black blue magenta yellow
Devlet Madımak’ı yeniden yakıyor S
ivas katliamı davası zaman aşımı tehlikesiyle karşı karşıya. Sivas’ta canlarımızı katleden maşalarını koruyan devlet, Madımak’ı yeniden yakıyor. Katliamın ardından açılan dava sırasında “bulunamadıkları” gerekçesiyle dosyaları ayrılan 5 kişinin yargılanmasına, 13 Mart’ta Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edilecek. Savcının geçtiğimiz duruşmada ileri sürdüğü zaman aşımı talebi kabul edilirse, Sivas katliamının katilleri cezasız kalacak.
S
ivas katliamında yaşamını yitirenlerin aileleri, Alevi örgütleri, demokratik kurum ve siyasi partiler, “İnsanlık suçunda zaman aşımı olmaz” diyerek, tüm mazlum, hakkı yenmiş, adaletsiz bırakılmış ve vicdan sahibi insanlara sesleniyor: “Adalet için 13 Mart’ta Ankara’da adliye önünde olalım. Dava dosyasının tozlu raflara kaldırılarak katliamın unutturulmasına, Sivas’ın ışığının sönmesine izin vermeyelim.” S. 15
Dönemi kazanmak için yeni sınırlara ulaşalım
BAŞYAZI
Pratik materyalist için, yani komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek, var olan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir. (K. Marks) Sosyalistler, geride kalan birkaç aylık dönemde, güçlerini düzenlemeyi ve örgütsel inşa çalışmasını önde tuttular. Örgütlerdeki çalışma tarzı, kolektif karar-kişisel sorumluluk eksenindeki sorunların çözülmesi, denetim anlayışının amaca uygun hale getirilmesi, disiplinin çalışmaların bir gücüne dönüştürülmesi
HABERDE OBJEKTİF • YORUMDA DEVRİMCİ
• YIL: 1 • 10 Mart 2012 • 003 •
• FİYATI: 2 TL • www.atilimhaber.org
SAYFA 15
Ozgürlük için Newroz’a Kürt halkı, işçi ve emekçiler Newroz’a hazırlanıyor. Selahattin Demirtaş, Newroz’un “90’lı yıllarda olduğu gibi geçeceğini” söyledi. Newroz, Türk işçi ve emekçilerini de barış ve emekçi çözümden yana taraf olmaya çağırıyor. Newroz ateşleri özgürlük için yakılacak. NEWROZ: YA ÖZGÜRLÜK YA ÖZGÜRLÜK
N
ewroz’a; yoğunlaşan askeri ve siyasi saldırganlığın, ‘KCK davası’ altında kitlesel tutuklamaların, Uludere katliamının gölgesinde girilecek. BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, Newroz’un “90’lı yıllarda olduğu gibi geçeceğini” söyledi. 15 Şubat’ta “Ya özgürlük ya özgürlük” diyerek sokağa çıkan Kürt halkı, Newroz ateşini özgürlük talebiyle büyütecek. İnkar ve imha politikalarına, yok sayılmaya karşı milyonlar özgürlük için alanlarda buluşacak.
Kadınların isyanı alanlarda Kadınların isyanı 8 Mart öncesinde sokakları kapladı. Bir çok ilde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, yapılan miting ve eylemlerle karşılandı. Kadınlar; barış, özgürlük, yaşam şiarlarını haykırdı. Kürt kadınları ulusal özgürlük talebiyle sokaklara çıktı. S. 2-16
EMEKÇİ ÇÖZÜM İÇİN ALANLARA
N
ewroz, Türk işçi ve emekçilerinin de barış ve emekçi çözümden yana tavır alması için bir fırsat. Batı’da kitlesel katılımlarla gerçekleşecek Newroz kutlamaları, AKP’nin savaş politikalarını boşa çıkaracak, eşitlik temelinde barış ve kardeşliğin yolunu açacaktır. İşçi ve ezilenler emekçi çözüm perspektifini alanlara taşıyacak. Sosyalistler, Batı’da kitlesel Newroz kutlamaları için hazırlanıyor. Eşitlik, kardeşlik ve özgürlük talebi her yerde yankılanacak. ÖZGÜR KADIN DİDEM ARDA ROTA ARZU DEMİR YOL OSMAN BULUGİL BÜYÜTEÇ HAYDAR ÖZKAN KARDEŞÇE SAMİ ÖZBİL ÇEVİRİ TALITA SOARES TEORİ ARİF ÇELEBİ
Genç kadınlar iradeleşiyor s. 2 Kapitalizme yüz nakli! s3 Bir maçtan İngiltere’yi okumak s. 7 TIrmak gibi s. 9 Zehirli fidelik s. 10 Devrime neden ihtiyacımız var? s. 11 Geri çekilişin olanaksızlığı – III s. 12
HDK’den korkmakta haklılar Burjuva basında HDK hakkında çıkan provokatif haberler tepkiyle karşılandı. HDK sözcülerinden Ertuğrul Kürkçü, “Hedef gösteriliyoruz” dedi. ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ise “HDK’den korkmakta haklılar. Yolumuzda yürüyeceğiz” yanıtını verdi. S. 5
Adalet için Gazi’ye 12
18 bölük
Mart 1995’te devlet tarafından Gazi Mahallesi’nde gerçekleştirilen katliamın üzerinden 17 yıl geçti. Katliamın sorumlularından halen hesap sorulmadı. Gazi halkı hakkında onlarca dava açıldı, barikatlarda direnenler idamlarla yargılandı. Gazi ayaklanmasının komutanlarından Hasan Ocak, kaçırılarak katledildi. Direnişçilerden Hasan Polat ise 17 yıldır cezaevinde. Katliamı unutmayan Gazi halkı, yıl dönümünde bir kez daha sokaklarda olacak, adalet talebini haykıracak. 12 Mart günü katliamda yaşamının yitirenlerin aileleriyle birlikte Halkların Demokratik Kongresi bileşenleri, Eski Karakol önünde bir araya gelerek şehitlerini anacak.
YAŞAM
asker intihar mı etti?
S. 15
S. 9
EMEK
DÜNYA
Hükümet tecavüzcüleri aklıyor Pozantı Cezaevi’nde cinsel istismara maruz kalan çocuklar, Sincan F Tipi Kapalı Cezaevi’ne nakledilerek, tek kişilik hücrelere konuldu. Bakan Ergin, ‘gereği yapılacak’ dedi, sadece 4 kişinin görev yerlerini değiştirdi. Tecavüzü anlatan T.T. adlı çocuk ise tutuklandı. S. 4
BİLİNÇ VE EYLEM
Asıl sorumlu Bakan Eroğlu
Bir ayda 42 iş cinayeti
Türkiye silah desteği de sağlayacak
Bu hesap mahşere kalmaz
Gökdere Barajı katliamında sorumlular suçu başkalarına yüklüyor. Esas sorumlu denetimi özel şirketlere havale eden ise Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu. S. 3
Şubat ayı iş cinayetleri raporuna göre, 42 işçi yaşamını yitirdi. Limter-İş Genel Başkanı Kanber Saygılı, iş cinayetlerine karşı ortak mücadele gerekS. 6 tiğini belirtti.
Suriye Ulusal Konsey’in “muhaliflere silah sağlamak için organize olacağız” açıklamasından sonra, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’ndan benzer açıklamalar geldi.
Gözaltında işkenceyle katledilen sosyalist sendikacı Süleyman Yeter, katledilişinin 13. yılında anıldı. Yoldaşları, Yeter’in katili Ahmet Okuducu’nun Türkiye’ye iadesini S. 13 istedi.
S. 11
black blue magenta yellow
2
atılım
●
ÖZGÜR KADIN didem arda
Genç kadınlar iradeleşiyor Devlet, bir yandan kadına yönelik şiddette ceza indirimleri uygulayıp tecavüz davalarında erkeğin beyanını esas alırken, diğer yandan da ‘şiddete hayır’ diyen kadınlar hakkında soruşturmalar açıyor. Üniversitelerde kadınlar, erkek odaklı yapılan eğitime, cinsiyetçi ve tacizci yaklaşımlara maruz kalırken, evlerde ve yurtlarda da baskıcı ve gerici tutumlarla yaşamak zorunda bırakılıyorlar. Kadına yönelen şiddet, devlet ve erkek eliyle paralel bir şekilde sürdürülürken, kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet de durmaksızın devam ediyor. İçinden geçtiğimiz böyle bir süreçte sosyalist genç kadınların da isyanı nasıl örgütleyeceği, cevabını aradığı sorular arasında. Sosyalist genç kadınların iradeleşememe, kadın rengini, aklını sosyalist gençliğe taşıyamaması, cins bilincini kuşanmadaki sıkıntılar, genç kadın kitlelerine temas edememesi kanayan yara olarak tartışılmış ve kadınların iradeleşme isteği, 8 Mart’a giderken genç kadın kitleleriyle buluşma isteği ile cisimleşmiş ve bu süreç iç örgütlülüğü sağlama ve genç kadın kitleleriyle politika yapma olarak değerlendirilmiştir. İşte böyle bir süreçte doğdu, ÜGK. ÜGK, akademik, demokratik mücadele perspektifinde toplumun her kesiminden ezilen kadınların üniversitelerdeki sesi olarak yankı bulacaktır. Geniş genç kadın kitlelerini kapsayacak, onları harekete geçirmenin aracı olarak rolünü oynayacaktır. Üniversitede, okulda, sokakta, yaşamın tüm alanlarında maruz bırakıldığı fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddete karşı kadınların ortak mücadele aracı olacaktır. Ayrıca çalışma alanı salt üniversitelerle sınırlandırılmayarak şiddete uğrayan kadınlarla, gözaltılarda işkenceye maruz kalan kadınlarla, terörle mücadele yasası kapsamında tutuklanan kadınlarla ve işçi kadınlarla da dayanışma içerisinde olarak kendi cephesinden mücadeleye katılacaktır. Üniversiteli genç kadınlar, kadın özgürlük mücadelesinin doğal bir bileşeni ve aydın bir bölüğünü oluşturmaktadır. Genç kadınların etkin katılmadığı, yer almadığı bir kadın özgürlük mücadelesi eksik kalacaktır. Kadınların isyanında ve siyasetin merkezine yürüyüşlerinde, üniversiteli genç kadınlar, yalnız coşku ve enerjileriyle değil, bilgi ve becerileriyle de özgün bir rol oynayacakları şüphesizdir. Kadın özgürlük mücadelesine üniversitelerden de güçlü bir cephe açmak, bu mücadeleyi ve kadınların isyanını büyütmenin temel bir kanalıdır. ÜGK çalışması, yalnız sosyalist gençlerin bu bakımdan yetmezliklerini aşmasının bir aracı değil, daha önemli olarak da genç kadınları bu mücadeleye seferber etmenin de bir aracı olacaktır. 8 Mart’a giderken, kadın mücadelesinin gençlik cephesinden ağını ören Üniversiteli Genç Kadınlar, bu gelişim yolunda; ‘’Hayatın olduğu her yerde savaşmak istiyorum’’ diyen Clara Zetkin’in yol göstericiliği ile hazırlandılar. Üniversiteli Genç Kadınlar’ın, özgürleşme ve alanları zapt etme çağrıları yankılanıyor üniversitelerde. Genç kadınlar, şiddetin, tacizin, tecavüzün, katliamların, tutuklamaların, cinsiyetçi eğitimin, erkek egemen kapitalist sistemin tüm biçimlerine karşı isyan çığlığını bulundukları her yerde yükseltmeye, bu çığlığı ‘hesap sorma’ bilinci ile örgütlemeye çalışıyorlar. Onlarca üniversitede başlatılan çalışma, genç kadınların kendilerine duydukları öz güvenin artması, ideolojik gelişimin kadın politikası ile bir rotaya girmesine de ön ayak oldu. Bir çok üniversitede kadınlar, mücadelenin heyecanını ve coşkusunu yansıttılar. ÜGK çalışmasının coşkusu, verimi ve deneyimiyle, şimdi sosyalist genç kadınların önünde duran görev, Nisan ayında yapılacak olan genç kadın konferansına hazırlanmaktır. Konferans, sosyalist genç kadınların iradeleşmesinin, cins bilinci ile kuşanmış genç kadın önderler yaratmanın, kadın politikasını hangi araç ve biçim ile devam ettireceğinin cevaplarını arayacaktır.
KADIN
10 Mart 2012
●
Kadın örgütleri endişeli ve öfkeli Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerine karşı kadınların isyanının zorlaması sonucu hazırlanan yasa taslağı, Adalet Komisyonu’nda kabul edildi. Kadın örgütleri, taslakta itirazlara rağmen kadını koruyacak maddelerin yer almadığını belirterek, mücadelenin sokakta süreceğini vurguladı. ◗ ANKARA Kadın cinayetleri, kadın katliamı oldu. Onlarca, yüzlerce kadın, savcılığa başvurup koruma talep ettiği halde korunmadı ve öldürüldü. Kadın örgütlerinin mücadeleleri hükümeti kadına yönelik şiddetle ilgili olarak yeni düzenlemeler yapmaya zorladı. Hükümetin Haziran 2011 seçimlerinde, şiddeti önleme konusunda yaptığı açıklamalarının demagoji olduğu çok geçmeden görüldü. “Kadınlara hediyemiz olacak” şeklinde sunulan yasa tasarısında ailenin korunması esas alındı. Bakanlık, “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı” başlığıyla tasarıyı Başbakanlık’a gönderdi, Başbakanlık da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne. Meclise gelen taslağı inceleyen kadınlar, Bakanlık tasarısında yer alan en önemli maddelerin çıkarıldığını, taslağın adının “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı” olarak değiştirildiğini gördü. Alt komisyonda, her ne kadar tasarı Bakanlık’ta oluşturulan tasarıya geri çevrilse de, taslağın ismi değişmedi. Kadın örgütlerinin, Adalet Komisyonu’na gönderilmesini de eleştirdikleri yasa
tasarısı 5 Mart günü kabul edildi. 24 erkek üyeye karşın sadece 2 kadın üyenin bulunduğu Adalet Komisyonu’nda görüşülen yasa taslağı, bakanlığın yaptığı düzenlemelerle kabul edilirken, CHP’li milletvekillerinin, “cinsel farklılığı olanların” da tasarı kapsamına alınmasını içeren önergesi de kabul edilmedi. Tasarının 16.maddesine verilen önergeler üzerine “İlköğretim ve ortaöğretim müfredatına toplumsal cinsiyet, kadının insan hakları ve kadın erkek eşitliği konusunda eğitime yönelik dersler konulur” ibaresi eklendi.
ŞİDDET ÖNLEME MERKEZLERİ İÇİN İKİ YIL SÜRE Tasarının geçici 1. maddesi, “Şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içerisinde Bakanlık tarafından belirlenecek illerde pilot uygulamaya başlanması ve bu merkezler kuruluncaya kadar bu merkezlerin görevinin Bakanlığın hangi birimlerince yürütüleceğinin Bakanlıkça belirleneceği düzenlenmiştir” olarak değiştirildi. Tasarı, 7 Mart günü Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlandı.
Kadınlardan Aile Bakanlığı önünde eylem ESP/Sosyalist Kadın Meclisleri, kadın örgütlerinin hiçbir talebinin yer almadığı “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi İçin Kanun Tasarısı”nın TBMM’de görüşüldüğü saatlerde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı önünde basın açıklaması yaptı. “Erkek devlet, erkek yargı kadınları öldürmeye devam ediyor” yazılı pankartın açıldığı eylemde, SKM Ankara Sözcüsü Burcu Arslan bir açıklama yaptı. Tasarının isminin değiştirilmesine tepki gösteren Arslan, “Ailenin değil, kadının korunmasını istiyoruz” dedi. Kadın örgütlerinin taleplerinin tasarıda yer almadığını belirten Arslan, tasarının erkek-devlet-yargı koalisyonu zihniyetini yansıttığını ifade etti. Arslan, “Hazırlanan
‘Kadınlar özgür olana dek sokaklardayız’
yasa taslağı tamamen erkek egemen sistemin zihniyetin tezahürüdür.Takiyeci zihniyetin izdüşümüdür” diye konuştu. Tasarıya göre tedbir kararlarının hakimlerden alınıp mülki amirlere devredildiğini belirten Arslan, “Kadının beyanı ve koruma talebi mülki amirlerin ve emniyetin insafına bırakılıyor” dedi. Tasarıda “şiddeti önleme merkezleri”nin kadro sayısının da az olduğunu ifade eden Arslan, “Aileden Sorumlu Devlet Bakanı olan Fatma Şahin’i sorumlu davranmaya çağırıyoruz” dedi. Basın açıklamasında, “Erkek vuruyor devlet koruyor”, “Kadına yönelik şiddete son”, “Yaşasın kadın dayanışması”, “Yaşam adalet özgürlük” sloganları atıldı.
Kadın tutsaklara özgürlük talebiyle hapishane önlerinde eylemler yapıldı. KESK Kadın Meclisi’nin 8 Mart etkinlikleri çerçevesinde tutsak edilen KESK’li kadın üyeler için kart atma ve cezaevleri önünde balon uçurma eylemleri yapıldı. İstanbul’da Bakırköy Kadın ve Çocuk Hapishanesi önünde açıklama yapmak için Çocuk Esirgeme durağında toplanan kadınlar, “Siyasi kadın tutsaklara özgürlük” yazılı pankart açtı, tutuklu kadınların isimlerinin yazılı olduğu balonlar taşıdı. Kadınlar, “Kadın tutsaklar onurumuzdur”, “Yaşasın kadın dayanışması”, “Yaşasın örgütlü mücadelemiz”, “Jin jiyan azadi” sloganları ile Bakırköy Hapishanesi önüne yürüdü. Eyleme, SKM, Barış Anneleri ve görüş için gelen çok sayıda kadın da destek verdi. Kadınlar, açıklamanın ardından, “Jin jiyan azadi”, “Tutsak kadınlar onurumuzdur” sloganları, alkış ve zılgıtlarla, tutuklu kadınların özgür olması dileği ile ellerindeki balonları gökyüzüne bıraktı. KESK Ankara Şubeler Plat-
BU TASARIYI SAHİPLENMİYORUZ ◗ İSTANBUL Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’ndan Selma Toluay, bakanlığın kadın örgütleriyle yaptığı toplantılara işaret ederek, “Bir yıldır 237 kadın örgütüyle yasayla ilgili görüşme yapıldı. Sanki hiç toplantı yapılmamış gibi önümüze bambaşka bir şey çıktı. Hükümet, kadınlara verdiği sözleri unuttu, onaylamadığımız bir yasa metnini meclise sevk etti. Kadınlar olarak, ülkenin AB’ye karşı prestij malzemesi olarak görülmek istemiyoruz. Bu tasarıyı sahiplenmiyoruz” dedi. Sosyalist Feminist Kolektif ’ten Filiz Karakuş da, Toluay gibi yasanın adında yapılan değişikliğe tepki göstererek, “Kadına yönelik erkek şiddetini aileyi korumakla beraber ele alan ve bütün hedefinin merkezinde aileyi korumak, aileyi yüceltmek olan hakim bir anlayış var. Bütün yasa ve yönetmelikleri buna göre yapan bir iktidardan söz ediyoruz” diye konuştu. Karakuş, yasaya dair endişesini şöyle dile getirdi: “Bu yasadaki olumlu maddeleri, şöyle bir endişeyi taşıyarak değerlendiriyoruz: Bu yasanın da, 2006 yılındaki Başbakanlık genelgesi, Türk Ceza Kanunu’nun cinsel saldırılara karşı olumlu maddeler gibi kağıt üzerinde kalma riski çok yüksek.” SOKAKLAR BİZİM ALANIMIZ Sosyalist Kadın Meclisleri Sözcüsü Birsen Kaya, Bakanlığın kadınları oyaladığını ifade ederek, “Onlarca kadın örgütü, aylarca, bakanlıkla çeşitli görüşmeler yaptık. Her görüşmede bakanın bize açıklaması şu oldu: Sizin önerileriniz dikkate alınacak. Bakanlık, kadın örgütlerini bekletmeci bir tavır sergilemiştir. Bu da hükümetin takiyeci yüzünü gözler önüne sermiştir.” Var olan değişikliklerin kadın örgütlerinin mücadelesiyle olduğuna işaret eden Kaya, “Yapılan değişiklikler kadın örgütlerinin sokaktaki ısrarlı mücadelelerinin sonucudur. Sokaklar bizim muhalefet alanlarımızdır. Tam da 8 Mart’ta, erkek egemen devletin ve sistemin kadına dönük her türlü şiddetine, baskısına karşı da isyanımızı haykıracağız” diye konuştu. (ETHA)
formu, KESK’li tutuklu kadınların serbest bırakılması talebiyle Ankara’da da Sincan F Tipi Cezevi önünde açıklama yaptı. Açıklamaya ÇHD üyesi kadın avukatlar da destek verdi. Konuşmalardan sonra “KESK’li kadınlar onurumuzdur”, “Yaşasın kadın dayanışması”, “Jin jiyan azadi” sloganlarını atan kadınlar, tutuklu kadınların isimlerini okuyarak, ellerindeki balonları gökyüzüne bıraktı. Amed’de Sur Belediyesi Kadın Destek Merkezi’nce düzenlenen eylem için Keçi Burcu’na çıkan kadınlar, arbanelere eşlik edip halay çekti. Barış ve özgürlük çağrısı yapan kadınlar, balonların üzerlerine isimlerini ve umutlarını yazarak göğe bıraktı. Kadınların “Jin, jîyan, azadî” sloganlarıyla etkinlik sona erdi. İstanbul’da BDP Kadın Meclisi, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü öncesi; tutuklu kadınlara Galatasaray Postanesi’nden kart gönderdi. KESK Adana Şubeler Platformu, tutuklu KESK’li kadınlara kart gönderdi, dayanışma mesajlarını iletti.
Halkımın özgürlüğü için yaşam hakkımdan feragat ediyorum Amed Zindanında süresiz açlık grevinde bulunan kadın tutsaklardan Hacire Özdemir, bir mektup göndererek, açlık grevine girme amacını anlattı. Selma Irmak (BDP Şırnak Milletvekili) ile DÖKH aktivistleri Fadile Bayram, Ayşe Irmak, Pınar Işık, Leyla Deniz ve Dirayet Taşdemir (Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Danışmanı) imzalarının yer aldığı mektup, tüm kadın özgürlük mücadelesinde yer alan kadınları direnişleriyle ortaklaşmaya çağırıyor.
Merhaba sevgili kadınlar; Size Amed (Diyarbakır) Zindanı’ndan yazıyorum. Ben ve birlikte tutuklandığımız 25 kadınla (14 Nisan 2009) sesimizi size duyurmak istedik. Sesimizi duymaya çalışan kadınların çoğu bu zaman diliminde tek tek, grup grup tutuklanarak yanımıza geldiyseler de, ülkede yaşanan savaş sesleri, seslerimizi bastırıyor. (...)
Az-çok bildiğiniz gibi uzun süredir KCK adı altında binlerce insan tutuklu ve hala tutuklanmaya devam ediyor. Her kesimden siyasetçi, belediye başkanları, STK temsilcileri, avukatlar, gazeteciler, insan ve kadın hakları aktivistleri, çocuklar, öğrenciler vb. diye sıralayabiliriz. Ancak çocuğumuzun anadili Kürtçe ve anadilimizde savunma yapma isteğimiz reddediliyor ve Türkçe konuşmadığımız için ‘suçlu’ bulunup, savunma yapmadan-yapamadan cezalar alıyoruz. Veya yıllarca mahkeme salonlarında tutuklu hallerimiz devam edip sürüyor. Sevgili kadınlar; Yıllarca birlikte kadın hakları için mücadele ettik, faaliyetler yürüttük. Şiddete karşı kadını görünür tutmak için her an çeşitli çalışmalar yaptık. Toplumsal cinsiyet rollerine karşı, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik vs. her alanda birçok kampanya, miting, panel çalışmalarımız oldu. Sizinle birlikte Silopi’de Barış Çadırı’ndaydık, Sığınaklar Kurultayı’nda, 8 Mart’ta meydanlarda, 25 Kasım yürüyüşlerindeydik. (...) Büyüdükçe de cezaevlerine atılıyoruz, dört duvar arasında esaret altına alınıyoruz. İşte ben de siz-
lerden biriyim, kadın kimliğinin, Kürt kimliğinin bilincinde olduğumdan yıldırılmak, teslim alınmak için tutuklandım. Onlar iken yüzlere, binlere varan bu tutuklama dalgası zindanları tıka basa doldurdu. Bazen 8 kişilik odada 28 kişi, bazen 12 kişilik odada 35 kişi kaldık, kalıyoruz. Tutuklanıyoruz, bombalanıyoruz, katlediliyoruz, cenazelerimiz parçalanıyor, yakılıyor, kemiklerimiz yıllar sonra bulunuyor. Ve iktidarını korumak isteyen eril zihniyet her türlü karşı çıkış, her türlü insani, demokratik hakkı en vahşi şiddet yöntemiyle bastırıyor… İnsanlığa, kadınlara, Kürtlere yapılanlara dur demek, engel olmak için zindanda yapılabileceklerden birini yapıyoruz biz de. Bedenlerimizin tutsaklığını ruhumuza bulaştırmıyoruz. Ruhumuz, düşüncemiz özgür. Ancak biz Kürtlere tüm şiddetiyle sürdürülen imhaya karşı koymak, bunun için çıkan her sese sesimizi katmak istiyoruz. Özgürlük arayışı, mücadelesi kolay değildir. Biz Kürt kadınları çok bedel verdik ve özgürlüğümüz için bedel vermeye de hazırız. Dünyanın neresinde olursa olsun katledilen bir kadını, dili, kimliği inkar edilen bir halkı, toplumu hissettiğimiz gibi, özgürlük mücadelemizin her kazanımında geneli etkileyebileceğine inanıyoruz. Bunun için Türkiyeli kadınlar başta olmak üzere tüm yurtdışı ve yurtiçi kadın hakları mücadelesi veren ka-
dın, insanlık kimliğinin arayışında olan sosyalist, demokrat, her düşüncede kadınların seslerini seslerimize katmasını bekliyoruz. Çünkü biliyoruz, her gün katledilen kadınlar ile bizlere mesaj veriliyor. Güçlenen, bilinçlenen her kadın öldürülüyor, tutuklanıyor, tecavüze uğruyorsa, bu duyulan korkunun yansımasıdır. Biliyorum, biliyoruz ki ülkemizin en önemli ve aciliyetle çözülmesi gereken sorunu Kürt sorunu ve bunun çözümünün diyalog-müzakere ile olacağını da herkes biliyor. Yine tecridin bir halka uygulandığını belirtmeye gerek var mı? Biz kadınlar tecride, işkenceye karşıyız. Sayın Abdullah Öcalan ile başlayıp durdurulan görüşmelerin tekrardan başlaması, katliamlara, askeri-siyasi soykırıma karşı dur demek, dökülen kanın önüne geçmek için biz bir grup kadın süresiz-dönüşümsüz açlık grevine 15 Şubat itibariyle başladık. Siz kadınlardan barış ve çözüm için duyarlılık bekliyorum. En kutsal hak yaşam hakkıdır, ancak ben, halkımın özgürlüğü için bu yaşam hakkımdan feragat ediyorum. Sevgili kadınlar; bilmenizi isterim ki; çok moralli, heyecanlı ve umutluyum. Bir şeyler yapabilmek güzel bir duygu. Hepinizi kadın duygularıyla, sevgiyle kucaklıyorum. Hacire Özdemir (E-Tipi Hapishane, Diyarbakır)
‘KADIN VE ÖZGÜRLÜK’ ◗ ANTALYA Halkların Demokratik Kongresi Antalya Kadın Meclisi, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında “Kadın ve Özgürlük” başlığı ile bir panel gerçekleştirdi. Panele HDK delegesi Gülfer Akkaya, Antalya ESP/Sosyalist Kadın Meclisi üyesi Songül Şarklı ve Antalya Barosu avukatlarından Nazan Şentürk konuşmacı olarak katıldı. SKM üyesi Songül Şarklı, 8 Mart’ın ve kadın mücadelesinin tarihsel gelişimi üzerine bir sunum gerçekleştirdi. Şarklı, kadın cins kimliği ve özgürlüğü sorununa da değinerek, kadınların özgürlük mücadelesinde en önde olmalarının gerekliliğinin altını çizdi. Av. Nazan Şentürk ise yaptığı sunumda, kadınların şiddet karşısında neler yapmasının gerektiği, ancak yine kadınların karşısına sorun olarak çıkan hukuki yaklaşımlar ve kadın cinayetlerinde yaşanılan hukuksuzluklar hakkında bilgi verdi. Şentürk, konuşmasında, aynı zamanda geleneksel kadın rollerine değinerek, bunları aşmanın gerekliliğini vurguladı. Panel yapılan sunumların ardından sorularla devam etti. Yaklaşık 100 kadının katıldığı panel, 8 Mart kutlamalarına ilişkin gerçekleştirilecek diğer etkinliklerin duyurusunu yapılmasının ardından sona erdi.
HDK ESKİŞEHİR’DE KADIN MECLİSİNİ KURDU ◗ ESKİŞEHİR Halkların Demokratik Kongresi Eskişehir Meclisi, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü öncesi kadın buluşması gerçekleştirdi ve HDK Eskişehir Kadın Meclisi’ni kurdu. 3 Mart günü yapılan kuruluş toplantısında kadınlar, HDK Kadın Meclisi’nin önemine ilişkin fikirlerini açıkladı. Eğitimde getirilmek istenen 4+4+4 sistemini eleştiren kadınlar, söz konusu sistemin kız çocuklarının eğitim hakkını gasp edeceğini belirtti. Kadınlar, HDK Kadın Meclisi’nin işleyişini tartışarak, HDK Kadın Meclisi’ni kurdu. Gelecek döneme ilişkin yapacaklarını da planlayan kadınlar, Dünya Bankası’nın 2012 yılını ‘Kadın Yılı’ ilan etmesine karşı çeşitli eylemler ve etkinlikler düzenleme kararı aldı. 8 Mart dolayısıyla kadın mücadelesinin büyütülmesine ihtiyacına vurgu yapıldı.
10 Mart 2012
●
YAŞAM
atılım 3
●
HES’lere yüksek gerilim darbesi ◗ RİZE Rize İdare Mahkemesi, HES projelerindeki yüksek gerilim hatlarına ilişkin önemli bir karara imza attı. Artvin’in Sümbüllü Köyü’nden geçirilen iki ayrı HES projesinin yüksek gerilim hattının yürütmesini durdurdu. Rize İdare Mahkemesi, TEİAŞ tarafından yapılan Borçka HES ve Yusufeli HES projelerinin elektrik iletim hatları için verilen ‘ÇED olumlu’ raporunu hukuka uygun bulmadı.
Sümbüllü Köyü’nden 17 kişi, geçtiğimiz yıl Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından 2004 yılında verilen ‘ÇED olumlu’ raporuna itiraz etmişti. Köylülerin itirazını değerlendiren Rize İdare Mahkemesi, bilirkişi ve keşif raporunda belirtilen konuların göz ardı edildiğine, bu nedenle verilen ‘ÇED olumlu raporu’nun hukuka uygun olmadığına karar vererek işlemin yürütmesini durdurdu. Mahkeme kararında, TEİAŞ tarafından hazırlanan projede kültür
ve tabiat varlığı belirtilmemesine rağmen, Sümbüllü Köyü’nde kale kalıntılarının bulunduğu, Sümbüllü Köyü Kalesi’nin korunması gereken değer olduğu, iletim hattı yapılacak alanda erozyon, heyelan ve çığ gibi durumlar için projede jeolojik ve jeoteknik incelemelerin yapılmadığı vurgulandı. Avukat Bedrettin Kalın, “Bu karar, bölgede yapımı devam eden HES projelerinin yüksek gerilim hatlarıyla ilgili ilk yürütmeyi durdurma kararı oldu” dedi.
TERMİK SANTRALE GEÇİT VERMEYECEKLER Sinop’un Gerze İlçesi Yaykıl Köyü’ne kurulmak istenen termik santrale karşı mücadele eden Gerzeliler, termikçi şirket Anadolu Grubu’nun halkı aldatmaya yönelik girişimlerine tepki gösterdi. Yeşil Gerze Çevre Platformu (YEGEP), termikçi şirketin, termik santralde yeni teknoloji kullanacakları, çevreye zarar vermediği şeklindeki telkinlerinin gerçeği yansıtmadığına
dikkat çekti. Gerze halkından bir kısmını otobüslerle Zonguldak’ın Çatalağzı Santrali’ne götüren şirketin, götürdüğü kişileri lüks lokantalarda ve otellerde ağırladığı öğrenildi. Geziye katılan YEGEP yürütmesinden Ferhat Hançer, gezi kapsamında götürüldükleri Çatalağzı Beldesi’nde yaşayanlarla görüşmelerinin engellendiğini belirtti. Görüştükleri köylülerin ise “Biz yandık, siz yanmayın” dediklerini söyledi.
Asıl sorumlu Bakan Eroğlu
Gökdere Barajı katliamında sorumlular suçu başkalarına yüklüyor. Birinci dereceden sorumlu olan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, TMMOB’u suçladı. Ama katliam sonrasında sadece 3 kişi tutuklandı. Esas sorumlular hala soruşturmanın dışında tutuluyor.
◗ ANKARA Adana’nın Kozan ilçesinde bulunan Gökdere Köprü Barajı’nda 10 işçinin yaşamını yitirmesinin ardından hala sorumlular gizlenmeye çalışılıyor. Denetimin baş sorumlusu olan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, denetim yapılmamasının sorumlusu olarak TMMOB’u gösterdi. Oysa ki, TMMOB, denetimin devlet işi olduğunu, özel sektörün insafına bırakılmayacağını söylemişti. 10 işçinin ölümünden sorumlu olarak sadece 3 kişi görüldü. Ölenlerin ailelerinin tepkileri ise dinmiyor. Veysel Eroğlu, Gökdere Barajı katliamının hemen ardından “denetimin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor” dedi, ardından bakanlığının ve devletin hiç ihmali olmadığını ileri sürdü. Eroğlu, işçilerin ölümünün sorumlusu olarak da TMMOB’u işaret edecek kadar ileri gitti. Denetimin yapılamamasını HES inşaatlarında denetimin özel sektöre devredilmesine karşı çıkan TMMOB’un hatası olarak göstermeye çalıştı. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, “TMMOB dava açtı, o nedenle denetimsiz kaldı” diyen Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na hızla yanıt verdi. Soğancı, Gökdere Köprü Barajı inşaatında tünel kapağının kopması sonucunda meydana gelen olayda Bakan Eroğlu’nun sorumluluk almak yerine TMMOB’u suçladığını belirtti. Denetim görevini yerine getirmekle sorumlu olan DSİ’nin, Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bağlı olduğuna dikkat çeken Soğancı, “Bakan Veysel Eroğlu yaptığı açıklamalarla sorumluluk almak yerine, denetim görevinin özel şirketlere devrini düzenleyen yönetmeliği iptal ettirdiği, DSİ’ye denetim görevini yargı aracılığıyla hatırlattığı için TMMOB’yi suçlamayı uygun bulmuştur” dedi.
‘DENETİM ÖZEL KESİME HAVALE EDİLEMEZ’ Baraj inşaatlarında denetim görevinin kamuda olduğunu belirten Soğancı, ancak “Su Yapıları Denetim Hizmetleri Yönetmeliği” ile bu görevin özel sektöre devredildiğini hatırlattı. Bu yönetmeliği yargıya taşıdıklarını, Danıştay’ın da yönetmeliğin yürütmesini durdurarak Anayasa Mahkemesi’ne gönderdiğini belirtti. Soğancı, “Bu denetim hizmetleri, amacı kar etmek olan özel şirketlere devredilmektedir. Anayasa ve yasaların devlete yüklemiş olduğu bu hizmetlerin, Anayasa’ya rağmen alt düzenleyici işlemlerle 3. kişilere devri normal, bu düzenleyici işlemelere karşı dava açmak anormal gibi gösterilerek, neyin hak neyin gasp olduğu kuru gürültü içinde kaybolmaktadır. Asıl konu belirsizleştirilmekte, bu sayede sorumlular hesap vermekten kurtulmaktadır” diye konuştu. SORUMLU BAKANDIR Soğancı, sorumluluğun Bakan Eroğlu’nda olduğunu kaydetti: “Anayasa’da, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’da ve Elektrik Piyasası Kanunu’nda su yapılarını denetleme görevi kimdedir? DSİ’de! Sorumlu kimdir? DSİ ve bağlı olduğu Orman ve Su İşleri Bakanlığı’dır, Bakanın ta kendisidir. Anayasa ve yasalara aykırı olarak denetim görevini piyasa koşullarına terk eden Bakanlık, ‘TMMOB dava açtı o nedenle denetimsiz kaldı’ diyebilir mi? Ülkemiz hukuk devleti ilkesine bağlı olarak yönetiliyor ise herkesten önce hukuka bağlı olması gereken yöneticiler, dava açma hakkını kullananlara karşı böyle bir ithamda ve eleştiride bulunamaz. Aksine, görevlerini yerine getirmedikleri için kamuoyuna hesap vermekle yükümlüdürler. Bakana ve DSİ Genel Müdürüne tavsiyemiz; ölümlerin ve yanlışlıkların sorumluğunu üzerlerine alıp, görevini bu işi yapabilecek olanlara bırakmalarıdır.” (ETHA)
Devlet yetkilileri, daha önceki iş cinayetlerinde olduğu gibi, Gökdere’de de takdiri ilahi dedi. Cenazeleri bulunamayan işçilerin yakınları ise günlerdir acılı bir bekleyiş içerisinde.
Sadece 3 sorumlu bulundu
Aileler adalet istiyor KESK heyeti, 3 Mart’ta enkaz bölgesinde yaptığı inceleme ile ilgili olarak SES Adana Şubesi’nde basın açıklaması yaptı. KESK Dönem Sözcüsü SES Adana Şube Başkanı Muzaffer Yüksel, “Kayıp işçilerin yakınları çaresiz ve sahipsiz. Kayıp işçilerin yakınlarıyla yaptığımız görüşmelerde acı ve öfkelerine tanık olduk. Gazetelerde ve TV’lerde bazı siyasilerin; her şeyin yapıldığı ve kontrol altında olduğu izlenimi veren açıklamalarının aksine, kayıp işçilerin yakınları çalışmaların son derece yetersiz olduğunu haykırmakta ve seslerini duyurmamızı istemektedirler” dedi. İşçilerin yakınlarının çalışmalara yeterli aracın katılmadığı, ana firma yerine taşeron firma araçlarının çalıştırıldığını belirttiklerini aktaran Yüksel, “Yanlarına gelen bazı yetkililerin olayı kader olarak adlandırıp, hem olaydan önce yeterli tedbirlerin alınmayışını hem de arama çalışmalarındaki yetersizlikleri geçiştirmeye çalışmasını kabul etmediklerini, kendilerinin görünür olmak için olay çıkarması mı gerektiğini söylediler” şeklinde konuştu. Yüksel, yaptıkları incelemelerle ilgili olarak gözlemlerini şu sözlerle aktardı:
“Siyasilerin çıkıp gece gündüz her şey yapılıyor söylemlerinin aksine, aramaların son derece yetersiz olduğunu gördük. Bütün boyutlarıyla hep karşı çıktığımız taşeron uygulamasıyla işlerin nasıl içinden çıkılamaz hale geldiğine ve acılar yaşattığına bir kez daha tanık olduk. Burada çalışmaları takip edecek teknik ekip nerede, kararları verecek teknik ekip nerede diye soruyoruz. Bu çağda onlarca iş makinesi ve ekiple olaya müdahale yapılması mümkünken bu çalışma neden yapılmıyor diye soruyoruz. İl milletvekillerinin dışında, olay yerine neden bakan ya da hükümet yetkililerinin gelmediğini soruyoruz. Başta hükümet temsilcileri olmak üzere, sorumlular bir an önce kayıp işçilerin bulunması için, olaya her yönüyle müdahale etmeli, kayıp işçiler bir an önce bulunmalıdır. Olayı kader diyerek hafifletmek yerine sorumluların bulunup işçilerin ailelerinin acıları hafifletilmelidir.”
