanında 4 kişi oturdukları önümüzdeki iki koltuğu, o hengamede “Bi kolunu çek la cine arıyor” deyişine kadar. Ondan biliyorum ki birbirimizi bir kere görmüşlüğümüz yetiyor böyle her şeyi anmamıza, hatırlamamıza, ondan biliyorum ki yıllar geçse de bir gördün mü birbirimizden kopamıyoruz, hep anıyoruz. Nerdesin kim bilir ama hep anılacaksın Falçata, yıllar geçse bile!

Zeplin

- 28 -


Bulmaca (Hazırlayan: A S K E R) Soldan Sağa: 1) Alemin kralı; 2) Bir Yukarıdan Aşağı: 1) Başkentimiz – nota – Bir organımız – Kısaca Kalın duvarlı burçlu yapı, sur; 2) miliamper; 3) Bir içki – Salgın bir Nakit – Evcil bir geyik; 3) Akarsular hastalık; 4) Kısaca Avrupa tarafından parçalanmış yüksek bir Parlamentosu – Doğum yaptıran düzlük; 4) Bir isim – Anlam – Eski kadın – Kısaca Trabzonspor; 5) Eski dilde ayak; 5) Nazım Hikmet’in Mısır’da güneş tanrısı – Kuzu sesi – soyadı – Nehir; 6) Bir ajans – Kısaca Bal yapan böcek; 6) Ekmek ve bira İrlanda Kurtuluş Ordusu; 7) Kısaca yapımında kullanılan bir madde – Bir General Electric – Yapışkan çamur; 8) renk – Yarış kayağı; 7) Dürüst, temiz, Anadolu’da sabah yıldızı anlamında lekesiz; 8) İsviçre’de bir ırmak – kullanılan söz – Öz yapı, karakter; 9) Uzak; 9) Geri, arka – Evrenpulu – İsabet ettirememe – Kimyada altının Duman lekesi; 10) Kedigillerden simgesi; 10) Umut – Kısaca kamu vahşi bir hayvan – Cet, dede; 11) iktisadi teşebbüsü; 11) Kısaca acele Genişlik – Büyük dere, çay. posta servisi – Sicim – İlkel su taşıtı.

- 29 -


Twitter’da Ankaragücü @HakanKutlu Dört yıldır süperligde yok hala Ankara tsyd yi en cok kazanan takım ANKARAGÜCÜ

@AlbertoGranado_ - Hanım çelik yeleğimi getir,Ankaragücü gongresine gidiyom ben + Gafana dikkat et bey @MehmetCinar Senden bi karşılık beklemiyoruz ama hep bokunu çıkarıyorsun Ankaragücü. Var ol.

ğ

- 30 -


@RaskoAnkara bak bizim Ankaragucluler bile bonzai içme diyorsa vardır bi şey,içme. @AlbertoGranado_ Lig bitti, 10 Gündür de içmiyorum hemen araba ilanlarına bakmaya başladm.Ankaragücü kapansa,bi de Menzil'e gitsek 3 yılda Hızlı Tren alırz.. @salihkayazoglu ankaragücü taraftarı maç günü ulaşım araçlarını kullanırken para isteyene 'maça gidiyoz' diyo bu taraftar pasoligi napacak aq @Pepeofficiall Ya bizden olacaksınız, ya yok olacaksınız. - Ankaragüçlüler – @umuttunmu Ankaragücü ve Hacettepenin renklerini çal, 1402 çubuk 1923'de ulus'ta duman ol, sonra Osmanlı de! #AnkaradaEnBüyükAnkaragücü

ş ğ

ş

ş

@fanontz Ankaragücü'nün pfdk'ya sevkedildiği haftalarda taraftarı da savcılığa sevkediliyor. Taraftar-Kulüp uyumunda zirvedeyiz. @semtsevda Ankaragücü tüm siyasetlerden ustun bir ideolojidir @Pepeofficiall Ankaragücü avrupaya maça gitse taraftarının yaptığı deplasman olmaz iltica olur, neresi olduğu önemli değil gidenlerin %80i geri dönmez.

- 31 -


@AlbertoGranado_ Ankaragücü'nün kurtuluşu; Ankara'nın en büyük yavşağının tekrar gelmesiyle değil, gebermesiyle olur. @RaskoAnkara Ankaragücü uzerinden çıkar güden hapsiz, cigarasiz, alkolsüz kalsın. @Pepeofficiall Cebimizde beş kuruş @MKEAnkaragucu1

para

yok

milyon

dolarlık

beste

söyletiyon

bize

@Pepeofficiall Futbolun da amk, biz futbolu değil Ankaragücü'nü seviyoruz.

fanontz & ilyakutlu

28. sayfadaki “BULMACA”nın cevapları: Soldan Sağa: 1) Ankaragücü 2) La – El - MA 3) Cin – Grip 4) AP – Ebe - TS 5) Ra – Me – Arı 6) Arpa – Al - Ski 7) Alnıaçık 8) Aar - Irak 9) Art – Mika - İs 10) Leopar - Ata 11) En – Akarsu Yukarıdan Aşağı: 1) Ankara - Kale 2) Para - Ren 3) Plato 4) Ali – Mana - Pa 5) Ran Irmak 6) AA - ira 7) GE - Balçık 8) Ülger – Ira 9) Iska – AU 10) Ümit - Kit 11) APS – İp Sal

