Atılım 2

Page 1

black blue magenta yellow

Kadınlar 8 Mart’ta grevde K

ESK’li kadınlar, bir ilke imza atacak, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün resmi tatil ilan edilmesi için greve gidecek. Emekçi kadınlar, “Güvencesiz ve esnek çalışmaya, savaşa, kadına yönelik şiddete, kadın cinayetlerine, baskı ve tutuklamalara karşı 8 Mart’ta iş bırakarak, alanlara çıkacağız” dedi. Kadın örgütleri de KESK’li kadınların 8 Mart’a ilişkin yapacağı eylem ve etkinliklere destek verecek.

E

zilenlerin Sosyalist Partisi ve Sosyalist Kadın Meclisleri, 8 Mart’a yürürken, kadınları, ‘yaşam, barış, adalet’ şiarını alanlarda yükseltmeye davet ediyor. ESP/SKM ve HDK Kadın Meclisi’nin aralarında bulunduğu kadın örgütleri İstanbul’da 11 Mart’ta Kadıköy’de buluşuyor. Kadın örgütleri Ankara’da 8 Mart günü Ziya Gökalp Caddesi’nde miting düzenleyecek. Amed ve İzmir’de de 4 Mart’ta mitingler yapılacak. S. 16

BAŞYAZI

Örgütlü adaletsizlik

Hrant... Şemdinli... Sivas... Kamuoyunun yakından takip ettiği ve adalet beklediği davaların sonuçlarına bir bakın. Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) bu davalarda örgüt bulmayı başaramadı! Hrant davası, mahkemenin “Örgüt çok büyük olduğu için bulamadık” kararıyla sonuçlandı. Şemdinli davasıyla ilgili de mahkemenin gerekçeli kararı açıklandı. Karar, sadece sonucu itibariyle değil, içeriği itibariyle de Hrant’ın katledilmesiyle ilgili kararın kopyası gibi.

HABERDE OBJEKTIF • YORUMDA DEVRİMCI

• YIL: 1 • 3 Mart 2012 • 002 •

• FİYATI: 2 TL • www.atilimhaber.org

SAYFA 15

Orgüt kontrgerilla devletidir Hrant davasının ardından, Şemdinli davasında da mahkemeler örgüt bulamadı. Gerekçe, iki davada da aynı. Davalarda örgüt var, adalet yok. Bulunamayan örgüt, kontrgerilla devletidir. Mahkemeler, Kürtlere, öğrencilere, aydınlara, sosyalistlere örgüt bulmada ise zorlanmıyor. Mahkemeler aklasa da, ezilenler adalet mücadelesinden vazgeçmeyecek. DEVLET KATLİAMLARI BİR BİR AKLANIYOR

V

an 3. Ağır Ceza Mahkemesi, Şemdinli davasında gerekçeli kararı açıkladı. Karara göre, sanıkların Şemdinli katliamını “tek başlarına planlamaları ve uygulamaları hayatın olağan akışına aykırı olup olanak dışıdır.” Sanıkların da dahil oldukları örgüte ulaşılamamıştır! Hrant davasında da mahkeme, “örgüt çok büyük olduğu için” ulaşamadı! Mahkemeler devletin işlediği suçlara bir türlü ulaşamazken, Sivas davası ise zaman aşımına uğratılıyor. Devlet, halka karşı işlediği suçlardan, AKP himayesi ve yönetimi altında bir bir aklanıyor.

Sorumlular cezalandırılsın Gökdere Köprü Barajı kapağı patladı, 10 işçi yaşamını yitirdi. Baraj inşaat halindeyken su tutulmaya başlanması katliamı getirdi. İşçiler, daha fazla kar için bile bile ölüme gönderildiler. Devlet yetkililerinin açıklamaları ise daha önceki işçi katliamlarında yaptıklarının aynısı. S. 3

ADALET İÇİN DAHA KARARLI MÜCADELE

D

evlet bir bir aklanırken aynı mahkemeler, ezilenler için adeta yoktan örgüt yaratıyor. Kürtler, öğrenciler, aydınlar, ilericiler, sosyalistler TMY desteğiyle, türlü gerekçelerle tutuklanıyor. Beşyüz öğrenci, bini aşkın Kürt çocuk, binlerce Kürt siyasetçi, sosyalistler, ilericiler hapishanelere dolduruluyor. AKP düzeninde ezilenler için adalet yok. AKP’nin adaleti, ezilenlere karşı zulümdür. İşçi ve ezilenler adalet talebini yükseltmeyi sürdürecektir. Yalnız Şemdinli’de, Hrant davasında değil, Sivas’ta, Gazi’de, Beyazıt’ta, Roboski’de adalet mücadelesi kararlılıkla sürecektir. ÖZGÜR KADIN MERAL BAHAR

4+4+4=Haydi kızlar eve s. 2

ROTA DUYGU TOPRAK

Irkçı düşmanlığa inat... s3

YOL ÖZGÜR ŞEN BÜYÜTEÇ SITKI GÜNGÖR KARDEŞÇE SAMİ ÖZBİL

Azmettirici devlettir s. 7 TMY, çocuklar ve sömürgeciler s. 9 Sen yolunda yürü... s. 10

ÇEVİRİ Alacaklılarına direnen kahraman LEONIDAS OIKONOMAKIS s. 11 TEORİ ARİF ÇELEBİ

Geri çekilişin olanaksızlığı – II s. 12

11 Mart’ta Ankara’ya

Bir 6-7 Eylül daha yaşanabilirdi D

10 Eylül

evlet desteğiyle ‘Hocalı katliamını protesto’ adı altında düzenlenen gösteriler, Ermeni halkını hedef aldı. Irkçı gösteriye hükümet temsilcileri ve AKP gençlik kolları da katıldı. Ermeni Vakıf Okulları Yöneticisi Garo Paylan, “Bir 6-7 Eylül daha yaşanabilirdi” dedi. Gürcü, Laz ve Roman temsilciler kaygılandıklarını dile getirdi. Taksim’de yapılan ırkçı gösteriyi ETHA’ya değerlendiren ulusal topluluklar, halkların kardeşliği şiarını yükseltmenin önemine vurgu yaptı. İstanbul’daki ırkçı gösteriye karşı Türkiye Sosyalist Azerbaycanlılar Platformu üyeleri de Ankara’da aynı gün yaptıkları eylemde, “Yaşasın halkların kardeşliği” dedi. S. 8

GENÇLİK

Sağlık örgütleri, sendikalar, siyasi partiler ve demokratik kitle örgütleri 11 Mart’ta Ankara’da onbinlerce kişiyle Türkiye Sağlık Hakkı Meclisi’ni kuracak. TTB ve SES başta olmak üzere sağlık örgütleri, il il 11 Mart hazırlıklarını yoğunlaştırıyor. S. 7

davasında Çocuklara işkence yapanlar yargılansın

yine tahliye yok S. 9

EMEK

POLİTİKA

Pozantı Cezaevi’nde tutuklu bulunan TMY mağduru çocuklar, adli tutukluların cinsel saldırısına maruz kaldı. Çocuklar, yaşadıkları vahşeti kamuoyuna duyurdu. Çocuklara işkenceye karşı sokaklara çıkanlar, Adalet Bakanı’nın istifasını istedi. S. 5

BİLİNÇ VE EYLEM

Gençlerin ‘Ez li vir im’ direnişi

Öldürenler değil işçiler yargılanıyor

Tutsakların açlık grevi sürüyor

Eyleme hazırlık devrime hazırlıktır

DYG üyesi 72 öğrencinin, yargılandığı davada anadilde savunma krizi yaşandı. Gençler, ‘Ez li virim’ yanıtı verdi. Başka bir davada tutuklu yargılanan SGD üyeleri de tahliye edilmedi. S. 4

Limter-İş Sendikası’nın düzenlediği “yaşam hakkı” grevine katılan işçilerin duruşması görüldü. Sendika ve siyasi partiler, Limter-İş’in cezalandırılmak istendiğini vurguladı. S. 6

Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin son bulması, askeri-siyasi operasyonların durdurulması için tutuklu BDP’li vekillerin de katıldığı açlık grevi sürüyor.

MLKP Merkez Yayın Organı olan Partinin Sesi’nin 69. sayısı çıktı. PS’nin “Eyleme hazırlık devrime hazırlıktır” ve “Kadının kurumsal gücünü yaratmak” başlıklı yazılarını yayınlıyoruz.

S. 10

S. 13

black blue magenta yellow


2

atılım

ÖZGÜR KADIN meral bahar 4+4+4=Haydi kızlar eve AKP Hükümeti, eğitim sistemini, 4+4+4 biçiminde parçalayıp, “zorunlu eğitimi 12 yıla çıkararak bir devrim yaptıkları” propagandası yapıyor. Aslında zorunlu eğitim gerçekte, 4 yıla indirilmektedir. Teklifin içeriği tam da imam hatip okullarının orta kısımlarının açılmak istenmesi, Kur’an kurslarını teşvik, yoksul çocuklarının çıraklığa yönlendirilmesi ve kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmelerine prim vermektir. AKP’nin programını bilenler için de bu amaçlar yabancı değildir. Daha kısa zaman önce Başbakan Tayyip Erdoğan, ‘dindar bir nesil yetiştireceğiz’ sözüyle aslında bu modelin de içeriğini açıklamıştı. Erdoğan, 20 Şubat’taki AKP Gençlik kollarının toplantısında ise sözünü ettiği gençlik neslinin ana özelliğini, “Dilinin, dininin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlikten bahsediyoruz” diyerek ortaya koydu. Ve dindar bir nesil içerisinde kız çocuklarının da yeri zaten okullar, iş hayatı, dışarısı değildir! Kız çocuklarının yeri, Erdoğan’ın da belirttiği üzere ya baba evidir, ya da ‘koca’ evidir. AKP, ‘haydi kızlar okula’ kampanyasının içeriğini de böylece ‘haydi kızlar eve’ olarak değiştirdiğini ilan etmiştir. AKP’nin bu yasayla ortaya koyduğu gerçeklik, aynı zamanda kadınları sosyal yaşamdan çekerek eve kapatmanın bir aracına dönüştürmek istemesidir. Geçen hafta köşemizde işlediğimiz ‘çocuk gelinler’ konusunda AKP’nin ortaya koyduğu pratik de zaten bunu doğrulamaktadır. TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu’nda AKP vekillerinin verdiği zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran, ‘’kesintisiz eğitim’’ uygulamasına son veren kanun teklifini görüşürken, teklifin geri çekilmesi için kadın örgütleri de Türkiye çapında imza kampanyası başlattı. 230’un üzerinde kadın örgütü adına imzaya açılan ortak bildiride, teklif protesto edilerek Meclis’ten geçmemesi istendi. Yasa teklifiyle; zorunlu eğitim süresinin gerçekte 4 yıla indiği işaret edilen ortak bildiride, “İlk kademe olan 4 yılın ardından çocuk bireyler örgün eğitimin dışına çıkacak ve ikinci 4 yıllık dilim açık öğretimle ilişkilendirilecek. “Erkek çocuklar gitsin çırak olsun, kızlar da açıköğretimde evde otursun anlamına gelen bu düzenleme kabul edilemez” görüşüne yer verildi. Bu teklifle, zorunlu eğitimin ‘kesintisiz’ niteliğinin yasa metninden kaldırıldığına işaret eden bildiride kadın örgütleri, yasa teklifinin sakıncalarını anlatırken şu noktalara değindi: * Kız çocukların küçük yaşta evlendirilmesinin önünü açıyor. * 1930’dan beri en az 5 yıl olan zorunlu eğitimin süresini 4 yıla indiriyor. * İlköğretimin ikinci kademesinden itibaren kız çocukları eğitim ortamından uzaklaştırıyor. * Mesleki eğitimde hangi çocuğun hangi meslek alanına yönlendirileceğine Bakanlar Kurulu’nun karar vermesiyle tek tip insan yetiştirmenin zeminini hazırlıyor. Bildiride son olarak, “Biz kadın örgütleri ve hak savunucuları olarak ‘zorunlu kesintisiz 12 yıllık eğitim’ talep ederken, bu yasa kabul edilemez” denildi. Kadın örgütlerinin de dikkat çektiği üzere aslolan, bu modelin eğitimde cinsiyetçiliğin yeniden üretilmesidir. Tasarı bu haliyle kız çocuklarının örgün eğitimin dışına itilmelerine yol açarak, devletin cinsiyetçi uygulamalarını körükleyecek ve derinleştirecektir. Devlet eliyle kız çocuklarını eve hapsetmek ve çocuk gelinlerin önünü açacak olan tasarı zaten yasalaşmadan da verili tablo hayli ürkütücüdür. TÜİK verilerine göre evli kız çocuğu sayısı bugün evli erkek çocuğu sayısından 14 kat fazladır. Yine araştırmalara göre; Türkiye’de 18 yaşın altında yapılan evliliklerin toplam evlilikler içindeki oranının yüzde 40’a yaklaştığı ve çocuk gelin sayısının 5,5 milyon civarında olduğu belirtiliyor. Bu tablonun, AKP’li milletvekillerinin teklifinin Meclis’ten geçmesiyle nasıl olacağını tahmin etmek, sanıyorum zor olmasa gerek.

“KCDP işlevini yitirmiştir” ◗ İSTANBUL Ev İşçileri Dayanışma Sendikası, Sosyalist Kadın Meclisleri, Tüm İGD’li Kadınlar ortak imzasıyla yayımlanan açıklamada, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun işlevini yitirdiği duyuruldu. Platform bileşenlerinden Emekçi Hareket Partili Kadınlar’ın platform işleyiş kurallarına etik olmayan tutumlar sergilendiği belirtildi. Özeleştirel tutum almayan EHP’li Kadınlar’a yönelik eleştiriler, 13 Şubat günü yapılan yazılı açıklama ile kamuoyuyla paylaşıldı. Açıklamada şöyle denildi: “Son dönemde EHP’li arkadaşlar platformun iç hukukuna aykırı davranışlar içine girmiş, çeşitli tartışmalar yaşanmış ve bu bir tıkanmaya yol açmıştır. Platform ilkelerinin ve görevlerinin belli olmasına rağmen, EHP’li kadın arkadaşlar belirlenen ilkelere uymamıştır. 1- Platformun ortak kullanılan sitesine her bileşenden birer temsilcinin telefonunun yazılması belirlendiği halde EHP’li arkadaşlar kendilerinden iki kişiyi yazmışlardır. Bu durum basının sürekli kendileriyle diyalog içerisinde olmasını sağlamıştır. 2-Her bileşenin birer basın sözcüsü olmasına rağmen kendi basın sözcülerini platform sözcüsü olarak adlandırarak basınla ilişki kurmuşlardır. 3-Siirt’te davası görülen Esin Güneş mahkemesine katılımın örgütlenme sürecinde Ankara’da bulunan bazı demokratik kitle örgütlerinden platform adına maddi katkı alıp platform bileşenlerine bunun bilgisini vermemişlerdir. Platform bileşeni kurumlar olarak birlikte mücadele etme hukukuna aykırı davranıldığı için bu tarihten itibaren Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun aynı isimle yürümesinin bir işlevinin kalmadığını basına ve kamuoyuna duyuruyoruz.”

KADIN

3 Mart 2012

Tecavüzde kadın beyanı esas alınmalı Taciz-tecavüze maruz kaldığını ispat etmekle yükümlü tutulan kadınlara, emniyet ve yargı süreçlerinde tekrar tekrar aynı mağduriyet yaşatılıyor. Avukat Sezin Uçar, bu mağduriyetlerin giderilmesi için kadın beyanının esas alınması gerektiğini belirtiyor. ◗ İSTANBUL Tecavüze uğrayan bir kadın, yaşadığı her şeyin yanı sıra ailesi tarafından dışlanıyor, eşi ya da sevgilisi tarafından terk ediliyor, işten atılıyor, ona artık ‘namus’unu kaybetmiş gözüyle bakılıyor. Türk yargı sistemi tüm bunlara rağmen kadınların iftira atabileceği varsayımıyla kadın beyanını esas almıyor. Yargının “Bağırmadı”, 13 yaşındaki N.Ç. davasında olduğu gibi “Rızası vardı”, “Dar pantolon giymişti, kadın yardımcı olmadan tecavüz yaşanmazdı” gibi gerekçeleriyle tecavüzcüler serbest kalabiliyor. Demokratik kadın hareketi, taciz ve tecavüz davalarında kadınların beyanının esas alınmasını talep ediyor. Ezilenlerin Hukuk Bürosu avukatlarından Sezin Uçar, bu talebin neden haklı olduğunu ETHA’ya anlattı.

‘KADIN BEYANININ ESAS ALINMASI TEK ÇÖZÜM’ “Kadın beyanı esastır” ilkesinin esasında taciz ve tecavüz mağduru

kadınların tek kurtuluşu olduğunu söyleyen Av. Sezin Uçar, “Ama maalesef Türkiye’de kadın beyanı esas alınmıyor. Türk yargı sisteminde şöyle bir kural var, iddiasını herkes kendisi ispat etmek zorunda. Kadın tecavüz sanığının kim olduğunu ortaya çıkaracak delilleri bulup emniyete başvuruyor. Bu sefer de defalarca genital muayeneye tabi tutuluyor. Üstelik bu genital muayeneler çok da usulüne uygun yapılmıyor” diyerek, kadın bakımından sürecin sorunlu yanlarına değindi. Bu tür uygulamaların kadınları tekrar tekrar yıprattığını belirten Av. Uçar, tecavüz kriz merkezlerinin mutlaka kurulması gerektiğini söyledi. “Tecavüz kriz merkezlerinin bulunmaması büyük bir sorun. Maddi delillerin ortadan kaldırılmaması gerekiyor. Ancak tecavüze ya da cinsel tacize uğrayan kadın hemen duş alma ihtiyacı duyuyor, elbiselerini değiştirme ihtiyacı duyuyor. Delilleri, farkında olmadan yok ediyor. Ancak tecavüz kriz merkezi olsa, hem delil-

lerin kaybolmadan elde edilmesi hem de mağdur kadının psikolojik desteği bakımından bir ihtiyacı karşılanacak” diyen Uçar, bu kurumlarda çalışacak psikolog, doktor, hukukçunun amacına uygun konumlanmış kişiler olması gerektiğini vurguluyor.

ATK KARARLARI SİYASİ Adli Tıp Kurumu’nun verdiği kararları içler acısı diyerek yorumlayan Av. Sezin Uçar, “Adli Tıp’ın üzerine düşen en büyük görev, kadının psikolojik olarak bu durumdan etkilenip etkilenmediğini test etmek. Psikolojik olarak etkilendiğine kanaat getirirlerse bu yönde bir rapor hazırlıyorlar. Ancak kriterleri de çok sağlıklı değil” diyor. ATK’ların verdiği kararların siyasi olduğunu birçok örnekte gördüklerini söyleyen Sezin Uçar, Adli Tıp Kurumu’nun bağımsız olması gerektiğini belirtti. Yargının, ilk başvuru yeri olan hastane raporlarını dikkate almamasını eleştiren Sezin Uçar, yargının da erkekten yana tutum içinde

olduğunu belirtti. “Randevuların geç verilmesi, raporların geç çıkmasından da bahsetmiyoruz, kadın aleyhine son derece kötü ve anti-bilimsel raporlar çıkartıyor” diyen Uçar, sözlerine şöyle devam etti: “Türk Ceza Kanunu açısından taciz ya da tecavüz suçunun bir karşılığı var, çok az bir ceza da diyemeyiz. Maalesef bu yönlü cezalandırılanların sayısı az. Kanunda baktığımızda bazı şeyler teorik olarak çok kötü düzenlenmemiş ama uygulama açısından aynı paralelliği göremiyoruz. Bir diğer husus, iş yerlerinde yaşanan cinsel taciz vakaları. Eşitsiz bir ilişki olduğu için baskı altında tutulması çok kolay. Hem aile içindeki, hem sokaktaki, hem de iş yerindeki cinsel tacizi önleyici hükümlerin en kısa zamanda düzenlenmesi lazım.” Cinsel saldırılara karşı politikaların oluşturulması gerektiğini belirten Av. Sezin Uçar, toplumsal cinsiyetçiliğin mutlaka değiştirilmesi gerektiğini kaydetti.

KESK’li kadınlara özgürlük ◗ ANKARA Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), 13 Şubat’ta gözaltına alınan ve tutuklanan 9 KESK yönetici ve üyesi kadınlar için Ankara Adliyesi önünde 23 Şubat günü açıklama yaptı. Emekçi memur kadınlar, sendikalarının basılması ve süreç dahilinde hukuk dışı uygulamalarda bulunanlar hakkında suç duyurusunda bulundu. Adliye önünde açıklama yapan SES Genel Hukuk ve TİS Sekreteri Aslıhan Han, tutuklanan 9 KESK ve SES üyesi kadının başka herhangi bir örgütle ilişkisinin tespit edilemediğini, masumiyet karinesi gibi ceza hukuku ilkelerinin çiğnendiğini söyledi. Eyleme destek veren BDP Kars Milletvekili Mülkiye Birtane de, AKP’nin nereye geldiğinin bir göstergesinin bu olay olduğunu söyleyerek, 8 Mart öncesi kadın emekçilerin susturulmak istendiğini söyledi. Eylemde, savcıya seslenen KESK üyeleri, “Evet, bu arkadaşlarımız örgüt üyesidir. Örgütlerinin adına faaliyette bulunmuşlardır. Bu faaliyeti bizler de yürütüyoruz. Örgütümüz SES’tir, KESK’tir” dedi.

Sahada erkek şiddetine uğradılar ◗ AMED Türkiye Futbol Federasyonu Kadınlar 2. Ligi maçı için 25 Şubat günü Elazığ’a giden kadın futbolcular, erkek hakem ve rakip takımın yöneticileri ile futbolcu ve taraftarlar tarafından linç edildi. Teknik Direktör Filiz Atay’ın da şiddet gördüğü saldırıda, 11 kişilik takımdan 7 kadın yaralandı. Yaralı oyuncular Elazığ Araştırma Hastanesi’nde tedavi altına alındı. Oyuncular, Amed’de basın toplantısı düzenleyerek, saldırıyı kınadı. Toplantıya, ayakları alçıda olan Hevidar Ödüngit (14) ile Devran Görmez (16), arkadaşları tarafından taşınarak getirildi. Sümerpark Ortak Yaşam Alanı’nda düzenlenen basın toplantısında konuşan Büyükşehir Belediyespor Kulübü Basın Sözcüsü Bişar İçli, hakem ve antrenörün sahada kadın sporculara yönelen şiddeti ve ırkçı tutumunu kınadı. Teknik Direktör Filiz Atay da Elazığsporun Teknik Direktörü Ahmet Çakır’ın kendisine daha önceki maçlarda rakip takımlara karşı şike yaptıklarını anlattığını belirtti. Atay, “Bana ‘Sen bizim bacımızsın, sana yapmayız’

diyerek baskı yapmaya çalıştı” dedi. İlk yarıda hakemin oyunculara elle müdahale ettiğini belirten Atay, “İkinci yarının 6. dakikasından itibaren fiili şiddet başladı. Bir oyuncumuz yerde iken rakip oyuncu kafasına kramponla vurdu. Ama hakem Lütfü Bektaş bizim oyuncumuza kırmızı kart gösterdi” dedi. KÜFÜR, HAKARET SALDIRI Hakemin hemen arkasından en iyi olan oyuncularına da hiçbir neden olmadan kırmızı kart gösterdiğini ve penaltı verdiğini anlatan Atay, “Bu şekilde oyun yönetilmez. Emeğimizi bu kadar hiçe sayamazsınız” diye hakeme itiraz ettiğini ancak hakemin “Çık dışarı karı” diyerek kendisine hakaret ettiğini, rakip takımın antrenörünün de “şerefsiz” diyerek yumruk attığını söyledi. Yedek kulübedeki oyuncuların da kendisine saldırdığını ve onu kurtarmaya çalışan kadın oyuncuların saldırılara maruz kaldığını belirten Atay, “Antrenör kadın ve Kürt kimliğime yönelik hakaret etti. Yanındakilere ‘saldırın’ diye talimat verdi. Amacımız kadına futbo-

‘ŞİDDETE HAYIR’ DİYEN KADINLARA SORUŞTURMA ◗ MERSİN Kadına Yönelik Şiddete Hayır haftası kapsamında 25 Kasım’da Mersin’de yapılan yürüyüş ve basın açıklamaları soruşturmalık oldu. Aralarında 11 üniversiteli kadın öğrencinin de bulunduğu 50 kadın hakkında bu eyleme katıldıkları gerekçesiyle soruşturma açıldı. Haklarında soruşturma açılan kadınlar emniyete çağrılıp ifade verdi. Soruşturma gerekçesi ise eylemi akşam saatlerinde gerçekleştirerek, 2911 sayılı Gösteri ve Yürüyüş kanununa muhalefet etmek. Mersin Üniversitesi öğrencileri Sevgi Kılıç, Deniz Gözde Öztürk, Tülin Turan, Birgül İmece, Serpil Altay, Canan Yüce, Burcu Erdem Özdemir, Susam Berdik, Kezban Turan, Sabahat Soyer ve Öze Muşlu hakkında ise hem emniyet hem de üniversite tarafından soruşturma açıldı. Soruşturmalara tepki gösteren öğrenciler ANF’ye konuştu. Sevgi Kılıç, “Bu soruşturmayla kadınların, ‘kadına şiddete hayır’ dememesi isteniliyor. Üniversite yönetimi beni çağırdı, ‘siz kadına yönelik şiddete hayır eylemlerine katıldınız mı, katıldıysanız ne amaçla katıldınız, ne tür slogan attınız’ sorularını sordu” dedi. Deniz Gözde Öztürk ise, soruşturmanın tamamen kanunsuzluk olduğunu söyleyerek, “Bu soruşturmayla devletin ne kadar kadın düşmanı olduğu bir kez daha ortaya çıktı” diyerek, tepkisini dile getirdi. Tülin Turan, emniyetteki sorgularında kendilerine, “Bu eyleme kim sizi çağırdı, bu eylemi niçin yaptınız” şeklinde sorular sorulduğunu aktardı. Üniversitenin soruşturması kapsamında ise ifadelerini üniversiteden kadın bir hocanın aldığını anlatan Turan, “Hocanın kadın olması da bilinçli olarak yapıldı. Bu şekilde kadını kadına düşman yapmak istiyorlar” dedi. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü öncesinde yapılan soruşturmanın kendilerini engelleyemeyeceğini vurgulayan Canan Yüce de, “Daha fazla eylem ve etkinlik içinde olacağız” diye konuştu.

TEHDİT DAVASINDA TEHDİT EDİYOR ◗ İSTANBUL Eski eşi Gülay Yaşar’ı intihar süsü vererek öldürdüğü iddia edilen Muhittin Özücoşkun’un “hakaret” ve “tehdit” suçlamasıyla yargılandığı davaya devam edildi. Gülay Yaşar’ın “tehdit” ve “hakaret” gerekçesiyle yaptığı başvuru, ölümünden sonra sonuçlanmış, Yaşar öldükten sonra Özücoşkun hakkında dava açılmıştı. Daha önce hakkında yakalama kararı verilen Muhittin Özücoşkun, nöbetçi savcılıkta ifade vermiş ve tutuksuz yargılanmak üzere salıverilmişti. İstanbul 29. Sulh Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya tutuksuz sanık Özücoşkun’un yanı sıra Gülay Yaşar’ın babası Duran Yaşar katıldı. Özücoşkun yakınlarının duruşmaya kitlesel olarak katılması dikkat çekti. Kadın örgütlerine ve Gülay Yaşar’ın ailesi üzerinde baskı oluşturma çabası olarak yorumlandı. Özücoşkun, daha önce, davayı takip eden SKM üyesi Tuğba Gümüş’ü tehdit etmişti. Sanık Muhittin Özücoşkun, Gülay Yaşar’ı tehdit etmediğini iddia ederek, boşandıktan sonra da görüşmeye devam ettiklerini öne sürdü. Baba Duran Yaşar, şikayetinde ısrarcı olduğunu bildirdi. Yaşar’ın avukatı Selda Savaş, duruşma bitiminde, “Soruşturmanın başından bu yana adaletin tecelli edeceğine inancımı yitirdim. İstifa ediyorum” diyerek, duruşmadan çekildi. Kadın örgütlerinin müdahillik başvurusunun reddedildiği duruşma, 31 Mayıs 2012 tarihine ertelendi. Yine eşi Necmettin Akhan tarafından 27 Nisan 2011 tarihinde Arnavutköy’de öldürülen Zeynep Yılmaz davasının 24 Şubat’ta görülen duruşmasında Yılmaz’ın kardeşleri ve babası tanık olarak dinlendi. İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada, tanıklar, Zeynep Yılmaz’ın Necmettin Akhan tarafından planlı bir şekilde öldürüldüğünü belirterek, “adalet” istedi. Duruşma, 4 Mayıs 2012 tarihine ertelendi.

GENÇ KADINLARDAN ‘GÜLDÜNYA FANZİN’İ

lu sevdirmek ve erkek şiddetine son vermek. Ancak maalesef biz sahada erkekler tarafından şiddete uğradık” dedi. SKM, SALDIRIYI KINADI ESP/ Sosyalist Kadın Meclisleri, Diyarbakırlı kadın futbolculara yapılan saldırıyı kınadı. SKM, hakem ve Hedefspor teknik direktörü Ahmet Çakar’ın ırkçı saldırganlıkla futbolcu kadınların Kürt kimliklerini de hedef aldığını vurguladı. Erkeğe ait olarak görülen futbolun, aynı zamanda erkek-

liğin de üretildiği bir alan olduğu belirtilen açıklamada, şu ifadeler yer aldı: “Bu ırkçı, cinsiyetçi, tekçi saldırganlık münferit, basit bir futbol olayı olarak görülemez. Saldırganlar bu gücü ve cesareti, egemen baskıcı, retçi, tekçi ve inkarcı zihniyetten ve uygulamalardan almaktadır.” Amed’li kadın futbolcuların yalnız olmadığını bildiren SKM, “Barış, kardeşlik, eşitlik, adalet ve özgürlük için alanlara çıkacağımız 2012 8 Mart’ının öngünlerinde yaşanan bu saldırıyı, kadına yönelik bu şiddetti kınıyoruz” dedi.

◗ ISPARTA Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi öğrencisi genç kadınların hazırladığı, hazırlanırken dijital ortam değil el yazısının kullanıldığı Güldünya Fanzin’in ilk sayısı çıktı. “Dans edemediğim devrim benim devrimim değildir” sloganıyla ilk sayısı çıkan fanzin, kadınları 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde şiddete karşı birleşmeye çağırıyor. Fanzinin içeriğinde 8 Mart’ın tarihçesi, kadınların vicdan-i reddini kaleme alan “Elimizin hamuruyla reddediyoruz”, görsel ve yazılı medyada kadının erkek egemen toplumdaki rolleri üzerine eleştirel bir bakış açısıyla yazılmış “muhteşem medya”, felsefedeki aydınlanma sürecinde kadınların yok sayılması üzerine “aydınlanmada karanlıkta kalan kadın”, ayrıca kültür-sanat bölümünde “Soraya’yı Taşlamak” filminin tanıtım yazısı yer alıyor.


3 Mart 2012 ◗ ADANA Adana’nın Kozan ilçesinde yapımı devam eden Gökdere Köprü Barajı’nın tüneli patladı. 24 Şubat’ta meydana gelen patlama sonrası 10 işçi sulara kapılarak yaşamını yitirdi. İşçilerden birçoğunun cansız bedenlerine henüz ulaşılamadı. AKP hükümeti döneminde dört bir yanda HES inşaatları başladı. Bunlardan bir kısmı baraj kurulmak istenen bölgenin halkı tarafından engellendi. Yapılan barajlar doğayı yok ederken, Gökdere’de olduğu gibi insan hayatına da kast ediyor. Denetimsizlik, Gökdere’de 10 işçinin canı-

YAŞAM

atılım 3

Bile bile öldürüldüler na mal oldu. Adana Valisi’nin iş cinayetine dair yaptığı resmi açıklamaya göre, bir süre önce su tutulmaya başlanan Gökdere Köprü Barajı’nın Dipsavak Derivasyon Tüneli kapağı patladı. Patlamadan sonra şantiyede çalışan işçilerden Selahattin Aral, Erdal Demirçelli, Veli Damaksız, Erkan Yiğen, Necmettin Karayiğit, Eyüp Altıntaş, Mehmet Yılmaz, Durmuş Yalçın, La-

tif Değirmenci ve Cumali Değirmenci sel sularına kapılarak kayboldu. EnerjiSA tarafından yürütülen baraj inşaatında yaşanan patlamanın ertesi günü baraja yaklaşık 10 kilometre uzaklıkta kayıp işçilerden kepçe operatörü 27 yaşındaki Eyüp Altıntaş ile evli ve bir çocuk babası olan kepçe operatörü Cumali Değirmenci’nin cesedine ulaşıldı. Yaşamını yitiren işçilerin aileleri büyük

bir acı yaşadı, fenalık geçirdi. Gazetemiz yayına hazırlandığı sırada kayıp işçileri arama faaliyetleri sürüyordu. BİR HAFTADIR SIZINTI VARDI İnşaatta çalışan işçilerden birisi, patlamanın saat 13.15 sıralarında meydana geldiğini, bu sırada çok sayıda işçinin cuma namazında ya da öğle namazında olması nedeniyle

büyük bir facianın eşiğinden dönüldüğünü söyledi. İsmini vermek istemeyen işçi, “Kapakta 1 hafta önce sızıntı vardı. Olay günü kapak fazla tazyike dayanamayıp patladı” dedi. Suya kapılan arkadaşlarına halat atarak kurtarmak istediklerini ama tazyikli su yüzünden başaramadıklarını söyleyen işçi, “Arkadaşlarımız gözümüzün önünde sularda kayboldu. Allah’tan çok sayıda arkadaşımız cuma namazı ile öğle yemeğine gitmişti. 15 gün önce setin önünde dalgakıran yapıyorduk. 50 işçi çalışıyordu. Patlama o zaman olsaydı biz de ölmüş olacaktık” diye konuştu.

Katliam ihmallerle geldi Adana Kozan’da Gökdere Köprü Barajı Derivasyon Tüneli’nin patlamasıyla baraj inşaatında çalışan 10 işçi sulara kapılarak yaşamını yitirdi, birçoğunun cenazesine hala ulaşılamadı. Devlet ve hükümet yetkilileri olayı “kaza” olarak açıklasa da, işçilerin ve görgü tanıklarının anlatımları, katliamın ağır ihmaller sonucu oluştuğunu gösteriyor. ◗ ADANA Adana’nın Kozan İlçesi’nde Gökdere Köprü Barajı Tüneli’nin patlaması sonucu meydana gelen olayda, ağır ihmaller olduğu ortaya çıktı. İşçiler, haftalar öncesinde tünelin su kaçırdığını bildirdi. Yetkililer, su kaçağı için, “Balıklar için akıtılıyor” dedi. Olay günü, kum torbalarıyla su kaçağı giderilmeye çalışıldı. Tüm bunlar yaşanırken, işçiler zorla çalıştırıldı. Daha önce 700 olan işçi sayısı, kaza meydana geldiğinde yarı yarıya düşürülmüştü. Kaybolan işçilerin bir kısmı çevre köylerden, bir kısmı da Şırnak, Van ve Malatya’dan.

Gökdere Köprü Barajı’nda iş güvenliği tedbirlerinden feragat edilirken, çatlak bilinmesine rağmen tehlikeli bölgede işçiler çalıştırılırken, 10 ölümün ardından iş güvenliği tabelaları dikkat çekti.

ŞANTİYE ŞEFİ: DENETİMİ BAKANA SORUN Şantiye şeflerinden Haldun isimli proje müdürü, ısrarlı sorularımız karşısında, “Şu anda tek ilgilendiğimiz, 8 arkadaşımıza ulaşmak. Buradaki bütün inşaat durmuş durumda. Bütün çalışmalar onlara ulaşmak üzerine” dedi. Olayla ilgili ihmal olup olmadığına ilişkin sorularımızı yanıtlamaktan kaçınan proje müdürü, bilirkişi çalışması tamamlanmadan birşey söylemeyeceğini belirtti. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun “Özel şirketler yeterince denetlenmiyor” şeklindeki açıklaması üzerine söz konusu şantiyede denetimin yapılıp yapılmadığını sorduğumuzda, “Bunu gidin bakana sorun” şeklinde yanıtladı. KÖY MUHTARI: BELGE İMZALATMAK İSTEDİLER, İMZALAMADIM Velicanlı köyü muhtarı Ali Özcan, “Olaydan birkaç gün önce bana su tutulmaya başlandığına dair bir tutanak imzalatmaya kalkıştılar. Ben de içeriğini bilmediğim belgeyi imzalamadım” dedi. Yakınlarını kaybedenlerle konuştukça, gizlenen ihmaller de ortaya çıktı. Enkaz altında kalan işçilerden Selahattin Aral’ın akrabası Osman Bozdoğan, “Eniştem, ‘sürekli su seviyesi yükseliyor’ diye şikayet ediyordu. Onlar şikayet ettikçe zorla çalıştırıldılar. Yetkililer, kapaktan su akmasını, ‘balıklar için’ diye açıkladılar. Öğle yemeğinden kısa süre önce bir patlama oldu. Bunun üzerine işçilere kapağı kapattırmaya kalkıştılar. O sırada kapak tamamen patladı” dedi. Benzer bir anlatımı, hayatını kaybeden Eyüp Altıntaş’ın amcası Hasan Altıntaş yaptı. Altıntaş, “Ölen yeğenim Eyüp Altıntaş ile sürekli görüşüyordum. Kendisi baraj aşırı derecede su kaçırıyor ve düzensizlik var diyordu. Korkarak çalıştığını söylüyordu. Sızan suyun içinde makine ile zor çalışıyorum demişti. Bunu defalarca bana söylemişti. Kapaktan su kaçırmasına rağmen yetkililer demek ki bunu biliyorlar ve bile bile yapıyorlar gibi. Bu işte bir ihmal var. Baraj yetkililerinden şikayetçi olacağız ve hakkımızı arayacağız” diye konuştu. ‘KUM TORBALARIYLA KAPATMAYA KALKTILAR’ İşçilerin yakınlarından İlyas Akagündüz ise şunları söyledi: “Benim de iki kardeşim şirkette işçi olarak çalışıyor. Kardeşlerimden birisi hafriyat görevlisi olarak çalışıyor. Dün kardeşlerimden duyduğuma göre 100 metre yukarıdan su kaçaklarını engellemek için torbalar atılmış. Yaklaşık 150 torba atmışlar. İşçilerin yemek yediği sırada bir patlama olmuş ve işçiler verilen alarm üzerine oradan kaçmışlar. Benim hafriyatçı kardeşim tam işini bitirmiş, diğer kamyon girdiği sırada baraj kapağı patlamış ve o kamyoncu arkadaş sel sularına kapılarak kaybolmuş. Ancak birkaç gün önce barajın kapağının su kaçırdığını söylüyorlardı ve tamir için uğraşıldığını duymuştum.” İnşaatına 2009’da başlanan Gökdere Barajı’nin 2012 yılında teslim edilmesi planlanıyordu. Sabancı grubuna bağlı EnerjiSA tarafından inşa edilen barajda çalıştırılan 700 işçiden yarısı, inşaatın tamamlanmakta olduğu gerekçesiyle işten atıldı. Baraj inşaatı, yeterli iş güvenliğinin alınmaması, ortaya çıkan arızaya zamanında müdahale edilmemesi üzerine 10 işçiye mezar oldu. Şimdi, şantiyenin hemen girişinde ise “iş güvenliği” ile ilgili tabelalar duruyor. (ETHA/ FUAT UYGUR)

Her yerde HES var, denetim yok TMMOB, Göksu Nehri üzerinde kurulan Gökdere Köprü Barajı inşaatında meydana gelen kazayla ilgili hazırladığı raporu kamuoyuyla paylaştı. Adana Gazeteciler Cemiyeti’nde basın toplantısı düzenleyen TMMOB heyeti, söz konusu kazayı işçi sağlığı ve iş güvenliğine önem verilmemesi, kontrolsüz HES inşaatları ve denetimsizlik, yoğun emek sömürüsü ve barajın bir an önce bitirilme isteğine bağladı. Kontrolsüz inşaatların tüm bölgeyi ve Adana’yı bile tehdit ettiğine dikkat çekildi. İMO Adana Şube Başkanı Abdullah Bakır, MMO Şube Başkanı Hüseyin Atıcı, EMO Şube Başkanı Mehmet Mak ve şube yönetim kurulu üyelerinden oluşan heyet, inceleme sonucu elde ettikleri bilgi ve araştırılması gereken konuları aktardı. İMO Şube Başkanı Abdullah Bakır, Gökdere Köprü Barajı’nın doluluk hacminin 93 milyon metreküp olduğunu, kaza anında barajda 87 milyon metreküp su bulunduğunu anlattı. Bakır, barajın daha tam dolmadan kapağının patlamasının manidar olduğunu söyledi. İMO Şube Başkanı, “Baraj inşaatı tamamlanmadan gövdede su tutulmaya başlanmış olması, mansap (tünel kapak ağzı) bölgesinde işçilerin çalışmaya devam

Bakan, denetimin önemini yeni farketti!