4 işçinin cesetleri buGökdere Köprü Barajında ri henüz bulunamadı. 10 lunurken, 6 işçinin cesetle çalıştırma ve denetimsizlik işçinin ölümünde taşeron leri arama işi de taşeron rol oynarken, kaybolan işçi şirkete yaptırılıyor. paşa, Ostim patlamaBaşbakan Erdoğan, Davut çüğün ardından söylediği ları ve Karadon’daki gö ın ardından da “sorumlu gibi Gökdere’deki katliam di. Ancak, sor uşturmayı var sa cezalandırılacak” de bulmakta oldukça güçlük yürüten savcılar sor umlu proje müdürü Erdal Naçekiyor. İlk olarak sadece Polat gözaltına alınarak tukas ve şantiye şefi Öncü ajı yapan inşaat firmasının tuklandı. Ardından da bar hendis Bora A. gözaltına iş güvenliği sor umlusu mü ukova’da meydana gelen alındı ve tutuklandı. Pam zaman aşımından cezasızhızlı tren kazası davasının kur um yetkilisi hakkında lıkla sonuçlanması ve hiçbir emesi, Ostim, Davutpaşa sor uşturma izninin verilm asının sürüncemede bırave onlarca iş cinayeti dav umlular kor unacak mı?” kılması, “Gökdere’de de sor sor usunu getiriyor akıllara.
Taksim ayakların baş olduğu yerdir ◗ İSTANBUL Taksim Platformu’nun, AKP’nin “Taksim’i yayalaştırma” projesine karşı her pazar Taksim Gezi Parkı’nda yaptığı eyleme, bu hafta Taksim’in 1 Mayıs kutlamalarına açılması mücadelesinde etkin rol oynayan DİSK de katıldı. Taksim Gezi Parkı’nda bir araya gelen çok sayıda kişi, “Taksim 1 Mayıs alanıdır”, “Direndik, kazandık, Taksim’i yağmalatmayacağız”, “AKP elini Taksim’den çek” sloganlarını attı. Taksim Platformu adına konuşan Cem Tüzün, Taksim Meydanı ve çevresinin bir daha düzeltilmesi mümkün olmayacak şekilde değiştirilmeye çalışıldığını söyledi. Tüzün, Taksim’i yayalaştırma projesinin “betonlaştırma, insansızlaştırma, kimliksizleştirme” projesi olduğunu kaydetti. Taksim’in İstanbul’un en önemli kamusal alanı olduğunu belirten Tüzün, “Projenin oldu-bittiye getiril-
meden acil olarak durdurulmasını, Taksim’in evrensel değerler ve dürüst, şeffaf, katılımcı ve demokratik yöntemlerle düzenlenmesini istiyoruz” dedi. Taksim’in 1 Mayıslara, bayramlara, şenliklere ev sahipliği yapan, sevinçlerin dillendirildiği, hak taleplerinin dile getirildiği demokrasi ve emek meydanı olduğunu anlatan Tüzün, “Taksim’e bütünüyle sahip çıkıyoruz” dedi. TAKSİM EMEĞİN TARİHİDİR Ardından söz alan DİSK Genel Sekreteri Adnan Serdaroğlu, “Taksim, emeğin tarihidir. Kazancı Yokuşu’nda öldürülen işçilerin kanı hala kurumadı, hesabı verilmedi. Taksim’in talan edilmesine izin vermeyeceğiz” diye konuştu. “Burada AKP iktidarının ve padişah Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidar hükmü sökmeyecek” ifadelerini
kullanan Serdaroğlu, şöyle devam etti: “Taksim ‘76, ‘77, 2000’lerde milyonlarca işçinin ayak izidir. Taksim, ayakların baş olduğu yerdir. 1 Mayıs’ı resmi tatil, bayram ilan ettiğimiz yerdir. Herkes padişah ne derse kabul ediyor, ‘Padişahım sen çok yaşa’ diyor. Ama biz demeyeceğiz. Bu ülke
artık acıların, sömürünün, baskının olduğu bir ülke olmayacak. Taksim’i vermeyeceğiz.” Konuşmaların ardından kitle, insan zinciri oluşturarak Taksim Meydanı’na yürüdü. Taksim Meydanı’nın etrafını insan zinciri ile koruma altına aldı.
ROTA arzu demir Kapitalizme yüz nakli! Türkiye’deki ilk yüz ve uzuv nakli operasyonu, tekel medyasının eliyle tam bir şova dönüştürülürken, kapitalizmin tıbba biçtiği misyonu da hatırlattı. Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde gerçekleştirilen Türkiye’nin ilk yüz nakli operasyonu, tam bir reklam kampanyası gibi yürütüldü. Basında çarşaf çarşaf yer alan haberlerle hasta mahremiyeti yerle bir edilirken, hem operasyon ekibi hem de Sağlık Bakanlığı medyatik şov yaptı. Şov, operasyonu gerçekleştiren doktor çiftin özel yaşamlarına kadar uzandı, başarılı hekimlik mesleğinin yanında “mutlu çift”, “iyi anne”, “mükemmel eş” tablosu da çizildi. Akıl almaz şovu tüm toplum adeta nefesini tutmuş izlerken, bu kez Ankara Hacettepe’de yapılan organ nakli gündeme oturdu. Ancak ikinci reklam kampanyası kısa sürdü. Çünkü nakil yapılan hasta, sağlık sisteminin işleyiş ilkesi olan rant ve hırsın kurbanı oldu. Ölümün ardından gelen Sağlık Bakanlığı açıklaması ise kimseyi şaşırtmadı: İnceleme başlatıldı. Oluşturulan toz dumanın arasında sorulması gereken sorular, hekimler tarafından cılız bir biçimde dile getirildi. Ancak, medya, insan sağlığı açısından son derece önemli olan soruları kulak arkası etti. Soruların başında gelen ise; söz konusu nakiller, tıbben gerekli miydi? 2005 yılında Fransız hekimler dünyanın ilk yüz naklini yaptıklarında sorulan soru da buydu. Yüz naklinin etik olarak suçlanan yanlarından biri, naklin kişinin hayatının kurtarılmasına yönelik değil kişinin görüntüsünün düzeltilmesine yönelik olmasıydı. 2005 yılından bu yana tıp dünyası bu konuda görüş birliğine varmış değil. Ancak, önemli bir bölümü, yüz, kol, bacak gibi nakillerin karaciğer, böbrek nakli gibi hayati önem taşımadığına dikkat çekiyor. Yüz naklinde etik tartışmanın odağında risk–fayda ikilemi bulunuyor. Başka bir ifadeyle söylersek, organın reddini önlemek için hastanın ömür boyu kullanması gereken ve vücudunun bağışıklık sistemini olumsuz yönde etkileyen ilaçların oluşturduğu yeni hastalıkların, elde edilecek yeni yüze değip değmeyeceği. Bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler de kapitalizmin pazar ve piyasa kurallarının dışında kalmıyor. Kapitalizm, geniş halk yığınlarının sağlığa erişim hakkını ortadan kaldırırken, tıbbı da hem kar alanı olarak görüyor, hem de zengin yaşam standardı nedeniyle tek sağlık derdi estetik olan elit bir kesimin ihtiyaçlarına göre tıbbın yönünü belirliyor. Tıp, halkın sağlıklı yaşama hakkını güvenceleyen önleyici ve koruyucu alandan hızla çekiliyor. Hükümetlerin politikaları da bu misyonu belirleyen pozisyonda bulunuyor. Örneğin, Türkiye’de hükümetin “sağlıkta dönüşüm” adını verdiği özelleştirme ve piyasalaştırma politikalarıyla koruyucu sağlık hizmetleri ortadan kaldırıldı, tedaviye dayalı bir sistem yerleştirildi. Kapitalizmin tıbba biçtiği misyonda halk sağlığının ihtiyaçlarını düşünmek yok. Yüz naklinin başarıyla gerçekleştiği Türkiye’de verem hala önemli bir sağlık tehdidi oluşturuyor ve büyük toplumsal sorunlar yaratıyor. Türkiye’de her yıl 17 bin kişi vereme yakalanıyor. İstanbul, hastalığın en sık görüldüğü kent. Yüz nakli yapılan dünyada, artık neredeyse grip gibi yaygın bir hastalık olan kanser ya da AIDS’e karşı kesin ve kısa süreli tedavi yönteminin bulunamamış olması mümkün mü! Değil elbette. Burada ilaç tekellerinin kar faktörü devreye giriyor. Engels, 150 yıl önce İngiltere’de işçi sınıfının durumunu anlattığı kitabının bir yerinde, hekimlerin, ilaç firmalarının kârı için reçetelerine yaptıkları müdahaleyi anlatmıştı. Tıpkı o gün olduğu gibi bugün de kapitalizmin temel güdüsü olan “karı artırma” tıbbın yönelimini belirliyor. Kapitalizmin tıbbı her zaman en karlı hastalıklarla ilgili oldu. Hastalıkların nedenlerinin ortadan kaldırılması ya da koruyucu hekimlik uygulamaları, kârlı bir alan olmadığı için ilaç tekellerinin de işine gelecek şekilde uzun süreli tedaviler önerir. Yüz naklinin ardından hastanın ömür boyu uygulaması gereken ilaç tedavisi de, tıp dünyasında geçerli olan piyasa ilişkilerinin bir gereği. Tıbbın toplum sağlığından uzaklaşan yönelimi düşünüldüğünde, “herkese ulaşılabilir, parasız ve nitelikli sağlık hakkı” talebine ek olarak, tıbba “halka dön” çağrısı yapmak da gerekebilir!
Karara rağmen Bakanlığın GDO ısrarı ◗ İSTANBUL GDO’ya Hayır Platformu, Danıştay yasağına rağmen Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın antibiyotik geni içeren GDO’lu ürünlerin ithalatına izin veren düzenlemesine tepki gösterdi. Türk Tabipleri Birliği’nin antibiyotiklere karşı direnç genleri içeren GDO’lu ürünlerin gerek insan sağlığında gerekse veteriner hekimlikte kullanılan antibiyotiklere karşı direnç oluşmasına neden olduğu, bu durumun rahatsızlanan insan ve hayvanın tedavi edilmesini imkansız hale getireceği gerekçesiyle Danıştay’a yönetmeliğin iptal edildiğini hatırlatan Platform, Tarım Bakanlığı’nın yargı kararının ‘etrafından dolaştığını’ ifade etti. Bakanlığın GDO yönetmeliğinde yaptığı değişiklikle, antibiyotik geni içeren ürünlerin insan ve hayvan sağlığına zararlı olup olmadığının Biyogüvenlik Kurulu kararına bırakıldığını işaret eden Platform, söz konusu kuruldan şimdiye kadar hiçbir olumsuz karar çıkmadığına dikkat çekti. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Danıştay’ın iptal kararı ardından geçtiğimiz hafta GDO yönetmeliğinde ‘GDO ve ürünlerinin, insan ve hayvanların tedavisinde kullanılan antibiyotiklere direnç genleri içermesi halinde, bu ürünlerdeki direnç genlerine yönelik bilimsel araştırma sonuçlarının insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitliliğe zararlı olmadığı Risk Değerlendirme Komitesi raporu ve Biyogüvenlik Kurulu Kararı ile tespit edilmedikçe bu ürünlerin ithal edilmesi ve piyasaya sürülmesi’ şeklinde değişiklik yapmıştı.
4
atılım
SAÇLARINI KESTİREN ÖĞRENCİLERE CEZA ◗ BURSA Hopa Davası’nda yargılanan öğrencilere destek vermek amacıyla Bursa Adliyesi önünde saç kesme eylemi yapan gençlere “çevreyi kirlettikleri’ iddiasıyla para cezası verildi. Ozan Gündoğdu adlı öğrenci Artvin Hopa’da 31 Mayıs 2011 günü çıkan olayları ve polisin emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun kullanılan gaz ve darbelerle ölümüne neden olmasını protesto ederken gözaltına alınmıştı. Daha sonra cezaevinde saçları kesilmişti. 3 arkadaşı Gündoğdu’ya destek olmak amacıyla saçlarını kestirmiş ve bu durum ‘tanınmamak için saçlarını kestirdiler’ iddiasıyla tutuklanmalarına neden olmuştu. Bunun üzerine 8 Aralık 2011 günü Bursa Öğrenci Kolektifleri üyesi 15 üniversite öğrencisi Bursa Adliyesi önünde saçlarını kestirerek protesto eylemi gerçekleştirmişlerdi. Osmangazi İlçe Belediyesi görevlileri telefonla ulaştıkları, eyleme katılarak saçlarını kestiren Nergiz Şişek, Deniz Başer, Elif Gizem Yıldırım, Elif Soydan’a ‘çevreyi kirlettikleri’ gerekçesiyle 26 TL ceza verildiğini bildirerek cezanın tebligatını almaları için belediyeye çağrıldı. Öğrenciler, “Biz bu cezaları ödemeyeceğiz. Çok komik bir ceza” dedi. 4 kadın öğrenci, 6 Mart’ta Bursa Adliyesi önünde yine saçlarını keserek cezayı protesto etti.
YASEMİN ÇİFTÇİ GENÇLİK KAMPINDA ANILDI
●
GENÇLİK
Hükümet tecavüzcüleri aklıyor Pozantı Cezaevi’nde cinsel istismara maruz kalan çocuklar, Sincan F Tipi Kapalı Cezaevi’ne nakledilerek, tek kişilik hücrelere konuldu. Bakan Ergin, ‘gereği yapılacak’ dedi, sadece 4 kişinin görev yerlerini değiştirdi. Tecavüzü anlatan T.T. adlı çocuk ise tutuklandı. ◗ İSTANBUL Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Pozantı M Tipi Çocuk Cezaevi’nde adli tutuklular arasında bulunan TMK mağduru 7 çocuğun, yaşadıkları cinsel istismar ve işkenceyi ortaya çıkarmasının ardından, bu cezaevinde bulunan tüm çocukların Sincan F Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderileceğini, Pozantı Cezaevi’nde 4 kişinin görevlerinden alındığını söyledi. Ancak bakan Ergin, daha sonra ‘idari tedbir’ çerçevesinde görevden alınanların başka görevlere atanacaklarını açıkladı. AKP Hükümeti, çocuklara insanlık dışı işkenceleri yapanları yargılamak yerine sadece görev değişikliği ile ödüllendirdi. Adana Pozantı Cezaevi’nde yaşadığı işkenceleri anlatan T.T. ise korsan gösteriye katıldığı iddiasıyla tutuklandı. T.T, gazetelere yaptığı açıklamada, Kürkçüler ve Pozantı cezaevlerindeki işkenceleri anlatmıştı. TECAVÜZÜ ANLATAN T.T. TUTUKLANDI Pozantı Cezaevindeki cinsel işkence olayını anlatan T.T. adlı çocuk, 6 Mart’ta gözaltına alındı ve sevk edildiği mahkeme tarafından tutuklandı. T.T’nin tutuklama gerekçesi ise korsan bir gösteriye katılmak. Daha önce 2009 yılında tutuklanıp önce Kürkçüler, ardından Pozantı cezaevine konulan T.T, Pozantı’daki vahşetin deşifre edilmesinde kilit isimlerden biriydi. T.T. hakkında iki ay önce yakalama kararı çıkarıldığı bildirilirken, gözaltı ve tutuklamanın Pozantı’daki tecavüz olayı hakkında Taraf gazetesine verdiği röportajın ardından gelmesi dikkat çekici.
T.T.’nin ifadeleri, Pozantı’daki soruşturmada kilit önemde olarak nitelendiriliyor. ‘FİZİKİ ŞARTLARIN YETERSİZLİĞİ’ Hükümetin, tecavüzcüleri ve işkencecileri aklayan tavrına Başbakan Yardımcısı ve Hükümet sözcüsü Bülent Arınç da katıldı. 5 Mart’ta yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası açıklama yapan Bülent Arınç, 2010 yılına kadar Pozantı ile ilgili herhangi bir şikayet gelmediğini, yapılan incelemeler sonucu bu iddiaları doğrulayıcı tespitlerin bulunmadığını iddia etti. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun yaptığı inceleme sonrası hazırlanan raporda, Pozantı, Bergama ve İncesu Çocuk Kapalı Ceza İnfaz Kurumları’nın “fiziki şartlarının yetersizliği’ sebebiyle kapa-
Pozantı’daki vahşete tepkiler sürüyor ◗ FRANSA Fransa’da 26 Şubat-3 Mart tarihleri arasında komünist gençler kamp düzenledi. Kampın ilk gününde, MLKP üyesi genç kadın savaşçı Yasemin Çiftçi anıldı. Anma saygı duruşu ile başladı, ardından Yasemin Çiftçi’yi (Zilan) anlatan sinevizyon gösterimi yapıldı. Sinevizyon gösterimi ardından Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) MK’nın çıkardığı açıklama okundu ve gençler duygularını paylaştı. Anma, Zilan yoldaş için türküler ile sona erdi. Gençlik kampının 4. gününde “Genç Kadın Mücadelesi” üzerine seminer örgütlendi. Kampın son gününde gençler, Young Struggle (YS) Fransa Örgütü olarak 31 Mart Young Struggle Paris Kongresi ile birlikte Haziran ayında yapılacak olan seçimlere kadar ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı bir kampanya yürüteceklerini açıkladı.
10 Mart 2012
●
Adana Pozantı Cezaevi’nde TMY mağduru çocuklara yapılan işkence ve cinsel istismar, Antalya’da ve Eskişehir’de HDK tarafından protesto edildi. Pozantı Cezaevi’nde yaşanan vahşet, Londra’da da yapılan eylemlerle protesto edildi. UNICEF bürosunda eylem yapan gençler, konuyu BM gündemine taşıdı. Halkların Demokratik Kongresi Antalya Gençlik Meclisi, TMY mağduru çocuklara uygulanan işkence ve cinsel istismarı protesto etti. “Adana Pozantı Cezaevi idaresi yargılansın” pankartı açan gençler, Kapalı Yol Halk Bankası önünden Attalos Heykeli’ne kadar yürüdü. Yapılan açıklamada, Pozantı Cezaevi’nde TMY mağduru Kürt çocuklarının yaşadıklarının yetkililer tarafından bilindiği belirtildi. Açıklamada, “Bu tablo, AKP iktidarının bir ürünüdür. Kendisine muhalif olan her kesimi tutuklayan, baskılayan zihniyet dışarıda olmanın yanı sıra cezaevinde de kendisini göstermiştir. Ülkemizde 600 civarında öğrenci, 1000’in üzerinde çocuk cezaevinde” denildi. Açıklamada, “Adalet Bakanı istifa etmeli ve cezaevi çalışanları hakkında soruşturma başlatılmalıdır” ifadelerine yer verildi. HDK Eskişehir İl Meclisi de, yaptığı basın toplantısıyla Pozantı Cezaevi’ndeki çocuklara yapılan cinsel işkenceyi protesto etti, bağımsız soruşturma komisyonu oluşturulmasını istedi.
tılmasının doğru olacağının öngörüldüğünü savunan Arınç, cinsel istismar ve işkenceye ilişkin “Fiziki şartların yetersizliği” yorumunda bulundu.
BİR TOPLANTI DA İZMİT’TE Atılım okur toplantısının yapıldığı bir diğer kent ise İzmit’ti. 4 Mart’ta yapılan toplantıya editörümüz Sıtkı Güngör katıldı. Toplantı Yasemin Çiftçi ve Rezan Kotil şahsında devrim şehitleri için yapılan saygı duruşuyla başladı. Ardından Güneşi İçenlerin Türküsü adlı sinevizyon gösterimi yapıldı. Siyasal tartışma bölümünde gelişmeleri değerlendiren Güngör, devrimci mücadeleyi büyütmenin olanaklarına değindi. Biriken devrimci dinamikleri açığa çıkarmak ve kitlelerle buluşmak için kesintisiz politik kitle çalışması yürütmenin zorunluluğuna değinen Güngör, Atılım’ın bu çalışmadaki önemine işaret etti.
◗ MERSİN Pozantı Cezaevi’nden sonra Mersin Cezaevi’nde de çocukların cinsel istismara maruz kaldığı ortaya çıktı. 2010 yılında Mersin’de polise taş attığı gerekçesiyle tutuklanan ve sonra tahliye olan 18 yaşındaki A.Ç., cezaevinde bir arkadaşının kendisine, ‘‘Ben polise taş attığım ve korsan gösterilere katıldığım gerekçesiyle tutuklandım. Ve ilk etapta beni siyasi tutuklu olmama rağmen Mersin Cezaevi’ne adli koğuşta kalan çocukların yanına koydular. Bir gün gece saatlerinde cezaevinde adli tutuklu bir çocuk bana tecavüz etti” dediğini söyledi. ‘GARDİYANLAR BİZİ DÖVDÜ’ Mersin Cezaevi’nde kaldıktan sonra çocuk olduğu için Pozantı Cezaevi’ne getirildiği esnada cezaevi girişin de zorla soyulduğunu söyleyen A.Ç., gardiyanlardan dayak yediğini ifade etti. Cezaevi yönetiminin ve gardiyanlarının siyasi suçtan yattıkları için kendilerine düşman gözüyle yaklaştıklarını aktaran A.Ç., ‘‘İhtiyaçlarımız kar-
şılanmadığı için eylem yaptık ve bunun üzerine gardiyanlar gelip bizi koğuşlarımızdan zorla alıp yerlerimizi değiştirdiler. Kimi arkadaşlarımızı da başka cezaevlerine sürgüne gönderdiler” dedi. ‘POZANTI TAM BİR CEHENNEM YERİ’ Pozantı Cezaevi’nin tam bir cehennem yeri olduğunu belirten A.Ç., cezaevinde ihtiyaçlarının cezaevi yönetimi tarafından keyfi bir şekilde karşılanmadığını aktardı. Yaşadıkları nedeniyle psikolojisinin bozulduğunu ve o kötü anları unutmak istediğini ifade eden A.Ç, ‘‘Ancak unutamıyorum” dedi. A.Ç., Pozantı Cezaevi’nde olan çocukların çok zor şartlar altında olduğunu ve çoğu zaman ağladığını kaydetti. 1992 yılında Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Kara köyünde ikamet ederken köylerinin askerlerce yakılması üzerine Mersin’e geldiklerini anlatan A.Ç., 16 yaşındaki bir kardeşinin birkaç defa ‘taş attığı’ gerekçesiyle tutuklandıktan sonra dağa gittiğini söyledi.(ANF)
POZANTI’DAN NAKİLLER BAŞLADI Bu açıklamanın ardından, 6 Mart günü çocuklara yönelik cinsel istismar ve işkence ile gündeme gelen Pozantı M Tipi Çocuk Cezaevi’ndeki 218 çocuğun Ankara’ya nakilleri başladı. Çocuklarının uzak bir ile gönderilmesine aileler tepki gösterdi. Yetkililerle görüşemeyen ve çocuklara getirdikleri para ile kıyafet alınmayan aileler tepkili. Aileler, tüm çocukların cezalandırıldığını söyledi.
Karakol değil demokratik lise
ÇOCUKLARIN YERİ CEZAEVİ DEĞİL OKULDUR Mersin Emek ve Demokrasi Platformu ile İnsan Hakları Derneği Adana Pozantı Cezaevi önünde basın açıklaması yaptı. Açıklamaya BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, İHD Tarsus Şubesi, KESK Adana Şubeler Platformu katılarak destek verdi. Kurumlar adına açıklama yapan İHD Mersin Şube Başkanı Ali Tanrıverdi, 2011 yılında TMK mağduru 152 çocuğun gözaltına alındığını, 76 çocuğun tutuklandığını hatırlatarak, “Bu sayıların 2012 yılında da artarak devam etmesi biz insan hakları savunucularını ve emek, demokrasi bileşenlerini endişelendirmektedir” dedi. Tanrıverdi, “Biz bu çocukları sonuna kadar sahipleniyoruz, bunların yeri cezaevi değil okul sıralarıdır” şeklinde konuştu.
◗ İSTANBUL İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi, çocuk şube ve Maltepe İlçe Emniyet Müdürlüğü’nden polisler, 1 Mart Cuma günü Ertuğrul Gazi Lisesi yönetimi ve öğretmenlerin katılımıyla bir toplantı düzenledi. Hiçbir öğrencinin alınmadığı toplantıda, “okulun ve öğrencilerin durumu”nunu konuşulduğu öğrenildi. Toplantı sırasında okulun bahçesinde bekleyen sivil polislerin kafa sallayarak bazı öğrencileri tehdit ettiği ileri sürüldü. Ders saatinde yapılan toplantı nedeniyle iki dersin
boş geçtiği bildirildi. TMŞ ve çocuk şube polislerinin 5 Mart’ta da yeniden okula geldikleri ve öğrencilerle konuşmaya çalıştıkları bildirildi. Polislerin, bazı öğretmenlere işbirliği dayattığı, idare ile birlikte öğretmenler ve öğrenciler üzerinde baskı kurmaya çalıştığı bildirildi. Öte yandan LÖB üyeleri bu durumu protesto amacıyla lisenin duvarlarına ve çevresine, “Karakol değil demokratik lise”, “Liseler bizimle özgürleşecek”, “Meydan oku özgür ol liselerde LÖB’lü ol” şeklinde yazılamalar yaptı.
u s to s te ro p a n g lo o B e d ’n li Kocae ◗ KO CAELİ Bologna sistemi, pek piyasalaştırılmasını öngören Üniversitelerin adım adım caeli Üniversitesi hız kazanmaya başladı. Ko ile ar arl kar an alın e ted çok üniversi , üniversiteme dokunma” m, nitelikli eğitim; Bologna bili r zgü “Ö de ri cile ren öğ rleşkesi’nde yoğun rçekleştirdi. Umuttepe Ye ge üş rüy yü bir el les kit pankartıyla bir araya gelen bini aşkın aya kar şın 1 Mart günü hav uk soğ ve a ışın yağ kar önüne yürükunma” diyerek rektör lük do e tem rsi ive ün a, gn öğrenci, “Bolo rüyüşte “Öğrencinin deışlar eşliğinde yapılan yü alk ve r kla ıslı lar, gan Slo . dü dir”, “Bologna’yı defol, üniversiteler bizim aye rm “Se ü”, tör rek in e ğil, sermayen el güvenliklerin engellem nma” sloganları atıldı. Öz ku do e tem rsi ive zer ün Se , . dır Dr kal r, rektör Prof. lük önüne gelen öğrencile girişimlerine kar şın rektör tör, gelmediği gibi, bazı iyi iletmek istedi. Ancak rek ini ler ep tal ’na ğlu uo ms Ko rün görüşme açıklama gönderdi. Rektö bir ılı yaz e nd nü yö u uğ abetçi şeyler de old klamada, ”Ezberci ve rek açı ı tığ yap y, ıso Ar rve Me yapmaması üzerine yararına bilimin selelerde konuşan, halk me sal lum top n, tışa tar , değil, üreten dından öğrenciler, eylemiversite istiyoruz” dedi. Ar ün bir li elik nit ı dığ alın s esa (ETHA) lerinin süreceğini belirtti.
ATILIM, SOSYALİST GENÇLERLE BULUŞTU ◗ İSTANBUL/İZMİT Gazetemiz Atılım, okur toplantıları kapsamında bu kez sosyalist gençlerle buluştu. İstanbul ve İzmit’te düzenlenen toplantılarda sosyalist gençler devrimci ajitasyonun önemi ve gazetenin rolü üzerine verimli tartışmalar yürüttü. 1 Mart günü İstanbul’da Sosyalist Gençlik Derneği il binasında yapılan toplantıya gazetemiz editörü Sıtkı Güngör katıldı. Toplantıda politik gelişmeler üzerine tartışma yürütüldü. Atılım’ın örgütlenmede oynadığı role ilişkin değerlendirmelerde bulunan Güngör, geçmiş dönemin deneyimlerine değindi, gazeteyi üniversite ve liseli gençlerle buluşturmanın önemine vurgu yaptı. Toplantıda etkin bir dağıtım ağı örgütlemek, sosyalist gençlerin politik eğitiminde gazeteyi daha etkin kullanmak ve merkezi ajitasyon çalışması örgütlemek üzerine kararlar alındı. SGD’liler 2 Mart cuma günü İstiklal Caddesi’nde kalabalık bir şekilde gazetemizin dağıtımını yaptı. Sosyalist gençler, bir buçuk saat boyunca ajitasyon çalışması yürüttü, gazeteyi tanıttı.
Sadece Pozantı değil
SGDF: Aynı suçu işliyoruz Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF), İstanbul, Adana, Hatay, Eskişehir ve Tokat’ta tutuklu öğrencilerle özgürlük istedi, “Biz de aynı suçu işliyoruz ve işlemeye devam edeceğiz” dedi. ◗ TOKAT
Tokat’ta valilik önünde eylem yapan SGD üyeleri, tutuklu öğrenciler gerçeğine dikkat çekti. SGD adına açıklama yapan Ali Aykul, tutuklanan arkadaşlarının işlediği söylenen suçları kendilerinin de işlediğini belirterek, “Tek bir tutuklu öğrenci kalmayana kadar eylemlerimizi sürdüreceğiz” dedi. SGD’liler, “TMY çöpe öğrenciler kampüse”, “Baskılar bizi yıldıramaz” sloganlarıyla eylemi bitirdi. Hapishanelerde tutuklu bulunan arkadaşlarına mektup gönderdi. ◗ HATAY
Hatay’da Saray Caddesi’nde yürüyüş gerçekleştiren SGD’liler, açıklamalarını Mydonose Cafe önünde gerçekleştirdi. SGD’liler adına açıklama yapan Sezgi Çolakoğlu, tutuklu öğrenci arkadaşlarının derhal serbest bırakılmasını istedi.
Çolakoğlu, açıklamada, iktidarın, toplumsal muhalefetin her çeşidini baskı altına almak istediğini, toplumu aydın yönleriyle ileriye taşıyacak öğrenci gençliği ise bu anlamda hedef tahtasına oturttuğunu vurguladı. Açıklama sonrasında tutuklu öğrencilere kart ve mektup gönderildi. ◗ ADANA
Adana’da Sosyalist Gençlik Derneği üyeleri ise tutuklu öğrencilerle dayanışmak amacıyla Merkez Postanesi önünde basın açıklaması yaptı, tutuklu öğrencilere kart gönderdi. SGD üyesi Ali Bakır, “Yaşadığımız şu günlerde hapishanelerde yaklaşık 600 tutuklu öğrencinin bulunuyor olması, ‘Dindar nesil yetiştirmeyelim de isyankâr mı olsunlar’ diyen Başbakan Erdoğan’ın niyetiyle paralelliğini yansıtıyor” dedi. Tutuklu öğrencilerin yaptıklarını kendilerinin de savunmaya devam
edeceklerini söyleyen Bakır, “Eğer onların yaptığı suçsa, bu suçu biz de işlemeye devam edeceğiz” dedi. ◗ ESKİŞEHİR
Eskişehir’de ise Sosyalist Gençlik Derneği (SGD) üyeleri, Anadolu Üniversitesi yemekhanesi önünde yaptıkları eylemde, Özel Yetkili Mahkemeler ve polisin hayal gücünün tutuklamalara neden olduğuna dikkat çekti. SGD üyeleri adına açıklama yapan Yusuf Ağıl, “Biz Sosyalist Gençler bu hukuksuzluğa ve uzun tutukluluk hallerine karşı arkadaşlarımızın suçsuzluğunu her şartta dillendireceğiz” dedi. Eyleme YDG, Ekim Gençliği ve DPG de destek verdi. ◗ İSTANBUL
İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünde basın açıklaması yapan SGD üyeleri, tutuklu öğrencilere dayanışma kartı
gönderdi. Eylemde “TMY çöpe tutsaklara özgürlük”, “Tutuklu öğrenciler serbest bırakılsın”, “Welat Yıldız serbest bırakılsın”, “Söz, eylem örgütlenme hakkımız engellenemez” sloganları atıldı. SGD adına basın açıklamasını okuyan Didem Arda, İtalya’da faşist Mussolini’nin devrimci lider Antonio Gramsci’yi ‘Bu beyni 20 yıl durdurmalıyız’ diyerek hapsetmesini hatırlattı ve son dönemde artan
ilginç tutuklama gerekçelerine örnekler verdi. Arda, “Eğer onların yaptığı suçsa, bu suçu biz de işlemeye devam edeceğiz. Hapishanelerde tutuklu tek bir arkadaşımız kalmayana, özgürlük rüzgârı dört bir yanda esene kadar hesap soracağız” dedi. Ardından gençler, dayanışma kartlarını tutuklu öğrencilere gönderdi. (ETHA)
10 Mart 2012 ÖNDER BABAT ANILDI
◗ İSTANBUL 8 yıl önce Taksim İmam Adnan Sokak’ta bulunan Devrimci Hareket Dergisi bürosundan çıkışta vurularak öldürülen Önder Babat, 3 Mart’ta yoldaşları tarafından vurulduğu yerde anıldı. Anmada “Önder Babat ölümsüzdür”, “Katil devlet hesap verecek” sloganları atıldı. Devrimci Hareket tarafından düzenlenen anmada saygı duruşunun ardından Eray Sargın açıklama yaptı. “Biz faşizmi çok iyi tanıyoruz. Faşizmin Önder’leri katledenleri neden yargılamayacağını ve gerçek katilleri bulmayacağını da çok iyi biliyoruz. Buna kısa süre önce sonuçlanan Hrant Dink davasında da tanık olduk” şeklinde konuşan Sargın, Önder Babat’ı anmanın anlamı ve önemine değindi. Sargın, “Önderi anıyoruz. Çünkü hesap sorma bilincini geliştireceğimizi; onu vuran elleri kırmayı da, o ellerin sahibi sistemle hesaplaşmayı da, mücadelemizin odağına koyacağımızı; bedeli ne olursa olsun Önder gibi yaşayacağımızı bir kez daha ilan ediyoruz” diyerek konuşmasını bitirdi.
KARATAŞ CEZAEVİ’NDE KADINLARA BASKI
●
◗ İSTANBUL Yaklaşık 7 yıldır Kocaeli 2 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan Hatice Şahin, cezası bittiği halde tahliye edilmiyor. Gerekçe ise Kürtçe şarkı söylediği için hakkında başlatılan soruşturmanın devam ediyor olması. Şahin, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu’na gönderdiği faksla durumu hakkında bilgi vererek yardım istedi. Şahin’in faksında şu ifadeler yer alıyor: “Yaklaşık 7 yıldır cezaevindeyim. 23 Şubat 2012 tarihinde cezam bitti ve tahliye olmam gerekiyordu. Fakat cezaevi idaresi, anadilim olan Kürtçe ile şarkı söylediğim için hakkımda soruşturma açtı. Ve bu soruşturmadan dolayı tahliyem engellenmektedir. Soruşturma sonuçlanıncaya kadar beni tahliye etmeyeceklerini söylediler. Kürtçe şarkı söylediğim için bu şekilde cezalandırılmam insanlık ve hukuk dışı bir uygulamadır. Tahliye edilmemem yargısız infazdan başka bir şey değildir.” Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde 2009 yılından beri “MLKP’ye üye olmak” iddiasıyla tutuklu bulunan Alihan Alhan da, 28 Temmuz 2011 yılında görülen duruşmada serbest bırakılmasına karşın hakkında süren ‘disiplin soruşturması’ gerekçesiyle hala salıverilmedi.
PINAR SELEK’E SAVCI MÜEBBET İSTEDİ ◗ İSTANBUL Mısır Çarşısı’nda meydana gelen patlamayla ilgili görülen davada duruşma savcısı esas hakkındaki mütalaasını sundu. Savcı, sosyolog-yazar Pınar Selek ile birlikte 3 sanık hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istedi. Mısır Çarşısı’nda 9 Temmuz 1998 meydana gelen patlamayla ilgili davada aldığı beraat kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından bozulan Sosyolog Pınar Selek’in yargılanmasına 7 Mart’ta Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’nde devam edildi. Duruşmaya sanıklar katılmadı. Mütalaaya karşı görüşü sorulan Pınar Selek’in avukatı Akın Atalay, “Bizim müvekkilimiz hakkında daha önce direnme kararı verildi. Bu nedenle, müvekkilimiz hakkında verilen mütalaa yok hükmündedir” dedi.
atılım 5
●
HDK’nın birleşik mücadelesinden korkuyorlar
Faşizme karşı kardeşlik geçidi
Burjuva basında HDK hakkında çıkan provokatif haberler tepkiyle karşılandı. HDK sözcülerinden Ertuğrul Kürkçü, “Hedef gösteriliyoruz” dedi. ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ise “HDK’dan korkmakta haklılar. Yolumuzda yürüyeceğiz” yanıtını verdi. ◗ İSTANBUL HaberTürk Gazetesi’nin 6 Mart günkü manşetinden yer verdiği “KCK bitti HDK geldi” başlıklı provokatif haberde, “İstihbarat kaynakları KCK’nın MİT’in kontrolünde bir örgüt olduğu imajını ortadan kaldırmak için KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın örgüt yönetimine Halkın Demokratik Kardeşliği (HDK) isimli yeni bir yapılanmaya gidilmesi talimatı verdiği”ni yazdı. Aynı haber başka gazetelerde de yer aldı. Halkların Demokratik Kongresi (HDK) sözcülerinden BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü ve Ezilenlerin Sosyalist Partisi Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, HDK’ye ilişkin provokatif haberlere tepki gösterdi. KÜRKÇÜ: HEDEF GÖSTERİLİYORUZ Halkların Demokratik Kongresi (HDK) sözcülerinden BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, HaberTürk gaze-
◗ ADANA Adana’da 8 Mart Kadın Platformu üyeleri, Karataş ilçesindeki Karataş Kadın Kapalı Cezaevi’ndeki tutuklu ve hükümlü kadınların kötü koşullarda tutulduğunu, taciz edildiğini açıkladı. Adana Merkez Seyhan İlçesi’nde Merkez Postanesi önünde 8 Mart Kadın Platformu adına basın açıklaması yapan Derya Çiçek, Karataş Kadın Kapalı Cezaevi’ndeki tutuklu ve hükümlü kadınların içme suyunun bile sorun olduğunu söyledi. Çiçek, “Karataş’ta kalan mahkumlara yönelik taciz olayları yaşanmakta, kadınlar ring araçlarında çok kötü koşullarda mahkemelere götürülüp getirilmektedir. Üstelik her giriş çıkışta XRay cihazından geçirilen kadınlara insanlık onuruna yakışmayacak arama biçimleri dayatılmaktadır” şeklinde konuştu. Sorumluları göreve çağıran Kadın Platformu üyeleri, cezaevinde yaşanan baskılara son verilmesini istedi.
TAHLİYE OLDU AMA CEZAEVİ BIRAKMIYOR
GÜNCEL
HaberTürk ne demişti?
tesinde HDK ile ilgili olarak yer alan habere ilişkin “Hedef gösteriliyoruz” dedi. Kürkçü, “Bu provokasyondan ibarettir. Haber değeri olarak bunu yayınlayan gazetenin son derece çirkin bir tertip içinde olduğunu düşünüyorum” şeklinde konuştu. ‘HABERİN KAYNAĞI KATLİAMLARIN SORUMLUSU MİT’ ESP Genel Başkanı Yüksekdağ yaptığı yazılı açıklamada, HaberTürk ve Bugün gazetelerinde ESP’nin de bileşeni olduğu HDK ile ilgili haberi hatırlatarak, “MİT’e dayandırılan provakatif haber, polisiye yanıyla elbette dikkate değerdir. Haberin palavralardan ve gülünç tutarsız-
HaberTürk Gazetesi’nin provokatif haberinde şunlar ifade edildi: “HDK’nın 36 farklı yapılanmadan meydana geleceği ve bu yapı içerisinde aşırı sol örgütlerin de bir araya getirilmesinin hedeflendiği tespit edildi. İstihbari bilgilere göre yapı içerisinde Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP), Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKPC) ve Devrimci Karargâh gibi silahlı terör örgütlerinin de yer alması
lıklardan ibaret olmasını bir yana bırakırsak, ‘77 1 Mayıs’ı, Maraş ve Sivas katliamları başta olmak üzere, sayısız katliam ve provokasyondan sorumlu olan eli kanlı MİT’in böyle bir habere kaynak gösterilmesi, polisiye saldırıların habercisi olarak hesaba katılmalıdır. Fakat bu, TMY ve ÖYM’lerle yürütülen faşist terörün yeni bir örneği olmaktan fazla bir anlam taşımaz” dedi. HDK’DEN KORKMAKTA HAKLILAR “Asıl önemli olan ise bu haberle, hedef tahtasına konulduğu ilan edilen HDK’dan duyulan politik endişe ve korkudur” diyen Yüksekdağ, şöyle devam etti: “Siyasi düzenin faşist egemenleri ve AKP Hükümeti halklarımızın devrimci, yurtsever, antifaşist, ilerici güçlerinin Türkiye cephesinde anlamlı siyasal başarılara, gelişmelere öncülük edebilecek bir cepheleşme adımı atmasından ve bu adımın politik pratiklerle büyümeye başlamasından korkuya kapılmışlardır.” ESP olarak, HDK’nın, ezilenlerin sorun, talep ve özlemleri zemininde daha güçlü bir politik merkez olarak yoluna devam edeceğini bildiren Yüksekdağ, ekledi: “Faşist yalanlara dayanan bu provokatif haber egemenler için ne anlam taşırsa taşısın bize iki şey söylüyor, iki görev yüklüyor: Birincisi, HDK’ ya yönelik faşist saldırılara, sokaklarda, alanlarda, polis merkezleri ve ÖYM’ler önünde gerekli kitlesel cevapları vermeye hazır olmak. İkincisi, HDK’nın, işçi sınıfının, Kürt halkımızın, kadınların, gençliğin, yoksulların, halklarımızın Alevi bölüklerinin, kısacası tüm ezilenlerin sorunlarını, taleplerini ve özlemlerini bayraklaştırarak, daha güçlü bir politik varoluşla yoluna kararlılıkla devam etmesidir.”
amaçlanıyor. HDK’nın KCK’dan farklı üst çatı partisi olması amaçlanırken, yeni oluşumun siyasal bir parti gibi hareket etme eğiliminde olacağı, BDP’yi de organize edeceği istihbarat kaynaklarına ulaşan bilgiler arasında. Örgütün kurulum aşamasında sona yaklaşıldığını kaydeden kaynaklar, Kandil’de eğitimlere de başlandığının altını çiziyor. Terör örgütünün üst yöneticilerinin yeni yapılanmanın içerisine emniyet,
MİT ve askeri personelin sızmaması için de birtakım önlemler aldığı, bu kapsamda kentlerdeki HDK üyelerinin bilgilerinin Kandil’e özel bir kurye ile iletilmesinin bulunduğu da belirtiliyor. Bilgiler Murat Karayılan’ın da içinde bulunduğu yürütme konseyi tarafından incelendikten sonra yeniden kente gönderilecek. Yeni yapılanmaya örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın da onay verdiği ileri sürüldü.”
