AYLIK SİYASİ GAZETE
Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê nu wergirin!
SAY
E I l H JM AR
Kadın ve erkek işçiler! Zincirlerinizden başka kaybedecek birşeyiniz yok! Kazanacağınız yeni bir dünya var!
Nisan 2008/04 • FİYATI 2,00 YTL (KDV DAHİL) • ISSN 1302-692X121
HAYDİ 1 MAYIS’TA ALANLARA! İktidar mücadelesinde yeni viraj:AKP kapatılmak isteniyor!
8 Mart 2008: Susmayacağız, Durduracağız
Newroz 2008: Susmayacağız, Durduracağız
•
editörden - içindekiler
Editörden...
Değerli Okuyucu, yoğun işlerden dolayı bu sayımızın gecikmiş olmasından dolayı sizden özür diliyoruz. Mart ayı her yıl olduğu gibi bu yıl da eylemlerle/etkinliklerle dolu geçti. İmkanlarımız ölçüsünde öncelik verdiğimiz eylemlere katılım sağladık. 8 Mart'a, Newroz'a vb. ilişkin değişik bölgelerden yazıları ilgiyle okuyacaksınız. Fakat rutin eylemler dışında bir de işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin kitlesel eylemliliklerine sahne oldu Mart ayı. Milyonlarca insanın sağılığını ve geleceğini tehdit eden kapitalist sistem, çıkarmak istediği SSGSS yasasıyla mevcut hakları da gaspetmeye çalışınca, patronların ve devletin bu kapsamlı saldırısı karşısında tüm kesimlerden işçi
İçindekiler ve emekçiler sokaklara döküldüler, 14 Mart'ta ülkeler genelinde yüzbinlerce insan meydanları doldurdu ve güvensizlik ve sağlıksızlık yasasına hayır dedi. Uzun süreden beri işçiler, emekçiler kendi gündemlerini belirlediler, saldırıya karşı savunma mücadelesi olsa da gündemin başına oturdular. Hem de iktidar dalaşının yeni boyutlar kazanarak sürdüğü bir süreçte. AK Parti hükümeti ile statükocu kemalist kesim arasındaki iktidar kavgasaı AK Parti'yi kapatma davası ve Ergenekon operasyonunun genişletilmesiyle sürüyor. Biz daha önceki yazılarımızda da altını çizmiştik: Al birini vur ötekine! İşçi sınıfının bu it dalaşında şu tarafın veya bu tarafın peşine takılması sözkonusu değildir. İki taraf da sömürü düzenini temsil ediyor, iki taraf da işçilereemekçilere-ezilen halklara düşmandırlar. İşçi sınıfının kendi gündeminde devrim ve sosyalizm için bilinçlenmek, örgütlenmek ve mücadele etmek var. Önümüzde işçi sınıfının şanlı birlikdayanışma-mücadele günü 1 Mayıs var. 1 Mayıs'ın devrimci geleneğini yaşatmak için haydi alanlara! YDİ ÇAĞRI, 06 Nisan 2008 •
GÜNDEM İktidar mücadelesinde yeni viraj: AKP kapatılmak isteniyor! . . . . . . . . 3 Yargı ve ötekiler. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4 HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN Bir Kürt işçisinin mektubu…. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 Gazi, Halepçe, Beyazıt, Qamişlo katliamları kınandı. . . . . . . . . . . . 6 Irak işgali protesto edildi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6 YENİ KADIN DÜNYASI 8 Mart 2008 İstanbul: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7 “Susmayacağız, Durduracağız!”. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7 8 Mart’ta kadın ve militarizm’i tartıştık . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7 8 Mart Adana. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8 Adana’da 8 Mart Paneli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8 Birleşik Metal İş’den 8 Mart işçi kadın paneli. . . . . . . . . . . . . . . 9 Mersin’de 8 Mart. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10 Berlin’de 8 Mart yürüyüşü! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10 YENİ İŞÇİ DÜNYASI Metal işçisi sınıfa öncülük edebilecek mi? . . . . . . . . . . . . . . . EK:1 Adana’da 2 saatlik iş bırakma… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:2 “Basın açıklamasına katılmak suç mu?”. . . . . . . . . . . . . . . . EK:2 SSGSS’ye karşı eylemler devam ediyor.... . . . . . . . . . . . . . . . EK:3 SSGSS yasasına karşı binler Kadıköy’de buluştu. . . . . . . . . . . . EK:4 İstanbul 13-14 Mart: Çalışanlar iş bıraktı, SSGSS’yi protesto etti! . . . . EK:5 İzmir’de Emek Platformu eylemleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:5 SSGSS Mersin’de protesto edildi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:6 SSGSS yasa tasarısı Bursa’da protesto edildi . . . . . . . . . . . . . . EK:6 SSGSS Adana'da protesto edildi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:6 Mücadele, Dayanışma, Sabır ve Başarının adı: SCT Grevinde Mutlu Son. EK:7 Tekel’de direniş, medyada karalama… . . . . . . . . . . . . . . . . EK:7 İlbek Tekstil işçisi hakları için direniyor! . . . . . . . . . . . . . . . . EK:8 Eğitim-Sen Adana Şubesi’nin 3. Olağan Genel Kurulu gerçekleşti. . . . EK:8 GÜNCEL Yüzbinler Newroz’u coşkuyla kutladı. . . . . . . . . . . . . . . . . . 11 Uludağ Üniversitesi’nde faşist saldırı . . . . . . . . . . . . . . . . . . 12 PANORAMA LİZBON / PORTEKİZ- 2. AB-Afrika Zirvesi yapıldı . . . . . . . . . . . . . 13 KOSOVA “Kontrollü bağımsızlık” yürürlükte.... . . . . . . . . . . . . . 14 YAŞAMA TEMELLERİNİ KORUMA MÜCADELESİ 22 Mart Dünya Su Günü. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16 Kışladağ Altın Madeni: Altın mı, Çevre mi? . . . . . . . . . . . . . . . 17 YENİ DÜNYA GENÇLİĞİ Zulme Başkaldırının Adıdır “NEWROZ”…!. . . . . . . . . . . . . . . . 18 Devrimci tutsaklar yalnız değildir! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 19 • ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir • Yönetim Yeri ve Adresi: Hüseyin Ağa Mah., Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul • Tel. Fax:: (0212) 620 67 57 • Banka Hesap: Türkiye İş Bankası Galatasaray-İstanbul, Hesap No: 1022 0 738654 • Sayı: 121 · Nisan 2008 • ISSN 1301-692X121 • Fiyatı: Türkiye: 2,00 YTL (KDV DAHİL) Türkiye Dışı: 2,50 Euro • Baskı: Uğur Matbaacılık Tel.: (212) 501 81 09 Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi 6. Kat A Blok 4 NA 8-10-11-23 Topkapı - İstanbul • Yayın Türü: Yaygın Süreli
mail@ydicagri.com www.ydicagri.com 2
•
gündem
İktidar mücadelesinde yeni viraj: AKP kapatılmak isteniyor!