- 32 -


Varoşun dibinde bir yer? Yazım dünyasının en önemli isimlerinden biri olan Marcel Proust’u askerde olduğum yıllarda okudum (ya da okumaya çalıştım dersem daha doğru olacak). Sanırım askerlik sürecimi zihnimde en iyi toparlayan kitaptı: “Kayıp zamanın izinde.” Bu kitap, askerliğin bir kayıp zaman olduğunu kafama her an vurmasının dışında, her satırıyla geçmişi hatırlatıyordu bana. İster istemez kitabı kapatıp düşünmeye başladığımda, geçmişe dair en çok özlem duyduğum şeyin çocukluk yıllarım olduğunu fark ediyordum. En basiti dönemin fenomeni, Tsubasa’nın başlaması için beklediğimiz o dakikaları düşünüyordum. Başladıktan sonra da “bitmese lan keşke” dediğimiz, o üzerimizden geçen kayıp zamanı… Sonra Tsubasa’nın verdiği gazla, sokaklarda ”akula” vuruşu denemelerimizi, sabahtan akşama kadar futbolun bin bir şeklini oynamamızı (çift kale maç, tek kale maç, japon kalesi, dokuz aylık vs. sanırım eve sadece su içmek için giderdim), topumuzun inatla kaçtığı bir gecekondu ve bahçesinde topun hazin sonunu hazırlayan, bizi dertlere sokan, o vahşi iki köpeği; onun dışında bitmeyen aksiyonlarını düşünüyordum mahallemin, polisin asla girmeye cesaret edemediği, o inanılmaz kavgalarını (“as 950’liyle kavgaya adam götürme” şehir efsanesi mahallemde can bulmuştur). Sonra kar yağdığında bir jilet haline çevirdiğimiz buzlaşan yollarını, tüm mahallenin sokaklara inip kartopu savaşı yaptığını, yaz akşamları binanın duvarında beliren bir kertenkeleye dair mahalle halkının national geographic wild’da dahi duyamacağımız o eşsiz yorumlarını ve değişik avlanma taktiklerini, sonra sabahlara kadar koyu muhabbetlerin döndüğü ve onun eşliğinde çekirdeklerin çıtlama sesleriyle uykumun geldiği anları… (Ölüme kayıtsız kalıp saf bilgiyle, mutlulukla geçirdiğimiz yıllar) Bir de ‘Yaz’ı uğurlayıp ‘Kış’a doğru geçerken gecekondu bacalarından yükselen soba dumanın bıraktığı yoğun sis aklıma gelir. O sis mahallenin üzerine öyle çökerdi ki, sanki ateşli Milan taraftarı gizlice bizim mahalleye girmiş; yaktıkları meşalelerle, maytaplarla orayı San Siro’ya çevirmişlerdi. Aslında entellerin “Ankara’nın gri’si” dedikleri ve bunu neredeyse bir felsefe haline dönüştürdükleri şey bizim mahalleden çıkmadır.

- 33 -


“Mahalleler arası” maçlar yapardık. Her hafta sonu Pazar günümüzün efsanesi olan bu eylemi ağabeylerimizden sonra bizde devam ettirdik. İlkokulu okuduğum okulun bahçesinde efsane sol açık olduğum yılları unutmak elbette mümkün değil. Gerçek maç misali 90 dakika sürer az gollü biterdi. Galibiyet sayılarımız da yakındı, durum böyle olunca da gerginlik hat safhaya ulaşırdı. Saha dışında dosttuk o ayrı mevzu.

Ve tabi ki ayrı bir parantez de “Ankaragücü” için olmalı… Ankaragücü maçları öncesinde ayrı bir heyecan olurdu mahallede. Abim maç sabahı kalkar, Ankaragücü atkısını boynuna takar ve maça konsantre olmaya başlardı. Ankaragücü’nün bütün maçları gündüz saatlerinde oynanırdı (o dönemlerde Ankara 19 Mayıs Stadı’nda gece maçları için ışıklandırma var mıydı hatırlamıyorum). İlk zamanlar biraz da yaştan kaynaklı olarak abim maçlara beni götürmezdi, arkadaşlarıyla beraber maç 19 Mayıs’ın yolunu tutarlarken bende arkalarından bakardım öylece. Fazla sürmedi tabi bu süreç, sonraki aylarda baskıya yenik düşen abimle beraber gitmeye başladık stad yollarına. Belki de birçoğumuzun ilk deneyimi olan “gecekondu” tribününde izledim ilk maçımı. Hiç unutmam Ankaragücü-Altay maçıydı. Altay’ın kalesinde Şanver bizim kalede Adnan vardı, defansımız Hakan Kutlu, orta saha ve forvet hattımız Hayati, Kalenga, Kazadi, Cafer gibi unutulmaz isimlerden oluşuyordu. Bu noktada Altay’ı gözüm