Başka Maraşlara izin vermeyeceğiz ◗ ADIYAMAN/MANİSA/ ANTALYA Binlerce Alevi, Alevilerin evlerinin işaretlenmesine karşı Adıyaman’da buluştu. Alevi dernekleri, Adıyaman’da Alevilerin evlerinin işaretlenmesini protesto etmek için bir araya geldi. Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez, sorumluların açığa çıkarılmasını ve yargılanmasını istedi. İdris Naim Şahin’in işaretleri çocukların yaptığı yönündeki açıklamalarına tepki gösteren Geçmez, “Kim bu çocuklar? İyi çocuklar mı?” diye sordu. Alevilerin barış ve kardeşlikten başka şiarlarının olmadığını söyleyen Geçmez, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bizler bu topraklar da binlerce yıldır yaşıyoruz ve yaşamaya da devam edeceğiz. Bu topraklarda barış ve kardeşlik içinde yaşamak için her türlü mü-
cadeleyi sergileyeceğiz.” Hacı Bektaş Veli Kültürünü Araştırma ve Yaşatma Derneği Başkanı Kenan Akpınar da Adıyaman’da Alevilerin evlerinin kapılarının işaretlenmesine tepki gösterdi, derneklerine tehdit mektubu gönderildiğini duyurdu. Manisa ve Antalya’da yapılan eylemlerde, başka Maraşlara izin verilmeyeceği vurgulandı. Manisa’da, Alevi Kültür Derneği, Manolya Meydanı’nda basın açıklaması yaptı. Alevilere yönelik sistematik katliam ve asimilasyon politikalarının uygulandığını söyleyen dernek yönetim kurulu üyesi Bilal Kılıç, şunları söyledi: “Bizlerin Alevi ve Sünni yurttaşlarımızdan tek bir isteğimiz vardır. Halklar arasında kin ve nefret tohumunu ekmek ve farklılıkları birbirinde ayrıştırarak düşmanlaştırmak isteyen sömürücü, egemen güç odaklarının oyununa gelinmeme-
sini, demokratik ülkelerde olduğu gibi, çok kültürlü bir yapı içerisinde farklılıklarımızı kabullenip insanın ve insan yaşamının kutsallığına inananlar olarak birlikte ve kardeşçe yaşayabiliriz.” Adıyaman’da evlerin işaretlenmesi, Antalya’da da protesto edildi. Kışlahan Meydanı’nda toplanan yüzlerce kişi, sloganlar, ıslıklar ve zılgıtlarla evlerin işaretlenmesini ve yetkililerin duyarsızlığını protesto etti. Kitle sık sık “Dün Maraş’ta, bugün Sivas’ta, çözüm faşizme karşı savaşta”, “Susma sustukça sıra sana gelecek” sloganları attı. Alevi Bektaşi Dernekleri adına yapılan açıklamada, “Bu olay bize Maraş katliamını çağrıştırmıştır. Bunu çocukların yaptığı söyleniyor. Bu çocuklar kimdir? Olayın failleri bulunup cezalandırılmasını, üstünün kapatılmamasını istiyoruz” denildi.
Hocalı katliamı protestosu adı altında ırkçı gösteriye sahne olan Taksim Meydanı, bu kez halkların kardeşliği eylemine ev sahipliği yaptı. ◗ İSTANBUL Geçtiğimiz hafta ‘Hocalı Katliamı’nı protesto adı altında ırkçı gösteriye sahne olan Taksim, 4 Mart’ta halklar bahçesine ev sahipliği yaptı. Çok sayıda siyasi parti ve demokratik kurum, Taksim’de, “Irkçılığa karşı halkların kardeşliği yürüyüşü” düzenledi. Yüzlerce kişi, kendi anadillerinde aynı mesajı verdi: Yaşasın halkların kardeşliği. NEFRET SİZİN İNSANLIK BİZİM Halkların Demokratik Kongresi, Azeri Sosyalistler, Gürcü Kültür Merkezi, Hemşin Kültür ve Araştırma Derneği, Jineps Gazetesi, Kafkas Dernekleri Federasyonu ve Kangal Dernekler Federasyonu’nun da içinde olduğu çok sayıda kurumun çağrısıyla yüzlerce kişi Taksim’de bir araya geldi. Kitle, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Hepimiz Ermeni’yiz, Hepimiz Hrant’ız”, “Irkçılığa geçit yok”, “Nefret sizin, insanlık bizim” sloganları ve dövizleriyle yürüdü. Yürüyüş sırasında Adıyaman’da Alevilerin evlerinin işaretlenmesine tepki olarak, çarpı işareti atılmış dövizler taşındı. Kitle, Taksim Meydanı’na ulaştığında Azeri, Ermeni, Kürt, Zazaki, Adıge, Abhaz, Laz, Çerkes temsilciler, anadillerinde halkların kardeşliğini
dile getirdi. İŞTE BURADAYIZ Eylemi düzenleyen örgütler adına açıklamayı Çerkes Jineps dergisi yazarı ve HDK üyesi Yaşar Güven yaptı. Yapılan ırkçı eylemin afişinde yazan “Ermeni yalanına kanma” sözünü hatırlatan Güven, “Amaç Hocalı değildi. 1915’te bir halkın tüm kültürünün, sosyal dokusunun, tarihsel mirasının yok edildiği, kökünün kazındığı, soykırıma uğratıldığı gerçeğinin inkarıydı” dedi. Hrant Dink cinayeti ve ardından binlerce kişinin adalet eylemlerini hatırlatan Güven, şöyle devam etti: “Israrla mahkeme sürecini takip eden, bu topraklarda halkların kardeşliği için mücadele edenlere verilmek istenen gözdağıydı. Aynı zamanda kaynayan Ortadoğu kazanında Türk milliyetçiliği, ırkçılık ve şovenizm tırmandırılarak kitleler savaşa hazırlanmalıydı.” Güven, son olarak şunları söyledi: “İşte buradayız. Çok çeşitliyiz. Buranın halklarıyız. Ermenileri yalnız bırakmayacağız. Hiçbir ezilen, inkar edilen, imha tehdidi altında olan halkı yalnız bırakmayacağız. Biz en temel insani değerlere sahip çıkan herkesi ırkçılığa, milliyetçiliğe, nefrete, şovenizme karşı birleşmeye çağırıyoruz.” (ETHA)
12 Eylül’ün polis şefi öldürüldü ◗ ANKARA 12 Eylül döneminde Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde “Siyasi Şube” olarak bilinen ve gözaltında işkenceyle anılan 1. Şube Müdürü olan Hasan Eryılmaz öldürüldü. Eryılmaz, Asayiş Daire Başkanlığı görevini de yürütmüştü. Ankara-Konya Karayolu İncek Mevki’nde 06 ZUY 06 plakalı araç içerisinde, sürücü koltuğunda vurulmuş birinin bulunduğu ihbarı üzerine yapılan incelemede Hasan Eryılmaz’ın cesedi bulundu. Adli Tıp Kurumu’nda otopsisi yapılan Eryılmaz’ın, ilk rapora göre 5 santimetre mesafede açılan ateş sonucu sol kulak arkasında girerek kafatasının arka tarafından çıkan tek kurşunla öldürüldüğü belirlendi. Bu arada Eryılmaz’ın aracının sağ koltuğunda bulunan beylik tabancasının ise ateşlenmediği iddia edildi. Cinayet büro
dedektifleri ise cinayetin profesyonelce olduğunu belirtiler. Hasan Eryılmaz’ın öldürülmeden bir gün önce kendisini takip eden 2 kişiden şüphelendiği ve bu durumu yakınlarıyla paylaştığı belirtildi. 12 Eylül askeri savcılarından Nurettin Soyer, Uğur Mumcu’ya verdiği söyleşide, darbe sırasında MHP’lilerin sorgusunu anlatırken Hasan Eryılmaz’ın da adını anmıştı. Soyer, daha sonra aranan bazı MHP’lilerin o sırada Ankara’da Siyasi Şube Müdürü olan Hasan Eryılmaz tarafından bırakıldığını Mumcu’ya söylemişti. Soyer, Uğur Mumcu’nun “Eryılmaz tek başına mı bıraktı bunları?” sorusu üzerine, “Bana sordu; A ‘ lbayım, bunların bir ilişkileri yok, bırakalım mı?’ O zaman salacaksınız, dedim” yanıtını vermişti. Eryılmaz’ın adı, 12 Eylül darbesiyle ilgili suç duyurularında geçmişti.
ESP’den ‘sohbet’ sorgusuna tepki ◗ ADANA Adana’da 8 Mart çalışması kapsamında afiş asarken gözaltına alınan ve Adana Emniyet Müdürlüğü’nde “sohbet” adı altında sorguya çekilen SKM ve ESP üyeleri, İHD Şubesi’nde basın toplantısı düzenledi. Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) MYK üyesi Serpil Arslan, 8 Mart çalışmalarının sürekli engellemelerle karşılaştığını hatırlattı, “2 Mart Cuma günü Meydan Mahallesi’nde SKM afişlerini yaptığımız sırada polisler tarafından durdurularak gözaltına alındık. Adana Emniyet Müdürlüğü’ne götürülerek gözaltına alınmamızla alakasız olarak ‘sohbet’ adı altında tek tek sorguya çekilmek istendik. Bu yapılana itiraz ettiğimizde de polisin ters tavırları ile karşı karşıya kaldık. Gözaltına alınan SKM’li arkadaşlarımızın aileleri aranarak korkutulmak ve bu arkadaşlarımız üzerinde aile baskısı oluşturulmaya çalışıldı” diye konuştu. Partilerinin siyasi çalışmalarının yasa dışı gösterilmek istenmesine tepki gösteren Arslan, açıklamasını şöyle sürdürdü: “AKP Hükümeti’nin TMY ile toplumun her kesimini ‘terörist’ ilan ettiği bu dönemde polisin bu keyfi tutumu ve ardı arkası kesilmeyen baskıları bizleri yıldıramayacaktır. Bizler ESP ve SKM üyeleri olarak bu baskılara karşı yıllardır sürdürdüğümüz meşru mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz, aksine daha fazla mücadelemizi yükseltmeye devam edeceğiz. Adana polisinin bu tutumunu kınayarak suç duyurusunda bulunacağımızı buradan ilan etmek istiyoruz.” (ETHA)
6
atılım
YÜRÜYÜŞ BİTTİ MÜCADELE SÜRECEK
●
EMEK
10 Mart 2012
●
Bir ayda 42 iş cinayeti İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin hazırladığı Şubat ayı iş cinayetleri raporuna göre, 42 işçi yaşamını yitirdi. Rapora göre, iş kazaları en çok enerji sektöründe yaşandı. Limter-İş Genel Başkanı Kanber Saygılı, iş cinayetlerine karşı ortak mücadele gerektiğini belirtti.
◗ ANKARA CHP’li Maltepe Belediyesinin işten çıkardığı taşeron işçiler, 14 günlük yürüyüşün ardından 2 Mart’ta Ankara’ya ulaştılar. Yapılan görüşmelerden bir sonuç elde edemediklerini belirten işçiler, direnişlerine İstanbul’da devam edeceklerini açıkladılar. Direnen işçilerden Alper Ekinci, CHP Genel Başkan Yardımcıları Yakup Akkaya, Gökhan Günaydın ve Birgül Ayman Güler ile görüştüklerini ve bir sonuç alınamadığını söyledi. “Somut bir şey söylemediler. Yaptığımız eylemin AKP’ye yönelik yapılması gerektiğini belirttiler. Taşeronluk sistemi nedeninin AKP olduğunu ve yapacakları bir şeyin olmadığını söylediler. Biz de Maltepe Belediyesi’nin işçileri olduğumuzu hatırlattık. İlk hedefimizin Maltepe Belediyesi’ndeki problemi çözmek olduğunu ifade ettik.” İşçiler, 3 Mart günü de Sakarya Caddesi’nde de bir basın açıklaması gerçekleştirdiler. İşçiler adına konuşan Alper Ekinci, “Taşeronluk işçinin ölümcül bir girdabın içinde kaybolmasıdır. En başta işçinin elinden insan olma hakkının alınmasıdır” dedi. İşçiler, mücadelelerine İstanbul’da devam edecek.
DAHA ÇOK ÇALIŞIYORLAR DAHA YOKSULLAR
◗ İSTANBUL Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası ve İstanbul Tabip Odası kadın komisyonları “Kadın ve Güvencesiz Emek” başlığıyla panel düzenledi. Şişli Etfal Hastanesi Konferans salonunda yapılan panelde konuşan Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, “Fiili meşru mücadele yükseldikçe kadınları en ön saflarda görüyoruz. Siyasi iktidar bu yüzden kadınlardan çok korkuyor” dedi. Çerkezoğlu, tutuklu KESK’li kadınları selamlayarak konuşmasını sonlandırdı. Birgün Gazetesi yazarı Bilge Çetinkaya, kadın emeğine dair çarpıcı veriler sundu. Çetinkaya, yoksulluk verilerinin cinsiyete bakılmadan toplandığını hatırlattı. Çetinkaya, kadınların daha fazla çalışmalarına rağmen daha az ücret aldıklarına dikkat çekerek, “Çok çalışıyoruz ama çok yoksuluz” diye konuştu. Dr. Müge Yetener ise “Sağlık bireysel değil toplumsal olaydır. Kadınlar sağlığa erkeklerden daha az erişirler” dedi. Genel Sağlık Sigortası’yla kadınların dezavantajlı konumu göz ardı edilerek erkeklerle aynı uygulamalara tabi tutulduğunu ifade eden Yetener, cinsiyetçi iş bölümünün yasalara da yansıdığını sözlerine ekledi.
◗ İSTANBUL İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Şubat ayında yaşanan iş cinayetlerine ilişkin raporu açıkladı. 24 işçinin yaşamını yitirdiği, İstanbul, Adana, İzmir ve Hatay’da iş kazalarının yaşandığı Şubat ayında en çok iş kazası enerji sektöründe yaşandı. İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi üyeleri, Taksim Tramvay Durağı’nda toplandı. Eyleme, DİSK Genel Başkan Yardımcısı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Kanber Saygılı, Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal ve İstanbul Tabip Odası, EMO, Hava-İş ve Davutpaşa ailelerinin de aralarında olduğu çok sayıda kurum yöneticisi ve kişi katıldı. İŞ KAZASI DEĞİL İŞ KATLİAMI Enerji-Sen üyesi taşeron işçilerinin yoğun katılım sağladığı eylemde, ilk olarak Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal konuştu. Kartal, Gökdere Barajı’ndaki patlamayla ilgili gözlemlerini aktardı. Bölgede işsizliğin yoğun olduğunu, özellikle gençlerin güvencesiz, bir ekmek parasına çalışmak zorunda kaldığını kaydeden Kartal, “Halk ciddi anlamda sindirilmiş.
Kazadan sonra devlet, imamıyla, diyanet görevlileriyle köylüler üzerinde ciddi bir baskı kurmuş durumda. Tazminat ödeneceği, kayıp işçilerin bulunacağı, ölen işçilerin yerine her aileden bir kişinin barajda çalıştırılacağı gibi çeşitli vaatlerle tepkiler dindirilmeye çalışıyor” dedi. 2 YILDIR ADALET MÜCADELESİ VERİYORUZ 2009 yılında iş cinayetine kurban giden taşeron işçisi Erkan Keleş’in kardeşi Haydar Keleş, 2 yıldır adalet mücadelesini sürdürdüklerini söyledi. Kardeşinin 35 bin vatta, hiçbir teknik eleman desteği, uzman olmadan güvencesiz koşullarda çalıştırıldığı için yaşamını yitirdiğini belirten Keleş, “Büyük bir acı yaşadık, yaşıyoruz. Dilerim kimse bunu yaşamaz. Biz sadece adalet istiyoruz” diye konuştu. İŞ CİNAYETLERİNE KARŞI ORTAK MÜCADELE ÖRÜLMELİ Limter-İş Genel Başkanı Kanber Saygılı, iş cinayetlerinin Türkiye’nin en temel sorunlarından biri olduğunu vurguladı. “Bu sorun, gerek patronlar tarafından gerekse patronların bir dediğini iki
etmeyen AKP Hükümeti tarafından görmezden geliniyor” diyen Saygılı, taşeronluk sisteminin iş cinayetlerini kat kat arttırdığına dikkat çekti. Saygılı, iş cinayetlerine karşı ortak mücadele gerektiğinin altını çizdi. DİSK Genel Başkan Yardımcısı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, Gökdere Köprü Barajı’nda yaşanan kazanın son derece açık bir iş cinayeti olduğunu vurguladı, buna karşı toplumsal duyarlılığın arttırılması gerektiğine işaret etti. Konuşmaların ardından “İn-
sanca bir yaşam istiyoruz”, “İş kazası değil bu bir cinayet”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek” sloganları ile BEDAŞ Genel Merkezi önüne yüründü. Efkan Balcı, İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin Şubat ayı iş kazaları raporunu açıkladı. Şubat ayında iş kazalarının en çok enerji, inşaat ve gıda sektöründe yaşandığını belirten Balcı, 42 iş cinayetinden 11 Adana’da, 8 İstanbul’da, 4 İzmir’de, 3 Hatay’da ölümlerin yaşandığını kaydetti. (ETHA)
263 madenci anıldı Zonguldak Kozlu’da 1992 yılında meydana gelen grizu patlamasında yaşamını yitiren 263 madenci anıldı. Etkinlikte konuşan GMİS Genel Başkanı Eyüp Alabaş, “İş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin dünyada hızla geliştiği bir dönemde, ülkemizin iş kazalarında dünyada üçüncü, Avrupa’da birinci sırada olması hepimiz için üzüntü vericidir” dedi, iş kazalarının, iş güvenliği önlemlerinin eksiksiz alınmasıyla en aza indirilebileceğine dikkat çekti. EN BÜYÜK MADENCİ KATLİAMI 1992 yılının 3 Mart akşamı saat 20.00 sularında, TTK Kozlu maden ocağında meydana gelen patlamada 500’den fazla maden işçisi sağ olarak kurtulmuş ancak yaşanan göçük ve yangınlarda 263 maden işçisi hayatını kaybetmişti. Kazanın hemen ardından hayatını kaybeden maden işçilerinden 116’sı ocaktan çıkarılmış ancak yangınlar ve göçükler nedeniyle diğer işçilere ulaşılamamıştı. 25 madencinin cesedine aylar sonra 2 Ağustos 1992 günü ulaşılabildi. Son iki madencinin cenazesi ise 5 yıl sonra Mayıs 1997’de ocaktan çıkarıldı.
HER EMEKLİYE İNTİBAK YOK ◗ ANKARA Hükümetin uzun bir süre propagandasını yaptığı intibak yasası Meclis’ten geçti. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’a göre Emekli Sandığı ve Bağ-Kur emeklileri yasadan yararlanamayacak. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur’da intibakı gerektiren bir durumun söz konusu olmadığını söyledi. Meclis Genel Kurulunda konuşan Çelik, sosyal güvenlik reformunun artık gerçekleştiğini, bunun ana parametreleri ile oynamamak gerektiğini söyledi. Çelik, “Ne kadar prim ödüyorsanız o kadar emekli aylığı almak durumundasınız” dedi. Emekli Sandığında intibakı gerektirecek bir durum olmadığını belirten Çelik, burada gösterge ve katsayı çerçevesinde aylık bağlama esasının söz konusu olduğunu, yıllar arasında bir fark bulunmadığını ifade etti. Çelik, “Bağ-Kur’da da basamak söz konusu. Basamaklar nedeniyle ödediklerinizin gereğini alıyorsunuz. Bu nedenle, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur’da intibakı gerektiren bir durum söz konusu değil” diye konuştu.
Adım taşeron, soyadım köle ◗ İSTANBUL Danıştay’ın “sağlıkta taşeron olmaz” kararından sonra, Çapa ve Cerrahpaşa üniversite hastanelerinde işten çıkarmalar gündeme geldi. Taşeron işçilerin 4-B kadrosuna alınma talebi kabul edilmeyince, Ocak ayında Çapa’dan 8, Cerrahpaşa’dan ise 43 işçi çıkarıldı. Mart ayı sonunda Çapa’dan 400 taşeron işçinin daha çıkarılması bekleniyor. Çapa ve Cerrahpaşa’da çadır kurarak direnişe geçen taşeron işçiler, kadrolu, güvenceli iş istiyor. Ayrıca kendilerinin işten çıkarılmasıyla diğer sağlık emekçilerinin
iş yükünün artacağına dikkat çekiyor. İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi bahçesinde direnişte olan işçilerden Cemal Bilgin, cebinden bugüne kadar çalıştığı taşeron firmaların kartlarını çıkartarak isyan ediyor: “Adım taşeron soyadım köle.” Hasta bakıcı olarak çalışan Bilgin, Cerrahpaşa’da 43 işçinin işten atılmasından ders çıkardıklarını belirterek, şöyle diyor: “Piyango bize vurmadan biz çadırımızı kurduk. Hasta bakıcı, temizlikçi, bir tane bile işçimizin çıkmasına tahammülümüz yok. Taşeron işçilerin yaşadıklarını kamuoyunun
bilmesi gerekiyor. Elimizde mahkeme kararı olmasına rağmen rektörlük bizi tanımıyor. İşçi sınıfı birlik olarak kazanır.” TEK SES OLALIM 2010 yılında taşeronlaştırma sistemine karşı kurulan Taşeron İşçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nin (TASİSDER) Başkanı Güneş Cengiz ise Danıştay’ın kararı ile sağlıkta taşeron çalıştırmanın önlendiğini söyledi. Ancak 4-B’ye alınma taleplerinin kabul edilmediğini belirten Cengiz, “istihdam fazlalığı” iddiasıyla 400 taşeron işçinin işten atılacağını
hatırlattı. Cengiz, işten çıkarılmaların önüne geçmek için mücadele ettiklerini anlatarak, Cerrahpaşa’dan atılan işçilerden 24’ünün işe iade davası açtığını hatırlattı. Dekanlığın, işçileri telefonla arayarak 1 Mart itibariyle işe alacağını söylediğini aktaran Cengiz, “Ama her an işten çıkartılabileceklerini, üniversite yönetimine dava açtıkları için iş garantilerinin olmadığını belirtmiş. Ve işe iade davasını geri çekerek işe başlayabileceklerini söylemiş. Cerrahpaşa işçileri ise davayı geri çekmeyecekler” dedi. (ÇAĞDAŞ AYDIN/ETHA)
4688, 8 Martları da gasp ediyor
◗ İSTANBUL 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda yapılması planlanan değişiklikle, pek çok belediyede kadınların mücadelesi ile kazanılan 8 Mart’ın resmi tatil olması hakkı gasp edilecek. Sadece Tüm Bel-Sen’in örgütlü olduğu 400’ü aşkın belediyede kadınlar, 8 Mart günü ücretli izinli sayılıyor. Sendikaların yaptığı toplu sözleşme ile 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde resmi tatil hakkını kazanan belediyede çalışan kadınlar, bu hakkını kaybetme tehlikesiyle yüz yüze. Kamu emekçilerine toplu sözleşme hakkı verileceği iddiasıyla AKP Hükümeti tarafından hazırlanan 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda değişiklik öngören tasarı, TBMM komisyonlarında görüşülüyor. Tasarı, grev hakkı olmadığı için toplu sözleşmenin bir anlamı olmayacağı gerekçesiyle memur sendikalarının yoğun tepkisini çekmişti. Tasarı, belediyelerde örgütlü sendikaların toplu sözleşme yetkisini de kaldırıyor. Tasarıya göre, tüm kamu emekçilerini kapsayacak toplu sözleşme, devlet adına Kamu İşveren Heyeti ve konfederasyonların üye sayısına göre temsilciden oluşan Kamu Görevlileri Sendikaları Heyeti arasında yapılacak. Tasarının kabul edilmesi halinde “her hizmet kolundaki yetkili” ibaresi de kaldırılacak. Söz konusu tasarı ile merkezi, tek tip ve konfederasyon odaklı bir toplu sözleşme hedeflenirken,
böylece hizmet kollarında örgütlü sendikaların etkinliği ortadan kaldırılıyor. Tasarı, 60 bin belediye çalışanını yakından ilgileniyor. Özellikle kadın çalışanlara getirilen bazı haklar tehlikede... MÜCADELE İLE KAZANILAN BİR HAK Belediyede çalışan kadınların bugüne kadar toplu sözleşme ile kazandığı haklardan birisi de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün ücretli izin ve tatil ilan edilmesi. Bu hak, KESK’e bağlı Tüm Bel-Sen’in örgütlü olduğu 418 belediyenin yüzde 90’ında toplu sözleşme ile güvence altına alınmış durumda. 4688 Sayılı Kamu Sendikaları Kanunu’ndaki değişiklikler TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilir ve yasalaşırsa, kadınların bu hakları ortadan kalkabilir. Tüm Bel-Sen Genel Başkanı Vicdan Baykara, belediyelerdeki toplu sözleşme yetkisinin bu yasa ile ortadan kalkamayacağını, çünkü konuyla ilgili uluslararası sözleşmeler ve AİHM kararları olduğunu belirtiyor. Baykara, ancak uygulamada belediye başkanlarının toplu sözleşme yapmaktan imtina etmesi durumunda, diğer bütün haklar gibi 8 Mart’ın resmi tatil olması hakkının da ortadan kalkacağına dikkat çekiyor. Baykara, bu tür sorunlar yaşanmaması için yasa tasarısında belediyelerde toplu sözleşme yapılabileceğine yönelik bir madde eklenmesini istediklerini dile getiriyor. (ETHA)
HDK: Kölelik zincirlerini kıralım ◗ İSTANBUL Halkların Demokratik Kongresi, “Emeğin sorunları ve Mücadele Olanakları” başlıklı panel ve forum düzenledi. Petrol-İş Sendikası Genel Merkezi’nde düzenlenen panele konuşmacı olarak Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Gaye Yılmaz, Birleşik Metal-İş TİS Uzmanı İrfan Kaygısız, Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Musa Servi, TTB Merkez Konsey üyesi Osman Öztürk katıldı. Panelde ilk sözü olan Dr. Gaye Yılmaz, kiralık işçinin egemen çalışma biçimini giderek almaya başladığını kaydetti. Yılmaz, “Dünyada buna geçici çalışma deniliyor. Geçici çalışma kesinlikle değil. Kalıcı geçicilik. Ömür boyu geçici çalışmak” diye konuştu. KIDEM SADECE GELİR DEĞİL Birleşik Metal-İş Sendikası TİS uzmanı İrfan Kaygısız, kıdem tazminatına sadece gelir fonksiyonu olarak bakılamayacağını belirterek, kıdem tazminatının fona devredilmesi durumunda çalışma ilişkilerinde sermayenin egemenliğinin artacağına işaret etti. Kaygısız, şunları söyledi: “Ulusal İstihdam Stratejisi ile birlikte taşeronluk daha da yaygınlaşacak. Geçici çalıştırmanın esas olduğu bir çalışma ilişkisinde,
sürekli çalışmayan işçiler kıdem tazminatı hakkından yararlanamayacak. Geçici işçiyi baz alırsanız bu emekliliğin hayal olması anlamına geliyor. Mezarda emeklilik diyorduk, kıdem de mezarda bir hak anlamına gelecektir. Çünkü işçiler kağıt mendil gibi görülüyor, kullan at kullan at.” TTB Merkez Konsey üyesi Osman Öztürk, GSS için “İnsanlığın sıfır noktası” dedi. Öztürk, “Gelir testini geçmek hayatta sınıfta kalmak demek. Eve giren gelir 295 liranın altındaysa gelir testini geçtiniz demektir” diye konuştu. Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Musa Servi, yeni sendikalar yasasında 12 Eylül yasaklarının korunduğunu belirtti. Servi, “AKP, 12 Eylül’ün bütün yasaklarını kurumsallaştırıyor. Kendisi gibi düşünen bir sendikal hareket yaratmayı hedefliyor” diye konuştu. Konuşmacıların ardından konuşan katılımcılar, AKP’nin köleliği dayattığını belirtti, “Ortak mücadeleyle kölelik zincirlerini kırabiliriz” dedi.
10 Mart 2012
AMYLUM NİŞASTA’DA GREV BAŞLADI
●
EMEK
atılım 7
●
Fason terziler örgütleniyor Antep’te Fason Terzileri Derneği kuruldu. Bir araya gelen yüzlerce kişi, fasoncuların sorunlarını tartışarak örgütlenme kararı aldı. Toplantıda, patronların düşük ücret dayatmasına karşı grev yapılması da tartışıldı.
◗ ADANA Tekgıda-İş Sendikası üyesi Amylum Nişasta işçileri, işverenin toplu sözleşme görüşmelerindeki tutumu dolayısıyla 5 Mart sabahı greve başladı. Grevin başlatılması amacıyla işletme önünde yapılan toplantıya Pepsi, Anadolu Efes ve Coca Cola işyeri temsilcileri katılırken, birçok sendika yöneticisi de grevin ilk gününde Amylum Nişasta işçilerinin yanındaydı. Grevin ilk gününde yer alan Tekgıda İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Türkel, toplu iş sözleşmesi süreci boyunca işverenle uzlaşma sağlamak için azami gayret ve iyi niyet gösterildiğinin altını çizerek, bu aşamaya gelinmiş olmasının sebebinin işverenin katı ve uzlaşmaz tutumu olduğunu belirtti. Grevin, Anayasa ve yasalarla işçilere tanınmış bir hak olduğunu ve sendika ile Amylum Nişasta işçilerinin de yasaların kendisine tanımış olduğu bu hakkı kullandığını belirten Türkel, işçilerin talep ve beklentilerini karşılayacak hakları elde edinceye kadar mücadelenin sürdürüleceğini dile getirdi.
ANADOLU AJANSI’NDA TASFİYE HAREKETİ ◗ İSTANBUL Anadolu Ajansı’nda örgütlü Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) sendika üyelerine yönelik baskılara ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. TGS, üyelerine yönelik, 5 Mart 2012 tarihinden itibaren ‘sendika üyeliğinden istifa’ baskısı yapıldığını belirtti. Ajans yönetiminin sendika ile diyalog kapılarını kapattığı kaydedilen açıklamada, “İşyerindeki mevcut sorunların çözümü konusunda TGS’ye parlamentoyu ve kamuoyunu harekete geçirmekten başka çıkar yol bırakmamıştır. TGS’nin bu konudaki girişimlerinden rahatsızlık duyan AA yönetimi, kötü niyetli yaklaşımını devam ettirerek, üyelerimize yönelik hukuk dışı saldırılarını artırmayı tercih etmiştir” diye belirtildi. AA yönetiminin, TGS’nin iç işlerine müdahale ederek suç işlediği de kaydedilen açıklamada, “AA yönetiminin, TGS’nin işyerindeki yetkisini yok etme girişimleri, AA çalışanlarının direnişiyle boşa çıkarılmalıdır. TGS, üyelerinin desteğiyle, bu dönemde de AA işyerlerinde toplu iş sözleşmesi sürecini başlatacaktır” denildi.
◗ ANTEP Antep’te bir araya gelen fason terziler, örgütlenme kararı aldı. Yaklaşık 300 kişinin katılımıyla Gencolar Düğün Salonu’nda gerçekleşen toplantıda, Fason Terzileri Derneği bünyesinde örgütlenme kararı alındı. Dernek yönetiminden Bekir Türkmenoğlu, neden örgütlenme ihtiyacı duyduklarını anlatan bir konuşma yaptı. Türkmenoğlu, “Kayıtsız ve sigortasız işçi çalıştırmaya karşı birlik ve beraberlik için bugün burada toplandık. Fason ücretleri düşük olduğu için sigortasız işçi çalıştırıyoruz, işçinin başına bir iş geldiğinde hiçbir şey yapamıyoruz. Burada iş işverene düşüyor, fason ücretlerini yükseltmelidir. Eğer, biz birlik ve beraberlik içinde olursak toplu iş sözleşme hakkımız doğuyor” dedi. Fason Terzileri Derneği Başkan Yardımcısı Mehmet Kaban ise “Dizlerimin üzerinde yaşamaktansa, ayakta ölmeyi tercih ederim” diyerek başladığı konuşmasını şöyle sürdürdü: “Biz bugün fason ücretlerinin düşük olduğu için bir aradayız. Kısa bir süre içinde yedi arkadaşın çabalarıyla derneğimizi kurduk. Bizler örgütlü olmadığımız için işveren istediğini yaptırıyor. Biz biliyoruz ki örgütsüz olmak tek tek yok olmaktır. Aramızda 20-25 yıllık ustalarımız var, düşük fason ücretlerinden dolayı bir yerlere gelebilen var mı? Elbette yoktur. Neden; biz örgütlü olmadığımız için ücretlerin düşük olmasından dolayı birbirimize kırdırıyor işveren” şeklinde konuştu. Dernek Başkanı Sait Genç de yaptığı konuşmada, derneğin amacı ve faaliyetlerini anlattı. Fason ücretlerinden memnun olmadıkları için bir araya geldiklerini kaydeden Genç, “Bugün dükkanını açamayacak duruma gelen arkadaşlarımız var. İşçi ve dükkan giderlerini karşılayıp kendisi evine bir ekmek parasıyla gidiyor. İşveren diyor ki, siz birbirinizi sahiplenmiyorsunuz, Ahmet’in yeri boşalmış ben gideyim daha ucuza işi ben alayım diyoruz” diyerek, fason üreticiler arasında var olan rekabetin sona erdirilmesini istedi.
Genç, fason ücretlerini yüzde 35 arttırmak için de mücadele edeceklerini söyledi. Toplantıda oluşturulan serbest kürsüde konuşan birçok işçi, fason ücretlerinin düşük olmasının nedenini örgütsüz olmak olarak açıkladı. Belirlenecek fiyatın altında kimsenin üretim yapmaması durumunda emek sömürüsünün sona ereceği kaydedilen toplantıda, penye fasoncularının sorunlarına değinilmemesine tepki gösterenler oldu. Bunun üzerine 5 Mart Pazartesi günü tekrar bir araya gelerek penyecilerden de bir temsilci seçilmesi kararı alındı. İlk olarak kepenk kapatma eylemini tartışan fason terziler, patronlarla yeniden görüşülmesi kararı alarak bu eylemlerini erteledi. Fason üreticiler, talepleri kabul olmadığı takdirde kepenk kapatarak greve gitme kararı alacaklarını belirtti. Toplantının sonunda, terzilerin destek ve yetki vermesi için derneğe üye olmaları istendi. (ETHA)
‘İşveren bize mahkum’ Toplantıya katılan işçiler, örgütlenmekten başka çarelerinin olmadığını belirtti. Erdal Yıldırım (İşçi): Fasonda bir düzensizlik var, çalıştırılmasında ve ücretlerinde de bir sorun var. İşçiye kimisi az ücret öderken, kimisi çok veriyor. İşçinin bir değeri olmalı. Çalışma şartları kara düzende ilerliyor. Derneğin işçileri çekecek bir birlik ve beraberlik oluşturması gerekiyor. Mustafa Çelik (İşçi): Biz makinecilerin haftalıklarında indirime gidiliyor, bundan dolayı makinecilerin ücreti inmekte. Ucuz işçi çalıştırılmasının önüne geçilmesini istiyoruz. Mahmut Koplay (İşçi): İşveren diyor ki, işçi benim kölem. Bir ekmek 75 Kr, birçok modelli çocuk pantolonunu 1 TL’ye dikiyoruz. İstanbul niye yapmıyor
da Antep yapıyor bu işi. Çünkü; Antep işçisi düşük ücretli köle. Maliye ve sigortacılar atölyeleri basmaya başladı ve bundan dolayı şimdi isyan çıktı. Önce niye kimse yoktu, çünkü artık geçim sıkıntısı ve denetleme var. Bu bilezik benim kolumda. İşçi eskiden işverene mahkumdu, ama şimdi işveren bize mahkum. O yüzden birlikten kuvvet doğar diyorum. Ökkeş Kömme (Fason terzi): Aldığımız fason kurtarmıyor. Cumartesi para alıyoruz, işçiye dağıtıyoruz. Sigortasını, maliye kaydını da yaptırırsak bize bir şey kalmıyor. Fason ücretleri yükseltilip bizi kurtaracak bir düzeye getirilsin. Biz artık sigortacılar gelecek diye işyerlerimizi kapatmak istemiyoruz. Bu yüzden de hakkımızı savunacak bir derneğimiz olmasını istiyoruz.
DİSK’ten Hey Teksktil işçilerine ziyaret DİSK Yönetim Kurulu, yaklaşık bir aydır direnişte olan Hey Tekstil işçilerine dayanışma ziyaretinde bulundu. Hey Tekstil patronu Aynur Bektaş tarafından 3 aylık maaşları ve diğer hakları gasp edilerek işten çıkarılan 420 işçi, 9 Şubat’tan beri fabrika önünde direniyor. DİSK Genel Sekreteri Adnan Serdaroğlu, DİSK Genel Başkan Yardımcısı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun da aralarından olduğu DİSK Yönetim Kurulu üyeleri Hey Tekstil işçilerini ziyaret etti. Ziyarete, Nakliyat-İş ve Genel-İş üyeleri de katıldı. DİSK Genel Sekreteri Serdaroğlu, Hey
TEDAŞ’TA DİRENİŞ BAŞLADI
Tekstil işçilerinin direnişini selamladı. Hey Tekstil patronu Aynur Bektaş’ın, bütün sermayedarların uyguladığı yöntemi uyguladığını kaydeden Serdaroğlu, “Bugün sizin yaşadığınız sorunun kaynağı kapitalizmdir. Türkiye’de hükümetin ve işbirlikçi sermayenin bütün fabrikalarda uygulamış olduğu yöntem budur” dedi. Örgütlü gücün yenilmeyeceğini vurgulayan Serdaroğlu, “Örgütlenmek, işçilerin bir yumruk gibi mücadele etmesini ortaya çıkartır” dedi. Açıklamanın ardından işçiler, DİSK tarafından getirilen öğle yemeğini yedi.(ETHA)
Kayıtdışı çalıştırmanın yükü kadınlarda ◗ ADANA Adana’da Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş’de işten çıkartılan enerji işçileri, işlerine geri dönmek için 5 Mart’ta direnişe başladı. Toroslar Elektrik Dağıtım işçileri ödenmeyen 3 aylık maaşlarını alabilmek için yapmış oldukları iş bırakma eylemlerinin ardından, işten atma saldırısıyla karşı karşıya kaldılar. Yaklaşık 52 işçinin çalıştığı işletmede 48 işçinin sözleşmesi feshedildi. Asgari ücretle çalışan işçiler Temmuz, Ağustos ve Eylül 2011 yılına ait 3 aylık maaşları ödenmediği için 2, 3, 5, 6 Aralık tarihlerinde çalışmamışlar, bu süre içinde valilik ve TEDAŞ yetkililerine durumlarını iletmişlerdi. Ancak karşılık olarak ilk önce 15 arkadaşları işten çıkarılmıştı. Birlikte aldıkları ortak tutum üzerine bu 15 işçinin çıkışı durdurulmuştu. Bu sürecin devamında ise 48 işçi işten atılmış durumda. İşçilerin şu an 2 ay 10 günlük ücretleri de henüz verilmiş değil. EnerjiSen’le birlikte direnişe başlayan işçiler, işe geri dönünceye kadar eylemlerini sürdüreceklerini belirtti.