AKP’nin iktidar yürüyüşünü engellemek, AKP’yi geriletmek için ordu merkezli Kemalist kanat darbe dışında, neredeyse her yola başvurdu. Darbe planları, girişimleri yapıldı. E-muhtıra verildi. Anayasa mahkemesi AKP’ye cumhurbaşkanı seçtirmemek için meclis oturumunda 367 vekil bulunması şartı getirdi. Ergenekon şahsında darbe ortamı hazırlanmak istendi.
Y
argıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, “laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği” iddiasıyla AKP hakkında Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası açtı. 162 sayfa ve 17 ek klasörden oluşan iddianame, 14 Mart Cuma günü mesai saatinin bitimine az bir süre kala, Anayasa Mahkemesi’ne verildi. Zamanla usul-erkan da değişti. Artık e-muhtıra verilirken, kapatma davası açılırken, mesai saatinin bitimi, hafta sonu olması dikkate alınıyor. Nede olsa bir zamanlar Sezer’in Ecevit’e Anayasa kitapçığını fırlatmasının yol açtığı kriz unutulmuş değil! Başsavcılık, kapatma yanında başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan ve eski Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın da aralarında bulunduğu 71 AKP yönetici ve üyesi için de siyaset yasağı istedi. İddianamede, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın “laiklik ilkesine aykırı eylem ve demeçleri” 61 madde de toplandı. Erdoğan’ın belediye başkanıyken yaptığı konuşmalardan alınan kimi sözleri de iddianamede yer alıyor. İddianamede; “AKP’nin nihai amacının hukuk devleti yerine, şeriat sistemini getirmek olduğu, bu amaca ulaşıncaya kadar ‘takiyye’ yöntemini kullanacakları”, bu yolda siyasal İslam’ın ya da Türkiye’ye giydirilmek istenen ‘ılımlı İslam’ modelinin bir şeriat devletine dönüşmesi ve gerekirse bu yolda İslami terörün de kullanılması uzak bir olasılık değildir” tespitleri de yer alıyor. Kapatma davasını başta Erdoğan olmak üzere, AKP yöneticileri “milli iradeye karşı, demokrasiye karşı atılmış bir adım” olarak değerlendirip tepki gösterdiler.
Süreç nasıl işleyecek? Anayasa Mahkemesi, iddianameyle ilgili ön incelemeyi yapacak, bir eksiklik tespit edilmez, iddianamenin kabulüne karar verilirse, ön savunmasını yapması için iddianame AKP’ye gönderilecek. AKP bir ay içinde ön savunmasını verecek. AKP
ek süre talebinde bulunursa, bunu da Anayasa Mahkemesi değerlendirecek. AKP savunmasını Anayasa Mahkemesi ’ne verdikten sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, esas hakkındaki görüşünü bildirecek. Esas hakkındaki görüş AKP’ye de gönderilecek. Anayasa Mahkemesi’nin belirleyeceği bir tarihte Başsavcı sözlü açıklama, AKP de sözlü savunma yapacak. Bu sürecin ardından, davaya ilişkin bilgi, belgeleri toplayacak raportör, esas hakkında raporunu hazırlayacak. Süreç işlerken, gerek başsavcılık, gerekse AKP ek delil veya yazılı ek savunma verebilecek. Raportörün hazırlayacağı raporun, Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesine dağıtılmasının ardından, Başkan Haşim Kılıç toplantı gününü belirleyecek. Belirlenen günde kapatma istemi üzerine görüşülecek. Davanın ne kadar süreceği ile ilgili olarak yasal bir düzenleme yok. Anayasa Mahkemesi esastan görüşmeyi kabul ettikten sonra, davanın 3-5 ay içinde sonuçlanabileceği tahmin ediliyor. Anayasa Mahkemesi’nin 11 asil üyesi, 4 yedek üyesi bulunmaktadır. Anayasa’ya göre kapatma kararı için nitelikli çoğunluk olan, 7 üyenin oyu gereklidir. Anayasa Mahkemesi’nin 11 asil üyesinin 8’i Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından atanmıştır. Anayasa Mahkemesi Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi sürecinde, mecliste seçim için 367 vekilin hazır bulunması gerektiği şeklinde hukuki değil, siyasi bir karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi’nin
bu kararı ve 8 üyenin Sezer tarafından atanmış olunması, AKP’nin kapatılacağı ihtimalini güçlendirmektedir. AKP hakkında kapatma kararı verilirse, 71 kişi hakkında siyaset yasağı getirilirse, Anayasa’nın 69. maddesine göre “bir siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan ve faaliyetleriyle sebep olan kurucuları dahil üyeleri, mahkemenin kapatmaya ilişkin kesin kararını gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak, beş yıl süreyle bir başka partinin kurucu üyesi, yöneticisi ve denetçisi” olamazlar. Bu egemenlerin bir bölümü için tam kaos demektir! AKP, kapatılmasını engellemek için formül arayışındadır. Siyasi Partiler Kanunu’nda değişiklik yaparak partilerin kapatılmasını zorlaştırma, Anayasa değişikliği vb. üzerine konuşulmakta, arayışlar sürmektedir. MHP, “AKP’nin kapatılmasına hayır” derken, “siyasi yasaklara evet” diyerek, Anayasa değişikliği için AKP’ye kapısını kapatmaktadır. MHP’nin uzlaşma için kapıyı kapatması AKP’nin işini zorlaştırmaktadır.