- 34 -


görmüyordu elbette. 1-0 yendik maçı ama tribünleri izlemekten ne golü gördüm, ne de saha içinde oynan futbolu. Sadece hatırladığım, maçın ilk dakikalarında Şanver’in yaptığı kale vuruşunda penaltı noktası gerisinden bir çim parçasının havalanmasıydı. O noktada yerden havalanan çimi yerine koymayan Şanver’e dair “ihtiyarlar” tribününden bir abimiz (Ankaragüçlüler bilir, gecekondu tribünün hemen sağındadır ihtiyarlar) Şanver’e bağırmaya başladı: “Şanver o çimi yerine koy.” Şanver, abimizin bu haklı söylemine ilgi duymadı. Tribünlerde büyük bir coşku sürerken, anlık her sessizlikte güzel abim tekrar başlıyordu: “lan şanveeerrr o çimi yerine koysana.” Tabi tribünden bir kahkaha yükseliyordu. Neredeyse ilk yarı boyunca sürekli Şanver’le uğraştı. İlk yarı bittiğinde ise futbolcular sahayı terk ederken abim son bir kez daha, sesi daha bitkin umutsuzca haykırdı: “lan Şanver o çimi yerine koymadın” sonrasında saha içinden bir görevlinin gelip, çimi yerine koymasıyla gol olmuşçasına bir etki oldu tribünlerde. Adeta bir tiyatro oyun gibiydi var olan süreç. Bunca zamandır tiyatro oyunu izlemiş ve oyunlarda oynamış biri olarak, bu coğrafyanın tiyatro sahnelerinde pek yaratılamayan illüzyonu, o an daha tiyatroyla daha tanışmamışken almıştım. Brecht’in epik tiyatrosunu destekler bir tiyatral durum oluşturan, beni maça yabancılaştıran, maçtan koparıp eylemi kesintiye uğratan Ankaragücü taraftarı yaptığı bu epik tiyatral gösterisini farkında olmadan bugün de aktif olarak göstermektedir. Anlatılmaz, muhteşemdir Ankaragücü taraftarı. Konuyu fazla uzatmadan, doğduğum ve lise sonrası yıllarıma kadar da yaşadığım, güzel anılarla hatırladığım; dünyanın en değişik, en güzel, en tehlikeli, kelimelerle anlatılması en zor yeri olan: Çinçin’dir benim mahallem... Tam adı Çinçin Bağları’dır. Fazlasıyla belalı ve kavgası yoğun bir yer olarak anılır (doğrudur da) fakat başıma en ufak bir olay gelmemiştir. Bırakın kavgayı kimseyle tek bir tartışmam dahi

- 35 -


olmamıştır. Dünyanın en değişik yeridir dedim, çünkü şöyle bir olay yeryüzünün hiçbir noktasında meydana gelmemiştir: Lise yıllarımda adamın birine cins köpek diye yavru ayı satıyorlar. Hiç bir abartı yok aynen durum bu. Gel zaman git zaman mevsimler geçiyor, kış geliyor eee haliyle hayvan uyuyor tabi. Adam telaşlanıp ayıyı veterinere götürünce tüm gerçeği orada anlıyor. İşte böyle efsane bir yer Çinçin. Adama köpek diye ayı satar. Bundan çok kısa bir süre önce, yolum düştü. Yıllar olmuş görmeyeli bir garip oldum, yıllarımın geçtiği sokakları gördüm. Küçülmüş caddeleri yolları, çocukken o sokaklar bize dev gibi gelirdi. Ama şuan bir garip olmuş, dev gibi sokaklar gitmiş yerine dev gibi binalar, saçma sapan yapılar oluşmaya başlamış. Oturmuş rantın kucağına, tanımakta zorlandığım zavallı mahallem. Ankara’nın birçok noktasında olduğu gibi tüm büyüsünü hızla kaybetmeye başlamış Çinçin. Yinede doğduğum yeri görmem, tüylerimi diken diken etmeye yetti. Bizim dönemimizin en güzel yanı Ankara’da Gökçek yoktu. Ankaragücü’nü yerle bir edememişti. O dönemlerin kıymetini bilememişiz. Gökçek’siz geçen yıllar, ne kadar da değerliymiş. Ama şimdi coğrafya’da Gökçek ve bir sürü muadili var. Yaşamı bize dar etmiş durumlar. Bu noktada geçmişe nasıl özlem duymayalım? Proust’a dair: “Yaşamımızda büyük bir rol oynayan varlıkların, yaşamımızdan kesin bir biçimde ansızın çıkmaları nadir görülür” der. Belleğimden en son uzaklaşması gereken mekanın Çinçin olması dileğiyle… Ve son olarak “kayıp zamanı aramak, hakikatin izini sürmektir” der Deleuze'e, Proust’a selam çakarak. Hakikatimiz: Ankaragücü, yaşadığımız uzam: Çinçin

Mustafa B.

- 36 -


Ca*

MKE Ankaragücü tarihi –ki bu MKE bastırması Gökçek sonrası son 6-7 yılın olayı, eskiden küfür bile ederdik; Melih yalamasının hayatımıza dayattıklarının en lümpen tepkilerinin başında gelir- oldum olası başkanlar tarihidir. En azından bu tarih havuzu bizim boyumuzu yutalı beri… Havuzun en derin yeri “CA” olur bi çoğu için; kimine göre kolpa, kimine göre geç ama kendine göre erken Ankaragüçlü için. CA demek, benim için bir sene öncesine kadar hemen tüm Ankaragüçlü gibi Cemal Aydın demekti. Tam olarak öyle değilmiş; bunu öğrenmek için balayına çıkmam gerekiyormuş meğerse. Balayındayken bi gün, küçükken tanrı sandığım adam boynunda çıkan şişlikten bahsetti. Dedim ‘gelince bakarız!’ altılı kuponu kontrol edermişçesine… Sonra kupona iyice baktık, CA yazıyor. Aklıma hemen anasına avradına küfrettiğimiz maçlar geldi; CA gene mi karşımıza çıktı amına koyum dedim. Ama bu seferki CA, başkanın kol düğmesi değil, patoloji sonucuydu ve benim için ikinci CA seferi başlamıştı.