◗ İSTANBUL Kadınların istihdamdaki oranı artıyor ancak kayıt dışı bir şekilde. Sendika uzmanı Filiz Aslan, bu durumu kayıt dışılığın yoğun olduğu sektörlerde kadın iş gücünün tercih edilmesine bağlıyor. Toplumsal cinsiyetçi iş bölümünün de bunda azımsanmayacak bir payı var. Kriz dönemlerinde de kayıt dışı artıyor. Kayıt içinden istihdam azalışı yaşanırken, yerine geçici istihdam sağlanıyor. Yani, zaten süreğen iş gücü olmayan kadınlar. Türkiye Denizciler Sendikası Eğitim ve Toplu Sözleşme Uzmanı Filiz Aslan, son 10 yıldır üretimin yeniden planlanması ile birlikte kadın iş gücünün istihdama katılımının arttığını belirtti ve ekledi: “Ama kadınlar kayıt dışı olarak istihdama katılıyor.” Kadın iş gücünün hizmet sektöründe yoğunlaştığını ifade eden Aslan, buna çağrı merkezleri, bankalar ve havayolu şirketlerini örnek gösterdi.
SÜREĞEN BİR İSTİHDAM DEĞİL Aslan, ekonomik krizlerin kayıt dışını arttırdığına işaret etti. Buna göre, ekonomik krizler yedek iş gücünü harekete geçiriyor. Çünkü kayıt içinden ciddi istihdam azalışı yaşanıyor. Kayıtlı sektörde örgütlü, sendikalı, sigortalı işçi işten çıkarılıyor, yerine geçici ve değişken biçimde istihdam sağlanıyor. Yani, kadınlar. Aslan’a göre kadın istihdamı zaten süreğen değil: “Yani haftalık çalışma, aylık çalışma, part time çalışma, parça başı çalışma, sipariş üzerine çalışma gibi işlerde daha çok kadın istihdamı tercih ediliyor. Kadın zaten ev içinde. Ona ihtiyaç olduğunda istihdama çağırıp sonra eve döndürdüğünüzde bir sosyal patlama görmezsiniz. Ama erkeği zaman zaman işe alıp çıkardığınızda bunun etkileri, sonuçları çok daha ağır olabilir. Hem geleneksel
YOL osman bulugil
Bir maçtan İngiltere’yi okumak Premier Lig’de Newcastle United-Manchester United maçı... St. James Park’ta kamera, tribünü gösterirken bir taraftar/müşteriye odaklandı. 20’li yaşlarda genç bir kadın kucağında laptop ve kulaklığı ile müziğe dalmış, oturduğu yerde dans ediyordu ve alakası olmadığı şey de, sahadaki futbol... Bu küçük gözlemi anlatma nedenim aslında, genç kadının bugün endüstriyel futbolda istenilen durumu yansıtıyor olmasından kaynaklanıyor. Artık Newcastle United’ın taraftara değil, müşteriye ihtiyacı var. Öncelikle kulübe taraftarlık görevi olarak kombineyi almakla başlayan ve lisanslı ürünleri tüketmekle devam eden bir anlam yüklenmiş durumda. Stada gelenler için sahadaki maç da tüketimin bir parçası ve hafta sonu tüketilen ve tüketirken hep yeniden üretilen bir etkinliği gösteriyor. Sadece hafta sonu maça gelmekle değil, hafta içi de devam eden TV ve reklam yoluyla tüketimin yeniden üretilmesini de kapsıyor, gördüğümüz fotoğraf. Premier Lig’de bu pazarın en tepedeki halkalarından birisini de Newcastle United’ın maçtaki rakibi olan Manchester United oluşturuyor. Manchester United ile maçtaki gördüğümüz fotoğraf bir araya gelince, Premier Lig’in ne olduğu da ortaya çıkıyor. Premier Lig, diğer Avrupa ligleri arasında en büyük pazarı oluşturuyor. Hatta Premier Lig yönetimi teknik adamların kadro seçimlerine kadar müdahale edebiliyor. (Tabi Premier Lig kurallarında olan ‘Her takım en iyi kadrosuyla maçlara çıkmak zorundadır’ maddesine dayanarak- bu madde tartışılmaya devam ediyor). Wolves, 2010 Aralık ayındaki maçta Manchester United’a karşı as oyuncularla çıkmadığı için (M. McCarthy, üç gün önceki Tottenham maçı kadrosundan 10 oyuncu değiştirmişti) 25 bin sterlin ceza almıştı. Söylememiz gereken şey aslında futbolun artık bir oyun olmadığı ve bir işe dönüştüğüdür. Futbol, bugün, oyun görünümüne büründürülmüş bir metanın pazarlanması, tüketilmesi ve TV yoluyla da bunun yeniden üretilmesinden başka bir şey değildir. Bu noktada Ferguson’un oyun felsefesinin bir anlamı kalmayacaktır ve artık onu 20 yılı aşkın süredir çalıştırdığı Manchester United’taki kazandığı kupa sayısıyla değerlendirmek, pazarlama açısından daha etkili olacaktır. Bu durum futbolun gidişatı hakkında önemli bilgiler veriyor. Oyun felsefesi olan takımlar istikrara sahip oldukları için daha fazla tüketiliyor (Manchester United ve Barcelona gibi). Bu süreç aynı zamanda onların sonunu hazırlayan dinamikleri de içinde barındırıyor. Çünkü bugünün futbolunda bir oyun felsefesine sahip olmak veya oluşturmak neredeyse imkansız. Barcelona ve Alex Ferguson’un bugün oyun felsefesine sahip olmaları ve bunu devam ettirmeleri 1990 öncesine dayanıyor. Yani bu iki takımın temeli bugünün koşullarında oluşturulmadı. Bugün endüstriyel futbol ilişkilerinde böyle bir şey yapma olanağı bir yana, Real Madrid, Chelsea veya Manchester City gibi bol sıfırlı rakamlarla yapılan transferlerle oluşturulan başarı algısı (tabi başarıya giden yolda her şey mubahtır) dayatılıyor. Tepedeki ligin, stadyumlardaki turistlerin maçlardaki betimlediğimiz durumu aslında, bize her gün biraz daha dışarıya atılan İngiliz işçi sınıfının durumunu anlatıyor. Bugün İngiltere’de işsiz sayısı 3 milyona yaklaştı. Nüfus piramitlerinin gelişmiş ülkesinde genç nüfusun dörtte biri işsiz... İngiltere’de bu durum uçurumun nasıl büyüdüğünü gösteriyor. Stadyumlara gidebilen futbol turistlerinin, kucağında laptopla ya da “orijinal” formalarıyla gördüğümüz halleri ve sponsorluk gelirleri, pahalı biletleri ve yüksek ücretli oyuncularıyla Premier Lig, küresel sömürünün görünen yüzünü oluşturuyor.
Açıyorlar, kapıyorlar, vatandaşı soyuyorlar
nedenler, hem de erkeğin aile içinde ekonomiyi yüklenmesi nedeniyle.” HER SEKTÖRDE CİNSİYETÇİ AYRIM VAR Aslan, kadın istihdamının bazı sektörlerde yoğunlaşmasının, cinsiyetçi iş bölümünün sonucu olduğu görüşün-
de. Yani, çalışma yaşamındaki iş bölümü, kadını ikinci cins olarak algılatmanın bir aracı: “Tarımda da, hizmet sektöründe de, hatta sanayide de toplumsal cinsiyetçi bir ayrım her boyutuyla var. Sadece kayıt dışı olup olmama konusu değil. Ücret düzeyleri de öyle. Mesela bir fındıkta, kadın işçiye verilen 7 liraysa erkek
işçiye verilen 10 lira, genç çocuk işçiye verilen 5 lira. Bir diğer nokta toplumsal cinsiyet açısından özellikle tekstilde ve tarımda ustabaşı, ortacı gibi adlandırılan işi yapan erkek emeğidir. Sermaye, erkek egemenliğini orta düzeyde yöneticilik ve işi kotarma anlamında da kullanır.” (DERYA OKATAN/ETHA)
◗ ANKARA Tüketici Birliği Genel Başkan Yardımcısı Hatice Saadet Kalyoncu, elektrik, su, iletişim ve doğalgaz faturalarının geç ödenmesinden dolayı bu hizmetlerin kesilip, yeniden başlatılması için alınan “açma-kapama” ücretlerine ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Kalyoncu, “Türkiye’nin farklı bölgelerinde benzer hizmetleri sunan kurumlar, ekonomik nedenlerle faturalarını zamanında ödeyemeyen tüketicileri bir kez de fahiş ‘açma-kapama’ bedelleriyle cezalandırmaktadır” dedi. Kalyoncu, “2011 yılı rakamlarıyla her üç aboneden birinin doğalgaz, her dört aboneden birinin elektrik, her beş aboneden birinin su, her 10 aboneden birinin de telefon faturasını zamanında ödemediği göz önüne alındığında, elde edilen rantın büyüklüğü ortaya çıkmaktadır” ifadelerini kullandı.
8
atılım
●
POLİTİKA
10 Mart 2012
●
Fotoğraflarla toplu mezar gerçeği ◗ AMED En son Dargeçit, Güçlokonak ve Silopi’de ortaya çıkan toplu mezarlar ve buralardan çıkarılan insanlara ait kafatası, kemik ve giysi parçaları, 1984 yılından itibaren kaç kişinin toplu mezarlara gömüldüğü sorusunu gündeme getirdi. Askerlerin gerillaları sağ yakaladıktan sonra öldürüp kürekle alelacele hazırlanan mezarlara gömdükleri fotosu ise ilk kez ortaya çıktı. Fotolar Fırat Haber Ajansı tarafından yayınlandı. İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi’nin geçen yıl yayınladığı verilerde Kürt illerinde 20 ayrı kentte toplam
253 toplu mezarın bulunduğu ve bu mezarlarda toplam 3 bin 248 kişinin gömüldüğü belirtiliyor. Bu veriler, yakınlarını kaybeden veya olaya tanıklık edenlerin derneğe başvuruları sonucu oluşmuş verilerden oluşuyor. Ancak şimdiye kadar Kürdistan’da yürütülen kirli savaş sonucunda kaç toplu mezar olduğu bile halen meçhul. 2000’li yıllara kadar çatışmada yaşamını yitiren gerillalar toplu olarak kırsal alanda veya ilçe-köy gibi yerleşim merkezlerinin mezarlıklarına gömülüyordu. Bunun dışında yaşamını yitiren gerillalar ise genelde karakol ve jan-
darma tabur yakınındaki arazilere gömülüyordu, aynen Güçlükonak’ta ve Silopi’de geçtiğimiz haftalarda yapılan kazılarla ortaya çıkan toplu mezar gerçeği gibi. Askerlerin gerillaları sağ yakaladıktan sonra öldürüp alelacele hazırlanan mezarlara gömdükleri fotosu ise ilk kez ortaya çıktı. Askerlerin kendi aralarında yaptıkları infaz ve sonrası gömme işlemi artık sosyal paylaşım siteleri üzerinden de paylaşılıyor. ANF’nin yayınladığı bu fotoğraflar, Şırnak bölgesinde yakalanan 3 gerillanın öldürüldükten sonra toprağa gömülürken çekilen fotolarından oluşuyor.
‘Türkiye’yle de mücadele ederiz’ Egemen Bağış, “KKTC’nin Türkiye’ye bağlanabileceğini” söyledi. Bağış’ın açıklaması, yeniden “Taksim planı”nı hatırlattı. Açıklama, Kuzey Kıbrıs’ta tepkiyle karşılandı. Muhalif Afrika gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Şener Levent, “Nasıl Yunanistan’a karşı mücadele verildiyse, Türkiye’ye karşı da mücadele verilir” dedi. ◗ AKIN YILMAZ Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Kıbrıs Gazetesi’ne verdiği özel demeçte, “KKTC’nin Türkiye’ye bağlanabileceğini” belirtti. Bağış, şöyle dedi: “Kıbrıs’ta çözüm için her opsiyon masada. Çözüm, iki liderin uzlaşması ve toplumlarına kabul ettirdikleri bir birleşme formülü ile olabileceği gibi iki liderin uzlaşarak ayrılıp 2 ayrı devlet şeklinde ya da KKTC’nin Türkiye’ye bağlanması da mümkün olabilir.” Egemen Bağış’ın açıklamasına KKTC hükümeti yetkilileri destek olurken, muhalefet sert tepki gösterdi. Bağış, açıklamaya tepki gösteren muhalefeti, “Rum sempatizanı” olmakla suçladı.
RESMİ OLARAK İLK KEZ Egemen Bağış’ın “KKTC’nin Türkiye’ye bağlanabileceği yönündeki açıklaması resmi olarak ilk kez telaffuz edildi. Bugüne değin resmi olarak hep “birliği” savunan Türkiye, Bağış’ın açıklamasıyla Ada’nın bölünmesi seçeneğini de masaya sürmüş oldu. Ankara,1974’de Kuzey Kıbrıs’ın askeri işgalini “garantörlük hakkını” kullanmak ve “Ada’da barışı tesis etmek” gerekçesine dayandırmıştı. 1964 yılında imzalanan “Garantörlük anlaşması”, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal bütünlüğünün garanti altına alınması”nı içeriyor. Bu bütünlüğün bozulması durumunda, garantör ülkeler olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye müdahale hakkı tanınıyor. Bu nedenle Türkiye, resmi olarak hep birliği savunur göründü. KKTC’nin kurulmasını bile, “eşit temelde yeniden birleşmek” şeklinde izah etti. BM gözetiminde uzun yıllardır sürdürülen müzakerelerde, çözümsüzlük üzerine kurulu pozis-
yonu ve somut önerileri sürekli değişse de, “Türkiye’ye bağlanma” tezini hiçbir zaman ileri sürmedi. BM gözetiminde 2004 yılında Ada’nın her iki tarafında gerçekleştirilen referandumda da, Kuzey Kıbrıs Türk halkı birleşme yönünde oy kullandı. DENKTAŞ’A RAHMET OKUTTU AKP Hükümetinin de görüşünü ifade eden Bakan Bağış, KKTC eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın bile ilerisine gitti. Uzun yıllar Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün en büyük sözcüsü olan Denktaş dahi, “Türkiye’ye bağlanma seçeneğini” ifade etmemişti. Türkiye’nin ve işbirlikçi KKTC yönetiminin resmi görüşleri böyle olsa da, Türk devleti gerçekte “Taksim Planı”nı savundu. Taksim planı, Türkiye’nin Kıbrıs’taki işgalci varlığının sürdürülmesini, Ada’nın ulusal temelde bölünerek Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye bağlanmasını içeriyor. İlk başlarda Yunan milliyetçilerinin ve EOKA’nın Enosis, yani Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesi tezine karşıt olarak geliştirilen Taksim Planı, ABD emperyalizminin de desteğiyle, Türk burjuva devletinin gerçek tezi haline geldi. AB İLE ZOR SÜREÇ AB dönem başkanlığının Kıbrıs’a geçmesinin öncesinde BM gözetiminde yoğunlaştırılan “çözüm” arayışlarında, bu güne kadar somut bir ilerleme sağlanamadı. Başmüzakereci Bağış’ın açıklaması, AB’ye de verilmiş bir mesaj özelliği taşıyor. AKP Hükümeti, taksim kozunu yeniden devreye sokarak üzerinde yoğunlaşan basıncı da azaltmaya çalışıyor. Fakat bu adım, AKP Hükümeti ve siyasi rejimin AB ile en kapsamlı krize neden olacak gibi görünüyor.
AKP KENDİ BAŞKANLARINI KORUYOR
Çağlar Demirel (Derik Belediye Başkanı) ◗ ANKARA Belediye başkanları hakkında son 3 yılda 945 soruşturma izni reddedildi. Ancak soruşturma izni reddedilenlerin yüzde 57’sini AKP’li belediye başkanları oluşturdu. Kendi belediye başkanlarını koruyan AKP, BDP konusunda ise sadece yüzde 2’sinin soruşturulmasına izin vermedi. Meclis’te soru önergesini yanıtlayan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, 29 Mart 2009 tarihinde yapılan mahalli idareler seçimlerinden itibaren belediye başkanları hakkında 2 bin 450 işleme konulmama onayı, 2 bin 250 araştırma/ön inceleme ve ön inceleme onayı alındığını, 981 adet soruşturma izni verilmesine, 945 adet de soruşturma izni verilmemesine dair karar verildiğini söyledi. Bilgilere göre, 981 tane soruşturma izni verildi. Bunların partilere göre dağılımı da; 406’sı AKP, 271’i CHP, 131’i MHP, 50’si BDP ve diğer 123 şeklinde oldu. İçişleri Bakanı bu süre zarfında belediye başkanları hakkında 945 tane soruşturma izni verilmemesine dair karar verildiğini belirtti. İçişleri Bakanı’nın verdiği bilgiye göre, belediye başkanları hakkında soruşturma izni verilmemesine dair kararların yüzde 57’sini AKP, yüzde 26’sını CHP, yüzde 8’ini MHP, yüzde 2’sini BDP oluşturdu. Verilen bilgiye göre 2 bin 450 tane işleme konulmama onayı alındı. Bunların partilere göre dağılımı da şöyle oldu: AKP 1366 (% 55), CHP 579 (% 24), MHP 237 (% 10), BDP 50 (% 2), diğer 218 (% 9)
HDK SULTANGAZİ MECLİSİ KURULDU
Muhalefet sert tepki gösterdi Egemen Bağış’ın açıklaması, Kuzey Kıbrıs muhalefeti tarafından büyük tepkiyle karşılandı. Muhalif Afrika Gazetesi, “Has...tir” başlığıyla çıkarken; bir başka muhalif gazete Yeni Düzen, KKTC lideri Derviş Eroğlu ve Başbakan İrsen Küçük’e hitaben, “Ya cevap verin ya gidin” manşetiyle çıktı. Ana Muhalefet Partisi CTP bir açıklama yayınlayarak, “Bağış’ın söylediği olasılık söz konusu bile olamaz” değerlendirmesinde bulundu. Bağış’ın açıklamasına tepki gösteren CTP Başkanı Özkan Yorgancıoğlu da, “CTP, halkımızın tüm kesimleri arasında büyük
“Besleme”den sonra Rum sempatizanı
hayret uyandıran ve tepki ile karşılanan ‘KKTC Türkiye’ye bağlanabilir’ ifadesinin düzeltilmesi için Bakan’ın gereğini acilen yapmasını talep etmektedir” dedi. Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği ve Basın Emekçileri Sendikası (BasınSen) Genel Sekreteri Hüseyin Yalyalı ise “Türkiye Cumhuriyeti’nin böyle bir şeyi asla gerçekleştiremeyeceğini” söyledi. “Bağış’ın sözlerini tehlikeli bulduğunu” belirten Afrika Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Şener Levent, “Kıbrıslı Türkler en çok birleşik ve bağımsız bir
Kıbrıs istiyor. İki bağımsız devlet veya Türkiye’ye bağlanmak gibi bir istekleri yok” dedi. “Kıbrıslı Türklerin hemen hepsinin böyle bir uygulamaya “hayır” diyeceğini, ancak Türkiye’den göçle gelenlerin “evet” diyebileceğini ifade eden Levent, “Kıbrıslı Türkler adanın Yunanistan’a bağlanmasına karşı çıktı ve mücadele verdi. Şimdi Türkiye’ye bağlansın diyerek huzurumuzu bozmayın. Nasıl Yunanistan’a karşı mücadele verildiyse, Türkiye’ye karşı da mücadele verilir” dedi.
Muhalefetin sert tepki gösterdiği Bağış’ın açıklamasına KKTC yönetimi destek verdi. KKTC Başbakanı İrsen Küçük, AB Bakanı Bağış’ın “bazı seçenekleri dillendirmesinin gayet doğal” olduğunu söyledi. Bakan Egemen Bağış ise açıklamaya tepki gösteren Kıbrıs
Türk halkını, “Rum sempatizanı” olmakla itham etti. Daha önce de, Başbakan Tayyip Erdoğan, kendisini protesto eden Kıbrıs Türk halkına “besleme” diyerek hakaret etmiş, “nankör”lükle suçlamıştı. Erdoğan’ın hakareti büyük tepkiyle karşılanmıştı.
◗ İSTANBUL Hakların Demokratik Kongresi Sultangazi Meclisi, kitlesel bir halk toplantısıyla kuruluşunu ilan etti. Gazi Mahallesi’nde gerçekleştirilen halk toplantısına yüzlerce kişi katıldı. HDK’nın Sultangazi’deki çalışmaları hakkında bilgi veren divan başkanı, Alevilerin inançsal sorunları, Kürtlerin anadil ve kültürel hakları, gençlerin iş ve yozlaşma sorunu, yerel sorunlar gibi bir çok konuda HDK meclisinin çalışma yapacağını belirtti. Toplantıda bir konuşma yapan BDP PM üyesi Şamil Altan, halkın seçtiği vekillerin tutuklu olduğunu ve açlık grevinde olduklarını hatırlatarak, tutuklu milletvekillerini selamladı. Zazaca halkı selamlayan HDK İstanbul 2. Bölge yürütme üyesi Beycan Taşkıran, “Artık kaybeden taraf olmayacağız. Onurlu, özgür bir yaşam için sorumluluk almamız lazım. Burada Kürtler var. Onlar sorumluluğun ve bedelin ne olduğunu iyi biliyorlar. Burada sadece Kürtler yok, onların dostları da var” dedi. 8 Mart eylemlerine katılım çağrısı yapan Taşkıran, “HDK, aynı zamanda kadınlarındır” diye konuştu. Toplantıda sık sık “Yaşasın Halkların Demokratik Kongresi”, “Biji bratiya gelan”, “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganları atıldı. Katılımcıların da söz aldığı toplantıda, çalışmalarda görev almak isteyenlerin başvurusuyla Sultangazi Meclisi kuruldu. Ayrıca, 8 Mart ve 12 Mart eylemlerine katılım çağrısı yapıldı.
YARGITAY VE AKP İL BİNASINA BOMBA
Gazeteciler: TMY çöpe basına özgürlük ◗ İSTANBUL Gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutukluluğunun birinci yılı dolayısıyla, tutuklu gazetecilere özgürlük talebiyle Taksim’de yürüyüş yapıldı. Yapılan konuşmalarda, “İçeride de olsak, dışarıda da olsak biz gazeteciler gerçeği yazmaya, söylemeye ve anlatmaya devam edeceğiz. Yansak da dokunacağız” denildi. Yürüyüşe Nedim Şener’in eşi Vecibe Şener, Ahmet Şık’ın eşi Yonca Şık, ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu Sözcüsü Necati Abay, gazeteci Banu Güven, kayıp yakınlarının aralarında bulunduğu yüzlerce kişi katıldı. Taksim’den Galatasaray Meydanı’na “Yansak da dokunacağız” yazılı pankart arkasında yürüyen kitle, “Özgür basın susturulamaz”, “Ahmet çıkacak yine yazacak”, “TMY çöpe basına özgürlük”, “Çeteler dışarıda gazeteciler içeride” sloganlarını attı. Yürüyüş sırasında, 5.5 yıldır tutuklu bulunan gazetemizin Genel Yayın Koordinatörü Sedat Şenoğlu ile 2011 yılı Ekim ayında tutuklanan yazar ve yayıncı Ragıp Zarakolu’nun da fotoğrafları taşındı.
AHMET İLE NEDİM 366 GÜNDÜR TUTUKLU Galatasaray Meydanı’nda Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları (ANGA) adına Ayça Söylemez açıklama yaptı. Ahmet Şık ve
Nedim Şener’in 366 gündür tutuklu olduğunu, aradan geçen sürede hapse atılan gazeteci sayısının 104’e çıktığını söyledi. Söylemez, gazetecilerin yazdıklarını halka ulaştırmak isteyen dağıtımcı ve gazete çalışanlarının da bu tutuklamalardan nasibini aldığını kaydetti, 35 dağıtımcı ve gazete çalışanının da tutuklu olduğunu hatırlattı. GERÇEKLERİ PERDELEMEK İSTİYORLAR “Geçmişte gazetecilere kurşun atanların yerini alanlar, ilk olarak yine gazetecilere saldırdı. Bu kez kurşun kadar ağır iftiralar attılar” diyen Söylemez, şöyle devam etti: “Devleti ele geçiren yeni egemenler, eski taktikleri cilalayarak Uğur Mumcu’dan Musa Anter’e, İzzet Keser’den Hrant Dink’e kadar öldürerek yapamadıklarını, bu kez hapse atarak yapmak istiyor. Gerçekleri böyle perdelemek istiyorlar.” En çok gazetecinin hapsedildiği ülkenin Türkiye olduğunu vurgulayan Söylemez, “Eğer 600 öğrenci haksızca hapse atılıyorsa, eğer çocukların cinsel tacize uğradığı cezaevlerinin müdürleri terfi ediyorsa; memura sendika, işçiye grev yasaklanıyor ve hepimizin kıdem tazminatı yok edilmek isteniyorsa, eğer her gün onlarca kadın erkek egemenlerce öldürülüyor ya da dövülüyorsa, eğer bu ülkenin tam ortasında nefret mi-
tingine dönüşen gösterilere devletin bakanları koruma kalkanı olabiliyor ve kimse ses çıkarmıyorsa, eğer insanlar halen etnik dini kimliğini ifade edemiyor, katliamlarla tehdit ediliyorlarsa ve eğer hepimizin hakkını savunacak olan avukatlar hapsediliyorsa, bilin ki bunları ifade edecek gazetecilerin çoğu ya cezaevlerinde olduğu ya da görev başında olmadığı içindir” şeklinde konuştu.
‘YANSAK DA DOKUNACAĞIZ’ Gazetecilerin hapse atılmakla susturulamayacağını kaydeden Söylemez, “İçeride de olsak, dışarıda da olsak biz gazeteciler gerçeği yazmaya, söylemeye ve anlatmaya devam edeceğiz. Yansak da dokunacağız” dedi. Gazeteciler, eylemlerinin ardından Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’nda yaptıkları oturma eylemine katıldı. (ETHA)
◗ ANKARA/İSTANBUL Kızılay’da bulunan Yargıtay Başkanlığı önünde bomba patlatıldı. Başbakanlık binasının 200 metre yakınında bulunan Yargıtay’ın Vekaletler Caddesi’ne bakan arka giriş kapısı önünde 5 Mart günü patlama meydana geldi. Patlamanın ilk tespitlere göre plastik şişe içerisine yerleştirilmiş bir ses bombasından kaynaklandığı belirtildi. Patlamanın ardından bölgede kısa süreli panik yaşanırken, bir Yargıtay çalışanı da hafif şekilde yaralandı. Patlamanın meydana geldiği noktadan, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir saat sonra geçeceği öğrenildi. İstanbul’da da AKP İl Başkanlığı önündeki polis aracının yakınında patlama meydana geldi. 1 Mart günü meydana gelen patlamada, 21 polisin bulunduğu araçta, 15’i polis 16 kişi yaralandı. Patlamanın, bir motorsiklete konulan bombanın uzaktan kumandayla patlatılması sonucu meydana geldiği belirtildi. Patlama dolayısıyla çevrede bulunan bazı araç ve binaların camları kırıldı. İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın, AKP il binası önündeki patlamaya ilişkin açıklama yaptı. Patlamada 15’i polis 1 kişinin yaralandığını söyleyen Çapkın, “Bomba, uzaktan kumanda ile patlatılmış” dedi.
10 Mart 2012
●
POLİTİKA
atılım 9
●
18 bölük asker intihar mı etti? Savunma Bakanı İsmet Yılmaz “kışlada şüpheli asker yok” dedi. Raporlar ise son 20 yılda iki tabur askerin öldüğünü söylüyor. Bakan “TSK’da etnik ayrımcılık yok” dese de, öldürülen askerlerin neredeyse tamamı Kürt. Çocukları kışlada ölen aileler bakanın açıklamasına tepkili. Son ölüm haberi ise Aydın’dan geldi. “Kaçmak istedi” denilen er Demirkaya, polis tarafından infaz edildi. ◗ SITKI GÜNGÖR Serhat Yıldız, Volkan Kamalak, Sevag Şahin Balıkçı, Caner Bahar, Semih Çiftçi... Gencecik bedenler, “vatani görev” denilen zorunlu askerlikte kışlalarda öldü. Kimine kaza kurşunu, kimine eğitim zayiatı, kimine de intihar dendi. Görünürde sorumlusu belli olmayan, yani ‘faili meçhul’ ölümlerdi bunlar. Dolayısıyla, kışladaki ölümlerden hesap da sorulamadı. Ne de olsa askerlik ‘kutsal vatani görevdi’ ve bu görev anında yaşanan ölümler de sorgulanamazdı! “Şüpheli” asker ölümleri, CHP İstanbul Milletvekili Sabahat Akkiraz’ın soru önergesine Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın verdiği yanıtla bir kez daha gündeme geldi. Yılmaz, kışlalarda şüpheli asker ölümlerinin yaşanmadığını söyledi. Bakan Yılmaz, “Her olay kayıt altına alınmakta, varsa sorumlular hakkında işlem yapılmaktadır. Bu nedenle, müsebbibi belli olmayan kayıt altına alınmayan, soruşturma ve araştırma yapılmayan, şüpheli olarak görülebilecek bir tek olay dahi bulunmamaktadır” dedi. Bakan Yılmaz’ın soru önergesine yanıtında, ölümle sonuçlanan tüm olaylarda adli soruşturmanın yanı sıra idari soruşturma da yapıldığı belirtildi. Yılmaz, TSK’da etnik kökenine yönelik herhangi bir işlem veya davranışın söz konusu olmadığını da iddia etti. Ancak kışlalarda “şüpheli” şekilde ölen askerlerin çok büyük bölümü Kürt ve Alevi.
RAPORLAR BAKAN YILMAZ’I YALANLIYOR Peki, bu konuda raporlar ne diyor? İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi tarafından hazırlanan 28 Haziran 2010 tarihli raporda verilen bilgiler, bakan Yılmaz’ın gerçeği gizlemek istediğini ortaya koyuyor. 2011 ve 2012’nin ocak ayı içinde yaşanan asker ölümleri de bunlara eklendiğinde, tablonun daha vahim olduğu açığa çıkıyor. İHD’nin raporlarında, 1991 ile 2001 yılları arasındaki 10 yıllık süreçte 815 askerin ‘şüpheli’ bir şekilde hayatını kaybettiği belirtiliyor. Aynı yıllar içerisinde ‘intihar’ adı altındaki vakalarda yaralanma sayısı ise
‘Kendi askerimizi alnından vurduk’ 433 olarak geçiyor. Yine aynı rapora göre, bir sonraki 10 yılda ‘şüpheli’ bir şekilde ölen asker sayısı 527. Jandarma Genel Komutanlığı’nın kayıtlarına göre 2000’de 66, 2001’de 42, 2002’de 50, 2003’te 31, 2004’te 37, 2005’te 34, 2006’da 33, 2007’de 28, 2008’de 40, 2009’da 30 olmak üzere toplam 391 kışlada ölüm yaşandı. Kışlada yaşanan asker ölümlerinin hepsi TSK listelerinde “askeri zayiat” olarak yer alıyor. Raporda, asker ailelerine bildirilen gerekçeler ise çeşitlilik ve ilginçlik arz ediyor. Ölümler, “elektrik ve yıldırım çarpması”, “yüksekten düşme”, “kaza kurşunu”, “yılan sokması”, “intihar etme”, “birlik içinde trafik kazası”, “eğitim sırasında mühimmat patlaması”, “kalp krizi” şeklinde gerekçelendiriliyor. Bu ölüm nedenlerinin asker ailelerinde büyük tepkiye neden olduğu, zira, ailelerin bu gerekçelere inanmadığı da raporda yer alan bilgiler arasında.
Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın “kışlalarda şüpheli asker ölümü yok” şeklindeki açıklamalarına çocukları öldürülen aileler büyük tepki gösterdi. “Bakan özür dilesin ve istifa etsin” diyen aileler, gazetemize görüşlerini bildirdi. Hayri Kamalak (Volkan Kamalak’ın babası): Bakanın açıklaması büyük bir talihsizlik. Bakan, derhal ailelerden özür dilemelidir. Özür dilemiyorsa, o zaman bu askerlerin ölüm nedenlerini açığa çıkarmalıdır. Volkan gibi yüzlerce asker ölürken, ortada bir sürü soru işareti varken, bakan bu açıklamayı yapıyor. O zaman ölen askerlerin katili bakandır. Ben bu zihniyeti şiddetle kınıyorum. Madem şüpheli asker ölümü
10 günde 6 ölüm Türkiye, dünya ülkeleri arasında ‘şüpheli’ asker ölümleri sıralamasında birinci sırada yer alıyor. Coğrafyamızda 2012 yılına yine ‘şüpheli’ asker ölümleriyle girildi. Üstelik yılın ilk iki haftasında değişik kentlerdeki kışlalarda askeri yetkililerin açıklamalarına göre 6 asker ‘intihar’ etti. Urfa Siverekli Semih Çiftçi, Antep’in Islahiye İlçesi’nde askerlik yaparken yılbaşı gecesi ‘intihar’ etti. Elazığ’da Poyraz Köyü Jandarma Karakolu’nda askerliğini yapan Van Muradiyeli Lütfü Esmer, gözüne ateş ederek ‘intihar’ etti. İnebolu Jandarma Komutanlığı’nda askerliğini yapan, Malatyalı bir çocuk babası Doğukan Kahyaoğlu arkadaşının silahını alarak ‘intihar’ etti.
◗ İSTANBUL
Çanakkale Gelibolu Topçu Birliği’nde kısa dönem askerlik yapan Deniz Yursever, terhisine iki hafta kala G-3 piyade tüfeğiyle kalbine nişan alarak(!) ‘intihar’ etti. Ardahan Çamlıçatak Jandarma Komutanlığı’nda askerliğini yapan er Abdulkadir Gedik, G-3 piyade tüfeğiyle kendisini alnından vurdu! Van’ın Başkale İlçesi’nde askerliğini yapan, terhisine 40 gün kalan Emrah Keser, birliğinde terzi olduğu, hiç dış göreve çıkmadığı halde askeri araçta ‘intihar’ ettiği söylendi. Yalnızca yılın ilk 10 gününde yaşanan bu asker ölümlerine dair hükümetten ya da savunma bakanlığından resmi bir açıklama gelmedi. Bu ölümlerin hepsi ‘intihar’ olarak kayıtlara geçti.
Kamuoyuna “şehit” ya da “şüpheli” olarak yansıyan kimi asker ölümlerinin TSK kaynaklı olduğu, eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in Ağustos 2011’de basına düşen ses kaydında da itiraf edilmişti. Koşaner, çeşitli zamanlarda ‘şehit düştüğü’ söylenen askerlerin TSK tarafından öldürüldüğünü belirtiyordu. Koşaner şunları söylemişti: “Böyle timi mimi sahip olmazsa, orada bir tane karaltı görür tak diye ateş eder. Başlar sesi duyan herkes ateş eder basıldık diye. Arkadaşımızı, bir erimizi alnından vururuz. Vurduk mu, haberiniz var mı, var değil mi? Olayı takip ediyorsunuz...” Aynı ses kaydında TSK tarafından döşenen mayınların patlaması sonucu ölen askerlerden de söz ediliyordu. “Şimdi ben desem ki yetkililere ‘Yav bizimkiler mayın döşemişlerdi. 10-20 sene evvel. Başıboş bırakıp gitmişler.’ Ne derler? Döşerken aklınız neredeydi derler. Maalesef döşeyen yine biziz değil mi?” 27 Mayıs 2009’da Çukurca’da mayın patlaması sonucu 7 asker ölmüş, patlama PKK’ye maledilmiş, ancak patlayan mayının TSK’ya ait olduğu açığa çıkmıştı.
Aileler öfkeli: Bakan istifa etsin yok diyorlar, Işık Koşaner’in açıklamasının yanlış olduğunu neden söylemediler? Ölen askerlerin hangi mahkemesinde kaç tane bitmiş dava var, yahut bu davalarda kimler suçlu olarak yargılanmış? Mahkeme sürecinin nasıl işlediğinden bakanın haberi yok. Bakan araştırmasını iyi yapsın. O çocukların vebali bakanın boynunadır. Eski Savunma Bakanı Vecdi Gönül de bir asker annesine “Yaşın gençtir, bir daha doğurursun” diyerek, hakaret etmişti. Yılmaz’ın açıklamaları da ailelere hakarettir. Volkan’ın otopsi raporu 8,5 ayda zor çıktı. Olay yerinde mermi çekirdeği yok. Otopsisine giren heyette
yüzbaşı hakim ve bir yarbay eşi olan kadın doktor vardı. Heyetin bağımsız olmadığını düşünüyorum. Komutanlar önce soruşturacaklarını söyledi. Ama soruşturmaya yer yoktur diyerek duruşma bile yapmadan dosyayı kapattılar. Hiçbir soruşturma yapılmadan duruşmasız karar verdiler. İtiraz ettik, ret geldi. Otopsi ve balistik raporu savcılığa bile gönderilmemiş. Eşref Bitlis’in ölümünün şüpheli olduğu ortaya çıkıyor. Albay Çillioğlu’nun mezarı kazılıyor. Biz çocuklarımızın hesabını kimden soracağız? Bizim çocuklarımızın hiç mi bir değeri yok?
Aydın Kantar (Uğur Kantar’ın babası): Ölüm yoktur, intihar yoktur diyerek gerçeği saklamanın gereği yok. Gerçekler ortada. 20 yaşındaki bir insana hakaret edersen, küfredersen, gencecik insanların haysiyetiyle oynarsan, bu çocuklar ne yapacak? En ufak bir hatada bile insanlara ağır hakaretler ediyorlar. Askerdeki intihar eden çocuklara bakın, bir de sivillerdekine bakın. Hangisinde daha çok hakaret ve aşağılama oluyor? Neden gençler gidip askerde intihar ediyor? Savunma bakanının söylediklerine diyecek bir şey bulamıyorum. Ne diyebiliriz ki? Söyledikleri külliyen yalan. Yarın öbür gün yine
benzer şeyler yaşanacak. Gerçeğin üstünü kapatamazsınız ki. Ali Rıza Yıldız (Serhat Yıldız’ın babası): Şüpheli asker ölümü diye bir şey yoksa o zaman bu ölümleri aydınlatsınlar. Bu ölümlerin sahiplerini niye çıkaramıyorlar o zaman? Kayıt altına alınıyor dedikleri şeylerin, yaptıkları soruşturmaların içeriğini doldursunlar. Doğru söylüyorlar aslında, her şey onlara göre kayıt altında. Bu konuda doğrular, yaptıklarını kayıtlı yapıyorlar. Bakan şüpheli asker ölümü yok diyor, oysa AİHM’de bir sürü cezalandırılmış, açığa çıkarılmış failler vardır. Benim davam da AİHM’e gidecek bir davadır. Çünkü ben, Türkiye’de bir sonuç alamayacağımı biliyorum.
Asker annesi: Hepiniz katilsiniz Türkiye’de gençler zorunlu askerlik kanununa dayanılarak zorla üniforma altına alınıyor. Tam bir psikolojik ve fiziki işkence merkezine dönüştürülen kışlalardan sıkça firar haberleri de geliyor. Kayıtlarda, 10 yıllık dönemde 35 bin askerin bunalıma girdiği için çeşitli hastahanelere ve rehabilitasyon merkezlerine başvurduğu da dikkat çekici bir bilgi olarak yer alıyor. Firar eden gençler yakalandıklarında ise askeri mahkemelerde yargılanarak tutuklanıyor. Bunun son örneği birliğinden firar eden Mahir Zorbey Demirkaya oldu. Ancak bu kez yakalama yerine infaz olayı yaşandı. Demirkaya’yı Aydın’da yakalayarak adliyeye çıkaran polis, adliye çıkışında “kaçma girişiminde bulunduğu” gerekçesiyle başından vurularak öldürdü. Erzincan’da askerliğini yaptığı sırada hava değişimi alan ve birliğine geri dönmeyerek firari duruma düşen Mahir Zorbey Demirkaya
hakkında askeri mahkeme tarafından yakalama kararı çıkartıldı. Aydın’da yakalanan Demirkaya, polisteki işlemlerinin ardından Aydın Adliyesi’ne sevk edilirken, hapis cezası yüzüne okunarak tutuklandı. Adliye önünde annesine sarılmak için kelepçeleri açılan Demirkaya’nın kaçtığı öne sürüldü. İnfaz Büro Amirliği’nde görevli polis M.S, Demirkaya’yı başından vurarak öldürdü. DEMİRKAYA’YA ASKERİ TÖREN! Polisin hedef göstererek ateş ettiği ve öldürdüğü Mahir Zorbey Demirkaya’nın cenazesi Aydın’da törenin ardından toprağa verildi. Demirkaya’nın annesi tören boyunca oğlunun tabutunun başından ayrılmayıp polislere, “Hepiniz katilsiniz” dedi. Demirkaya’ya askeri tören yapılması ise dikkat çekti. Kılınan cenaze namazının ardından Demirkaya’nın cenazesi, Merkez Kemer
Mezarlığı’nda toprağa verildi. Türk egemen medyada yer alan Demirkaya’nın bir kızı zorla alıkoyduğu şeklindeki haberlere ise hem söz konusu genç kadından, hem de Demirkaya’nın amcası tarafından tepki gösterildi. POLİS MÜDÜRÜNDEN İTİRAF Cenaze törenine katılan Aydın İl Emniyet Müdürü Ahmet Turan Temel, gazetecilerden gelen sorular karşısında polisin ayağının tökezleyip yanlışlıkla olayın gerçekleştiği yönündeki haberleri yalanladı. Temel, ailenin de belirttiği gibi polisin Demirkaya’yı hedef alarak öldürdüğünü söyledi. Gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan polis M.S. için önce “ayağı tökezleyip düştüğü için silahı ateş aldı” denilmiş, M.S. gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılmıştı. Savcının bir üst mahkemeye itirazı sonucu polis M.S. tutuklandı.