Sorun ne? 84 yıllık bürokratik, militarist TC devlet yapısı tehlikededir. Özel sermayeli büyük burjuvazi bir süreden beri, bürokratik devlet yapısının değiştirilmesi mücadelesi vermektedir. Devletin küçülmesi, ekonomiden çekilmesi, özelleştirmenin tamamlanması, AB sermayesi ile bütünleşme, bürokratik, militarist yapı yerine, AB’de var olan gerici burjuva yapının yerleştirilmesini büyük burjuvazi
istemekte, bunun için mücadele etmektedir. Bu programı düzen partileri içerisinde AKP savunmayı üzerlenmiştir. Büyük burjuvazinin istemlerine uygun olarak AKP önemli adımlar attı. KİT’lerin önemli bir bölümü özelleştirildi. AB’ye uyum yönünde önemli adımlar atıldı. Gelinen yerde ekonomideki ağırlığına bağlı olarak işbirlikçi büyük burjuvazi iktidarı istiyor. Devleti elinde bulunduran bürokratik, askeri, sivil Kemalist kanat, iktidarını kaybetmeme mücadelesi veriyor. AKP iktidarı ele geçirme bağlamında önemli adımlar attı. İktidar yürüyüşünde önemli mesafe kat etti. Yapılan bir dizi yasal düzenleme ile Kemalist kanatın hareket alanı daraltıldı. Kemalist kanat geriletildikçe, direnişi de artmaktadır. AKP’nin iktidar yürüyüşünü engellemek, AKP’yi geriletmek için ordu merkezli Kemalist kanat darbe dışında, neredeyse her yola başvurdu. Darbe planları, girişimleri yapıldı. E-muhtıra verildi. Anayasa mahkemesi AKP’ye cumhurbaşkanı seçtirmemek için meclis oturumunda 367 vekil bulunması şartı getirdi. Ergenekon şahsında darbe ortamı hazırlanmak istendi. Kemalist kanadın AKP’yi zayıflatmak için yaptığı her girişim, AKP’nin seçmen bazında güçlenmesine yaramaktadır. Kemalistlerin her saldırısı AKP’ye oy olarak dönmektedir. Mart 2009 yılında yerel seçimler yapılacak. Kapatma davasının AKP’nin oyunu yükselteceğini söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Kemalistler AKP’ye çalışıyor!! AKP’ye açılan kapatma davası, iki kanat arasında yürüyen iktidar mücadelesinden bağımsız olarak ele alınamaz. Kemalist kanat, AKP’nin iktidar yürüyüşünü engellemek için gelinen yerde AKP’yi kapatmak istemektedir. AKP’nin kapatılması, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğer yöneticiler hakkında 5 yıl siyaset yasağının getirilmesi ile kaos olacağı, Kemalistlerin umurlarında değil. Kemalistler için iktidarlarını koruma mücadelesi içerisinde her şey mübah! Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay içinde Kemalistler köşe
3
gündem başlarını tutmaya devam ediyorlar. Yargı kurumları iktidar mücadelesinde yer yer hukuki değil, siyasi kararlar veriyor. Yargının esas olarak hala Kemalist kanadın elinde olması, AKP’nin kapatılabileceği ihtimalini güçlendiren diğer bir etkendir. Ordu merke z l i Kema l i s t ler, “AKP’nin hedefinin şeriat devleti” olduğu öcüsü ile kitleleri korkutarak, iktidar mücadelesinde kitleleri kendi etrafında toplamak istiyorlar. Bu öcü kitleler içerisinde taban da buluyor. İnsanlar “AKP’nin hedefinin şeriat devleti olduğu” yalanına inanıyorlar. Bu yalanın temelinde AKP’nin şeriat hedefi olan bir gelenekten gelmesi yatıyor. Gerçekte AKP’nin şeriat hedefi yok. AKP şeriat hedefinden vaz geçtiği için, sermayenin, emperyalistlerin desteğini almış, “ılımlı müslüman” kimliği ile özellikle de radikal islamın güçlü olduğu ülkelere alternatif model olarak işbaşına gelmiştir. Türkiye’nin laik olduğu ne kadar yalansa, AKP’nin hedefinin şeriat olduğu da o kadar yalandır. AKP “ılımlı müslüman” muhafazakar bir partidir. MHP ne kadar dinci ise, DP ne kadar dinci ise AKP’de o kadar dincidir. AKP, TÜSİAD, TİSK’de örgütlü olan işbirlikçi büyük burjuvazinin de istemlerini savunmakta, liberal burjuvazinin programını uygulamaktadır. AKP programdan sapma gösterdiğinde sermaye tarafından eleştirilmektedir.
Egemenler arasında tercih yapmak zorunda değiliz!
4
Tepede egemenler iktidar mücadelesi yürütüyor. Bürokrat burjuvazi iktidarını koruma mücadelesi veriyor. Liberal burjuvazi iktidarı ele geçirmek istiyor. Bürokrat burjuvazi mi, liberal burjuvazi mi? Kavga esas olarak bu iki güç arasında yürüyor. İki kanat da işçilere, emekçilere düşmandır. İki kanat için de söz konusu olan kendi özsel çıkarlarıdır. Kendi düzenlerini tehlikede gördüklerinde, işçilere, emekçilere karşı birleşiyorlar. Kürt ulusal hareketi söz konusu olduğunda birleşiyorlar. Devrim mücadelesi yükseldiğinde birleşiyorlar. Aralarında kimi farklılıkların olması, sistem farklılığı bu durumu değiştirmiyor. Al birini vur ötekine! İşçiler, emekçiler kendi bağımsız talepleri ile mücadele etmeli, iki kanat arasında yürüyen iktidar mücadelesinde şu veya bu kanadın kuyruğuna takılmamalıdırlar. Bizim kendi mücadelemiz var. Devrim mücadelesi! Üretenlerin yöneteceği bir dünya istiyoruz. Ezenin, sömürenin, haksızlığın olmadığı bir dünya istiyoruz. Bu dünyanın kapısı, işçilerin, köylülerin demokratik devrimi ile mutlaka aralanacaktır. Yeter ki gücümüzün farkına varıp örgütlenelim! 18 Mart 2008 ✓
Yargı ve ötekiler
G