Parça alınsındı, ne bok olduğu belli olsundu, oğlum mal mısın bi dur heleydi derken kitlenin karsinom** olduğu ortaya çıktı. Aynı bokun laciverti yani… Zaten, bi CA’dan da başka ne beklenirdi ki? Bunların hepsi balayını müteakip oluyo tabii üç nokta. Hemen hastaneye kombine aldık, ben sezon sonunda takım toparlar derken, küme üstüne küme düşüyorduk CA sonrası.

- 37 -


Hastaneye her geliş bir deplasman öncesiydi ve her eve dönüş de bir Karabük deplasmanı dönüşü. Bi umut gidilen deplasmanlar dönüşünde ızdırap oluyor, deplasman sayıları artıyor, artan umut değil deplasman sayıları oluyordu sadece. Deplasman için yalan söylersin, okulu/işi ya da işsizliği ekersin ya yani öyle ekiyordum umudu; ektiğimle kalıyor ve yine puansız dönüyordum evime. Zamanla taraftar kadar takımında ümidi kalmamaya, Ümit namına kim varsa Sivasspor’a filan transfer olmaya başladı. Vay be dedim koca çınar! Şimdi sesin soluğun çıkmıyo ama zoruna gidiyo değil mi içine düştüğün Spor Toto 2. Lig! CA kemoterapi sonrası pet/ct (kanser teşhisinde kullanılan bilgisayarlı tomografi) raporu gibi arada beyanat vermeye devam ediyordu tabii, sahipsiz değildi koca çınar, kongrede bi şeyler değişebilirdi. Kongreden kasıt da nüks Larinks Ca (tekrar eden gırtlak kanseri) ameliyatları… Ezcümle toplanıp neşteri vuruyorlar koca çınara, koca çınarın umru değil. Biz de kongre bekleyip Tandoğan civarı demlenen primitif ultras gibiydik ameliyathane bekleme salonunda. Her deme inat kongreden soluksuz çıkıyodu ömür törpüsü. Bir de bu işlerin iç müzakeresi bol olur. Gruplar arası diyalog, fikir ayrılıkları ve her ayrılık sonrası o anlık “iyi gününde kötü gününde…” ayakları ama sonuçta değişen hiç bir sikim yoktur. CA ertesi sonuç bellidir. Hiç bir şeyin iyisi yoktur aslında. Ameliyatı yapan başkanına gidip sorsan transfer yasağını kaldırıyoruz der, sen 2 ünite kanı zor bulursun. Şu ara son bir pet/ct telaşında “acaba düzlüğe çıkar mıyız, transfer yasağı kalkar mı?” sevenleri. Bok çıkarız amına koyum. CA her tarafımızı sarmış. Keşke her şey TSYD maçında saatli tribününde bağırdığımız ve paket olduğumuz kadar basit olsaydı: YÖNETİM İSTİFA!

*Kanserin kısaltması ** Kanser tümörüne verilen ad Anarko Refakatçi

- 38 -


Bi’ maça gitsek?

- 39 -


- 40 -


Başkent Kulüpleri – 7: Al-Wahda: İç Savaşın Gölgesinde Futbol

Suriye'yi nasıl biliriz? Eskiden olsa buna klasik bir yanıt en uzun kara sınırımızın olduğu ülke olurdu. 2011'de başlayan ve hala devam eden iç savaştan sonra ise Suriye savaş, mülteciler ve en son olarak da IŞİD ile akla gelir oldu. Özellikle de sayıları milyonları bulan mülteciler sorunu hala hemen yanı başımızda, görmezden bilmemezlikten gelsek de. Ülkemizde yükselen mülteci karşıtlığı sırf bize özgün bir durum olmadığı gibi mültecilerin geldiği yerle, diliyle, diniyle, veya herhangi bir kimliğiyle pek alakası yok. Genel olarak 'yeni gelenlerin' sevilmemesi ya da istenmemesi göçlerin sınıfsal bir gerçeği. Ancak, göçmen karşıtlığı her ne kadar normalleşerek günlük hayatımıza sinmiş de olsa bunun farkına varıp önlem almamız gerek. Suriye'deki ve dışındaki Suriyelilerin dramına karşı süregelen farkındalık yaratma çabalarına küçük de olsa bir katkı sağlamak için bu yazımın konusunu bir Suriye takımına Al-Wahda'ya ayırmak istedim. Türkiye 1951 tarihli mültecilerin haklarını düzenleyen Cenevre sözleşmesine sadece Batı sınırlarından gelecek mültecileri kapsayacak şekilde şerh koymuştur. İlginç bir paralellik olarak futbol ile ilgilenenlerin ve taraftarların birçoğu batı sınırımızdaki ülkelerin (Bulgaristan ve Yunanistan) takımlarına aşağı yukarı aşinayken aynı şey doğu sınırımızdaki ülkelerin takımları için söylemek pek mümkün değil. Suriye denince belki de kimsenin aklına futbol gelmez. İtiraf etmeliyim ki bu yazı için araştırma yapmaya başlayana kadar benim de Suriye'den adını bildiğim bir takım yoktu. 2011'de başlayan ve hala devam eden iç savaş sırasında Suriye Futbol Ligi sadece 2010-2011 sezonunda iptal edilmiş ancak akabinde her sene düzenlenmeye devam edilmiştir. Bunu futboldan ziyade günlük hayatın durdurulamaz gücü olarak görmek gerek. Savaş olan yerlerde günlük hayatın durduğu ve insanların savaşmaktan ve savaşla alakalı meşgaleler dışında başka pek az şey yaptıklarını düşünürüz. Ama aslında alışveriş, sinema, şakalaşmalar hatta eğlenceler vs. bile günlük hayatın bir parçası olarak devam ederler. Burada futbol liginin devam etmesi kuşkusuz rejimin halkın moralini yükseltme çabası olduğu da aşikar.