Veysel Eroğlu, kendi baetmesi felakete davetiye çıkarmıştır. Orman ve Suişleri Bakanı Dolayısıyla barajın mansabında çaolan denetim konusunda, kanlığının da sor umluluğu l lışma yapan işçiler hayatını kaybetanlaşılıyor” dedi: “Baraj, öze “Ne kadar önemli olduğu ar kad ne n imi miştir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği konuAslında denet sektörün yaptığı bir baraj. sunda dikkatsizlikler can kaybına yol derivasyon tünelinde kaBir r. olduğu anlaşılıyo li em ön açmıştır” dedi. ası vuku bulası neticesinde suyun boşalm ılm sıyr ın pağ n Abdullah Bakır, son yıllarda artan i husus var, oradan boşala du. Ama şöyle bir sevindiric HES inşaatlarına da dikkat çekerek, a ajd bar o , var igöze Barajı sular hemen akabinde Yed “Örneğin, DSİ çok daha büyük inşakın riski yok.” toplanıyor. Herhangi bir taş atlar yaptı. Ancak sürekli bir denetim HABER VERMEDİNİZ!’ YE Nİ ‘DAHA ÖNCE mekanizması vardı ve kazalar minimize Coş ise kaybolan işçileAdana Valisi Hüseyin Avni edildi. Şimdi durum farklı. Alakalı alaın de çalışan işçilerin, sızıntın kasız özel şirketlere HES inşaat lisansı rin yakınlarının ve şantiye önlem alınmadığını söyleverildi. Şu anda Danıştay’ın doğru bir daha önceden bulunduğu, revini işçilere ve işçi yakınla kararla iptal ettiği genelgeyle, bunların meleri üzerine denetim gö bir ted iz, niye haber vermedin denetlenmesi de özel şirketlere verildi. rına devretti, “Daha önce Kazanın temel nedenlerinden bir tanealırdık” dedi. si, bu denetimsizliktir. Tabi, HES’lerle birlikte işçi sağlığı ve iş güvenliğinin geri dikkat çekti. Atıcı, “Söz konusu plana itilmesi, çevrenin ve doğanın tahribatı da barajın inşaatının erken bitirilmesi için iş gütemel bir sorun olarak duruyor” diye konuştu. venliği geri plana itildi. Buradaki kaza, ucuz iş güvenliğine dayalı, azami kar amaçlı emek yoUCUZ İŞGÜCÜ VE AZAMİ KAR ğunluklu sanayileşme anlayışının bir sonucudur. ANLAYIŞININ SONUCU Daha inşaat devam ederken barajda su tutulMMO Şube Başkanı Hüseyin Atıcı da, baraj maya başlanması, kabul edilebilir bir durum deinşaatında güvenlikle ilgili ihmallerin olduğuna ğildir” dedi.

HES’ler işçileri de katlediyor ◗ ADANA Adana’da, Gökdere Köprü Baraj inşaatındaki patlama ve işçilerin ölümü üzerine açıklama yapan sendikalar ile siyasi parti ve kurumlar, “HES’ler yaşamı yok ediyor, işçileri katlediyor” dedi. Adana Gökdere Köprü baraj inşaatında 10 işçinin sulara kapılarak kaybolduğu iş cinayeti, sendika, meslek örgütü ve siyasi parti ile dernekler tarafından 25 Şubat’ta protes-

to edildi. Adana Halkların Demokratik Kongresi, Türk-İş, DİSK, KESK, Adana Tabip Odası, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, İHD, ÖDP, TKP ve DHF’nin de aralarında olduğu kurumlar, İnönü Parkı’nda konuya ilişkin basın açıklaması yaptı. Kurumlar adına açıklamayı okuyan Güven Boğa, sözlerine, “Davutpaşa, Tuzla, Bursa, Balıkesir, Zonguldak, Ostim, Elbistan ve İstanbul’da ortaya çıkan katliam gibi

iş kazalarından sonra ölüm, acımasız yüzünü bu kez Adana Kozan’daki baraj inşaatında kendini gösterdi” diye başladı. AKP’nin doğal ve kültürel varlıkları yok eden politikalarına dikkat çeken Boğa, HES’ler ve maden ocakları, 2B kanunu, SİT alanlarına ilişkin kanunu hatırlattı. “Yıktıkları bölgelerde yaşayan halkın tabiatı ve yaşam hakkını koruma iradesi ve gayretini yok sayıyorlar. Anadolu’nun bu yıkım planlarına sessiz kalacağını zannediyorlar” diyen Boğa, ekledi: “Çok yanılıyorlar. Bu topraklardaki yaşamı tırnaklarıyla kazıyarak var eden halk, elbet bu haksızlığa uygun bir cevap verecektir. Yaşam alanlarını ve kültürünü korumak için bu rant yaratma hırsınıza elbet dur diyecektir.” Doğanın tahribatının yanı sıra HES’lerin, işçilerin yaşamına da mal

olduğunu belirten Güven Boğa, Gökdere barajında yaşananları hatırlattı. Boğa, “10 işçinin canına mal olan bu durum, yalnızca bazı teknik eksiklikler ve kullanılan malzemelerin kalitesizliği ile açıklanamaz” dedi. TAŞERON ÇALIŞMA ÖLÜMLERE DAVETİYEDİR Boğa, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği sisteminin bütüncül politikalar ve merkezi bir müdahale gerektirdiğinin altını çizdi. “Özelleştirme ve taşeronlaşmayla bu bütünlük parçalanmış ve etkin müdahale olanakları ortadan kaldırılmıştır” diyen Güven Boğa, aynı zamanda denetim eksikliğine işaret etti. Boğa, “Sonuç ortadır: Adana Kozan’da yaşananlar bize acı ve gözyaşını yeniden tattırdı. Oysa bu ölümleri durdurmanın çaresi çok açık” diye konuştu.

ROTA duygu toprak Irkçı düşmanlığa inat... 27 Şubat Cumartesi günü Taksim’de Hocalı katliamıyla ilgili anma gösterisi adı altında ırkçı bir eylem düzenlendi. Günler öncesinden şehrin merkezi yerlerinde sayısız bilboard kiralandı. Hemen hemen tüm burjuva gazetelere tam sayfa ilanlar verildi. Nazlı Ilıcak gibi ruhunu şeytana satmış kimi ‘gazeteciler’, köşelerinde mitinge katılım çağrısı yaptı. Takvimler 27 Şubat’ı gösterdiğinde yaşananlar ise malum: Irkçı hezeyana kapılmış on bin kişi… “Hepiniz Ermeni’siniz, hepiniz piçsiniz”, “Bozkurt Ogün”, “Bozkurt Çatlı” ve benzeri sloganlar, pankartlar, dövizler… Peki, bu eylemi kim organize etti? Bu eylemi organize edenlerin niyeti neydi? Bu eylemi düzenleyenlerin Hocalı’da yaşananlarla, Hocalı’da yaşananların acılarıyla bir bağ kurmak gibi bir dertleri olmadığı aşikardı, mitingde yaşananlar malumun ilanı oldu. Bundan 5 sene önce olsaydı, böyle ırkçı, ayrımcı, nefret dolu bir eylemi kimin ya da kimlerin organize ettiğine dair içimizde en ufak bir şüphe olmazdı. Veli Küçükler, Kemal Kerinçsizler, Sevgi Erenerollar ön saflarda, kol kola, miting alanındaki yerlerini alırdı. Ancak 5 sene içinde Türkiye ciddi değişimler yaşadı. O ekip, ‘dalga dalga’ Ergenekon operasyonlarıyla fiili olarak tasfiye edildi. Hatta o kadar ileri(!) gidildi ki, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bile demir parmaklıkların ardına gönderildi. Dünün sırça köşklerinde yaşayan paşa eşleri, Anıtkabir’de ‘eylemci’ oldu. AKP, güçlendikçe, iktidarını korumaya çalışan Kemalist odağı dağıtmak için var gücüyle çalıştı. AKP güçlendikçe vahşileşti, vahşileştikçe güçlendi. Nitekim Hrant Dink davasının seyri de aynı malumun ilanı oldu. 5 sene önce “Hrant’ın katili Ergenekon devleti” diye bir araya gelen on binler, 5 sene sonra “Faşistler vuruyor, devlet koruyor” diye slogan atar oldu. Hrant Dink’in katledilişine karışan sorumlular hakkında soruşturma izni vermeyen İçişleri Bakanlığı’nın yeni sahibi İdris Naim Şahin’in mitingde konuşması manidardır. Hrant Dink’i öldüren tetiği AKP mi çekmiştir bilinmez ancak silahın emniyetini AKP açmıştır. AKP’ye bağlı istihbarat ve emniyet yetkilileri, Hrant Dink’in öldürüleceğini görmüş, duymuş, bilmiştir. Ancak hiçbir önlem almadığı gibi, AKP, besleyip semirttiği katilleri korumuştur. Sadece tetikçi cezalandırılarak, ‘cinayette örgüt yok’ denilerek adeta yeni katliamlara yol açılmıştır. Puşiden, yarım limondan, kırık şemsiyeden, yağmur altında yürümekten örgüt yaratan yargı, bir Ermeni aydının vurulmasını ‘münferit’ bir vaka haline getirmiştir. Taksim’deki eylem, aynı ‘münferit’likle yeni cinayetlerin hazırlığıdır. Dün, Hrant Dink’in Genel Yayın Yönetmenliği’ni yaptığı Agos Gazetesi önünde “Hrant Dink, bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir” diyen Kemal Kerinçsiz hapiste olabilir. Ancak, Agos önüne yürümek isteyen faşistlere kol kanat geren, onları selamlayan İdris Naim Şahin iktidardadır. Hrant Dink öldürülmeden önce nasıl bir nefret kampanyasına maruz bırakılmışsa, aynı kampanya başka yürütücülerin eliyle sürmektedir. Madem ki, AKP malumu ilan etmekten imtina etmemektedir, biz de aynı malumu ilan edelim: Takke düşmüş, kel görünmüştür. Bu miting adı altındaki nefret gösterisinin biricik müsebbibi AKP Hükümeti’dir. Hükümetken iktidar olan AKP, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ırkçı-ayrımcı-tekçi-faşizan geleneğiyle bütünleşmiş, bir olmuştur. Ergenekon çetesini tasfiye eden AKP, aynı çetenin ideolojisini İslam sosuna bulayıp kendi Ergenekon’unu kurmuştur. Devleti ele geçiren AKP, devletin temel kurumlarından hiçbirine dokunmamış, söz konusu kurumları kendisine yontmuştur. Bu bir intikam denemesidir. “Hepimiz Hrant’ız hepimiz Ermeni’yiz” diyen on binlerce kişiden, aynı zamanda bu topraklarda yaşamakta ‘ısrar’ eden on binlerce Ermeni’den duygusal bir intikam alınmak istenmiştir. ‘Ergenekon çetesi’, Hrant Dink gibi, Türkiye halklarının vicdanını temsil eden bir aydını katlettiğinde, amaçladıklarına ulaşamadılar. Umutsuzluk, korku, güvensizlik, ‘güvercin tedirginliği’ yaratmak istemişlerdi, olmadı. Türkiye halkları, onuruna, vicdanına sahip çıktı. Yüz binler, “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz” dedi. Bu unutulmamalıdır. Türkiye halklarının bir kez daha Ermeni olmasının zamanı gelmiştir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan coğrafyasının bir aydınını daha çetelere kurban vermesi mümkün değildir. Barış ve kardeşlik, sosyalistler tarafından tekrar inşa edilmelidir. Ermenilerin maruz kaldığı zulüm, coğrafyamız halklarına reva görülenler, kitle ajitasyonunun olağan bir parçası haline getirilmeli, özellikle Türk ve Müslüman kesimler arasında yürütülen kitle faaliyetinde, Ermeni halkının acısını anlama, saygı duyma, sahiplenme çağrısı yapılmalıdır. Hükümet desteğiyle meydanlarda yükseltilen ırkçı saldırganlık ise, öncelikle meydanlarda yanıtlanmalıdır. Halklarımızın vicdanı ırkçıların körüklediği düşmanlıktan daha güçlüdür. Hrant’ı uğurlayan, davasını sahiplenen yüz binler bu gücün somut ifadesidir. Sözümüz ve eylemimizle meydanlarda olmayı sürdüreceğiz. Irkçı nefret ve düşmanlığa inat, hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz!

Semih babasından olta bekliyor Baraj kapağının patlaması sonucu suya kapılıp yaşamını yitiren Eyüp Altıntaş ve Cumali Değirmenci’nin cenazeleri, 26 Şubat’ta toprağa verildi. Cenazeler defnedilirken, işçilerin aileleri büyük bir acı yaşadı. Cumali Değirmenci’nin yakınları, yaklaşık 8 yıldır İstanbul’da baraj şantiyelerinde çalıştığını, çocuğu olduktan sonra Kozan’a geldiğini anlattı. Yakınları, Cumali Değirmenci’nin borç yaparak bir ev aldığını, son taksitini geçtiğimiz ay ödeyince, “Rahata kavuştum” dediğini aktardı; “Küçük oğlu Semih’in olanlardan haberi yok. Evde oyun oynuyor. Babası işe gitmeden önce ona olta alacağını ve birlikte balığa gideceklerini söylemiş. Durmadan babasını ve getireceği oltayı soruyor. Biz O’na ne cevap vereceğiz?” dedi.


4

atılım

SDÜ’DE HER EYLEM SORUŞTURMALIK ◗ ISPARTA Süleyman Demirel Üniversitesi öğrencilerinin her eylemi soruşturmalık oluyor. Geçtiğimiz dönem harç zamlarını protesto eden öğrencilere açılan soruşturmayı protesto eden öğrencilere de soruşturma açıldı. Rektörlük, Güzel Sanatlar Fakültesi önünde açıklama yapan öğrencilerden 1 kişiye 1 ay, 51 öğrenciye ise 15 gün okuldan uzaklaştırma cezası verdi. SDÜ rektörlüğünün soruşturması bununla sınırlı değil. Rektörlük, 2 Ocak’ta Uludere katliamını protesto eden 80 öğrenci hakkında da soruşturma başlattı. Devam eden soruşturmaya, eylem günü Isparta dışında bulunan SGD üyesi Gizem Çelebi de dahil edildi. Rektörlüğe dilekçe veren Çelebi, hakkındaki soruşturmanın geri çekilmesini istedi.

IMF PROTESTOSU TUTUKLULARI TAHLİYE EDİLDİ ◗ İSTANBUL 2009 yılındaki IMF-Dünya Bankası Zirvesi protestosunda polis helikopterine havai fişek attığı gerekçesiyle tutuklanan 3 DHF’li, 28 Şubat’ta görülen duruşmada tahliye edildi. Beşiktaş’taki İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıkarılan Ali Haydar Ben, Erdem Taş ve Sebeki Özün, tahliyelerini ve beraatlerini istedi. 2 yıl üç ay süren tutukluluğun ardından mahkeme heyeti, “Meclis’teki kanun tasarısında TCK’da ve 3713 sayılı yasada değişiklik öngörüldüğünden bir celse beklenmesine, tutuklu sanıklar Erdem Taş, Ali Haydar Ben ve Sebeki Özün’ün tutuklu kaldıkları süre göz önüne alınarak tahliyelerine” karar verdi. 6-7 Ekim 2009 tarihinde İstanbul’da toplanan IMF-Dünya Bankası Zirvesi’ni protesto eylemlerinde Ali Haydar Ben polis helikopterine havai fişek attığı, Erdem Taş ve Sebeki Özün ise 2007 1 Mayıs’ında molotof hazırlamak iddiasıyla tutuklanmıştı.

CEZAEVİNDE VİCDANİ REDDİNİ AÇIKLADI

GENÇLİK

3 Mart 2012

DYG davasında gençler ‘Ez li vir im’ dedi

Öğrencilere tahliye yok

DYG üyesi 72 öğrencinin yargılandığı Beşiktaş Adliyesi, içeride ve dışarıda gençlerin direnişine sahne oldu. “Ez li vir im” diyerek direnişe geçen öğrencilere dışarıda toplanan HDK’li gençler “Baskılar bizi yıldıramaz” sloganları ile destek verdi. ◗ İSTANBUL Demokratik Yurtsever Gençlik üyesi 54’ü tutuklu 72 öğrencinin, “Demokratik Yurtsever Gençlik Özsavunma Birlikleri” suçlamasıyla İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davanın ikinci duruşması 29 Şubat’ta görüldü. Avukatlar ve yargılanan öğrenciler dışında kimse duruşma salonuna alınmadı. DURUŞMADA ‘KAHROLSUN FAŞİZM’ SLOGANI 54 öğrencinin tutuklu olarak yargılandığı duruşmada, kimlik tespitinde öğrencilerin anadillerinde savunma yapmak istemeleri krize neden oldu. 30’a yakın avukatın girdiği duruşmada, Kürtçe “Ez li virim” diyen öğrencilere mahkeme heyeti, talepleri dava sonrasında değerlendireceğini söyleyerek, kimlik tespitlerini yapmadı. Gençlerin anayasal haklarını kullanarak yasal ve demokratik eylemlere katıldığının altını çizen müdahil avukatları, müvekkillerinin anadilde savunma taleplerinin karşılanmasını ve tutuklu öğrencilerin tahliyesini talep etti. Davayı izlemek üzere mahkemeye gelen BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, mahkeme başkanının talimatı ile duruşma salonuna alınmadı. Yargılanan öğrenciler, mahkemenin bu tutumunu, “Kahrolsun faşizm” sloganları ile protesto etti. HDK’Lİ GENÇLER: ZULME BOYUN EĞMEYECEĞİZ Mahkeme salonunda öğrenciler anadilde savunma taleplerinde ısrar ederken, adliye önüne gelen Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Gençliği de, yargılanan öğrencilere destek verdi. Eyleme BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder, sanatçı Ferhat Tunç da destek verdi. “600 arkadaşın tutuklu haberin var mı?” pankartı ve “Baskılar bizi yıldıramaz” dövizleri açan HDK Gençlik üyeleri, sık sık “Zindanlarda direnen çocuklara bin selam”,

“Gözaltılar tutuklamalar baskılar bizi yıldıramaz”, “Kahrolsun İmralı işkencesi” sloganları attı. SİYASİ LİNÇ Kürtçe ve Türkçe açıklama yapılan eylemde Türkçe basın metnini okuyan Türkan Yıldız, öğrencilerin, avukatların, gazetecilerin, akademisyenlerin tutuklandığını hatırlatarak, KCK adı altında yürütülen siyasi operasyonları, ‘siyasi linç’ olarak nitelendirdi. İstanbul Üniversitesi öğrencilerinden Kürt illerinde doğanların doğum yerlerinin iddianameye suç delili olarak eklendiğine dikkat çeken Yıldız, “Kürt olmak suçlu sayılmamıza yeterli hale gelmiştir” dedi. Uzun tutukluluk sürelerine dikkat çeken Yıldız, “Uzun tutukluluk süreleri ile eğitim hakları ellerinden alınarak bir kez daha mağdur ediliyor” diye konuştu. Yıldız, sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz, HDK Gençliği olarak baskı ve zulme boyun

eğmeyeceğimizi bir kez daha buradan haykırıyoruz. Arkadaşlarımıza sahip çıkmaktan vazgeçmeyeceğiz. Cezaevlerinde tek bir siyasi tutsak kalmayana dek mücadelemizi sürdüreceğiz.” ÖNDER: MAHKEME BAŞKANI YARGILANMALI BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, duruşmaya alınmamasına tepki gösterdi. İçeri girmek istemesi üzerine mahkeme başkanının, “Siz içeri girerseniz aileleri de dışarı çıkarırım” dediğini belirten Önder, mahkeme başkanının TCK’nın şantajı düzenleyen hükümlerinden yargılanmasını istedi. Önder, “Bu gençler, dün Taksim’de kan isteyen İdris Naim Şahin’den daha insandır, daha hümanisttir, daha demokrattır” dedi. Duruşma salonuna alınmayan aileler ve yüzlerce kişi, adliye önünde Kürtçe ezgiler eşliğinde halaylar çekerek, arkadaşları için adalet nöbeti tuttu.

◗ İSTANBUL Haklarındaki suçlamaya dair hiçbir delil olmadan 1.5 yıldır cezaevinde tutulan 3 öğrenci, 24 Şubat’ta ilk kez hakim karşısına çıktı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada tahliye çıkmadı. Duruşmayı izlemek için gelen Sosyalist Gençlik Derneği ve Liseli Öğrenci Birliği üyeleri ile Ezilenlerin Sosyalist Partisi Genel Başkan Yardımcısı Alp Altınörs ve ESP üyeleri, salonun küçük olması gerekçe gösterilerek salona alınmadı. 19 Aralık cezaevi katliamının yıl dönümü nedeniyle düzenlenen eyleme katıldıkları için yargılanan gençler, mahkemelerin görevsizlik kararı vermesi nedeniyle, 1 yıldır Yargıtay Uyuşmazlık Mahkemesi’nden gelecek kararı bekliyordu. ‘SİSTEM ÇOCUKLARI EZİYOR’ Duruşmaya, 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dosyanın tutuklu sanığı Mustafa Kapar ile birlikte, tutuklu öğrenciler Cebrail Günebakan, Volkan Akkuş ve Tayfun Kebeli katıldı. Tayfun Kebeli’nin avukatı Can Yalçınkaya, Kebeli’nin 1.5 yıldır cezaevinde olduğunu ve sadece bir kere duruşmaya çıktığını hatırlattı. Yalçınkaya, “Sistem çocukları eziyor. Bunlar suçsuz çocuklar. Tayfun’un tahliyesini talep ediyorum. Artık yeter” dedi. Cebrail Günebakan ve Volkan Akkuş’un avukatı Sezin

Uçar, gençler hakkında hiçbir somut delil olmadığına dikkat çekti. Mahkeme, tahliye taleplerini reddederek duruşmayı, 1 Haziran 2012 tarihine erteledi. ÖĞRENCİYİ TUTUKLAYANLARDAN HESAP SORACAĞIZ Sosyalist Gençlik Derneği (SGD) üyeleri, arkadaşları için adliye önünde açıklama yaptı. “Evet, isyankarız. Öğrenciyi tutuklayanlardan hesap soracağız” yazılı pankartın açıldığı eylemde İstanbul SGD Başkanı Didem Arda, açıklama yaptı. Son dönemde artan tutuklamalara dikkat çeken Arda, “Her kesime fütursuzca saldıran hükümetin saldırılarından öğrenciler de paylarını düşeni alıyor” dedi. Arda, Antep Üniversitesi öğrencisi Welat Yıldız’ın 1 hafta önce benzer gerekçelerle tutuklandığını hatırlattı. Arda, söz konusu eylem tarihinde 18 yaşından küçük olan Cebrail Günebakan’ın Ağır Ceza Mahkemesi’nde, Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ın ise Çocuk Mahkemesi’nde yargılandığını belirtti. Eylemde, “Tutuklu öğrenciler serbest bırakılsın”, “Baskılar bizi yıldıramaz” sloganları atıldı. İzmir Halkların Demokratik Kongresi Gençlik Meclisi, 24 Şubat günü öğrencilere, aydınlara, yazarlara yönelik tutuklamaları protesto etti. HDK Gençlik Meclisi, Konak YKM önünden Kemeraltı girişine kadar yürüyüş gerçekleştirdi.

yıldı! a s t’ u y o ‘s k a y a d e iy c n re Öğ

◗ İSTANBUL ‘KCK’ soruşturması kapsamında 2 aydır tutuklu bulunan gazeteci İsmail Yıldız, cezaevinden vicdani reddini açıkladı. Türkiyeli vicdani retçiler ve antimilitaristler, düzenledikleri basın toplantısında Yıldız’ın gönderdiği vicdani ret deklarasyonunu açıkladı. Asker olmayı reddettiğini belirten Yıldız’ın vicdani ret deklarasyonunda kısaca şunlar ifade ediliyor: “Kaldığım Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevi, dünyadaki on binlerce hapishanelerden biri olup, ailelerimizden, dostlarımızdan ve özgürlük düşlerimizden dolayı mahkum edildiğimiz bir kara deliktir. Ben de, en başta annesinin karnında bir bebek olarak, bir tiyatrocu ve gazeteci olarak, bir Kürdistanlı olarak, bir anarşist ve savaş karşıtı olarak, bir antikapitalist ve antimilitarist olarak, kısaca, yeryüzünün bir lanetlisi olarak öldürme makinelerine dönüşmüş ordulardan birinde yer almayı reddediyorum. Evrende sadece ve sadece küçük bir parçacık olarak, taştan, ağaçtan ve kuştan hiçbir farkım olmadığını bilerek, evrenin bana tanıdığı hakkı kullanarak asker olmayı reddediyorum. Hiçbir devletin askeri olmadan, hiçbir tetiğin parmağı olmadan, hiçbir liderin, başkanın, kralın, komutanın ve otoritenin emir kulu olmadan yaşamaktaki ısrarım zindanda da, dışarıda da devam edecektir. Bir vicdani retçi olarak, yaşamımın geri kalan kısmını, bugüne kadarında olduğu gibi enternasyonalist dayanışma, antikapitalist ve antimilitarist bir çerçevede sürdüreceğimi deklare ediyorum.”

◗ İSTANBUL öğrencilerin gölis şiddetine maruz kalan po en erk ed to tes pro ’ı Başbakan lisin suç işlediği iddiasını ilde kaydedildi. Savcılık, po şek bir t’ mu ‘so eri tül rün ‘soyut’ buldu. abahçe’deki rektör ler ’ın 4 Aralık 2010’da Dolm Başbakan Tayyip Erdoğan polisler hakkında yen öğrencilere saldıran iste ek etm to tes pro ı buluşmasın iye saniye çekilen “dayak takipsizlik kararı verildi. San a ad urm uşt sor n tıla şla ba “soyut” olduğunu erin suç işlediği iddiasının lisl po k, cılı sav şın kar ” ne görüntüleri savundu. kara’dan yola çıtesto etmek amacıyla An pro ı tıy lan top ki de çe’ ah muştu. Dolmab polis tarafından durdurul de rin ele giş ıca ml Ça ul kan öğrenciler, İstanb e çekilmişti. öy’de bir dinlenme tesisin rtk Ku r, sle bü oto n ıya taş Öğrencileri n inmek isteyince çevik ulan öğrenciler, otobüste Otobüs içinde “zorla” tut gözaltına alınırken ısı ile kar şılaşmıştı. Hatta dır sal plu co ve lı gaz er kuvvetin bib best bırakıldığında burnu Ekrem Efe adlı öğrenci ser raç Mi n üle tür gö lam sağ öğrencilere de ahçe yakınlarında toplanan ab lm Do n gü nı Ay ü. üşt iği tekkırık dönm kadın öğrenci polisten yed bir a ad sır bu ş, mı dır sal benzer şekilde polis şürmüştü. me nedeniyle bebeğini dü

‘Dindar nesile’ 4+4+4 formülü Milli Güvenlik Kurulu’nda yapılan toplantının ardından, AKP’nin ‘dindar nesil’ projesine uygun bir yasa olarak yorumlanan 4+4+4 modelini içeren teklifte değişiklikler yapılacağı açıklandı. Eğitim-Sen, Meclis alt komisyonunda görüşülen teklif Meclis’e geldiğinde, iş bırakacağını açıkladı. ◗ AMED Hükümetin 8 yıllık kesintisiz eğitimin yerine 4+4+4 modelini getiren tekliften geri adım atılıyor. ‘Açık eğitim’ 4 değil, 8’inci sınıftan sonra olacak. Ancak 4+4+4 tartışması bitmedi. Meclis alt komisyonunda görüşülen teklif, kız çocuklarının aleyhine bir düzenleme olarak yorumlanıyor. Eğitimciler de teklifin içeriğinin tam da AKP’nin ‘dindar nesil’ projesine uygun olduğunu belirterek, protesto eylemlerini sürdürüyor. MGK’DA DA GÖRÜŞÜLDÜ MGK’nın 27 Şubat’ta yapılan toplantısına kurul üyesi olmamasına karşın Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer de bir süre katıldı. Yasa teklifinin gündemde olduğu sırada Dinçer’in kurula katıl-

ması, ‘askeri bilgilendirme gereksinimi doğdu’ yorumlarına yol açtı. Ancak, toplantı sonrası yapılan açıklamada, “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da öğretmen açığı ele alındı” denildi. Cumhurbaşkanlığı köşkünden ertesi gün yapılan açıklamada da 4+4+4 formülünün MGK’da konuşulmadığı öne sürüldü. BAKAN’DAN GERİ ADIM SİNYALİ Kesintili eğitim tartışmalarını değerlendiren Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer de, “Eğer kamuoyunda çekinceler varsa, onu gidermek bizim görevimiz” dedi. Dinçer, AKP döneminde alınan idari tedbirlerle, kız çocuklarının okullaşmasıyla ilgili ciddi bir mesafe kaydedildiğini de savundu.

EĞİTİM-SEN İŞ BIRAKACAK Eğitimi 4+4+4 formülüyle kademeleştirmek isteyenlere karşı EğitimSen bir çok ilde sokağa çıktı. Konunun meclis komisyonuna gelmesini protesto eden emekçiler, bu yasanın meclis gündemine gelmesi durumunda iş bırakarak hizmet üretmeyeceklerini söyledi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Dikmen Kapısı önünde bir araya gelen emekçilere milletvekilleri de destek verdi. “Piyasacı, gerici-ırkçı eğitime hayır” pankartı açan emekçiler adına basın açıklamasını Eğitim-Sen Genel Sekreteri Mehmet Bozgeyik okudu. Bozgeyik, hükümetin hedefinin eğitimi 12 yıla çıkartmak değil, “Dindar nesil yetiştirmek istiyoruz” ifadesine uygun bir eğitim sistemi oluşturmak olduğunu

söyledi. Çıraklık yaşının 14’ten 11’e çekilmesini dikkat çekici bulan Bozgeyik, “Çocukların ilk dört yıldan sonra okul ortamlarından uzaklaşarak son yıllarda giderek büyüyen bir sorun olan çocuk işçiliğinin yaygınlaşması hedeflenmekte, çocuk emeği sömürüsünün önü bizzat hükümet tarafından açılmaktadır” dedi. Alternatif bir eğitim sisteminin 15 yıl olması gerektiğini söyleyen Bozgeyik yasanın komisyondan geçerek meclis

gündemine gelmesi durumunda eğitim ve bilim emekçilerinin iş bırakarak hizmet üretmeyeceğini söyledi. Öte yandan TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Alt Komisyonu, kesintisiz eğitim uygulamasına son veren kanun teklifine ilişkin 28 Şubat günü tarafların görüşlerini dinledi. Eğitim-Sen ve Eğitim-İş, 4+4+4’e ilişkin itirazlarını yazılı olarak komisyona sundu.


3 Mart 2012 TTB: CEZAEVLERİNDE SAĞLIK KOŞULLARI İYİLEŞTİRİLMELİ

◗ ANKARA Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, “Cezaevleri ve sağlık” konulu bir basın toplantısı düzenledi. TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu ve TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Arzu Erbilici’nin katıldığı basın toplantısında, cezaevlerindeki yaşanan sağlık hakkı ihlalleriyle ilgili bilgi verilerek, koşulların iyileştirilmesi gerektiği vurgulandı. “Türkiye cezaevlerinde, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün 31 Ocak 2012 verilerine göre 75.909 hükümlü, 55.408 tutuklu olmak üzere toplam 131.317 kişi bulunuyor” diyen Bilaloğlu, “Yine aynı veriler ışığında bu sayının 2005’ten beri 2 katın üzerinde artmış olması çarpıcı bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır. Türkiye’de toplam 114 bin kapasiteli 384 cezaevi olduğu ve tutuklu ve hükümlü sayısının son yıllardaki artışı göz önüne alındığında mevcut altyapı yetersizliği, beslenme, barınma ve cezaevlerinde sağlık hizmetlerine ulaşım konusunda yaşanan zorluklar giderek artmaktadır” dedi. TTB’ye son iki yılda cezaevlerinden yapılan başvuruların 2 kat arttığını belirten Bilaloğlu, başvurulardaki şikayetleri şöyle özetledi: “Yaşam koşullarına yönelik; yoğun idari baskılar, tecrit cezaları, ortak alana çıkma hakkının engellenmesi, tecridin yol açtığı fiziksel ve psikolojik problemler, havalandırma, görüş ve telefon sürelerinin kısalığı, dışarıdan gelen gazete, dergi ve yayınlara ulaşımın engellenmesi, yemeklerin sağlıksız ve kötü oluşu, fiziki koşulların yetersizliği. Cezaevlerinde ayaktan bakım hizmetlerinde; sürekli görev yapan bir hekimin olmayışı, genel sağlık hizmetleri ve diş sağlığı hizmetlerine erişimde zorluklar, hastaneye sevklerde yaşanan gecikmeler, sevkler sırasında uygunsuz cezaevi araçlarında uzun süre bekletilme, muayene ve tedavi sırasında kelepçelerin çıkarılmaması, muayene ortamında güvenlik güçlerinin bulunması, mahremiyetin göz ardı edilmesi ve sağlık personelinin tutumlarına yönelik yakınmalar. Hastanelerde yatarak tedavide; mahkum koğuşu eksikliği ve var olan koğuşların uygunsuzluğu gerekçesi ile tedavi olamama. Tedavilerinin cezaevi koşullarında sürdürülemeyeceği ve hastalıkları son aşamaya gelen tutuklu ve hükümlülerin infazlarının ertelenmesine dair zorluklar ve yardım talebi bu mektuplarda en sık karşılaştığımız başlıklardır.”

ADIYAMAN’DA ALEVİLERİN EVLERİ İŞARETLENİYOR ◗ ADIYAMAN Adıyaman il merkezinde Alevilerin ve Kürtlerin oturduğu Karapınar Mahallesinde 45 ev işaretlendi. CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün Facebook hesabından duyurmasıyla ortaya çıkan olay mahalle sakinlerinin anlatımlarına göre olay şöyle gelişti: Karapınar Mahallesi’nde pazartesi sabahı bazı evlerin kapılarına benzer işaret konulduğu fark edildi. İşaretlenen evlerde Alevi ve Kürtlerin oturması tedirginliğe neden olurken, olay güvenlik güçlerine bildirildi. Mahalle sakinleri daha sonra toplu halde imzaladıkları dilekçeyi savcılığa verip, suç duyurusunda bulundu. Mahalle muhtarı Mahmut Gürsu, kendisinin de Alevi olduğunu söyleyerek, işaret konulan kapıların tamamının Alevilerin yaşadığı evler olduğuna dikkat çekti. “Sünni mahalle sakinlerinin kapısında herhangi bir işaret yok. Bu durum Sünni ve Alevi tüm mahalle sakinlerini herkesi rahatsız etti. Aklımıza Maraş katliamı gelince tedirgin oluyoruz. Bu olay provokasyon amaçlı da olabilir” dedi. Adıyaman Valisi Ramazan Sodan, yaşanan bu olaya karşı soruşturma başlatıldığı bildirerek, işaretlerin çocuklar tarafından da yapılmış olabileceği iddiasında bulundu. Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez, “AKP’nin bir yandan Suriye için sürdürdüğü mezhep ayrımcılığına dayalı açıklamaları ve politikaları, bir yandan da bizzat bir bakanının yer aldığı, neomilliyetçi mitingleriyle bir iç savaşın işaret fişeğini yakıyor. Erdoğan’ın söylediklerini kendine görev bilen bir güruhta Adıyaman’da Alevilerin yaşadığı evleri işaretliyor. Bu neyin hazırlığı? Biz bunu Maraşlar’dan, Çorumlar’dan biliyoruz” dedi. Başbakan Erdoğan’ın “Suriye’de Aleviler Sünnileri öldürüyor” şeklindeki açıklamalarını hatırlatan Geçmez, “Bölgemiz hızla bir savaşa ve iç çatışmaya doğru sürükleniyor” dedi.

GÜNCEL

atılım 5

Adana’nın ‘Duvar’ı: Pozantı

Çocuklara işkence yapanlar yargılansın

Pozantı Cezaevi’nde tutuklu bulunan TMK mağduru çocuklar, adli tutukluların cinsel saldırısına maruz kaldı. Çocuklar, yaşadıkları vahşeti İHD’ye başvurarak anlattı. Vahşetin duyulması üzerine sokaklara çıkanlar Adalet Bakanı’nın istifasını istedi.

◗ ADANA Kamuoyunda “taş atan çocuklar” olarak bilinen ve TMK ile tutuklanarak cezaevine konulan Kürt çocuklarının mağduriyeti, sadece verilen ‘ağır’ cezalarla sınırlı değil. Adana Pozantı Çocuk Cezaevi’nden tahliye olan TMK mağduru yaşları 15 ila 18 arasında değişen çocuklar, İHD’ye yaptıkları başvuruda cezaevinde adli tutuklular tarafından taciz ve tecavüz saldırısına maruz kaldıklarını açıkladı. H.G., Y.S., E.K., H.B., H.Ç., M.D. ve Ö.K. cezaevi yönetiminin ‘kendilerini bilerek adli tutukluların içine koyduğunu’ söyledi. Çocukların anlattıkları insanın kanını donduruyor. Pozantı Cezaevinde 4 ay kalan TMK mağduru çocuk H.K, “Bazı arkadaşlarımıza adli tutuklular tarafından defalarca tecavüz edildi. Bazen zorla pantolonlarımızı indirmeye çalışıyorlardı. Yaşadıklarımız anlatılır gibi değil” dedi. ‘GÖREVLİLERDEN HABERSİZ OLAMAZ’ Psikolog Dr. Serdar Değirmencioğlu, çocukların anlatımları üzerine, “Böyle bir skandalın Adana’dan geliyor olması rastlantısal olmasa gerek” yorumunu yaptı. Valinin, emniyet müdürünün taş atan çocuklarla ilgili geçmiş önerilerini hatırlatan Değirmencioğlu, “Cezaevinde çocukların başına gelen taciz, tecavüz, şiddet gibi olayların cezaevi yönetiminden, ilgili kamu görevlilerinden, Valilikten habersiz olması bana inandırıcı gelmiyor” dedi. Çocukların maruz kaldığı bu şiddeti, “Geniş çaplı sindirme politikasının bir parçası” olarak yorumlayan Değirmencioğlu, Pozantı Cezaevi’nde yaşananların sorumlularının yargılanmasını istedi. İHD Mersin Şube Başkanı Ali Tanrıverdi de, çocuklara binbir çeşit işkence uygulandığını saptadıklarını belirterek, “Canice uygulamaların cezaevi müdürü ve gardiyanların bilgisi ve onayı dahilinde yapıldığını” söyledi.

İHD: RAPORLARIMIZ DİKKATE ALINMADI İHD Adana Şube Sekreteri Osman Kara ise Pozantı Çocuk Cezaevi’ndeki hak ihlallerine ve baskılara ilişkin defalarca raporlar yayınladıklarını belirterek, “Biz TMK mağduru çocukların adli mahkumların bulundukları koğuşlarda tutulmamasını istemiştik. Bu cezaevlerinde çocukların Kürt olmalarından ve siyasi kimliklerinden kaynaklı baskılara uğradığını ifade ettik. Raporlarımız ve yaptığımız açıklamalar ortada. Yetkililerin bu konuda adım atmadığı da ortadadır.” Barış ve Demokrasi Partisi milletvekilleri, tutuklu çocuklara cinsel saldırıyı Meclis gündemine taşırken, Adalet Bakanlığı da müfettiş görevlendirildiğini açıkladı. DUVAR Yılmaz Güney’in son filmi Duvar’da, 1976’da Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevinde, Yılmaz Güney’in de tanıklık ettiği, çocukların maruz kaldığı cinsel istismar, işkenceler ve isyan anlatılıyordu.

HDK Gençliği: Adalet Bakanı istifa İzmir’de basın açıklaması yapan Halkların Demokratik Kongresi, Adana Pozantı Cezaevi’nde çocuklara yönelik cinsel saldırıları protesto etti. Şirinyer Tansaş önünde toplanan HDK’lılar adına il yürütme üyesi Alper Kaba bir açıklama yaptı. Kaba, Pozantı Cezaevi’nde çocuklara yönelik işkencenin sorumlusunun “ülkeyi hapishaneler cehennemine çeviren, binlerce kişiyi tutuklayarak terör estiren, TMY ve ÖYM’ler ile baskı kurmaya çalışan AKP Hükümeti” olduğunu söyledi. Denizli Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Gençlik Meclisi de yaptığı eylemde Adalet Bakanı’nın istifasını istedi. Belediye binası önünde yapılan eylemde açıklamayı okuyan Ezgi Bahçeci, cezaevinden tahliye olan çocukların aileleri ile İHD’ye başvurularıyla işkencenin ortaya çıktığını belirtti, “Çocukların açıkça beyanları olmasına rağmen olayın üstü

kapatılmak istenmiştir. Olayın sorumluları derhal yargılanmalı ve Adalet Bakanı istifa etmelidir” diye konuştu. Artan tutuklamalara dikkat çeken Bahçeci, şunları söyledi: “Kendine muhalif olan herkesi tutuklayan, herkesi suçlu, her şeyi suç ilan eden AKP Hükümetinin dışarıda estirdiği TMY ve özel yetkili mahkemeleri terörünün içerideki uzantısıdır. Engin Çeber’i işkencede öldürüp hayatına 36 bin TL değer biçen devletin, insan hayatına verdiği önemi açıkça gözler önüne sermektedir.” Eylem, açıklamanın ardından sloganlarla sona erdi. Pozantı Cezaevi’nde TMK mağduru çocuklara uygulanan işkenceye ilişkin açıklama yapan Ezilenlerin Sosyalist Partisi, yaşananlardan Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in sorumlu olduğunu vurguladı. ESP, aydınlara, yazarlara, tüm duyarlı kesimlere duyarlılık çağrısı yaptı, “Bu zulmü hesapsız bırakmayalım” dedi.