erçek anlamda adaletin, ötekilere karşı adil davranmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Devlet insanları bir kalıba sokmaya çalışıyor. Her bireyin resmi ideolojiyi savunmasını istiyor. Ötekiler ise, resmi ideolojiyi savunmayan, muhalif olan, kendilerine dayatılan politikaları kabul etmeyen, baskıya, sömürüye karşı mücadele eden, hak arama mücadelesi yürüten ve yeni bir dünya yaratma mücadelesini veren kesimlerden meydana geliyor. Ötekiler homojen bir yapıya sahip değildir, ama ortak paydaları vardır. Resmi ideolojiyi savunmama, öteki olmak için yeterli nedendir. Ötekilerin özgürlükleri sürekli kısıtlanıyor. Anayasa ve yasalarda yazılan, hukuk devleti normları, din ve vicdan özgürlüğü, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, herkesin yasalar önünde eşit olduğu, ülkede yaşayan herkesin birinci sınıf vatandaş olduğu vb. normlar ötekiler için geçerli değil. Adalet, ötekilere karşı adil olma yükümlülüğünü yerine getirmiyor. Ötekiler üzerinde amansız baskı uygulanıyor. Ötekiler, bu ülkede kendilerini güvende hissetmiyor. Yasalarda “Türkiye’nin demokratik, sosyal bir hukuk devleti” olduğu yazıyor. Yasalarda yazıldığı gibi “Türkiye demokratik, sosyal bir hukuk devleti” değildir. Hukuk, bireyin özgürlüğünü garanti altına alma işlevine sahiptir. Türkiye’deki hukuk ise, bireyin özgürlüğünü değil, devleti koruma ve kollama görevine sahiptir. Daha açık konuşmak gerekirse, bu ülkede hukuk, sistemi koruma ve kollama görevine sahiptir. Bu anlamda da yargının bağımsız olmadığı, ötekilere ait davalarda çok net olarak görülmektedir. Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, Danıştay’ın kuruluş yıldönümlerinde, adli tatilin bitiminde yapılan törenlerdeki konuşmalarda, yargı görevini yürütenlerin, cumhuriyetin koruyucuları ve kollayıcıları olmaları, verecekleri kararlarda bu konuda hassas davranmaları gerek-
tiği yönünde, emredici bir üslup kullanılması, yargının tarafsız olmadığını gösteriyor. K a s ı m 2 0 0 7 t ari hinde, Türk iye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı (TESEV) Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Mithat Sancar ve asistanı Eylem Ümit’in hazırladığı “Yargıda A l g ı ve Z i h n i y e t Kalıpları” raporunu açıkladı. Çalışma, 51 hakim ve savcıyla yüz yüze mülakat şeklinde yapılmış. Bu araştırma, Türkiye’deki yargının, yargıçların ve hukukun bir resmini çiziyor. Kimi yargıçlar, “benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem” görüşünü açıkça savunuyor. Kimi yargıçlar da, “devletim olmadıktan sonra bireysel özgürlüğüm işe yaramaz” diyor. TESEV araştırmasının bu çarpıcı sonuçları, yargının gerçek durumunu ortaya koyuyor. Yargıtay başkanı, emeklilik töreninde yaptığı ve 26. 11. 2007 tarihinde, basında yer alan konuşmasında şöyle diyor: “Hakimler bağımsız, teminatlı ve tarafsız olmalıdır. Ama hakimin taraf olacağı olaylar da vardır. Hakimler, Türkiye Cumhuriyeti’nden yana taraftır. Hakimler, üniter devletten, bölünmez bütünlükten yana taraftır.” Fazla yorum yapmaya gerek yok. Çünkü söylenenler çok açıktır. Böylece yargı, devleti koruma ve kollama görevine sahip olduğunu açıklıyor. Böylece yargı da, TSK ile aynı amaç doğrultusunda hareket ettiğini açıklıyor. TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) iç hizmet kanununa dayanarak, TC’yi koruma ve kollama görevinin kendisine ait olduğunu söylüyor. Türkiye’de yapılan darbeler, gece yarısı muhtıraları, TSK tarafından iç hizmet kanuna dayanılarak yapılıyor. Hukuk denilen mekanizma, öncelikle bireyin hak ve özgürlüğünü değil, TSK ile aynı amaç doğrultusunda, devleti koruma ve kollama görevini yerine getirmektedir. Bu uygulamanın evrensel hukuk kuralları ile hiçbir ilgisi yoktur. İnsanın öz benliği özgürlük ortamında ortaya çıkar. Ötekilerin varlığını kabul edebilirsek, kendimizi daha özgür hissedebiliriz. Özgür bireyler olmadan toplum gelişemez. Toplumun her yönüyle gelişmesi, özgür bireylerin varlığına bağlıdır. Korku ve baskı ile sindirilmiş, özgürlüğü olmayan, bir otoriteye bağlı olması istenen toplum gelişemez. Bu ülkede, aykırı sesini yükselten, araştıran, yazan, çizenin başına gelmedik olay kalmıyor. Hukuk, ötekiler hakkında çabuk tutuklama kararı
veriyor. Çok hızlı davalar açılıyor. Ama sırtını sisteme yaslayanlar için hukuk nedense işlemiyor. Yargı denilen mekanizma, ötekilere ait davalarda hukuki değil, siyasi kararlar veriyor. Ötekilere ait davalarda, hukukun evrensel ilkeleri, çöpe atılıyor. Türkiye’de ilginç olaylar oluyor. Yorum yapmadan, kimi haberleri alt alta yazalım. Ortaya olağanüstü bir hikaye çıkıyor. 9 Kasım 2005 tarihinde, Şemdinli’de bir kitapçıda bomba patlıyor. Bir kişi ölüyor, arabanın bagajında silahlar ortaya çıkıyor. Halk galeyana geliyor. Kitapçıya atılan bomba yeterli görülmediği için, halkın üzerine ateş açılıyor. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı, şimdiki Genelkurmay Başkanı, astsubay için “tanırım iyi çocuktur” açıklamasını yapıyor. Van savcısı iddianame hazırlıyor. Savcıya işten el çektiriliyor. Bombacılara 39 yıl ceza veriliyor. Bu karar yargıtayda bozuluyor. Dava askeri mahkemeye havale ediliyor ve ilk duruşmada sanıklar tahliye oluyor. Malatya’da bir vahşet yaşanıyor. Üç kişi boğazı kesilerek öldürülüyor. Vahşetin sonucunda hazırlanan dosyada, vahşetin failleri hakkında değil, daha çok mağdurlarla ilgili “suç” unsurlarına iddianamede yer veriliyor. Şemdinli olayında, kitapevini bombalayan “iyi çocuklar”ın değil de, mağdur olan kitabevi sahibi tutuklanıp, yargılanıyor. Kızıltepe’de 12 yaşındaki Uğur’un “terörist” olduğu gerekçesiyle öldürülmesi sonucu failler beraat ederken, müdahil avukat hakkında dava açılıyor. Ötekilere ait davalardaki hukuksuzlukları say say bitmiyor. Trabzon’da Santaro davası, Hrant Dink davası. Hrant’ın öldürüleceği, Hrant dışında herkes tarafından biliniyor. Ama nedense bir türlü önlem alınamıyor. Tam tersine İstanbul Valiliği’ne çağrılarak, “ayağını denk” alması söyleniyor. Kısacası ötekilere ait davalarda, acayip numaralar dönüyor. Hukuk güvenlik cinayetine dönüşüyor. Devlet görevlileri delilleri karartıyor. Malatya’da video kayıtları siliniyor. Video kayıtlarını silen kişi, aynı zamanda azmettiren kişi olduğu ortaya çıkıyor. Hrant davasında devlet görevlileri açıkça korunuyor. Sadece tetikçiler yargılanıyor. Esas suçlulara bir türlü ulaşılamıyor. Ötekilere ait bu davalara bakıldığında, Türkiye’de ki hukukun gerçek yüzü ortaya çıkıyor. Rüzgar nereden eserse essin, yargının tek görevi adalet olmalı ve her bireye eşit yaklaşmalıdır. Türkiye’de bunun bu sistemle mümkün olmadığını çok iyi biliyoruz. Gün gelecek devran dönecektir. Gerçek anlamda hukukun uygulanması yürütülecek mücadeleye bağlıdır. Görev bu alanda da mücadeleyi geliştirmektir. Şubat 2008 Mehmet Desde Alanya L Tipi Hapishanesi ✓
halkların kardeşliği için
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN
Bir Kürt işçisinin mektubu…
E
vet, başlıktan da çıkarabileceğiniz gibi ben Kürt kökenli bir işçiyim, hem de sınıf bilinçli Kürt işçisi! Benim için ulusal köken, ırk, din, cinsiyet farklılığı belirleyici değil, sınıfsal tavır belirleyicidir. İster Kürt işçisi-emekçisi, ister Türk işçisiemekçisi ya da diğer milliyetlerden işçiler-emekçiler olsun tümü sınıf kardeşimdir, ben de onların sınıf kardeşiyimdir. Tersine hangi millet ve milliyetten sömürücü olursa olsun düşmanımdır. Ben bütün sömürücülere, kapitalistlere, yani Türkçesi sermayedarlara düşmanım. Safım bu kadar net, bu kadar açıktır! Ve ben Nâzım Hikmet’in deyimiyle yüzyılımızda “büyük insanlığın” saflarında, cephesinde yer almaktan büyük bir onur duyuyorum ve komünist olduğum için gururlu olduğumu bu mektubumla sizlere ilan ediyorum! Bunu ilan ettiğim gibi ezen ulus Türk milletinden birileri Kürtlerle kardeşlik istediğini açıkladığında, sözkonusu isteği sevinçle karşılama ve aslında ezilen tüm insanların, sınıfsal temelde kardeşliğinin sağlanması için çaba verdiğimi de itiraf ediyorum! Her türlü milliyetçiliğe, şovenizme, ırkçılığa karşıyım. Ben uluslararası proletaryanın bir parçası olarak, proleter enternasyonalizminin savunucusuyum. Kuşkusuz ki bu mektubumu, kendimi size tanıtmak için yazmıyorum. Bu ön açıklamaya, yanlış anlama ve yoruma yer bırakmadan cephemi belirlemek için ihtiyaç duydum. Asıl meramım ise aşağıdaki gibidir… *** Türk ordusunun son dönemde “teröre karşı mücadele” adına Güney Kürdistan’ı bombalaması ve kısa süreli sınırötesi harekât gerçekleştirmesi sürecinde kimi burjuva kalemşorlar, köşe mi köşe yazarları Kürtlere yönelik tavırlar takındı. Harekât sürecinde esas olarak savaşı destekleyen tavırlar, kendilerine göre beklenmedik biçimde Türk ordusunun Güney Kürdistan’dan geri çekilmesi ertesinde, Kürtlere nasihatler verme, ya da “Kürtleri kurtarma” misyonuna soyunma yönlü tavırlara dönüştü. Doğrusunu söylemek gerekirse, sınıf bilinçli olunmadığında burjuva kalemşorların böylesi tavırları karşısında “ne kadar Kürtsever varmış
da bizim haberimiz yokmuş?”, ya da “bakın hepsi Kürt sorununu çözmek istiyor” biçiminde yorumlar yapmamak, düzen içi oyunlara gelmemek elde değil… Böylece geniş emekçi kitlelerin neden, ekmek peşinde koşarken burjuvazinin borazanlarının oyununa geldiğini anlamak da kolaylaşıyor… İşte bu süreçte “Kürtleri kurtarma misyonuna” soyunmuş kalemşorlardan birinin Kürtlere yönelik yazıları, bu mektubu yazmama zorladı beni. Kuşkusuz ki Türk şovenizminin, ırkçılığının çeşidi binbir türlü. Ama kardeşlik adına, biz Kürt işçi ve emekçilerine, Türk ordusuna güvenmemiz salık verilince, böylesi türden tavıra hiç olmazsa bir yankı gerekiyor. Sözünü ettiğim köşe yazarı Necati Doğru ve gazetesi ise Vatan. Necati Doğru’nun dört yazısının başlıkları şöyledir: “Kürt kardeşim! ABD’ye güvenme! Ordumuza güven!”, “Kürt kardeşim; sana Türk uf ku bana Kürt bakışı!”, “Kürt kardeşim şimdi sorma zamanı!” ve “Kürt kardeşimi ABD’nin elinden almalıyız!” Tüm bu yazıları internette okuyabilirsiniz. Bu başlıklar altında Necati Doğru, doğrusu yer yer, kendi başına ele alındığında doğru şeyler de söylüyor. Örneğin ABD’ye güvenme dediğinde Kürtlere doğru bir tavsiyede bulunmaktadır… Ama Necati Doğru “abi”liğini elden bırakmak istemiyor… “Kürt kardeşi” ABD’nin elinden alınması gerekiyor ve bir “Türk abi” olarak “Kürt kardeşimi ABD’nin elinden almalıyız” diyor. Necati “abi”, “Kürt kardeş”ine şunları anlatıyor: “Sınırın öbür tarafındaki o dağda ABD’nin 30 yıl süren desteğiyle ‘yanmakta olan kandil’ sönerse, sınırın bu tarafında yani ‘bizim ortak vatanımızda diktiğimiz barış fidanını’ sulayıp büyütmek ancak mümkün olacak. Senin dil hakkın, Kürtçe eğitim hakkın, anayasal güvencen, kimlik hakkın, zenginleşme hakkın terör bitince gelecek.” (05.03.2008) Doğru devam ediyor: “O barış fidanı büyüdüğü zaman; senle ben neredeyse unutmaya başladığımız ‘Kürt kardeşim – Türk kardeşim’ demeyi yeniden baş söylem yapabileceğiz. Bu da ancak ‘ikimizin ortak ordusu olan Türk askerinin terör