BÜYÜTEÇ haydar özkan
Irmak gibi “Millete verdiğim açık dilekçeye canımı pul yerine kullanıyorum!” (Nazım Hikmet, açlık grevine başlarken) Tutuklu milletvekilleri Türkiye siyasal rejiminin faşist karakterini çıplak biçimde yansıtan bir olgudur. Gerek 1994’te DEP’lilerin tutuklanmasında; gerek 2011 seçimlerinde halk oyuyla Meclis’e gitmeye hak kazanan BDP milletvekillerinin hükümet ve Özel Yetkili Mahkemelerce engellenmesinde aynı özü görebiliriz: Halkın iradesinin gasp edilmesi. Burada “resmen” tutsak edilen; halkın bir kısmının siyasal tercihleridir. Söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğünün bulunmadığı bir ülkenin milletvekilleridir onlar. O yüzden vekillik görevlerini hapiste yapmaktadırlar. DEP’liler 10 yıl boyunca halkı temsil görevini Ulucanlar Hapishanesi’nde sürdürdüler. Bu zorlu görevi başları dik ve yürekleri ferah biçimde tamamladılar. Halklarımızın sevgi gösterileri altında tahliye oldular. Şimdi bu zorlu görev, 6 BDP’li milletvekilinin omuzlarında. Hatip Dicle, bir kez daha görev başında. Onu sadece tahliye etmemekle kalmadılar, vekilliğini de çalıp Oya Eronat’a verdiler. Selma Irmak ve Faysal Sarıyıldız bu görevi layıkıyla yerine getirebilmek için bedenlerini açlığa yatırdılar. Taraf Gazetesi’nin hükümet muhibi yazarları açlık grevinin manasızlığı üzerine yazılar yazmaya başladı bile! Büyük şair Nazım Hikmet’in açlık grevine başlarken söylediği sözler geliyor aklıma: “Millete verdiğim açık dilekçeye canımı pul yerine kullanıyorum!” Dört duvar arasına kıstırılan halk iradesinin halka sunduğu bir “dilekçedir”, vekillerin açlık grevi. Ve dilekçenin altı, “canla” imzalanmıştır. Fildişi kulelerden hükümet sponsorluğunda yazanların kulakları bu frekansı işitmez, gözleri bu ışığı göremez. İmha ve siyasal yok saymanın bir devlet politikası olarak Kürt halkına dayatıldığı günlerde onlar aç kalarak halkın taleplerinin bayrağını taşıyorlar. İmralı’da dip noktasına varan ağır tecridin yok sayılmasına, gizlenmesine, kabul ettirilmesine bedenlerini öne sürerek engel olmaya çalışıyorlar. 5 bin Kürt tutsak açlığa yatarken, vekiller olarak onlar da bu büyük koronun içinde mütevazı yerlerini alıyorlar. Şöyle diyor, Şırnak vekili Selma Irmak: “Onurlu ve direngen Şırnak halkının görev verdiği bir insan, yaşama duyarlı bir kadın olarak ben de tüm bu olan bitene seyirci kalmayı vicdanıma yediremedim. Elimde, tepkimi ortaya koyacak hiçbir enstrüman bırakılmadığı için elimde kalan tek enstrüman olan, bedenimi ortaya koymak istiyorum.” Selma Irmak, AKP Hükümetinin Kürt sorununu inkar-imha zeminine çekmesine, Abdullah Öcalan’a uygulanan katmerli tecrite, tutuklama zulmüne isyanını süresiz açlık greviyle ortaya koyuyor. Faşist AKP Hükümetinin hoyrat tutuklama dalgaları sonucunda dolan hapishanelerden yeni bir isyan dalgasının ilk kıpırtıları geliyor. Demokratik yurtsever öfke zindan duvarlarından taşıyor, tasfiye edilmeye çalışılan siyasal alanı yeniden hareketlendiriyor. Açlık grevindeki binlerce beden, sadece Kürt halkına değil, bütün halklarımıza bahara hazırlanmayı işaret ediyor. Tutuklu milletvekilleri, bu taşkın öfkenin en önünde yürüyorlar. Böyle bir zulme sessiz kalmamaya, başları yukarı kaldırmaya çağırıyorlar. İdris Naim Şahin ve Tayyip Erdoğan’da cisimleşen faşist pervasızlık karşısında bir ırmak gibi akıp engelleri yıkmaya çağırıyorlar. Bu, baharın çağrısıdır. Bu ırmağa sayısız çay olup katılmanın, halkların birleşik isyanıyla faşist keyfiliği süpürüp atmanın zamanıdır. Tutuklu vekillerle dayanışmak, özgürlük çağrısına yanıt vermek demektir. Dayanışma açlık grevleriyle onların yaktığı bu ateşi her yana yayalım. Sokağın sesine kulak kabartmış tutuklu vekillere güçlü bir sesle yanıt verelim.
ESP’li Yıldız’ı sırtından vurdular, intihar dediler Kışlada öldürülen ve “intihar etti” denilen askerlerden biri de ESP’li Serhat Yıldız’dı. Antep 5. Zırhlı Tugay Komutanlığı’nda askerliğini yapan Yıldız, yaşadığı İstanbul Gülsuyu Mahallesi’nde devrimci, sosyalist kimliği ile biliniyordu. 19 Şubat 2010 tarihinde, mahallede ilerici kimliğiyle tanınan ve yıllarca Gülensu Gülsuyu Mahalleleri Güzelleştirme ve Yardımlaşma Derneği’nin başkanlığını yapan baba Ali Rıza Yıldız’a, oğlu Serhat’ın intihar ettiği söylendi. Ölüm haberini aileye ulaştıran askeri yetkililerin yanında bulunan mahalle muhtarı Sabri Şakar, askerlerin çelişkili konuşmalar yaptığını ifade etti. Askeri yetkililer Serhat’ın ölümüne önce “kaza kurşunu”, sonra “intihar etti” dediler. Basına yansıyan otopsi raporunda ise kurşunun Yıldız’ın sırtından girdiği yer aldı. Serhat’ın cenazesi ailesine dahi verilmeden doğum yeri olan Sivas’ın İmranlı İlçesi’ne götürülerek defnedildi. Serhat’ın ailesi ve yoldaşları, bugün de bu cinayetin hesabını sormak için mücadelesini sürdürüyor.
10
atılım
●
KARDEŞÇE Zehirli fidelik
sami özbil
Türkiye’de olaylar eskir, süreçler tazeliğini korur. Toplumsal dokuyu bozan her olay, bir dalganın kayaları aşındırması gibi siyasal sinir uçlarını, birer yüksek gerilim teline dönüştürerek açığa çıkarır. “Ermeni yalanına sessiz kalma” armasını yakasında taşıyan teatral gösteri de böyledir. Hızla eskiyecek, olaylar kataloğunda tozlanacak. Ancak gösterinin mantıksal devamının neler olacağına ilişkin işaretleri de ortaya çıkarması bakımından bu mümayiş önem taşıyor.Yoksa bu gösteri yapılmasaydı da işaret ettiği ‘tehlike’ zaten vardı. Gözümüze sokarcasına gösterilmesi, Türkiye coğrafyasının ne denli kırılgan bir yapıya yataklık ettiğini ortaya koyuyor. Birikim varsa, bu, çeşitli biçimler altında patlar.
Türkiye’de ırkçı-mezhepçi-dinsel bütün düşmanlıkların ideolojik ve ekonomik yanı iç içe geçmiştir. Ermeni tehcirinden Varlık Vergisi’ne, 6-7 Eylül’den Manef katliamına dek her saldırganlık kendisini, yok edilenlerin el değiştiren servetleriyle finanse etmiştir. “Hocalı katliamı” spotuyla gerçekleştirilen son gösteri öncesinde, tekelci medyada günlerce yer aldı, ilanlar verildi, bütün imkanlar kullanıldı, bu uğurda milyonlarca lira harcandı. Milliyetçilik paraya secde eder! Tepeden tırnağa faşist saldırganlıkla karakterize gösteride azınlık olan her şeye gözdağı verildi. Mevcut siyasal-toplumsal iklim kullanılarak kim bilir azınlıklardan kaç insanın, ailenin malına el koyma rüyalarına
yatıldı. Çeşitli çetelerin, mafyatik zorbaların bu saldırganlığın bir tür ayakçılığını, pis işlerini yapması boşuna değil. Türkiye’de ırkçı-milliyetçilikle beslenenlere atılacak daha çok kemik var! Kendinden olmayana düşmanlık duygusu faşizmin fideliğidir. Emperyalist metropollerde de yeni sömürgelerdeki gibi bu fidelik dallanıp budaklanıyor. Her ülkenin kendi özel tarihi, içinden geçtiği süreçler bu fideliği farklı biçimlerde tazeler. Türkiye’deki durum rejimin kurucu felsefesinin dağılması, değişen dünyadaki durumun ürkütücülüğü, güncelde de Kürdistan’daki özgürlük mücadelesinin ne bastırılabilmesi, ne burjuva reformlarla çözülebilmesi ile doğrudan ilgili. Yok saymak, görmezden gelmek, üstünden atlamak ise, bugüne kadar durmadan uygulanan, fakat dönüp uygulayıcıları vuran bir taktik oldu.
POLİTİKA
10 Mart 2012
●
İktidar partisinin rejimin resmi tezlerini, ittifak içinde ve tedricen yenileme-esnetme girişimleri bu mücadelenin surlarına çarptıkça iktidar mezhepsel reflekslere sarılma, bu refleksleri günü birlik kullanma taktiğini benimsemeyi sürdürdü, meseleyi içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Bu vesileyle yeni faşist ekipler, gruplar, çevreler türedi. Her şeyin “daniskası” olmakla övünenlerin milliyetçilikte de “daniskalık” yarışına girmesi, malum Bakan’ın Taksim gösterisine teşrif etmesi ve elbette inci saça saça konuşması çok olağan. Katılmasa şaşardık. Çünkü iktidar bloku, Türkiye’de her daim benzer zihinsel kalıplarla yetiştirildi. Çıkarları için başka sularda yüzenler asıllarına rücu etmekten geri durmadılar, durmuyorlar. Kürt sorunu konusunda da durum böyle. Pensilvanya’daki seyyar vaiz gibi ağlayarak konuşmayı hitabet sanatına çeviren “çözüm”cü
muktedir bile bu sorunun çözümü için barışmayı değil, “bağrımıza taş basmayı” uygun görmedi mi ki! Haksız savaşların arifesinde egemenler faşist milliyetçiliği köpürtmüşlerdir. Ekonomik-toplumsal faydalı çelişkileri böylelikle bastırdılar, ötelediler. Sonra, daha sarsıcı biçimde bu sorunlarla karşılaştılar ama günü kurtarmak için bile olsa bunu örtmeyi esas aldılar. Ayranı kabaran Türkler uyarlanması, Suriye vb. alanlarda milyonlarca insanı iktidarın politikaları uyarınca mobilize etme, rıza üretme kampanyasının bir parçası sayılabilir aynı zamanda. Evde, okulda, kışlada öğretilen Türklük, devlet ideolojisinin ihtiyaçları temelinde şekillendiriliyor. Devletçilikle kutsanan, ümmetçilikle harmanlanan bu modelin tüm türevlerinin köküne kibrit suyu dökmek, hezeyanlarla örülü bu fideliği kurutmak güncel bir zorunluluktur.
Newroz’da özgürleşmeye Ulusal inkarda ısrar, tutuklamalar, gözaltılar, askeri operasyonlar, açlık grevleri, tecrit, tutuklu çocuklara taciz ve tecavüz... Kürt halkı 2012 Newroz’una sömürgeci rejimin çok yönlü tasfiye ve imha saldırıları altında giriyor. ◗ AMED Başta Kürt halkı olmak üzere, Ortadoğu halklarının diriliş ve özgürlük bayramı olan Newroz için geri sayım başladı. Kürt halkı, bayram günü olan Newroz’u sömürgeci saldırılara güçlü bir yanıtın verildiği kavga gününe çevirecek. Kürdistan’da yakılan özgürlük ateşleri Türkiye kentlerindeki eşitlik ve kardeşlik ateşleriyle buluşacak. Bahara “An azadî an azadî” şiarıyla giren Kürt halkı, Newroz’da özgürlük haykırışını milyonlaştıracak. 90’LI YILLARDAKİ GİBİ Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş; baskı, operasyon ve can kayıplarının çok fazla olduğu bu yıl Newroz’u 130 merkezde kutlayacaklarını belirterek, “2012 Newroz’u, ‘90’lı yıllardaki gibi olabilir” dedi. Amed’deki bir sergi ziyaretinde konuşan Demirtaş, 130 merkezde geniş katılımlı kutlamalar yapılacağını kaydetti. “Halk toplantılarında ve mahalle meclislerinde yürütülen tartışmalarda duyuyoruz. Halkın bu yılki Newroz kutlamaları, haklı olarak bakış açısı farklı olabilir. Çünkü en çok can kayıplarının yaşandığı yıl bu yıl oldu diyebiliriz” diyen Demirtaş, bu yılki Newroz kutlamalarında daha çok siyasi mesajlar verileceğini ifade etti. BDP’NİN NEWROZ DAVETİYESİNE YASAK Newroz hazırlıkları sürerken devlet yasakları da kendisini göstermeye başladı. BDP tarafından bastı-
rılan Newroz davetiyeleri, Seyid Rıza’nın fotoğrafının olması gerekçe gösterilerek yasaklandı. Yasaklamaya tepki gösteren BDP Diyarbakır İl Başkanı Zübeyde Zümrüt, “Sayın Başbakan, elini 2012 Newroz’umuzdan çek” dedi. BDP Amed il binasında yapılan basın toplantısında konuşan il eşbaşkanı Zümrüt, AKP Hükümetinin 2012 Newroz’u öncesi kara propaganda yaptığını söyledi. Zümrüt, “AKP hükümetine, savcılarına, hakimlerine, resmi basın yayın kuruluşu haline gelen Zaman gazetesi genel yayın yönetmenine sesleniyoruz. Kart niteliğindeki davetiyemiz hangi kırtasiyede satıldı? Kim sattı? Newroz gibi anlamlı bir bayramın kart niteliğindeki davetiyeleri satıldığı iddiası kadar komik bir olay düşünebilir misiniz?” diye sordu. SOSYALİST YURTSEVERLER STARTI VERDİ Sosyalist yurtseverler de 2012 Newroz’u için kolları sıvadı. Bölge parti meclisini toplayan Kürdistan’daki ESP üyeleri, 18 Mart’ta gerçekleşecek Amed Newroz’una bölgesel katılma kararı aldı. ESP’liler, çalışmalarda kullanacakları materyallerin de hazırlıklarını yoğunlaştırdı. Bu çerçevede afiş, bildiri çıkaracak olan sosyalist yurtseverler, aylık sosyalist yurtsever gazete Azadî’nin Newroz manşetli sayısının da hazırlıklarını tamamladı. Sosyalist yurtseverler, Kürt halkını 2012 Newroz’unda ulusal inkara, tecride ve tutuklama terörüne karşı alanlara, direnişi ve örgütlülüğü yükseltmeye çağırıyor.
İLK KÜRTÇE HABER KANALI YAYINDA ◗ KOPENHAG Kürdistan medya dünyasına yeni bir TV kanalı daha katıldı. Kürdistan’ın ilk haber kanalı olan NUÇE TV, 5 Mart’ta yayın hayatına başladı. Kürtçe’nin Kurmanci, Sorani, Dımili, Hewramani lehçeleri ile Türkçe ve İngilizce dillerinde yayın yapacak olan haber kanalı NUÇE TV uydu üzerinden izleyicileri ile buluştu. Danimarka Mezopotamya Brodcast Şirketine bağlı olarak yayın yapacak olan NUÇE TV, Hakikat Zamanı (Dema Rastiye) sloganıyla izleyicilerin karşısına çıktı. Amed saati ile 08:00’de, Avrupa saati ile ise sabah 07.00’de yayına başlayan televizyonda, saat başı Kürtçe’nin Kurmanci, Sorani, Zazaki, Hewrami lehçeleri ile Türkçe ve İngilizce haber sunulacak. Gece 22.00’de, günün son haberleri sunulacak. NUÇE TV yönetimi, yayın politikasını Kürdistan esas olmak üzere, Ortadoğu, Avrupa ve dünyada, haber konusu olacak tüm gelişmeleri anında, ayrıntıları ile ve herkesten önce izleyicilerine duyurmak şeklinde özetliyor.
‘TEK BİR TEL SAÇ İÇİN YEMİN ETTİK’ ◗ İSTANBUL Barış Anneleri inisiyatifi, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında, Kazan Vadisi’nde yaşamını yitiren HPG gerillası Ebru Muhikancı’yı mezarı başında andı. Anmada, “Şehit namirin”, “Biji aşiti” ve “Katil Erdoğan” sloganları attı. Saygı duruşuyla başlayan anmada konuşan anne Birgül Muhikancı, “Buraya Ebru’nun 8 Mart Kadınlar Günü’nü kutlamaya geldim. Ama cansız bedenine bile sarılamadan toprağını öpüyorum” dedi. Kızının onurlu bir davada yaşamını yitirdiğini söyleyen Muhikancı, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan ağır tecridin kaldırılmasını ve tutukluların serbest bırakılmasını istedi. Barış Anneleri İnisiyatifi adına konuşan Cemile Akgün, Kürt kadınlarının Türkiye’de tüm halkların kardeşçe yaşaması için mücadele ettiğini vurguladı, “Barış Anneleri olarak, başındaki tek bir tel saç için yemin ettik ve barış mücadelesinde kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğiz” dedi.
ESP’DEN AÇLIK GREVİNDEKİLERE ZİYARET
ESP: Newroz’da alanlara ◗ ANKARA Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, 2012 Newroz’una ilişkin gazetemize konuştu. Yüksekdağ şunları kaydetti: “Newroz, tarihsel olarak Kürt halkının dirilişinin, bugün açısından da direnişinin sembolüdür. 2012 Newroz’u, gerek Türkiye ve Kürdistan, gerekse de tüm Ortadoğu halkları bakımından, sembolize ettiği tarihsel ve güncel değerlere tam uyum içerisinde karşılanıyor. Kürt halkının tek bir kişi de kalsa direnişten ve taleplerinden vazgeçmeme çizgisi, Newroz’a damgasını vuracaktır. 2012 Newroz’u, çığırından çıkmış saldırılara Kürt halkının esaslı yanıtı olacaktır. 2012 Newroz’u, Türkiye emekçi halklarının Kürt sorunun çözümünde eşitlik ve kardeşlik iradesinin de açığa çıkması gere-
Para değil Emine Erdoğan!
ken bir eşiktir. Kürt halkı kolektif ulusal kimliğinin ve haklarının tanınması mücadelesinde kritik bir aşamaya gelmiştir. Bu aşamada sorunun asıl muhatabı olan Türkiye halklarının muhataplaşması ve iradesini beyan etmesi gerekir. Partimiz, ulusal eşitlik temelinde Kürt halkının bütün kolektif haklarının, anadil ve özerklik hakkının tanınması için Newroz’u selamlayacaktır. Bu yıl her zamankinden farklı ve ileri bir yoğunlaşmayla, Türkiye merkezlerindeki Newroz kutlamalarını eşitlik, kardeşlik ve Kürt halkına kolektif ulusal kimlik buluşmasına dönüştürmeliyiz. Kürt halkının her Newroz’da Kürdistan’da yaktığı özgürlük ateşini, Batı’da eşitlik ateşleri yakarak selamlamalıyız. Çözüm için Türk halkını ve tüm Türkiye halklarını muhataplaştırma mücadelesinde Newroz devrimci bir eşik olmalıdır.”
ADALET ◗ ŞIRNAK AKP Hükümetinin Roboski katliamı karşısındaki ikiyüzlü tavrı sürüyor. Bir yanda köylülerin kasıtlı bir biçimde hedef alındığı ve katledildiği Aselsan uzmanlarının raporlarıyla da açığa çıkarken, diğer yandan sorumlular hakkında herhangi bir işlem başlatılmıyor. AKP Hükümetinin Roboski’ye yönelik yaptığı tek şey, timsah gözyaşlarıyla düzenlenen ziyaretler oluyor. Haftalardır Roboski’ye gidip gitmeyeceği yılan hikayesine dönen Emine Erdoğan, 6 Mart’ta köye gitti! Erdoğan, “Tazminat değil, faillerinin ortaya çıkarılmasını istiyoruz” pankartı ile karşılandı. Köyde ziyaret öncesi olağanüstü önlemler alınırken, jandarma eğitimli köpeklerle çadırda ve köyde bomba araması yaptı. Evlerin çatılarına keskin nişancılar yerleştirildi. Emine Erdoğan ve heyet, köyün girişinde katliamda yaşamını yitirenlerin yakınları tarafından “Geç geldiniz ama hoş geldiniz”, “Tazminat değil, faillerinin ortaya çıkarılmasını istiyoruz” dövizleri ile karşılandı. Heyet, daha sonra köy muhtarının evine geçti. Köy muhtarının evinde Erdoğan, katledilen kişilerin yakınları ile görüştü.
◗ AMED/ADANA Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Amed İl Örgütü, BDP Kayapınar İlçe binasında süren açlık grevini ziyaret etti. BDP’li belediye başkanlarının 3 Mart’ta sonlandırdığı açlık grevini devralan Bismil ekibini ziyaret eden ESP üyeleri, açlık grevindekilere başarı dileğinde bulundu. Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasını parti olarak istediklerini belirten ESP Amed İl Başkanı Ramazan Karakaya, tecride karşı mücadelelerinin süreceğini söyledi. Karakaya, ESP olarak tecride karşı kendilerinin de açlık grevi yapacağını söyledi. Adana’da ESP ve İnsan Hakları Derneği’nden (İHD) bir heyet, BDP İl Örgütü’ne dayanışma ziyaretinde bulundu. Ziyaret sırasında konuşma yapan ESP MYK üyesi Serpil Arslan, saldırıların günlük yaşamın bir parçası haline geldiğini belirtti, “Biz biliyoruz ki, son sözü hep direnenler söyler. Tek kişi kalsak da bu mücadele sürecek. Biz BDP’li gibi çalışmaya hazırız” dedi.
Kürtçe yaşamın her alanında olmalı ◗ AMED Kürt Dili Konferansı, Kürt dilinin sorunlarını çözmek için KURDİ-DER’in öncülüğünde yürütülen ve Kürt Enstitüsü, DTK Dil Komisyonu ile Kürt Yazarlar Derneği’nin çalışması sonucu 2-3-4 Mart tarihlerinde Amed’de Cegerxwin Kültür Merkezi’nde yapıldı. Konferansın açılış konuşmasını yapan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Ahmet Türk, Kürt dilinin eğitim dili olmasının yetmeyeceğini belirterek, “Hem eğitim dili, hem kültür, hem kimlik dili olması yanında Kürt dili resmi dil olması gerekir. Yoksa Kürt dili zamanla yok olur” dedi.
Dünyanın ve Kürdistan’ın dört bir tarafından 300 dilbilimci, eğitmen, akademisyen, siyasetçi ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla gerçekleştirilen konferansta ulusal birliktelikte dilin rolü, alfabe ve Kürtçe’nin lehçeleri, eğitim sistemi ve dil akademisi konuları hakkında makaleler sunuldu. Konferansın sonuç bildirgesinin tam metni şöyle: “1- Kürtçe’nin lehçeleri zenginliktir, bu lehçelerin korunması ve geliştirilmesi ulusal bir görevdir. 2- Ulusal Kürt Kongresinin gündemde olduğu bu günlerde Kürtlerin de ulusal bir program ve dil siyaseti olmalıdır.
3- Bu Konferans her lehçenin standardizasyonunu gerekli görür ve sözlü edebiyatın derlemesinde yerel ağızların korunmasını esas alır. 4- Kürtlerin birbirini anlaması ve ulusal bir bilincin oluşması için tek bir alfabeye ihtiyaç vardır. Bu amaca varıncaya kadar, Güney Kürdistan’daki mevcut durum nedeniyle her iki alfabe de eğitim ve yaşamın her alanında kullanılmalıdır. 5- Bu konferans Kürt dili ile eğitimi ulusal ve insani bir hak olarak görür ve bunun için anaokulundan üniversiteye Kürtçe’yi eğitim dili olarak talep eder. Bu da siyasal bir statü ile mümkündür.
6- Konferansımız, insanın gelişimi ve mutluluğu için demokratik ve çoğulcu bir eğitim sistemini önerir. 7- Ulusal bir dil programının oluşması için Kürdistani bir dil ve eğitim hareketinin oluşturulmasına ihtiyaç vardır ki, bu oluşum Kürtçe’nin ihtiyaç ve çalışmalarını karşılayabilsin. 8- Konferansımız, bütün Kürtlerin Kürtçe’yi yaşamın her alanında kullanması için çağrıda bulunur. 9- Konferansımız, Güneybatı Kürdistan’daki halkımızın Kürtçe ve dil alanındaki mücadelesini selamlıyor ve desteğini belirtiyor. 10- Konferansımız, siyasi
Kürt tutsakların Kürtçe savunma taleplerini destekliyor. 11- Konferansımız, AKP politikası ve yetkililerinin Kürt dili ve kültürü hakkındaki tutumlarını kınıyor ve bunu asimilasyon ve inkar politikalarının devamı olarak görüyor. Aynı şekilde diğer rejimlerin de Kürtler üzerindeki benzer tutumlarını kınıyoruz. 12- Konferansımız, Kürtler üzerinde sürdürülen siyasi ve askeri operasyonları kınıyor, çözüm için diyalog ve müzakereyi öneriyor. 13- Kürtçenin geliştirilmesi için çocuklar çok önemlidir. Bunun için de ulusal dil politika ve programında çocuklara özel bir yer ayrılmalıdır.”
10 Mart 2012
●
DÜNYA
atılım 11
●
Putin kazandıkça Rus halkı kaybetti Rusya’da seçimleri beklendiği gibi Putin kazandı. Rus işçi sınıfı ve emekçileri zor süreç bekliyor. Putin ve Medvedev dönemlerinde Rusya büyüdü ama işçi ve emekçiler daha da yoksullaştı. Rusya’da yapılan devlet başkanlığı seçiminde Vladimir Putin, oyların yüzde 63.75’ini alarak üçüncü kez ülkenin lideri olarak seçildi. Putin’in en yakın rakibi olan Rusya Komünist Partisi Başkanı Gennadiy Zuganov ise yüzde 17.7 oy alabildi. Sandığa gitme oranı ise yüzde 64’te kaldı. Altı yıl boyunca devlet başkanlığı görevini yürütecek olan 59 yaşındaki Putin, seçimi “Rusya için büyük bir zafer” olarak nitelendirdi. ‘’Kusursuz bir zafer kazandık. Tahrikleri organize etme girişimleri Rus devletini yıkamayacaktır’’ diyerek, milliyetçi duygulara seslendi. Putin, seçimleri “açık ve dürüst” bir şekilde kazandıklarını iddia etti. Ancak, muhalif adaylar, seçime hile karıştığını iddia ediyor. Rusya Komünist Partisi adayı Gennady Zuganov, seçimin adil, tarafsız ve saygın bir seçim olmadığını ifade etti. Seçimleri
izleyen 700 kadar AGİT gözlemcisi raporuna göre, her üç sandıktan birinde sayım hilesi yapıldı. 2011 yılı sonunda yapılan duma seçimlerinde muhalifler yine seçimin hileli olduğunu belirtmiş ve Putin-Medvedev ikilisine karşı isyan başlatmıştı. Nitekim, Putin bir kez daha seçimi kazandıktan sonra halk yine sokaklara çıktı. DOĞALGAZ PARASIYLA BÜYÜYEN İKTİDAR Putin, hile tartışmaları arasında üçüncü kez başkanlık koltuğuna oturacak. Onun tekrar bu koltuğa oturmasını hazırlayan süreç, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Rusya’nın içerisinden geçtiği durumla ilgilidir. Dağılma sürecinden 2000’li yıllara kadar Rusya, siyasal ve ekonomik olarak kaotik bir dönem geçirdi. 2000 yılından sonra dünya ölçeğinde artan petrol ve doğalgaz fiyatları, Putin yönetimindeki Rusya’ya ilaç gibi geldi. Ekonomi nispi olarak
rahatladı, hazine para rezerviyle doldu. Bu süreçte Rusya’da büyük tekelci sermayeler türemeye başladı, orta sınıf önemli oranda güçlendi. İşçi sınıfı ve emekçi halk ise Putin’in ikinci kez seçildiği 2004’ten sonra özel saldırı hedefi oldu. Çalışma süreleri uzatıldı, 122 sayılı yasayla sosyal haklar tasfiye edildi, toplu taşıma ve ilaçların ücretsiz olması kaldırıldı, öğrenciler kaldıkları yurtlardan çıkarıldı, sovyet döneminden kalma toplu konutlar emlak spekülatörlerine peşkeş çekildi. Üçüncü kez seçilen Putin, işçi sınıfı ve emekçilerin kazanılmış haklarına saldırıları sürdürürken, gelinen aşamada mutlak oy tabanı orta sınıfın da desteğini kaybetmekle karşı karşıya. Uzunca bir süreden beri durgun olan ekonomi, hiçbir canlanma belirtisi göstermiyor. MUHALEFET DE MİLLİYETÇİ Eski bir KGB ajanı olan Putin, seçildiği her dönemde milliyetçi
söylemlerle toplumsal gericiliğin ve orta sınıfın desteğini arkasına aldı. Son seçimde de batıda yürütülen Putin aleyhtarı kampanyayı da, Batılı emperyalistlerin Rusya’yı karıştırmak istemesi olarak kullandı ve oldukça da etkili oldu. Sırtını Rus burjuvazisine dayanan Putin’in açık ara seçimleri kazanmasında, muhalefetin duruşu da önemli rol oynadı. Başında “komünist” sıfatı bulunan Rusya Komünist Partisi, yüzde 17’yle seçimde ikinci parti oldu. Ancak RKP, özellikle 2000’li yıllardan sonra enternasyonal söylemleri tamamen terk etti, tıpkı Putin’in partisi gibi milliyetçi söylemlerin arkasına demir attı. Özellikle dayandığı, sovyet deneyimini yaşayan orta kuşağın üstündeki kitlede bile, “ücretsiz sosyal hizmet” vaatlerinde inandırıcı olamadı. Yüzde 17 gibi bir oy alması, RKP’nin politikasından çok, Rus halkının sosyalizme duyduğu özlemin sandığa yansıması.
Türkiye silah desteği de sağlayacak Esad rejimi muhaliflerinden ve emperyalizmin desteklediği Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) Başkanı Burhan Galyun, Esad karşıtlarına gidecek silahları koordine etmek için Türkiye’de askeri bir büro kurmak istediklerini söyledi. Türkiye de destek için açık konuştu. Emperyalistler tarafından desteklenen Suriye Ulusal Konseyi Başkanı Burhan Galyun, Beşar Esad karşıtlarına silah yardımını organize etmek ve muhalefeti kaostan kurtarmak için Türkiye’de bir “askeri büro” kuracaklarını dile getirdi. Galyun, “Türkiye’nin destek vermemesi için bir neden göremiyorum” dedi. ‘SİLAHLARI BİZE YOLLAYIN’ Paris’te yabancı gazeteciler merkezinde açıklama yapan Burhan Galyun, Suriyeli muhaliflere silah yardımı yapmak istediklerini açıklayan ülkelere seslenerek, “Pek çok ülke Suriyeli muhaliflere silah yardımı yapmak istediğini açıkladı. Silah yardımını doğrudan Suriye’ye değil, bu yeni kuracağımız askeri büroya yapın” dedi. Galyun, kurulacak yeni askeri büronun Suriye Bağımsız Ordusu (SBO) ve bir başka muhalif general tarafından da desteklendiğini açıklayarak, “SBO şefi Riyad Esad ve Devrimci Yüksek Askeri Konsey yöneticisi General Mustafa El-Şeyh ile görüştüm. Onlar da askeri büro kararını desteklediklerini dile getirdiler” dedi. Ancak Türkiye’de bulunan Riyad Esad bunu doğrulamadı. Esad, “Galyun’la konuştuk ama bir anlaşmaya varmadık” dedi. Riyad Esad’ın açıklaması, muhalifler arasında derinleşen çatlak olarak değerlendirildi. TÜRKİYE’DEN AÇIK DESTEK ABD’DEN ÇAĞRI Suriye Ulusal Konsey’in “muhaliflere silah sağlamak için organize olacağız” açıklamasından sonra, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’ndan benzer açıklamalar geldi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye’de Esad karşıtlarının silahlandırılması konusunda bir soru üzerine “Uluslararası topluma düşen görev bu vahşetin sürdürülemeyeceği konusunda en kararlı mesajı Suriye yönetimine iletmesidir. Bu kararlı mesajın hangi yöntemlerle iletileceği konusu bahsettiğiniz hususlar (silahlandırma) dahil olmak üzere Suriye yönetimince bilinmeli ve bu vahşet durdurulmalıdır” dedi. Başbakan R. Tayyip Erdoğan da, partisinin Meclis grubunda yaptığı konuşmada, emperyalist müdahale çağrısını yineledi. ABD’nin önde gelen cumhuriyetçi isimlerden Arizona Senatörü John McCain de, ABD’nin Suriye’ye hava saldırısı düzenlemesi için çağrı yaptı. İşgalin şart olduğunu iddia eden McCain, “Bizimle ya da bizsiz bir müdahale olacak. ABD için asıl soru bizim bu müdahaleye katılıp katılmamamız. Katılmamız gerektiğini düşünüyorum” dedi. ERDOĞAN VE SARKOZY AYNI DİLDEN Avrupa Birliği de, geçtiğimiz hafta Tunus’ta toplanan zirvenin ardından, Suriye Ulusal Konseyi’ni Suriyelilerin “meşru” temsilcisi olarak tanıdığını açıkladı. Brüksel’de alınan kararda, AB dışişleri bakanlarından Şam yönetimini hedef alan yeni yaptırımların hazırlanması da istendi. AB içinde İngiltere ve Fransa dahil birçok ülke, Suriye Ulusal Konseyi’ni daha önce tanımıştı. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy de, Esad’ın muhaliflere şiddetini protesto etmek için bu ülkedeki büyükelçiliklerini kapattıklarını söyledi. Sarkozy Esad’ı kastederek, “Diktatörler, mutlaka bir gün yaptıklarının hesabını veriyorlar” dedi. Sarkozy ile Başbakan Erdoğan’ın sözlerinin neredeyse bire bir aynı olması dikkat çekti.
FHKC kongreye hazırlanıyor
‘ABD ve İsrail’in çıkarları aynı’ ABD Başkanı Barack Obama, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile Washington’da bir araya geldi. Görüşmenin en önemli gündemi İran olurken, Obama her ne olursa olsun iki ülke arasındaki bağların koparılamayacağını söyledi. Obama, “Güvenlik söz konusu olduğunda ABD, İsrail’in arkasındadır” dedi. İran’ın nükleer programına karşı daha sert tedbirlerin alınmasını isteyen İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu da, İran konusunda gelmiş geçmiş en zarar verici yaptırımların devreye sokulmasını istedi, bu konuda diplomatik çözüme imkan veren bir durumun varlığına inanmadıklarını söyledi. AIPAC’I İŞGAL ET Beyaz Saray’da Obama ve Netanyahu’nun görüşmesi sırasında AIPAC’ı İşgal Et eylemcisi yüzlerce kişi, İran savaşına karşı eylem gerçekleştirdi. Obama ve Netanyahu’nun kağıttan kuklalarını taşıyan savaş karşıtları, Beyaz Saray’ın karşısındaki Lafayette
Parkı’nda bir araya geldi ve savaş karşıtı sloganlar attı. Ayrıca Filistinliler için adalet istenen eylemde, İsrail’in Batı Şeria’da yasadışı yerleşimlerine son verilmesi çağrısı da yapıldı. Kadınların öncülüğünde kurulan savaş karşıtı örgüt Code Pink (Parola Pembe) örgütü üyesi ve eylem organizatörlerinden Alli McCracken, “Netanyahu, yüzlerce Filistinlinin ölümünden ve tüm halka uygulanan baskı politikalarından sorumlu bir savaş suçlusudur” dedi. Öte yandan, daha önce AIPAC konferasında konuşan Obama, İran için tüm seçeneklerin masada olduğunu dile getirmiş ve Netanyahu ile görüşmesinde bunu yinelemişti. Amerikan İsrail Kamu Bilgilendirme Komitesi’nin kısaltması olan AIPAC, ABD’de en güçlü İsrail lobisi. Ülkede seçim yaklaşırken lobiler oy deposu olarak görülüyor ve adaylar siyasetlerini buna uygun olarak yapıyor.
talita soares Devrime neden ihtiyacımız var? Sadece işe ihtiyacımız olduğundan değil, sadece kamu sağlık sisteminin artık iş göremez olduğundan değil. Sadece siyasilerimizin yozlaşmış olmasından değil ya da öğretmenlerin maaşlarının ödenmediğinden değil. Belki de her gün, her saat bir tabanca ile beynini uçurma ihtimali olan yüksek ücretli, çok saygın kamu çalışanının var olmasından dolayı devrime ihtiyacımız var. Şu anda yatak odalarının pencerelerinden tüm bu olanların ne olduğunu merak ederek dışarıya bakan gençlerin zenginler tarafından bozulmuş olmasından dolayı devrime ihtiyacımız var. Bu sistemin insanların yaşamak istedikleri gibi yaşayabilecekleri bir sistem olmamasından dolayı devrime ihtiyacımız var: Çünkü bunu tercih eden tarafta olanlar dahi, tatmin edilemiyor -bu, insanlar tarafından ya da insanlar için kurulan bir sistem değil, paranın sadece vahşi gücü tarafından kurulmuş bir sistemdir. Para, kendi insani değerini yitirdiğinde, artık tersi durumdan insanlara hizmet etmediğinde, artık insani bir gerçeklikte değil, gönlümüzün kabul etmediği ve nasıl baş edeceğini bilmediği çarpık gerçeklikte yaşıyoruz demektir. Gerçekliği, sevgi ve şefkatin -insan olan herkeste şüphesiz doğuştan var olan güç- asıl güçlerini geri kazanabildiği bir seviyeye geri getirmek için devrime ihtiyacımız var. Çağımızda, insanlar her zaman yüreğinden konuşuyor, siyasi açıklama yapıyorlar. İspanya’da Katalonya Meydanı’ndaki kampta zaman geçirdiği sırada kendisiyle yaptığımız röportajda Eduardo Galeano, Avrupa’daki gençlik isyanının devrim niteliğinin, gençlerde ortaya çıkan büyük istekten geldiğini söyledi. İstek, mega-şirketlerin asla üzerinde herhangi bir kontrolü olmadığı birşey. Yeni toplumsal yapının münazara ve inşaasını somutlaştırarak bu isteğe sahip olmak, en nihayetinde devrim olarak tanımlanabilecek şeydir. Eylem yaptığımızda, bu boğazımızı titretecek öfke ve hayal kırıklığının sesi olmayabilir ancak dünyadaki acıların keskin biçimde farkındalığının ve onun iyileşmesi için attığımız adımların sesi olabilir -tutkularımızda net ve berraklığımızda tutkulu olmalıyız. Günümüz toplumunda, uyumsuzluk hissinin insan doğası kadar evrensel olduğunu söylemek yerinde olur. Bu dünyada insanlar kadar, “içeride” anlamsız kurumsal tüketicilik yalanı olan boş hayaller peşinde koşan yabancılar da var. Hepimiz herkesin beyaz koyun olduğu yanılsaması içinde sıkışıp kalmış siyah koyunlarız. Yeni toplum, gerçekleri söylemeye cesaret edenlerden başka kimse tarafından kurulamayacak. Hepsi bu. Böylece yaşadığımız bu hayali ayrılıktan kurtulabiliriz. Ve yeniden söylenirse: Hepsi bu. Ama bazı anlar vardır ki bunlar hiç beklenmedik sonuçlar doğurabilecek eşsiz ve özel bir niteliğe sahiptir. Buna insani bir şey diyelim. İşte buradan çalışmaya başlamalıyız. Seri üretime uygun olmayan her şeyde direniş başlar -tüm otantik ve kişisel deneyimlerde. Sistemde ışığın parıldadığı çatlaklar var. Onlar birlikte tükenmez yıldızlı gökyüzünü oluşturuyor. Bu parlak noktaları birleştirerek, takım yıldızı oluşturabilirsiniz. Bir grup küçük ışık noktaları, büyük güçlü bir aslan oluşturmak için birleştirilebilinir. Birlikte, karanlık bir gecede dahi açıkça görünecek aslanı oluşturabilirler. Yarışan her yürek, atan bir yıldızdır! Ve birileri açık yürekle gökyüzüne her baktığında bir devrimci doğar. Bu her şeyin başladığı yerdir. Fransız Devrimi’nden barikatlara, nereden geldiğimizi ve nereye gittiğimiz hatırlatmak için güzel bir gökyüzü gerekli. En nihayetinde, bu bizi sokaklara çıkaran şey. Bu, uğruna savaştığımız şey. Yıldızlara gönlümüzde hak ettikleri yeri vermek için yeni topluma ihtiyaç duyuluyor. Savaştığımızda, kendi hayatlarımız için savaşıyoruz. * Talita Soares’in, roarmag.org sistesinde yayınlanan yazısını Yusuf Çobanoğlu ETHA için çevirdi.