‘Örgüt aramayın devlet var’ ◗ İSTANBUL Cumartesi Anneleri ve kayıp yakınları, Galatasaray Meydanı’nda yaptıkları oturma eyleminin 361. haftasında, Mardin’in Dargeçit İlçesi’nde 1995 yılında gözaltına alınan ve kaybedilen 6 kişinin dosyasını ele aldı. Kayıp yakınları, “İşte kemikler çıktı, sorumlular belli. Cezalandırın” dedi. Cumartesi eylemine, Hollanda, Almanya, Amed ve Hakkari Yüksekova’dan gözaltında kaybedilen Maksut Tepeli, Cüneyt Aydınlar ve Abdülkerim Yurtsever’in yakınları katıldı. Eylemde ilk sözü alan Abdülkerim Yurtseven’in torunu Emrah Yurtseven, konuşmakta zorlandı, sadece, “Dedem kaybedildiğinde bir yaşındaydım” diyebildi. Hollanda’dan gelen, gözaltında kaybedilen Maksut Tepeli’nin eşi Şehriban Tepeli, eşinin 1984 yılında gözaltına alındığını, yaralı olarak Gayrettepe’ye götürüldüğünü söyledi. Eşinin öldürüldükten sonra Adli Tıp Kurumu’na götürüldüğünü belirten Tepeli, “Halen Adli Tıp raporlarına da mezarına da ulaşamadık” dedi. Geçtiğimiz yıl Meclis’te kayıplar için alt komisyon kurulduğunu hatırlatan Tepeli, “Ne oldu komisyona. Seçim bitti, komisyon yalan mı oldu?” diye sordu.

Dargeçit kayıplarından Seyhan Doğan ve Abdurrahman Coşkun’un avukatı Eren Keskin, kazılar sırasında yaşanılanları anlattı. Keskin sözlerine, Dink davasında çıkan “örgüt yok” kararını hatırlatarak başladı, “Örgüt yok ama devlet var. Dink’i katledenler de, yıllardır buradan bulunmasını istediğimiz insanları kaybeden de devletin kendisidir, örgüt aramaya gerek yok” dedi. Mardin Dargeçit’te

kemikleri aranan 6 kişi için 17 yıldır bütün kurum ve kuruluşlara başvuru yaptıklarını kaydeden Keskin, 2 yıl öncesine kadar savcıların soruşturma açmayarak “suça ortak” olduğunu kaydetti. Yakınlarını kaybeden ailelerin yılladır yakınlarının nerede olduklarını söylediklerini belirten Keskin, ailelerin kuyuların içerisine girdiğini, elleriyle toprağı kazıyarak, kemiklerini çıkardıklarını söyledi.

◗ KOCAELİ/ ADANA/ ESKİŞEHİR Kocaeli’nde Sosyalist Gençlik Derneği üyeleri, “taş atan çocuklar”ın Adana Pozantı Cezaevinde maruz kaldığı işkenceleri, İzmit Belediye İşhanı önünde yaptığı basın açıklamasıyla protesto etti. İlke Başak Baydar, çocukların cinsel ve fiziksel istismardan korunması için gerekli önlemlerin alınmasını istedi. Baydar, “İnsanlık onuruyla bağdaşmayan bu davranışlara zemin sağlayan tüm sorumluların halklarımıza hesap vermelerini ve yargılanmalarını istiyoruz” diye konuştu. Açıklamada, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek”, “Taş atan çocuklar serbest bırakılsın”, “TMY çöpe, çocuklara adalet” sloganları atıldı. Eskişehir’de Sosyalist Gençlik Derneği üyeleri, insan onuruna yakışmayan işkence, taciz ve tecavüze karşı Yedi-

ler Parkı’nda bir araya gelerek, Pozantı Cezaevi’nde çocuklara uygulanan işkenceyi protesto etti. SGD adına açıklama yapan Yusuf Ağıl, “Hüseyin Üzmezleri tahliye eden mahkemeler, çocukları yaşlarından büyük cezalara çarptırıp hapishanelerde travma boyutuna varan işkencelere maruz bırakmaktadır” diyerek, çocuklara yönelik taciz ve tecavüzün sorumlusunun, yargı, Pozantı Cezaevi idaresi ve devlet olduğunu belirtti. Adana’da Sosyalist Gençlik Derneği, Pozantı Cezaevi’nde işkence ve tecavüze uğrayan TMY mağduru çocuklar için İnönü Meydanı’nda basın açıklaması yaptı. “TMY kaldırılsın, çocuk tutsaklara özgürlük” pankartı açan SGD’liler, “TMY çöpe, özgürlük istiyoruz”, “Tutuklu çocuklar serbest bırakılsın” sloganları attı. SGD’lilere İHD ve DHF destek verdi.

Ali Yıldız son yolculuğuna uğurlandı

◗ İSTANBUL Dersim’in Çemişgezek ilçesinde 15 yıl önce çıkan çatışmada yaşamını yitiren ve ardından toplu mezara gömülen gerilla Ali Yıldız’ın alınan cenazesi, 25 Şubat’ta düzenlenen törenin ardından Gazi Mezarlığı’nda son yolculuğuna uğurlandı. Adli Tıp Kurumu’ndan alınan cenaze ilk olarak ailenin Örnektepe’deki evinin önüne getirildi. Anne Sakine Yıldız ile Hüsnü Yıldız ve ailenin diğer fertleri ayakta durmakta zorlanırken, anne Yıldız güçlükle tabutun üzerinden ayrıldı. Burada yapılan törenin ardından cenaze bir süre kadın ve erkekler tarafından mahallede taşındıktan sonra cenaze aracına bindirildi. Kitle de araçlarla Gazi Mahallesi’ne geçti. Gazi Cemevi’nde bir tören gerçekleştirildi. Ardından kortej oluşturularak Gazi Mezarlığı’na yüründü. Cenazeyi bir süre Ali Yıldız’ın annesi 77 yaşındaki Sakine Yıldız da omuzladı. Daha sonra nöbeti,

Yıldız’ın ağabeyi Hüsnü Yıldız aldı. Yürüyüş sırasında sık sık “Kahramanlar ölmez, halk yenilmez”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür” sloganları atıldı. Mezarlıktaki defin işleminin ardından TAYAD’lı aileler adına Ahmet Kulaksız kısa bir konuşma yaptı. Kulaksız, “Ali’yi 15 yıl sonra mücadelesine yakışır bir şekilde sonsuzluğa uğurladık. Ali, artık yoldaşlarıyla bir arada yatıyor” dedi. Kulaksız’ın ardından söz alan Hüsnü Yıldız, kardeşinin mezarının bulunmasına katkı sunan herkese teşekkür etti, “Ali’yi mücadelemizle toplu mezardan çıkardık. Şimdi sırada kardeşimi öldürenlerin bulunması ve cezalandırılması var” diye konuştu. Törene, ESP, BDP ve DHF üyeleri de katıldı. Çemişgezek İlçesi’nde yapılan kazıda bulunan toplu mezarda çıkan kemiklerden kimliği tespit edilen PKK’li Neşirvan Yasinoğlu’nun cenazesi de Şırnak’ın Uludere İlçesi’nde yüzlerce kişi tarafından toprağa verildi.

Kadınlardan içeride, dışarıda işkenceye isyan

ABF’den 13 Mart çağrısı

◗ İZMİR Aliağa Cezaevi’nde inşaatı bitmeden sevk edilen devrimci tutsaklara tecrit içinde tecrit uygulanıyor. 11 Şubat gününden bu yana devrimci tutsaklara, günlük gazeteler verilmedi. Ayrıca, televizyon ve radyo satın alma talepleri de karşılanmıyor. Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) İstanbul İl Başkanı Hülya Gerçek ile İzmir İl Başkanı Meliha Kayacı da Aliağa cezaevine sevk edilen tutsaklardan. Gerçek ve Kayacı’nın ailelerinden alınan bilgiye göre, kadın tutsaklara, cezaevine girişte çıplak arama dayatıldı, ayakkabıları da çıkarılmak istendi. Kadın tutsaklar uygulamayı protesto etti. Aliağa’da kadın tutsaklara yönelik baskı

◗ ANKARA Alevi-Bektaşi Federasyonu (ABF), Sivas Katliamı davasında zamanaşımını engellemek için 13 Mart günü Ankara Adliyesi’nde görülecek davaya kitlesel katılım çağrısında bulundu. ABF Genel Yönetim Kurulu’nun toplantı sonuçları açıklandı. ABF, zamanaşımı tehlikesiyle karşı karşıya bulunan Sivas Katliamı davasının görüleceği 13 Mart günü herkesi Ankara Adliyesi’ne çağırdı. 4 Nisan 2012 tarihinde Ankara’da başlayacak olan 12 Eylül davasına da müdahillik çağrısında bulunan ABF, nefret suçlarına karşı Anasaya’da düzenlemeler yapılmasını isteyen girişimi destekleme kararı da aldı. Ayrıca, Federasyona üyelik başvurusu yapan 4 derneğin ABF’ye üye kabul edildiği belirtildi. Bu derneklerin isimleri şöyle: Türkiye Abdallar Derneği, Torbalı Anadolu Alevileri Kültürünü Yaşatma ve Yardımlaşma Derneği, İstanbul Kilyos Anadolu Erenleri Araştırma Derneği ve Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği.

ve ‘ince arama’ uygulamalarına tepki gösteren ESP/SKM, yaptığı yazılı açıklamada şu ifadelere yer verdi: “Kadınların tüm alanlarda özgürlüğünü, yaşam hakkını elinden almaya çalışan erkek egemen devlet, hapishanelerde de ‘erk’liğini kadın bedeni üzerinde güce dö-

nüştürmeye, kadınları bedenleri üzerinden teslim almaya çalışıyor. Biz kadınlar hapishanelerdeki bu şiddetin, insanlık dışı uygulamaların siyasi tutuklu kadınlar üzerinden hepimize yapıldığını düşünüyor ve bu şiddeti kınıyoruz. Hiç bir uygulamanın kadınları politika yapma hakkından alıkoyamayacağını bir kez daha belirtiyoruz. Hapishanede bulunanların insan olduğunu anımsatıyor ve insan haklarına, mahpus haklarına saygı gösterilmesini istiyoruz.” ESP/SKM, kadına yönelik şiddete karşı içeride ve dışarıda sistematik olarak sürdürülen politikalara karşı “Artık yeter” diyerek, tüm kadınları TMY’ye karşı isyan etmeye çağırdı.


6

atılım

DİSK AVRUPA İŞÇİ SINIFINI SELAMLADI

◗ İSTANBUL Avrupa Eylem Günü dolayısıyla 36 ülkede 80 sendika, iş ve istihdam talebiyle, kemer sıkma politikalarına karşı 29 Şubat’ta aynı saatte sokağa çıktı. Eş zamanlı yapılan eylemlerin İstanbul ayağında DİSK, Taksim Gezi Parkı’ndan Almanya Başkonsolosluğu’na yürüyüş düzenledi. Yürüyüşe Sendikal Güç Birliği Platformu da destek verdi. Yürüyüşün ardından açıklama yapan DİSK Genel Başkan Yardımcısı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, Avrupa liderler zirvesinin Brüksel’de yapılacağını hatırlatarak, “Krizi bahane göstererek ücretleri düşürmek ve sosyal harcamaları kısıtlamak için planlar yapılacak. Avrupa’yı yönetenler Avrupa ülkelerini işçiler için bir cehenneme çevirirken Avrupalı işçiler bu duruma sessiz kalmıyor” şeklinde konuştu. Küçükosmanoğlu şöyle konuştu: “İstanbul’dan sesleniyoruz. Herkese insan onuruna yakışır yaşama ve çalışma hakkı istiyoruz. ILO sözleşmelerine uygun bir sendika yasası istiyoruz. Hükümeti yakın tarihe bakmaya davet ediyoruz. Türkiye işçi sınıfının 15-16 Haziran 1970’de benzer bir saldırıyı nasıl püskürttüğünü öğrensinler.”

İTFAİYECİLER İŞLERİNİ İSTİYOR ◗ İZMİR İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı itfaiye alımı için yapılan sınavı kazanan 286 genç, atamaları yapılmadığı için Konak Meydanı’nda gece gündüz eylemde. Önce KPSS sınavını kazanan gençler, daha sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı sözlü ve kondisyon sınavına girdi. 2 Kasım 2011 tarihinde kendilerine İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından bir yazı ile sınavı kazandıkları bildirildi. Gerekli evrakları hazırlayan ve işe başlamayı bekleyen 286 kişi, Danıştay’ın iptal kararı ile ortada kaldı. Bunun üzerine Konak Meydanı’nda eyleme başlayan gençler, gece gündüz buradan ayrılmıyor. ETHA’ya konuşan eylemci gençlerden Erhan Sorguç, “Danıştay, yasada olan ‘itfaiye erleri sözlü mülakatla alınır’ maddesinin yürürlüğünü durdurdu. Biz KPSS sınavından sonra sözlü ve dayanıklılık sınavına girdik ve kazandık. Bütün evraklarımızı hazırladık ve işe başlatılmayı beklerken, Danıştay’ın iptalini duyduk. Böylece bütün hayallerimiz boşa çıktı. Kazandık diye birçoğumuz okulu, çalıştığımız işleri bırakıp geldik. Şimdi hepimiz mağdur olduk. Kiramızı ödeyemiyoruz. Elektrik, su paramızı veremiyoruz” dedi.

EMEK

3 Mart 2012

Yargılanan fiili-meşru mücadeledir Limter-İş Sendikası’nın Tuzla Tersaneler Bölgesi’nde “yaşam hakkı” talebiyle düzenlediği greve katıldıkları için 75 işçi hakkında açılan davanın duruşması görüldü. Limter-İş ve siyasi partiler, fiili-meşru mücadele hattından yürüdüğü için Limter-İş’in cezalandırılmak istendiğini vurguladı. ◗ İSTANBUL DİSK/Limter-İş Sendikası’nın Tuzla Tersaneler Bölgesi’nde 27-28 Şubat 2008’de “yaşam hakkı” talebiyle düzenlediği iki günlük greve katıldıkları için yargılanan 75 işçi, 6. kez Tuzla Adliyesi’nde hakim karşısına çıktı. 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya Limter-İş Genel Başkanı Kanber Saygılı, Genel Sekreter Hakkı Demiral ve işçiler katıldı. Sanık avukatları Sezin Uçar ve Osman Zeki Erdoğan, sendika yönetici ve işçilerin, iş cinayetlerine karşı, yasal haklarını kullanarak grev düzenlediklerini belirtti. Avukatlar, bütün sanıklar hakkında beraat kararı verilmesini istedi. Mahkeme başkanı Ömer Yolal, yargılanan işçiler Muammer Kargı ve Ömer Meral hakkında, bugüne kadar mahkemeye katılmadıkları için yeniden yakalama çıkarılmasına karar verdi. Bir sonraki duruşma, 7 Mayıs 2012’ye ertelendi. HÜKÜMET DESTEKLİ BİR DAVA Limter-İş Sendikası, duruşma öncesi Tuzla Adliyesi önünde açıklama yaptı. Eyleme, DİSK Genel Başkan Yardımcısı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, İstanbul Bağımsız Milletvekili Abdullah Levent Tüzel, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, Tekstil-Sen Genel Sekreteri Beycan Taşkıran, Deri-İş Tuzla Şube Başkanı Binali Yıldırım, EnerjiSen ile ESP, BDP, EMEP il ve ilçe yöneticileri katıldı. Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Kanber Saygılı, grevi gerçekleştirdikleri 2008 yılında, tersanede 26 işçinin iş cinayeti sonucu yaşamını yitirdiğini hatırlattı. Saygılı, halen koşulların değişmediğini, işçileri ölüme gönderen tersane patronlarının elini kolunu sallayarak gezdiğini kaydetti. Saygılı, “Bu dava, tersanelerden kot taşlamaya, inşaattan madenlere, sağlıktan eğitime, iş cinayetlerinden taşeronlaşmaya karşı mücadele edenlere gözdağı ve tehdit amaçlı açılmış, hükümet destekli bir davadır” dedi. “Sizin kalkınmanız, ekonomik büyümeniz, verimliliğiniz, esnekliğiniz, azami kar hırsınız bize adaletsizliktir, ölümdür, hapistir, zulumdür” diyen Saygılı, zulüm

olduğu sürece, “Adalet için boykot, grev, eylem, işgal ile havzalarda olmaya, sınıf savaşını yükseltmeye devam edeceğimizden şüpheniz olmasın” diye konuştu. ‘BİRLİKTE MÜCADELE ETMELİYİZ’ DİSK Genel Başkan Yardımcısı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, grev ve direnişin meşru bir hak olduğunu, yargılanamayacağını vurguladı. Limter-İş Sendikası’nın, iş cinayetlerine karşı verdiği mücadele ile önemli bir sorumluluğu yerine getirdiğini vurgulayan Küçükosmanoğlu, “Yaşasın Limter-İş, yaşasın DİSK” diyerek sözlerini noktaladı. HDK adına konuşan milletvekili Levent Tüzel, işçileri ölüme götüren, sömüren patron ve sermayedarların yargılanması gerektiğini söyledi. Tüzel, işçilerin haklarını güvence altına alan yasaların çıkarılması için birlikte mücadele edilmesi gerektiğini vurguladı. ÖDP Genel Başkanı Alper Taş ise “’Adalet’ sermaye sınıfının mülkünün temelidir” dedi. AKP’nin giderek güvencesiz çalışmayı yaygınlaştırdığını kaydeden Taş, bunun iş cinayetlerini arttıracağını vurguladı. Deri-İş Tuzla Şube Başkanı Binali Yıldırım, davanın, yasaların işçilerden yana olmadığının göstergesi olduğunu söyledi. (ETHA)

Limter-İş Sendikası’nın düzenlediği açıklamada konuşan Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, Limter-İş’in düzenlediği “yaşam hakkı” grevinde yaratılan dayanışma ve birleşik mücadele ruhunun yeniden yaratılması gerektiğine işaret etti. Son olarak Adana’da baraj kapağının patlaması sonucu 10 işçinin yaşamını yitirdiğini hatırlatan Yüksekdağ, “Bu düzenin değişmesi için ‘yaşam hakkı’ grevinde ortaya çıkan fiili-meşru mücadele ruhunu yeniden harekete geçirmeliyiz” dedi. Limter-İş’in, AKP Hükümetinin yarattığı sendikal çizgide yürümeyi reddettiği için saldırıya maruz kaldığını kaydeden Yüksekdağ, “Limter-İş, majestelerinin muhalefeti ve sendikası olmayı reddettiği için cezalandırılmak isteniyor. Bu dava, hukuki değil tamamen siyasi bir davadır” diye konuştu. Davada ESP üyelerinin de yargılandığını hatırlatan Yüksekdağ, “Dün olduğu gibi bundan sonra da işçi sınıfı için yargılanmaya, bedel ödemeye hazırız” şeklinde konuştu.

◗ ANKARA

Marmaray direnişi işçi sınıfının kazanımıdır ◗ İSTANBUL Marmaray işçilerinin, İstanbul 4. İş Mahkemesi’nin verdiği işe iade kararı Yargıtay tarafından onaylandı. Karar üzerine Tekstil-Sen ve Marmaray işçileri ile görüşen Polat İnşaat patronu Ziya Polat, işten çıkarılan 27 işçiyi işe geri alma ve 4 aylık tazminatlarını ödeme sözü verdi. Marmaray işçileri, TekstilSen ile birlikte Yenikapı’daki Marmaray şantiyesi önünde açıklama yaparak kazanımlarını kutladı. İşçiler, kazanımı işçi sınıfına armağan etti. Burada konuşan Tekstil-Sen

Başkanı Engin Gül, “Bu kazanımımızı tüm işçi sınıfına armağan ediyoruz” dedi. Polat İnşaat sahibi Ziya Polat ile görüşme yaptıklarını aktaran Gül, Ziya Polat’ın, 27 işçiyi işe alma ve işçilere çalışmadıkları süre olan 4 aylık tazminatlarını ödeyeceği sözünü verdiğini söyledi. TekstilSen olarak, sermayenin işçi sınıfına dayattığı kölelik koşullarına, işten atmalara karşı mücadelelerini sürdüreceklerini vurgulayan Gül, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek” dedi. ETHA’ya konuşan Marmaray işçilerinden Ramazan Ak-

◗ ÇANAKKALE Çanakkale On Sekiz Mart Üniveristesi’nde (ÇOMÜ) akademisyenler, öğrenciler, memurlar ve işçiler ortak eylem yaptı, işten atılan işçilerin geri alınmasını istedi. Başka üniversitelerdeki Sosyal-İş üyesi işçiler de topladıkları yardımları işçilere ulaştırdı. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde işten çıkarılan 36 işçinin işe alınması için yürütülen mücadele, kampus içine taşındı. Öğretim üyeleri, memurlar, işçiler ve öğrenciler, 28 Şubat’ta Bilim Anıtı önünde açıklama yaptı. Eğitim Sen Şube Başkanı ve ÇOMÜ Öğretim Üyesi Talat Koç, üniversitenin öğretim üyesi, öğrencisi, memuru ve işçisi ile bir bütün olduğunu vurgulayarak, “Bugün bir yanımız eksik. Çünkü 36 işçi arkadaşımız işten çıkarıldı” dedi. Koç, işçilerin işe geri alın-

Hükümetin emrine girmeyenler cezalandırılıyor

TAŞERON İŞÇİLERİN YÜRÜYÜŞÜ SÜRÜYOR

CHP’li Maltepe Belediyesi’nde taşeron olarak çalışan ve işten çıkarılan işçilerin Ankara yürüyüşü sürüyor. İşçiler, 18 Şubat günü başlattıkları yürüyüşü 2 Mart’ta CHP Genel Merkezi önünde sonlandıracak. Taşeron işçilerin başlattığı Ankara yürüyüşünün ilk kent merkezi durağı Adapazarı oldu. 23 Şubat’ta kente ulaşan işçileri, TKP, EMEP ve TSİP üyeleri karşıladı. Adapazarı Kültür Merkezi’ne kadar yürüyen işçiler ve onları destekleyenler, burada bir basın açıklaması yaptı. İşçiler, yürüyüşlerinin amacını anlattı, taşeronluk sisteminin kölelik anlamına geldiğini ifade etti. Yürüyüşçülerin ikinci durağı ise Düzce oldu. 25 Şubat’ta Düzce’ye gelen işçiler, kent merkezinde basın açıklaması yaptı. İşçilere MAS-DAF işçileri ve Birleşik Metal-İş Kocaeli Şube Sekreteri Telat Çelik destek verdi. Maltepe işçileri, 26 Şubat’ta da Bolu’ya ulaştı ve burada bir basın açıklaması yaptı. Maltepe Belediyesi taşeron işçileri, 2 Mart saat 10.00’da Batıkent Jandarma Carrefour önünde Ankaralı emekçiler tarafından karşılanacak. Aynı gün CHP Genel Merkezi’ne yürüyüş yapılacak. 3 Mart Cumartesi günü ise saat 14.30’da Yüksel Caddesi’nde toplanacak olan işçiler, Sakarya Caddesi’ne yürüyecek.

Taşeron dışarı işçiler içeri

kaya, mücadele ederek kazandıklarını vurguladı. Tekstil-Sen ve avukatlarının kazanımlarında önemli bir rolü olduğunu kaydeden Akkaya, Tekstil-Sen’e ve avukatlarına teşekkür etti. ZOR KOŞULLARDA KARARLI DİRENİŞ Marmaray’da arkeolojik kazılar kısmında çalışan işçiler, son direnişlerine kadar 8 ay içinde 11 kez kısa süreli direnişlere imza atmıştı. Gama Nurol firmasının taşeron firması olan Polat İnşaat’a bağlı çalışan işçilerin sigortaları yatırılmadığı gibi,

ağır koşullarda çalıştırılıyorlardı. Daha önce birçok sendikanın kapısını çalan işçilere sadece Tekstil-Sen yanıt verdi, direnişlerini sahiplendi. Son olarak Tekstil-Sen’le birlikte direnişe başlayan işçiler, yaptıkları eylemlerle TEKEL direnişiyle birlikte emek cephesinin gündemine oturdu. İşçilerin parçalanmışlığı, yoksullukları ve çalışmak zorunda olmaları direnişin ilk önce zayıflamasına yol açsa da, işçiler direnmeye devam etti. Daha sonra işçiler eylemsel direnişlerini hukuksal platforma taşıdı ve kazandı.

ması, işçilerin geriye dönük haklarının ödenmesi ve taşeron uygulamasına son verilmesi gerektiğini söyledi. Koç, işçiler işe geri alınana kadar mücadelenin süreceğini ve işçilere destek vereceklerini vurguladı. ‘TAŞERON ÖĞRENCİLERİ DE ETKİLİYOR’ ÇOMÜ öğrencileri adına konuşan Ceren Aslan ise “Bizler, ÇOMÜ’lü öğrenciler olarak 36 emekçinin hiçbir gerekçe gösterilmeksizin ortada bırakılmalarına sessiz kalmayacağız” dedi. Taşeronlaştırmanın öğrencileri de etkilediğini, YÖK ve Bologna süreci aracılığıyla öğrencilerin geleceksizleştirildiğini vurgulayan Aslan, “36 işçi derhal işlerine geri alınmalıdır. Taşeron kaldırılana kadar mücadelemiz soluksuz devam edecektir” diye konuştu. İŞÇİLERLE DAYANIŞMA BÜYÜYOR Uludağ, Selçuk ve Ordu üniversitelerinde çalışan taşeron işçiler, kendi aralarında topladıkları paralarla aldıkları dayanışma paketlerini, işçilere ulaştırdı. Sosyal-İş üyeleri, dayanışma ziyaretinin ardından Çanakkale Saat Kulesi önünde açıklama yaptı. Sosyal-İş üyelerini temsilen konuşan Ali Rıza Yardımcı, “ÇOMÜ’de işten çıkarılan 36 arkadaşımızın derhal işe geri başlatılmasını istiyoruz. Yüreklerimiz arkadaşlarımızla birlikte atmaya devam edecektir” diye konuştu.

Sendika işten attırdı ◗ İSTANBUL Bülent Yıldırım 10 yıl boyunca TÜMTİS Sendikası’nda mücadele yürüttü. Sendika yönetimiyle ters düşünce, sendikanın baskısıyla işten çıkartıldı. Firma sahibi, sendikayla arandaki sorunu çöz, işe başla diyor. Yıldırım, işletme önünde oturma eylemiyle ‘sendika’ya karşı direnişini sürdürüyor. 2011 yılında sendika genel merkezini eleştirerek TÜMTİS yönetimindeki görevinden istifa eden Bülent Yıldırım, 25 Ocak 2012’de iş başı yaptığı Full-Nak firmasında 1 saat çalıştıktan sonra işten atıldı. Yıldırım’ın işten atılma nedeni, eleştirdiği TÜMTİS’in işvereni arayıp “Onu işten çıkartmazsanız örgütlü olduğumuz iş yerlerinde iş bırakacağız” demesi oldu. 1999 yılında TÜMTİS’e üye olan Bülent Yıldırım 1999-2007 Ova Kargo firmasında TÜMTİS işyeri temsilcisi olarak görev aldı. 2007-2011 arasında Adana Taşımacılık’ta çalışan Yıldırım, 2004-2010 tarihleri arasında TÜMTİS İstanbul Şube Mali Sekreterliği görevini yürüttü. Aralık 2010’da İstanbul Şubesi’nin kongresi öncesinde, Genel Merkezi eleştirerek yönetimdeki görevinden istifa etti. Temmuz 2011’de Erde Turizm ve Personel Taşımacılık’ta kendi işini yapmak üzere Adana Taşımacılık’tan ayrıldı. Ancak sendikal örgütlenme sürecinde işverenlerin kendisine açtığı davalar nedeniyle okul servisi taşımacılığı için gerekli belgeyi alamadı. Bunun üzerine Full-Nak’tan gelen teklifle 25 Ocak’ta işbaşı yaptı. 1 saatlik çalışmasının ardından işten çıkartıldı. ‘ÇÖZÜLMEZSE AÇLIK GREVİNE BAŞLAYACAĞIM’ Bülent Yıldırım, sendika

yönetimiyle ters düşmelerini, UPS direnişi döneminde genel merkezin özellikle saldırılar zamanında işçilerin yanında olmadığını söylemesi ve eleştirmesi olduğunu söyledi. Yıldırım, “Sendikalı olsak da olmasak da sınıf içinde mücadelemizi devam ettireceğiz. Sendikayla birlikte mücadele etmemiz de şu an için söz konusu değil, biz birlikte mücadele etmek isteriz ama onlar bizi istemiyor. O nedenle de sendika içinde mücadele etmem şimdilik mümkün bir durum gibi görünmüyor” dedi. Kendisine destek olmak isteyen sendika üyesi işçilerin de sendika yönetimi tarafından disipline verilme tehdidiyle korkutulduğunu belir ten Yıldırım, “Benim çalışma hakkım engelleniyor. Bu nedenle direnişime devam edeceğim. Sendikanın bu anlayışına, bu tutumuna karşı sorun çözülene kadar direnişimi devam ettireceğim. İlerleyen süreçte de sorun çözülmez ise açlık grevine başlayacağım. Çünkü sadece burada oturmakla sorun çözülecek gibi görülmüyor” diye konuştu. TÜMTİS Genel Başkanı Kenan Öztürk ise olayla ilgili olarak anlatılanların doğru olmadığını, Yıldırım’ın sendikayı itibarsızlaştırmak istediğini ileri sürdü.


3 Mart 2012

BAKANLIK ÖNÜNDE KHK PROTESTOSU

EMEK

atılım 7

KESK teslim olmayacak KESK’in düzenlediği “Susmuyoruz, korkmuyoruz, teslim olmuyoruz” mitingine katılan binlerce kişi, Terörle Mücadele Yasası ve Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmasını istedi. Emekçiler, sermayenin saldırılarına karşı birlikte mücadele edeceklerinin mesajını verdi. KESK üyeleri ise “KESK bizim onurumuzdur, çiğnetmeyiz” dedi.

◗ ANKARA SES, 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Sağlık Bakanlığı’nın “Taşra ve Teşkilatı’nın yeniden yapılandırması personel, taşınır ve taşınmazların tahsisi ve devri”ne ilişkin genelgeye karşı Sağlık Bakanlığı önünde açıklama yaptı. “KHK ile paran kadar sağlık anlayışına, baskı ve sürgünlere direneceğiz” yazılı pankart açan sağlık emekçileri, “Ücretli köle olmayacağız”, “AKP sağlığa zararlıdır” sloganlarını attı. Açıklama yapan SES Genel Başkanı Çetin Erdolu, 2 Şubat 2012 tarihinde yayınlanan “Taşra teşkilatının yapılandırılması, personel, taşınır ve taşınmazların tahsisi ve devri” konulu genelge ile 2 Kasım 2011’de yürürlüğe giren 663 sayılı KHK’nin uygulama sürecinin başladığını söyledi. Erdolu, ‘sağlıkta dönüşüm’ programı için gerekli yasal zeminin genelge ve yönetmeliklerle tamamlandığını kaydetti. Erdolu, “Bu saldırılara karşı mücadele edeceğiz. Rekabet değil, dayanışma kazanacak” dedi. Erdolu, tüm emekçileri 11 Mart’ta Ankara’da sağlık alanında hizmet verenlerin ve alanların buluşacağı Türkiye Sağlık Hakkı Meclisi’ne davet etti.

SABİHA GÖKÇEN’DE DİRENİŞ BAŞLADI

◗ İSTANBUL Sabiha Gökçen Havaalanı’nın uçak onarım-bakım atölyesi inşaatında çalışan işçiler, 4 aydır ücretlerini alamadıkları gerekçesiyle iş bırakarak direnişe başladı. Alınan bilgiye göre, uçak onarım-bakım atölyesinin inşaatını üstlenen Borlu Denizcilik adlı taşeron şirket, Kasım 2011’den bu yana işçilere maaşlarını ödemiyor. Toplam 60 işçinin çalıştığı şantiyede, 4 aydır ücretlerini alamayan işçiler isyan etti ve iş bıraktı. Şantiyede iş tamamen dururken, 35 işçi şantiye önünde direnişe başladı. Konuya ilişkin ETHA’ya bilgi veren direnişçi işçilerden Emrah Demiral, şirketin “paramız yok” diyerek ödeme yapmadığını söyledi. Demiral, yaşadıkları sıkıntıyı şöyle anlattı: “En az alacağı olan 5 bin TL. Faturalarımızı ödeyemiyoruz. Çoğumuzun kredi kartına haciz geldi. Çevremizden aldığımız borçlarla geçinmeye çalışıyoruz. 4’er, 5’er kirası birikti herkesin.” İşçilerin tamamının iş bıraktığını, 35’inin de şantiye önünde direnişe başladığını söyleyen Demiral, ana işveren YDA ile de görüşmeler yaptıkları bilgisini verdi.

◗ İSTANBUL KESK İstanbul Şubeler Platformu, konfederasyonlarına ve tüm demokrasi güçlerine yönelik tutuklama ve baskılara karşı 26 Şubat’ta Kadıköy’de “Susmuyoruz, korkmuyoruz, teslim olmuyoruz” şiarıyla miting düzenledi. Mitinge DİSK İstanbul Bölge Temsilciliği, Sendikal Güçbirliği Platformu, TTB, Halkların Demokratik Kongresi, ÖDP, Halkevleri ile direnişteki Maltepe Belediyesi taşeron işçileri ve Hey Tekstil işçileri katıldı. Et Balık Kurumu önünde bir araya gelen binlerce kişi, 9 KESK üye ve yöneticisi kadının fotoğraflarının olduğu “KESK’li kadınlar onurumuzdur” yazılı pankart taşıdı. “TMY çöpe tutsaklara özgürlük”, “KESK’li tutsaklar onurumuzdur”, “KESK’li kadınlar onurumuzdur”, “Yaşasın sınıf dayanışması” sloganlarının öne çıktığı yürüyüşte, TMY ve Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması ve muhalif güçler üzerindeki tutuklama ve baskılara son verilmesi istendi. EMEKÇİLER KARA BULUTLARI DAĞITACAK Mitingin ilk konuşmasını DİSK Genel Sekreteri Adnan Serdaroğlu yaptı. KESK başta olmak üzere emek ve demokrasi güçlerine yönelik tutuklama ve baskıları kınayan Serdaroğlu, “Bakmayın burada bahar havası olduğuna, Ankara semalarında kara bulutlar toplanıyor. Ama biz emekçiler, o kara bulutları dağıtacağız. Bunun için inancımız ve gücümüz var” dedi. “Yine bir zulüm döneminden geçiyoruz” diyen KESK Genel Başkanı Lami Özgen, AKP’nin kendinden olmayanlara karşı kin duyarak yarattığı baskı, gözaltı ve tutuklamalarla boğmaya çalıştığını söyledi. Kendilerine “Neden KESK hedefte?” sorusunun sorulduğunu kaydeden Özgen, Hopa’da öldürülen Metin Lokumcu’yu, Roboski’de öldürülen 34 kişiyi sahiplendikleri, kayıt dışı, taşeron, esnek ve güvencesiz çalıştırmaya karşı çıktıkları, Kürt sorunu etrafında yaşanan çatışmaların son bulması, barış dilinin konuşulması ve diyalog yolunun açılmasını istedikleri için hedef seçildiklerini vurguladı.

KESK’İ TASFİYE ETMEYE ÇALIŞIYORLAR KESK Genel Başkanı Özgen, 13 Şubat’ta gözaltına alınarak tutuklanan KESK üyesi kadınlara savcılık ve emniyette, “Neden 8 Mart’ta eylem düzenliyorsunuz? 25 Kasım eylemine neden katıldınız? Neden diğer kadın platformlarıyla ortak etkinlikler yaptınız? Yargılanan KESK yönetici ve üyelerinin davalarına katıldınız mı? 21 Aralık grevine katıldınız mı?” sorularının sorulduğunu hatırlattı. Sorularla sendikal faaliyetin sorgulandığını vurgulayan Özgen, “KESK’i kamuoyu nezdinde yıpratarak, tasfiye etmeye çalışıyorlar” dedi. KESK’in bu baskılarla ilk kez karşılaşmadığını kaydeden Özgen, KESK’i yıpratmaya, sindirmeye çalışanlara seslendi: “Hiçbir suçu olmayan arkadaşlarımızı derhal serbest bırakın. Sendikalarımız ve konfederasyonumuz üzerindeki baskılara son verin. KESK bizim onurumuzdur, onurumuzu çiğnetmeyiz. Gerektiğinde balyoz, gerektiğinde grev dalgası olup zulmün kalelerini bir bir yıkarız.” TTB Merkez Konsey Üyesi Hüseyin Demirdizen ise baskı ve saldırılara karşı, birlikte ve daha güçlü mücadele etmenin önemine işaret etti. (ETHA)

Ezilenlerin Sosyalist Partisi mitinge, “Terörle Mücadele Yasası ve Özel Yetkili Mahkemeler Kaldırılsın. Özgürlük İstiyoruz” pankartıyla katıldı. TMY kapsamında tutuklanan gazetecilerin, aydınların, yazarların ve sosyalistlerin serbest bırakılmasını isteyen ESP

‘Sendikalı olsaydık daha güçlü olurduk’

üyeleri, Hülya Gerçek, Ragıp Zarakolu, Büşra Ersanlı’nın isimlerini anons ederek, “özgürlük” istedi. ESP’liler, geçtiğimiz günlerde kansere yenik düşerek yaşamını yitiren üyeleri Fintoz Gerçek, Antalya SKM Sözcüsü Rezan Kotil ve komünist militan Yasemin Çiftçi’yi sloganlarla andı. “TMY Çöpe Tutuklu Öğrenciler Kampüse” pankartı ile mitingde yer alan SGD üyeleri, tutuklu olan öğrencilerin serbest bırakılmasını istedi. Yürüyüş güzergahındaki duvarlara “Tutuklu Öğrencilere Özgürlük” yazılamaları yapan SGD üyeleri ile sivil polisler arasında kısa bir gerginlik yaşandı.

Mitingde işten çıkarılan Hey Tekstil işçileri ve Maltepe Belediyesi taşeron işçileri de konuşma yaptı. Hey Tekstil işçisi Melek Sönmez, “En büyük hatamız sendikalı olmamamız. Sendikalı olsaydık şimdi daha güçlü olurduk. El ele olduğumuz sürece kimse haklarımızı yiyemez. Birleşe birleşe kazanacağız” dedi. Maltepe Belediyesi taşeron işçilerinden İlhan Yıldırım ise “Taşeron zulüm makinesidir, buna karşı çıkmak insanlık görevidir. Sizleri, verdiğimiz mücadelede sesimize ses, gücümüze güç katmaya çağırıyorum” dedi.

Samsun HDK: Kıdem tazminatına dokunma Samsun’da Halkların Demokratik Kongresi’nin on beş günde bir yaptığı cumartesi eylemlerinin bu haftaki konusu, kıdem tazminatının gasp edilmesiydi. Kıdem tazminatının gasp edilmesine karşı Meclis’e göndermek üzere başlatılan imza kampanyası sonlandırıldı. Haftalardır aynı yerde toplanan HDK’lılar, kıdem tazminatı gasbına karşı topladıkları imzaları Meclis’e gönderdiler. HDK’lılar, kıdem tazminatının Türkiye işçi sınıfının yıllar boyu bedeller ödeyerek kazandığı bir hak olduğunu belirtti, gasp edilmesine müsaade etmeyeceklerinin altını çizdi. HDK’nın eyleminde, açıklamaya katılan herkes, ellerinde bulunan spot başlıklar altındaki metinleri, “Ben de bir ses veriyorum” diyerek okudu. Kadınlara dayatılan şiddete, tacize, tecavüze, Kürt halkına yapılan zulme ve çevre katliamına karşı seslerini duyurmaya çalışan HDK üyelerinin eylemine halkın ilgisi yoğun oldu. (ETHA)

‘ADALETSİZLİK EKEN SEFALET BİÇER’ ◗ CENEVRE Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC), İsviçre’nin Cenevre kentinde yapılan ve Türkiye’nin gündeme alındığı Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Ticaret Politikaları Gözden Geçirme Konseyi toplantısına sunduğu rapora ek olarak, Türkiye hükümetine ve DTÖ’ye yönelik bir dizi öneri sundu. 151 ülkeden 175 milyon işçiyi temsil eden ITUC, 21 maddede sıraladığı önerilerinde Türkiye’yi imzaladığı uluslararası sözleşmelerin gereklerini yerine getirmeye davet etti. ITUC Genel Sekreteri Sharan Burrow yaptığı açıklamada “Türkiye’nin işçi hakları sicilinin kabarık olduğunu ve gerek hükümet gerekse işverenler tarafından yapılan sendikal hak ihlallerinin artarak sürdüğünü” ifade etti. DİSK Genel Sekreteri Adnan Serdaroğlu da konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Türkiye hükümeti DTÖ toplantılarında büyüme oranlarından ve dış ticaret rakamlarından bahsederken, açlık sınırının altında yaşayan işçileri unutmaktadır. Adaletsizlik eken sefalet biçer. Hükümet, bir avuç şirketin değil, insanca yaşam talep eden milyonlarca işçinin sesine kulak vermelidir.”