Nasıl oluyor da bana, yani “Kürt kardeşine” bu ordu hakkında “ikimizin ortak ordusu” tespitini yapabiliyorsun? Nasıl oluyor da “Bu ordu ikimizin! Senin de benim de askerim.” diyebiliyorsun? Buna uygun olarak da benim, yani “Kürt kardeşinin” “Türk ordusuna güven”mesini talep ediyorsun? Sen gerçekten bu talebinin ne anlama geldiğini biliyor musun? örgütünü askeri anlamda bütünüyle çökertmesi sonucunda’ mümkün olacak.” (aynı yerden) Evet, Necati Doğru bu minvalde “Kürt kardeşi”ne çağrılarda bulunmaktadır ve “terör örgütü bitirildiğinde” biz Kürtlerin hakları gelecekmiş?!! diye de ümitlendirmektedir. 06.03.2008 tarihli yazısında da ABD’ye güvenilmeyeceği, “Kürt kardeşim! Bu ordu ikimizin! Senin de benim de askerim.” diye çağrılar yaptıktan sonra “Aramızda duvarlar var. Senin duvarların. Benim duvarlarım. Duvarları yıkalım.” diyor. Bir an Necati Doğru’nun düşüncesini doğru kabul edip evet aramızdaki duvarları yıkalım diyesi geliyor insanın, ama diyemiyor! Neden mi? Necati Doğru ABD’ye karşı tavır takınırken, Kürt milleti üzerindeki baskıların kaynağını, çözüm yolunu ortaya koymuyor, tersine 84 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Kuzey Kürdistan ve Türkiye’deki Kürtlerin haklarının bugüne kadar “gelmemiş” olmasının esas nedeni ve kaynağının, doğrudan Türk devleti olduğu gerçeğinin üzerini örtüyor. Yani onun yıkılmasını istediği duvarlar ile bizim yıkmak istediğimiz duvarlar farklı duvarlar. Biz milliyetçilik temelinde değişik ulus ve milliyetlerden işçilerin, emekçilerin arasındaki duvarları yıkıp halkların kardeşliğini sağlamayı amaçlarken, Necati Doğru gibileri ezilenlerle ezenler arasındaki duvarları yıkıp biz ezilenlerin ezenleri savunduğumuz bir durumu arzu ediyorlar… Hefesleri kursaklarında kalsın! Necati Doğru’nun yazılarını okurken kafama kimi sorular takılıp kaldı… Sorulara geçmeden önce şunu da vurgulayayım: Ben sadece ABD’ye değil, hiç bir emperyalist güce güvenilmemesi gerektiğini düşünüyor ve hiç bir emperyalist-kapitalist devlete, güce güvenmiyorum. Düşmanın büyüğü, küçüğü ayrımı mücadelede taktik ve stratejik tavırlar için gerekli olabilir, ama düşmanı düşman olmaktan çıkarmaz.
KAFAMA TAKILANLAR… Evet, kafama takılanlar arasında çok şey var da, hepsine değinmem mümkün değil. Necati Doğru’nun kimi tavırlarına sadece işaret etmekle kendimi sınırlıyorum… Kendimi sınır-
lama ilanı bile bana sinirötesi harekatlar yaşatıyor ama neysene… Necati “Türk abi” “Kürt kardeşi”ne diyor ki: “Senin dil hakkın, Kürtçe eğitim hakkın, anayasal güvencen, kimlik hakkın, zenginleşme hakkın terör bitince gelecek.” Şimdi bunu duymak ya da okumak bana “terörün bitmesini” isteme ya da bekleme hakkını mı veriyor? Yoook… Bunu okuyunca kafama şu takıldı: Necati “Türk abi” “terör” deyince PKK’nin silahlı mücadelesini ima ediyor. Peki ama Necati “abi”, PKK 1984 yılı 15 Ağustos tarihinde silahlı mücadeleye başladı. Sen de buna “30 yıl yanan kandil” diyorsun. Haydi senin dediğini kabul edelim. Peki 30 yılı çıkarıp geriye doğru sayarsak, 1988 yılına kadar benim, yani senin “Kürt kardeşinin” bu saydığın hakları neredeydi? Sakın bu haklarımız olmadığından ve bu en insani, demokratik haklarımıza sahip olmak istemekten dolayı mücadele başlamış olmasın? Ne dersin? Sebep sonuç ilişkisini nasıl kuruyorsun acaba? “Abi” “kardeşi” ezerse, “kardeşin” “abi”ye isyanı haklı olmaz mı? Bu soruları sorarken bir anda yahu bu da ne ki? deyip daha gerilere doğru yol alıyorum… Türkiye Cumhuriyeti tarihi resmen 1923 ile başlamaktadır. 2008 yılından 1923’ü çıkardığınızda, geriye 85 yıl kalmaktadır. Haydi Ekim ayında olmadığımızı hesaplayarak Türkiye Cumhuriyeti tarihini 84 yıllık bir tarih olarak kabul edelim. Bu 84 yıllık süreçte Kürtlere yönelik baskıların, katliamların detayları tek tek sayılamayacak kadar çok. Peki ama Kürtleri en doğal haklarından mahrum bırakan kim? Necati “abi”, ABD’ye güvenmememiz gerektiğini söylerken doğru söylüyorsun ama, bizi tüm saydığın haklardan –kendi kaderimizi kendimizin tayin etme hakkını saymıyorsun ama neysene kardeşliğe bağlayalım– ABD mi mahrum bıraktı? Anadilimde eğitim hakkımı ABD mi yasakladı? ABD’nin anayasasında mı Türkçeden başka dilde eğitim yapılamaz tespiti yapılıyor? A nayasa l g üvencem Tü rk iye Cumhuriyeti anayasasında mı yok? Yoksa bu güvenceyi bana ABD mi vermeli? Örneğin ABD kendi anayasasında Kürtlere tam hak özgürlüğünu
5
halkların kardeşliği için
6