- 41 -


1966 yılından beri oynanmakta olan Suriye Birinci Ligi şu anda iki gruba ayrılmış 18 takımdan oluşmakta. Toplam 13 şampiyonlukla en çok şampiyon olan takım 1947 yılında Fransız mandası sonrasında kurulan Şam'ın Al-Jaish kulübüdür. Fakat, bu yazıda Al-Jaish yerine daha köklü ama daha mütevazi bir takım olan Al-Wahda'yı tanıtacağım. 1928 yılında Suriye'nin o zamanlar Fransız mandası altındaki başkenti Şam'da kurulmuş olan Al-Wahda 2 kez Suriye şampiyonu olmuş, 5 kez Suriye Kupasını ve bir kez de Suriye Süper Kupasını kazanmıştır. Ancak Al-Wahda'nın ilk şampıyonluğu için 2003-2004 sezonuna beklemesi gerekecekti. Bunda en önemli etken 2001 yılında takımın başına getirilen ve 2006 yılana kadar görevde kalan Sırbistanlı Nenad Stavrić ile o sene ilk şampiyonluğunu kazanmıştı. Akabinde aynı sene Asya Futbol Federasyonu (AFC) Kupası'nda finale kadar yükselmiş ancak yine bir başka Suriye takımı Al-Jaish'e kendi sahasında 3-2 kaybetip deplasmandaki maçı (her iki takım da aynı stadı Abbasi stadını kullanmaktadır) 1-0 kazanmasına rağmen kupayı kazanamamıştır. AFC'nin ilginç bir kulüpler turnuvası yapısı bulunmakta. Futbol'da 'gelişmiş' olan Asya ülklerinin takımları AFC Şampiyonlar Ligi'ne katılırken, futbolda 'gelişmekte olan' olan Asya ülkelerinin takımları ise AFC Kupası'na katılmaktadır. Suriye takımları ayrıca Arap Futbol Birliği'nce düzenlenen ve Afrika (Mısır, Tunus, Cezayir ve Fas gibi) ve Orta Doğu'daki Arap ülkerinin takımlarının katıldıgı Arap Şampiyonlar Ligi'ne de mücadele etmektedirler. 2006 yılına geldiğimizde Suriye takımları Asya Futbol Federasyonu (AFC) Şampiyonlar Ligi'ne katılmaya başlamış ve aynı sene Suriye Birinci Ligini 8 defa ile en çok kazanan ikinci kulüp olan Humus kentinin Al-Karamah takımı finale kadar yükselmiş, ancak finalde Güney Kore'nin Jeonbuk Hyundai Motors takımına kaybetmişti. Bu şimdiye kadar bir Suriye takımının yakaladığı en büyük başarıydı.

- 42 -


2000'lerin ortası Suriye futbolu için umutların yeşerdiği zamanlardı. Ancak 2011'de başlayan iç savaş ile ülkenin herşeyi gibi futbolu da büyük darbe aldı. Binlerce sivil gibi birçok futbolcu da iç savaşta hayatını kaybetti. Hayatını kaybedenler arasında Iyad Kwaider, Mahmoud Mahmalji ve Anas Shalash gibi AlWahdalı oyuncular da var. Bunun yanı sıra kimi oyuncular çeşitli taraflarda savaşa silahlı olarak da katıldılar. Hatta Humus takımı AlKaramah'ın bazı oyuncuları Esad ve rejim karşıtı silahlı gruplara yardım etmekle ve hatta aktif olarak katılmakla itham edilmişlerdi. Tüm Suriye halkı gibi futbolcular da taraf olmaya mecbur kalınca hem Firas Al-Khatib (Çin) tanınmış oyuncular ve hem de Mohammed Jaddou (Almanya) gibi genç oyuncular ülkeyi terketmiş ve futbol hayatlarına yurtdışında devam etmekteler. Bundan dolayı Suriye ligi ülkeden ayrılmayan ve genç oyuncularla devam etmekte. Ancak, ilginç olarak ligde yabancı oyuncular da top koşturmakta. Bunlarda biri de Al-Wahdalı Jamaikalı forvet Andre Falmit. Her ne kadar maçların çoğu nispeten daha güvenli sayılan Şam'da oynansa da iç savaşta ölüm riski sadece cepheyle sınrılı değil. 2013 yılında Humus kentinin bir başka takımı olan Al-Wathba'lı 19 yaşındaki oyuncu Youssef Suleiman maç için geldikleri Şam'da kaldıkları hoteli hedef alan top ateşinde hayatını kaybetti. Bu koşullar altında Şam'ın Al-Wahda külübü 2013-2014 yılında tarihindeki 2. şampiyonluğu kazandı. Geçen sezon da finalde bir başka Şam takımı Al-Shorta'yı 2-0 yenerek Suriye kupasını 5. kez kazanmayı başardılar. Kuşkusuz gelecekte bu günler ve bu kupa ve şampiyonluklar bambaşka duygularla anımsanacaktır. Barışın kazandığı bir dünya dileğiyle... delivaldez