TMY ve ÖYM’ler kaldırılsın

Meclisler 11 Mart’a hazırlanıyor ◗ İSTANBUL İstanbul Sağlık Hakkı Meclisi, kuruluşunu deklare etti. Meclis, 11 Mart’ta Ankara’da toplanacak olan Türkiye Sağlık Hakkı Meclisi’ne hazırlıklara başladı. İstanbul Sağlık Hakkı Meclisi, 28 Şubat’ta TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde düzenlediği basın toplantısında kuruluşunu deklare etti. TMMOB, DİSK, Türk-İş, KESK; İstanbul Tabip, Eczacı, Dişhekimleri, Veteriner Hekimleri odaları, Halkların Demokratik Kongresi, ÖDP, Halkevleri, TKP, Halk Cephesi’nin de aralarında olduğu çok sayıda emek ve meslek örgütü, siyasi parti ve demokratik kitle örgütü tarafından kurulan İstanbul Sağlık Hakkı Meclisi, AKP Hükümetinin sağlık hakkını piyasalaştıran politikalarına karşı mücadele edecek. Hem sağlık

emekçilerinin haklarını, hem de halkın ücretsiz, nitelikli, kolay ulaşılabilir sağlık hakkını savunan Meclis, 11 Mart’a kadar İstanbul’da yapacağı çalışmalarla halka bilgilendirmelerde bulunacak. Tüm illerde kurulan Sağlık Hakkı Meclisleri’nden temsilcilerin katılımıyla 11 Mart’ta Ankara’da Türkiye Sağlık Hakkı Meclisi toplanacak.

HER GÜN YENİ BİR ZAM GELEBİLİR Meclisin kuruluşuna ilişkin basın bildirisini KESK İstanbul Şubeler Platformu adına Ersoy Adıgüzel okudu. Adıgüzel, herkesin 1 Ocak 2012 itibariyle GSS kapsamına alındığını hatırlatarak, “Muayene katılım payı, ilaç katkı payı sürekli artıyor. Artık sağlıkta her kalem işlemde her an her şeyin parası artabilir ama daha kötü-

sü her ay en az 35 TL prim ödemeyenler hastanenin, aile sağlığı merkezinin kapısından giremezler. Bu durum, neresinden bakarsanız bakın milyonlarca insanımızı ilgilendiriyor” dedi. İstanbul Tabip Odası Başkanı Taner Gören, Aile Hekimliği ile 1. basamak sağlık hizmetinin ticarileştirilmesinin tamamlandığını söyledi. Ticarileştirme sırasının 2. ve 3. basamakta olduğunu kaydeden Gören, bunun da Kamu Hastane Birlikleri Yasası ile 1 yıl içinde tamamlanmak istendiğini ifade etti. Gören, AKP’nin sağlıktaki politikaları nedeniyle “emeğin sömürüsü ve sağlık hizmetinin

paralı hale gelmesinin” söz konusu olduğunu kaydetti. Manisa Sağlık Hakkı Meclisi de, 25 Şubat’ta Manisa Belediyesi Kültür Merkezi Meclis Salonu’nda düzenlediği panelle, Manisalılara, sağlıkta dönüşüm yasalarını anlattı, 11 Mart’ta Ankara’ya çağırdı. (ETHA)

YOL özgür şen Azmettirici devlettir Gökdere Köprü Barajı’nda 10 işçinin yaşamına mal olan patlamanın ardından objektiflere yansıyan bir fotoğraf: Baraj yerle bir olmuş, bir duvarın dibine sırası üzerine dizilmiş, iş güvenliği tabelaları. “İş ayakkabısı giy”, “Baret tak” yazıyor levhalarda. En başta da “İş güvenliği kurallarına uyunuz” maddesiyle başlayan 14 maddelik İş Güvenliği Talimatı duruyor. Aslında bu fotoğraf ilk defa çıkmıyor karşımıza. Tıpkı işçilerin kum torbası niyetine filikaya doldurulup 3 işçinin öldüğü Gisan Tersanesi’nin girişinde, “Önce iş güvenliği” yazdığı gibi. Gökdere’de yaşananlar organize bir cinayet filminin tekrar tekrar önümüze konulmasını andırıyor. İşlenişi ve sonrasında yaşananlarla birbirinin aynısı olan, adları ve mekanları değişen cinayetler: Karadon, Bükköy, Bursa’da yakılan kadın işçiler, Ostim, İvedik, Davutpaşa, Afşin Çöllolar ve Tuzla tersaneleri. Sadece cinayet öncesi değil, sonrasında yaşananlar da birbirinin tekrarı. Adana Valisi Hüseyin Avni Coş, işçilerin ölümünün ardından baraj kapağındaki sızıntının uzun zamandır olduğunu söyleyenlere, “Neden daha önce haber vermediniz, tedbir alırdık” diyor ve ekliyor: “Ölenlerin yakınlarına dini telkinlerde bulunmak lazım!” Tıpkı Karadon’da göçük altında kalan 30 madenci için “Güzel öldüler” diyen dönemin Çalışma Bakanı Ömer Dinçer gibi. Başbakan Erdoğan ise yine diğerlerinde olduğu gibi “gereken yapılacak, sorumlu varsa cezalandırılacak” diyor. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, HES’lerin denetlenmesinden sorumlu bakanlığın başında. İlk açıklamasında “Aslında denetimin ne kadar önemli olduğu anlaşılıyor” diyor utanmadan, sıkılmadan. Bakan Eroğlu, barajın özel sektöre ait olduğunu vurgulayarak da, sorumluluğu üzerinden atıyor. Yaşanan tüm cinayetlerin ve toplu katliamların sorumlusu, özelleştirmeler ve taşeron çalışma sistemidir. Denetimsizliktir. Özel sektöre devredilen HES inşaatları ve madenlerde işleyen tek kural var: Daha fazla üretim, daha fazla kar! 10 işçinin ölümü, ya da 30 işçinin ölümü bu kuralı bozmuyor. Özellikle son yıllarda iş cinayetlerinin toplu katliamlara dönüşmesine rağmen, devletin iş güvenliği ve işçi sağlığına yaklaşımında değişen hiçbir şey yok. Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in açıkladığı rakamlara göre, İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nda 16 Ekim 2011 tarihi itibarıyla iş sağlığı ve güvenliği yönünden teftiş yapan, 225’i iş müfettişi ile yetkili iş müfettiş yardımcısı ve 240’ı iş müfettişi yardımcısı olmak üzere sadece 465 kişi. Üstelik tüm bu denetimsizliğin yaşandığı süreçte, iş güvenliği denetiminin özel şirketlere devredilmesi var AKP’nin gündeminde. Muhtemelen Gökdere katliamının ardından bu konu soğutulacaktır, ancak hükümetin gündeminden düşmeyecektir. İş teftişinin, iş güvenliği ve işçi sağlığı denetiminin özel şirketlere devredilmesi, daha büyük katliamların yaşanmasının önünü açmaktan başka bir anlama gelmeyecektir. İş cinayetleri sonrası açılan davalar, cezasızlık denebilecek komik kararlarla sonuçlandırılıyor. İşte bazı örnekler: TTK Karadon kömür işletmelerinde 30 madenci öldü. 2 yıldır devam eden davada tutuklu yargılanan kimse yok. Bursa Özay Tekstil’de kapılar üzerlerine kilitlendiği için 5 kadın işçi yanarak öldü. Özay Tekstil patronuna sadece 182 bin TL para cezası verildi. Afşin Çöllolar kömür madeninde patlama ve göçük meydana geldi. Ölen 11 işçinin, 9’unun bedenleri hala maden sahasında. Madende üretim başlarken, henüz dava açılmadı. TMMOB’a bağlı odaların bakanlıktan istediği bilgilere, ticari sır gerekçesiyle yanıt verilmedi. İstanbul Davutpaşa’da meydana gelen patlamada 21 kişi öldü. Dava 4 yıldır sürüyor. Ankara Ostim ve İvedik’te meydana gelen patlamalarda 17 işçi öldü. Dava hala sürüyor. Tuzla tersanelerinde yaşanan iş cinayetlerinde sonuçlanan bir çok davada tersane patronlarına komik para cezaları verildi. Filika cinayeti davasında ise dosya kayıp gerekçesiyle dava 4 yıldır sonuçlandırılmadı. Zaman aşımı riskiyle karşı karşıya. Bu da yetmezmiş gibi, 27-28 Şubat 2008’de “Yaşam hakkı” grevine katılanlar yargılanıyor. İş cinayetlerinde davaların tamamı “taksirle adam öldürmekten” açılıyor ve kamuoyu baskısı oluşturulamadığı sürece cezasızlık denebilecek sonuçlarla bağlanıyor. Denetimden sorumlu olan devlet kurumları ve yöneticilerine ise soruşturma izni dahi verilmiyor. AKP hükümeti ise yıllardır bu konuda hiçbir adım atmıyor. İş cinayetlerinde patronların ve sorumluların “kasten adam öldürmek”ten yargılanmaları sağlanmadığı ve caydırıcı cezalar verilmediği müddetçe iş cinayetleri her zaman yaşanacaktır. Kuşkusuz, burjuvazinin aşırı kar hırsı iş cinayetlerinin asıl nedenidir. Ancak, “iş güvenliği” ve “güvenceli çalışma” taleplerinin kazanıma dönüştürülmesi bu anlamda sınırlayıcı rol oynayacaktır. Patronunun burnu kanadığı zaman tüm imkanlarını seferber eden devlet, işçiler kitlesel kıyımlara uğrarken kılını kıpırdatmıyor. İş cinayetlerini önleyecek olanlar da yine işçiler ve emekçilerdir. Devam eden davalarda ve Gökdere katliamı için adalet talebi ve sorumluların cezalandırılması için birleşik mücadele ihtiyacı yakıcılığını sürdürüyor.


8

atılım

POLİTİKA

3 Mart 2012

Askeri kazan dairesinde yaktılar 1995 yılında Mardin-Dargeçit’te gözaltında kaybedilen 7 kişi için yapılan kazılarda, insan kemikleri ve kafatasları bulunurken, soruşturma fezlekesinde çıkan bir iddianın ise üzeri kapatılmaya çalışılıyor. 17 yıl sonra yeniden açılan soruşturmanın fezlekesinde, Bilal Batırır adlı askerin, komutanları Mehmet Tire ve Hurşit İlmen tarafından ‘kazan dairesine atılmak suretiyle yakıldığı’ belirtiliyor. Bu vahşeti işleyen dönemin komutanları şimdi belediye başkanları. Bodrum Gümüşlük Belediye Başkanı Emekli Albay Mehmet Tire ve Sivas Çepni Belediye Başkanı Emekli Albay Hurşit İmren,

haklarındaki suçlamalara karşın hala görevlerinin başında. KAZAN DAİRESİNDE YAKILMIŞ Kayıp aileleri, 2009 yılında Ergenekon Davası’na müdahil olmak için başvurdu ancak mahkeme görevsizlik kararıyla dosyayı Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığı’na sevk etti. Bunun üzerine soruşturmayı yeniden başlatan Dargeçit Savcısı Şükrü Arslan, çok sayıda tanık ve kayıp yakınlarının ifadelerine başvurdu. Hazırlanan fezlekede şunlar ifade edildi: Gözaltına alınan 7 kişinin şu anda Bodrum Gümüşlük’ün

DP’li Belediye Başkanı olan dönemin Dargeçit Jandarma Komutanı Mehmet Tire ile şu anda Sivas Çepni beldesinin CHP’li Belediye Başkanı olan dönemin Mardin Jandarma Komanda Tabur Komutanı olan Hurşit İlmen’in talimatıyla, Uzman Çavuş Bilal Batırır ile Haydar adlı bir astsubaya öldürtülmek istendiğini, ancak Haydar adlı astsubayın yapamayacağını söylemesi üzerine infazın Bilal Batırır tarafından gerçekleştirildiği saptandı. Fezlekede, Dargeçit’teki olaya kendisi de tetikçi olarak katılmasına rağmen, kayıp yakınlarına bilgi veren Dargeçit İlçe Jandarma komutanlığın-

da görevli Uzman Çavuş Bilal Batırır’ın da komutanlarının emriyle askeriyenin kazanında yakılarak kaybedildiği yer aldı. Gözaltına alınan 7 kişiden, öldürülüp bir kuyuya atılan 58 yaşındaki Süleyman Seyhan’ın cenazesinin bulunduğu yeri, Seyhan ailesine de söyleyen kişi Bilal Batırır’dır. Bilal Batırır’ın eşinin 1996 yılında yapmış olduğu suç duyurusuna bugüne dek cevap verilmedi. HALA GÖREVLERİNİN BAŞINDALAR Savcılık fezlekesinde şüpheli olarak

gözüken şimdinin belediye başkanları ise böylesine büyük bir suçlama karşısında hala görevlerinin başında. İnsan hakları savunucularının İçişleri Bakanlığı’na suç duyurusunda bulunmalarına karşın bir adım atılmadı. BDP’li belediye başkanları haklarında ‘KCK’ adı altına yürütülen siyasi operasyonlarla jet hızıyla görevlerinden alınıyor ve tutuklanıyorken, adları büyük bir vahşete karışan iki belediye başkanı hakkında tek bir işlem yapılmıyor. Şu anda cezaevlerinde BDP’li 31 belediye başkanı; 7 belediye başkan yardımcısı; 5 belediye başkan vekili tutuklu bulunuyor.

Bir 6-7 Eylül daha yaşanabilirdi Devlet desteğiyle ‘hocalı katliamı’ adı altında düzenlenen gösteriler, Ermeni halkını hedef aldı. Irkçı gösteriye hükümet temsilcileri ve AKP gençlik kolları da katıldı. Ermeni Vakıf Okulları Yöneticisi Garo Paylan, “Bir 6-7 Eylül daha yaşanabilirdi” dedi. Gürcü, Laz ve Roman temsilciler kaygılandıklarını dile getirdi. ◗ İSTANBUL Pazar günü Taksim Meydanı, ırkçı bir gösteriye sahne oldu. Taksim Meydanı’nda çevre illerden toplanan binlerce kişi, ‘Hocalı olayı’nı protesto etme adı altında Ermeni halkını hedef aldı. KESK’in aynı gün Kadıköy Meydanı’nda düzenlediği emek ve adalet talepli mitinge katılmayan Hakİş ve Türk-İş, ırkçı gösteride yerini aldı. Mitinge, AKP Gençlik Kolları da katıldı. ‘Hocalı olayı’ protestoları, Hrant Dink için adalet sloganlarıyla sokaklara çıkanları da hedef aldı.

ERMENİLERE YÖNELİK NEFRET SLOGANLARI Galatasaray Meydanı’nda toplanıp Taksim’e yürüyen grup, “Ermeni piçleri yıldıramaz bizleri”, “Ülkücüler burada, Ermeniler nerede”, “Rum, Fransız, Ermeni, bütün Türk’ün düşmanı” şeklinde ırkçı sloganlar attı. Irkçı gösteride, “Ermeni yalanına sessiz kalma” şapkaları takıldı, “Hepimiz Türk’üz hepimiz”, “Hepiniz Ermeni’siniz hepiniz piçsiniz” yazılı dövizler dikkat çekti. İÇİŞLERİ BAKANI’NDAN IRKÇI KONUŞMA Mitingde konuşan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, “Azerbaycan’ın acısı bizim de acımızdır. 21. yüzyıl, Türk milletinin ve Türk dünyasının yüzyılı olmalıdır” dedi. Bakan Şahin, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türk milleti, tek yürek, tek yumruk olduğu müddetçe başka Hocalılar olmayacak, kimse Türk’e yan gözle bakamayacak. Yaşasın Türk milletinin ebedi varlığı.” Azerilere seslenen Şahin, “Burası sizin öz yurdunuz, öz vatanınız” derken, Taksim’deki mitingin “kardeşçe” ve “sevgi dolu” olduğunu iddia etti. Mitingin ardından, faşistler, Tarlabaşı Bulvarı’ndan BDP binasına yürüyüşe geçti. Grup, BDP binasının olduğu sokağın başında, geçen otobüsleri taşladı. ‘ERMENİ KİMLİĞİMİ BİLSELERDİ, PARÇALARLARDI’ Taksim’de yapılan ırkçı gösteriyi ETHA’ya değerlendiren Ermeni Vakıf Okulları Yöneticisi Garo Paylan, tesadüfen orada olduğunu söyledi. Çoğunluğu 18-20 yaşındaki gençlerden oluşan kalabalığın, bir katliamda ölenleri anmak,

◗ İSTANBUL Malatya Kürecik’te kurulan NATO’nun füze kalkanı üssü faaliyete geçti. Türkiye halklarının tepkilerine rağmen Amerikan askerlerinin üsse yerleşmeye başladığı ve füze kalkanının bir aydır faaliyette olduğu açıklandı. ABD Avrupa Ordusu ve Yedinci Ordu Komutanı Korgeneral Mark Hertling, “Askerlerimiz, Türkiye’nin güneyinde bulunan radar tesislerine yerleştirildi” dedi. Karadağ’ın başkenti Podgorica’da bulunan askeri üste Associated Press’e röportaj veren Hertling, “Sadece karada bulunan hava savunma birimleriyle ilgili konuşabilirim. Ancak size şunu söyleyeyim: ABD Donanması ve Hava Kuvvetleri’yle sürekli koordinasyon halindeyiz ve bence füze savunması konusunda doğru yolda ilerliyoruz. Ordu açısından konuşursak planladığımız gibi ilerliyoruz” dedi. Malatya Kürecik’te füze kalkanı, önümüzdeki 10 yılda Avrupa’nın çeşitli noktalarına yerleştirilecek diğer kara ve deniz radarlarından oluşacak füze savunma sisteminin temel unsuru. Operasyonun merkezi ise Almanya’da. ABD, füze kalkanının İran’dan gelecek tehdide karşı kurulduğunu iddia ediyor. Türkiye halkları, füze kalkanına karşı çıkarken, İran da “herhangi bir saldırı anında Türkiye’yi vuracağı” uyarısında bulunmuştu.

HDK GÜLYUSU-GÜLENSU MECLİSİ KURULDU Garo Paylan katliamı kınamaktan ziyade ırkçı gösteri düzenlediklerini kaydeden Paylan, “Atılan sloganlar tüylerimi diken diken etti. Ermeni kimliğimi bilselerdi, beni parçalayacak bir güruh vardı orada” dedi. “Sorun şu; bir katliamda ölenleri anmayı, buna ilişkin üzüntümüzü ortaya koymayı bile beceremiyoruz. Topluma karşı katliam yapan bir devleti kınamayı beceremedik. Yapılan gösteriyle bunu görmüş olduk” diyen Paylan, tersine gösterinin başka bir etnik unsura yönelik nefret, ırkçı ve faşist gösteriye dönüştüğünü vurguladı. ‘2012 YILININ 6-7 EYLÜL’ÜNÜ YAŞADIK’ Aynı zamanda HDK Halklar ve İnançlar Komisyonu üyesi olan Paylan, “2012 yılının 6-7 Eylül’ünü yaşadık” dedi ve ekledi: “Çünkü o kalabalık kiliseye ve Agos gazetesine doğru yürümeye başladı. Emniyet güçleri olmasaydı bir kere daha 6-7 Eylül olayı olurdu.” İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in, ırkçı dövizler önünde konuşma yaptığını hatırlatan Garo Paylan, “Bunun tamamen bir devlet operasyonu olduğunu düşünüyorum, milliyetçiliği bir kez daha örgütlemek üzerine. Ermenilere karşı soykırım ile ilgili adalet arayan bizim gibi insanlara gözdağı verilmek için yapıldığını düşünüyorum” dedi. İÇİŞLERİ BAKAN’INA SUÇ DUYURUSU İnsan Hakları Derneği ve Halkevi üyeleri, mitingin ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na Hocalı eylemindeki ırkçı konuşma ve dövizler nedeniyle İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ve miting tertip komitesi hakkında suç duyurusunda bulundu.

Sosyalist Azeriler’den eylem Hocalı katliamına ilişkin İstanbul ve bazı illerde Ermenilere yönelik ırkçı eylemler yapılırken, sosyalist Azeriler, Ankara’da, “hiçbir katliamın diğerinin bahanesi olamayacağını” belirtti. Türkiye Sosyalist Azerbaycanlılar Platformu, eylemde, “Yaşasın halkların kardeşliği” yazılı pankart açtı. Platform adına yapılan açıklamada, Sovyetler Birliği dağılıp Azerbaycan bağımsızlığını ilan ettikten sonra, Türkiye ve Azerbaycan arasında yakın ilişkiler başladığı belirtildi. Ermeni halkına karşı kin ve nefret söylemlerin, bu ilişkilerin vazgeçilmez parçasına dönüştüğü

HOCALI OLAYI

belirtilen açıklamada, “Türkiye’nin Ermenistan sınırını kapalı tutması için baskı yapan,Türkiye’nin bir iç ve vicdan meselesi olan kendi geçmişi ve Ermeni olaylarıyla yüzleşmesine müdahale etmeye çalışan Azerbaycanlı milliyetçilerle, Hrant Dink’in katli sonrası Türkiye’de vurgusu iyice alevlenen Hocalı katliamını siyasi malzeme olarak kullanan Türkiyeli milliyetçiler, bu iki ülke arasında ikinci bir söz söylemeyi neredeyse bloke etmiş durumdalar” ifadeleri yer aldı. Açıklamada, şöyle denildi: “Unutmamak gerekir ki, çıkarılan her savaşta kazanan yalnız burjuvazi ve onun araç olarak kullandığı

devlettir. Halklar ise bu savaşlarda yalnızca kaybeden taraflardır. Biz hiçbir katliamın diğerinin bahanesi olamayacağına, hiçbir acının diğerinden üstün olmadığına inanarak, Hocalı katliamının 1915’deki Ermeni olaylarıyla kıyaslanmasına, Ermeni trajedisini inkar etmek için malzeme olarak kullanılmasına itiraz ediyoruz.” “Hepimiz Ermeniyiz” sloganını geçersiz kılmak için ortaya atılan “Hepimiz Azeriyiz” önermesine itiraz eden Türkiye Sosyalist Azerbaycanlılar Platformu, “Biz bu oyunun oyuncusu da, seyredeni de olmayı reddediyoruz. Yaşasın halkların kardeşliği” dedi.

Hocalı, Ermenistan’ın Karabağ’ı işgaliyle savaş patlak verdiğinde Azerbeycan güçlerinin, işgal altındaki Şuşa, Hankendi ve Ağdam’ı bombalarken üstlendiği kasabaydı. Bölgedeki tek havaalanı oradaydı. Her iki taraftan da siviller vuruluyordu. Ermeniler, 26 Şubat 1992’de kasabayı kuşattı. Sivillerin çıkması için bir koridor oluşturuldu. İnsanlar kasabadan ayrılırken sivillere Azerbeycan Halk Cephesi’nin silahlı milislerinin de eşlik ettiği söyleniyor. Silahlar ateşlendi ve ‘hocalı katliamı’ denilen olay yaşandı. Bakü yönetimine göre 613 kişi yaşamını yitirdi. Azerbaycan’lı gazeteci Cengiz Mustafayev, Ermenileri, Halk Cehpesi’nin kışkırttığına dair bilgi toplarken öldürüldüğü de bu olaylarla ilgili bazı kaynaklarda yer alıyor. Fransa’da kabul edilen ‘Ermeni soykırımı’ yasasının ardından, ‘Hocalı olayı’nın yıl dönümü etkinlikleri trajediyi anmanın ötesine geçti. Fransa’daki yasaya ‘Türkiye’nin yanıtı’ olarak sokaklarda Ermeni halkına karşı ırkçı gösterilere dönüştürüldü.

Türkiye’de yaşayan ulusal topluluklar kaygılı ◗ PELİN ÇALIŞKAN Fransa’daki soykırım tasarısını bahane ederek Ermenilerin hedef alındığı, ‘Hocalı katliamı’ protestosu adı altında yapılan ırkçı gösteriler, Türkiye’de yaşayan ulusal topluluklar tarafından endişe ile karşılandı. Etkin Haber Ajansı, 26 Şubat’ta İstanbul ve bir çok ilde ‘Hocalı katliamı’ protestosu adı altında yapılan eylemlerin, Türkiye’de yaşayan ulusal toplulukların nasıl karşıladığı sorusunu Gürcü, Laz ve Roman dernek ve kültür merkezi temsilcilerine yöneltti. Temsilciler, ‘Yaşasın halkların kardeşliği’ şiarının yükseltilmesine olan ihtiyaca vurgu yaptı. Ramadan Güldür (Karşıyaka Roman Kültür, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği): Büyük bir kin ve öfke gördüm mitingte. Orada taşınan dövizler ve sloganlardaki hakaretler, öfke, intikam duyguları çok kötü his-

ABD ASKERLERİ KÜRECİK RADAR ÜSSÜNDE

settirdi bize. Yıllardır hepimiz Türküz deniyor, ama hepimiz Ermeniyiz denildiğinde herkes piç oluyor. Bu öfke çok kötü. Biz de Roman olarak rahatsızlık hissettik bu mitingten. Ve orada atılan sloganları ve açıklamaları doğru bulmuyoruz. Hangi ırktan, milliyetten, kimlikten olursa olsun bütün dünyada ayrımcılığa karşıyız. Hükümet temsilcilerinin ve AKP’nin katılması ise devletin bu ırkçı gösteriyi desteklediğini gösteriyor, bu kaygı verici. Hasan Oral (Laz Kültür Derneği): Hocalı katliamıyla ilgili bir protesto duyduğumda, her katliamı biz lanetleriz, insani duyarlılık diye düşündüm. Ama mitingde yaşananlar, atılan sloganların halkları hedef aldığını gördük. Üzüntü verici bir durum. Bugün böyle bir faşizan, ırkçı düşüncenin egemen olması burada çok üzücü bir durum. Biz demokrasinin gelişmesini, halkların kardeşliğinin büyütülmesi umutla-

rını beslerken bu faşizan, ırkçı gösteri ve düşüncelerin desteklenmesi bizi üzdü. Bu ırkçı gösterilere hükümetten temsilcilerin de katılması, devlet eliyle yapılıyor olması gerçekten kaygı verici. Bu ülkeyi daha da karanlığa götüren uygulamalar, oyunlardır bu hareketler. Esref Yılmaz (Gürcü Kültür Merkezi Başkanı): Biz, böyle tek taraflı kıyımların, katliamların, haksızlıkların tek halk adına tek taraflı söylemlerden hoşlanmıyoruz. Diyorlar ki, ‘Ermeni yalanı’. Türklerin yalanı yok mu? Bu mitinge ırkçılık damgasını vurmuştur. Türkiye’nin öteden beri, devlet eliyle de korunan, sürdürülen bir anlayıştır bu anlayışlar. Hükümetin temsilcileri de katıldı mitinge. Bu ırkçı politikalar Türk devletinin zaten temel politikalarıdır. AKP de bunu sürdürmektedir. Bu da bu devletin doğasıdır zaten. Türkler dışında bu ülkede yaşayan

halklara, topluluklara da aynı zamanda bir gözdağı verme mesajı içeriyordu bizce. Son olarak şunu eklemek istiyorum: Biz halkların kardeşliğinden yanayız ve bugün bu şiarın yükseltilmesi gerekiyor. Yaşasın Kürt, Laz,

Çerkes değil sadece, ben Türk kardeşliği de diyorum. Tüm etnik grupların, kültürlerin, kimliklerin kardeşliğini önemsiyoruz ve bunların korunması ile ancak Türkiye’de demokrasinin yeşerebileceğini düşünüyoruz.

◗ İSTANBUL Halkların Demokratik Kongresi Maltepe İlçesi, Gülsuyu-Gülensu Mahalle Meclislerini kurmak üzere halk toplantısı düzenledi. Toplantıda, GSS, TMY ve Kentsel Dönüşüm konuları gündeme geldi. 23 Şubat günü yapılan toplantıya yaklaşık 100 kişi katıldı. SES üyesi Şahin Tanrıverdi, GSS’nin 24 Ocak kararlarıyla ortaya çıktığını ve emekçilerin sağlık hakkını gasp eden bir yasa olduğunu söyledi. Tanrıverdi, sağlık emekçilerinin iş koşullarını zorlaştıran ve sağlığı ticarileştiren bu yasayla sağlık emekçilerinin iş güvencesinin ortadan kalktığını dile getirdi. Tanrıverdi, “Nitelikli sağlık hizmeti için birleşip mücadele edersek bu yasaları geri çektirebiliriz” dedi. HDK Örgütlenme Komitesi’nden Alp Altınörs ise Terörle Mücadele Yasası’na değindi. Mahallenin bu konuya yabancı olmadığını, TMY kapsamında tutuklu olan mahalleden gençler olduğunu belirterek, siyasi tutuklulara selam gönderdi. Altınörs, “Adalet, söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğü, politik tutsaklara özgürlük istiyoruz. TMY ve ÖYM’nin kaldırılmasını istiyoruz ve sizi de bir ses çıkarmaya, HDK’de buluşmaya çağırıyoruz” dedi. İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel ise iktidarın rant ve yağma politikasıyla emekçilere saldırdığını söyledi. “Halkı boş vaatlerle kandırıp iktidar oldular” diyen Tüzel, AKP’nin artık sona yaklaştığını ve HDK ile bu sürecin daha da hızlanacağını söyledi. Mahalle muhtarı Sabri Şakar da, böyle bir birlikteliğin önemli olduğunu ve kendisine de görev düştüğünde bunu hayata geçireceğini söyledi. (ETHA)

ŞÜPHE VAR, DELİL YOK! ◗ ANKARA Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin davanın gerekçeli kararı açıklandı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 216 sayfalık gerekçeli kararı taraf avukatlarına tebliğ etti. 18 sanıkla ilgili gerekçeli kararda, hakkında hüküm verilmesi unutulan sanık Coşkun İğci yer almadı. Gerekçeli kararda, ‘örgüt olmadan yapmaları akla uzak’ denildi, ancak bunun şüphe olduğu ve şüphe ile mahkumiyet verilmeyeceği belirtildi. Kararda, “Delil olmadan sadece bir kısım mantıksal yorumla terör örgütü suçundan mahkumiyet kurulması ceza hukukunda mümkün değildir. Örgüt var ise nerede, ne zaman, hangi amaç ile kurulduğu tespit edilememiştir. Örgütü kuranların karşılıklı iradelerinin hangi prensip ve suçlar etrafında oluştuğu tespit edilememiştir. Devamlılık gösteren bir yapı var ise 19 Ocak 2007 tarihinden sonra ne tür eylemler içerisinde olduğu bilgisi elde edilememiştir’’ ifadeleri yer aldı. Dink davası avukatlarından Fethiye Çetin, gerekçeli kararın açıklanması ardından Özel Yetkili Savcılığına ikinci bir dilekçe vererek, temyiz başvurusunu ayrıntılandırdı. Çetin’in verdiği temyiz dilekçesinin en önemli ayrıntılarından biri, AİHM’in ihlal kararına yol açan kamu görevlilerinin sorumlulukları çerçevesinde Türkiye’nin yeni bir soruşturma açma yükümlülüğünün bulunması. İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Fikret Seçen de, “Kamu görevlileri hakkında adli soruşturma yapıyoruz. AİHM kararı da bunu gerektiriyor” şeklinde açıklama yapmıştı.


3 Mart 2012

POLİTİKA

atılım 9

Kapitalizme karşı mücadele meşrudur 2006 yılında gözaltına alınan ve tutuklanan çok sayıda sosyalistin yargılandığı ve kamuoyunda “10 Eylül” davası olarak bilinen yargılamaya devam edildi. Toplumla (Terörle) Mücadele Yasası’nın ilk tutsakları olan sosyalistler, kapitalizme karşı mücadelenin meşruiyetini savundu. Aralarında gazetemiz Atılım’ın Genel Yayın Koordinatörü Sedat Şenoğlu, yazarımız Bayram Namaz ve gazeteci Füsun Erdoğan’ın da bulunduğu 11’i tutuklu 23 sosyalistin yargılandığı davaya İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 23 Şubat günü devam edildi. Sosyalistler yine tahliye edilmedi. 14.’sü görülen duruşmaya, tutuklu gazeteci Füsun Erdoğan’ın savunmasıyla başlandı. Füsun Erdoğan, Başbakan Erdoğan’ın tutuklu gazetecilere ilişkin açıklamasına tepki göstererek, tutuklu gazetecilerin ‘adi suç’lar sebebiyle tutuklandığı iddiasını eleştirdi.

İŞKENCE AİHM’DE BELGELENDİ Tutuklu sosyalist Arif Çelebi de, konuşmasına, Roboski Katliamı’nı kınayarak başladı. Çelebi, “İnsan mahkemede kalkıp kendi dertlerini anlatmaya utanıyor. 34 Kürt köylüsü savaş uçaklarıyla öldürüldü, 2 ay geçti, hala bir özür ya da açıklama yok” dedi. “Türk halkının vicdanı kırıma uğratılıyor” diyen Çelebi, bir komünist olarak halkların eşitliğine olan inancı ile açlık grevine başlayan tutuklu milletvekilleri Selma Irmak ve Faysal Sarıyıldız’ı dayanışma duygularıyla selamladı. 1997 yılında gözaltına alındığında işkence görmesi üzerine AİHM’in Türkiye’yi mahkum eden kararını mahkemeye sunan Çelebi, ‘97’deki ve 2006’daki tutuklanmalarıyla 11 yıldır tutuklu bulunduğunu belirtti. Çelebi, kendisiyle ilgili iddiaları daha önceki duruşmalarda çürüttüğünü belirterek, tahliyesini istedi. Çelebi, ayrıca, tutukluluğa gerekçe gösterilen bilgisayar çıktılarının savunmaları doğrultusunda incelenmesi için bilirkişi heyeti atanmasını talep etti. TUTUKLU GAZETECİ MESLEKTAŞLARINI SELAMLADI Gazetemiz Atılım’ın Genel Yayın Koordinatörü Sedat Şenoğlu, 108 tutuklu gazeteci gerçeğini hatırlatarak sözlerine başladı. Şenoğlu, KCK adı altında yürütülen operasyonlar kapsamında tutuklanan Özgür Gündem Gazetesi, Dicle Haber Ajansı, Azadiya Welat Gazetesi çalışanlarını selamlayarak, bu gazetecilere gözaltı ve adliye sürecinde gazetecilik

TBMM Başkanı Cemil Çiçek, devrimci demokratik muhalefetin üzerine bir karabasan gibi çöken Özel Yetkili Mahkeme’lerin bir “ihtiyaç”tan kaynaklandığını savundu. “Özel yetki” de ölçünün kaçtığını söyleyen Çiçek, ÖYM’lerin kaldırılmasına karşı olduğunu ifade etti. Divan Otel’de düzenlenen “Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu 68. Toplantısı”nda, “Yeni Anayasa Çalışmaları” konulu gündem maddesiyle ilgili bir konuşma yapan Cemil Çiçek, konuşmanın ardından özel yetkili mahkemeler ile ilgili açıklamada bulundu. Çiçek, “Yetki alanlarını kendileri genişletmiştir. Uygulamalar ölçü tartışmasını gündeme getirmiştir.

faaliyetleri dışında soru sorulmadığını hatırlattı, “Dayanışma duygularımı ifade ediyorum” dedi. Hakkında hiçbir somut delil olmadan 6 yıldır tutuklu olduğuna dikkat çeken Şenoğlu, “Hakkımda arama kararı yok, teknik takip kaydı yok, gizli ya da açık tanık ifadesi yok, kan-doku örneği yok” şeklinde konuştu, tahliyesini istedi.

NAMAZ, KCK OPERASYONLARINI KINADI Tutuklu yazarımız Bayram Namaz ise konuşmasına Roboski Katliamı’nı kınayarak başladı. “Savaş uçakları tarafından katledilen halkımın yoksul evlatlarını saygıyla anıyorum” dedi. KCK adı altında yürütülen siyasi operasyonlara tepki gösteren Namaz, “Halkın ‘vekilim’, ‘önderim’, ‘belediye başkanım’ dediği insanlara uygulanan tutuklama terörünü protesto ediyorum” şeklinde konuştu. Namaz, yine bu operasyon kapsamında yayıncı Ragıp Zarakolu’nun, akademisyen Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın ve gazetecilerin tutuklanmasını da kınadı. İDDİA MAKAMI İDDİALARINI KANITLASIN Sosyalistlerin avukatı Gülizar Tuncer, iddianamenin dayanağını oluşturan 40 sayfalık dosyada bilirkişi ve parmak izi incelemesi yapılmasını istedi. Belgelerin emniyet tarafından üretildiğini söyleyen Tuncer, ilgili emniyet birimlerinin bilgisayarlarında inceleme yapılmasını talep etti. Müvekkillerinin hiçbir somut delile dayanmadan 6 yıldır tutuklu yargılandığını belirten Tuncer, uzun tutukluluğa dikkat çekerek müvekkillerinin tahliyesini istedi, tahliye olmaması durumunda kararın gerekçeli yazılmasını talep etti. ‘KAPİTALİZME KARŞI MÜCADELE İÇİN TAHLİYE İSTİYORUM’ Tutuklu sosyalist Seyfi Polat, kapitalizme karşı mücadelenin meşruiyetine dair yaptığı konuşmasında, “Kapitalizme karşı mücadele etmek suç değildir. Ben bu görevi yerine getirebilmek için tahliyemi istiyorum” dedi. Duruşmada sosyalistlere tahliye çıkmadı. Bir sonraki duruşma 29 Mayıs 2012 tarihine ertelendi.

Hasan Polat yine tahliye edilmedi ESP: Ya özgürlük ya özgürlük! Ezilenlerin Sosyalist Partisi, sosyalistlerin duruşması öncesi İstanbul Adliyesi önünde TMY ve ÖYM’leri protesto etti. Açıklamada, tutuklu gazeteci Sedat Şenoğlu ile yakın zamanda hakkında mahkumiyet kararı verilerek cezaevine konulan ESP Genel Başkan Yardımcısı Hülya Gerçek’in fotoğrafları taşındı. Açıklamaya EHP, TKP ve ÖDP üyeleri de destek verdi. ESP Genel Başkan Yardımcılarından Çiçek Otlu’nun konuşmasının hedefinde, Toplumla (Terörle) Mücadele Yasası vardı. “Eşitlik isteyen, örgütlenme hakkını savunan, ezilenlerin söz hakkı olduğunu belirten herkes AKP Hükümeti tarafından ‘terörist’ ilan edilerek gözaltına alınıyor, tutuklanıyor” diyen Otlu, “işkence” olarak tanımladığı uzun tutukluluk sürelerine dikkat çekti. Otlu, “Bu ülkede özgürlük

◗ İSTANBUL

yasak. Örgütlenme hakkı yasak. Söz, eylem hakkı yasak. Grev hakkı yasak. Puşi takmak yasak. Kürt ulusunun kimlik hakkını savunmak yasak. Devrimci önderleri anmak yasak” dedi ve ekledi: “Bu ülkede Roboski katliamlarını gerçekleştirmek serbest.” ESP İstanbul ve İzmir il başkanları ile üyelere verilen cezaları hatırlatan Çiçek Otlu, öte yandan AKP’nin, MİT elemanları için özel yasalar çıkardığının da altını çizdi. “TMY ve ÖYM ile toplumdaki herkes açık bir hapishanede yaşamaya mahkum edilmeye çalışılıyor. Açık hapishanede yaşamak istemiyorsak, toplumla mücadele yasasına karşı ortak mücadeleyi yükseltmeliyiz” diyen Otlu, sosyalist siyasetçilere ve gazetecilere özgürlük ve adalet istedi. Otlu, sözlerini “Ya özgürlük ya özgürlük” diye tamamladı.

12 Mart 1995 tarihinde Gazi Mahallesi’nde bir kahvehanenin taranması üzerine başlayan ve 19 kişinin polis ve kontrgerilla tarafından katledildiği olaylarla ilgili olarak devrimci tutsak Hasan Polat’ın yargılamasına devam edildi. Bugüne kadar katiller yargılanmazken, ‘Gazi provokatörü’ iddialarıyla yargılanan Hasan Polat yine tahliye edilmedi. Polat, 1995 yılından beri tutuklu bulunuyor. 1991 yılında bir polisin vurulmasıyla ilgili açılan dava, söz konusu davayla birleştirildi. Duruşmada, tanık olarak dinlenen bir emekli polis, polisin vurulmasıyla ilgili olarak Hasan Polat’ı olay yerinde görmediğini beyan etti. Aynı polis, daha önce Hasan Polat’ı olay yerinde gördüğünü iddia etmişti. Mahkeme heyeti, 16 yıldır tutuklu bulunan Hasan Polat’ı tahliye etmezken, duruşmayı 24 Mayıs’a erteledi. Daha önce aldığı ve Yargıtay tarafından onaylanmış ağırlaştırılmış müebbet cezasını AİHM’in ‘adil yargılama yapılmadı’ yönündeki kararıyla bozmasının ardından Polat, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde tekrar yargılanmaya başlamıştı.