yazarsa, ben Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi sınırları içinde yaşamak zorunda kalan Kürt işçisi, tam hak özgürlüğüne mi sahip olacağım? Kimlik hakkım gelecek mi? Ne demek sana göre kimlik hakkı? Benim bir kimliğim var! TC vatandaşı diye bir nüfus cüzdanı verdiler TC Nüfus Dairesi Memurluğunca… Ben dine inanmadığım halde din hanesine İslam yazılı. Kürt kökenli olduğum halde Türk diye ilan edilmişim. Gerçekten kimlik hakkımdan ne anlıyorsun? Örneğin nüfus cüzdanımda doğduğu ülkenin karşısına Kürdistan yazılacak mı? Ha bir de bana zenginleşme hakkı gelecekmiş! Yahu Necati “abi “Doğru” söyle. Bu hak nemenem bir şey? Zengin olan “Kürt kardeşin” yok mu hiç? Hani şu Toprak, Bucak ya da bilmem ne soy adlı Kürtler zengin değil mi? Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda bir de zengin olma hakkı diye bir yasa mı var? Yoksa böyle bir yasa yolda mı? Ne zaman gelecek diye sormuyorum, çünkü sen benim sahip olmam gereken en doğal haklarımı bile “terör biterse gelecek” diye sınırlıyorsun… Necati “abi” lütfen, kardeşlik istiyorsan “Doğru” söyle! Koçgiriyi hiç saymıyorum. Ama 1923’ten bugüne kadar 29 isyanın bastırılmasından sözediliyor. Ben bunları tek tek değerlendirmek istemiyorum burada. Ama bir soru herhalükarda ortada! Bu isyanlar Kürt isyanı ise, isyanları bastıran güç kim? Türk devleti ve onun ordusu değil mi? Nasıl oluyor da bana, yani “Kürt kardeşine” bu ordu hakkında “ikimizin or ta k ordusu” tespit ini yapabiliyorsun? Nasıl oluyor da “Bu ordu ikimizin! Senin de benim de askerim.” diyebiliyorsun? Buna uygun olarak da benim, yani “Kürt kardeşinin” “Türk ordusuna güven”mesini talep ediyorsun? Sen gerçekten bu talebinin ne anlama geldiğini biliyor musun? Eğer bilerek bunu diyorsan, kusura bakma ben senin kardeşin değilim! Bunu iyi bil! Bırak en normal, en basit açıklamayı, yani adı üzerinde: “Türk ordusu”. Türk ordusu nasıl olur da aynı zamanda “Kürt ordusu” oluyor? Niye Türk ordusunun savaşı Kürdistan coğrafyasında Kürtlere karşı yürüyor da Türkiye coğrafyasında Türklere karşı yürümüyor? Siz “terör”, “terör örgütüne karşı” diye açıklıyorsunuz bunu. Peki önceki 28 isyanın bastırılması, daha doğrusu büyük bölümü gerçekte sürgün harekatı olan “tenkil harekatları”nın durumu nedir? Bunu uygulayan “Türk ordusu” değil mi? Bırak geçmiştekini bir kenara! Hepimizin birlikte takip ettiği, yaşadığı gerçeklere ne demeli? Biz kendimizin Kürt olduğunu söylediğimizde hepimizin potansiyel terörist olarak görülmemize ne demeli? Kürtçe konuşmamız bile mahkemelik olurken kardeşliğin nesinden bahsediyorsun?
Necati “abi” “Doğru” söyle, 84 yılı aşkın bir süre halkımıza kan kusturan bir devletin ve onun pratik uygulayıcısı olan ordunun nesine güveneceğiz? Onlarca yıl sıkıyönetim ve OHAL ile yönetilmemiz ABD’nin mi uygulaması? 6, 7, 8… 13, 15 ve devamı yaşlarında çocuklarımızın kurşuna dizilmesi ABD askerinin mi eylemi? Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yaşadığı tüm baskı, zulüm ve katliamların sorumlusu ve suçlusu ABD mi? Biz, bize insan diye bile bakmayan, kendi haklarımız için sesimizi çıkarmaya başladığımızda üzerimize kurşun sıkan Türk ordusuna mı güveneceğiz? Evimizi, barkımızı yakıp yıkan, köylerimizi, mezralarımızı boşaltan, milyonlarcamızı sürgüne zorlayan orduya mı güveneceğiz? Bu ordu ki, ne kadar Kürt katlediyorsa o kadar yükseklerde uçmaya çalışıyor. Biz bu ölü sevicilere mi güveneceğiz? İnsan katletmekten dolayı sevinmek, kahramanlık taslamak sence nedir Necati “abi”, “Doğru” söyle! Bu kardeşliğe sığar mı? Sence sığıyor! Çünkü sen de tıpkı egemenlerin gibi biz hakları için mücadele eden Kürtleri “terörist” diye damgalıyorsun. Ama gerçek terörün Türk devleti, yani onun ordusu tarafından bizlere uygulandığını gizlemeye çalışıyorsun. Tam da bu yüzdendir kardeşliğin sağlanamaması! En iyisi mi Necati “abi” sana “Doğru”sunu söyleyeyim: Senin “Kürt kardeşim” kavramını kullanman bile olumlu, olumlu olmasına ama, senin kardeşlikten anladığın şey yanlış! Sen kardeşliği, Türk ordusuna güvenmekle ölçüyorsun! İşe aslında tersten yaklaşıyorsun. Şunu iyi bil: Eğer Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Kürtlere yönelik baskı, zulüm ve zorla Türkleştirme siyaseti yerine, eşit, özgür kardeşlik siyaseti uygulansaydı, ne bugünkü savaş, çatışmalar olurdu, ne de birbirimize bugün kardeş demenin zorluğu çekilirdi. Haklarımızı elde etme konusunda beklemeye tahammülümüz kalmadı Necati “abi”! Ne yapsak ne etsek acaba? Bizim, haklarımızdan mahrum olmaktan da devlet teröründen de canımız bıkkın. Acaba ne zaman biter bu? Biz gerçekten kardeşçe, yani eşit, özgür bir temelde tüm millet ve milliyetlerden halklarla birlikte, ortakça yaşamak istiyoruz. Böylesi bir dünya ise, milliyetçiliğin, ırkçılığın, şovenizmin ve tüm çeşitleriyle eşitsizliğin ortadan kaldırıldığı bir dünya; yani sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız bir dünya; komünizmin dünyada egemen olduğu bir dünya olacaktır. Böylesi bir dünyada yaşamak isteyen herkese kapımız açıktır! Mücadelemiz dünya halklarının kardeşliğinin sağlanması içindir! 18 Mart 2008 Çağrı okuru bir Kürt işçisi ✓