- 43 -


Sinemada Futbol: Offside

fanontz

- 44 -


Dünden bugüne Balkan futbolu Yugoslavya’nın dağılmasının ardından Bosna-Hersek, Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Hırvatistan kuruldu. Bu beş ülkeye ek olarak Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya Balkanlar'ın dünya futbolundaki temsilcileridirler. 90'lı yılların ortasından sonra gelişim gösterme bakımından ilk olarak değinilmesi gereken takım Yunanistan'dır. Yunanistan herhangi bir futbol ekolüne sahip olmayan ve nadiren katılmış olduğu turnuvalarda grup maçlarından öteye gidemeyen bir takım iken Otto Rehhagel önderliğinde oluşturduğu alman futbol ekolü ve Balkanlar'ın derininden gelen savaşçı futbol ile 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası’nı kazandı. Bu şampiyona aynı zamanda Yunanistan'a bir alışkanlık ve kupa tecrübesi getirip, 2010 Dünya Kupası’nda, Dünya Kupası tarihinde atacakları ilk golün ve son 16'nın kapılarını açtı. Gelişme konusunda ikinci söz edilesi takım Hırvatistan olup, dünya futboluna kazandırdıkları yıldız statüsündeki oyuncularla bilinen bir ülkedir. Boban ile başlayan yıldız orta saha oyuncusu ekolünü Modric, Rakitic gibi oyuncularla devam ettiren ve Mandzukic, Olic gibi üst düzey takımlarda boy göstermiş forvetleri yetiştiren bu ülke, milli takım bazında, yaklaşık her kupaya katılma hakkı kazanmasıyla büyük bir saygınlık kazanmıştır. Bosna Hersek de bu gelişim furyasını değerlendiren ülkelerden bir tanesi oldu. Bağımsızlık aslında en çok onlara yaradı. İlk yıllarda fazla varlık gösterememiş olsalar da 2005 yılından itibaren yetenekli futbolcularla temeli sağlam bir oyun planı oluşturdular. Tabi ki bu oluşumun sac ayaklarını Dzeko, Misimovic, Pjanic gibi isimler oluşturdular. Arnavutluk tarihin hiçbir bölümünde bir yıldıza sahip olmasa da karşı kıyısındaki İtalya'nın futbol ekolünü benimsemesi ile rakiplerini zorlamayı başaran bir takım oldu. Tabi bir de ayrılığın ardından başarısızlık seline kapılanlar oldu. Özellikle futbolcu yetiştirmekle ve dünya futboluna kazandırdığı yıldızlarla ünlü olan Romanya bu bölünmelerden fiziksel olarak etkilenmese de psikolojik olarak etkilenmiş görünüyor. Özellikle Steaua Bükreş'in Avrupa kupalarındaki hızlı ve atik olduğu dönemlerin yanı sıra Hagi, Popescu, Moldovan, İlie gibi yeteneklerin çıktığı dönemden onları mumla aratan Marica, Stancu gibi oyuncular ülke futbolunu geriye götürdü. Makedonya bu ülkeler içinde futbol olarak en silik kalan ülke aslına bakılacak olursa. 1993 yılında kurulan futbol federasyonu ile uluslararası turnuvalara katılma mücadelesi verse de; çıkarmış olduğu en iyi oyuncu Pandev olan ve futbol ile ilgili bir yatırımı bulunmayan bir ülke olduğu için sonuç şaşırtıcı görünmüyor. Türkiye’nin Balkanlar’a açılan kapısı olan Bulgaristan bu kargaşadan en çok etkilenmiş iki ülkeden biri olarak görünüyor. Her ne kadar kaosa dahli olmasa da Bulgaristan Stoichkov'lu Dünya Kupası yarı finali gören bir takımdan keskin bir dönüşle elemelerde zayıf takımlardan puan almakta zorlanan bir ekibe dönüştü.

- 45 -


Ve asıl bu toprakların her anlamda en büyük kaybedeni Sırbistan'a özellikle vurgu yapmak gerekiyor. Sırbistan 25 yıl öncesine kadar hem toprak bütünlüğüne hem nüfus genişliğine sahipken kopup giden parçalarla zayıfladıkça zayıfladı. Yugoslavya ismini 2000'li yılların başına kadar taşımış olsa da içerik olarak eski Yugoslavya değildi. Daha sonra Karadağ'ın isteği ile ülke bir isim değişikliğine gitti ve yeni ismi Sırbistan&Karadağ oldu. 2006 yılı ise dönüm noktasıydı. Artık Sırbistan yalnız kalmıştı. Boşnaklar, Hırvatlar, Slovenler ve diğerleri artık kimse kalmamıştı. Yugoslavya'dan kalanlar artık çare olmuyor ve yaşlılık darbeyi vuruyordu. Stankovic de futbolu bırakınca son kale yıkıldı ve Sırbistan futbol olarak dibi gördü. Bu noktada Stankovic'e ayrı bir parantez açmak gerekir. Kendisi 3 farklı milli takımla (Yugoslavya, Sırbistan&Karadağ, Sırbistan) Dünya Kupasında oynayan tek futbolcudur. Stankovic sonrası dönemde Tosic, Ivanovic gibi oyuncular başarısızlığa çare olamadı. Ayrıca, Belgrad siyasi sorunları çözmekle ilgilenmekten futbola yeterince konsantre de olamadı. Ve sonucunda Avrupa Şampiyonası elemelerinde hallaç pamuğuna dönen bir Sırbistan ortaya çıktı. Son olarak Karadağ'a değinmek istiyorum. Kendileri hakkında yeşil, doğa ile iç içe, huzur dolu koyları ve zenginlerin sıkça uğradığı doğa harikası deniz kıyılarına sahip olmaları dışında söylenecek çok da bir şey yok. Vucinic, Jovetic gibi oyuncuların uyrukları Karadağ olsa da Sırbistan altyapısında yetiştikleri için henüz Karadağ futbol olarak kendini ispat edecek bir şey oluşturamadı. Tabi ki tarih onları da başarılı ya da fiyasko şeklinde yazacaktır. Balkanlarda her ne kadar futbol ve futbol ülkeleri kendi içinde ayrılmalar, kopmalar yaşasa da balkan kültürün hala izlerinin her ülkede taşındığı bir gerçek. Mücadele, hırs, azim, kararlılık ve kavga bu zamana kadar onları bu mücadelenin içinde tuttu, tutuyor ve tutacak. Mustaaa