New York’ta işsizlik eylemi
Almanya’da neonaziler silahlanıyor Neonazilerin örgütlenmesinin ardından silahlanmasına da göz yumuluyor. 2011 yılının Aralık ayında silah tüccarlığı yapan 2 neonaziyi yakalayan Alman polisi, olayın siyasi yönünün olmadığını ileri sürdü. Silahları sattıkları kişilerin listesini polise veren neonazilerden biri itiraflarda bulunmasına rağmen polis herhangi bir girişimde bulunmadı. 3 ay sonra, 28 Şubat günü Almanya’nın Bavyera eyaletinde 59 eve yapılan polis baskınlarında, ağır silahlar, makineli tüfekler, antitank silahlarının rampaları, binlerce mermi ve uyuşturucu bulundu. Polis baskını yapılan evlerde gamalı haç ve Nazi sembollerinin bulunduğunu öğrenildi.
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, yedinci kongreye hazırlanıyor. FHKC Polit Büro üyesi Tahir, tüm hazırlıkları tamamladıklarını aktardı. Örgütün hem Filistin’de hem de yurtdışında bir dizi toplantı düzenlediğini dile getiren Tahir, Filistin’in uluslararası kamuoyundaki durumuna dair tüm örgütlerin birlik içinde olması gerektiğini ifade etti. Tahir, “Partilerin tutumlarının günlük gelişmelere göre doğaçlama yapılıyor olması kabul edilemez, çünkü tahminlere göre yürütülen politikalar yararsız” dedi. 30 yıldır sürgünde olan, geçtiğimiz günlerde Gazze’ye giriş yapan Mahir Tahir, “Daha önce ziyaret edemediğim için pişmanlık duyuyorum ve tüm örgütlerin liderlerinin Gazze’yi ziyaret etmesini tavsiye ediyorum” dedi. Bu toprakları özgürlüğe kavuşturacaklarını ifade eden FHKC Polit Büro üyesi Tahir, anlaşma ve ödün vermeyi kabul etmeyeceklerini kaydetti. Zindanlarında olan Filistinli tutsakları da selamlayan Tahir, başta FHKC Genel Sekreteri Ahmet Sa’adat olmak üzere, işgalcilerin elinde olan tutsakları özgür bırakmak için mücadele sözü verdi. FHKC’nin son kongresi 2000 yılında yapıldı. Bu tarihe kadar, kuruluşundan beri partinin başında bulunan George Habaş, yerini Ebu Ali Mustafa’ya bıraktı. 2002 yılında siyonist güçler tarafından katledilen Mustafa’nın yerine, şu anda siyonistlerin elinde tutsak bulunan Ahmet Sa’adat geçti.
ÇEVİRİ
Araç yedek parça deposunda çalışan bir işçi. Bangladeşli, Dakkalı, adı Sujon. Ayakları yağ içerisinde. Yağ demek doğru olmaz, alınteri onunkisi. Ekmek kavgası. Ama, Sujon 9 yaşında daha!...
Avrupa’da işsizlik oranları rekor kırarken, ABD’de de işsiz sayısı giderek artıyor. Ülkede artan işsizliğe karşı New York’ta binlerce kişi sokağa çıktı ve yüksek işsizlik oranını protesto etti. Binlerce kişinin katıldığı yürüyüş, Wall Street’te başladı ve en az 8 km’lik bir kortej oluşturdu. Oluşturulan uzun kortejin ülkede iş bekleyen işsizleri sembolize ettiği belirtildi. Eylemi örgütleyenlerden Yana Landowne, “Amerika’da 14 milyon işsizi temsilen bu uzun kuyruğu oluşturuyoruz. Bu işsizleri temsil eden bir kuyruk ve dünyada işsizlerin oluşturduğu en uzun kortej” dedi. Ellerinde işten çıkarma bildirimi taşıyan eylemciler, ellerindeki bu pembe kağıtlarla işten çıkarılma sırasında herkesin olabileceğini ifade etti. Wall Street’i İşgal Et hareketinin de aralarında bulunduğu farklı gruplar tarafından örgütlenen eylem, özellikle cumhuriyetçilerin başkanlık adayı seçimine denk getirildi.
12
atılım
●
BİLİNÇ ve EYLEM
10 Mart 2012
●
Geri çekilişin olanaksızlığı-III
KURAM
Proletarya, 20. yy.’daki gibi “tek ülke”de uzun geçiş süreçleri yaşamak zorunda kalmayacak. Dahası, istense de bu mümkün değil. Devrim ya sosyalizmin nihai zaferi yolunda hızla ilerleyecek ya da kapitalist dünya pazarına yeniden dahil olarak kısa sürede buharlaşacak. ◗ ARİF ÇELEBİ Devlet meselesinde bu geriye çekilişin kaynağında yaygın küçük üretim ve “sosyalist inşa”ların “tek ülke”lerle sınırlı kalması yatıyordu. Bu da en nihayetinde kapitalizmin henüz kendi genişlemesinin sınırlarına varmamasından kökleniyordu. Sosyalist devrimlere girişmek için kapitalizmin son sınırına varmasını beklemek gerekmiyor elbette. Keskinleşmiş çelişkiler pekala proleter devrimlere yol açabilir. Nitekim açtı da. Ama böyle bir durumda, yani kapitalizmin kendini genişletme yeteneğini henüz yitirmediği durumda proletarya büyük burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin mal varlıklarını toplumsallaştırmayı amaçlayan siyasal önlemlerle yetinemez. Küçük üretimin kökünü kazıyacak ve kapitalist ülkelerden daha ileri bir üretkenliğe ulaşmaya hizmet eden bir ekonomi de inşa etmek zorunda. Ne var ki bu ne bütünüyle sosyalist bir ekonomidir ne de kapitalist. Sosyalist değildir; zira, bireysel mülkiyete dayalı küçük üretim ya da grup mülkiyetinin var olduğu koşullarda kaçınılmaz olarak satış için üretim, yani meta üretimi var olacaktır. Kapitalist de değildir; çünkü, başkasının emeğini sömürerek birikim elde etmeye dayalı bireysel mülkiyet süreç içinde ortadan kaldırılmaktadır. “Sosya-
list inşa”ların “tek ülke”lerle sınırlı kalması bu hibrid (melez) durumu daha da keskinleştirecekti. Sosyalizme doğru ilerleyişte ekonominin tüm kumandansı yüksek devlet bürokrasisinde, onun da kumandası Parti MK’sındaydı. Ne var ki bu “melez” durum “ikili hal” devlet bürokrasisinde ve partide karşılık bulacak, siyasal ve ideolojik fikirler olarak soyutlanacaktı. Bu zemin sosyalizme doğru ilerleme isteği uyandırdığı kadar, metalar biçimindeki ve kolektif kullanıma ayrılmış ürün ve hizmetlerden oluşmuş toplam toplumsal üründen daha çok elde etme isteğini de canlı tutuyordu. Devlet bürokrasisinin üst kademelerinde görev almak, bu yönlü bir birikim için özel avantajlar sağlıyordu. Kapitalizmin ekonomik, toplumsal ve siyasal krizlerle sarsıldığı, buna karşılık “sosyalist inşa”ların başarılar elde ettiği dönemde baskın yön, sosyalizmin nihai zaferine doğruydu. Kapitalist dünya kendini toparladığında ise sosyalist inşa ülkelerinde kapitalist kategorilerin canlandırılması daha çok savunulur ve benimsenir olmaya başladı. Bugünkü duruma baktığımızda ne görürüz? İleri kapitalist ülkelerde olduğu gibi orta düzey ülkelerde de küçük üretim eski önemini yitirdi. Küçük üretimin henüz önemini koruduğu
ülkelerde de etkinliği eski düzeyde değil. Kendine yeterli küçük üretim artık neredeyse olanaksız. Aynı olanaksızlık, ülkelerin kendi kendine yeterliliği için de geçerli. Böyle olduğu için de sosyalist devrimlerle iktidarı ele geçirecek olan proletarya, 20. yy.’daki gibi “tek ülke”de uzun geçiş süreçleri yaşamak zorunda kalmayacak. Dahası, istense de bu mümkün değil. Devrim, ya sosyalizmin nihai zaferi yolunda hızla ilerleyecek ya da kapitalist dünya pazarına yeniden dahil olarak kısa sürede buharlaşacak. Kapitalizmin varoluş bunalımına saplandığı ko-
şullarda ikinci yol çıkmaz sokak. Bu nedenle devlet, sosyalizmin nihai zaferi yolunda siyasal geçiş aracı olarak hızla rolünü oynayacak ve devreden çıkacaktır. Bu bir temenni değil. Bugünkü ekonomik toplumsal koşullar başka türlü bir yolu kapatmış görünüyor. Üretim araçları, sermaye bir avuç mali oligarkın elinde öylesine yoğunlaşmış, merkezileşmiş ki mali oligarşiye indirilecek bir darbeyle daha ilk anda devrim olan ülkelerde ve devrimlerin yayıldığı ölçüde dünyada meta üretimine dayalı ekonomi büyük ölçüde daralmış olacak. Ve yine bu
İşkenceciye ‘iyi hal’ indirimi TARİH BİLİNCİ yapan adalet! Türkiye’de toplumsal adalet talebi, siyasal gündemden hiç düşmedi. Çünkü, ucu devlete dokunan adli veya siyasi hiç fark etmez, her adalet talebi, mülkü esas alan yargı duvarına çarptı. İşkencede öldürüldüğü Adli Tıp Kurumu raporlarıyla sabit olan Süleyman Yeter davası da bunlardan biri. Mahkeme, işkenceci polise ‘iyi hal’ indirimi uygularken, kırmızı bültenle ‘aranan’ bir diğer polisin ise aslında hiç aranmadığı ortaya çıktı. ◗ FUAT UYGUR Yargı sisteminin siyasal karakteri, toplumsal adalet beklentilerinin karşılanmamasının başlıca nedenlerinden. Adaletin tecelli etmediği, işkencecilerin bizzat devlet tarafından korunduğu örneklerden biri de, Süleyman Yeter davasıdır. Sosyalist kimliği ve mücadelesiyle tanınan Süleyman Yeter, 5 Mart 1999’da, işçilere yönelik yayın yapan Dayanışma Gazetesi’nden çok sayıda arkadaşıyla birlikte gözaltına alındı. Aynı zamanda Liman Tersane Gemi Yapım Onarım İşçileri Sendikası (Limter-İş) Eğitim Uzmanı olan Yeter, gözaltına alındıktan 48 saat sonra Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde işkenceyle katledildi. ASIL SORUMLULAR YARGIDAN KAÇIRILDI Adli Tıp Kurumu tarafından yapılan otopside, Yeter’in el, sırt, boyun ve alın bölgelerinde dayak izlerine rastlandı. Öldürülmeden önce Yeter, 1997’de de gözaltında işkence gördüğü gerekçesiyle 15 kişi ile birlikte Terörle Mücadele Şubesi polislerine dava açmıştı. Yeter’in ölüm nedeninin işkence olduğu Adli Tıp raporuyla belirlenince, İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde polis Mehmet Yutar, Erol Erşan ve Ahmet Okuducu hakkında dava açıldı. Soruşturmanın yüzeysel olduğu, dönemin Emniyet Müdürü Hasan Özdemir, Terörle Mücadele Şube Müdürü ve Emniyet Müdür Yardımcısı hakkında da soruşturma açılması talepleri ise dikkate alınmadı. İŞKENCECİYE ‘İYİ HAL’ İNDİRİMİ Olayla ilgili açılan soruşturmanın ardından haklarında tutuklama kararı verilen işkenceci polis memurları Mehmet Yutar ve Erol Erşan 7 Nisan 2000’de teslim oldu, ancak işkencenin bir numaralı faili Komiser Yardımcısı Ahmet Okuducu teslim olmayarak “kaçtı”. Okuducu hakkında “arama kararı” çıkartılarak 178 ülkede kırmızı bültenle “aranmaya” başlandı. Süleyman Yeter’in işkenceyle öldürülmesine ilişkin dava, 1 Nisan 2003 tarihinde karara bağlandı. Sanıklardan Okuducu’nun “hiç yakalanmadığı” ve dosyasının da ayrıldığı davada, polisler Mehmet Yutar ve “aranan” Okuducu, Yeter’e işkence yaparak ölümüne neden olmaktan suçlu bulundu. Mahkeme, sanık Yutar’ı önce “kastı aşarak kasten adam öldürmek”ten 10 yıl ağır hapse mahkum etti; “failin birden fazla olması ve asli failin belirlenememesi” nedeniyle cezayı 5 yıla indirdi. Ardından da “iyi hal”den cezayı 4 yıl 2 ay ağır hapse çevirdi. “İyi halden” ceza indiriminden yararlandırılan Mehmet Yu-
tar, 1997’de de Yeter ve 15 kişiye işkence yapan ekipte yer alıyordu. Aynı davada yargılanan Erol Erşan ise “delil yetersizliğinden” tahliye edildi. ‘KARAR, HİÇBİR HUKUKA UYMUYOR’ Duruşma sonrası açıklama yapan Avukat Ercan Kanar, “Tatmin edici ve caydırıcı bir karar değil” diyerek, kararı Yargıtay’a taşıdı. Süleyman Yeter’in eşi Ayşe Yumli Yeter, “Bugüne kadar yargının bağımsız olmadığını söylüyorduk, bu kararla bunu gördük” dedi. Ayşe Yumli Yeter, “Adli Tıp Raporu’nda ‘işkencede öldürülmüş’ denilmesine rağmen, bugünkü sonuca bakıyoruz, ‘işkence yapılmıştır ama öldürmek maksatlı değil, istenmeden ölmüştür’ biçiminde karar çıktı. Mahkeme süresince uluslararası kimi maddelerin de işlemediğini, hukukun işlemesi gerektiğini vurgulamıştık. Ancak bunların hiçbiri hayata geçmedi. Nasıl ki Amerikan emperyalizmi Irak’a saldırırken uluslararası hukuku hiçe saydıysa, Türkiye’de de işkence gibi -ki savaş da bir işkence- bir konuda uluslararası hukuka dayanılmadı” diyerek, adaletin karşılanmadığına dikkat çekti. AİHM TÜRKİYE’Yİ MAHKUM ETTİ Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2009 yılında, Süleyman Yeter’in gözaltında işkenceyle öldürülmesiyle ilgili davada Türkiye’yi 110 bin 720 Euro tazminata mahkum etti. AİHM kararı verirken Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ‘işkence yasağı’, ‘yaşam hakkının ihlali’ ve ‘bu hak ihlal edildiği halde faillerin cezalandırılması için iç hukukta etkili yargılama yapılmamasını’ gerekçe gösterdi. Türkiye, Süleyman Yeter’in 1997 yılında gördüğü işkencelerden dolayı açılan davada da, 65 bin Euro tazminata mahkum oldu. 1997’de Süleyman Yeter’in de aralarında bulunduğu 15 kişiye işkence yapan Bayram Kartal, Sedat Selim Ay, Yusuf Öz ve Erdoğan Oğuz adlı polislere açılan dava, zaman aşımından düşürülmüştü. DEVLETİN YERİNİ BİLDİĞİ ‘ARANAN’ POLİS 1999’dan beri bulunamayan ve 5 Aralık 2000’den bu yana “Kırmızı Bülten”le arandığı iddia edilen işkenceci polis Ahmet Okuducu’nun mahkemelere katılmaması üzerine gıyabında yargılama yapıldı. Hakkında, beş kez yakalama evrakı gönderildiği, 38 kez yakalama emrinin akıbeti sorulduğu ve yedi kez “arıyoruz” diye yanıt verildiği halde, Okuducu’nun nerede olduğuna dair ipucuna ulaşılamadığı öne sürüldü. Okuducu’nun nüfus kaydının bulunduğu
Nallıhan Emniyet Müdürlüğü’nün gönderdiği yazıda, arama kararının buraya hiç gönderilmediği ortaya çıktı. Ayrıca Okuducu’nun ikamet adresi olarak gösterilen İstanbul Şirinevler’e gidildiğine dair de bir evrak bulunmuyordu. Bu arada Nallıhan Kaymakamlığı Nüfus Müdürlüğü’nden mahkemeye gönderilen nüfus dökümünde, işkenceci polis Okuducu’nun 14 Haziran 1999’da Huri Okuducu ile evlendiği, 2003, 2004 ve 2009’da üç çocuğu olduğu ortaya çıktı. İki çocuğun İstanbul Üsküdar’da, birinin Adana Seyhan’da doğduğu belirlendi. Nüfusta yapılan son işlem, 18 Haziran 2009’da oğlunun nüfusa yazdırılmasıydı. Okuducu ve ailesinin yerleşim yeri olarak İngiltere’nin kaydedildiği de anlaşıldı. Üstelik İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Kayıt İşleri Genel Müdürlüğü, 3 Ocak 2012’de mahkemeye gönderdiği yazıda, Okuducu’nun İngiltere’de yaşadığı bilgisinin 19 Eylül 2007’de Dışişleri Bakanlığı’ndan gönderilen toplu kayıtlarla beraber işlendiği belirtildi. İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bütün dünyada “aradığı” Okuducu’nun yeri, o tarihte Dışişleri Bakanlığı tarafından biliniyordu. Okuducu’nun yeri artık herkesçe bilinmesine rağmen “Kırmızı Bülten” hala işletilmedi. İŞÇİ SINIFI MÜCADELESİNE ADANMIŞ BİR ÖMÜR Süleyman Yeter’i işkenceyle ölüme götüren süreç, onun siyasal kimliğiyle ilgiliydi. 1962’de Erzincan Refahiye’de yoksul Kürt ve Alevi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babasını küçük yaşta kaybetti. 1970’li yılların ortalarında İstanbul’a taşındı. Daha lise yıllarında devrimci mücadeleye katıldı. Lise yıllarından sonra genç ve sosyalist bir işçi olarak fabrikalarda çalışmaya başladı. İşçilerle kısa zamanda kaynaştı ve onları daha yakından tanımaya başladı. Bu özelliği, Süleyman Yeter’i işçi sınıfı mücadelesinde bulunduğu her yerde öne çıkardı. 1980 darbesinden sonra Petrol-İş Sendikası’nın çalışmalarına aktif olarak katıldı. 1980’li yılların sonlarına doğru kurulan Devrimci Sendikal İşçi Muhalefeti’nin (DSİM) örgütleyicileri arasında yer aldı. 3 Ocak 1991 genel grevine katılan Shaup Lorenz işçilerinin en önünde yer aldı. Süleyman Yeter, işkenceyle öldürüldüğü tarihte, DİSK’e bağlı Limter-İş Sendikası Eğitim Uzmanı görevini sürdürüyordu. Süleyman Yeter, işçi sınıfı mücadelesi içerisinde aktif rolü nedeniyle sık sık gözaltına alındı ve işkence gördü. 1997 yılında da gözaltına alındığında işkenceye maruz kaldı. Hapisten çıktığında mücadelesine devam etti. 7 Mart 1999’da işkenceyle öldürüldüğünde 37 yaşındaydı.
gerçekleştiği ölçüde bilimin üretime aktarılmasının önündeki kar amaçlı üretim engeli temizleneceği ve böylece, geçim araçları üretimi için insan enerjisine duyulan ihtiyaç hızla azalacağı ve zorunlu çalışma süresi giderek çok daha kısalacağı için insanın insanı yönetimi çok daha hızlı biçimde gereksizleşecek ve yerini giderek bütünüyle şeylerin yönetimine bırakacak. Daha bugünden bunun maddi koşulları oluşmuş durumda. Geçim araçları üretimi pekala robotlara devredilebilir ve organizasyon (dolayısıyla bürokrasi) neredeyse bütünüyle bilgisayarlarla
gerçekleştirilebilir. Sermaye engeli ortadan kaldırıldığında insanlığın bu yönde gelişmesini kim durdurabilir. Burada anlatılmak istenen en önemli hususlardan birisi şu: 20. yy.’daki “sosyalist inşa”lar kapitalizmin üretkenliğinin ötesine geçen sosyalizmin üretim güçlerini yaratma görevi ile karşı karşıyaydılar. Ne var ki, geri teknik temeli olan ülkelerde yarışa başlamışlardı. Bırakalım daha ileri üretici güçleri yaratmayı, ileri kapitalist ülkeler düzeyine gelmek bile kolay değildi. Oysa bugün sosyalizmin üretim güçleri bizzat sermaye tarafından yaratılmış bulunuyor. Kapitalizm kendi gelişiminin sınırlarına dayandığı için üretici güçleri geliştirmek bir yana, var olanları bile değerlendirme yeteneğinden yoksun. Dolayısıyla 21. yy.’ın sosyalist inşaları kapitalizmi “yetişip-geçme”, ya da daha ileri üretici güçler “yaratma” görevi ile değil, sermaye tarafından gelişimine engel olunan üretici güçlerin sermaye bağını kesmek, önünü açmak, uygulamak, geliştirmek görevi ile karşı karşıya. Teknik temel yalnızca üretim alanında değil, dolaşım (iletişimulaşım) alanında da yeterince olgunlaştı. Bu teknik temel yalnızca ürünlerin dünyanın bir ucundan diğer ucuna hızla ulaştırılması, büro
işlerinin bilgisayara aktarılması anlamında değil, aynı zamanda karar almak süreçlerinin de temsili olmaktan çıkmasına olanak yaratıyor. İnternet üzerinden karar almaya doğrudan katılım pekala mümkün. Bu nedenle siyasal temsilin daralması yerine doğrudan demokrasiye doğru genişlemesi için zemin ekonomik toplumsal bakımdan olduğu kadar teknik anlamda da güçlü. Aydın tabaka hızla proleterleşiyor ve emekçiler yüzyıl öncesine göre çok daha eğitimli. 20. yy.’da nesnel koşullar proleter iktidarları siyasal temsilin daraltılmasına doğru iterken, 21. yy.’ın nesnel koşullarının tam tersi yönde zorlayacağı daha bugünden bellidir ve açığa çıkmıştır. Avrupa ve ABD’de öfkeliler, işgalciler vb. adıyla ortaya çıkan eylemciler arasında gelişen yeni tip örgütlenmeler bunun nüveleri olarak karşımızda duruyor. Geri çekilmenin olanaksızlığının son unsuru olarak kapitalizmin genişlemesinin sınırlarına giderek daha çok varması; dolayısıyla olası “sosyalist inşa”lar sürecinde sosyalizme karşı bir çekim gücü olması ve işçi sınıfı ile “tarihsel uzlaşma” yapma yeteneğini yitirmiş olmasını ifade edebiliriz. Bu konuya “kapitalizmin varoluş krizi” yazılarında daha önce değinildiği için tekrara gerek yok.
Bu hesap mahşere kalmaz Gözaltında işkenceyle katledilen sosyalist sendikacı Süleyman Yeter, Limter-İş Sendikası ve yoldaşları tarafından katledilişinin 13. yılında anıldı. Yeter’in katillerinden işkenceci polis Ahmet Okuducu’nun İngiltere’de yaşadığının ortaya çıktığını hatırlatan yoldaşları, “Bu hesap mahşere kalmaz” dedi, Okuducu’nun iade edilmesini istedi. ◗ İSTANBUL/İZMİR/ AMED Limter-İş Sendikası Eğitim Uzmanı Süleyman Yeter, işkencede katledilişinin 13. yılında Alibeyköy’deki mezarı başında, İzmir’de ve Amed’de anıldı. Eylemlerde “Katillerin yargılanmasını mahşere bırakmayacağız” denilerek, İngiltere’de yaşadığı ortaya çıkan Yeter’in katili işkenceci polis Ahmet Okuducu’nun Türkiye’ye iade edilmesi ve yargılanması istendi. İstanbul’da DİSK Limter-İş Sendikası tarafından gerçekleştirilen anma etkinliği, Yeter’in Alibeyköy’deki mezarı başında gerçekleştirildi. Anma etkinliğine, Ezilenleri Sosyalist Partisi, Tutsakların ve Ölümsüzlerin Sesi Platformu ve Halkların Demokratik Kongresi Eyüp Meclisi katıldı. Mezarlık girişinde toplanan kitle, “Süleyman Yeter yoldaş ölümsüzdür”, “Daima bizimlesin, daima seninleyiz”, “Katil Ahmet Okuducu ezilenlerin adaletinden kaçamayacaksın” yazılı pankart ve Yeter’in resimlerini taşıdı. Süleyman Yeter’in mezarına yapılan yürüyüşte, “Süleyman yoldaş ölümsüzdür”, “İşkenceci katiller hesap verecek”, “Katil devlet hesap verecek”, “İşçiler seni unutmayacak” sloganları atıldı. Anma, Yeter şahsında işçi sınıfı ve özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenler anısına yapılan saygı duruşu ile başladı. DİSK Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Kanber Saygılı, Süleyman Yeter’in sosyalizme, işçi sınıfı ve ezilen halkların gücüne sonuna kadar inanan bir sosyalist olduğuna dikkat çekerek, yoldaşları ve öğrencileri olarak Yeter’in ideallerini mücadelelerinde yaşattıklarını vurguladı. Yeter’i işkence ile öldüren polislerin devlet tarafından korunduğuna dikkat çeken Saygılı, “Dünden bugüne devlet geleneğine dair değişen bir şey yok. AKP’nin ileri demokrasisi sahte, ikiyüzlü, haki ve tekçidir. Dün bu devlet neyse, bugün de aynıdır. Bu devlet AKP Hükümeti tarafından devam ettirilmektedir. Dünden bugüne değişen sadece söylem ve ciladır, ondan ötesi teferruattan
ibarettir” dedi. Siyasi cinayetler söz konusu olduğunda, sorumluların cezasız bırakıldığını belirten Saygılı, Roboski, Hrant Dink ve Sivas katliamlarını bu duruma örnek olarak gösterdi. Saygılı, “Katil devlet, devlet katil olunca bu işler böyle gidiyor” dedi. Saygılı, bu davanın mahşere kalmayacağını belirterek, “Divan kurulacaksa bu topraklarda ezilen halklar tarafından kurulacak. Tıpkı Arjantin’de, Şili’de olduğu gibi bu ülkenin halkı, işçi sınıfı bu katilleri yargılayacak” dedi. Saygılı, Yeter’in katili Ahmet Okuducu’nun yargılanması için sendika olarak çalışma başlatacaklarını duyurdu. Süleyman Yeter’i saygı ile andığını vurgulayan Limter-İş Genel Başkanı Kanber Saygılı, konuşmasını şu şekilde noktaladı: “Süleyman, işkencecilere ve sermayeye karşı işkencehanede beynimizdeki barikattır, 12 Mart’ta kavga andımız, Newroz’da taşıdığımız bayraklarda halkların kardeşliği, kızıla bürünmüş 1 Mayıs meydanlarında sosyalizm şiarımızdır. Ona layık olmak için mücadele edeceğiz.” SÜLEYMANI’IN HESABINI EMEKÇİLER SORACAK ESP adına konuşan Hasan Coşar, “Süleyman’ı anarken, öfkemiz ve kinimiz bileniyor” diyerek, Süleyman Yeter’den devraldıkları bayrağı sonuna kadar taşıyacaklarını söyledi. Tutsakların ve Ölümsüzlerin Sesi Platformu
adına konuşan İsmet Yurtsever, “Süleyman’ı anmak ve anlatmak istiyorsak daha fazla işçi örgütlemeli, işçi direnişlerine ve işçi havzalarına gitmeliyiz” dedi. Yeter ailesi adına ise Kadir Yeter bir konuşma yaptı, Süleyman Yeter’i unutmayacaklarını ve unutturmayacaklarını söyledi. DEVLET KATİLLERİ KORUYOR KATLİAMLAR DEVAM EDİYOR Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) İzmir İl Örgütü, Karşıyaka Çarşısı’nda gerçekleştirdiği anmada, “Süleyman Yeter’i polis katletti, devlet katilleri sakladı. Önce adalet” yazılı pankart açtı. ESP üyeleri adına açıklama yapan Göksel Yerdut, “Devlet işkencecileri, katilleri koruyor ve bunu da açıktan yapıyor” dedi. “Süleyman’ın katilleri elini kolunu sallayarak dolaştığı için bugün Roboskîler, Pozantılar, katliam ve işkenceler yaşanmaktadır” şeklinde konuştu. Ezilenlerin Sosyalist Partisi Amed İl Örgütü’de ACZ Plaza önünde yaptığı anma etkinliğinde, “Sosyalist işçi önderi Süleyman Yeter’in katili Ahmet Okuducu yargılansın. Adalet istiyoruz” yazılı pankart açtı. Hayati Yıldız, Limter-İş eğitim uzmanı Süleyman Yeter’i devrimci duygularla andıklarını söyledi. “Daima ‘iyi çocuklar’ devletin koruması altında katliamlarını, işkencelerini gerçekleştirmeye ve kollanmaya devam ediyor” diyen Yıldız, İşkencecilerden hesap sorma kararlılıklarının devam ettiğini belirtti.
10 Mart 2012
●
BİLİNÇ ve EYLEM
atılım 13
●
Sorumluluk almak... Sorumlu olmak... Marksist Leninist Komünist Partisi (MLKP) Merkez Yayın Organı olan Partinin Sesi’nin 69. sayısı çıktı. Elimize e-posta yoluyla ulaşan ve “Kritik ve özel sürece yanıt olmak” başlığını taşıyan yayının “Sorumluluk almak... Sorumlu olmak...” başlıklı yazısını, haber değeri taşıdığı için yayınlıyoruz. Partili kültür açısından, kitlemizin ve kadrolarımızın, partinin hedefleri ve yapabildikleri gibi bir dizi soruna kafa yorması, çözümlemeler yapması, somut önerilerde bulunması çok önemlidir. Bunu önemli kılan, sadece, kadrolarımızın ve kitlemizin böylesi bir düşünsel eylemle, partinin gelişimine katkıda bulunmaları değildir. Daha da önemlisi, kendilerini partinin bir öznesi hissetmelerinin, onunla bütünleşmelerinin, sağlam bağlar kurduklarının ifadesi olmasıdır. Bunu başarabildiğimiz oranda, kitleler-kadrolar ve parti arasında kolay kolay kopmaz bağlar kurulmuş demektir. Kitlelerin veya kadroların partiyle kurdukları ilişki değişkendir. Kitleler ancak, partiyi devrime önderlik ve öncülük etme gücünde görüyorsa, onunla kurduğu bağları süreklileştirir. Bağların zayıfladığı, partinin yaşamına, siyasal kültürüne, pratiğine katılım oranının düştüğü süreçler görülecektir ki; aynı zamanda partinin siyasal etkinliğinin, örgütsel faaliyetlerinin güçten düştüğü süreçlerdir. Peki, bu bağların kurulamamış veya zayıf kurulmuş olmasından parti mi, kadrolar mı, kitleler mi sorumludur? Partinin oluşumunun kökeninde kadrolar vardır. Parti-kadro-kitleler ilişkisinde, partimizin bugünkü gerçeğinde, parti-kadro ilişkisi daha önde ve belirgindir. Parti organlarını, çevre-çeper örgütlerin sarmalamayışı, partinin çalışmalarını kapsam ve içerik olarak daraltmaktadır. Partili kadrolar hala geniş kitlelerle yüz yüze, iç içe politik faaliyet yürütme düzeyine ulaşmamıştır. Bundan dolayıdır ki, kadrolarla-kadroların ilişkisi daha gelişkindir. Buradan dönük birkaç soru sormakla başlayabiliriz. Açığa çıkan sorunlardan yalnızca parti mi sorumludur? Kadroların bu sorunların yaşanmasında sorumluluğu yok mudur? Hatalar sadece partiye mi aittir? Peki, parti kimdir? Parti, sadece seçilmişler veya atanmış yöneticiler midir? Ya da parti, seçkin kimi kadrolar mıdır? Peki, parti içinde özneleşmek nedir? Toplam parti faaliyetiyle bütünsel bağlar kurmak ne anlama gelir? Bu soruları yanıtlarken, bende bu kadar, partide de bu kadar hata var gibi bir dengeyle yol alamayacağımız kesindir. Sorun, sorumlu belirlemek midir, yoksa sorunları çözecek olan özneleri, gelişimi, değişimi ve daha güçlü iradeleri ortaya çıkarmak mıdır? Önemli olan, bir denge tutturmanın ötesinde, yakalanması gereken halkanın somut açığa çıkartılmasıdır. Parti; tek tek kadrolar ve bu kadroların birikimi, niteliği, pratiği, rejim
karşısındaki duruşu, yaratmış olduğu değerler, bu değerlerin yaygınlığı ve kitleselleşmesi, dönüşümün niteliği ve hızının toplamıdır. Kadrolar, parti toplamının birer öznesi ve yaratıcılarıdır. Her bir partilinin, partili değerleri, normları, kültürü içselleştirmesi ve partinin devrimde kendine biçtiği rolü, bir MLKP’li olarak kendine biçmesi önemlidir. Bu rol bilinci, partinin uyumlu yürüyüşünü, kadroların özneleşmesini, güven ilişkileri ve eşitliği, her bir kadronun duygu, düşünüş ve davranışta devrimin ihtiyacı yönünde kendini örgütlemesini sağlar. MLKP’li bir kadronun temel ölçütü, partinin tüm kadrolarında var etmeyi hedeflediği ölçü olmalıdır. Bunun için öncelikle, partili olmanın kıstasları ve parti tarzının çizgileri, herhangi bir yoruma açık kapı bırakmadan tüm partili kadrolar için açık hale getirilmelidir. Aksi halde, “ben”i partiye dayatmalar, partili uyumda bozulma ve sapmalar, yer yer kırılmalar ve sorunları kendi dışında, soyut bir partide arama anlayışının gelişmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle, parti-kadro ilişkisi hem tam bir uyuma ve birbirini tamamlamaya, hem de iç çatışmaya ve sorgulamaya dayanmak zorundadır. Bu uyum ve devrimci iç savaşta yakalanan bütünlük, tek tek kadrolar ve bir bütün olarak partinin birbirini tamamlayan niteliksel gücünü açığa çıkarır. Partili sistemin temel mantığı, birbirini tamamlamak ve yönelimi ortaklaştırıp güçlendirmektir. Ama bu asla, yanlışla, hatayla, partili değerleri bozucu şeylerle dayanışmak değildir. Yanlışla uzlaşma, sosyalist bir dünyanın/geleceğin temsilcisi olan partimizin var oluş nedeninden uzaklaşması demektir. Bu nedenle partimiz, hatalarla dayanışma ya da uzlaşmayı değil, hatalara karşı iç mücadele anlayışını temel almıştır. Kendine yabancılaşmış, sorgulamayan, özne olmayan kapitalist insan tipine karşı savaşım başlatmıştır. Açıktır ki, bir sorunu çözümlemek ve çözmek için, değişimi hedefleyen bir iç çatışmanın açığa çıkarılması gereklidir. “Parti şunu, şunu yapmadı”, “kadrolarında şunu geliştiremedi”, “politik refleks gösteremedi” gibi akıl yürütmelerle, kendini bu iç çatışmadan azade tutmak, sorunu kendi dışında arama anlayışı, partili bir anlayış değildir. Oysa “ben” ile “kolektif ” arasında sürekli bir alış-veriş ve karşılıklı etkileşim hali vardır. Bundan dolayıdır ki, “ben”in her davranışı aynı zamanda “kolektif ” toplamın bir sonucu olduğu gibi, “kolektifin” her eylemi de aynı
zamanda “ben”in eylemidir. Ortaya irade olma kararlılığıdır. Partinin her çıkan toplam sonuç ister olumlu, is- eylem ve davranışından kendini soter olumsuz olsun ikisinin ürünü ya rumlu görmedir. Partiyle özdeşleşda eseridir. Parti ile kadrolar ilişkisi- mek, devrimde özneleşmektir. Kennin temeli de buraya dayanır. Her bir dinden başlayarak, örnekler yaratarak kadronun devrimci kişiliği ve pra- toplam değişimi örgütlemede sorumtiğini şekillendiren partinin toplam luluk bilincidir. “Parti benim” bilincini değerleridir; ama aynı zamanda bu kuşanmaktır. Gülten Kışanak’ın, Çele’de kimyapartili değerlerin toplam yaratıcısı da yine tek tek kadroların kendisidir. Bu sal silahlarla katledilen PKK gerillasınedenle parti, kadroların toplam nite- nın naaşı karşısında büyük bir hüzünle liğidir. Ve kadrolar, parti değerlerinin “barışı getiremedik, sizi yaşatamadık, ve pratiğinin yaratıcı özneleridir. Ve biz de suçluyuz?” sözleri çok anlamsıklıkla vurguladığımız kolektif etkin lıdır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da her gün kirli savaşın bir başka yüzüyle birey olmanın anlamı da budur. Toplumun herhangi bir parçası karşı karşıya geldiğimiz, sendikacılaolmaktan, toplumu değiştiren özne- rın, gazetecilerin, akademisyenlerin, nin bir parçası olmaya bilinçli karar muhalif tüm kesimlerin polis postallaveriş, devrimci bireyin değişimini zo- rı ve kelepçesiyle zindanlara taşındığı; runlu kılan bir süreçtir. Partinin top- eşitlik, adalet, demokratik hakları kullam siyaset kültürü, teorik öngörüsü lanma talebinin bu kadar güncel hale ve siyasal niteliği, politika yapış tarzı, geldiği bugünlerde, komünist bireyler kitlelerle buluşma biçimi, kadronun olarak kendimizi ne kadar sorumlu değişimini de koşullar. Her bir kad- görüyoruz ve sorguluyoruz? Devrim ro açısından, kendisine biçtiği rol ve buna bağlı olarak ortaya koyduğu iraTopde, değişimin gücünü, hızını, niteliğini lumun herhangi bir ve ortaya çıkardığı enerjiyi belirler. parçası olmaktan, toplumu Her örgüt kendi kadro tipini yarattığı gibi, her kadro bütünü de değiştiren öznenin bir parçası olmakadar paylaşıyoruz. kendi örgüt gerçeğini yaratır. ya bilinçli karar veriş, devrimci bireyin Yönetici olalım veya Her partili kadro, kendideğişimini zorunlu kılan bir süreçtir. olmayalım, kendimisini partinin bir öznesi olarak Partinin toplam siyaset kültürü, teorik zi, diğer yoldaşların görüyorsa, onun eyleminin de gelişiminden, duygu sorumluluğunu taşır. Partinin öngörüsü ve siyasal niteliği, politika ve düşünce dünyasını eylemi kimi zaman, toplumsal yapış tarzı, kitlelerle buluşma biçiörgütlemekten ne kadar gelişmeler üzerinde devrimci bir mi, kadronun değişimini de sorumlu hissediyoruz? etki yaratan, yarattığı değerlerle işçi 4. Kongre’nin perspektifsınıfı ve ezilenler üzerinde güveni koşullar. leri doğrultusunda kadın özgürleşbüyüten, eylemiyle kitleleri arkasınmesinin olanaklarını yeterli oranda dan sürükleyen bir biçimde olacağı gibi kimi zaman da bunların tam tersi iddiasını kuşanmış savaş partisine üye örgütlemediği için partiyi eleştirirolabilir. Partililerin her iki durumda kadrolar olarak sorumluluklarımıza ken; kendi birimlerimizde bunun olanaklarını ne kadar örgütlüyoruz? da, kendilerinin de bir payı olduğunu ne kadar sarılıyoruz? Örneğin; kolektif aklın ve irade- Örgütlerimizde kadın eşitliği, kotası kabul etmesi, sonuçlarla bu sorumlulukla ilişkilenmesi, partili özneler hali- nin örgütlendiği organ toplantılarının veya örgüt yaşamında kadına pozitif ne gelindiğinin göstergesidir. Partinin yapılmayışını eleştirirken, kendi or- ayrımcılığı ne kadar uyguluyoruz? her adımı üzerine kafa yormak, yo- gan toplantılarımızı yapıyor muyuz? Kadın özgürleşmesi, önderleşmesi ve ğunlaşmak ve ileriye dönük sonuçlar Kolektivizmi işletmeyenlerin karşısı- komutanlaşmasının olanaklarını yaçıkarmak, aklını ve emeğini partinin na, partili sorumlulukla dikilebiliyor ratıyor muyuz? Bir kampanya ve eylemde, başageleceğine vermek, özne halinin pra- muyuz? Partinin gerekli denetimleri yap- rısı veya çalışma disiplini nedeniyle tiğidir. Partili ve partili olma ilişkisi doğru madığına dair eleştiriler sunarken, partiyi eleştirirken; bir partili ve orkurulamadığında partinin eksik, hata kendi organ içi denetimlerimizi veya gan üyesi olarak, biz o kampanyanın ve zayıflıklarından kendini sorumlu alt örgütlerin denetimini yapıyor mu- gereklerini ne kadar yerine getiriyogörme kültürünü geliştirmek zorlaşır. yuz? Uzağa gitmeye gerek yok, kendi ruz? Kampanyanın başarıyla sonuçHer bir partili, ortaya çıkan zayıflık- devrimciliğimizin, bireysel gelişimi- lanması için tüm olanakları ama bunun yanında aklımızı, emeğimizi ve larda kendisine ait sorumlulukları tes- mizin denetimini yapıyor muyuz? Partiyi, kadrolara yakın dur- enerjimizi ne oranda katıyoruz? pit etme ve bunları çözüme yönelme Faşist sömürgeci diktatörlüğün kültürünü kendinde var ettiği oranda madığı, kadroların gelişimini takip etmediği, iradi davranmadığı için saldırıları karşısında, partiden daha “parti benim” anlayışı gelişir. Böyle bir kültür ve devrimcilik eleştirirken; biz kendi gelişimimizi güçlü askeri eylemler beklerken biz anlayışının gerekleri: Partinin eyle- ne kadar örgütlüyor, disipline ediyor, ne yapıyoruz? Bu eylem için gerekli minden kendisini azad eden yaklaşı- parti ve devrimin hizmetine sunuyo- olan keşif, istihbarat, lojistik, teknik, mı mahkum edebilme gücüdür. Dev- ruz? Veya biz, yanı başımızdaki yol- kadro aktarımı gibi çeşitli ihtiyaçlara rimci bir kadro olarak iç çatışmalarda daşımıza ne kadar yakın duruyor, ne kafa yoruyor, bunları yaratıyor veya
Sorunların çözüm anahtarı:
SERBEST KÜRSÜ
Yeni bir bilinç düzeyidir ◗ HÜSEYİN GÖÇER Eski (bir önceki dönemin, sorunların çıktığı anın) bilinç düzeyinin, yönetim anlayışının, tarzının ve yönteminin yol açtığı, hata, zaaf ve tahribatları ancak ve ancak, ondan daha gelişmiş, daha ileri bir parti veya önderlik bilinci çözebilir. “Hiç bir sorun onu yaratan bilinç düzeyinde çözülmez.” Einstein’ın bu sözü, fizik bilimi alanına giren sorunlar için söylenmiş olsa bile, devrimci örgütlenmenin ve devrimci politikanın hemen her sorununun çözümü için de geçerlidir. Komünist öncünün, teorik, ideolojik, politik ve örgütsel düzeyindeki her yeni durumda, (ileriye veya geriye gidiş, sorunların azalması ya da artması, yeni sorunlar boy vermesi vb.) kaçınılmaz olarak parti ve önderlik bilincinde, tarzında ve müdahale yönteminde de farklılaşmalar olur. Değişimin/farklılaşmanın gündemleştirdiği konular, gelişen, büyüyen ya da kan kaybeden, patinaj yapan bir partinin yaşadığı sorunlar olabilir. Her iki durumda da, süreç, sorunlara veya çözülememesine yol açan o anki bilinçten daha ileri bir bilinç düzeyiyle doğru yönetildiği zaman gerekli çözümlere de ulaşılır. Öncü ve omurgası (her düzeyde parti örgütleri ve komünist bireyler) her seferinde gelip dayandıkları sınırları, ancak daha ileri-yeni bir bilinçle aşarak ilerleyebilir. Yeter ki, oluşan yeni bilinç, dev-
rimci kararlılıkla örgütlenerek aktif hale getirilsin. Yeni bir bilinçle başarmanın örnekleri, denetlenebilir pratik tecrübelerle sabittir. Gruplar döneminin anlayışları ve bilinç düzeyiyle Birlik Devrimi gerçekleştirilemezdi. Ne zaman ki, o günkü düzey aşıldı, o zaman ‘başarılamaz’ denilen başarıldı. ‘97-2000 döneminde geri düşüşü koşullayan bilinç düzeyi ve tarzı, daha ileri bir parti tarzı ve önderlik bilinci oluşmasaydı, o günkü süreç geride bırakılamaz, parti önderleşme rotasına giremezdi. 5-6 yıl öncesinin, hatta bir yıl kadar öncesinin bilinç düzeyi, tarzı ve anlayışıyla sınırlı kalınsaydı, son dönemlerde yaşanan sorunların çözümüne yönelik bilinçli ve iradi biçimde devrimci müdahale başlatılmaz, sürdürülemezdi. Öncekinden daha ileri, yenilenmiş bir bilinç ve tarz olgunlaştığı içindir ki, parti bugünkü düzeyi (eksikliklerine, o zamandan bu güne sarkan sorunlarına rağmen) yakaladı. Partinin niteliği tekrar yükselmeye başladı. Politika yapış tarzında daha ileri bir düzeye gelindi. İki yıl öncesinin sorunlarını yaratan bilinç düzeyi-yönetim anlayışı aşılmaya başlandı. Yaşanan sorunların bir bölümü, bugün artık geride kaldı. Bugüne taşan sorunların çözümü için mücadele ve geçmişin izlerinin silinmesi devam ediyor. Önceki olumsuz gidişata
müdahale eden ve mücadele başlatan da, yakalanan yeni ve daha ileri parti-önderlik bilincidir. Bugünkü bilinç düzeyi, önceki düzeyle kıyaslanamayacak kadar belirgindir. Bazı yönleriyle eski-yeni, ileri olanla geri kalan çatışması (geri olan esas olarak zayıflamış olsa, eski direnci kalmasa da) yeninin lehine azalarak sürüyor. Şekillenen bugünün bilinç düzeyiyle, öncünün somut durumunun analizi yapılarak, mücadele konusu yaptığı, yapacağı sorunları yeniden güncelleyip öncelikler sıralamasını yeniden düzenlemesi yararlı olacaktır. Partide vücut bulmaya başlayan yeni bilinç, örgütlenip etkin tarzda partinin omurgalarını sardığında, onlarla buluşturulduğunda, partide belirgin bir nitelik yükselmesi ortaya çıkacaktır. Nitelik yükselmesi, örgüt ve politikanın sorunlarına, parti çalışmasının/örgütlerin olduğu her yerde koordineli ve eş zamanlı müdahale kabiliyetinin artarak gelişmesini sağlayacaktır. Partide oluşan yeni bilinç, parti tarzı, yakalanan ileri düzey, yönetme anlayışı, kapasitesi ve aldığı mesafe küçümsenmeden ve abartılmadan, ama birazcık bile göz ardı edilmeden her parti örgütü ve tek tek komünistler partinin ulaştığı yeni düzeyi ve henüz çözülememiş sorunlarını ciddiyetle inceleyip anlamaya, kavramaya çalışmalı; partinin çalışma alanlarının ve mücadelenin somut ihtiyaçlarına
göre görevlerini, konumlanmalarını yeniden düzenlemeliler. Komünist öncünün canlı bir organizma olduğu düşünüldüğünde, her düzeyde örgüt, kadro ve militanlar, geri, devrimci olmayan yanlarına karşı sürekli mücadele tarz ve yöntemlerini geliştirerek, devrimci değişimi ve yenilenmeyi her gün yeniden yaşamalılar ki; parti, omurgaları şahsında yaşamını, varlığını sürdürebilsin. “Mücadele eden yenilgiye uğrayabilir, mücadele etmeyen zaten yenilmiştir.” (B. Brecht) Her canlı gibi devrimci ve komünistler de değişimi, yenilenmeyi başaramazlarsa yaşayamaz, mücadelenin dışına düşerler. Komünist öncü, daha somut olarak da önderliği, değişimi doğru yönettiği sürece, her aldığı görevi severek, isteyerek Rezzanca tamamlayan, Yasemince umudu avuçlarında büyüten komünistlerin çoğalmaması için bir neden yoktur. Bu görevlerin üstesinden gelecek bir parti tarzı ve durmaksızın yenilenen önderlik bilinci süreklilik kazandığında; baharı ve sonrasını da kazanarak, kitlelerle buluşmak, örgütlüğümüzün kitlesel boyutunu, özlediğimiz ve sınıf mücadelesinin devrimci ihtiyaçlarını cevaplayacak sınırlara vardırmak tümüyle olanaklı olacaktır. Yeter ki; “hiç bir sorun onu yaratan bilinç düzeyinde çözülemez” düşüncesi özümsenerek içselleştirilsin ve pratik politikayla birleştirilsin.