ÖYM’lerde ölçü kaçmış! Bu bakımdan yetki konusunda yeni bir düzenleme gerekir” diyerek, toplumsal muhalefetin kaldırılması talebine rağmen hükümetin yalnızca ÖYM’lerin yetkilerini sınırlama yönünde bir çalışma yürüteceğini dile getirmiş oldu. DEVRİMCİ, DEMOKRATİK MUHALEFETİ SUSTURMA ARACI Özel Yetkili Mahkemeler, faşist askeri darbe ürünü Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin yerini aldı. Özel yetkilerle donatılan bu mahkemeler, söz, eylem, örgütlenme ve basın üze-

rinde Toplumla (terörle) Mücadele Yasası ile birlikte tutuklama mekanizmasına dönüşerek, devrimci-demokratik muhalefeti cezaevlerinde doldurdu. AKP, hükümete geldiğinde 60 bin dolayında olan tutuklu sayısı 130 bini geçti. Sadece 2009’dan bu yana ‘KCK’ adı altında yürütülen operasyonlarda bu mahkemeler, 6300’ü aşkın BDP aktif üyesini cezaevlerine gönderdi. Yine aynı mahkemeler Türkiye’yi gazeteciler, seçilmişler, öğrenciler, insan hakları savunucuları, sendikacılar, devrimciler açısından dünyanın en büyük cezaevine dönüştürdü. Bugün

en az 106 gazeteci, 140 seçilmiş, 40 dolayında sendikacı, 40 dolayında avukat, 500 öğrenci ve 1000’i aşkın çocuk cezaevlerinde bulunuyor. HDK: TUTUKLAMALARA SON VERİLSİN Halkların Demokratik Kongresi, “Sen de bir ses çıkar” kampanyası kapsamında Malatya, Mersin ve Eskişehir’de yaptığı eylemlerle, TMY ve Özel Yetkili Mahkemeleri protesto etti. Malatya’da AKP il binası önünde basın açıklaması yapıldı. Açıklamada, AKP politikalarına karşı çıkan

herkesin cezaevlerine konulduğu, AKP’nin ülkeyi açık hava cezaevine çevirdiği belirtildi. HDK, başbakanın halka yönelik devlet terörünün hesabını vermesi gerektiğini belirtti. Mersin’de ise HDK Gençlik Meclisi, Taş Bina önünde yaptığı basın açıklamasıyla tutuklu öğrencilerin durumuna dikkat çekti. HDK adına açıklama yapan İbrahim Duman, AKP’nin baskı ve sindirme politikalarının, öğrenciler üzerinde de sürdürüldüğünü belirtti. Eskişehir’de de eylem yapan HDK, TMY’ye dayanak yapılarak hukuksuz bir şekilde tutuklanan muhaliflerin serbest bırakılmasını istedi. Özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması talebini dile getirdi.

Dersim’de yaşanan soykırımdır BDP’nin düzenlediği Dersim konferansında konuşan BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak, “Dersim’de yaşanan açıkça soykırımdır” diyerek ekledi: “Bunları ortaya koymadan, bu politikaları bir daha uygulamayacağını söylemeden özür dilemek, bu halk ile alay etmektir.” BDP Genel Merkezi, 25-26 Şubat tarihlerinde Ankara Neva Palas Otel’de “Dinmeyen Çığlık: Dersim, Hakikat ve Yüzleşme Konferansı” düzenledi. Konferansa, BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak, BDP’li vekiller ile Sosyolog İsmail Beşikçi, Türkiye Barış Meclisi, Almanya Büyükelçilği Müsteşarı Tobias Krauvse, Macaristan Büyükelçisi İsvan Szabo, Sırbistan Büyükelçiliği Baş Müsteşarı Sevani Mizorav’ın yanı sıra çok sayıda akademisyen ve kurum temsilcisi katıldı. TÜRKİYE 74 YILDIR BAHANELERE SIĞINIYOR Konferans programı, Dersim katliamına ilişkin yapılan sinevizyon gösterimi ile başlarken, açılış konuş-

masını BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak yaptı. Kışanak, konferansta Türkiye’nin kendisine bir gelecek nasıl oluşturabileceğini konuşmak istediklerini belirterek, “Yaşadıklarını doğru tanımlamayan, yaşadıklarının adını doğru koymayan ve bununla yüzleşme cesaretini gösteremeyen toplumlar kendisini geleceğe taşıyamaz. Türkiye’nin bugün yaşadığı da budur. Türkiye geçmişiyle yüzleşmekten kaçındıkça gelecek bizim için biraz daha görünmez oluyor” dedi. Kışanak, Dersim’de yaşananın açıkça soykırım olduğunu vurgulayarak, “Türkiye tam 74 yıldır bu gerçek ile yüzleşmemek için çeşitli bahanelere sığınıyor. Gerçek aslında bu kadar açık ve yalındır. Halen tanıklarının hayatta olduğu bir katliam

ve soykırım ile karşı karşıyayız. Fakat devlet adına siyaset yapanlar bu gerçek ile yüzleşmek istemedikleri için bahaneler buluyorlar” diye konuştu. BEŞİKÇİ: SÖZDE MEDENİYET SÖMÜRÜSÜ Beşikçi, Dersim’de toplumsal yıkıma uğratmak amacıyla Kürt Alevilerin katledildiğine ve katliamdan sonra kalanların ise sürgüne gönderildiğine işaret etti. “O dönem doğumlar engellendi. Böylelikle soykırım gerçekleştirilmeye devam edildi” diyen Beşikçi, “Asker ailelerine verilen çocuklara sözde medeniyet getirildi. Oysa, onlara Türklere nasıl hizmet edebileceklerine yönelik eğitim verildi. Bu tam bir sömürüdür. Hindistan’da İngilizlerin yaptığı gibi.

Sözde medeniyet getirdiler” şeklinde konuştu. KERBELA’YI SÜREKLİ ANDILAR, DERSİM’İ UNUTTULAR Beşikçi, Kerbela’ya göre Dersim’de on binlerce kişi unutulduğunu belirterek, “680’de Kerbela’da 72 kişi öldürüldü. Ama Dersim’de onbinlerce insan katledildi. Dersimliler Kerbela’yı sürekli andılar ama Dersim’i unuttular. Kerbela’nın Dersimliler ile hiçbir ilgisi yoktur. Orada bir iktidar kavgası vardır. Hani şu biçimde ilgisi olabilir. Peygamberin torunları zulme uğruyor, o insanlık anlayışından dolayı zulme uğrayanı desteklemeye çalışmak olabilir. Bu Dersimlilere bir eleştirimdir” şeklin-

BÜYÜTEÇ sıtkı güngör TMY, çocuklar ve sömürgeciler Faşist rejimin tutuklu çocuklara yönelik uygulamalarının çarpıcı örneklerinden biri, geçtiğimiz günlerde Adana Pozantı’da açığa çıktı. Pozantı M Tipi Çocuk Tutukevi’nde tutuklu bulunan Kürt çocuklara yapılan işkence ve cinsel istismar suçları, tahliye olan çocukların anlatımlarıyla kamuoyuna yansıdı. “Polise taş atmak” gerekçesiyle tutuklanan Kürt çocukları, hem idarenin ve gardiyanların hem de idare tarafından yönlendirilen adli çocuk tutukluların cinsel istismar da dahil saldırı ve işkencelerine maruz bırakılmış. Kuşku yok, tutuklu çocuklara yaşatılan bu işkence ve zulüm, Toplumla (Terörle) Mücadele Yasası’nın (TMY) doğrudan bir sonucudur. Bu faşist yasanın toplumumuza getirisidir. Kamuoyunda “taş atan çocuklar” olarak bilinen tutuklu çocuklar, “Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına hareket etmek” iddiasıyla, çoğu kez de “örgüt üyesi ve propagandası” maddelerine dayanılarak cezalandırılıyor. Neredeyse tamamı Kürt kimliğine sahip bu çocuklar, TMY nedenliye tutuklansalar da, politik kimlikleri tanınmıyor, bulundukları hapishanelerde adli tutuklularla aynı koğuşlara konuluyor. Kürt çocukları, idarenin yönlendirmesi ve denetiminde ırkçı-faşist saldırılara maruz bırakılıyor.Yaşları 12-18 arasında değişen politik tutsak çocuklar için bu koğuşlar, gerçek bir fiziki ve psikolojik işkence merkezine dönüştürülüyor. Bahse konu olan bu hapishanenin sicili de kabarık. Geçtiğimiz yılın Ağustos ayında Yasin Akyüz isimli 15 yaşındaki Kürt çocuğu, gördüğü işkenceler sonucu öldürüldü. Adli Tıp Kurumu’nda yapılan otopside, Akyüz’ün kaburgalarının kırıldığı ve boğulduğu tespit edilmişti. Konunun çarpıcı bir diğer yanı da bu işkencelerin Adana’da yaşanmış olması. Adana, son yıllarda Kürt çocukları hedefleyen devlet politikalarının dillendirilmesi ve uygulamaya konulmasıyla gündeme geldi. Adana eski valisi İlhan Atış hatırlardadır. Atış, Kürt çocuklarına yönelik ‘ıslah etme’ önerileriyle sık sık basına çıktı. Polislere taş atan çocukların ailelerinin yeşil kartının iptal edilmesi gerektiğini, yine eylemlere katılan çocukların yasal yollarla ailelerinden alınarak “devlet güvencesinde” Çocuk Esirgeme Kurumları’ndaki yuvalara yerleştirilebileceğini söylemişti. Adına “Sevgi Evleri” dedikleri asimilasyon yuvalarını öneriyordu. Şimdiki vali Hüseyin Avni Coş’un da selefinden bir farkı yok. Adana’nın Kürt çocuklara yönelik devlet politikasının pilot bölgesi olarak seçildiğini söylemek mümkün. İşte, Pozantı işkencehanesindeki bu durum, ailelerinden koparılıp “devletin şefkatli kollarına” alınacak çocukların fotoğrafıdır. Bu politikanın TMY rejimindeki karşılığı budur: İşkence, taciz, tecavüz! Güncel olarak TMY’nin varlığının yanı sıra, bu aynı zamanda rejimin sömürgeci karakteriyle de ilgili bir durum. Sömürgeci işgalin hüküm sürdüğü coğrafyalarda çocuklar ve kadınlar özel olarak rejiminin hedefi haline gelir. Örneğin, uzun yıllar Fransız sömürgeci devletinin işgali altında kalan Cezayir’de sömürge hükümetinin işgalci saldırganlığının formüllerinden birisi şuydu: “Kadınları elde edelim, gerisi kolay!” Aynı rejimin çocuklara da işkence ve ölüm getirdiğine şüphe yok. İsrail’de 90’lı yılların “barışçıl” başbakanı Rabin’in İntifada döneminde “kemik kıran Rabin” namıyla anılması, Filistin’li çocuklara dair uygulamalarından ileri gelir. Rabin, hükümete, İsrail askerlerine taş atan Filistinli çocukların kollarının ve bacaklarının kırılmasını salık vermişti. Kürt halkı, Amed’de 2006 yılının Mart ayında sömürgeci zulme karşı ayaklandığında sömürgeci burjuva devletin başbakanı Erdoğan’ın talimatı netti: “Kadın da olsa, çocuk da olsa gerekeni yapın!” Polis Akademisi’ne bağlı olarak faaliyet gösteren Uluslararası Terörizm Merkezi (UTSAM) Başkanı Doç. Dr. Süleyman Özeren, “terörle mücadelede” kesin başarı sağlamanın yol haritasını şu cümlelerle dile getirmişti: “Terörle mücadelede hedef kitlemiz 12-25 yaş arası olmalı. Enerjimizin yüzde 90’ını buraya ayırmalıyız.” Sömürgecilerin sokakta, okulda, hapishanelerde izledikleri yöntemlerin bir ve aynı olması şaşırtıcı değil. “Kemik kıran Rabin”in Yüksekova’da Kürt çocuğunun kolunu kameralar karşısında kıran polisten, Cezayir’deki Fransız işgalcinin Adana’daki validen ne farkı var? Adana valisi gerçek bir sömürge valisi, uygulamaları da sömürgeci uygulamalardır. Bu zulmü çocuklara reva gören devlet yetkilileri de Kürt halkı açısından modern birer Dehaq’dır. Zorbalığın ve zulmün timsali Dehaq, çocukları öldürür ve beyinlerini yerdi. Başkaldırıyla hesap soruldu. Bu mitosun Kürt halkında köklü bir politik bilince dönüştüğünü söylemeye, dolayısıyla bu zulmün karşılıksız kalmayacağını söylemeye gerek var mı? En çok da Kürdistan’ın “taş generallerinden”, bakışlarındaki öfkeden korkun!

de konuştu. BAŞBAKANIN ÖZRÜ SAMİMİ DEĞİL Hakikatlerle yüzleşmekten bahsettiklerini anlatan Beşikçi, “Başbakan özür konusunda yanlış yaptı. Şöyle ki; geçmişte böyle şeyler oldu ama artık olmayacak diyemedi. Başbakan özür dilerken gerillalara yönelik operasyonlar yapıldı ve bu uygulamalar devam etti. CHP’nin Ermenileri de tanıyacağı yönündeki sözlerine de ‘Devlet böyle bir şerefsizlik yapmaz’ dedi. Ancak öte yandan da Kürtlerden özür diliyor!” dedi. SEYİT RIZA’NIN TORUNU: ÖZÜR BEKLİYORUZ Konferansın ikinci gününde

“Tarihle Yüzleşme ve Hakikat” başlıklı ilk oturumunda konuşan Seyit Rıza’nın torunu Zeliha Polat, dedesi Seyit Rıza’yı ve katliam günlerinde ailesinin yaşadıklarını anlattı. Katliamların altında, tekçi ve inkara dayalı zihniyet bulunduğunu ifade eden Polat, “Katliam için samimi bir özür dilenmesini istiyoruz. Bu özrün

içeriği, bir daha benzer katliamların yaşanmamasına dönük adım atılırsa önem kazanır” diye konuştu. Dersim isminin geri verilmesini ve Dersim’de sokaklara verilen Sabiha Gökçen isminin kaldırılmasını isteyen Polat, “Hakikatler araştırılmalı ve oluşturulacak komisyon doğru düzgün çalışmalı” dedi.


10

atılım

KARDEŞÇE Sen yolunda yürü... Hindistan’a bağlı Andaman Adaları’nda binlerce yıldır bir hayat süren Jarava kabilesinin maruz kaldığı aşağılanma, kapitalist ilişki ağının ne denli çürütücü olduğunu gösteriyor. Andaman’a giden Batılı “uygar” turistlerin son eğlencesi şu: Erkekleri balık ve domuz yakalayan, kadınları bal ve dut toplayan Jaravalılara muz ve bisküvi atarak onları dans ettirmek! Ayrıca cinsel istismar mağduru edilen kabile bireyleri, salgın hastalıklara yakalanıyorlar. Sistem, söz konusu turistlerin tutumlarında en tam biçimde yansır. Kapitalizmin bireyinin otopsisi sistemi ele verir, gösterir. Kendinde her şeyi yapma hakkı gören “turist” batılı, eğitimli, modern ve bilgilidir. Jaravalıları da vahşi, zırcahil ve en fenalarından

sami özbil

egzotik bir nesne-oyuncak biçiminde kodlar. Davranışlarına da bu yön verir. Bu turistler aslında kapitalizmin ilk evresinden itibaren çapul savaşına girişen tarihsel öncellerinin-atalarının mirasını devralmıştır. Bilincinde olsunlar ya da olmasınlar tavırlarına yansıyan ve belirleyen ideoloji onları Kolomb, Vaspuçi gibi sömürgecilerle birleştirir. Bir tür zaman/tarih sekmesiyle onların beş yüz yıl sonra doğan ikizleridirler. Aynı zamanda yaşasalar, talan savaşının askeri olurlardı. Olmamaları için hiçbir neden yok! Kapitalizmdeki her “keşif ”, her “ilerleme” ezilenler için büyük bir yıkım ve zulümdür. Mesela Marx, Hindistan’daki sömürgeleştirme sürecinin “domuzca” olduğunu söylerken

buna işaret eder. II. Enternasyonal çizgisi ise meselenin bu yanını atladığı için sömürgeci “ilerlemeleri” şevkle destekler. Türkiye’de hep Şeyh Said isyanından Dersim’e dek bütün direnişlerin karşısında, rejimin yanında saf tutarken de aynı mantığın esiridir. Bu bulanık ufuk çizgisini paylaşan, etki alanına kapılanlar için Javara kabilesi örneği en fazlasından “dükkancı hümanizmi” ile eleştirilir, esasa dair bir şey söylenmez. Kapitalizm bütünsel bir sistemdir. Felsefesi, ideolojisi, politikası, artı değer düzeneği paydasına göre biçimlenir. Dolayısıyla yolun başında Jaravalılara muz-bisküvi atıp dans ettirerek eğlenenlerin yaptıkları, bu bütünsellik içinde anlam bulur. Türk egemenleri III. Selim ve II. Mahmut döneminden bu yana Batı’ya özeniyor, onun gibi olmaya çalışıyor, kendini Batı’ya kabul ettirmek için adeta yırtınıyor. Atılmayan takla, yapılmayan cambazlık, girilmeyen boya

POLİTİKA

3 Mart 2012

küpü kalmadı. Her kılığa girdiler. Batılılar Osmanlıların dilini küçümserdi. İmparatorluk yıkılınca bu köksüz dil sona erdi ama ondan önce Osmanlı aydınları dillerinden vazgeçip Batılının dilini öğrenmeye giriştiler. Okullar açıldı, Avrupa ve ABD’de eğitimler alındı, Batılıların dilini onlardan bile iyi kullanma yarışına giriştiler. Bunun ne menem bir psikoloji olduğu açık. İktidarın güncel sahipleri bugün, binlerce yıllık geçmişe sahip Kürtçe’nin medeniyet dili olmadığını söylüyorlar. Ne hoş! Dönüp geldikleri yer kapitalizmin kürkçü dükkanıdır. Batılı sömürgecilerin onlara sıktığı kurşun, onların vücutlarında kaldı ve şimdi onlar aynı kurşunu Kürdistan halkına sıkıyorlar. Sözleri karakterlerini ele veriyor. Tahakküm ilişkisi kuranlar, ezdiklerini savunma pozisyonuna sokmayı ilke edinirler. Amaçları ezilenleri savunma pozisyonuna kilitlemektir. Savunma bariyeri ölümcül bir çık-

maz sokaktır. Siz kendinizi izah etmeye, mesela Kürtçe’nin ne denli gelişkin olduğuna vb. ispata çalışırken, demagoglar yeni bir gündemle taarruza geçmiştir bile. Süreci ve gündeminizi o belirler. Önemli olan kendi doğasını yaşamak, amaçları doğrultusunda yürümektir. Egemenler ve ezilenler tarihsel sürecin devamcılarıdırlar. İlki yönetme-kandırma-yönlendirme sanatında mahirdir. İkinciler her devrin mazlumlarının, ezilenlerinin, yoksullarının mücadele geleneğini devralır. En sıradan olaylar dahi, bazen iki insanın, bazen bir kabileyle turistlerin, bazen densiz ve çaresiz bir muktedirle özgürlük mücadelesi sürdüren halkın şahsında bu iki temel kuvveti karşı karşıya getirir. Bu anlarda, özgüvenlerini kuşanan ezilenler dünyası için, Marx’ın sıkça yinelediği şu vecize, yolları aydınlatan bir işaret fişeğidir: “Sen yolunda yürü, bırak ölüler ölülerini gömsünler!”

Mahkeme Şemdinli’de de devleti görmedi! Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, Şemdinli Davası’na ilişkin gerekçeli kararında bir örgütün varlığına dikkat çekti. Ancak, Hrant Dink davasında olduğu gibi örgütün kanıtlanamadığını savundu. ◗ AMED Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, Şemdinli Davası’nda sanık astsubaylar Ali Kaya, Özcan İldeniz ve itirafçı Veysel Ateş’e verilen cezanın gerekçeli kararını açıkladı. Kararda bir örgütün varlığına dikkat çekildi, ama örgüt kanıtlanamadı! Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde 9 Kasım 2005’de meydana gelen bombalı saldırıyla ilgili sanıklar Ali Kaya, Özcan İldeniz ile itirafçı Veysel Ateş, Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandıkları davada 10 Ocak 2012 tarihinde 39 yıl 10 ay 27’şer gün hapis cezasına çarptırılmıştı. Mahkeme, sanıklara verdiği cezayla ilgili olarak 353 sayfalık bir gerekçeli kararı açıkladı. EYLEMİ TEK BAŞLARINA YAPMADILAR Gerekçeli kararda, şu ifadelere yer verildi: “Askeri bir emir komuta zinciri içinde bulunan sanıkların böylesi bir eylemi, terör eylemlerinin yoğun olarak yaşandığı bir bölgede tek başlarına planlamaları ve uygulamaları hayatın olağan akışına aykırı olup olanak dışıdır. Nitekim sanıklar Ali Kaya ve Özcan İldeniz’in olay gününe ilişkin görevlendirme yazısına göre, ‘9 Kasım günü saat 08.00’den itibaren Yüksekova ve Şemdinli ilçeleri bölgesinde bulunan örgüt mensupları hakkında bilgi elde etmek, istihbari ve operasyonel faaliyetlerde bulunmak ve kendilerine gereken yardım ve kolaylığı sağlamak üzere görevlendirildikleri’ görülmektedir.” Gerekçeli kararda suç konusu olayın niteliği itibariyle ülke genelinde ve bölgedeki diğer kamu görevlilerini de kapsayacak ölçüde çok yönlü

araştırılması gerektiği, yargılama safhasında olayın arkasındaki ilişkilerin çözülmesi mümkün olmadığı vurgulanarak şu ifadelere yer verildi: “Soruşturma ve kovuşturma aşamalarındaki bu kişilerin varlığı tespit edilmemiş ve kendilerine ulaşılamamıştır. İzah edilen örgütü kuran, yöneten ve sanıklar dışında örgüte üye olan ve diğer kişilerin tespit edilip, yargı önüne çıkarılmaları görevi devletin yetkili organlarındadır.” ÖRGÜT İÇİNDE YALNIZ DEĞİLLER Kararda, jandarma teşkilatında istihbaratçı astsubay olarak görevli olan sanıkların icra ettikleri görev içinde bulunan astlık ve üstlük ilişkisi, konumları ile iç disiplin karşısında örgüt içinde yalnız olamayacakları belirtildi. Böyle bir eylemi kendilerinden rütbe olarak yüksek olan görevlilerin himayesi ve katılımı olmadan işlemeyecekleri gözetildiğinde sanıkların örgüt kurmak değil, kurulan örgüte üye olmak ve amaçları doğrultusunda faaliyette bulunmak suçunu işledikleri vurgulandı. DİNK DAVASINDAKİ GİBİ Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı, Dink davası sonrası açıklanan gerekçeli kararı hatırlattı. Hrant Dink davasına bakan mahkemenin “örgüt yok” diyerek tetikçilere verdiği cezanın gerekçeli kararında, “Cinayeti, çocuk denilebilecek yaşta olan sanıkların bir örgüt olmadan düşünüp, planlayıp yapmaları akla uzak görünmektedir” denilmişti. Ancak mahkeme, bunun sadece “şüphe” olduğunu ve şüphe ile mahkumiyet verilemeyeceğine hükmetmişti.

BURKAY BİRLEŞTİRMEDİ BÖLDÜ

◗ AMED Hak ve Özgürlükler Partisi’nin (HAK-PAR) 8 parti meclisi üyesi ve Amed yönetiminden 3 kişinin, Kemal Burkay’ın PKK’ye yönelik ağır suçlamaları ve parti üzerindeki vesayeti nedeniyle istifa kararı aldıkları öğrenildi. Aknews’e göre, istifa kararı alanlar arasında Sait Aydoğmuş, Mehmet Vural ve Vahit Abay da bulunuyor. 8 kişiden 4’ü ise genel başkan yardımcısı. Aknews’e göre adını vermek istemeyen bir PM üyesi şöyle dedi: “HAK-PAR zaten PSK grubunun vesayeti altındaydı. Yıllardır bu vesayetten kurtulmak için mücadele ediyoruz. Kemal Burkay yurtdışından döndükten sonra parti şimdi doğrudan Kemal Burkay’ın vesayeti altına girdi. Üye olmamasına rağmen bile parti onun vesayetindeydi. Şimdi üye oldu ve büyük ihtimalle genel başkan olacak.” “Bir Kürt partisini suçlama ve Kemal Burkay tarzı bizi rahatsız ediyor” diyen PM üyesi, Burkay’ın tarzını Rahşan Ecevit’e ve DSP ile kurduğu ilişkiye benzetti.

ÖCALAN İLE GÖRÜŞE YİNE ‘GEMİ BOZUK’ ENGELİ! ◗ BURSA PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlarının müvekkilleriyle haftalık olağan görüşmelerine, “gemi bozuk” gerekçesiyle bir kez daha izin verilmedi. Öcalan’ın avukatları Hüseyin Boğatekin, Mazlum Dinç ve Suna Bilgin, müvekkilleriyle haftalık olağan görüşmelerini yapmak için 28 Şubat günü sabah saatlerinde Bursa Cumhuriyet Savcılığı’na başvuruda bulunmuştu. İmralı Cezaevi İdaresi, avukatlara “gemi bozuk” gerekçesiyle görüşmenin olmayacağını bildirdi. Öcalan’ın avukatlarının görüşme başvurusu, 27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana “gemi bozuk” ve “hava muhalefeti” gerekçeleriyle engelleniyor. PKK ve PAJK’lı tutsaklar tarafından 1 Aralık’ta başlatılan ve 15 Şubat’ta süresiz-dönüşümsüze çevrilen açlık grevi eylemlerinin temel taleplerinden birisi de Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin kaldırılması, Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanmasıydı.

UCM, Roboski Katliamı’nı işleme aldı ◗ ANKARA BDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak’ın, Roboski Katliamı’na ilişkin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne yaptıkları başvuruya yanıt geldi. UCM, başvuruyu işleme aldı. BDP, daha önce de BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne başvuru yapmıştı. Başvuruda, katliama ilişkin hükümet temsilcilerinin beyanlarına yer verilerek, gerçek bir yargılama yapılmaması ihtimalinin çok yüksek olduğu belirtildi. Başvuruda gözlemler, fotoğraflar, görüntüler, tutanaklar, siyasi partilerin görüşleri, medyada çıkan haberler, ölenlerin kimlikleri, otopsi belgeleri ve hayat hikayeleri yer aldı. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından Demirtaş ve Kışanak’a gönderilen yazıda, doküman ve mektupların değerlendirmeye alındığı ve çıkacak kararın gerekçeli metni ile gönderileceği belirtildi.

UCM’nin yazısında şu ifadelere yer verildi: “Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcılığı, doküman ve mektubunuzu almış bulunmaktadır. Bu haberleşme tamamen usule uygun olarak İletişim Kayıt Ofisi’ne girmiştir. Biz, göndermiş olduğunuz dokümanları Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü çerçevesinde değerlendirmeye almış bulunmaktayız. Bir karara ulaşır ulaşmaz sizi yazılı olarak bilgilendireceğiz ve size kararın gerekçeli metnini ileteceğiz.” BDP, Roboski katliamıyla ilgili olarak daha önce de BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne başvuru yapmıştı. Bu arada DTK tarafından “Işıkları yandırıp söndürelim, Roboski’yi aydınlatalım” sloganı ile bir ay sürecek olan ışık söndürme eyleminin startı 28 Şubat’ta verildi. Eyleme ESP Amed İl Örgütü de katılım çağrısı yaptı.

Dargeçit’te yeni kemikler bulundu ◗ MARDİN Mardin’in Dargeçit ilçesinde 1995 yılında gözaltına alınarak kaybedilen 6 kişinin kemiklerine ulaşmak için başlatılan kazı çalışmaları devam ediyor. Bugüne kadar yapılan kazılarda Dargeçit Jandarma Tabur Komutanlığı’na 1 kilometre uzaklıktaki yolun kenarında 7 kişiye ait kafatası ve kemik parçaları bulundu. Dargeçit Jandarma Komutanlığı’na bağlı askerlerce 1995 yılında gözaltına alınan ve bir daha kendilerinden haber alınamayan 6 kişi için Bağözü (Tiruva) Köyü’nün girişindeki boş alanda daha önce yapılan kazılarda da 4 kişiye ait kafatası, kemik ve giysi parçaları bulunmuştu. Kazılar, Dargeçit’te 29 Ekim 1995 tarihinde gözaltına alınan Abdullah Olcay (20), Mehmet Emin Aslan (19), Nedim Akyön (16), Abdurrahman Coşkun (21), Davut Altınkaynak (13) ve Seyhan Doğan’ın (14) yakınlarının Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurması ile başlatılmıştı. Geçtiğimiz hafta başlayan ve 3 ayrı noktada yapılan kazılarda bugüne kadar toplam 11 kişiye ait kafatası, kemik ve giysi parçaları bulundu.

İKİ ÇOCUĞA 22 YIL 8 AY HAPİS CEZASI VERİLDİ ◗ SİİRT Siirt’in Kurtalan ilçesinde örgüt propagandasını yaptıkları ve gösterilere katıldıkları gerekçesiyle tutuklanan iki çocuğa 22 yıl 8 ay hapis cezası verildi. İHA ve CHA’nın haberine göre geçen yıl 15 Şubat’ta Kurtalan’da yapılan baskınlarda 28 kişi gözaltına alınmıştı. Bunlardan yaşları küçük olan U.E. ve K.Ö. çıkarıldıkları Kurtalan Asliye Ceza Mahkemesi’nce hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme U.E.’yi PKK’ye üye olma, örgüt propagandası yapmaktan dolayı 9 yıl 4 ay hapis ve 2 bin lira adli para cezasına çarptırdı. K.Ö.’ye de örgüte üye olma, örgüt propagandası yapma, hırsızlık ve kamu malına zarar vermekten ötürü 13 yıl 4 ay hapis ve 2 bin lira adli para cezası verildi. Hrant Dink ve Şemdinli davalarında örgüt bulamayan yargının Kürt çocuklarını apar topar yaptığı yargılamalarda ‘örgüt üyesi’ yapması, adaletsizliği bir kez daha gözler önüne serdi.

ADLİ TIP’IN İÇKALE RAPORU İNANDIRICI DEĞİL

Tutsakların açlık grevi sürüyor ◗ AMED Aralarında BDP Şırnak milletvekilleri Selma Irmak ve Faysal Sarıyıldız ile Urfa Milletvekili İbrahim Ayhan’ın da bulunduğu 400’ü aşkın tutsağın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ile Kürtlere yönelik askeri-siyasi operasyonlara son verilmesi talebiyle başlattığı süresiz dönüşümsüz açlık grevi üçüncü haftasına girdi. Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım da açlık grevine başladığını duyurdu. PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin son bulması; sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanması, Kürt halkına yönelik askeri ve siyasi operasyonların durdurulması için cezaevlerinde başlatılan açlık grevi

devam ediyor. Açlık grevi hapishanelerde sürdürülürken, birçok il ve ilçede de aynı talepler çerçevesinde dönüşümlü açlık grevleri yapılıyor. İl ve ilçelerdeki açlık grevlerine BDP’li miletvekilleri, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ile halk katılım sağlıyor. İNSAN HAKLARI ÖRGÜTLERİ TUTSAKLARI ZİYARET EDECEK Kürdistan’daki cezaevlerinde inceleme yapacak olan İHD ile MAZLUMDER, herhangi bir gıdanın tüketilmediği ve sadece sıvının içildiği süresiz-dönüşümsüz açlık grevindeki tutsaklarda sağlık sorunları baş göstermeye başladığını söyledi. Dicle Haber Ajansı’na (DİHA)

konuşan İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, devam eden açlık grevlerinin bulunduğu cezaevlerini ziyaret edeceklerini belirterek, Amed’deki seçilmiş ve diğer tutuklular ile görüştüklerini dile getirdi. Bilici, farklı illerde bulunan cezaevlerine gerçekleştirecekleri ziyaretlerden sonra bir rapor hazırlayacaklarını kaydetti. Bilici, cezaevlerinde devam eden hak ihlallerinin son bulması, açlık grevlerinin vahim sonuçlara yol açmadan, devletin pratik adımlar atarak açlık grevlerine giren tutsakların taleplerini yerine getirmesini istedi. Bilici, tutsakların taleplerinin evrensel insan hakları temelinde ve yerinde olduğuna işaret etti. (ANF)

◗ AMED İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, İçkale’de yapılan kazılarda çıkarılan kemikler için İstanbul Adli Tıp Kurumu tarafından “Kemikler 100 yıl öncesine aittir” açıklaması ile ilgili basın toplantısı düzenledi. Kayıp yakınlarının katıldığı toplantıda, kemikler için bağımsız kurumlar tarafından yeniden inceleme yapılması talep edildi. İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun devlet kurumu olduğunu ve bağımsız kararlar alamayacağını belirtti. Kemiklerin bağımsız kurumlar tarafından yeniden incelenmesi gerektiğini belirten Bilici, çıkan raporların tartışma yaratmayacak nitelikte olması gerektiğini söyledi. “Adli tıp kurumlarının daha önce hazırladığı raporlar ortadadır” diyen Bilici, İçkale’de çıkan kemikler için yapılan açıklamanın da inandırıcı olmadığını ifade etti. Söz alan kayıp yakınları da kemikler için yapılan açıklamanın kendilerini bir kez daha mağdur ettiğini ifade etti.


3 Mart 2012

DÜNYA

atılım 11

Kapitalistler krizde, halklar sokakta Küresel gelirin yüzde 20’sini elinde bulunduran 27 üyeli Avrupa Birliği, bu yıl yine resesyona giriyor. AB ekonomisi küçülecek, G-20 çıkıştan umutsuz. Yunan halkıyla dayanışma eylemleri sürerken, dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi Hindistan’da grev etkili oldu. Avrupa Birliği’nin büyük bölümü bu yıl yeniden resesyona girecek. Avrupa Komisyonu’nun mali işlerden sorumlu yetkilisi Olli Rehn, 2012’de Euro Bölgesi’nde ekonominin yüzde 0,3 küçüleceğini açıkladı. 2011 yılının Kasım ayında yüzde 0,5 büyüme öngören komisyonun son açıklaması, büyüme tahminlerinin yüzde 1’e yaklaşan oranda aşağı çekildiğini gösteriyor. IMF ise Euro Bölgesi için bu yıl yüzde 0,5 küçülme bekliyor. Komisyon ayrıca Avrupa’da enflasyon artışı da öngörüyor. Avrupa Komisyonu’na göre bu yıl Euro bölgesi enflasyon oranları da yüzde 2,1 olacak. G-20 EURO KRİZİNİN YAYILMASINDAN KORKUYOR Dünyanın en büyük 20 ekonomisinden oluşan G-20 ülkelerinin maliye bakanları ve merkez bankası başkanla-

rı, Meksika’nın başkenti Mexico’da bir araya geldi. Borç krizinin Euro Bölgesi’nden sonra Tüm Avrupa’yı sarabileceğini belirten G-20 temsilcileri, şu anda 410 milyar Euro kaynak bulunan Avrupa Mali İstikrar Fonu’nun (EFSF) arttırılmasını istedi. Emperyalistler, arttırmanın da işe yaramayacağının altını çizdi. Emperyalist devletler ve kuruluşlar, Yunanistan’daki borç krizinin İtalya ve İspanya gibi krizin etkili olduğu diğer Euro Bölgesi ülkelerine sıçramasından korkuyor. HER YER ATİNA HER YER DİRENİŞ İngiltere’nin başkenti Londra’da, borç krizi içindeki Yunanistan’da yıkım politikalarına karşı direnen halka destek eylemi yapıldı. Yunan elçiliği önünde bir araya gelen ve çoğunluğunu göçmen Yunan işçiler ve öğrencilerinin oluşturduğu 200’ü aşkın kişi, “Acı reçeteyi ödemeyeceklerini, buna karşı direneceklerini” belirtti.

Eylem komitesi adına konuşan Yorgos Dimitris, bugüne kadar verilen kredilerin esas olarak daha önce kredi veren kapitalistlerin borçlarının faizinin ödenmesine harcandığını belirtti. Dimitris, Mart 2012’de verilmesi düşünülen yeni kredilerin de yine borçlar için kullanılacağını söyledi. ‘KARAR VERİCİLER İŞÇİ VE EMEKÇİLER OLMALI’ Aveg-Kon’a bağlı Göçmen İşçiler Kültür Derneği (GİK-DER) adına yapılan konuşmada ise Yunanistan ve İtalya’da yaşanan teknokrat hükümet atamalarının burjuvazinin “demokrasi” maskesini düşürdüğünü kaydetti. GİKDER temsilcisi, atanan teknokrat hükümetin Yunanistan’ı yönetme yetkisinin olmadığını belirterek, bugün başta Atina olmak üzere Yunanistan’nın tüm meydanlarını dolduran işçi ve emekçilerin ülkenin asıl sahipleri ve asıl karar vericileri olduğunu ifade etti. GİKDER temsilcisi, krizi faturasını kapita-

listlerin ödemesi gerektiğini söyledi. HİNDİSTAN’DA GENEL GREV HAYATI DURDURDU Hindistan’da da milyonlarca işçi, çalışanların haklarının iyileştirilmesi ve artan fiyatları protesto etmek için bir günlük genel greve gitti. Hükümetin grevi engelleme girişimleri başarısız olurken, sendikalar, hükümetin enflasyonu kontrol altına almasını, işçilere sosyal güvenlik haklarını tanımasını ve kamu şirketlerinin hisselerinin halka arzının durdurulmasını talep ediyor. Ülkede özellikle komünist partilerin etkili olduğu Kerala, Batı Bengal ve Tripura’da grevcilerin karayolları kapattığı bildirildi. Ülkede son dönemlerin en geniş katılımlı grevi, aralarında Hindistan Ulusal İşçi Sendikası Kongresi’nin de bulunduğu 11 işçi sendikası tarafından düzenlendi. Grevlerin, Komünist Parti’nin etkili olduğu eyaletlerde daha güçlü geçtiği belirtildi.

Kürtlere sahte ‘özerklik’ vaadi

Tunus’ta toplanan ‘Suriye’nin Dostları’, bu ülkede iç savaşı tırmandırmak için her yolu deniyor. Daha önce Suriye’deki Kürtlere haklar verilmemesi için Türkiye ile anlaşan Suriye Ulusal Konseyi, Kürtlere tüm haklarının verileceğine dair söz verdi. Toplantının yapıldığı otelin önünde halk eylem yaptı. Tunus’ta toplanan Suriyeli muhalifler, ülkedeki Kürtlerin tüm haklarının korunacağına dair uluslararası toplumun önünde söz verdi. Suriye lideri Beşşar Esad’ın devrilmesi için batılıların desteğiyle mücadele yürüten Suriye Ulusal Konseyi’nin Başkanı Burhan Galyun, Tunus’ta yapılan toplantıda Kürtlere seslendi. Galyun, Esad rejimi sonrası dönemde Kürtlerin kendi iç işlerini yönetebileceğini söyledi. Tüm etnik gruplara seslenen Galyun, yeni Suriye yönetiminin adem-i merkeziyetçi olacağını ve yerel yönetimlerin kendi içlerinde özgür olacağını duyurdu. Tunus’ta düzenlenen “Suriye’nin Dostları Grubu Uluslararası Konferansı”nda konuşan Suriye Ulusal Konseyi’nin Başkanı Burhan Galyun, Esad sonrasında Kürt kimliğinin devlet tarafından tanınacağını ileri sürdü. Galyun, Esad sonrası yönetimin Kürtlerin haklarına saygılı olacağını vatandaş olarak kabul edileceklerini söyledi. TÜRKİYE VE SUK’TAN KÜRT KARŞITI ANLAŞMA Suriye Ulusal Konseyi Başkanı Burhan Galyun, Suriye’de yaşayan Kürtlere haklarının verileceği açıklaması inandırıcı bulunmadı. Çünkü, Türkiye’de konuşlanan Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK), Suriye’deki Kürtlere haklarının verilmemesi için Türkiye ile daha önce 6 maddelik bir anlaşmaya vardıkları ortaya çıkmıştı. Aralarında Batı Kürdistan’ın en büyük kitle desteğine sahip PYD’nin de olduğu Ulusal ve Demokratik Değişim İçin Koordinasyon Komitesi, konferansı boykot etti. Bunun gerekçesi ise Avrupa-Arap-ABD ittifakının bu zirvede Ulusal Konsey’i tek geçerli muhatap olarak görmesi. PYD, Kürtlerin demokratik otonomi hakkının anayasada güvence altına alındığı demokratik bir yönetim anlayışını savunuyor. Nitekim, konferans sonuç bildirgesinde, “Suriye’nin bütünlüğü” vurgusunun öne çıkarılması, Suriye Kürtlerinin ulusal hak taleplerinin önüne geçme girişimi olarak değerlendirildi. İKİNCİ KONFERANS İSTANBUL’DA Konferansa katılan Katar ise Suriye’ye barış gücü gönderilmesini önerdi. Katar Dışişleri Bakanı, “insani yardım” koridoru oluşturulması gerektiğini savundu. Bu konuda bir fon oluşturulması kararlaştırıldı. Tunus’taki toplantıda Esad sonrası ara yönetim için ulusal bir konsey kurulmasına da karar verildi. Konferansa 80 Batı ve Arap ülkesi katıldı. Bir sonraki toplantının mart ayında İstanbul’da gerçekleşeceği belirtildi. Konferansta ayrıca Suriye için insani yardım fonu oluşturulması kararlaştırıldı. Birleşmiş Milletler’de Suriye yönetimi karşıtı karar çıkmasına karşı duran Rusya ve Çin, Tunus’taki toplantıya katılmadı.