- 46 -


Sokağın ve ezilenlerin sesi: 36 Boys Bu sayıda önceki sayılarda bahsettiğimiz gibi bir müzik dalından bahsetmek yerine biraz daha spesifik bir hikayeden bahsedeceğiz, evet konumuz bir şekilde rap müzikle ilişkili ama asıl mevzu o ve onun tarihçesi gibi şeyler değil, konumuz Almanya’da 1980’lerden başlayıp 1990’ların başında tavan yapan ırkçılığa karşı savaşmış Türkiye halklarından oluşan bir çete, 36 Boys’tan bahsedeceğiz. 1980’lerin başında oluşan ekonomik kriz memleket genelinde ırkçılığı tekrar hortlatmış, 1990’da Batı Almanya ile Doğu Almanya’nın birleşmesinden sonra ise tavan yapmıştı. Bu ırkçılığın hedefi doğal olarak Almanya içinde 2 milyona yaklaşan nüfusuyla Türkler ve onların toplu olarak yaşadığı mahallelerdi. 1992 ve 1993 yıllarında yapılan kundaklama eylemlerinde insanlar hayatını kaybetmişti ve açıkçası işler uzun süredir çığrından çıkmış durumdaydı. İşin aslı bir taraftan hükümetler de Türklerin artık burada durmasını o kadar fazla istemiyordu. Türkler buraya işçi olarak gelmişler ve Almanya’nın yeniden inşasında rol almışlardı, ama artık rol bitmişti ve belki de gitmeleri Almanya için daha güzel olacaktı. Genel röpörtajlara bakıldığında aslında anlaşılıyor ki Türkler de Almanya’ya çalışmak, para biriktirmek ve dönmek amacıyla gelmişti. Ama gene bu referanslara bakıldığında 70-80 arasındaki sağ-sol çatışması ve ardından gelen faşist darbe onları çocuklarının rahat bir hayat sürmesi için Almanya’da kalmaya yeterince ikna edici olmuştur. O zamana kadar hep döneceğini düşündüğü için Alman arkadaş bile edinmeyen Türkler bir anda belki de geç bir biçimde bir memlekete entegre olmaya kalkışıyor, ama onu da çoğunluğu başaramıyor çünkü cidden entegre olmak, “onlar” gibi olmak istemiyorlar. Tam da bu problemlerin ortasında, ırkçı şiddetin, entegrasyon sorunlarının tam göbeğinde Berlin’de neredeyse tamamının Türklerden oluştuğu bir mahalle olan Kreuzberg’de bir hareket başlıyor, adını Kreuzberg’in posta kodu numarası 36 dan alan 36 Boys. Sonrasında Avrupa’da ödülleri olan bir boksör olacak olan Muzaffer(Muci) Tosun, kardeşi Sinan Tosun, an itibariyle Almanya’nın en meşhur rap sanatçılarından Killa Hakan(Hakan Durmuş), Fevzi Tuncer, Soner Arslan