bizzat kendimizi bu savaşın öznesi olarak görüyor muyuz? Ya da, bulunduğumuz alanlarda devrimci kitle şiddetinin uygulanmasında rol oynuyor muyuz? Partiyle ve çalışmalarıyla, 4. Kongre’nin ortaya koyduğu askeripolitik kadro tarzı ve aklıyla ilişki kurabiliyor muyuz? Tüm bunlar ve daha fazlasını, olması gereken tarzda, kendimizden başlatarak, örnekler yaratarak, yol açarak gerçekleştirmede kendimize rol biçiyor muyuz? Partinin her sorununu kendi sorunumuz, her ihtiyacını, bu ihtiyacı karşılayacak sorumlu kadro olarak algılıyor muyuz? Parti biziz ve biz sahip olduğumuz sorumlulukları yerine getirdiğimiz sürece, parti de sorumluluklarını yerine getiriyor demektir. Partiden daha etkin askeri eylemler beklediğimiz yerde istihbarat, lojistik ve diğer ihtiyaçları kendi dışında görmek, askeri eylemin araçlarından, zorun araçlarından uzak durmak ama büyük beklentiler içinde olmak bir devrimci için ne kadar ahlakidir? Ya da, parti kişisel gelişim stratejisi çıkarmadığı için kendi gelişimini örgütlememek, kendiliğindenciliğe bırakmak, devrimciliği bir kimlik ve kişilik olarak gören bir MLKP’li için kabul edilebilir mi? Bütün bunlar karşısında kendimizi değerlendirme yöntemimizin, bir yoldaştan ya da bir başka organ-
dan nispeten iyi olması, kabul edilebilir olduğu anlamına gelmez. Partinin ve devrimin ihtiyaçları bizim temel kriterimiz olmalıdır. Devrimci olan, partinin yapamadıklarından da kendimizi sorumlu görmek, daha ne yapabilirim, birimim ne yapabilir diye sormak, sorunlara ortak olmaktır. Yoksa, parti yapmadı, parti etmedi, parti eksik kaldı, parti öngörüsüz yaklaştı vb. yargılamaları içinde, kendimize dokunmamaya devam ederiz? Kendimize dokunmadan yaptığımız her sorgulama ise, partiye güvensizliğe kapı aralar. Görev ve sorumluluklara böyle bakmak, en nihayetinde her görev ve sorumluluğun bir muhatabı olduğu anlayışını da karartmaz. Önderliğinden ve önderlik kadrosundan başlayarak kim ya da hangi organ görev ve sorumluluklarını yerine getirmiyorsa, elbette bu devrimci eleştirinin ve özeleştirinin konusu olmalıdır. Görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyenler, partiye bunun hesabını vermelidir. Partinin toplam eyleminden, eksik, hata ve yapamadıklarından, aynı zamanda MLKP’li bir kadro olarak kendimizi sorumlu hissetmek, görev ve sorumluluğu üstlenen kişi ya da organın hesap vermesine engel değildir/olamaz. Bir başka kişi ya da organın yapamadıkları, hataları, eksiklikleri ve yetmezliği; bizim hatalarımızın, eksikliklerimizin, yetmezliklerimizin ve yapamadıklarımızın nedeni, bahanesi olamaz. Evet, biz örgütlü bir gücüz. Örgütlülüğü, kapitalist barbarlığın, faşist-sömürgeci ablukanın dağıtılması için tercih ettik. Tercihimiz ve kararımız bilinçlidir. Bilincimiz partide örgütlüdür. Örgütlülüğümüz, kişiliğimiz ve karakterimizdir. Kendimizi var etme biçimimizdir. Parti ancak biz olabiliriz. Partinin eylemi ancak bizim eylemimiz olabilir. Partinin eksiklikleri bizim eksikliklerimizdir. Partinin yapamadıkları bizim yapamadıklarımız, partinin güçlü yanları bizim güçlü yanlarımızdır. Partinin her soluğu bizim soluğumuzdur. Bizim yarattığımız her değer partinin değeridir. Bizim eksik kaldığımız her eylem, partinin eksik kaldığı bir eylemdir. Bundan dolayıdır ki; tek tek devrimci bireyler olarak sahip olduğumuz her değer, ortaya koyduğumuz her eylem, yarattığımız her gelenek, attığımız her devrimci adım çok ama çok önemlidir. Çünkü her adım, partinin değerine dönüşmektedir. Çünkü kitleler, partiye bizim somutumuzda dokunmakta, hissetmekte ve kucak açmaktadır.
Örgütçünün Altın Kuralı Kuşkusuz başarılı bir örgütçü, “elindeki” tüm insan potansiyeli değerlendirendir, en iyi değerlendirendir. “Eldeki” tüm insan potansiyelini değerlendirme bakış ve yönelimine sahip olmak ve tüm insan potansiyelini değerlendirmek, gerçekten son derece değerli bir meziyet ve yetenektir. Çünkü “tüm insan potansiyelini” değerlendirmek de bir niteliktir. “En iyi” değerlendirmek adına pek çok değerli insan en iyi değerlendirilemediği için, hiç değerlendirilmeyerek, adeta bir kenarda kalakalmaya ve çürümeye terk edilebilir. Başarılı örgütçü, eldeki insan potansiyelinin bir şekilde değerlendirilmesi yaklaşımını kaybetmeksizin, daima en iyi değerlendirme yaklaşımını pratikleştirmeye çalışır. Herkesi bir şekilde değerlendirmenin temel koşulu, herkese yapabileceği bir iş’in verilmesidir. Bunun özellikle “yeni başlayanlar için” oldukça zor olduğu açıktır. Burada örgütçüye, iç yapılarının bütünlüğünü parçalamaksızın işlerin, görevlerin mümkün olduğunca küçük parçalara bölünmesi ilkesi yol göstermelidir. İşler öyle bölünmelidir ki, her parça yine de anlamlı bir bütün oluştursun, anlamlı kalsın. Böylece işler kolaylaştırılmış ve herkesin yapabileceği parçalara ayrılmış olur. Örgütçünün altın kuralı, herkese yapabileceği bir iş vermektir. Herkesin örgütlenmesi demektir bu. Her-
IŞIK
kesi örgütleyen örgütçü başarılı bir örgütçüdür. “En iyi değerlendirme” insan potansiyelinin en gerekli olduğu ve en fazla verimli olacağı, yeteneklerine uygun alanda, işte çalışmasıdır. Eldeki insan potansiyelinin gelişmesinin, ilerlemesinin kanallarını açmak, yollarını döşemek, insan eğitimini örgütlemek ve eğitmen olarak da rolünü oynamak sorumluluğu vardır. ÖRGÜTÇÜ TİTİZLİĞİ Bundan, yalnızca parti çalışmasında herhangi bir işin en ince ayrıntılarına kadar düşünülüp, inceden inceye planlanmış ve örgütlenmiş olmasını değil, aynı zamanda örgütçünün planlamaya uygun dakik hareketini de anlıyoruz. Yol gösterme, yardım, eğitme çabası, paylaşım, sorunlarına çözüm bulma vb. ama hep tam zamanında “yetişmesi”ni sağlayan işlek refleks, “insan unsuruna” ilişkin her şeye hakimiyet ve insana verilen özel değerin, örgütçünün kadrolarla ilişkileniş tarzının her zerresinde kendini göstermesini de kapsar örgütçü titizliği. Bütün bunlar, örgütçü titizliği dediğimiz zeka ve zarafeti anlatır. Örgütçünün bu niteliği çevresine özgüven, bağlılık ve başarma azmi yayan enerji ve ışık kaynağıdır. *“Örgütçüye Notlar” başlıklı yazıdan. Teoride Doğrultu, Sayı 12, Mayıs-Haziran 2003
14
atılım
●
KÜLTÜR/SANAT
10 Mart 2012
●
Rosenberg’ler gerçeği “Özgürlük ve hayatı yaşamaya değer kılan şeyler, kimi zaman çok pahalıya satın alınır. Lekesiz olduğumuzu unutmayın; ve unutmayın ki, uygarlığın, yaşamak için öldürmek gerekmediğini öğrenecek kadar gelişmediğini çok iyi anlamış bulunuyoruz; bayrağı başkalarına teslim ettiğimiz inancıyla içimiz rahat.” ◗ SEMİHA ŞAHİN “Bu onlar için zorunluydu. Bir Rosenberg davası yaratmak kaçınılmazdı. Kore Savaşı’nı Amerikan halkına kabul ettirmek için ABD’deki çılgınlığın yoğunlaştırılması gerekliydi. Bir Rosenberg davası yaratmak, bu yüzden zorunluydu. Savaş bütçesini şişirmek için Amerikan halkına korku salmak ve bir çılgınlık dönemi yaratmak zorunluydu. Solun yüreğine bir hançer saplamak, ‘Smith Yasası’nı ihlalden beş yıl, mahkemeye hakaretten bir yıl vermek, ‘yok artık, sizi gebertiriz haa!’ demek gerekliydi.” Bu sözler 19 Haziran 1953 gecesinde ölüme eşi Ethel Rosenberg’le birlikte yürüyen Julius Rosenberg’e ait. Ethel ve Julius Rosenberg, “küçük Amerika” Türkiye’de yeniden gündem oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda Şubat ayı programı kapsamında oynanan “Rosenbergler Ölmemeli” adlı oyun sahnelenmeye başlamasının hemen ardından, burjuva medyanın antikomünist yazarlarının hedefi haline geldi. Yeminli sosyalizm ve devrim düşmanları Hadi Uluengin ve Engin Ardıç’ın yazılarının ardından, oyun sahneden kaldırıldı. Telif hakları gerekçe gösterilerek kaldırılan oyun, sahnelendiğinde perdelerini alkış tufanı altında indiriyordu. Orhan Alkaya yönetiminde sahnelenen, Fransız tarihçi Alain Decaux’un yazdığı oyun, Rosenberg’lerin yargılandığı döneme benzer saldırılara uğradı. Burjuva ideolojik saldırılara karşı Rosenbergler gerçeğini bıkıp usanmadan anlatmayı zorunlu kılıyor. “Bir çift güvercin havalansa Yanık yanık koksa karanfil Değil bu anılacak şey değil Apansız geliyor aklıma” SANATÇILAR VE SENDİKACILAR HEDEF İkinci Emperyalist Dünya Savaşı ardından Sovyetler Birliği’nin dünya ezilen halklar nezdinde kazandığı sempati, başta ABD olmak üzere emperyalist kapitalist devletleri sosyalizm karşıtı propagandaya sarılmaya itiyordu. ABD’nin Nagazaki ve Hiroşima’ya attığı atom bombasıyla emperyalist kapitalist dünyaya karşı başkaldıran ezilen halklara tehditleri sürerken, dünya “soğuk savaş” dönemi olarak adlandırılan iki kutba bölünmüştü. Sovyetlerin başarısından sonra Bulgaristan, Yugoslavya, Macaristan, Çekoslavakya ve Romanya’da halk demokrasileri, Kuzey Kore, Vietnam Demokratik Halk Cumhuriyeti, Çin Halk Cumhuriyeti kurularak, dünyada birçok ülkede siyasal düzen değişmişti. Birçok ülkede de sosyalistlere ilgiyle birlikte, ülke komünist partileri üye sayılarını katbekat büyütmüştü. Askeri alanda yenilmeyen Sovyetler Birliği’ne karşı halkların sempatiye karşı Julius Rosenberg’in ifadesiyle “Bir Rosenberg davası yaratmak bu yüzden zorunluydu. Savaş bütçesini şişirmek için Amerikan halkına korku salmak ve bir çılgınlık dönemi yaratmak zorunluydu.” Çünkü, 1930’da ABD Komünist Partisi’nin 7500 üyesi varken, 1939’da 100 bine ulaşmıştı. Neredeyse gün doğacaktı Herkes gibi kalkacaktınız Belki daha uykunuz da vardı Geceniz geliyor aklıma AMAÇ KORKU HAVASI ESTİRMEK Amerikan Karşıtı Faaliyetleri Araştırma
Komitesi kurulur. Komitenin amacı, kara propagandayla Amerikalıları sosyalizm sevdasından vazgeçirmek, Sovyet hegemonyasına karşı ideolojik, siyasi ve ekonomik alanda ABD’nin etkisini korumak, yeni yağmalama alanları oluşturmaktı. Amerika’da özellikle aydın ve sanatçılar ile sendikacılar arasında büyüyen sosyalist fikirlere karşı mücadele başlar. Rosenberg, kendileri üzerinden estirilen kara propagandayı çok iyi çözümlemişti. Yine Ethel’e yazdığı bir mektupta, “Korkunç gerçek şu ki, davamız gözü pek ilericiler arasında bir korku havası estirmek ve atom savaşına varacak bu çılgın gidişe gösterilen karşı koyma ve eleştirileri susturmada kılıf olarak kullanılıyor” sözleriyle, durumun gerçekliğini ortaya koyar. Yahudi asıllı elektrik mühendisi olan Julius ile bir nakliye firmasında sekreterlik yapan ve işçi haklarıyla ilgilenen Ethel Rosenberg, sıradan yaşamlarını sürdürürken Amerikan Komünist Partisi’ne üye olmuş, politik faaliyet sürdürüyorlardı. İki çocuk sahibi çift, sıradan yaşamlarını artık sürdüremeyeceklerdi. Dünya kamuoyuna, nükleer bilgileri Sovyetlere satan vatan haini casuslar olarak tanıtılacaklardı.
davası açılır. Rosenbergler, atom bombasıyla ilgili bilgileri Sovyetler Birliği’ne satmaktan, vatan hainliğiyle suçlanır. Ethel Rosenberg’in rolü, eşinin yazılarını daktilo etmekten ibarettir. İki çocuk sahibi Ethel, üzerinden pişmanlık dayatmaları yapılır. Ancak Rosenbergler, ısrarla suçsuz olduklarını söylerler. İkisi de bu davanın siyasi olduğunu biliyorlardı. Gerek Julius’un Ethel’e gerekse de Ethel’in çocuklarına yazdıkları mektuplarda çok net ifadelerle dile getiriyorlardı davanın içeriğini. ABD, kurban arıyordu. Rosenbergler de tüm dünya ezilenleri için ölümün üzerine yürümeyi bildi. Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm Kahramanlıklar okudum tarihte Çağımıza yakışan vakur, sade Davranışınız geliyor aklıma SADE İKİ İNSANIN ÖLÜME YÜRÜYÜŞÜ Sade iki insanın dünyayı kucaklayan sevgileri ve davaya bağlılıkları, güç verdi onlara... 19 Haziran 1953 gecesi elektrikli sandal-
yeye gitmeden önce çocuklarına yazdığı mektupta şöyle diyordu, Ethel Rosenberg: “Şunu bilmelisiniz ki, yaşamımızın sonunun yavaş yavaş yaklaştığı şu saatlerde bile, hayatın yaşamaya değer olduğuna inancımız, celladı yenecek büyüklüktedir. Lekesiz olduğumuzu unutmayın; ve unutmayın ki, uygarlığın, yaşamak için öldürmek gerekmediğini öğrenecek kadar gelişmediğini çok iyi anlamış bulunuyoruz; bayrağı başkalarına teslim ettiğimiz inancıyla içimiz rahat.” İtirafçılar ve döneklerin sözleriyle ölüme yürüyenlerdir Rosenbergler. “Yaşamlarınız size de, iyi şeylerin kötüler arasında gelişemeyeceğini öğretmelidir; özgürlük ve hayatı yaşamaya değer kılan şeyler, kimi zaman çok pahalıya satın alınır” diyen, Rosenbergler. İçlerinde Satre, Picasso’nun başını çektiği çok büyük bir hareket örgütlendi. Rosenbergler için şiirler, oyunlar yazıldı. ‘Rosenbergler Ölmemeli’ de böyle bir sürecin ürünüydü. Sahnelendikten kısa bir süre sonra birçok ülkede yasaklandı. Hareket ölüm cezasını engelleyemedi ama tarihe Rosenberglerin direnişini bıraktı. Kara propagandanın bayraktarlığını yapanlara inattır onların yaşamı. Davalarının ölümsüzlüğü, 60 yıl sonra bile haklılığını koruyor. Ezilenler adına ne varsa saldıranlara inat, yaşıyor Rosenbergler. Faşizmin tüm saldırganlığına rağmen Rosenberglerin davası sürüyor. Türkiye’de, Kürdistan’da, Yunanistan’da, Filistin’de, Latin Amerika’da ve ezilenlerin bulunduğu her alanda. Bir çift güvercin havalansa Yanık yanık koksa karanfil Değil unutulur şey değil Çaresiz geliyor aklıma. (Şiir: Melih Cevdet Anday, Anı)
Üç kuşak kadınlar buluştu ◗ İSTANBUL Gülfer Akkaya tarafından hazırlanan ve ‘68, ‘71 ve ‘78 kuşağında devrimci mücadele içinde yer almış 10 kadınla yapılan söyleşiden oluşan “Sanki Eşittik” kitabının tanıtımı yapıldı. Cezayir Restaurant’da değişik yaş ve kesimlerden kadınların katıldığı söyleşiye Sevim Belli, İlkay Demir, Necmiye Alpay, Ümide Aysu, Serap Mutlu Doğan, Mukaddes Erdoğdu Çelik, Nilgün Yurdalan ve Gülseren Pusatlıoğlu katıldı.
KANLI PAZAR Kalkedon Yayınları’ndan Şubat 2012’te yayımlanan Mustafa Eren’in kaleme aldığı Kanlı Pazar (1060’lar Türkiyesi’nde Milliyetçiler, İslamcılar ve Sol) kitabı, öğrenci gençlik hareketinin 6. Filo’ya karşı antiemperyalist mücadele sürecinin önemli tarihsel an olan 16 Şubat 1969’u inceliyor. Dönemin gazeteleri, bildiriler ve açıklamalarla desteklenen çalışma, Türkiye devrimci hareketinin dönüm noktalarından birini belgelerle ele alıyor. Mustafa Eren, tez olarak hazırlığına başladığı çalışmayı genişleterek kitap haline getirmiş. Kitabı iki bölüme ayırmak mümkün.
Alain Decaux’un yazdığı *Rosenbergler Ölmemeli* oyun, Orhan Alkaya’nın rejisörlüğünde İB Şehir Tiyatrolarında sahnelendi. Oyun yargının siyasallaşmasını anlatıyor. Türkiye’de de son dönemlerin en önemli tartışmalarından olan, TMY ve Özel Yetkili Mahkemelerin siyasi ve hukuksuz kararları nedeniyle oyun oldukça ilgi görmüştü.
KOMPLO DEVREYE GİRER İkinci Dünya Savaşı ardından çok geçmeden 1949 yılında Sovyetler Birliği’nin atom bombası yaptığını açıklamasıyla ABD başta olmak üzere emperyalist devletleri kaygılandırmış, bu kadar hızlı bir süreçte böyle bir gelişmenin arkasında bilgi sızdırmanın yattığını yaymaya başlamışlardı. McCarty dönemi olarak adlandırılan komünist avı sürecinin en önemli elemanları, ihbarcılar, itirafçılardı. Klaus Fuchs adlı bir nükleer fizikçi, İngiliz istihbarat örgütüne gidip Sovyetler Birliği’ne bilgi verdiğini itiraf eder. Senaryonun arkası çok kolay yazılır. Bilgiler tek kişi tarafından çalınıp, Sovyetler’e ulaştırılamazdı. Fuchs’tan sonra, bir itirafçı bulunur. Eski bir solcudur. Harry Gold, hemen itirafta bulunur. Gold’un verdiği bilgilerden Ethel Rosenberg’in kardeşi David Greenglass’a ulaşılır. Greenglass, bir atom reaktöründe çalışmış biridir. Daha sonra Komünist Partisi üyesi Julius Rosenberg gözaltına alınır. Serbest bırakılan Julius, bir ay sonra eşi Ethel’le birlikte tekrar gözaltına alınır ve hala tartışmaları devam eden ünlü Rosenbergler
KİTAP
Açılış konuşmasına, kitabın oluşma sürecini anlatarak başlayan Gülfer Akkaya, kitabın, sosyalist hareket içinde yer alan kadınların kendi tarihi olduğunu söyledi. Akkaya, kitabın oluşması sürecinde katkıda bulunanlara teşekkür etti. Söyleşiye katılamayan konuşmacılardan Latife Fegan’ın mesajı okundu, Diyarbakır Cezaevi’nde bulunan Selma Işık’ın “Özgür günlerde birlikte olmak” dileğini ise Nilgün Yurdalan iletti.
“Kesik Saçlı Devrimci Kadın” olarak tanıtılan Sevim Belli ise, cins ayrımcılığının derin etkilerini çok yenilerde fark ettiğini söyledi. Belli, “Eşitsizliğe karşı mücadele eden kadınları biraz daha öne almaya başladım. Kadın ve erkek arasında asıl fark kafalarda, bilinçlerde yaratılıyor” dedi. Eşit bir toplum için ortak mücadele ve işbirliğinin sağlanması gerektiğini vurgulayan Belli, 8 Mart’ı kutlayarak konuşmasını sonlandırdı.
‘İYİKİ MÜCADELE İÇİNDE YER ALMIŞIM’ Söyleşi, kitapta “Eş Yoldaşdan Özgür Kadına” başlığıyla kendi deneyimlerini aktaran Gülseren Pusatlıoğlu’nun konuşmasıyla başladı. Militanlığı erkekler gibi davranmak olarak algıladıklarını söyleyen Pusatlıoğlu, kendi değişimini, mücadele yürüttüğü ortamda bulduğunu belirterek, “İyi ki devrimci ve sosyalist olmuşum” dedi. Pusatlıoğlu, darbe koşullarını kadının kadını eve hapsetmesinin etkisiyle, kadınlar olarak ‘80’den sonra sorgulamalara başladıklarını kaydetti.
‘DEĞİŞİM ORTAK MÜCADELE SONUCU’ Geçmişte feminizme oldukça mesafeli yaklaştıklarını söyleyerek konuşmaya başlayan Mukaddes Erdoğdu Çelik, kitapta, “Koğuşun En Küçük Kadını” olarak tanıtılmış. Sosyalist kadın aydınlanmasının gelişim süreçlerini aktaran Mukaddes Erdoğdu Çelik, kadın özgürlük mücadelesinde feminist kadın hareketinin, sosyalist kadın hareketinin ve Kürt ulusal kadın hareketinin üç temel bileşen olduğunu, bugün bir şeyler değişmişse, bu hareketlerin mücadeleleri sonucunda
olduğunu vurguladı. “70’li yıllarda ismi bir yerde geçmeyen çok özel kadın arkadaşlarımız vardı” diyerek sözlerine başlayan Ümide Aysu, “Mücadele süreçlerinde birçok alanda var olmamıza rağmen karar mekanizmalarında yer almıyorduk” dedi. Serap Mutlu Doğan ise kadın, Kürt ve Alevi olarak yaşadığı acılara değindi. “Yaşadıklarımı unutamam, anlatarak biraz hafifler gibi oluyor. Zihniyet değişmedikçe eşitliğe varamayız. Birbirimizi çoğaltmalıyız” şeklinde konuştu. ‘BUGÜNÜ BUGÜNDEN YAZMALIYIZ’ Nilgün Yurdalan, “Bugün de aynı sorunlarla karşı karşıyayız. Halen dünü anlamadık, yarını nasıl anlaya-
cağız. Kadınların kendi tarihini, bugünü, bugünden yazmasını önemsemek gerekiyor” vurgusunu yaptı. “Özgür olduğumu sanıyordum. Öyle olmadığını yıllar sonra anladım” diyen İlkay Demir, feminist yazınla tanışma süreçlerini anlattı. Necmiye Alpay da, kitapta yer alan bazı tanımlamaları eleştirdi. Kitapta yer alan “Sosyalist devrimin itaatkar yoldaş kadınları” ifadelerini eleştiren Necmiye Alpay, “Burada yer alan bütün kadınlar, isyanla, itirazla mücadelelerini sürdürdüler, ailelerine babalarına veya eşlerine” dedi. Söyleşinin ardından, kitap imzalandı. Kitapta, Gülşin Ketenci’nin objektifiyle fotoğraflar ve Güliz Sağlam’ın da kamerasıyla belgesel CD’si yer alıyor. Kitap, KumbaraSanat’tan çıktı. (ETHA)
İlk bölümde, 1960’lardan 1970’lere Türkiye’nin siyasal görüntüsü çiziliyor. Bugün de varlığını koruyan siyasal ayrışmaların ortaya çıkış koşulları aktarılırken, ikinci bölümde de 16 Şubat1969’da gerçekleşen ırkçı-faşist saldırı anlatılıyor. İki kişinin yaşamını yitirdiği, onlarca kişinin yaralandığı Kanlı Pazar, daha sonraki yıllarda yaşanacak olan ve faillerinin hep korunduğu saldırı dalgasının ilkidir. Devletin ve hükümetin kadroları olarak halen siyasal alanda olan kişilerin Kanlı Pazar’daki rollerinin de görüldüğü kitapta, kimi özeleştiriler de dikkat çekiyor.
GİK-DER festivalini Hrant Dink’e adadı ◗ LONDRA Göçmen İşçiler Kültür Derneği (GİK-DER) 4.’ncü Kültür Sanat Festivali çalışmalarına başladı. 24-28 Nisan 2012 tarihleri arasında gerçekleşecek festival, silahlı saldırıda katledilen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’e adandı. Festival kapsamında, fotoğraf sergisi, film gösterimi, konser ve paneller düzenlenecek. Festivale ilişkin bilgi veren Festival Komitesi üyesi Helin Peköz, bu yıl dördüncüsünü düzenleyecekleri festivali Hrant Dink’e adadıklarını söyledi. Peköz, “Hrant Dink’e adadığımız 4. festivalimizle halkların kardeşliği şiarını öne çıkartarak coğrafyamızda yaşayan tüm halkların bir evladı olan Hrant’ın uğradığı katliam ve soykırım gerçekliğiyle yüzleşilmesine mütevazı bir katkıda bulunmak istiyoruz” dedi. Peköz, bir haftalık festivalin resepsiyon, fotoğraf sergisi, Ermeni gecesi, sinema gösterimi, konser ve panel gibi etkinlikleri
kapsayacağını ifade etti. Konuya duyarlı tüm kesimlerin festival çalışmalarına katılarak destek vermesi çağrısında bulunan Peköz, festivali İngiltere’de yaşayan Ermeni göçmenlere de taşıyacaklarını söyledi. Festival, 24 Nisan günü GİKDER Salonu’ndaki resepsiyonla başlayacak. Resim sergisinin açılacağı festivalin ikinci günü olan 25 Nisan’da saat 19.00’da GİKDER Salonu’nda Ermeni Gecesi düzenlenecek. 26 Nisan günü Rio Sineması’nda A ‘ rarat’ filmi gösterimi, 27 Nisan günü saat 18.00’da Kervan Düğün Salonu’nda konser düzenlenecek. Konserde, sanatçılar Suavi ve grubu, İlda Simonian ve Rebetiko Recycled Müzik Grubu yer alacak. Festival, 28 Nisan günü saat 16.00’da GİK-DER Salonu’nda yapılacak panelle sona erecek. Panele Özlem Dalkıran, Hrant Dink Vakfı temsilcisi, AvEG-Kon temsilcisi, Araştırmacı Yervant Baret Manok konuşmacı olarak katılacak.(ETHA)
Duygu Asena Ödülü Berktay ve Ersanlı’ya ◗ İSTANBUL Dünya Yazarlar Birliği’nin (PEN) Türkiye Merkezi, PEN Duygu Asena Ödülü’ne bu yıl insan hakları ve kadınların bilinçlenmesi yönündeki çalışmalarından ötürü tutuklu yazarlar Ayşe Berktay ile Büşra Ersanlı’nın değer görüldüğünü açıkladı. Berktay ile Ersanlı, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde ziyaret edilecek, ödül töreni ise tahliye edilmelerinden sonra yapılacak. Çevirmen, akademisyen ve BDP Kadın Meclisi Üyesi Ayşe Berktay ile Marmara Üniversitesi İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi, 2009’da BDP Parti Meclisi’ne seçilen Prof. Büşra Ersanlı, KCK operasyonları sırasında tutuklanmıştı.