Suriye’de yeni anayasa oylandı

Emperyalistlerden Esad karşıtlarına silah Suriye’de son gelinen noktada iki gerici güç arasında çatışmalar giderek şiddetleniyor. Emperyalistlerin kışkırtmalarıyla ülkede durum iç savaşa doğru gidiyor. Humus’tan bir Esad karşıtı, Hür Suriye Ordusu’nun ABD ve Fransa’dan aldığı silah yardımıyla taarruza hazırlandığını bildirdi. ABD ve Fransa’dan gelen yardımların kendilerine ulaştığını

Nasrallah: Lübnan’ı karıştırmak istiyorlar

kaydeden Hür Suriye Ordusu üyesi, emperyalistlerden gelen destekle Esad’ı devireceklerini savundu. Yardımın silah şeklinde olduğunu söyleyen Esad karşıtı, bu silahların ağır makineli silahlar ve uçak savar füzelerinden oluştuğunu dile getirdi. Amerikalı üç senatör, Suriyeli Esad karşıtlarına acilen para desteği, istihbarat ve silah yardımı yapılması için çağrı

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın Lider Şehitler Günü nedeniyle videosu yayınlandı. Nasrallah, İsrail’in tüm bölgeyi tehdit ettiğini söyledi. Lübnan dahil bütün bölgenin kritik bir dönemeçten geçtiğini belirten Nasrallah, şunları ifade etti: “Bölgede Irak ve Libya’da karışıklık yaratan güçler Lübnan’ı da karıştırmak istiyor. Lübnan dahil bütün bölge tehdit altında. Lübnan’ın güvenliği bölgenin güvenliğiyle bağlantılı. Lübnan’da mezhep savaşı çıkarmak isteyenler başarılı olamayacaklar.” Nasrallah, Lübnan hükümetini korumanın, bölgedeki istikrar için önemli olduğunu söyledi.

leonidas oikonomakis Benzerlikler: Sankara, alacaklılarına direnen kahraman Olay, 1987’de yaşandı. Afrika Birliği Örgütü, sıcak Temmuz’un son günlerinde Addis Abbeba’da toplandı. Ve O da vardı. Haki üniforması ve kemik kıran mizahıyla Afrika’nın Che Guevara’sı, Burkina Faso’nun devrimci Devlet Başkanı Thomas Sankara, son konuşmasını yaptı ve dünya yoksullarının ve sömürülenlerinin gönlünü çaldı. Sonsuza kadar. Sankara, “Borç geri ödenemez, öncelikle ödemezsek alacaklıların ölmeyeceğinden dolayı. Adım gibi eminim. Fakat eğer geri ödersek, biz öleceğiz. Bundan da adım kadar eminim” dedi. Ve devam etti: “Bizi kendilerine borçlandıranlar, kumarhanede olduğu gibi kumar oynamış. Kazanımları olduğu sürece tartışmaya gerek yoktu. Ancak şimdi zarar ettikçe, geri ödeme istiyorlar. Ve biz krizden söz ediyoruz. Hayır, Bay Başkan, oyun oynadılar, kaybettiler -bu, oyunun kuralı ve hayat devam ediyor.” Ama Sankara, direnişinde tek başına ayakta duramayacağını çok iyi biliyordu. Açtığı yoldan yürümeleri için Afrikalı devlet liderlerini sıkboğaz etti: “Borçlarını ödemede Burkina Faso tek başına kalırsa, gelecek konferansta burada olmayacağım” dedi kahin gibi. Ve herkes güldü… Bugün de yaşanıyor. Yunan Meclisi, ülkenin halihazırda mücadele eden alt ve orta sınıfa daha fazla kesinti dayatan yeni paketi oylamak için Pazar gecesi (daha spesifik olarak Pazartesi sabahının erken saatlerinde) toplandı. Böylece yeni bir borç alacaklar, ki bunun yüzde 70’i de önceki borçlar için harcanacak. Oturum, aralarında diğerlerinin yanı sıra sağcı unsurların da bulunduğu teknokratlar hükümeti -bankacı olan Başbakan (yine seçilmemiş) liderliğinde- tarafından yönetildi. Yeni önlemler asgari ücrette yüzde 22’lik (25 yaşın altında olanlar için yüzde 32) bir kesinti, 2012 yılı içerisinde 15 bin, 2015’e kadar 150 bin kamu çalışanının işten çıkarılması (yüzde 20 üzerinde bir işsizlik oranı olan bir ülkede), kamu hizmetlerinde (sağlık, eğitim, sosyal yardımlar) kesinti, kamu varlıklarının (karlı olan) özelleştirilmesi, artı Nisan seçimlerinde halkın talebi ne olursa olsun, “Ekselans” Wolfgang Schäuble tarafından kararlaştırılmış olduğu gibi, yeni önlemlerin uygulanacağı garantisini içeriyor. Yüz binlerce kişi, (aralarında Yunan direnişinin kahramanı Manilos Glezos ve Mikis Theodorakis’in yer aldığı) pakete, troykaya, egemen ekonomik paradigmaya ve ülkenin siyasi sınıfına karşı eylem yapmak için Meclisin önünde bir araya geldi. Sesleri, Addis Abbeba’dan ve zamanın derinliklerinden gelen bir yankı: “Borç ödemeyi durdurursak, bankalar ve troyka ölmeyecek. Buna adım gibi eminim. Fakat eğer borcu geri ödersek, biz öleceğiz. Bundan da adım gibi eminim.” Görünen o ki, bunun bir anlamı yok. Paket meclis tarafından onaylandı, ancak troyka, Nisan’daki seçimlerde halkın talepleriyle bunun alaşağı edileceğinden korkuyor. Bundan dolayı, seçimden sonra da yeni Yunan hükümeti pakete bağlılık sözü verene kadar yeni kurtarma paketini ödemeyi geciktirecek etkili bir girişimle, alacaklılar Yunan hükümeti için kale direklerini değiştiriyor. İnsanların korkusu. Tam demokrasi zamanı! Devrimciler öldürülse de, onların düşüncelerinin öldürülemeyeceğine inanan Thomas Sankara, Afrika Birliği Örgütü Konferansı’na yetişemedi. O, ünlü Addis Abbeba konuşmasından 3 ay sonra suikasta uğradı. * roarmag.org’ta 12 Şubat günü yayımlanan Leonidas Oikonomakis’in yazısı ETHA’dan alınmıştır. Yazı Yusuf Çobanoğlu tarafından çevrildi.

FARC sözünde durdu, hükümet ‘savaş’ dedi

CLİNTON PROTESTOLARDAN KAÇTI Konferansın yapılığı Tunus’ta, protesto gösterileri gerçekleşti. Suriyeli ve Tunuslulardan oluşan göstericilere polis copla saldırdı. Protestocular, konferansın gerçekleştirildiği otele girmeye çalıştı. Protestolar yüzünden ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın bir ara oteline dönmek zorunda kaldığı ve konferansa katılımının geciktiği açıklandı. Suriye ve Tunus bayrakları taşıyan protestocuların polisle çatıştığı ve Clinton ile ABD Başkanı Barack Obama’yı eleştiren pankartlar taşıdılar. HEM AMBARGO, HEM ‘İNSANİ YARDIM’ İSTEDİ 80 ülkenin katıldığı toplantıda Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu temsil etti. Davutoğlu, Türkiye ve emperyalistlerin himayesi altındaki Suriye Ulusal Konseyi’nin uluslararası kamuoyu tarafından meşru olarak kabul edilmesi gerektiğini savundu. Bir taraftan Esad’ın devrilmesinin sert yaptırımlarla mümkün olabileceğini söyleyen Davutoğlu, diğer taraftan da “insani” yardımdan bahsetti. Tunus’ta düzenlenen Suriye Konferansı’nda Kofi Annan, Arap Birliği ve BM ortak kararı ile Suriye BM elçisi seçildi. Rusya ve Çin konferansa katılmadı. Her iki ülke, Suriye’ye olası bir müdahaleye karşı olduklarını açıklamıştı.

yapmıştı. Cumhuriyetçi senatör John McCain ve Lindsey Graham ile bağımsız senatör Joe Lieberman, yardımların Esad’a karşı kullanılması şartıyla yapılmasını istemişti. Cumhuriyetçilerin devlet başkanı adayı Mitt Romney de, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın yardımlarıyla Esad karşıtlarının silahlandırılabileceğini belirtmişti.

Emperyalist güçlerin hedefinde olan Suriye’de gerici güçler arasında çatışmalar devam ederken, halk 26 Şubat’ta sandık başına gitti, yeni anayasayı oyladı. Ülkedeki bazı muhaliflerin boykot çağrısından dolayı oylamaya katılım bazı bölgelerde düşük oldu. Suriye Devlet Televizyonu, yeni anayasanın yüzde 89.4 oy oranıyla kabul edildiğini duyurdu. Boykot çağrısı nedeniyle referanduma katılım oranının yüzde 57.4 olduğu belirtildi. Kürt örgütleri de referandumu boykot etti. PYD Lideri Salih Müslim, rejimin tamamen değişmesini istediklerini belirterek, “Yeni anayasada Kürtler için herhangi bir şey yok” diyerek, boykot gerekçelerini açıkladı. Referandumda oylanan yeni anayasa, Suriye’nin çok partili sisteme geçmesini ve devlet başkanının görev süresinin iki dönemle sınırlanmasını öngörüyor. Anayasa değişikliği, rejimin ülkeyi üç ay içinde özgür parlamento seçimine götürmesini zorunlu kılıyor. Anayasayla Baas Partisi’nin 1973 anayasasında tanımlanan üstünlüğü sona eriyor. Anayasayı yazmakla görevli komisyonun, Cumhurbaşkanı’nın yedi yıllık görev süresini iki defa ile sınırlandırmayı öngördüğü belirtilirken, 2014’de görev süresi dolan Esad’ın bir daha Cumhurbaşkanı seçilip seçilmeyeceği konusu henüz açıklığa kavuşmuş değil.

ÇEVİRİ

Mofeed Jarar’a dünyanın her yerinde rastlayabilirsiniz. Yoksulluğun çocuk yüzlere ve ellere yansımasını. Jarar, objektife yakalandığında ekmek derdinde. Bir bakmışsınız, bir başka seferde İsrail tankına taş atarken kadraja girmiş. Özgürlükleri ve gelecekleri çalınmış tüm Filistinli çocuklar gibi, o da hayatın her yerinde.

Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC), son 10 “savaş mahkumunu” serbest bırakacağını, “kaçırma” uygulamasından vazgeçeceğini bildirdi. FARC, 2008 yılı başından bu yana kademeli olarak elindeki tutsakları serbest bırakıyor. Kolombiya hükümeti, FARC ile barış görüşmelerine başlanması için örgütün elindeki tüm rehineleri serbest bırakmasını şartını öne sürmüştü. Kolombiya’nın ikinci büyük gerilla örgütü Ulusal Kurtuluş Ordusu da hükümete barış önermişti. Devlet Başkanı Juan Manuel Santos, verdiği sözü tutmayacağını belirten açıklama yaptı. Santos, “Gerekli ancak yetersiz” dedi. Ülke topraklarının yaklaşık yarısını kontrol eden FARC, hala binlerce gerillasıyla büyük askeri üsleri yok edecek, eyalet başkentini ele geçirecek ve ordunun en iyi askerlerine karşı savaşabilecek güçte. FARC son 15 yıldır politik olarak askerleri ve siyasileri esir alma politikası izliyor ve esir aldıklarını “savaş tutsağı” olarak tanımlıyor. Örgüt bu savaş tutsaklarını mahkum gerillaların değiş tokuşu için kullanıyordu.


12

atılım

BİLİNÇ ve EYLEM

3 Mart 2012

Geri çekilişin olanaksızlığı-II

KURAM

Devrim, kapitalist ilişkilerin görece az geliştiği bir yerde olunca ve tek ülkede kalınca devlet zayıflayacağına güçleniyor, siyasal demokrasinin alanı genişleyeceğine bir süre sonra partinin üst tabakasına doğru daralıyordu. Ama bu aynı koşullarda toplumsal yaşamda baş döndürücü ilerlemeler gerçekleştiriyordu. ◗ ARİF ÇELEBİ Yazının birinci bölümünde, 20. yy’ın sosyalist inşa süreçlerinde küçük üreticilerin zorunlu olarak taviz verilmesinin ve zorunlu olarak ‘tek ülke’de inşaya girişilmesinin nesnel koşulların kaçınılmaz kıldığı bir “geri çekiliş” olduğundan söz etmiş ve bugün her iki konuda da neden bir geri çekilişin nesnel olarak olanaksız olduğuna değinmiştik. DEVLET Sosyalizmin nihai zaferine ulaşılmasına nesnel olarak köstek olan diğer unsurlardan biri, küçüleceğine büyüyen sosyalist devletti. Marksist teori, proletaryanın burjuva devleti yıkarak kendi iktidarını kuracağını, bu diktatörlüğün başlıca görevinin üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete son vererek onları toplumsal mülkiyet altına almak olduğunu, bu görev gerçekleştiği ölçüde bir devlete olan gereksinimin azalacağını ve devletin gitgide söneceğini söyler bize. Hiç kuşku yok ki, Marks ve Engels, o günlerde de hem geniş küçük üretici kitlesinin varlığının farkındaydılar hem de devrimlerin ancak ulusal temelde (tek tek burjuva devletleri yıkma anlamında) gerçekleşebileceğini hesaba katmışlardı. Fakat bir kez sanayinin ve devletin dümenini ele geçiren proletaryanın bir yandan küçük üreticileri kooperatiflere ikna yoluyla geçişi hızlandırabileceğini düşünüyorlardı, diğer yandan tek ülkede sosyalizmin olanaksızlığı nedeniyle ulusal temelde siyasi iktidarı ele geçiren (yıkıp kendi devletini kuran) proletaryanın diğer ülke proleter-

leri ile hızla birleşeceğini varsayıyorlardı. Bu nedenlerle proletarya diktatörlüğünün, dolayısıyla kapitalizmden sosyalizme siyasi geçişin görece kısa süreceğini tasavvur ediyorlardı. Marks ve Engels’in feodalizme aman vermeyen birkaç yıllık burjuva devrimci demokratik Fransa’dan ilham aldıkları söylenebilir. Fransız devrimi, büyük burjuvazinin müdahalesiyle kısa sürede devrimci rotadan sapmıştı. İşçi sınıfı, burjuvaziyi devletten kovacağı ve üretim araçları üzerindeki burjuva mülkiyete son vereceği için, burjuva devrimcilerinden farklı olarak devrimi sonuna vardırabilirdi. Fransız devriminden bu ilham alış nedeniyledir ki, proletarya diktatörlüğünün özgün siyasal biçimi olarak burjuva devrimle birlikte yönetim kurumları olarak örgütlenen konsey ve komünlere dayalı bir yapılanmayı örnek vermişlerdi. İktidar proletaryaya geçtiğinde bu konseylerin gelişiminden ürken ve onları boğmaya yeltenen bir güçten söz edilemeyecekti artık. Üretim araçları üzerindeki toplumsal mülkiyet alanı genişleyerek burjuvazinin kolu kanadı kırıldıkça konseylere dayalı siyasal yapı giderek siyasal, yani devletsel niteliğini kaybedecek, bastırılacak sınıfın gücü kırıldığı ölçüde devlete olan gereksinim gitgide azalacaktı. En sonunda devlet sönüp gedecek, konseyler yalnızca toplumsal işbirliği işlevi görecekti. Burjuva devrimci demokratların “demokrasi ve ucuz devlet” şiarını ancak proletarya gerçekleştirebilirdi. Zira, sermayenin küçük bir azınlığın elinde birikmesi ve bu azınlığın çoğunluk

üzerindeki diktatörlüğü hem siyasal demokrasiyi mülk sahibi sınıflar arasında bir ilişkiye indirgiyor, hem de çoğunluğu ezmek ve başka devletlere baskın gelmek için bürokratik devlet mekanizmasının hiç olmadığı kadar büyümesine yol açıyordu. Proletarya, sermayeyi toplumsallaştırarak ve burjuva azınlığın siyasal iktidarını yıkarak hem halkın hizmetinde ucuz devleti gerçekleştirecek, hem de demokrasinin önündeki toplusal ve siyasal engelleri temizleyecekti. Bu temizlik bittiğinde proletarya bir sınıf olarak kendisiyle birlikte devleti de ortadan kaldırmış olacaktı. Demokrasi siyasal içeriğini yitirdiği için artık yerini komünaltoplumsal-konseysel ilişki biçimle-

ri alacaktı. Zira artık insanın insanı yönetmesine dayalı toplumsal ilişki biçimlerinin hiçbirine gereksinim kalmayacaktı. Rus devrimi ile Bolşevikler tam da ifade edilen bu teorinin pratiğe geçirilmesine adadılar kendilerini. Ne var ki, kapitalist gelişmenin kendi genişlemesinin sınırlarına varmadığı koşullarda salt büyük burjuvazi ile toprak sahiplerini mülksüzleştirmenin henüz yerine getirilmesi gerekli devrimci görevlerin küçük bir bölümünü oluşturduğunu anlamakta gecikmediler. Nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan proleter olmayan sınıfları çok daha etraflıca hesaba katmak gerekiyordu. Diğer yandan beklendiği gibi olmamış, Rus devrimi yalnız kalmıştı. Bolşe-

Yargılayan biz olacağız*

vik Parti önderliği altındaki sovyet proletaryası sosyalist inşaya girişmek ve onu ayakta tutmayı başarmak zorundaydı. Proleterleşmenin önünü açmalı ve kapitalist kuşatmaya karşı durmalıydı. İlk başta Yeni Ekonomik Politika’yla kapitalist kaldıraçlara başvurulmuş, daha sonra bu yoldan elde edilen birikim ilk beş yıllık plana temel oluşturmuştu. Bundan sonrası tam anlamıyla “hızlandırılmış inşa” süreciydi. Sonuçlar müthişti. Ama aynı zamanda bu zaten artmakta olan devletin rolünün olağanüstü ölçüde öne çıkmasının da nedeniydi. Konseyler gitgide yerel temsil dışında işlevsizleşirken parti örgütleri konseylerin yerine ikame ediliyor ve süreç içinde Parti Merkez Komitesi de tüm devletin

SERBEST KÜRSÜ

Ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen, sömürge ve sömürgeci var oldukça bu mücadele sürecek, bu kürsüler kurulacak, ama burada tarihin yüz akı devrimciler kürsü önünde de dursalar, her halükarda yargılayan konumda olacaklardır. Bu yetkiyi ve gücü tarihsel haklılıktan, eşitlikten, adaletten, özgürlükten yana olmalarından alıyorlar. ◗ SEYFİ POLAT Öncelikle, 9 Şubat 2012 tarihinde, sömürgeci faşist rejimin uyguladığı beyaz teröre karşı devrimci görevini yerine getirme esnasında şehit düşen, partimizin yiğit neferi Yasemin Çiftçi yoldaşımızı saygıyla andığımızı, gencecik bedenini uğruna feda ettiği ideallerini bayraklaştıracağımızı, anısını kavgamızda yaşatacağımızı ve asla unutmayacağımızı, unutturmayacağımızı belirtmek istiyorum. 17 Mayıs 2011 tarihinde yapılan duruşmanın, “17-31 Mayıs Uluslararası Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası”nın başlangıç gününe denk gelmiş olmasından dolayı, gözaltında kaybedilen binlerce insanın varlığına ve gözaltında kaybedilen evlatlarını arayan Cumartesi Anneleri’nin çığlığına bir soluk katmak için, burada kısa bir konuşma yapmak istedim. Fakat, konuşmama müdahale ettiniz, düşüncelerimi ifade hakkımı engellemekle yetinmeyip salondan jandarma zoruyla çıkardınız ve bir sonraki duruşmaya katılmaktan da men ettiniz. Çok değil, üzerinden sekiz ay geçti. Bu geçen sürede yapılan muhtelif kazılarda katledilip kaybedilmiş onlarca insanın kemikleri ortaya çıkarıldı. Benim burada susturulmamın ne kadar gereksiz ve faydasız olduğu açık değil mi? Herkesi sustursanız dahi ölü insan kemikleri konuşuyor. Onları nasıl susturacaksınız? Bir dönemin cinayet makinesi Ayhan Çarkın konuşuyor, körü körüne inandığı bu devlet tarafından nasıl kullanıldığını ve devletin emir ve talimatları doğrultusunda işledikleri cinayetleri anlatıyor. Devrimcilerin yargısız infazlarla katledilmeleri, üniversite öğrencilerinin kaçırılıp kaybedilmeleri, çatışma süsü verilerek ev ve iş yerlerinde infaz edilenler... Kürt oldukları için kafalarına kurşun sıkılarak kurda kuşa yem edilenler... Hukuk mu diyorsunuz, adalet dağıttığınızı mı iddia ediyorsunuz? Bu kayıpların, faili meçhullerin, yargısız infazların, kelle kulak avcılarının da peşine düşmeye niyetiniz ve cesaretiniz var mı? Devrimci olduğumuz,

komünist olduğumuz, ezilen ve sömürülen insanlığın eşitlik ve özgürlük mücadelesine kendimizi adamış olduğumuz için kendi hukukunuzu dahi hiçe sayıp, yaptığınız yasaları ayaklar altına alıp yargılıyorsunuz. Pekala, nerede faili meçhullerin, kaçırılıp kaybedilenlerin, bir kuytuda kafasına kurşun sıkılıp atılıverenlerin ve topluca katledip üst üste doldurulan toplu mezarların failleri? Nerede, asıl karar vericiler? Düne kadar iddia olarak kalmıştı, ama artık neredeyse kesin olarak biliniyor, bu sıraladığım vahşet ve insanlık suçlarının sorumlusu devlettir. Hayır! Öyle genel ve soyut bir failidevlet suçlaması değil, tüm kararlar dönemin Milli Güvenlik Kurulu’nda kararlaştırıldı. Hükümetler, MİT, emniyet, JİTEM, kontrgerilla bu kararları icra ettiler. Tüm yargı mekanizması, olan bitenlere göz yumarak, üç maymunu oynayarak işlenen bu vahşete yol verdi, kol kanat gerdi, bu yolla suç ortağı oldu. Mevcut yargı mekanizması bu tarihi suçları yargılayamaz elbette. Mevzuatı elverişli olmadığından değil, göz göre göre işlenen bu insanlık suçlarına bir biçimde bulaşmış ve kendisi de kirlenmiş olduğu için yapamaz bunu. Göstermelik açılan soruşturmaların ise göz boyama ve asıl vahim tablonunu üzerini örtmekten başka bir işe yaramayacağından da kimsenin kuşkusu olmasın. Burada yargı mekanizmalarını, yasaları, hukuku eleştirdiğimden yola çıkarak, tüm bu meseleleri bir hukuk çerçevesi içinde ele aldığım sanılmasın. Tam tersine, komünistleri burada en ağır cezalarla yargılayan zihniyetle halka ve devrimcilere karşı işlenen suçları yargılamaktan kaçınan zihniyet aynı siyasi anlayışın ürünüdür. Dile getirdiğim bu sorunlar siyasal sorunlardır. Temelinde sömürgeci faşist zihniyet yatmaktadır. Dolayısıyla taraflar da buna göre mevzilenmişlerdir. Bir tarafta Türk ve Kürt halkları, devrimciler ve yurtseverler vardır. Karşılarındaki ise farklı renk ve tonlara sahip olsalar da, ortak sınıfsal

çıkarlarını koruma refleksi ile hareket eden sömürgeci faşist düzenin etrafında birleşmiş karşı-devrim cephesidir. Her sınıfa ait bir siyaset vardır. Yargı düzeni ve burjuva hukuk siyaset üstü mekanizmalar olmadığına göre, bir sınıfa ve o sınıfın siyasetine hizmet edecektir. Demek ki, suçlusuçsuz ayrımı, yargılayan-yargılanan taraflar meselesi esas olarak siyasal ve sınıfsal mücadele ile bağlı bir cepheleşme konusu ve sorunudur. Türkiye Cumhuriyeti diye tapındığınız mabedin temellerinden insan kemikleri fışkırıyor. Yalnızca 90 yıllık T.C. tarihi ile sınırlı değil, gelenek ve mirasını devraldığı Osmanlı’ya uzanan katliamlar serisi ile karakterize olmuş kanlı bir tarihtir, bugün toprak altında izini sürdüğümüz. Cumhuriyet döneminin ittihatçı artıkları tarihi suçlarını toprak altına gömerek saklayabileceklerini sanıyorlardı. İttihat Terakki’nin tedrisatından geçmiş, böyle görmüş, öğrenmişlerdi. Ama toprak bunca insanlık suçuna, bu vahşete daha fazla suç ortaklığı yapmak istemiyor. Toprak ağlıyor ve kusuyor soykırımcıların bütün suçlarını yeryüzüne. “Bir dönem kapandı, faili meçhuller olmayacak, yargısız infazlar duracak, kaybetmelere son verilecek” denirken açıkça, pervasızca gerçekleştirilir oldu cinayetler, katliamlar. Çocuklar, kadınlar ayırt edilmeden dağ başları, kent merkezleri denilmeden birer birer ya da topluca kurşun, mayın, roketatar derken silahsız, savunmasız köylüler savaş uçakları ile bombalanarak katlediliyorlar. Değişen nedir? Diyarbakır İçkale’de toprak altından 39 insanın kafatası çıkartılırken, Şırnak Uludere’de 34 Kürt köylüsü toprağa verildi. Nerede hukuk? Nerede hakimler, savcılar? Nerede adalet? Binlerce Kürt siyasetçisini tutuklamak mıdır adalet? Her türlü özgürlük talebinin üzerine gazı, copu, silahı ile polisi salmak, siyasal özgürlük ve demokratik hakları zorbalıkla bastır-

mak mıdır? 20 milyonluk bir halkın ulusal talepleri için ayağa kalkması, alelade bir asayiş meselesi midir? Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını tanımaktan başlayıp, kolektif ulusal haklarının tanınması; kimliği, kültürü ve dili üzerindeki yasakların kaldırılması, temel haklar ve özgürlükler kapsamındadır. Sömürgeci faşizmin rezilce çarpıttığı gibi bölücülük, terör, asayiş meselesi değil, devrimci, yurtsever, sosyalist içerikte siyasetin konusudur bunlar. Siyasal sorunlar siyasal mücadele ile çözülür. Hukuk ancak ve ancak siyaset zemininde elde edilen sonuçları kayıt altına alır, bir dizi karara bağlar. Devrimcilerin, komünistlerin, yurtseverlerin, Türk ve Kürt halklarının, Alevi emekçilerle samimi dindar müslüman halkın, tüm ezilenlerin devrimci politika zemininde mücadele konusu haline getirdikleri siyasal-sınıfsal-ulusal-toplumsal sorunları tek yanlı biçimde ve tamamen kendi çıkarlarına göre oluşturduğunuz kural ve yasalara dayanarak inkar edemez, görmezlikten gelemez, baskı altına alamazsınız. Ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen, sömürge ve sömürgeci var oldukça bu mücadele sürecek, bu kürsüler kurulacak, ama burada tarihin yüz akı devrimciler kürsü önünde de dursalar, her halükarda yargılayan konumda olacaklardır. Bu yetkiyi ve gücü tarihsel haklılıktan, eşitlikten, adaletten, özgürlükten yana olmalarından alıyorlar. Bu dava adalet, eşitlik, özgürlük davasıdır. Bu dava devrim ve sosyalizm davasıdır. Bizim safımız bellidir, ezilenlerin safındayız biz ve bunun bir ortası da yoktur, Ezilenlerin safında yer almayan egemenlerin, ezenlerin, zalimlerin safında yer alıyor demektir. * MLKP dava tutsağı Seyfi Polat’ın 23 Şubat 2012’de Beşiktaş’taki İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde sunduğu savunmanın tam metnidir. Başlık bize aittir.

ve toplumun yönetici gücü haline geliyordu. Parti MK’sı içinde de lider ve etrafındakiler belirleyici konuma yükseliyordu. Devrim, kapitalist ilişkilerin görece az geliştiği bir yerde olunca ve tek ülkede kalınca devlet zayıflayacağına güçleniyor, siyasal demokrasinin alanı genişleyeceğine bir süre sonra partinin üst tabakasına doğru daralıyordu. Ama bu aynı koşullarda toplumsal yaşamda baş döndürücü ilerlemeler gerçekleştiriyordu. Köylü ve cahil toplum yerini modern ve eğitilmiş bir topluma bırakıyordu. Toplumun maddi ve kültürel yaşam düzeyi dünyada daha önce görülmemiş hızda yükseliyordu. Bu koşullar altında “devlet-parti-lider” en iyisini yapar algısı bir toplumsal bilinç biçimi halini aldı. Bir yandan sisteme güven artıyor ama aynı nedenle siyasal kayıtsızlık kendini daha çok gösteriyordu. Yığınlar, devleti konseyler olarak değil, partinin denetiminde ve parti liderliğinin yönetimindeki bürokrasi olarak kavrıyordu. Ne emekçi yığınları, ne de partiyi rahatsız etmeden bu “yabancılaşma” gitgide belirgin bir hal alacaktı. Aslında hem Stalin ve daha sonra hem de Mao bu “yabancılaşmayı” kırmak, bürokrasiye ve partiye halkın hizmetinde oldukları gerçeğini hatırlatmak için adım atmadılar değil. 1930’ların bilinen yargılamalarını bir yana bırakırsak, iç siyasal şiddetin asıl yönünün parti ve devlet bürokrasisindeki yabancılaşmanın önünü kesmek olduğunu görürüz. Çin kültür devrimi de farklı koşullarda benzer amaçlarla atılmış bir adımdı. Ne ki,

her iki adım da istenen sonuçları doğurmadı. Doğramazdı da, çünkü bu “yabancılaşmayı”, ideolojik-politik sapmaları üreten siyasal sistem, toplumsal yapı değişmiş değildi. Sosyalist siyasal demokrasi kanallarını genişletmek yerine bu kanalları daha da daraltarak burjuva ideolojik sızıntıları engelleme ve bürokratik yozlaşmaya karşı kitle denetiminden çok parti kontrolünü ve denetimin sıkılaştırma çabası, tam tersine komünizmi “resmi devlet ideolojisi”ne, parti üst yönetimini de konseylerin üstünde “her şey” haline getirerek büsbütün yabancılaşmanın yolunu döşedi. Ekonomik-kültürel refah düzeyi yükselir, kapitalist dünyaya karşı zaferler kazanılırken, yabancılaşmayı yaratan nedenlerin ne farkına varılıyordu ne de kimsenin umurundaydı. O nedenle Kruşçev ya da Brejnev, partinin ve devletin dümenine oturunca toplumun buna bir diyeceği olmazdı. Zira, politika, partinin ve esas olarak da “Parti MK’sının işi” idi. Daha önce belirtildiği gibi devlete dair yanlış bilinç yalnızca yığınlarda oluşmuş değildi. “Tek ülkede sosyalizmin zaferi” bir yana “devletli komünizm” fikri yeşeriyordu. Devlet, bir an önce kurtulunması gereken bir bela, bir yük değil de kutsal bir araç olarak algılanır hale gelmişti. Proletarya diktatörlüğü kapitalizmden sosyalizme zorunlu bir geçiş noktası değil de, sosyalizmin nihai zaferinde de, komünizmde de varlığı gerekli bir araç olarak tartılışır olmuştu. Kruşçev dönemi ile bu görüş, modern revizyonizmin resmi ideolojisi düzeyine yükseldi.

Yasemin Çiftçi için enternasyonal mesajlar Türkiye-Kuzey Kürdistan’dan Marksist Leninist Komünist Parti militanı Yasemin Çiftçi yoldaş bizim mücadelemizde de yaşıyor! Hırvatistan / Kızıl Eylem Değerli yoldaşlar, Şehitlerimiz bizce de zafere giden yolumuzdur ve biliyoruz ki mücadeleniz zafere dek sürecektir. Bu nedenle işçi sınıfı ve halkın zaferi için Türkiye diktatörlüğüne karşı savaşan Yasemin Çiftçi yoldaşın kaybı nedeniyle size tüm dayanışmamızı ifade etmek istiyoruz. Adı devrim için savaşan herkes için ışık olacaktır. Yoldaşça selamlarımızla. Marie Nassif-Debs Lübnan Komünist Partisi Genel Sekreter Yardımcısı Uluslararası İlişkiler Sorumlusu Peru Marksist Leninist Partisi, MLKP militanı, proletarya ve halkın onurlu evladı, karşı devrimci,Türkiye rejimine karşı devrimci bir eylemde yaşamını yitiren Yasemin Yoldaş’ın anısına bayraklarını yarıya indiriyor. Yasemin Yoldaş, sen ölmedin, aklımızda ve yüreğimizde sonsuza dek yaşıyorsun. Sebastian Liviapoma Peru Marksist Leninist Partisi (PMLP) Genel Sekreteri Değerli Yoldaşlar, Yasemin yoldaş için yasınızı paylaşıyoruz. Erken ölümü sizin ve çalışmanız için ağır bir kayıptır. ICOR adına diliyoruz ki acınız devrimci güce dönüşsün. Sıcak selamlarla Stefan Engel ICOR Uluslararası Koordinasyon Komitesi Ana Koordinatör Ey Şehîd! Pakrewanê hêja! Silav li te, Bi hurmet. Serî ditewînim. Li ber berawedan Û li ber Serhildana te. Ey Şehîd! Pakrewanê delal! Tu bûy qîjîna azediyê Hêstirê dayikan Tu bûy tilîmiyên Newroze Agirê serê çîyan Tu bûy nanfeda, Fedayiyê dozê...

Kızıl Eylem, komünist kadın militan Yasemin Çifti için yazılama

Değerli yoldaşlar, Yasemin Çiftçi yoldaşınızın ölümü nedeniyle üzüntülerimi bildiriyor ve acınızı paylaşıyorum. Onun gibi genç kadınlar güçleri ve cesaretleriyle dünyanın geleceğini inşa etmeye katılıyorlar. Dünyanın her yanında baskısız ve sömürüsüz bir yaşam için mücadele etmek üzere ayağa kalkıyorlar. O tek başına değildir! Ancak, elbette ki ölümü arkadaşlarında, yoldaşlarında ve ailesinde büyük bir boşluk bırakacaktır. En sıcak duygularım onunladır. Monika Gaertner-Engel (Almanya Marksist Leninist Partisi (MLPD) Başkan Yardımcısı Duyduğumuz acıyı iletiyoruz ve umuyoruz ki bu beklenmedik ölüm burjuva devlete karşı kurtarıcı mücadeleyi yeşerten toprak olacaktır. Mayobanex Mueses (Dominik Cumhuriyeti/ Marksist Leninist Komünist Parti) Sevgili yoldaşlar, Komünizm için mücadelede devrimci saflarda sizinle omuz omuzayız. Uluslararası Kızıl Yardım İçin Komite (RHI)

Halklarımızın birleşik, özgürlük mücadelesinin cesur savunucusu Yasemin yoldaşın anısını, halkımız üzerindeki sömürgeci saldırganlığın her boyutta ayyuka ulaştığı bugünlerde, O’nun yolundan yürüyerek yaşatacağımız sözüyle, Yasemin Çifçi yoldaşı saygıyla anıyoruz. Diyarbakır D Tipi Hapishanesi’nden ESP’li Sosyalist Yurtseverler ve Kürt Özgürlük Hareketi’nden Tutsaklar


3 Mart 2012

BİLİNÇ ve EYLEM

atılım 13

Eyleme hazırlık devrime hazırlıktır Partinin Sesi’nin 69. sayısı çıktı. Partinin Sesi’nin başyazısı, “Kritik ve özel sürece yanıt olmak” başlığını taşıyor. Elimize e-posta yoluyla ulaşan yayında yer alan yazılardan ikisini, haber değeri taşıdığı için yayınlıyoruz. Hazırlık; “eyleme, an’a, maddi koşullara hazır olma”dır. Aniden gelişen olaylara, zamanında, doğru, etkili araç ve yöntemlerle müdahale edebilme halidir. Kazanmanın, başarmanın, güç olabilmenin en temel faktörüdür. Geleceği kurtarmanın, devrimi gerçekleştirmenin yarısıdır. Proletaryanın önderi komünist parti, burjuvaziyle girişeceği amansız savaşı, ideolojik, politik, siyasi ve askeri hazırlıklar temelinde kazanır. Güncel politik mücadele içinde sürekli dillendirdiğimiz “hazırlık” söylemi, yaşamımızda, kitle çalışmamızda, onun araç ve yöntemlerinde, örgütlerini kurma ve geliştirmede ve devrimimiz ile bağı içerisinde ne kadar pratik karşılığını buluyor? Ele alış biçimimiz, kurduğumuz ilişki, partinin gelişimi veya devrime ne kadar hizmet ediyor? Emperyalist kapitalist sistemin tüm yerküredeki işgal, yağma, sömürgeleştirme politikalarına paralel; içte, sömürgeci faşist rejimin Kürt sorunu merkezli faşist saldırganlığının açığa çıkardığı devrim sorunu günceldir. Peki, devrimin güncelliği bu kadar çıplak ortada iken, ateşlenmeyi bekleyen sosyal patlamalar bu denli güçlü bir potansiyelken, bunlara öncülük etmeye ne kadar hazırız? Peki, bu sosyal patlamaları, bir ayaklanmaya dönüştürmeye ne kadar hazırız? Veya stratejimizi hayata geçirmenin olanaklarını ne kadar örgütlüyoruz? Hazırlık, zafere ulaşmak için gerekli olanakları örgütlemek, biriktirmek, güçleri mevziye yatırmaksa eğer, bahsi geçen ayaklanmalara dönük ne oranda hazırlık yapıyoruz? Tüm bunlar, askeri, politik, örgütsel hazırlıklarla mümkün değil mi? En genelde durumu böyle ifade edebilirken, özelde, bir eyleme, bir mitinge, bir kampanyaya, ayaklanmaya hazırlık kapsamındaki ciddiyet ve kafa

açıklığıyla yaklaşıyor muyuz? Günlük mücadelemizdeki zayıflığımızın, çekim merkezi olamamamızın, güçlü çıkışlar yapamayışımızın temelinde, hazırlıktaki zayıflığın payı nedir? Tüm bunlar üzerinde düşünmeye, yoğunlaşmaya ihtiyacımız olan sorulardır. DÜŞÜNSEL HAZIRLIK Hazırlıktaki temel sorunlarımızdan biri, çalışmayı örgütlerken, önceden üzerine yeterli oranda yoğunlaşmayışımızdır. Hafızayı zorlamak, geçmiş deneyimlerden yararlanmak, bilgi ve birikimlerimizi kullanmak ve buralardan elde ettiğimiz sonuçlar üzerinden dersler çıkarmayı içeren düşünsel hazırlık noktasında bir zayıflığın olduğu görülüyor. Düşünsel hazırlık sadece birikimlerden faydalanmakla sınırlı değildir. Bu, geçmiş verilere dayanarak, güncele yanıt olacak planlamayı, alternatifler oluşturmayı, olasılık hesaplarını da içerir. Pratik bir çalışmanın başarıya ulaşması, öncesinde yapılan düşünsel hazırlıkla doğru orantılıdır. Buradaki zayıflık aynı zamanda bir emeksizlik halini de ifade eder. Bu, çalışmayı başarıya götürecek zorunlu emeği vermemektir . Ön hazırlığı zayıflatan bir etmen bu iken, bir diğeri ise sürecin bilgilerine hakimiyetteki zayıflıktır. Bu bellek zayıflığına işaret eder. Süreci doğru ele almak, yorumlamak, sonuçlar çıkarmak, ihtiyaçları belirlemek, hazırlık açısından önemli hatta vazgeçilmez bir yoğunlaşmayı zorunlu kılmaktadır. Hazırlıkta, diğer bir faktör de öngörüdür. Öngörü, gelişebilecek tüm olasılıkları tahmin etmek, sezmek ve hesap edebilmektir. Komünistler, sonuç alıcı bir çalışmayı açığa çıkaracak hazırlık için yoğunlaşmaya, emeğe ve öngörüye sahip olmalıdır. Bu, bizim, olasılıkları daha güçlü karşılayacak gerekli

hazırlığı yapmamızı sağlar. Düşünsel gücümüzü pratik, örgütsel, politik bir güce dönüştürmemizi sağlar. HER SÜRECİN İHTİYACINI BİLMEK İhtiyaçları bilmek, hazırlıklar söz konusu olduğunda diğer önemli bir faktördür. Her çalışmanın, her eylemin, her sürecin, her farklı gelişmenin vb. ihtiyacı farklıdır. Bilgi ve teknolojinin gelişmişliği de düşünüldüğünde, ihtiyaçların da ne kadar hızlı değişeceğini tahmin edebiliriz. O zaman, her an’ın, her sürecin ve her dönemin ihtiyaçlarını ayrı ayrı ele almak ve bu gerçek ışığında hazırlık yapmak zorunluluktur. Örneğin, son iki seçim çalışması söz konusu olduğunda, aralarında önemli farklar görürüz. Aynı politik çalışma, farklı zamanlarda farklı ihtiyaçları öne çıkarmıştır. Sürecin özgünlükleri, ittifak politikaları, toplumsal konjonktür, partinin hedefleri bu farklılıklarda belirleyici olmuştur. Ya da 10. yıl ve 15. yıl çalışmaları farklı ihtiyaçları öne çıkarmıştır. 10. yıl partiyi kitlelere açıktan tanıtma hedefiyle örgütlenen bir çalışma olması nedeniyle değişik ihtiyaçlar dayatmıştır. 15. yıl ise partiye dönük saldırılara göğüs germe zorunluluğunun açığa çıkardığı ihtiyaçlarla örgütlenmiştir. Her iki sürece yanıt olabilecek hazırlıklar da bu kapsamda farklılaşmıştır. Değişik süreçler söz konusu olduğunda güçlü bir hazırlık yapmak için, yapılacak çalışmanın mantığını, güçleri nasıl konumlandırıp yöneteceğini, hangi araç-gereçleri kullanacağını bilmek, atılacak her adımın sonuçlarını öngörmek, yani toplama hakim olmak gerekir. İhtiyaçlar doğru tespit edilirse, temel doğru kavranırsa, mantığına hakim olursak, koparıp almak ve mücadeleyi ileriye taşımak için gerekli ha-

zırlığa da sahibiz demektir. HAZIRLIK SOMUTTUR Hazırlık somut, canlı ve dinamiktir. Dolayısıyla bu eksende ele almak gerekir. Hazırlık, verili maddi koşullar göz önünde tutularak yapılmalıdır. Soyut, klasik, üstünkörü ve amaca hizmet etmeyen yaklaşımlar, iyi bir hazırlık için sonuç alıcı değildir. İhtiyaçlar, nesnel durum gözetilmeden belirlenmeyeceği gibi, bu ihtiyaçlara denk düşen hazırlık da gerçeklikten kopuk ele alınamaz. Somut bir hazırlık için; 1-İhtiyacımız olan şey nedir? Bir eylem mi, bir alan çalışması mı, iş yerifabrika, havza veya yeni bir semtte örgütlenme çalışması mı? Önce bunu belirlemek gerekir. 2-İhtiyacımız doğrultusunda mevcut durum nedir? Örneğin bir fabrika çalışması ise; çalışan işçilerin sayısı, işçi bileşeninin etnik-mezhepsel durumları, çalışma saatleri, sömürü sistemi, sendikal durum, mücadele deneyimleri, patronun kimliği, örgütlü gücü vb.nin açığa çıkarılması gerekir. Bunun yanında, bu iş yerinde ilişki kurabileceğimiz, üzerinden çalışma yürütebileceğimiz işçi potansiyelinin belirlenmesi gerekir. Fabrika işçilerinin, üretim süreci dışındaki zamanlarını geçirdikleri semt, ev, kahve vb mekanları tespit etmek gerekir. Birbirini tamamlayan, sürekliliği sağlanmış, güçlü bir çalışmanın açığa çıkarılabilmesi için, o alana dair bunun gibi tüm ayrıntıları hesap eden bir ön hazırlık zorunluluktur. Nasıl bir çalışma örgütlemek istediğimiz bu verilerden sonra önem kazanmaktadır. Bir sendikal çalışma yürütülecekse başka düzeyde bir hazırlık gerekir, bir kadro çalışması yürütülecekse başka bir hazırlık. Hedeflerimiz, biz komünistlerin yapaca-