- 47 -


ve Kreuzberg’deki bir grup arkadaşının kurduğu bu çete başlangıçta ırkçılardan dolayı başlarına bir şeyler gelmesin diye topluca buluşup dolanırken bir süre sonra ırkçılığa karşı yapılacak şeyin sadece “Başımıza bir şey gelmesin” ile kalmayıp “Kreuzberg’de başımıza bir şey getirecek ırkçılar kalmasın” fikrinin sonucu olarak 1987’de doğar. Türk ağırlıklı olmakla beraber Sırp vb. diğer gurbetçi halklardan da çok olmamakla birlikte üyesi olan 36 Boys, aynı zamanda dönem Alman anti-faşist hareketinin de desteğini kazanmıştır. Kendi deyimleriyle “döve döve” Kreuzberg’i temizleyen 36 Boys, günümüzde ilginç bir biçimde faal olmasa bile bir “marka” olarak varlığını sürdürmektedir. 36 Boys aynı zamanda bir giyim markası olmuş ve halen Kreuzberg’de mağazalarda varlığını sürdürmektedir. 36 Boys’un bir çete olarak Kreuzberg’i “temizleyip” görevini bitirdikten sonra grup herhangi bir planla herhangi bir oluşuma evrilmeden dağılmıştır. Ama asıl hikaye az biraz burada başlar, Muci Tosun’un Almanya’nın en iyi hafifsiklet boksörlerinden biri olduğu bir dönemde işler herkes için çok da güzel gitmez, kimileri hırsızlıktan, kimileri uyuşturucudan hayatını kaybeder veyahut hapse girer, gangsterlik o kadar kolay bırakılabilen bir şey olmaz bir çok insan için. Bunların arasında hapse girip çıkan biri daha vardır: Killa Hakan ya da gerçek adıyla Hakan Durmuş. Rap müziğine Boe B ile başlayıp 80’lerin sonunda aslında Türklerin uzak olduğu bir müzik tarzıyla beyaz bir sayfa açtı. O dönemde Türkiye’de arabesk ve pop müzik dışında bir müzik türünün esamisi bile okunmuyordu. Berlin Duvarı ve savaş Almanya’daki herkes gibi Türkleri de etkiledi. Savaştan dolayı Almanya’ya gelen ve yerleşen Amerikan ailelerin çocukları vasıtasıyla Türkler hip-hop, rap, graffiti ve break dans gibi kavramlara tanıştı. Fakat Amerikanlar’ın ırkçı söylemlerine dayanamayan Boe-B “Islamic Force” adlı rap grubunu kurdu ve Kreuzberg’in kaderini değiştirdi. Bundan dolayı Boe-B türkçe rap’in öncüsü olarak kabul edilir. Boe-B’nin ölümünden sonra Killa Hakan bayrağı devraldı ve Fuat Ergin ile birlikte türkçe rap’in popülaritesini artırdı. Fakat 90’ların sonuna kadar Türkiye’de hala rap’a karşı gözle görülür bir ilgi yoktu. Ta ki 1999 yılında graffiti sanatçısı Turbo Türkiye’deki tüm rapçilerle tek tek irtibata geçip “Yeraltı Operasyonu” adlı toplama albümü çıkarana dek. Bu albümü Islamic Force’un katkılarıyla “Yeraltı Operasyonu 2” takip etti ve türkçe rap vatanına

- 48 -


kavuştu. Müzik özgürlüğün kapılarını aralasa da tamamen açamadı. Özellikle Alman milliyetçi kitle türkleri istemiyor ve sürekli ırkçı söylemlerle taciz ediyordu. Kreuzberg’deki türkler savunmaya geçmek ve mücadelelerini büyütmek adına Avrupa’nın en büyük çetesini kurdular 36 Boys. 36 Boys birliğin, mücadelenin, umudun ve varoluşun simgesi oldu. Türkler 36 Boys sayesinde hem rahat nefes aldı hem de kendilerini ispat ettiler. Bu oluşum ile birlikte Türkiye’de Almanya’da yaşayan türklere verilen destek de onlara duyulan saygınlık da arttı. Türkçe rap daha çok benimsenmiş, Almanya’da yaşayan ve onlardan feyz alan türk rapçiler daha büyük eserlere imza atıyor ve Türkiye’de geniş kitlelere ulaşıyordu. Killa Hakan’ın 2002 yılında çıkardığı “Çakallar” ile başlayan serüven Killa Hakan ve Fuat ortaklığı ile oluşan “Rapüstad” albümüyle devam etti. Bu albümde yer alan Ayaz Kaplı, Ceza, Kool Savaş gibi Almanya ve Türkiye’nin tanınmış isimleri rap dünyasından olumlu tepkiler aldı. “Semt Semt Sokak” albümünden sonra Türkiye’deki patlama noktasına gelmişti sıra. 2006 yılında “Kreuzberg Cit” albümüyle birlikte kitleleri harekete geçiren Killa Hakan’a albümde Ceza, Samy Deluxe ve Eko Fresh gibi önemli isimler destek verdi. İlk klip olarak Eko Fresh’in de yer aldığı “Her Şey Yolundadır”a çekilirken ikinci klip “Rap game” adlı esere çekildi. Bu olaylardan bahsederken “Massaka 361”i es geçmek olmaz. Kreuzberg’in 2 bölgesini de temsil eden bu tayfa Murdoc ve Monstar ile anılsa da aslında 2 kişiden oluşan bir tayfa değildir. Özellikle 36 Boys’tan gelme kişiler oldukları için destekleyenleri oldukça çoktur. Temsilcilerinden Murdoc Sert mizacı ve mert kişiliği ile tanınırken Monstar agresif ve aksi tavırlarına karşın duygusallığı ve adaleti ile nam salmıştır. Karakterli duruşlarını hiçbir zaman bozmadıklarından hep desteklenen ikili şu günlerde sempatizanlarının sayısını bir hayli artırmış bulunuyor. Ünleri Almanya’nın her yanına yayılan bu tayfa sokaklardaki hakimiyetini gün geçtikçe artırıyor. Şu ana kadar 2 albüm dolduran tayfa 3. Albümün hazırlıklarına şimdiden başlamış durumda. Heyecanla beklemenizi tavsiye ederim. 36 Boys mücadelenin, azmin, kararlılığın bize ne kadar gerekli olduğunu ve en önemlisi “SOKAK”ların gerçek sahiplerine ait olduğunu ve “SOKAK”lardan umudun eksik olmayacağını gösterdi. Teşekkürler 36 Boys’a ve ona gönül verenlerine. Zeplin & geliyolar & Mustaaa

- 49 -


- 50 -


- 51 -


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.