Waters: ‘Ülkemin geçmişinden utanıyorum’ ◗ LONDRA Dünyaca ünlü İngiliz müzik grubu Pink Floyd’un kurucularından Roger Waters, “Sömürgecilik geçmişimizden utanıyorum. 150 yıldır olabildiğince herkesten çalan, sömüren, tecavüz eden batmayan İngiliz İmparatorluğu güneşinden gurur duymuyorum” dedi. Şili’de bir televizyon programına katılan Waters, İngiltere ve Arjantin arasında tansiyonu yükselten Falkland Adaları konusu açılınca, daha fazla sessiz kalamadı. Waters, “Ekonomik emperyalizm ya da başka bir ülkenin iç siyasetine karışma şeklinde bir
emperyalizme karşıyım.” Kissinger döneminde ülkesinin yaşattıklarını hatırlatan Waters, “70’lerde bütün Güney Amerika’da, sadece para kazanmak için insanlar öldürdük. Neden hala popüler olamadıklarını anlayamadıkları için Amerikan halkının hala uyanamadığı açıkça görülüyor. Onlar hala kendilerini iyi adamlar olarak görüyorlar” ifadelerini kullandı. Ünlü aktör Sean Penn de geçtiğimiz günlerde Arjantin’i ziyaret etmiş ve Atlantik Okyanusu’nda yer alan Falkland Adaları’nın Arjantin’e iade edilmesi girişimini desteklediğini söylemişti.(ETHA)
10 Mart 2012
●
HABER
atılım 15
●
Gazi halkı yine sokaklarda olacak 12 Mart 1995’te devlet tarafından Gazi Mahallesi’nde gerçekleştirilen katliamın üzerinden 17 yıl geçti. Katliamın sorumlularından ise halen hesap sorulmadı. Gazi katliamını unutmayan Gazi halkı, katliamın yıl dönümünde bir kez daha sokaklarda olacak. Adalet talebini haykıracak. ◗ İSTANBUL
12 Mart 1995’te Alevilerin gittiği Doğu, Dostlar ve Yavuz kardeşler kıraathaneleri tarandı. Doğu Kıraathanesi’nde Halil Kaya hayatını kaybederken, 13 kişi yaralandı. Yaşanan olayı protesto etmek için sokaklarda kurdukları barikatlarla direnen Gazi Halkı, 3 gün süren bir ayaklanmayla tarih yazdı. Gazi halkının taleplerini kabul ettirmesinin ardından sona eren ayaklanmada polis, 18 kişiyi katletti, 426 kişiyi de yaraladı. Gazi halkının tanıklığına göre, 12 Mart akşamı önce polisler İsmet Paşa Caddesi’nde ve bu cadde üzerinde bulunan kahvehanelerde kimlik kontrolleri yaptı. Saat 21.00’e gelirken, Gazi Mezarlığı’ndan İsmet Paşa Caddesi’ne doğru ilerleyen ticari bir taksi, kahvehanelerin önüne geldiğinde yavaşladı. Ardından Dostlar, Cihan, Yavuz, Kardeşler ve Doğu adlı kahvehaneler ile Sarıcıoğlu Pastahanesi kurşun yağmuruna tutuldu. 67 yaşındaki Halil Dede, alnına isabet eden kurşunla öldü. Alevilerin toplandığı kahvehanelerin hedef seçilmesi, niyeti açıkça ortaya koyuyordu; AleviSünni çatışması yaratmak. Olayın ardından İsmet Paşa Caddesi üzerinde toplanmaya başlayan Gazi halkı bu oyuna gelmedi, katillerin karakola sığındığını öğrenen Gazi halkı, hedef olarak karakolu seçti ve “Katilleri istiyoruz” talebiyle karakola doğru yürüyüşe geçti. Mahalle panzerlerle abluka altına alınmaya başlandı. Polis saldırılarına karşı mahalle halkı barikatlarla, sokak sokak direnişe başladı. Sokağa çıkma yasağına rağmen sokaklardan ayrılmayan Gazi halkının 3 gün süren ayaklanmasını kurşunlar-
la, panzerle ezmeye çalışan polis; Sezgin Engin, Fadime Bingöl, Hasan Gürgen, Ali Yıldırım, Mehmet Gündüz, Dinçer Yılmaz, Zeynep Poyraz, Reis Kopal, Dilek Sevinç, Mümtaz Kaya ve Fevzi Tunç’u katletti. KATLİAM ÜMRANİYE’DE DEVAM ETTİ Gazi halkıyla dayanışmak amacıyla 14 Mart günü Ümraniye’de sokağa çıkan halka saldıran polis, burada da katliamlarına devam etti. Çıkan olaylarda İsmihan Yüksel, Genco Demir, İsmail Baltacı ve Hasan Puyan adlı 4 emekçi katledildi. Gazi ayaklanmasında yaralanan Hakan Çabuk’un 15 gün sonra hastanede ve yaralıları hastaneye götürdükten sonra barikat başına tekrar dönmeye çalışan Yaşar Aydın’ın trafik kazasında yaşamını yitirmesiyle birlikte Gazi ayaklanmasının sonunda 18 kişi yaşamını yitirirken, 426 kişi de yaralandı. HASAN OCAK KAÇIRILARAK KATLEDİLDİ Gazi ayaklanmasının hemen ardından devlet intikam almak için MLKP savaşçısı, Gazi ayaklanmasının komutanlarından Hasan Ocak’ı kaçırdı ve kaybetti. Hasan Ocak’ın işkenceyle katledilmiş cansız bedeni, ailesinin ve yoldaşlarının ısrarlı mücadelesi sonucunda ortaya bulundu. KATİLLER DEĞİL MAHALLE HALKI YARGILANDI Gazi katliamının ardından açılan davaların sonucunda katiller yargılanmazken, ayaklanmanın içinde yer alan devrimciler gözal-
Adalet için 12 Mart’ta Gazi’ye Gazi katliamının 17. yılında adalet için 12 Mart’ta Gazi’ye hesap sormaya çağrısında bulunan Ezilenlerin Sosyalist Partisi İstanbul İl Örgütü, Gazi katliamının katillerini Maraş’tan, Çorum’dan, Sivas’tan, 1 Mayıs ‘77’den tanıdıklarını ifade etti. “Açığa çıkmış katillerden Adem Albayrak ortalıkta geziyor. Ayaklanmaya katıldığı için Hasan Polat 17 yıldır tutsak ediliyor” dedi. Dersim katliamına sessiz kalan CHP’yi Gazi katliamı karşısında da sessiz kalmakla eleştiren ESP, AKP Hükümetinin ve devletin geçmişle yüzleştikleri iddiasında bulunduğunu, gerçeğin böyle olmadığını belirtti. Ne faili meçhullerin, ne gözaltında kayıpların, ne toplu mezarların, ne de 28 Şubat’a giderken gerçekleşen Gazi Katliamı’nın
tına alınarak, “Gazi provokatörü” oldukları iddiasıyla ve idam talebiyle yargılanarak, yıllarca cezaevlerinde tutuldular. Bunlardan biri olan Hasan Polat, 17 yıldır halen cezaevinde. 17. YILINDA YİNE SOKAKLARDA OLACAKLAR Gazi katliamını unutmayan Gazi halkı, devrimci, sosyalist, demokratik kurum ve siyasi partiler
sorumlularının yargılanmamış olmasına dikkat çekti. Şırnak Uludere’de 34 köylünün katledilmesinin ve Sivas katliamı davasının zaman aşımından düşürülmeye çalışılmasının katliam geleneğinin devam ettiğinin göstergesi olduğunu belirten ESP, tüm işçi, emekçi ve ezilen halkları 12 Mart günü, saat 10.00’da Eski Karakol önünde toplanarak, adalet için Gazi katliamının hesabını sormaya çağırdı. ESP İstanbul İl Örgütü, Gazi Mahallesi’nde Şair Abay Lisesi karşısında açtığı büroda Gazi Katliamı’nı anlatan fotoğraf sergisi açtı. Gün içinde ziyaret edilebilecek olan sergide, akşam saatlerinde sinevizyon gösterimleri de gerçekleştiriliyor.
ayaklanmanın 17. yıl dönümünde bir kez daha sokaklara çıkarak, katliamda yaşamını yitirenlerin aileleriyle birlikte “adalet” talebini haykıracak. Gazi katliamının hafızalardan silinmesine izin vermemek ve verilen hukuki mücadelede yaşananları yeni nesillere aktarmak için 11 Mart günü Gazi Cemevi’nde panel gerçekleştirilecek. Panele konuşmacı olarak İstanbul Milletvekili Sırrı Sürey-
ya Önder, katliamda yaşamını yitirenlerin aileleri adına Zeynep Poyraz’ın babası Cemal Poyraz ve Gazi katliamı davası avukatları katılacak. 12 Mart günü katliamda yaşamını yitirenlerin aileleriyle birlikte, HDK bileşenleri saat 10.00’da Eski Karakol önünde toplanarak, Gazi Cemevi’ne ve oradan da Gazi Mezarlığı’na yürüyüş gerçekleştirerek, Gazi şehitlerini anacak.
İnsanlık davası için Ankara’ya Sivas katliamı davasında zaman aşımı tehlikesi gerçek olursa, katliamı gerçekleştirenler cezasız kalacak. Aileler, siyasi partiler, Alevi örgütleri, demokratik kurum ve örgütler, insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımının söz konusu olamayacağına dikkat çekerek, vicdan sahibi herkesi 13 Mart’ta Ankara Adliyesi önünde olmaya çağırıyor. ◗ ANKARA Sivas katliamı davası zaman aşımı tehlikesiyle karşı karşıya. Sivas katliamının ardından açılan dava sırasında “bulunamadıkları” gerekçesiyle dosyaları ayrılan 5 kişinin yargılanmasına 13 Mart’ta Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edilecek. 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nde 35 kişinin yakılarak öldürüldüğü Sivas katliamının tetikçileri, geçtiğimiz duruşmada savcının, zaman aşımı talebi kabul edilirse cezasız kalacak. Sivas katliamında yakınlarını yitiren aileler, siyasi partiler, Alevi örgütlerinin yanı sıra birçok demokratik kurum ve kitle örgütleri de davada zaman aşımı tehlikesine karşı, “adalet” talebiyle 13 Mart Salı günü bir kez daha Ankara’da olacak.
2005 yılında çıkartılan bir yasayla Türkiye’nin “insanlığa karşı suç” kavramını kabul ettiğini ancak yasanın geçmişe dönük işletilemediğine dikkat çekerek, “ Türkiye’deki mahkeme iç hukuka göre karar verirse, iç hukuk onların lehine. Ama biz uluslararası sözleşmelere uygun bir karar verilmesini istiyoruz. Bu bir insanlık suçudur, bu durumda
zaman aşımı işletilemez. Sanıklara ceza verilmesini istiyoruz” dedi. Ailelerin avukatlarından Kazım Genç, sanıkların ceza alsa dahi 7.5 yıl alacaklarını belirterek, “Şimdi bunu da almayacaklar. Sivas katliamını kurgulayanlar maşalarını koruyor. Organize edenlerden hiç bahsedilmedi, olayın arkası aydınlanmadı” dedi.
ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERE UYULMALI Davayla ilgili ETHA’nın sorularını yanıtlayan Av. Şenal Sarıhan,
Güzel yoldaşımız, Fintoz halamız Zemheriye, karakışa inat aydınlık yüreğin gibi güneşli bir günde uğurlandın sonsuzluğa. Acımız tarifsiz! Ne mutlu ki senin özverinden, sevginden nasiplenmişiz. Ne mutlu ki, ortak düşlerimizin sıcaklığıyla omuz başımızda olacağını bilerek gülümseyeceğiz geleceğe. Yaşama sevincinden, direngenliğinden öğrenerek yürümeye devam edeceğiz yolumuza; kavgamıza kattığın güzellikleri anımsayarak, anımsatarak. Daima bizimlesin, daima seninleyiz.
ALİAĞA KAPALI KADIN HAPİSHANESİ’NDEN HÜLYA GERÇEK, MELİHA KAYACI
VİCDAN SAHİBİ İNSANLAR YAN YANA DURALIM Katliamda yaşamını yitiren şair Metin Altıok’un kızı ve Toplumsal Bellek Platformu’ndan Zeynep Altıok, “19 yıldır adaleti bekliyoruz, adalet arıyoruz. Biz bu coğrafyadaki herkes için adalet istiyoruz” diyerek, şöyle devam etti: “İnsanlık suçlarında zaman aşımına hayır demek için 13 Mart Salı günü Ankara Adliyesi önündeyiz. Bu kez sadece biz olmayalım. Bu kez sadece Aleviler olmayalım. Tüm mazlum, hakkı yenmiş, adaletsiz bırakılmış ve vicdan sahibi insanlar yan yana duralım isteriz. Siz de gelin!” Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı Genel Başkanı Emel Sungur, “Savcı, katliam dosyasını adliyenin tozlu raflarına kaldırarak davanın orada unutulmasını istiyor” diyerek, 13 Mart günü görülecek olan davaya katılım çağrısında bulundu.
Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Selahattin Özel de, Sivas katliamını unutturmak isteyenlerden bir kez daha dava dosyasını yeniden açmalarını ve gerçek siyasi sorumluların da yargılanmalarını isteyeceklerini belirtti. Ezilenlerin Sosyalist Partisi Genel Merkezi’de yaptığı yazılı açıklama ile Sivas katliamını kontrgerilla devletin gerçekleştirdiğini, adil bir yargılanmanın gerçekleştirilmesinin ve katillere de bu nedenle kol kanat gerildiğini ifade etti. ESP, AKP iktidarının Meclis’te Sivas katliamına zaman aşımı uygulanmaması yönünde verilen önergeyi reddettiğini hatırlatarak, AKP’nin katillerin avukatlığına soyunduğunu belirtti. Sivas katliamı gibi kontrgerilla cinayet ve katliamlarda adalet yerini buluncaya kadar sokaklarda olmaya devam edeceklerini belirten ESP, vicdan sahibi tüm kesimleri 13 Mart’ta Ankara’da görülecek duruşmaya çağırdı.
BAŞYAZI Dönemi kazanmak için yeni sınırlara ulaşalım ve iç örgütsüzlüğe son verilmesi hattındaki bu çalışmalar, doğaldır ki kendiyle sınırlı bir amaç taşımıyordu. Bütün bunlar, aynı zamanda politik mücadelenin düzeyinin yükseltilmesi hazırlığıydı. Bu dönem belirli açılardan geride bırakıldı. Bütün bu süreçte örgütsel, siyasal ve eğitsel çalışmaların uyumu konusu dikkatle gözetildi. Konferans, bu sürecin merkezinde durdu. Dönemin örgütsel ve siyasal perspektifleri oluşturuldu. Arınmanın, değişmenin ve değiştirmenin vazgeçilmez silahı olan devrimci eleştiri ve özeleştiri amacına uygun olarak kullanıldı. Bütün bu hazırlıkları yeni bir düzeye taşımak, örgütsel ve siyasal çalışmadaki bütünleşik durumu, uyumu güçlendirmek ve bütün bu süreci başarılı kılmak için neye ihtiyacımız var? Dönemin yanıtlamamız gereken sorusu budur. Hiç kuşku yok ki, geride bıraktığımız yıllarda elde ettiğimiz bütün deneyimlerimiz, bu soruya verilecek en doğru yanıtın, siyasal bir atılım süreci örgütlemek olduğunu gösteriyor. Karşıdevrimci cephenin fütursuz saldırılarını, örgütsel darlık ve dağınıklığımızı, alışkanlıklarımızı, statükolarımızı aşmanın ve yenilenmenin en temel yolu, sürekliliği sağlanmış politik kitle çalışmasını örgütlemektir. Son birkaç aylık dönemde yürütegeldiğimiz bütün hazırlıklarımızın anlam ve karşılık bulmasını istiyorsak, bir an bile duraksamadan, daha güçlü temelde örgütlenmiş siyasi çalışmaya dalmalı, zengin bir politik kitle çalışması örgütlemeliyiz. Açık ki, ancak etkin bir siyasal faaliyet, bütün bu örgütlenme çalışmalarına ve düzenlemelere rengini ve şeklini verecektir. Bunun Marksist Leninist komünistlerin literatüründeki karşılığı kitlelere hücumdur! Kesintisiz politik kitle çalışmasını, sürekliliği sağlanmış devrimci ajitasyonu, yeniden ve daha güçlü bir biçimde, durmaksızın, bıkıp usanmadan, devrimci amaçlarımızın bütün coşkusunu duyumsayarak örgütlemek, muhakkak başarmak zorunda olduğumuz bir görevdir. Üstelik yeni bir eşiğe gelip dayandığımızı görmemek, siyasal çalışmada mevcut durumumuzu değiştirme istek ve arzusunu hissetmemek, sosyalist kuvvetlerde biriken enerjiyi fark etmemek mümkün mü? Hazirana kadarki dönem boyunca sürecin özgün politik görevleri temelinde ele alınacak tarihsel günler ve öteki gündemler, politik bir atılım sürecini örgütlemeyi objektif olarak daha olanaklı kılıyor.Tam da bu süreçte sosyalist kuvvetler olarak, bütün enerjimizle kesintisiz bir politik kitle ajitasyonu örgütlemeliyiz. Kesintisiz politik kitle ajitasyonuyla başarmak istediğimiz nedir? Her şeyden önce siyasal ve örgütsel durumumuzu kesin bir biçimde değiştirmek istiyoruz. Sosyalist kuvvetlerle kitleler arasında yaşanan kopukluğu gidermek, kitlelere gitmede yaşadığımız kararsızlık halini aşmak ve kitlelerle teması büyütmek istiyoruz. Güçlerimize hakim olmak, gelişimimizi somut olarak politik kitle çalışması içerisinde denetlemek ve yönetmek istiyoruz. Genel olarak emekçi solun durumu ortada. Emekçi sol hareket, kitlelerden kopuk ve yalıtık. Bu derinleştikçe, emekçi sol hareketin, amacına yabancılaşma riski de büyüyor. Hatta, onun kimi bölükleri bakımından durumun tam da bu merkezde olduğu görünen bir gerçek. Siyasal bir hamle örgütleyerek, politik çalışmanın düzeyini yükselterek, politik kitle ajitasyonunu süreklileştirerek bu genel duruma meydan okumak, kopuşmayı başarmak ve devrimci amaçlarımızdan bir milim dahi sapmadan ilerlemek göreviyle yüz yüzeyiz. Ve bunu yerine getireceğiz.
Her bakımdan yenilenmek istiyoruz. Özellikle kadrolarımızı ve örgütlerimizi dönüştürmek, güçlendirmek, taze kuvvetler kazanmak, eğitmek, sorumluluk vermek, kadrolaştırmak, yeni örgütler kurmak zorundayız. Örgütsel yenilenmenin en güvenilir, hatta yegane yolu budur. Bunları başarmak için siyasal kitle seferberliği örgütlemek dışında bir çıkar yol var mı? Bir an için geçmişte başarılı şekilde örgütlediğimiz geniş politik kitle çalışmalarını hatırlayalım. Binlere, on binlere ve bir aşamadan itibaren yüz binlere gittiğimiz siyasal kampanyalar sonucudur ki, yeni kuvvetlerle buluştuk. Hiçbir ajitasyon-propaganda materyalini küçümsemeden, tümünün hakkını vererek; afişlerimizi, gazetemizi, bildiri ve broşürlerimizi ne kadar yaygın dağıttıysak, kent merkezlerinden çevreye doğru ajitasyon çalışmasını ne ölçüde büyüttüysek, mücadelenin değişik araç ve biçimlerini kullanarak kitlelere ne kadar gittiysek, siyasal etkimizi o kadar arttırdık, siyasi çalışma alanımızı o denli genişlettik. Kitle denizine daldığımız, hücum ettiğimiz her durumda örgütsel olarak da büyüdük. Hem örgütsel niteliğimizi geliştirmekte, hem de örgütlülük düzeyimizi yükseltmekte anlamlı başarılar kazandık. Şüphesiz, kendi başına kitlelere gitmek yetmez. Politik kitle çalışması, muhakkak birebir örgütlenme çalışmasıyla birleştirilmelidir. Bu faaliyet içerisinde açığa çıkan taze kuvvetlerle somut ilişkiler kurmalı, deyim yerindeyse onları koparıp almalıyız. “Kitleleri fethetmek” ancak bunu başarmakla mümkündür. Böylesi bir örgütlenme faaliyeti için, bütün hazır ve potansiyel kuvvetlere hakim olmak, tek tek yoldaşları, nitelikleri, yetenekleri, gelişme yönleri bakımından iyi tanımak, düzenlemelerde bu verilerden hareket etmek ve tüm kuvvetleri harekete geçirmekle sorumluyuz. Hiç şüphesiz, yönetici organlarda yer alan kadrolar, “kitlelere hücum” parolası temelinde örgütlenecek politik kitle çalışmasının ve bu çalışma içerisindeki örgütlenme faaliyetinin özneleridir. Doğaldır ki, onlar, bu çalışmanın her bakımdan katalizörü olacak, en önde yürüyeceklerdir. Kuvvetlerle birlikte iş yapmak, örnek yoluyla eğitici olmak, kararsızlıkları hızla aşacak adımlar atmak, mücadelenin ihtiyaçlarına göre konumlanmak, bütün benliğimizle çalışmaya katılmak zorundayız. Bu, içinden geçtiğimiz dönemin çözüm anahtarlarının en önemlilerinden biridir. Bunu başardığımız her durumda değişimin ve gelişimin de hız kazandığını göreceğiz. İdeolojik arınma ve gelişmeyi başarmak için, kitlelere ve kendimize güvensizliği, yabancılaşma halini, statükolarımızı, alışkanlıklarımızı değiştirmek, çürüyen ve eskiyen yanlarımızı yıkıp, devrimci eylemin ateşi içerisinde yeniden kurmakla yüz yüzeyiz. Bu ideolojik hamle, güçlü bir politik çıkışın en sağlam dayanaklarından biri ve geride bıraktığımız dönemin pratik özeleştirisi olacaktır. Bütün örgütsel, politik ve ideolojik iddialarımızın, kadro ve örgütlerimizin sınavdan geçeceği bu süreci kazanmanın yolu, mevcut sınırlarımızı yıkıp, yeni sınırlara ulaşmayı gerektiriyor. Tek tek tüm yoldaşlar ve örgütler için dönemin yönlendirici parolasıdır bu. Cesaretle kitlelere gitmek, kitlelere güvenmek, onlarla sımsıkı bağlar kurmak ve kitleleri fethetmek için bizi engelleyen sınırlar her ne ise, o sınırları can düşmanımız bileceğiz. Devrimci aklın, devrimci ruhun ve bunların yaşam verdiği iradenin aşamayacağı engel, yıkamayacağı duvar yoktur. O halde, var olan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmek için, komünist bir pratik sergilemek için iş başına.
BAŞSAĞLIĞI
BAŞSAĞLIĞI
Parti Meclisi üyemiz yoldaşımız Sonnur Sağlamer’in
Parti Meclisi üyemiz yoldaşımız Sonnur
annesi Fadime Özdem’i kaybetmenin üzüntüsünü ya-
Sağlamer’in annesi Fadime Özdem’i kaybetme-
şıyoruz. Yoldaşımızın ve ailesinin acılarını paylaşıyor,
nin üzüntüsünü yaşıyoruz. Yoldaşımızın ve ailesi-
başsağlığı diliyoruz.
nin acılarını paylaşıyor, başsağlığı diliyoruz.
EZİLENLERİN SOSYALİST PARTİSİ GENEL MERKEZİ
EZİLENLERİN SOSYALİST PARTİSİ GENEL MERKEZİ
black blue magenta yellow
Varyos Yayıncılık adına İmtiyaz Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: Deniz Doğruer Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Çakırağa Camii Sk. Birlik Apt. No:8/10 Aksaray/İSTANBUL Tel: (0212) 529 15 94 Fax: (0212) 529 06 75
HABERDE OBJEKTİF YORUMDA DEVRİMCİ
e-mail: atilimgazetesi@gmail.com Yayın Türü: Yaygın Süreli
Atılım Avrupa Temsilciliği: V.i.s.d.p: K. Çal Postfach 900235, 60442 Frankfurt avrupaatilim@hotmail.com İngiltere: Ali Akgül atilimuk@hotmail.com Tel: 00447956078533 İsviçre: Savaş Demir isvicre_atilim@hotmail.com
Fransa: M.Bulut 128 Rue Henri barbuse Bat, 4 93300 Aubervilliers/ France/ fransaatilim@hotmail.com Belçika: AcPv Rue De Dison 32-4800 Verviers Hesap No: Varyos Yay. San. Ve Tic. Ltd. Şti Yapıkredi Sirkeci Şubesi: 6278-6 iban no: TR 7400067010000000 62591023
Postaçeki: Songül Akbay 1600206 Türkiye Abonelik: 100 TL (1 yıl) Teknik Hazırlık Tel: (0212) 633 46 14 Fax: 633 46 13 Basıldığı Yer: Gün Matbaacılık Adres: Sefaköy Telsizler Mevki Beşyol Mah. Akasya Sok. No: 23/6 Küçükçekmece/İST. Tel: (0212) 580 63 75
Kadın isyanı alanlarda Kadınların isyanı 8 Mart öncesinde sokaklardaydı. Bir çok ilde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, yapılan miting ve eylemlerle karşılandı. Kadınlar; barış, özgürlük, yaşam şiarlarını haykırdı. Hatay’da kadınlar polis barikatlarını isyanları ve coşkularıyla aşarken, Kürt kadınları ulusal özgürlük talebiyle sokaklara çıktı. ◗ AMED/DERSİM/ BATMAN/ADANA 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü birçok ilde yapılan miting ve eylemlerle karşılandı. New York’lu tekstil işçisi kadınların direniş gününün armağanı olan 8 Mart için kadınlar, öfkelerini isyanlarını kuşanırken, kadın özgürlük mücadelesinin taleplerini alanlarda dile getirdiler. İzmir, Amed, Mersin, Dersim ve Adana’da yapılan mitinglerde Kürt kadınları, Kürt ulusal önderi Abdullah Öcalan ve Kürt ulusu için özgürlük talebinde bulundu. Kadınlar, erkek egemen kapitalist sistemin yoksulluk, şiddet, savaş ve emek sömürüsüne karşı yaşam, barış, adalet, ve özgürlük şiarlarını alanlarda haykırdı.
ÖZGÜRLÜĞE YÜRÜYORUZ Demokratik Özgür Kadın Hareketi, 4 Mart günü Amed İstasyon Meydanı’nda “Öcalan’a özgürlük, siyasi soykırıma son” şiarıyla 8 Mart mitingi düzenledi. Mitinge Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana, BDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan, Bağlar Belediye Başkanı Yüksel Baran, Lice Belediye Başkanı Fikriye Aytin ile ESP/Sosyalist Kadın Meclisleri ve Barış Anneleri katıldı. Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH) mitingte, “Devrimci mücadelemizle özgürlüğe yürüyoruz”, ESP/SKM üyeleri ise
“Yaşam, Barış, Özgürlük için Sosyalizm/SKM” pankartlarını taşıdı. Devrimci mücadelede yaşamını yitiren kadınlar için saygı duruşuyla başlayan mitingin açılış konuşmasını tertip komitesi başkanı Gülsüm Altan yaptı. Ardından BDP Diyarbakır İl Eşbaşkanı Zübeyde Zümrüt bir konuşma yaptı. Barış Anneleri İnisiyatifi aktivisti Havva Kıran, Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana, BDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan’ın konuşmalarının ardından cezaevinden tutsak kadınların gönderdiği mektup okundu. Kadınlar, “Kadın tutsaklar onurumuzdur” sloganını haykırdı. Miting sonrasında kadınlar, Büyükşehir Belediyesi Konukevi’ne yürüdü. Polis, barikat kurarak yürüyüşü engellemek istedi. Polis barikatını zılgıt ve alkışlarla protesto eden kadınlar oturma eylemi yaptıktan sonra eylem sona erdi.
DİLİME, BEDENİME, KİMLİĞİME DOKUNMA Batman’da Demokratik Özgür Kadın Hareketi tarafından düzenlenen 8 Mart mitingine binlerce kadın katıldı. Kürt ulusal önderi Abdullah Öcalan’ın yanı sıra Zeynep Kınacı (Zilan), Gülnaz Karataş (Beritan) ve bedenini ateşe veren Evrim Demir’in posterleri ile KCK bayraklarının taşındığı miting alanında “Öcalan’a özgürlük, soykırıma son”, “Ji bahara jinê,
inkar ve imha politikalarına karşı Edi Bese diyoruz. Sokakları terk etmiyoruz” dedi. Coşkulu geçen miting, yerel sanatçılar ve çocuk korosunun sahne almasının ardından halaylarla sona erdi.
ADANA’DA BİNLERCE KADIN ÖZGÜRLÜK İSTEDİ
ber bi bihara gelan”, “Bijî 8’ê Adarê, bijî piştgıriya jinan”, “Dilime, bedenime, kimliğime, kültürüme dokunma” pankartları açıldı. Yaşamını yitiren devrimci kadınlar için yapılan saygı duruşunun ardından başlayan mitingde BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak ve BDP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata alandaki kadınları Kürtçe selamladı. Konuşmalardan sonra Kışanak ve beraberindekiler kadınlara karanfiller dağıttı. Daha sonra açlık grevindeki kadın tutsaklara destek amacıyla Batman M Tipi
Kapalı Cezaevi’ne doğru yürüyüşe geçen on bini aşkın kadın, Göktaksi’de polislerin engeliyle karşılaştı. Kadınlar engellemeyi oturma eylemiyle protesto etti.
SOKAKLARI TERKETMEYECEĞİZ Dersim’de bir araya gelen ESP/Sosyalist Kadın Meclisi, DÖKH, Yeni Demokrat Kadın, Demokratik Kadın Hareketi ve Yenigün Kadın Derneği, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü 3 Mart günü yapılan mitingle karşıladı. Yeraltı Çarşısı üzerinde
ÜGK, GENÇ KADINLARI 8 MART’A ÇAĞIRDI
toplanan yüzlerce kadın “Jin jiyan azadi”, “Yaşasın 8 Mart” ve “Direne direne kazanacağız” sloganlarıyla coşkulu bir şekilde alanları doldurdu. Mitingte, Dersim Belediye başkanı Edibe Şahin, BDP milletvekili Aysel Tuğluk ve SKM adına Hevin Cümsen birer konuşma yaptı. Hevin Cümsen, kadınları, ‘namus’ cinayetlerine ve erkek egemen sisteme karşı alanlara, direnişe davet etti. Van depremi ve Roboski katliamını yaşayan kadınlara değinen Cümsen; “Sömürgeci erkek egemen sistemin
BDP Adana Kadın Meclisi tarafından 8 Mart nedeniyle Seyhan İlçesi’ne bağlı Dağlıoğlu Mahallesi Karasu Kavşağı’nda miting düzenlendi. 3 Mart günü düzenlenen mitinge, BDP Grup Başkanvekili ve Iğdır Milletvekili Pervin Buldan, BDP PM Üyesi Yüksel Mutlu, EMEP ve ESP yöneticileri ile binlerce kadın katıldı. Kadınların yöresel kıyafetlerle katıldığı mitingin açılış konuşmasını yapan BDP Seyhan İlçe Eşbaşkanı ve BDP Adana Kadın Meclisi üyesi Suzan Kılıç, tüm kadınların 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutladı. Mitingin ardından binlerce kadın, Kıbrıs Caddesi’nde bulunan BDP Dumlupınar Temsilciliği’ne doğru yürüyüşe geçti. Kitle sık sık, “Biji Serok Apo”, “Jin jiyan azadi” ve “Şehid namirin” sloganlarını attı. Kıbrıs Caddesi’ne barikat kuran polis, kitlenin yürüyüşünü bir süre engelledi. BDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan ve emniyet yetkilileri ile yaptığı görüşmenin andından polis ekipleri geri çekilirken, kadınlar yürüyüşe devam etti.
◗ İZMİR İzmir’de DÖKH, DSİP, EDP, EHP, EMEP, ESP/SKM, HDK, İHD, MKM, SP, ve YDK’li kadınlar tarafından 4 Mart günü miting düzenlendi. 8 Mart mitingi öncesi kadınlar Cumhuriyet Meydanı’nda bir araya gelerek Gündoğdu Meydanı’na yürüdü. “Yaşasın 8 Mart”, “Jin jiyan azadi”, “Yaşasın kadın dayanışması”, “Bedenim, kimliğim benimdir, elini çek” şeklinde sloganlar atan kortejlere, yöresel kıyafetleriyle katılan kadınlar renk kattı. Miting, devrim, sosyalizm ve özgürlük mücadelesinde ölümsüzleşen kadınların anısına saygı duruşuyla başladı. Katılımcı kurumlar adına açıklama Türkçe ve Kürtçe olarak yapıldı. BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, kadınların artık barış istediğine dikkat çekti. Tuncel’in ardından kocası tarafından öldürülen Ferdane Çöl’ün annesi söz aldı. Anne Çöl, “Kadınlar, eşleri, babaları, kardeşleri tarafından öldürülüyor. Ben bu acıyı yaşadım. Hiçbir annenin bu acıyı yaşamasını istemem. Kadınlar öldürülmesin” dedi. Savranoğlu ve Billur Tuz’da çalışırken sendikal haklarını talep ettikleri için işten atılan kadınlar da yaşadıkları sorunlara ilişkin bir konuşma yaptı. Konuşmaların ardından, MKM Çocuk Halk Oyunları ekibi halk oyunları gösterisi sundu. MKM sanatçılarından Dilan’ın ezgileri ve kadınların halaylarıyla miting son buldu.
HATAY’DA KADINLAR BARİKATLARI AŞTI ◗ HATAY Hatay’da kadınlar polis barikatlarını yara yara, 8 Mart eylemini gerçekleştirdi. 4 Mart günü sokaklara çıkan Hatay’lı kadınlar, polisin oluşturduğu barikatı iki kez aşarak Ulus Meydanı’na yürüdü. Sosyalist Kadın Meclisleri (SKM), Kadın Emeği Kolektifi, Halkevci Kadınlar, Aka-Der’li Kadınlar, BDP’li Kadınlar, SDP’li kadınlar ve Eğitim-Sen üyesi kadınların oluşturduğu Antakya Kadın Platformu’nun çağrısıyla sokağa çıkan kadınlar, Eğitim-Sen Antakya Şubesi önünde bir araya geldi. Yürüyüş kolunun önüne kurulan barikat kadınların kararlılığı sonucu aşıldı. 100 metre yürüyen kadınların önü bir kez daha kesildi. Kadınların isyanı ve kararlılığı buradaki barikatı da aştı ve kitle, Ulus Meydanı’na yürüyerek burada basın açıklaması yaptı. Coşkuyla sürdürülen yürüyüşe 400 emekçi kadın katılırken, yürüyüş boyunca sık sık “Yaşasın kadın dayanışması”, “Jin, jiyan, azadi”, “3 çocuklu köle olmayacağız”, “Tecavüzcü devlet hesap verecek” sloganları atıldı. Okunan basın açıklamasının ardından, kadına yönelik şiddetle ilgili Arapça bir tiyatro oyunu sahnelendi. Çekilen halayların ardından eylem sonlandırıldı.
ÜGK’lılar, renkli pankatlarıyla İzmir mitingine katıldı. ◗ ISPARTA/İZMİR Isparta ve İzmir’de Üniversiteli Genç Kadınlar, yaptıkları etkinliklerle genç kadınları 8 Mart’ı alanlarda karşılamaya çağırdı. Isparta’da HDK Kadın Meclisi tarafından 10 Mart günü yapılacak 8 Mart eylemi için Cafeler Caddesi’nde bildiri dağıtan ÜGK’lılar, kadınların cinsiyetleri nedeniyle yaşadıkları sorunlara dikkat çekti. Isparta ÜGK’lılar 3 Mart günü Eğitim-Sen binasında, söyleşi düzenledi, sinevizyon gösterimi, şiir ve müzik dinletisi yaptı. Dinletinin ardından söz alan ESP/SKM Sözcüsü Birsen Kaya, savaşın en çok kadınları etkilediğini belirterek, militarizm ve cinsiyetçiliğin kadınlara yönelik şiddeti arttırdığını vurguladı. Kadın cinayeti davalarında, yargının tutumunu eleştiren Kaya, erkek egemen yasaların değişmesini istedi. Kaya, 4+4+4 eğitim sistemiyle çocuk işçiliğinin artacağını, kız çocuklarının okuma oranının düşeceğini vurguladı. Üniversiteli genç kadınların sorunlarının tartışıldığı söyleşinin sonunda, katılımcılara Isparta ÜGK’nın hazırladığı Güldünya fanzini dağıtıldı. Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü’nde stand açan ÜGK’lılar, kampüsü 8 Mart’a çağrı afişleriyle donatarak, fanzin dağıtımı yaptı. ÜGK’lılar, yemekhane önünde “Üniversiteli kadınlar özgürleşmeye alanları zapt etmeye” ve “Üniversiteli kadınlar 8 Mart’ta alanlara, şiddete hesap sormaya” şiarlarının yazılı olduğu ozalitlerle stand açarak, 8 Mart’a ilişkin hazırladıkları fanzinlerin dağıtımını yaptı. İzmir’de de Üniversiteli Genç Kadınlar, Dokuz Eylül ve Ege üniversitelerinde 4 Mart günü yapılan miting için çağrı çalışmaları yürüttü.
KADINLAR ÖLDÜRÜLMESİN
8 Mart’ta özgürlüğe, sosyalizme ◗ İSTANBUL//ANKARA/ ESKİŞEHİRMERSİN/RİZE ESP/SKM, faaliyet yürüttüğü bütün illerde kadınları 8 Mart’a alanlara çağırmaya devam ediyor. Bir haftalık sürece yayılan etkinlikler İstanbul’da 11 Mart günü yapılacak mitingle taçlanacak. Ankara, Mersin, Rize Fındıklı’da ve Bursa’da ise kadın platformları 8 Mart günü basın açıklamaları yapacak. “Yaşam barış adalet” şiarıyla 8 Mart çalışmalarını yürüten SKM, Ankara’da sokakları afişlerle donattı. Sosyalist kadınlara ESP’li erkekler de katıldı. SKM üyesi kadınlar, aynı zamanda Ankara’nın değişik noktalarında “Yaşam barış adalet için 8 Mart’a alanlardayız”, “Jin Jiyan Azadi”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm”, “Cins bilinciyle kadın devrimine yürüyoruz” şeklinde yazılamalar yaptı. Çankaya ile Mamak ilçelerinde ve ODTÜ, Ankara Dil Tarih Üniversitesi’nde kadınlarla buluşan sosyalistler, kadınlara 8 Mart’ta alanlarda olma çağrısında bulundular. İstanbul’da 11 Mart günü dü-
zenlenecek miting için çalışmalar Eyüp, Ataşehir ve Şişli’de bildiri dağıtımı ve afişlemelerle sürerken, Zeytinburnu’nda sosyalist kadınlar “8 Mart’ta birlikte yürüyoruz” adıyla bir etkinlik gerçekleştirdi. “Yaşasın 8 Mart” sinevizyon gösterimi ve Zeytinburnu SKM tarafından hazırlanan Kemal Özer’in eseri “Oğullarını Yitiren Analar” adlı tek kişilik tiyatro oyunu ile etkinlik sona erdi. Bağcılar’da SKM’li kadınlar 8 Mart’a ilişkin bir çay sohbeti düzenlediler. ESP ilçe bürosunda bir araya gelen kadınlar, kendi yaşadıkları sorunları paylaşıp, bunların çözümü için nelerin yapılabileceğini tartıştılar. Ayrıca Bağcılar yürüyüş yolunda stand açıp bildiri dağıtımı ve 11 Mart’ta Kadıköy’de düzenlenecek 8 mart mitingine çağrı yapıldı, SKM bülteni tanıtıldı. Eskişehir’de Adalar’da stand açan ESP/SKM üyelerine ESP’li erkekler de destek verdi. Yapılan konuşmalarla kadınlar 8 Mart alanlarına çağrıldı ve kadınlarla 8 Mart’ın kadın mücadelesindeki yeri ve önemi üzerine sohbet-
ler gerçekleştirildi. Sosyalist kadınlar, Gültepe Mahallesi’nde yaptıkları afiş çalışmalarıyla kadınları 8 Mart’ta yapılacak etkinliklere davet etti. MERSİN’DE KADINLAR SOKAKTA OLACAK Mersin Sosyalist Kadın Meclisi, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında yürüttüğü çalışmalara Çilek ve Halkkent mahallerinde devam etti. “Yaşam, barış, adalet” şiarı ile 8 Mart’a çağrı yaparak bildiriler dağıttı. Mersin’de, Mersin Kadın Platformu’nun yaptığı miting başvurusunun valilik tarafından reddedilmesi üzerine platform bileşenleri, Hastane Caddesi’nden Taşbina’ya kadar yürüyüş yapacaklarını duyurdu. ESP/SKM, EMEP’li kadınlar, HDK’lı kadınlar, SES ve Eğitim-Sen’li kadınlardan oluşan Rize Fındıklı 8 Mart Platformu da çalışmalarına devam etti. Platform, “Söyleyecek sözümüz,değiştirecek gücümüz var” şiarıyla yürüttüğü çalışmalar kapsamında 8 Mart Perşembe günü
black blue magenta yellow
Fındıklı Merkez’de basın açıklaması yapma ve aynı akşam Ramak Cafe’de 8 Mart etkinliği düzenleme kararı aldığını duyurdu. Fındıklı SKM üyesi kadınlar, çalışmalar kapsamında afişler ve bildiri dağıtımı gerçekleştirerek kadınları 8 Mart kutlamalarına çağırdı. DERSİMLİLER DERNEĞİ’NDE 8 MART ETKİNLİĞİ İstanbul’da Alibeyköy Dersimliler Derneği’nde de 4 Mart akşamı 8 Mart etkinliği düzenlendi. Özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren kadınlar için saygı duruşu yapıldı. Dernek yöneticilerinden Hasret Ağırcan, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün anlamına dair bir konuşma yaptı. “Kadın cinayetlerinin yaşandığı ve kadına yönelik şiddetin yüzde 1400 arttığı bir dönemde 8 Mart’ı karşılıyoruz” diyen Ağırcan, “Yoksulluğun arttığı dünyada savaşların tırmandığı ve halk isyanlarının yaşandığı bir dönemde 11 Mart’ta Kadıköy’de kadın mitinginde buluşalım” çağrısı yaptı.
KADINLAR SİYASETİN MERKEZİNE YÜRÜMELİ ◗ MANİSA Manisa KESK Şubeler Platformu, 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla kadınların sosyal, ekonomik ve hukuksal sorunları ve çözümleri konulu bir panel gerçekleştirdi. Panele Sosyalist Kadın Meclisleri Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Hacer Koçak, Avukat Tülin Turbil ve Halk Sağlığı Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Beyhan Cengiz Özyurt birer sunumla katıldılar. Düzenlenen panele Manisa’da oluşturulan Emekçi Kadınlar Platformu Girişimi destek verdi. Panelin açılış konuşmasını Eğitim-Sen Manisa Şubesi YK Üyesi Melek Varol yaptı. SKM MYK Üyesi Hacer Koçak, Türkiye’de kadın olmanın zor olduğunu belirterek, “Kadınlar hem evi idare etmek zorunda hem de dışarıdan para kazanmak zorunda. Kadınlar sendikalarda, derneklerde örgütlenmelidir. Kadınlar mutfaktan çıkıp siyasetin merkezine atılmalıdır. Erkeğin egemen olduğu sistemle sorunumuz var” dedi. Kadına Yönelik Şiddet ve Çocuk İstismarının Hukuki boyutunu ele alan Avukat Tülin Çevik Turbil’den sonra sağlıkta Dönüşüm Yasaları ve Kadın Sağlığı üzerine etkileriyle ilgili konuşan Türk Tabipler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Yrd. Doç. Dr. Beyhan Cengiz Özyurt, sağlıkta dönüşüm ve kadın üzerine etkilerini karşılaştırmalı istatistiklerle sundu.