ğı hazırlıkları somut olarak bu haliyle belirler. Bu, bütününde, bir çalışmanın toplamını yönetmeyi sağlayacak gücü açığa çıkarmaktır. Hazırlığın toplam unsurları; teknik, insan unsuru, örgüt araç-biçimleri, mali olanakların örgütlenmesidir. Küçük-büyük bütün devrimci işlerde bu unsurları içeren hazırlık, olmazsa olmazdır. Silahlı bir gösteriyi ele alalım. Bu eylemin kayıp vermeden, amacına hizmet edecek tarzda, başarıyla sonuçlanması için nasıl bir hazırlık yapmak gerekir? İlkin; bu eylem için gerekli keşif, istihbarat ve planlamanın yapılması gerekir. Eylemin başarıyla gerçekleştirilebilmesi için bu unsurlar temel bir yerde durur. Doğrulanmış, gerçek bilgilere dayanmayan bir istihbarat veya keşfe bağlı yapılan bir planlama yenilgiyle ya da kayıplarla sonuçlanır. İkincisi; planlanan eylemi sonuca ulaştıracak mali altyapının hazırlanması gerekir. Biliyoruz ki, birçok eylem mali olanaksızlıklar gerekçesiyle ya yapılamıyor, ya istenilen düzeyde örgütlenemiyor ya da eylemi başarısızlığa götürecek yüzeysel yaklaşımları beraberinde getiriyor. Bu yaklaşım toplamında, eylemi başarısızlıkla sonuçlandırdığı gibi kayıpları da beraberinde getirebiliyor. Örneğin, para olmadığı gerekçesiyle uygun kamuflajlar sağlanmıyor ve daha istihbarat esnasında deşifrasyonlara yol açıyor. Üçüncüsü; planlamayı hayata geçirebilecek uygun kadroyu belirlemek gerekir. Bunun iki yanı vardır. Birincisi, silahlı bir gösteri gerçekleştirebilecek militanlığa sahip; cesur, kararlı, disiplinli, cüretli, düşman algısı güçlü özelliklerde kadrolar seçmektir. İkincisi ise; eylemin niteliğine, kapsamına, eylem yapıp geri çekilinecek bölgenin

Kadının kurumsal gücünü yaratmak Devrimci parti ve örgütlerde, özerk ya da komsomol tipi bir kadın çalışması ve örgütlenmesinin bulunması, kadının ordulaşması, komünistlerin yürüttüğü savaşı daha anlamlı kılmış, daha büyük insani, vicdani ve devrimci boyutlar kazandırmıştır. Savaşa kadın vicdanı, kadın ruhu, adaleti ve inceliğinin eli değdiği andan itibaren, sömürgeci faşist kirli savaş yöntemleriyle devrimci savaşımın yöntemleri ayırıcı çizgilerle belirginleşmiştir. Devrimci ortamlarda, kadının yarattığı farklılaşma ise daha muazzamdır. Savaş tarzında bu değişimi yaratan ve örgütü yenileyen önemli ve temel kaynaklardan biri, kadının kurumsal gücüdür. Kadının, erkek aklı ve tarzı karşısına, kurumsal gücünden aldığı irade ile dikilmesidir. MLKP’nin kadın kadroları ve kitlesi, böylesi bir kurumsal güce sahip midir? Kadın gücümüz kurumsallaşmaya doğru gitmektedir. Bunun ilk ama önemli adımları atılmıştır. Çünkü 4. Kongresiyle, parti tüzüğü, kadın gücünü örgütsel güvenceye almış, kadın çalışmasından sorumlu ayrı bir oluşuma gitmiştir. Çünkü parti somut olarak, örgütlerini kadın komiteleri kurmakla, kadın özgürleşmesinin olanaklarını örgütlemekle görevlendirmiştir. Kadın komünistler her düzey örgütte %50 temsiliyet hakkı kazanmış, olmadığı durumda %35 kota kararı alınmıştır. Merkezi Kadın Komitesinin kararları, tüm parti örgütleri için bağlayıcı kılınmıştır. Bu parti, kadın kadrolarına özgürleşmenin zeminini sunmuştur. Tek tek kadın komünistlere kurumsallaşmanın yolunu açmıştır. Savaş gibi, insanlığı kıyıma uğratan bir olguya bile amaçlarıyla uyumlu bir nitelik kazandıran kadın aklı, ruhu ve gücünün, örgüt ortamlarını farklılaştırmaması ise imkânsızdır. Bu değiştirici irade söz konusu olduğunda, kadının kendi kurumsal ve potansiyel gücünün farkında olması çok önemli bir yerde durmaktadır. Kurumsal gücün yarattığı olanakları sonuna dek kullanması, bunu erkek cinsi karşısında bir savaş aracına dönüştürmesi çok önemlidir. Ama aynı zamanda, erkek cinsinin kadından öğrenebilme erdemi gösterip gösterememesi, özgür erkeği yaratma hedefiyle kendi dönüşümüne yoğunlaşması ve değişme isteği de o kadar önemlidir. Partide yenilenmeyi yaratacak şey, her iki cinsin değişim isteğinden doğacak olan zihinsel dönüşümdür. Kadın komünistler başta şunu bilmelidir; çalışma alanlarında, bir kişi dahi olsalar, istediklerinde kadın gücünü açığa çıkarabilir, partinin özgürleşme yönünde hedeflediği değişimi yaratabilirler. Kadının, örgüt gücüne yaslanıp devrimci cins bilincini kuşandığında, yıkılamayacak geri zihniyet olmadığını pratikte kanıtlayabilirler. Kadın komünistler bu potansiyellerinin farkındalığıyla, büyük bir irade ve özgüvenle, egemen zihniyetle savaşı ilmek ilmek örmeli,

partiyi özgürleştiren özne olmalıdır. 4. Kongreden bu yana, kadın özgürleşmesi ve parti saflarında egemen erkekliğin yok edilmesi noktasında, hem kadın komünistler, hem de partimiz önemli mevziler kazandı. Komünist kadınlar, cins bilinci kuşanma, ortamlarımızda kadın dili, ruhu ve tarzına hayat vermede önemli bir yol kat etti. Kadınlar, kendi aklına, pratiğine, eylem gücüne, militanlığına, savaşçılığına, önderlik ve komutanlığına güven söz konusu olduğunda, azımsanamayacak bir güç kazandılar. Kendi iç savaşlarından zaferler örgütleyerek, yeni insanın kadın öznesini filizlendirdiler. Partinin her düzey kolektifinde, partinin her çalışma alanında, erkek egemenliğini cepheden karşılarına almada, onunla çatışma, hem kendini hem de erkek cinsini özgürleştirmede önemli bir düzey yakaladılar. Erkek alanı kabul edilen askeri alanda dahi, kadınlarda özgüvenli ve inisiyatifli bir savaşçılık, erkeklerde ise yapabilecekleri noktasında kadına karşı bir güven billurlaştı. Bir zihinsel dönüşüm açığa çıktı. Kadının inisiyatifini, aklını, gücünü, komutanlığını kabulde bir düzey yakalandı. Kadın çalışmasının özel örgütlenmesi, açık-kapalı-askeri alan birimlerinde %50 kadın temsiliyeti, yetmediği durumda kadın gücünün kota ile garanti altına alınması, kadın komitesinin aldığı kararların tüm partiyi bağlar hale getirilmesi, tüm parti kolektiflerinin kadın komitesi kurma zorunluluğu vb. özgürleşme mücadelemizin dayanakları olarak MLKP tüzüğüne yazıldı. 4. Kongrenin, kadın özgürleşmesine dönük bu kararları parti tüzüğü nezdinde yasalaştırması, yaşanan zihinsel dönüşümün zeminini oluşturdu. Parti yasalarından güç alan kadın komünistlerin, erkek egemenliğiyle başlattığı savaş ise zihinsel yenilenmeyi süreklileştiren iradeye dönüştü. Kadın komünistler bu irade ve somut kazanımları arkalarına almayı, savaşımlarını daha da büyütmeyi bilmelidir. Her eleştiri-özeleştiri toplantısının bir gündeminin de “kadın özgürlük sorunu ile kurulan bağ” olması, bu toplantıda yer alan tüm komünistlerin, 4. Kongrenin kadın özgürlüğü bağlamında önümüze koyduğu görevlerle kurduğu ilişkinin irdelenmesi ve her komünistin önüne belli periyotlarla denetlenen görevler konulması, işletildiği her kolektifte önemli bir kazanımdır. Yine, her parti kadrosundan kadın özgürlüğüyle kurduğu ilişki bağlamında raporların istenmesi ve sağlanması da önemli bir adımdır. Parti nezdinde bu, MLKP savaşçılarının görevi kılınmıştır. Bu işleyişleri yerine getirmeyen her kolektiften hesap sorabilmelidir komünist kadınlar. Kadın gücümüz, bunun denetleyicisi olmakta sınırlarını sonuna dek zorlamalıdır. Her kadın yoldaş bu toplantı işleyişleri ve raporların hesabını sormalıdır. Bi-

linmelidir ki, hangi parti örgütü olursa olsun, bunu yerine getirmiyorsa, kongre iradesini işletmiyor, tüzük suçu işliyordur. Partinin kurumsal işleyişini ihlal ediyor, partinin kendini geliştirme sistemlerini işletmiyor, yenilenme ve özgürleşmesine direniyor demektir. Tek bir kadın yoldaşımızın olduğu birimlerimizde dahi, parti örgütlerimiz, kadın gücünün denetleyici bakışlarını, kongrenin direktiflerini üzerinde hissedebilmelidir. Ancak bu, kadının örgütlü gücünü işletebilmesiyle mümkündür. Tek başına da olsa, kadın yoldaşlarımızın, alanında partinin kadın gücünü temsil edebilmesi, kongremizin kadına biçtiği rolü yerine getirebilmesiyle mümkündür. Kadın komünistlere biçilen misyon kadınlarca yerine getirilmedikçe, bu örgütsel işleyişin süreklileşmeyeceği bilinmelidir. Giderek komsomol tipi bir örgütlenmeye yürüyen kadın gücü, her kadının kendine şimdiden böylesi bir rol biçmesinden açığa çıkacaktır. Ortamları, örgütü, kadroları, işleri ve savaşı farklılaştırma gücü, her kadının kendine şimdiden özgürlük mücadelesinin savaşçısı rolü biçmesiyle oluşacaktır. Özgür kadın gücümüz, kadın komünistlerin her durumda erkek egemenliğiyle savaşın öznesi olmasından doğacaktır. Sorunun bir yanını, bir milim dahi zayıflatmaksızın bu kazanımları korumak ve süreklileştirmek oluştururken, diğer yanını, kadını özgürleştirmenin ve egemen erkekliğe karşı savaşımı büyütmenin yeni mevzilerini yaratmak oluşturmaktadır. Komünist kadınlar, erkek komünistlerin egemenlikleriyle çatışa çatışa onlarda farklılaşma açığa çıkarmalı, yaratılan bu farklılaşmayı denetleyip süreklileştiren gücü ise bir sisteme dönüştürebilmelidir. Kadın komünistler, bilinç düzeyi, birikimi, örgütsel geçmişi ne olursa olsun, çalışma alanının aktif bir öznesi olma, yönetim birimlerinde yarı yarıya yer alma hakkı olduğunun bilinciyle yürümelidir. Kolektiflerimizde kaç kadın yoldaşımız olursa olsun, aynı güç, irade, bilinç ve savaşçılıkla işleyen bir sistem olmalıdır bu. Partinin erkek gerçeğini değişime zorlayan iradeyi her alanda hissettiren bir sisteme dönüşmelidir. Bu güce ve niteliğe sahip bir sistem nasıl örgütlenebilir? Yanıtlamamız gereken temel soru budur. Cins bilinci kuşanmış her kadın, tek başına da olsa, örgütlü bir güçtür. Kadınlarımız, kendilerini cins bilinci güçlü, çok yönlü devrimci bir kadın olarak, bir özne olarak var etmenin dayanaklarını kongre kararlarıyla elde etmiştir. Komünist kadınlar, bu partinin en yüksek organı kongrenin ve örgüt içi anayasamız olan tüzüğümüzün gücünü arkalamıştır. Bu güçle bilemelidir savaşçılıklarını kadınlar. Kongrenin kendilerine açtığı alanın, sunduğu olanakların özgüveniyle yürümelidir özgürlüğe. Cins bilinciyle nasıl ilişkilenen bir kadın?

Erkek egemen zihniyetin yıkılmasıyla nasıl ilişkilenen bir kadın? Devrimci görevlerle, teorinin sorunlarıyla, askeri alan ve savaşçılıkla nasıl ilişkilenen bir kadın? 4. Kongrenin önderleşme ve komutanlaşma perspektifiyle, askeripolitik kadro olma perspektifi ile nasıl bağlar kuran bir kadın? “Partinin ve devrimin ihtiyaç duyduğu kadın komünist niteliği/duruşu” sorununda hangi düzeyde derinleşen bir kadın? Yanıtlarına yoğunlaşmamız gereken sorular bunlardır. Her bir partili biliyor ki; MLKP’nin her kolektifine kadının rengini, sesini ve aklını içermek, 4. Kongrenin temel perspektiflerindendir. Bugün, erkek egemen parti gerçeğinden kopuşmak, bu partinin önüne koyduğu temel hedeflerdendir. Kadın kimliği, aklı, bilgisi, cins bilinci, savaşçılığıyla özne olmuş kadın komünistleri var etmek, kongrenin önümüze koyduğu görevlerdendir. Partinin önümüze koyduğu görevlerle doğru ilişkilenmek, sorunla doğru ilişkilenmeyi zorunlu kılmaktadır. Ortamlarımızla, devrimci görevlerimiz ve yoldaşlarımızla, kadın dili, tarzı ve tutumu ile, güçlü bir cins bilinciyle ilişkilenemeyen kadın komünistlerin bu görevleri omuzlayamayacağı açıktır. Yoldaşlarıyla kurduğu ilişkide yapıcı, iknaya dayanan, hükmetmeyen, adaleti olan, empati içerilmiş özenli bir dile, açıklığa ve güçlü bir paylaşıma sahip olmayan kadın komünistin, erkek ortamları değiştirmesi mümkün değildir. Yanı başındaki yoldaşlarını kırıp-döken, ilişkilerde dağıtıcı rol oynayan, eşit ilişkilenemeyen, hassasiyetleri gözetme inceliği gösteremeyen ve ortamlara hükmeden bir tarz, asla kadın tarzı olamaz. Kadının toplumsallığının gücünden gelen kolektif tarzı ortamlarımızda ete kemiğe büründüremeyen bir kadın komünistin, benmerkezci erkek zihniyeti yok etmesi mümkün değildir. Kendi odaklı ilişki kuran ve kendi tarzını dayatan, paylaşımlarda yüzeyselleşen, ortamlardaki kolektivizmi güçlendirmek yerine ben duygusu ve rekabeti açığa çıkaran, ilişkilerinde hükmedici ve kibirli bir tarza sahip olan, karşısındakini ezen, kıran bir dil ve tarz, cins bilinci güçlü bir kadının tarzı değildir. Böylesi bir tarz, kadın gücünü zayıflatan, ortamların erkek karakterini güçlendiren bir tarzdır. Bu tarzın izlerini taşıyan her komünist kadın da bilmelidir ki; erkek dilin, tarzın ve zihniyetin etkilerini taşımaktadır. Partimiz saflarında uzun yıllar semt çalışması yürütmüş kadın komünistlerin, erkek egemenliğinin açıktan yaşandığı böylesi ortamlarda devrimciliğini geliştirmiş olmasının etkileri azımsanamayacak düzeyde açığa çıkmaktadır. Kadın yoldaşlarımızın dil, davranış, kullandıkları kavramlar, yoldaşlık ilişkileri, daha da önemlisi hemcinslerine karşı hassasiyetleri noktasında, kadının tarzından nasıl da uzaklaştıklarını, kadın duyarlılığının nasıl zayıfladığını gösteren veriler-

Elimize e-posta yoluyla ulaşan yayının manşeti Roboski katliamına ayrılmış. Yayında “Kritik Ve Özel Sürece Yanıt Olmak” başlıklı başyazının yanısıra “Sorumluluk almak... Sorumlu olmak...”, “Kadının kurumsal gücünü yaratmak”, “Eyleme hazırlık devrime hazırlıktır”, “Bu haller hangi haller”, “Kasımla filizlenir yiten gülücük” ve “Katledilişlerinin 91. Yılında M. Suphi ve 14 Yoldaşını Anıyoruz. Gelenek sürüyor” başlıklı değerlendirmeler ve mektuplar yer alıyor.

fiziki ve toplumsal özelliklerine, düşman kuvvetlerinin konumlanması ve gücüne göre sayıyı belirlemektir. Dördüncüsü; eylemi başarıya ulaştıracak teknik araçları belirlemek gerekir. Silah, patlayıcı, otomobil, motor, kamuflaj malzemeleri, geri çekilme sonrası konumlanılacak üs vb. örgütlenmelidir. Bu tarz bir hazırlık, sadece askeri bir eylemin değil, hazırlığının içerdiği unsurlar farklı olsa da; partinin açık-

kapalı, legal-illegal bütün çalışmalarının olmazsa olmazıdır. Güçlü bir ön hazırlık, her parti faaliyeti için bir zorunluluktur. Devrim için hazırlık yapmak gerekir. Partinin başarısı, devrime yaptığı hazırlıktan açığa çıkacaktır. Partinin başarısını örgütleyecek olan da, her pratiğine güçlü bir hazırlıkla başlayan kadroları olacaktır. Sürece yanıt olmanın yolu, ‘an’a hazırlık ve ‘an’ı kazanmaktan geçmektedir.

Her bir partili biliyor ki; MLKP’nin her kolektifine kadının rengini, sesini ve dir bunlar. Veyahut yönetme ve iktidar olgusunun, aklını içermek, 4. Kongrenin temel bu yetkiyi kullanan kiperspektiflerindendir. Bugün, erkek şinin tarzı üzerindeki derin etkilerini, yıllarca egemen parti gerçeğinden kopuşmak, bu yöneticilik yapmış kadın partinin önüne koyduğu temel hedeflerkomünistler nezdinde dendir. Kadın kimliği, aklı, bilgisi, cins de görebiliyoruz. Bunun yansımaları da, hükmetbilinci, savaşçılığıyla özne olmuş kadın me, bazen üst perdeden komünistleri var etmek, kongrenin bazen kıran-inciten bir dil, her şeyi yönetmeye çalışma, önümüze koyduğu görevlerdenher çalışmayı kendi denetimindir. de tutma, müdahalecilik, kendisinin dışında olduğu işleri beğenmeme gibi erkek egemen yaklaşımlar olarak karşımıza çıkıyor. Cins bilincine sahip olmanın, kadının doğasına içerilmiş ve toplumsallığı güçlü kadın niteliklerinin açığa çıkarılıp yaşamsallaştırılmasının, kadın komünistler bakımından ne denli önemli olduğunu gösteren verilerdir bunlar. Kadın yoldaşlarımız, ortamlarımızda erkekliğin yaşatılmasına karşı durmalıdır. Ama bundan daha önemlisi, bu savaşımı yürütebilmesi için önce kendisi egemen zihniyetin etkilerinden korunabilmelidir. Güçlü bir kadın bilinci olmaksızın, ne erkek egemenliğiyle devrimci bir savaş yürütülebilir ve ne de partinin özgürleşmesine emek verilebilir. Komünist kadınlar, kadın özgürleşmesinin ve partinin yenilenmesinin önüne dikilen erkek egemen hiçbir yaklaşımı, asla ve asla kabul edilebilir görmemelidir. Her bir kadın yoldaşımız, kendini bu partinin geleceğinden sorumlu hissetmelidir. Erkek komünistleri farklılaştırmanın, erkek yaklaşımları denetlemenin, erkek egemenliğini yok etmenin, böylece parti ortamını özgürleştirmenin sistemlerini örgütleyebilmelidir. Tartışmalarını daha özgüvenli, çarpıcı, erkek komüniste kendi gerçeğini kabullendirici bir ikna gücünde, erkek tutumlar karşısında ise uzlaşmaz bir yıkıcılıkta örgütleyebilmelidir. İşle, teoriyle, günlük yaşamla, görevlendirmelerle, üs yaşamlarının ihtiyaçlarına karşı sorumlulukla, kadın yöneticiyle, kadın kitle çalışmasıyla vb. her türlü pratikle kurdukları ilişkide erkek komünistleri denetlemeli, onlarla cepheden çatışmayı göze almalıdır. Bilinmelidir ki, küçük dediğimiz alışkanlıkların üzerine gidildikçe, onlarla savaşıldıkça, bu parçalar yeninin nüveleriyle örüldükçe, bütünsel bir yenilenme ve değişim yaratılacaktır. Aksi halde; erkek algı, düşünüş ve tutumlarına gösterilen her müsamaha, ortamlarımızın erkekleşmesine verilen izin olacaktır. Bu ise kadınlarımızı erkekleşmeye iten ortamlara verilen izin demektir. Her komünist kadının, erkek egemen yaklaşımlara olduğu kadar erkekleşmeye karşı da güçlü bir direnci olmalıdır. Kendi özgücü, kadın bilinci, örgütlü duruşu ve özgürleştirici potansiyelinden aldığı gü-

venle yürütmelidir cins savaşını. Komünist kadınlar, erkek egemenliği ile mücadeleden, erkle çatışmaktan, erkek yoldaşlarıyla özgürleştirici savaşlar yürütmekten korkmamalıdır. Ve bu mücadelede güçlü bir kadın dayanışması örgütleyebilmelidir. Kadınlarımız, parti kolektiflerini 4. Kongre kararları düzeyine yükseltme görevini omuzlamalıdır. Bu iddiaya, bu cürete sahip olmalıdır ve gücünü kullanmalıdır. Erkek egemen algının, aklın, tutumun, toplamında erkek zihniyetin karşısına barikat olarak dikilebilmelidir. Her bir kadın komünist, egemen erkeklikle savaşta birer komutan olmalıdır. Egemen zihniyete karşı savaşı planlayacak, örgütleyecek, yönetecek ve denetleyecek duygunun, aklın ve iradenin komutanı olmalıdır. Özgürlük hayalimizin komutanları olmalıdır kadınlarımız. Her bir komünist kadın, partinin yenilenme sorunuyla bu sorumlulukla ilişkilenmelidir. Çünkü bizi özgürleştirecek güç, bu duruşta gizlidir. Bizi yeni insana götürecek irade bu duruşla yaşam bulacaktır. Parti, bu güçle yenilenecek ve özgürleşecektir. Özgürleşme, zor, çetrefilli ve büyük iç savaşlar gerektiren bir süreç işidir. Ancak, başlatılan bir süreç işler. Adımı atılmayan hiçbir eğilim bir güç olarak kendini var edemez. Bu zorlu savaşımı başlatmaktan korkmamalıdır kadınlarımız. Çünkü korkuya kapılması gereken, kaybedeceği şeylere sahip olan erkek egemen zihniyettir. Bilinmeli ki; örgütlerimizde kadın diliruhu-tarzı ve yaklaşımına hayat verebilmenin, erkek egemen zihniyetle mücadele edebilmenin, savaşçı bir kadın duruşu yaratabilmenin, kadın önderleşmesi ve komutanlaşmasına yürüyebilmenin tek yolu; devrimci bir cins bilinci kuşanmak, kurumsal gücümüzü yaşamsallaştırmak ve özgürleşme sürecinin adımlarını atmaktır. Bu yolla özgürce kanatlanmaya, her kadın yoldaşımızın hakkı vardır. Bu güçle devrimci hareket saflarında yıldızlaşmaya partimizin hakkı vardır. Komünist kadınlar bu hakkı teslim etmelidir. Çünkü bu gizli güç onlardadır.


14

atılım

KÜLTÜR/SANAT

3 Mart 2012

‘Bunlar çürüyen et, dökülen diş gibidirler’ “Tutunamayanlar”ın yazarı Oğuz Atay, bu kez edebiyat dünyasında değil, siyaset arenasında kullanılan alıntısıyla gündeme geldi. Başbakan Erdoğan’ın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’yla yaptığı polemikte adı geçen Atay, “yine yanlış” anlaşıldı. ◗ SEMİHA ŞAHİN Tayyip Erdoğan, yaşayan aydınlarla kılıç kalkan savaşmayı sürdürürken, yaşamını yitirmiş sanatçıların eserlerini istediği gibi alıntılayarak, bozarak kullanmayı pek seviyor. Kılıçdaroğlu’yla yaptığı polemikte olduğu gibi... Başbakan Recep Tayip Erdoğan, 28 Şubat günü AKP grup toplantısında yaptığı konuşmada, Oğuz Atay’ın bir yazısından alıntı yaparak, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na yanıt verdi. Erdoğan’ın Oğuz Atay’ın ismini anarak yaptığı alıntının Atay’a ait olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Atay’ın 5 Ocak 1975 tarihinde yazdığı bir yazısında kullandığı alıntıyı, Erdoğan, ünlü romancının sözü gibi kullandı. Erdoğan konuşmasında “CHP’nin Genel Başkanı itiraf etti. Ne dedi o kadar sık meyhaneye gitmeyin dedi. Gidecekseniz de bari hepiniz aynı meyhaneye gitmeyin dedi. Yazar Oğuz Atay’ın güzel bir sözü var: Türk solu geç kalkar çünkü bir gece öncesinde çok içer. Bunlar geç uyanıyorlar. Bunlar 27 Nisan’da iş işten geçtikten sonra uyandılar. Bize de sadece günaydın demek kalacak” dedi. Atay’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan “Günlük” adlı kitabın 134. sayfasında ilgili alıntı aynen şöyledir: “Bir sosyalist eleştirmenimizin dediği gibi ‘Türk solu geç kalkar, çünkü bir gece önce sabaha kadar içmiştir.’ Bu insanlardan Türk halkı artık bir şey beklememeli. Üç kağıtçılıkla ne devrim olur, ne de ümmeti İslâm kurtulur. Bunlar ‘çürüyen et, dökülen diş’ gibidirler.”

‘KORKAK BİR KARANLIK İÇİNDE’ OLANLARA Oysa, Atay, hem Erdoğan gibilerine hem de Kılıçdaroğlu gibi sözde solculara karşı yazmıştı yazıyı. Tartışmaya konu olan yazıda Atay, “Ne yazık ki halkın değerlerine sahip çıkmaya çalışanlar da -kendilerine bir isim vermedikleri halde- gerici ya da sağcı denilen ve orta çağın karanlığında yaşayan zavallılardır. Sanat sanat içindirsanat toplum içindir kısır çekişmesine karşı sanat insan içindir parolasıyla çıktıkları halde insanın, gerçek insanın farkında değillerdir. Gerçekten ‘korkak bir karanlık içinde’dirler. Yaşamaktan, eğlenmekten korkarlar. İnsanı, özellikle kadını tanımaktan korkarlar. Dünya nimetlerini çağ dışı boş inançlar yüzünden teperler. Aslında bir ruh hastasının tepkisidir bu; daha doğrusu reddettikleri nimetlere kapılmaktan korkan bozuk ruhların tepkisidir bu. Bu yüzden sosyalizmi ahlâksızlık sanırlar, bu yüzden emperyalizm ile sosyalizmi birbirine karıştırırlar” ifadelerini, Erdoğan ve

Tiyatro oyuncularından baskılara tepki İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Sanatçıları Derneği (İŞTİSAN) üyesi tiyatrocular, Muhsin Ertuğrul sahnesi önünde baskıları ve saldırıları protesto etti.

şurakası için kullanmıştır. YARI AYDIN ÇETESİNE Tüzük Kurultayı’yla CHP içinde konumunu sağlamlaştıran ve sol söylemlerini kullanan Kılıçdaroğlu’na ve onu umut olarak

◗ İSTANBUL Şehir Tiyatrosu oyuncuları, baskıları protesto etti. Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde toplanan İŞTİSAN üyeleri, oyuncular ve sanat örgütleri temsilcileri basın toplantısı düzenledi. Oyuncular, saldırıların, provokasyonların ve baskıların sanatçılar üzerinden kaldırılmasını talep etti. Aralarında Orhan Alkaya, Mustafa Alabora ve Mehmet Ali Alabora gibi isimlerin de bulunduğu sanatçılar, açıklamaya destek verdi.

Ciwan Haco’dan ‘Veger’

◗ İSTANBUL Ciwan Haco’nun gençlik yıllarında söylediği şarkılardan oluşan Veger (Dönüş) albümü müzikseverlerle buluştu. Kürt müziğinde bir kilometre taşı olan Ciwan Haco, son albümüyle dinleyenleri, müziğe ilk başladığı yıllara götürüyor. Albümde, Aşık Daimi’nin “Ne Ağlarsın” şarkısı “Esmer”, Neşet Ertas’ın “Tatlı Dile” şarkısı da “Rêya Min Dûre” adıyla, ilk kez Kürtçe sözler yazılarak okundu. “Esmer” de Haco’nun Hülya Avşar ile düeti dikkat çekiyor. Albümde tüm bağlamaları yeni kuşak müzisyenlerinden Ümit Yılmaz çaldı. Bas gitarda Ali Busse, perküsyonlarda Ata Güner, kemanda Hüseyin Kemancı, kanunda Turan Vurgun, klarnette Göksun Çavdar, klasik kemençede Sercan Halili, neyde Mubin Dünen, gitarlarda Chris Harms, Steven Pfeffer, Ayhan Evci, Bernd Hilgert ve klavyede Almanya’nın genç kuşak müzisyenlerinden Gerrit Heineman, Ciwan Haco’ya eşlik etti. Albümdeki birçok şarkıda geri vokalde Roşna,Yekbun ve Mizgin yer aldı.

lanse edenlere da aynı yazıda yanıt vermiş Atay: “...İlerici, gerici her türlü akımların tekelini ellerinde tutan bir küçük yarı-aydın çetesi, yıllardır kendini yenileme gereğini duymadığı için bugün artık yerini kaybetmemek için ancak bezirgân oyunlarıyla ayakta durmaya

‘BİZİ VAROLUŞLARI İÇİN TEHDİT GÖRÜYORLAR’ Tiyatrocular adına İŞTİSAN yönetim kurulu üyesi Tolga Yeter ve tiyatrocu Aslı Öngören, ortak yaptıkları açıklamada, ‘’100. kuruluş yılına yaklaşan sanat kurumumuz, tiyatromuz tehdit altındadır. Bizi İstanbulluların parasını çarçur etmekle suçluyorlar. Çünkü, her hafta 60, her ay 250 kere perde açan bir tiyatroyu kendi varoluşları için bir tehdit olarak algılıyorlar’’ diyerek, halktan sanatçıların yanlarında olmaları konusunda destek istedi.

çalışmaktadır. Yıllardır halkı ve aydın potansiyelini hor gördüğü için kendini geliştirmek için parmağını oynatmamıştır. Bugün haksız olarak gasp ettikleri yerler gerçek sahiplerini beklemektedir.” Atay’ın tartışması, edebiyat dünyasındaki tartışmalara bir yanıttır aslında. “Yarı aydın çetesi” ve “kültür gangsterleri”nin teşhir edilmesini isteyen bir çağrı yazısıdır. Atay, yazının son cümlesinde yapar bu çağrıyı:“Artık her yerde, hangi kampın adamı olurlarsa olsunlar bunları teşhir etmenin, önce halka örnek olabilmek için aydının kendisiyle hesaplaşma vakti gelmiştir. Yazarlar da romanında, hikâyesinde, şiirinde bu hesaplaşmaya girişmelidir. Kendinden korkanlara bir diyeceğimiz yok tabii...”

‘TİYATROLAR FABRİKAMIZ BİZ EMEKÇİLERİYİZ’ Oyuncular Sendikası olarak açıklamaya destek verdiğini açıklayan Mehmet Ali Alabora, ‘’Oyuncular Sendikası oyuncuların emeğini korumak için kuruldu. Biz emeğimizi tiyatrolarda sergiliyoruz. Özellikle söz konusu olan tiyatro olduğu zaman, biz işçiysek bizim fabrikamız burası. Bizim fabrikalarımızın, yani işyerlerimizin, yani emeğimizi sizlerle paylaştığımız yerlerin azalmasını istemiyoruz. Buna izin vermeyeceğiz. Oyuncular sendikası olarak bugün bu yüzden buradayız’’ şeklinde konuştu. Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği ve Dünya Yazarlar Birliği de gönderdikleri mesajlarla, süreci protesto ettiklerini ve Şehir Tiyatrocularının yanında olduklarını bildirdi. “Şehir tiyatroları halkındır dokunma” , “Şehir tiyatrolarına yapılan saldırıları kınıyoruz”, “Tiyatroma dokunma” dövizleri açan ve alkışlarla protesto eden tiyatro oyuncularına, sanat örgütleri de destek verdi.

Göktepe Ödülleri için başvurular başladı ◗ İSTANBUL Bu yıl 15’incisi düzenlenen Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri Yarışması için başvurular başladı. 15’ncisi düzenlenen yarışma için oluşturulan Metin Göktepe Ödül Komitesi tarafından belirlenen şartlar kamuoyuna duyuruldu. Haber takibi yaparken gözaltına alınan ve polis tarafından dövülerek öldürülen Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe’nin anısına düzenlenen ödüller, 1998 yılından beri veriliyor. Ödüller, Metin Göktepe’nin doğum günü olan 10 Nisan’da düzenlenecek törenle sahipleriyle buluşacak. Metin Göktepe Ödül Komitesi yaptığı açıklamayla Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri Yarışması için başvuruların başladığını duyurdu. Bu yılki yarışmada başvuruları, daha önce Metin Göktepe Gazetecilik Ödüllerini kazanmış ya da Ödül Jürisinde yer almış isimlerin de aralarında bulunduğu şu jüri değerlendirecek: Belma Akçura, Nazım Alpman,

Celal Başlangıç, Nail Güreli, Banu Güven, Fikret İlkiz, Kamil Tekin Sürek, Nedim Şener, Ahmet Şık, Ece Temelkuran, Ragıp Zarakolu. YARIŞMA ÜÇ DALDA DÜZENLENİYOR Yarışma, Haber Ödülü (Gazete-TV), Fotoğraf ve Görüntü Ödülü (GazeteTV) ve Yerel Gazetecilik Ödülü olmak üzere üç dalda düzenleniyor. Yarışmaya, 15 Mart 2011 ila 15 Mart 2012 tarihleri arasında yayımlanmış olan ürünler katılacak. Yarışmaya katılacak olan ürünlerden, yazılı basında yayımlanmış olanların, 1 asıl, 11 fotokopi olarak, TV’de yayınlanmış olan ürünlerden ise 1 örnek CD (DVD formatında basılmış) gönderilmesi gerekiyor. Fotoğraf dalında yarışmaya katılacak olan adayların ise, 1 asıl 11 fotokopi olarak gönderecekleri fotoğraflarının arka yüzlerinin sol alt köşesine, bir etiketle ürünün adını, çekildiği yer ve tarihini yazacaklar. Gönderilen fotoğrafların en az 18x24

BİR KENTİN YIKIMI Bir zamanların Rum kenti Smyrna’yı, yani İzmir’i anlatan “İzmir 1922-Bir Kentin Yıkımı” kitabı Belge Yayınları’ndan çıktı. Marjorie Housepian Dabkin’in yazdığı ve Atilla Tuygan’ın çevirdiği kitap, bir zamanların Rum kenti Smyrna’yı (şimdiki İzmir’i) yok eden büyük yangının dramatik öyküsünü anlatıyor. Dobkin’in, “İzmir 1922 Bir Kentin Yıkımı” adlı incelemesi, 1922 yılı İzmir’ine odaklanmasına karşın, geniş Osmanlı coğrafyasındaki Hristiyanların

Y KİMDçoİRk ?alıntılandırılan hem de çok eleşOĞUZ AedTA iya eb tında hem

Türkiye ’da doğan Atay, 13 Atay. 1934’te Kastamonu tirilen romancılardandır e hiçbir eseri ikinci ını yitirdi.Yaşadığı dönemd Aralık 1977 yılında yaşam llikle 12 Eylül faöze men, öldükten sonra ve baskıya ulaşmamasına rağ yaşandı. Sırasıyla a lam rinin satışında pat rle ese an ınd ard in sin be şist dar ayanlar”, “Korkueli Oyunlar”, “Oyunlar la Yaş hlik “Te r”, nla aya am tun “Tu ” ve son olarak da amının Romanı”, “Günlük Ad m Bili r “Bi n”, rke kle Be yu ile de ilgilenmiştir. mış olan Atay, şiir ve tiyatro “Eylembilim” kitaplarını yaz kazanmıştır. Özelamayanlar” adlı romanıyla Oğuz Atay, ününü, “Tutun ernizmle bir likte nat alanını saran postmod anlar arasına likle 90’lı yıllarda kültür-sa rom amayanlar” çok tar tışılan yalnızlaştı1971’de yayımlanan “Tutun eyi bir n, insanı yabancılaştıra in izm ital kap n, ma Ro . meyenlerin girmiştir paran dünyasında yer edine ko n de iler ilişk sal lum top ran ve ör deneyiyle son sidir. Atay, beyinindeki tüm aye hik r”ın nla aya am tun “tu yitirmiştir. tamamlayamadan yaşamını ”nu hu Ru ’nin iye ürk “T ri ese

KİTAP

cm ebatlarında (Renkli ya da siyah beyaz) olması ve 15 Mart 2011-15 Mart 2012 tarihleri arasında yayımlanmış olmaları gerekmektedir. ÖDÜLLER METİN GÖKTEPE’NİN DOĞUM GÜNÜNDE VERİLECEK Yarışmaya katılacak

adayların; ürünlerini, kısa öz geçmişleri ve bir fotoğrafları ile birlikte, “Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri” Arabacı Beyazıt Mahallesi, Kuvayi Milliye Caddesi, Çevre Tiyatrosu Sokağı No: 1-C Kocamustafapaşa-Fatih/İSTANBUL adresine, 18 Mart 2012 tarihine kadar göndermeleri gerekiyor.

yok edilmesi ve kadim topraklarından kazınma tarihinin özeti. Kitap, sadece 1922 İzmir’ini resmetmiyor, sonrasında yaşanan olayları da çeşitli kaynaklardan okuyucuya sunuyor. Smyrna’nın savaşta müttefik olan Yunanistan’dan, savaşta düşman olan Türkiye’ye devrine, dış politikada yaşanan değişiklik damgasını vurmuştu. Sonradan Smyrna felaketinin üstü giderek örtülmüş ve Henry Miller’in deyişiyle, “Bugünün insanının hafızasından kazınmıştır.”

Ankara’da Zarakolu ile dayanışma gecesi

◗ ANKARA Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi, İHD, İHOP, Jeoloji Mühendisleri Odası, KESK ve Belge Dostları, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda (AST) Yazar ve yayıncı Ragıp Zarakolu ile 25 Şubat’ta dayanışma gecesi düzenlendi. Dayanışma gecesine çok sayıda kişi katıldı. Şair Mehmet Özer, “Bugün hepimiz Kürt’üz. Ne zaman ki Kürt halkı özgürlüğüne kavuşur, işte o zaman biz özgür oluruz. Artık tarih üç kibritten ve dört yürekten önce ve sonra diye yazılacak” diyerek sunumu yaptı. Şiirleriyle geceye renk katan Özer’den sonra Dayanışma Gecesi Düzenleme Komitesi adına Doç. Dr. Sibel Özbudun açılış konuşmasını yaptı. Ragıp Zarakolu’nun, Deniz Zarakolu’nun düşüncelerinin yılmaz takipçileri oldukları için içeride olduğunu hatırlatan Özbudun, “Ayşe Zarakolu yaşasaydı o da şimdi içeride olurdu. Onlar hayatları boyunca doğrudan, haklıdan yana oldular. Onun için bugün içerideler. Ama biz kazanacağız. Çünkü biz haklıyız” dedi. ÇAĞLAYAN: BİZİ İKİ ŞEY YALNIZ BIRAKMADI Belge yayınları adına konuşan Akın Çağlayan, Belge Yayınları’nın yüz binlerce insanın sesi olduğunu belirterek, bugüne kadar sesi duyulmayan, sesi kısılan, insan hakları savunucusu olan binlerce insanın kitabını yayınladıkları için hedefte olduklarını ifade etti. Bugüne kadar Belge Yayınları’nı iki kesimin yalnız bırakmadığını ifade eden Çağlayan, “Bizi öncelikle dostlarımız hiçbir zaman yalnız bırakmadı. Hep yanımızda oldular. İkinci olarak da devlet güçleri bizi yalnız bırakmadı. Her zaman tepemizde durdular. Ama hiçbir zaman bizi yıldıramadılar” dedi. ZARAKOLU: ÖLÜM TARLASINA DÖNÜŞMÜŞ BİR ÜLKEDE YAŞIYORUZ Ragıp Zarakolu’nun cezaevinden dayanışma gecesi için gönderdiği mesajı okuyan, 2000 yıllarında ölüm orucu direnişçisi olan Fatima Akalın, bu mesajı

okumaktan onur duyduğunu belirtti. Zarakolu, mesajında, Ayşenur Zarakolu’nun dik duruşunun her zaman kendilerine güç verdiğini belirtti. Dostlarıyla birlikte Belge Yayınları’na sahip çıktıklarını mesajında dile getiren Zarakolu, “Ölüm tarlasına dönüşmüş bir ülkede yaşıyoruz. Her şeye rağmen Belge yayınları gerçek için tabulara karşı yürümeye devam edecek. Dışarıda olanlara selam olsun ve kolay gelsin” ifadesini kullandı. Ayakta alkışlanarak karşılanan Sosyolog ve Yazar İsmail Beşikçi, Belge Yayınları’nın yayın çizgisinden söz ederek, “Belge büyük bir eksikliği gidermiştir. Ezilen halkların sesi olmuştur. Ayşe Zarakolu’nun dik ve dirençli duruşu bu yayınların kesintisiz olmasını sağlamıştır” dedi. Beşikçi, yoğun alkışlara teşekkür ederek konuşmasına son verdi. Yazar Fikret Başkaya da düşünceye özgürlük konusuna değinerek, Belge Yayınları’nın ve Zarakolu ailesinin düşüncelerin pratikleşip içselleştiği bir alan açtıklarını belirtti. Başkaya, konuşmasına, “Biz yazmaya devam edeceğiz” diyerek son verdi. BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ise Kürt halkının dostlarının baskı altına alınmaya çalışıldığını ifade ederek, bunun amacının Kürt halkını yalnızlaştırmak olduğunu belirtti. Cezaevinde Ragıp Zarakolu’nu ziyaret ettiğini ifade eden Tuncel, “Ragıp abi veleybol oynamaktan geliyordu. Orada 20 yıl yatan arkadaşlar olduğunu ve onların coşkusu ve morali karşında kendisinin de çok moralli olduğunu söyledi” dedi. Cezaevlerinde 2 milletvekili başta olmak üzere 400 kişinin süresiz dönüşümsüz açlık grevinde olduğunu belirten Tuncel, “Onlar halkların özgürlüğü için bedenlerini özgürlüğe yatırıyorlar. Bir çığlık var Amed zindanından yükselen. Bu ülkede halkların özgürlüğü birbirine bağlı. Hiçbirimiz özgür değiliz” diyerek, herkesi duyarlı olmaya çağırdı. Konuşmaların ardından Grup Bandista, Kaldırım Müzik Grubu ve Mustafa İlhan şarkılarıyla geceye destek verdiler. Belge yayınlarının açtığı stant da yoğun ilgi gördü.


3 Mart 2012

HABER

atılım 15

Kızıl Hackerlardan emniyete operasyon Sanal aktivistler RedHack, emniyet sitelerine girerek ele geçirdikleri belgeleri yayınlamaya başladı. Kimi belgeleri ellerinde tutarak gerekli kişi ve kurumlarla paylaşacaklarını belirten aktivistler, sitelerinin kapatılmasına ve emniyet yetkililerinden gelen tehditlere karşılık, “Hangi zafer bedel ödemeden kazanılmış ki, birimizi durdurabilirler fakat hepimizi asla!” cevabını verdiler. ◗ İSTANBUL

RedHack (Kızıl Hackerlar) adlı sanal aktivistler, devlete ve kolluk güçlerine karşı düzenledikleri eylemler sonucunda Emniyet sitelerine girerek, “özel” ve gizli polis bilgisayarlarından alındığını belirttikleri bir çok belgeyi yayınladı. Yaklaşık 3 haftadır Ankara merkezli Polnet (polis ağı) ve Ankara Emniyet Müdürlüğü sunucularında çalışma yaptıklarını ifade eden hackerlar, Ankara ve çevre ilçeleri dahil, genel istihbarat bilgileri, ihbar, şikayet dilekçeleri, yazışmalar ve raporları ele geçirdiklerini bildirdi. Bunlar arasında BDP ve sivil toplum örgütlerini, sosyalist ve devrimci yayınları hedef alan ihbar maillerin yanı sıra, kaçakçılıktan korsan CD’lere kadar çeşitli istihbarat bilgileri, raporlar ve yazışmalar yer alıyor. Mailler-

de, Gülen Cemaati’ne, AKP’ye ve Başbakan’a “hakaret” edenler de ihbar edilmiş. Ayrıca Facebook ve Twitter üzerindeki yazışmaları şikayet edenler de var. Sanal aktivistler, sızma gerçekleştirdikleri siteler arasında “ankara.pol.tr” ve “kirikkale.pol. tr” adreslerinin olduğunu belirttiler. Hackerlar, “Eylemimiz coğrafyamızı son dönemde bir cezaevine çeviren emperyalizme ve onun ‘yeşil’ ordusuna karşı bir misilleme eylemidir ve meşrudur” dedi. RedHack, yaptığı eylemin amacını 25 Şubat’ta yaptığı açıklamayla şu şekilde duyurdu: “Coğrafyamızı ‘yarı-açık’ cezaevine çevirerek, adeta bir korku imparatorluğu yaratan zengin sınıflar ve onların ‘şu anki’ sözcüsü AKP Hükümetine ve onun adeta ‘kolluk kuvvetine’ dönüşen üni-

formalı ‘yeşil’ faşizmine karşı 48 saat içinde bir eylem gerçekleştireceğiz. Gerek iletişim ve bilişim platformlarında, gerekse günlük hayatımızda çevremizi saran iktidar yalakası ihbarcı faşistlere de, onlara güç veren -sırt sıvazlayıcı- imamın ordusuna da anladığı dilden ‘orantılı’ bir cevap vereceğiz! ‘İnformasyon afişe etme’, yani kamuoyundan gizli bir takım bilgileri açıklama şeklinde gelişecek olan bu eylemimizin detaylarını ilk 24 saatte, tamamını ise önümüzdeki 48 saate açıklayacağız.” Açıklamadan 24 saat sonra RedHack, “ankara.pol.tr” ve “kirikkale.pol.tr” adreslerinden ele geçirdikleri belgelerin bir kısmını açıklamaya başladı. Bir kısmını ise ellerinde tutarak gerekli kişilerle paylaşacağını ilan etti. Eylem anlaşıldığında Ankara Emniyeti’ne ait ne kadar sistem varsa “korkudan” kapatıldığını belirten hackerlar, “Fakat bilinmeli ki erişimimiz olan serverlar sadece Ankara değildi. Belgeler yayınlandığında nerelere kadar

Ezilen halkların dijital sesi YAŞAM, BARIŞ ADALET İÇİN 11 MART’TA KADIKÖY’DEYİZ SANCAKTEPE: Nazım Hikmet Parkı, Saat: 11.00 KARTAL Ahmet Şimşek Koleji önü, Saat: 11.00 TUZLA: Aydınlı Merkez, Saat: 11.00 İçmeler Merkez, Saat: 11.00 MALTEPE: Okul durağı, Saat: 11.00 Emek Caddesi, Saat: 11.00 Zümrütevler dönüş, Saat: 11.00 ATAŞEHİR: ESP ilçe örgütü, Saat: 11.00 EYÜP: Serdar Aksun İlköğretim Okulu, Saat 10.30 Saya Yokuşu, Saat: 10.30 Güzeltepe Meydanı, Saat: 11.00 ZEYTİNBURNU: ESP ilçe önü, adliye karşısı, Saat: 11.00

BAĞCILAR: Yeni Mahalle, Saat: 10.30 Çiftlik Meydan, Saat: 10.30 Bağcılar Meydan, Saat: 10.30 Koca Sinan, Saat: 11.00 ESENLER: Esenler Meydanı, Saat: 10.00

İSTANBUL SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ

GİZLİ POLİS BİLGİSAYARLARINDAN ÇIKARILDI RedHack, saldırıda girdikleri sunucunun görüntüsünü de yayınladı. Ellerinde çok sayıda belge olduğu için ayrıştırarak yayınlamaya devam edeceklerini belirten RedHack, belgelerin tümünün “özel” ve gizli polis bilgisayarlarından alındığını kaydetti. Bilgilerin çoğunda isim ve soy isimlerin olduğunu, bu nedenle bazılarını gizlediklerini ifade eden hackerlar, hepsinde bu işlemi yapmanın zaman alması nedeniyle “maalesef yapamadıklarını” belirtti. SİVAS KATLİAMI DAVASINI SONUÇLANDIRAMADILAR AMA... RedHack’in belgeleri yayınlamaya başladığı Kizilhack.org adlı siteye erişim 28 Şubat günü

DAİMA BİZİMLESİN

Parti üyemiz Fintoz Gerçek’i zamansız kaybettik. Can yoldaşımızı, annemizi, kardeşimizi, halamızı hepimizin, tüm devrimcilerin yoldaşını amansız bir hastalık aramızdan aldı. Daima Bizimle, Daima Onunlayız.

Yoldaşımız İrfan Gerçek’in annesi, yoldaşlarımız Hülya Gerçek ile Özkan Gerçek’in ve biz tutsakların halası ve yoldaşımız Fintoz Gerçek’i kaybettiğimizi öğrendik. Tüm Gerçek ailesinin ve yoldaşlarımızın acılarını paylaşıyoruz.

EZİLENLERİN SOSYALİST PARTİSİ GENEL MERKEZİ

DAİMA BİZİMLESİN Sevgili yoldaşımız İrfan Gerçek’in ve devrimcilerin annesi, değerli yoldaşımız Fintoz Gerçek’i kaybetmenin derin acısını yaşıyoruz. Gerçek ailesine, İrfan yoldaşımıza ve tüm yoldaşlarımıza başsağlığı dileklerimizi iletiyor, ortak acımızın kederiyle yüreğimizi yüreğinize katıyoruz.

itibariyle Ankara 6. Sulh Ceza Mahkemesi’nce engellendi. Kızıl Hackerlar, bu engellemenin kendilerini durduramayacağını ilan ederek belgeleri Twitter üzerinden paylaşmaya devam edeceklerini açıkladılar. Kızıl Hackerlar, tepkilerini, “Sivas Katliamı davasını yıllardır sonuçlandıramayanlar, sitemizi bir gün içinde jet hızıyla kapattılar” sözleriyle dile getirdiler. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yaptığı “bunu yapan kişileri en kısa sürede yakalayacağız” şeklindeki tehditlerine de, “Burjuvazi tarafından çağrısı yapılan her kavga kabulümüzdür. Yakalanmaz değiliz, yakalanabiliriz de, ama bu onurlu insanlık savaşımızda ödeyeceğimiz bedellerden sadece biridir. Kim bedel ödemeden zafer kazandı ki, biz o hayale kapılalım. Hangi doğru hemen anlaşıldı ki biz hemen anlaşılalım. Biliyoruz ki biz gitsek de bu mücadele sürecektir. Çünkü, birimizi durdurabilirler fakat hemizi asla” şeklinde cevap verdiler.

RedHack, yani Kızılhack, 1997’de “ezilen halkların dijital alandaki örgütlü sesi” olarak kurulan bir oluşum. Sloganları “halk için hack” olan RedHack’in amacı, Türkiye Devrimci Hareketi’ne bilişim ve iletişim alanında yardımcı olmak, kapitalizme, ırkçılığa, faşizme ve milliyetçiliğe karşı mücadele. Yaptıkları eylemlerden bazıları ise şu şekilde: Bankaların, gazetelerin, televizyon ve radyo kanallarının sitelerini kırıp devrimci sloganlar yazdılar.Valiliklerin, kaymakamlıkların ve belediyelerin sitelerine aynı anda saldırıp e-devleti çökerttiler. İstanbul’daki online trafik cezalarını sildiler. Polisin gizli belgelerini yayınladılar. Mobese kayıtlarını deşifre ettiler. Adnan Oktar’ın binden fazla sitesi aynı anda hacklendi. Sivas katliamını ve anmaya valiliğin izin vermemesini protesto amacıyla Sivas Valiliği’nin sitesi hacklendi.

DAİMA BİZİMLESİN

HAPİSHANELERDEKİ YAPICILAR

DAİMA BİZİMLESİN Tutsaklarımız İrfan Gerçek’in annesi, Hülya Gerçek ve Özkan Gerçek’in halası Fintoz Gerçek’i kaybettik. Gerçek Ailesine baş sağlığı diliyor, acılarını paylaşıyoruz.

HAPİSHANESİ’NDEN YAPICILAR

DEVRİMCİLERİN HALASI DAİMA BİZİMLESİN… Sen ki bir dilim ekmeğini, cesaretini, bir göz odanı, inancını, tüm analığını, gençliğini, o güzel ömrünü paylaştın bizimle. Senin nefesin bizim sesimizdir Fintoz hala. Söylemediğimiz umutlu şarkılar adına, sana minnetle sana sevgiyle… Daima bizimlesin. Daima sizinleyiz…

ÖLÜMSÜZLERİN VE TUTSAKLARIN SESİ PLATFORMU

BAŞSAĞLIĞI Gazetemiz Atılım çalışanlarından, yoldaşımız Sonnur Sağlamer’in annesi Fadime Özdem’i amansız hastalığından dolayı kaybettik. Yoldaşımızın ve ailesinin acılarını paylaşıyor, tüm yakınlarına başsağlığı diliyoruz.

ESP İSTANBUL İL ÖRGÜTÜ ESP EYÜP İLÇE ÖRGÜTÜ

Şemdinli kararında mahkeme, sanıkların emir-komuta zinciri içerisinde hareket ettiklerini belirtip, kendi başlarına hareket etmelerinin “hayatın olağan akışına aykırı olup olağan dışıdır” hükmüne varsa da, örgüte ulaşamamıştır! Mahkeme, örgüte ve arkasındaki bağlantılara ulaşma görevinin “devletin yetkili organlarında” olduğunu söylese de, verdiği kararla devleti aklamıştır. Hatırlanacaktır, her iki cinayetin ardından Başbakan Erdoğan, “ucu nereye kadar giderse gidilecek” demişti. Davaların ucu Hrant’da tetikçi Ogün Samast’a, Şemdinli’de “iyi çocuklara” kadar gidebildi. Sivas davası ise zaman aşımına uğratılıyor. Toplumun adalet talebi bir kez daha kontrgerilla rejiminin ayakları altında paspas edildi. Savcılar, mahkemeler nasıl bir örgüt arıyorlar? Katliamların ucunun nereye kadar gittiği belli. Gerçekleştiren “örgüt” kontrgerilla devletidir. Bütün kurum ve kuruluşlarıyla, emri vereni, uygulayanı, engelleyeni, koruyanıyla bellidir. Belirsiz olan, gizemli olan hiçbir şey yoktur. Burjuva liberal aklın ürettiği türden ne “derin devlet”, ne de “kontrolsüz güçler” vardır. “Örgüt yok, ulaşamadık” demek, insan aklıyla, adalet talebiyle dalga geçmektir. Şemdinli’de halk tarafından yakalanan kontrgerilla tetikçileri için dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Y. Büyükanıt, “tanırım, iyi çocuklardır” diyerek sahiplenmişti. Davanın savcısı Büyükanıt’ı da davaya dahil edince, meslekten ihraç edilmişti. Keza, yakalanan kontrgerilla tetikçileri, “emir-komuta zinciri içerisinde” onlarca bombalama gerçekleştirmiş, son cinayetlerinde yakalanmışlardı. Hrant Dink davasında da durum benzerdir. Bütün deliller failin devlet olduğunu, emri verenlerin devlet tarafından korunduğunu ortaya koyuyor. Hrant’ı valilikte tehdit eden MİT görevlisi de; delilleri karartan, gizleyen emniyet ve jandarma yetkilileri de bellidir. Orada da ne derin, ne de gizemli bir durum vardır. O, “çok büyük örgüt” bizzat devletin kendisidir. Şemdinli, Hrant... Bunlar, en güncel olanlar. Ya diğerleri? Dargeçit’te açığa çıkan toplu mezarlara bir bakın. Kaçırılanların kimlikleri, yaşları, ne zaman ve kimler tarafından alındıkları belli. Bölgede görev yapan askeri ve sivil görevliler belli. Fakat ortada örgüt yok! Uludere’de 34 köylünün katledilmesinin üzerinden aylar geçti. İstihbaratı aktaran, bombalama talimatını veren, bombalayanlar belli. Katliamın devlet işi olduğu çıplak gözle bile bakıldığında görülüyor. Fakat yine örgüt yok, sorumlu yok. Bombalama emrini kimin verdiği bile açıklanmıyor. Onlarca yıldır işlenen kontrgerilla cinayetlerinin, kayıpların, asit kuyularının, aydın cinayetlerinin, Beyazıt’ın, Maraş ve 1 Mayıs katliamlarının, Gazi’nin sözünü bile etmeye gerek yok. Bütün bu davalarda arkasındaki örgüt “çok büyük” olduğu için bir türlü ulaşamayan mahkemeler, slogan atan, puşi takan, protesto eden, saçını traş eden, devrimci önderlerin anmalarına katılan, BDP’nin Siyaset Akademisi’nde ders veren, kitap yazan vb. kişiler için örgüt bulmakta hiç zorlanmıyor. Yüzlerce tutuklu “taş atan çocuk” için de, Hopa’da

Başbakan’ı protesto edenler için de örgüt bulmakta zorlanmadı. Bulamadığı durumda da icat etti. Toplumsal muhalefet güçleri için olmadık gerekçelerle, akıllara ziyan dayanaklarla, komplolarla örgüt buldu. TMY’ye dayanarak ülkeyi açık hava hapishanesine çevirdi. AKP ve faşist rejimin yargısı, mahkemeleri, devletin ezilen toplumsal kesimlere karşı işlediği insanlık suçlarında örgüt ve failleri bulamadı. Dün, “devletin bekası” adına üstü örtülen kontrgerilla devletinin işlediği cinayetler ve insanlık suçları, bugün, “örgüt yok” denilerek kapatılıyor. En fazlasından tetikçilere fatura ediliyor. Peki, daha önce “Ucu nereye kadar giderse gidilecek” diyen Başbakan şimdi nerede? Şemdinli, Hrant, Sivas davaları, toplu mezarlarla ilgili Başbakan ve hükümeti şimdi ne diyor? Mahkemelerin “örgüt yok” yalanına halkın inanmasını mı bekliyorlar? Katliamlarla ilgili örgüt, dört başı mamur şekilde ortadadır. O örgüt, kontrgerilla devletidir. Bugün, kontrgerilla devletini yöneten, suçlarını örtbas eden, hamiliğini yapan AKP Hükümetidir. Bu davalarda olmayan tek şey, adalettir. Uludere’de köylüleri katleden, katliamın sorumlularını bir türlü açıklamayan AKP mi Şemdinli davasında adalet sağlayacak? Yoksa, Kürt sorununu askeri ve siyasi saldırganlığı arttırarak “çözmeye” çalışan, yüz yıllık inkar ve imha siyasetini sürdüren hükümet mi? Hocalı katliamı adı altında düzenlenen ırkçı gösteriye kol-kanat geren, bakanını ırkçı bir amigo olarak mitinge gönderen hükümet mi Hrant davasında adalet sağlayacak? Gerçekten de, Taksim’de yeni 6-7 Eylül’lere zemin oluşturan, Ermeni ulusundan halkımızın aşağılanmasına, hedef gösterilmesine hamilik eden zihniyetle, sevgili Hrant’ı katleden zihniyet arasında nasıl bir fark var? İşlenen katliamların ucu her bakımdan AKP Hükümetine ulaşmaktadır. AKP, devraldığı kontrgerilla rejimini, kendi iktidarlaşmasını sağlayacak yönde restorasyona tabi tutarak sürdürmektedir. Faşist rejimin kurumsal yapı ve dayanaklarının, kontrgerilla örgütlenmesinin, zihniyetinin sürdürücüsü ve yöneteni AKP Hükümetidir. ÖYM’lerin temsil ettiği yargı düzeni, devletin ve AKP’nin halka karşı işlediği suçların aklanmasının ve ezilen toplumsal kesimlere karşı yürütülen sınıf savaşımının açık bir aracıdır. AKP ve faşist rejimin adaletinin kestiği parmak hep ezilenlerin canını acıtmaktadır.TMY ve ÖYM’lerle pekiştirilen bu rejimin adı olsa olsa ileri faşizm olabilir. İşçi sınıfı ve ezilenler adalet talebini kararlılıkla sürdürecektir. Söz konusu davalar adaletin ancak ezilen toplumsal kesimlerin birleşik mücadelesiyle ve kararlılığıyla sağlanabileceğini ortaya koyuyor. Gazi’de, Sivas’ta, Beyazıt’ta adalet arayışı ve ısrarı devam edecektir. Ne AKP’nin yalanlarına, ne mahkemelerin aklamalarına tenezzül edilecektir. İşçi sınıfı ve ezilenler, öfkelerini ve adalet taleplerini büyütecektir. Mahkemelerin bir türlü bulamadığı o örgütün, kontrgerilla rejiminin ve AKP Hükümetinin üzerine yürümeyi kararlılıkla sürdürecektir.

Yasemince yaşama doğmak

TEKİRDAĞ 2 NOLU F TİPİ

ŞİŞLİ : Anadolu Kahvesi, Saat: 11.00 GAZİ: ESP ilçe örgütü, Gazi Hastanesi karşısı, Saat: 10.30

ulaştığımız görülünce polisin hayrete düşeceğini tahmin ediyoruz” dedi.

BAŞYAZI Örgütlü adaletsizlik

ATILIM GAZETESİ EMEKÇİLERİ

Partin seni sarmaladı, sen partiye sarıldın. Yasemin çiçeği gibi. Sen de kadın ve erkek yoldaşlarını, umudu büyüten ellerinle sarmaladın. Komünist kadın yoldaşımız, sevgiyle iradenin önünde selama duruyoruz, biz kadın ve erkek yoldaşların. Zilan yoldaş, avuçlarında parlayan ışık sende yeniden yaşamla buluştu. 9 Şubat akşamı yaktığın meşale daha şimdiden kadın ve erkek yapıcıların ellerinde Zilanlaşmaya başladı bile. Yoldaşımız, adını Yasemin çiçeğinden almış olmalısın. Hani bittiği yeri, çevresini sarıp sarmalayan, adına türküler yakılan, mis kokulu çiçek var ya; işte onun gibi sen de azmin, kararlılığın ve devrimci cüretinle şimdiden genç-yaşlı, her yaştan kadın ve erkek yoldaşını, yoldaş olmanın sıcaklığıyla sarıp sarmaladın. Komünarların büyüttüğü gül bahçelerinde Güneş’le buluştunuz üstümüze doğmak için, bizlerse her

sıkıştığımızda, zorlandığımızda sizlere tutunacak, sizlerden öğreneceğiz. Peş peşe geldi yüreğimizi yakan haberleriniz. Selama mahpusta durduk, sesimizi yoldaş yüreklerle buluşturduk. Rezan’da ‘Üzülen gözyaşlarımıza mani olamadık’ demiştik. Yine öyle yaptık yoldaş, damla damla yağdık, yağdıkça bilendik. Avuçlarında büyüttüğün umuda selam durduk. Ey özgürlük rüzgarımız! Karacadağ’ın asi ve özgür yürekli kartalı! Seninle çoğalacağız diyerek haykırdık duvarların ötesine. Sesimiz sana yoldaş olsun diye. Sen gelincikler içinde rahat uyu Zilan yoldaş. Seni, sizleri anmanın, sizlerden öğrenmekle eş anlamlı olduğunu unutmayacak, unutturmayacağız. Uğruna mücadele ettiğin devrim ve sosyalizm mücadelesi bıraktığın yerden devralındı. Daima bizimlesin, daima sizinle var olacağız. İzmir Hapishanesi’nden Yapıcılar


black blue magenta yellow

Varyos Yayıncılık adına İmtiyaz Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: Deniz Doğruer Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Çakırağa Camii Sk. Birlik Apt. No:8/10 Aksaray/İSTANBUL Tel: (0212) 529 15 94 Fax: (0212) 529 06 75

HABERDE OBJEKTIF YORUMDA DEVRİMCI

e-mail: atilimgazetesi@gmail.com Yayın Türü: Yaygın Süreli

Atılım Avrupa Temsilciliği: V.i.s.d.p: K. Çal Postfach 900235, 60442 Frankfurt avrupaatilim@hotmail.com İngiltere: Ali Akgül atilimuk@hotmail.com Tel: 00447956078533 İsviçre: Savaş Demir isvicre_atilim@hotmail.com

Fransa: M.Bulut 128 Rue Henri barbuse Bat, 4 93300 Aubervilliers/ France/ fransaatilim@hotmail.com Belçika: AcPv Rue De Dison 32-4800 Verviers Hesap No: Varyos Yay. San. Ve Tic. Ltd. Şti Yapıkredi Sirkeci Şubesi: 6278-6 iban no: TR 7400067010000000 62591023

Postaçeki: Songül Akbay 1600206 Türkiye Abonelik: 100 TL (1 yıl) Teknik Hazırlık Tel: (0212) 633 46 14 Fax: 633 46 13 Basıldığı Yer: Gün Matbaacılık Adres: Sefaköy Telsizler Mevki Beşyol Mah. Akasya Sok. No: 23/6 Küçükçekmece/İST. Tel: (0212) 580 63 75

8 Mart’ta alanlarda buluşalım ESP/Sosyalist Kadın Meclisleri sokak eylemleri, ev toplantıları ve topladığı kurultaylarla “Yaşam, barış, adalet” şiarıyla kadınları 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde alanlarda buluşmaya çağırıyor. ◗ İSTANBUL Ezilenlerin Sosyalist Partisi ve Sosyalist Kadın Meclisi üyeleri, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne yürürken, ‘yaşam, barış, adalet’ şiarını sokaklarda, ev toplantılarında, pazarlarda dağıttığı bildirilerde ve topladığı kurultaylarda emekçi kadınlara götürüyor. Kapitalist sömürüye, işsizliğe, yoksulluğa, savaşa, adaletsizliğe karşı kadınları, taleplerini alanlarda yükseltmeye davet ediyor. ESP/SKM üyeleri, İstanbul’da da 11 Mart’ta Kadıköy’de yapılacak olan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü mitingi için çalışmalarını hızlandırdı. SKM üyeleri, çalışmalar kapsamında Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda barış temasını işlediği eylem gerçekleştirdi. ESP ve SKM üyeleri, açıklama öncesinde meydanda geçenlere bildiri dağıtımı yaptı. Ardından SKM üyesi Canser Erdoğan, Yannis Ritsos’un “Barış” isimli şiirini okudu. Şiir okunmasının ardından açıklama yapan SKM üyesi Selvi Coşar, yapılan kazılar sonucu bulunan kemikleri hatırlattı. Coşar, savaşın son bulması için kadınları 11 Mart’ta Kadıköy’de düzenlenecek 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü mitingine davet etti. Maltepe’de de bildiri dağıtan ESP ve SKM üyeleri, emekçi kadınların ilgisiyle karşılaştı. Sosyalistler, sabah saatlerinde de işçi duraklarında bildiri dağıtımı yaptı. ESKİŞEHİR’DE 8 MART’TA ALANLARA DAVET Eskişehir’de SKM’li kadınlar ve ESP üyesi erkekler, 25 Şubat günü Adalar Migros önünde stant açarak, ajitasyon

konuşmaları eşliğinde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün anlamı ve özgürlük mücadelesinde taşıdığı öneme ilişkin bildiri dağıtımı yaparak, emekçi kadınları 8 Mart’ta ‘Yaşam, barış, adalet için’ alanlara çıkmaya çağırdı. Eskişehir’deki sosyalistler, 26 Şubat günü de Hamam Yolu’nda “Yaşam barış adalet istiyoruz. 8 Mart’ta alanlara” yazılı pankartlar eşliğinde masa açan SKM ve ESP’liler, halka bildiriler dağıttı. SKM ÖRGÜTLENME KURULTAYLARI DEVAM EDİYOR Eğitim-Sen Mersin Şube binasında yapılan kurultaya öğrenci, memur, işsiz ve ev emekçisi kadınlar katıldı. Kurultay, yakın zamanda yaşamlarını yitiren Rezan Kotil ve komünist kadın Yasemin Çiftçi şahsında yapılan saygı duruşuyla başladı. Elif Almakça tarafından yapılan açılış konuşmasının ardından çalışma yaşamında kadınların yaşadığı sorunlar ve burjuva eğitim sistemindeki cinsiyetçi politikalara dikkat çekildi. SKM İstanbul Yürütme üyesi Hacer Koçak da yaptığı konuşmada, SKM’nin “Yaşam, barış, adalet” şiarıyla 8 Mart’ta alanlarda olacağını kaydetti. ESP Hatay İl Örgütü’nde gerçekleştirilen kurultay, Yasemin Çiftçi ve Rezan Kotil şahsında tüm devrim şehitleri için yapılan saygı duruşuyla başladı. Ardından SKM MYK Üyesi Serpil Arslan bir konuşma yaptı. 8 Mart öncesi yapılacak çalışmalara dair karşılıklı görüş alışverişinde bulunulan kurultayda, genç kadın komisyonu da kuruldu. Ev toplantıları ve ayda bir kadın eğitim çalışması gerçekleştirme kararı alındı.

İZMİRLİ KADINLAR 4 MART’TA ALANDA ◗ İZMİR ESP/Sosyalist Kadın Meclisleri , “Seslerimizi Birleştiriyor, Kurultayda Örgütleniyoruz” şiarıyla örgütlediği kurultayları İzmir’e de taşıdı. İzmir SKM, 26 Şubat günü kurultayını gerçekleştirdi. Kurultay, kısa bir süre önce trafik kazası sonucu yaşamını yitiren Antalya SKM Sözcüsü Rezan Kotil ve komünist kadın Yasemin Çiftçi şahsında tüm devrim şehitleri

için yapılan saygı duruşuyla başladı. Divan seçiminin ardından geçilen kurultay gündemlerinde önce sunum konuşmaları yapıldı, ardından serbest kürsüye geçildi; verimli tartışmalar yürütüldü. Gerek sunum konuşmalarında gerek ise katılımcıların konuşmalarında SKM modelinin özgün yanlarına vurgu yapıldı. Katılımcılardan bir kısmı, neden SKM’li olduklarına

ÖZGÜRLÜK, ÖRGÜTLÜ GÜÇTE VE KADIN DAYANIŞMASINDA

◗ DERSİM/MALATYA/ANTEP Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Sosyalist Kadın Meclisleri (SKM), Dersim’de 3. Geleneksel Dayanışma Yemeği’nde emekçi kadınlarla buluştu. Düzenlenen etkinliğin açılışını yapan ESP MYK üyesi Fethiye Ok, konuşmasına ESP üyesi ve HDK Antalya Eşsözcüsü Rezan Kotil ve komünist savaşçı Yasemin Çiftçi ile geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren ESP üyesi Fintoz Gerçek’i anarak başladı. SKM’nin “Ses ver şiddeti durdur” kampanyası ile ilgili bilgiler veren Ok, Dersim’li kadınların yaşadığı büyük acıları hatırlattı. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla kadınlara çağrıda bulunan Fethiye Ok, “Özgürlük, örgütlü güçte ve kadın dayanışmasında” dedi. SKM, Malatya’da da kurultayını gerçekleştirdi. Devrim mücadelesinde şehit düşen kadın önderler şahsında saygı duruşuyla başlayan kurultayda, 8 Mart tarihçesinin ve kadın mücadelesinin aktarıldığı iki sunum yapıldı. SKM üyesi Sibel Işık ve ESP MYK üyesi Fetiye Ok’un konuşmalarının ardından serbest kürsü oluşturuldu. Serbest kürsüde kadınlar söz alarak kadına yönelik şiddeti ve çözümleri tartıştı. Kadınlar, SKM komisyonlarında görev alarak çalışma yürüteceklerini belirtti. ESP Antep İl binasında yapılan SKM örgütlenme kurultayına öğrenci, işçi, memur ve ev emekçisi kadınlar katıldı. Kurultay, trafik kazası sonucu yaşamını yitiren Rezan Kotil ve komünist kadın Yasemin Çiftçi şahsında yapılan saygı duruşuyla başladı. Açılış konuşmasını yapan Sevda Çağdaş’ın ardından kadına yönelik şiddet, erkek egemen sistem ve eğitim sistemindeki cinsiyetçi politikalar üzerine tebliğler sunuldu. Tebliğlerin sunumun ardından söz alan SKM MYK üyesi Serpil Arslan, ezilen kadınlar arasındaki dayanışmayı büyütmek için bu yılki 8 Mart’ı Roboskili kadınlar ile deprem mağduru Vanlı kadınlara adadıklarını ifade etti. Arslan’ın konuşmasının ardından kurultaya katılan kadınlar söz alarak, kendi alanlarında yaşadıkları sorunları anlattı. Kurultayda genç kadınlar örgütlenme komisyonu kurma kararı aldı. Ev emekçisi kadınlar da kendi mahallelerinde kadın mücadelesini büyütme hedefini ortaya koydu. (ETHA)

ilişkin yanıtlar vererek salonda bulunan genç kadınları ve yeni tanıştıkları kadınları SKM’de örgütlenmeye çağırdı. Kurultayda SKM’nin İzmir’de 8 Mart’a dair programı aktarıldı, 8 Mart gününe kadar hazırlık çalışmasını yürütmek için bir örgütleme komisyonu oluşturuldu. Kadınlar, ‘Yaşam, Barış, Adalet için 4 Mart’ta saat 13:00’de Cumhuriyet Meydanı’nda olmaya davet edildi.

KADINLAR 8 MART’TA GREVDE ◗ ANKARA/ MANİSA KESK’li kadınlar, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü eylem takvimini açıkladı. KESK Kadın Sekreterliği, üyelerinin tutuklu olmasına rağmen, daha önce belirlenen 8 Mart’ta iş bırakma eylemi kararını hayata geçireceklerini açıkladı. KESK Genel Merkezi’nde düzenlenen basın toplantısına KESK Kadın Birimi çalışanı Belgüzar Sazak, Eğitim-Sen Kadın Sekreteri Sakine Yılmaz ve diğer birim çalışanlar katıldı. Sazak, ilk 8 Mart kutlamalarının üzerinden 100 yılı aşkın zaman geçtiğini hatırlattı. Sazak, “Buna karşın, biz kadınlar açısından toplumsal konumumuzdan çalışma koşullarımıza, yaşama hakkından eğitim hakkımıza kadar birçok alanda baskı ve kısıtlamalar devam etmektedir” dedi. Sazak, KESK’e yönelik baskılara dikkat çekerken, “Kadın Meclisimiz; 8 Mart’ın tatil ilan edilmesi talebinin ısrarlı takipçisi olacak ve 8 Mart resmi tatil ilan edilene kadar mücadele etme kararlılığındadır” dedi. Sazak sözlerini “Tüm kadınları 8 Mart’ta bizimle beraber evde ve işyerlerinde hizmet üretme-

meye çağırıyoruz” diyerek sözlerini tamamladı. Eylem programında yer alan etkinliklerin bazıları şunlar: * 6 Mart Salı günü cezaevlerindeki KESK’li kadın tutuklularla dayanışma amacıyla cezaevleri önünde basın açıklamaları yapılacak. * 8 Mart Perşembe günü resmi tatil talebini hayata geçirmek için hizmet üretmeyerek sokaklara çıkacaklar. * 10 Mart Cumartesi günü İzmir’de direnişte olan Billur Tuz işçileri ziyaret edilecek. Sosyalist Kadın Meclisleri de KESK’in 8 Mart’a ilişkin yapacağı eylemlere katılarak destek sunacak. KESK öncülüğünde kurulan Manisa Emekçi Kadınlar Platformu, düzenlediği etkinlikte, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü eylem planını açıkladı. 2 ay önce kurulan platform, yaklaşık 100 kişinin katıldığı etkinlikte, kadınlar ve emek dostlarıyla buluştu. Emekçi Kadınlar Platformu adına bir konuşma yapan SES Kadın Sekreteri Ayça Ramazan, 7 Mart Çarşamba günü yürüyüş ve 8 Mart Perşembe günü Öğretmen Evi’nde etkinlik gerçekleştirileceğini açıkladı.

SEVGİSİ DEVRİMCİLERE BÜYÜK GÜÇ TAŞIDI ◗ DERSİM Devrimcilerin Fintoz halası, 26 Şubat günü Dersim’in Nazımiye İlçesi’ne bağlı Dereova köyünde toprağa verildi. 25 Şubat günü tutuklu oğlu İrfan Gerçek’in de özel izinle katıldığı İstanbul’daki uğurlama töreninin ardından yola çıkan ve Dersim’e ulaşan cenaze, öğle saatlerinde, köyüne götürüldü. Cenaze törenine, yakınları ve köylülerin yanı sıra ESP MYK Üyesi Ongun Yücel ve ESP Dersim, Amed, Malatya il yöneticileri ile Ölümsüzlerin ve Tutsakların Sesi Platformu temsilcileri katıldı. ESP imzalı “Daima bizimlesin daima seninleyiz” pankartı mezar başına konulurken, tören sırasında bir konuşma yapan ESP Dersim İl Başkanı Ekber Kaya, tarih boyunca Dersimli anaların çok büyük acılar çektiğini söyledi. Kaya, “Oğullarını, kızlarını, eşlerini mücadelenin zorlu süreçlerinde kaybeden, tutsak veren devrimcilerin dostu yoldaşı olan analarımız sevgileriyle, şefkatleriyle bizlere büyük güç taşıdılar” dedi. Kaya, Fintoz ananın da çocukları ve yoldaşları için aynı biçimde sevgisi ve şefkatiyle büyük bir güç kaynağı olduğunu söyleyerek, anısı önünde saygıyla eğildiğini ifade etti.

Devrimcilerin Halası sonsuzluğa uğurlandı ◗ İSTANBUL Yakalandığı kanser nedeniyle 24 Şubat günü sabaha karşı yaşamını yitiren ESP üyesi Fintoz Gerçek için Alibeyköy Cemevi’nde cenaze töreni düzenlendi. Fintoz Gerçek’in Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde bulunan ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılanan İrfan Ger-

çek, alınan izinle törene katıldı. İrfan Gerçek’in cemevi avlusuna getirilmesiyle birlikte, ailesi, mahalle halkı ve yoldaşları uzun bir süre kendisiyle kucaklaştı. ESP Eyüp İlçesi üyesi olan Fintoz Gerçek için Alibeyköy Cemevi’nde düzenlenen cenaze törenine ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, EMEP

İstanbul İl Başkanı Güven Gerçek, PSAKD Genel Başkanı Hüseyin Güzelgül ile birlikte ESP, HDK, BDP, DHF, Halk Cephesi, SODAP, TÖP, DEDEF, Kangal Dernekler Federasyonu katıldı. ‘BİR İNSAN NASIL ÖLÜMSÜZLEŞİR?’ Fintoz Gerçek için cemevinde düzenlenen merasimin ardından, cenaze ESP ve SKM bayraklarına sarıldı. Ardından ESP, cemevi bahçesinde bir anma gerçekleştirdi. ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, burada yaptığı konuşmada, “Bugün burada insan güzelliğiyle, ana şefkatiyle, ESP’nin Halası Fintoz ana için toplandık. Bir insan nasıl ölümsüzleşir, öldüğünde nasıl yaşar; bugün Fintoz Ana bunu gösterdi” dedi. “Onun kavgasına bir parça emek katması; sevgisi ve yüreğiyle

black blue magenta yellow

biz ona her dokunduğumuzda miting meydanlarında, yoksul sofralarında hep onu hissedeceğiz” diyen Yüksekdağ, “Ne mutlu ki bize, Fintoz Anamız var. Biz onu başı dik ve onurlu şekilde direngen topraklardan gelen Dersim’e uğurluyoruz. Onun yaşam içerisindeki enerjisi, bizim devrim mücadelemizde yaşayacak. Biz seni ölüme değil, çok sevdiğin Dersim’e uğurluyoruz. Güle güle güzel insan” şeklinde konuştu. Ölümsüzlerin ve Tutsakların Sesi

Platformu adına konuşma yapan İsmet Yurtsever de, “Bugün burada Fintoz Anayı anlatmaya gelmedim. Fintoz Ana, ancak mücadelesiyle anlatılır. Dünyada ikinci bir anamız, Hala olarak kavgamızda yerini aldı” dedi. “Fintoz Hala kavgamızda yaşıyor” sloganlarının ardından Gerçek’in cenazesi kadınların omuzlarında cenaze aracına getirildi. Fintoz Gerçek, doğduğu topraklara, son yolculuğuna uğurlanmak üzere Dersim’e gönderildi.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.