Gazi, Halepçe, Beyazıt, Qamişlo katliamları kınandı
16
Ma r t 1978 t a r i h i nde, İ s t a nbu l Ün i ve r sit e si Beyazıt Ka mpüsünden toplu çıkış yapan devrimci, demokrat öğrencilere polis ve sivil faşistler gaz bombaları ile saldırmış, ardından öğrencilerin üzerine silahla ateş açmaları sonucu, 7 devrimci öğrenci katledildi. Bir çok öğrenci ağır yaralandı. 16 Mart 1988’de, Halepçe’ye faşist Saddam rejimi tarafından biyolojik ve kimyasal bombalar atılması sonucu, 5 bin Kürt katledildi. Halepçe katliamından sadece Saddam diktatörlüğü değil, biyolojik ve kimyasal silahları Saddam rejimine satan, ABD ve Almanya başta olmak üzere diğer emperyalistler de sorumludur. 12 Mart 2004’te, Qamişlo’da işkencede üç Kürt yurtsever katledildi. Suriye devleti bunun üzerine gelişen protesto gösterilerine saldırarak katletmeye devam etti. 12 Mart 1995’te Gazi’de, üç kahve ve bir pastane tarandı. Bir kişi yaşamını yitirdi. Saldırıyı protesto için Gazi’de, Ümraniye’de sokağa dö-
külen halka saldıran polis 17 kişiyi katletti. Mart ayında yaşanılan bu katliamlar, 15 Mart’ta Eski Sümerbank önünde düzenlenen bir basın açıklaması ile protesto edildi. Basın açıklaması, İHD, ÇHD, Ege 78‘liler, ESP, SDP, DTP, DHP, DİP Girişimi, Partizan, EMEP, ÖDP, Kaldıraç, Köz, Dersimliler Derneği, Tayder tarafından düzenlendi. B a sı n aç ı k la ma sı sı r a sı nd a , “Yaşasın halkların kardeşliği!, Bıji bıratiya gelan!, Kahrolsun MİT, CİA, Kontrgerilla!, Gün gelecek, devran dönecek, katiller halka hesap verecek!” sloganları atıldı. DTP İl Başkanı, İzmir’de Newroz kutlamaları üzerine açıklama yaptı. “23 Mart’ta Newroz kutlaması için valiliğe başvuru yaptıklarını, 23 Mart’ta Cumhuriyet Meydanında toplanarak, kortejler oluşturarak Gündoğdu Meydanına gideceklerini, meydanda Newrozu kutlayacakları” bilgisini verdi. 16 Mart 2008 YDİ Çağrı/İzmir ✓
Irak işgali protesto edildi
I
rak işgali 5. yıldönümünde 15 Mart 2008’de Kadıköy’de protesto edildi Saat 11’de Hasanpaşa’da toplanan kalabalık saat 12’de Kadıköy Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. 3- 4 bin kişiyi bulan topluluk yol boyunca Amerika’nın Irak’ı 5 sene süren işgalini çeşitli sloganlar atarak protesto etti. Yürüyüşe DİSK, çeşitli meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve öğrenciler katıldı. Bu sene göze çarpan ise liseli öğrencilerin sayısının çok olmasıydı. Yürüyüşün en renkli topluluğu ise BAK’tı. BAK’ın
kortejinde Mehmet Ali Alabora ve babası vardı. Bağımsız milletvekili Ufuk Uras ise yürüyüşü kenardan seyretti. Halk gençlerin attığı sloganları alkışlayarak destek verdi. Polis her zamanki gibi yolları kesip panzerleri ve su sıkma kamyonları ile oradaydı. Mitingin sonuna doğru bir g r up A mer i k a n bay rağ ı nı yaktı. Eylem işgalin 1. yıldönümünde yapılan miting kadar büyük olmamasına rağmen önceki senelere göre daha coşkulu idi. Bir YDİ Çağrı okuru, 15 Mart 2008 ✓
yeni kadın dünyası
8 Mart 2008 İstanbul: “Susmayacağız, Durduracağız!”
İ
stanbul 8 Mart Kadın Platformu, bu yıl 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü savaşın ve militarizmin gölgesinde kutladı. “Erkek egemenliğine, namus cinayetlerine, şiddete, savaşa, militarizme, yoksulluğa, SSGSS’ye karşıyız! Susmayacağız, durduracağız!” sloganı etrafında biraraya gelen ve 8 Mart Kadın Platformu içerisinde yer alan kurumlar şunlar idi: Lamda, Özgür Kadın, Demokratik Özgür Kadın Hareketi, Gökkuşağı Kadın Derneği, Çağrı Gazetesi, Halkevleri, Emekçi Kadınlar Derneği, Teori ve Politika, Köz, TMMOB’lu kadınlar, Uluslararası Af Örgütü, Tüm İGD’liler, DİSK, Petrol-İş, KESK, EHP, EMEP, DİP ve SDP. Bu kurumlar dışında Sosyalist Feminist Kolektif ve ÖDP gibi kurumlar da mitingde yer aldılar. Yaklaşık bir aylık yoğun bir çalışmanın ardından 8 Mart Cumartesi günü saat 12’de Kadıköy Tepe Nautilus alışveriş merkezinin önünde bir araya gelen binlerce işçi ve emekçi kadın saat 13’de Kadıköy İskele Meydanına doğru yürüyüşe geçti. Kadına yönelik her türlü şiddetin lanetlendiği, emperyalist savaşın teşhir edildiği, militarizme ve şovenizme karşı halkların kardeşliğine vurgu yapıldığı, işçi ve emekçi kadınların birliğinin, mücadelesinin ve örgütlülüğünün vurgulandığı
eylemde çok sayıda slogan atıldı, pankart ve dövizler taşındı. Katılım geçen sene ile hemen hemen aynı olmasına rağmen kadınların her yıl giderek artan görsellikleriyle coşkulu bir eylem gerçekleştirildi. Bizler Yeni Dünya İçin Çağrı Gazetesinden kadınlar olarak bu yıl sloganlarımızla, pankart ve dövizlerimizle militarist kapitalizme karşı işçi kadınların örgütlenmesinin propagandasını merkeze koyarak katıldık eyleme. 8 Mart dolayısıyla çıkardığımız “İşçi ve emekçi kadınlar! Şovenizme, haksız savaşlara ve kapitalist militarizme karşı 8 Mart’ı mücadele günü yapalım!” başlıklı özel broşürden 8 Mart öncesi işçi kadınların çalıştığı fabrika önlerinde dağıtarak işçi kadınları 8 Mart mitingine çağırdık. 8 Mart Cumartesi günü gerçekleştirilen mitingde kadınlara yönelik her türlü şiddete karşı mücadele çağrısı yaparken özellikle Kürt kadınlarına yönelik devlet şiddetini, yükseltilen şovenizmi ve militarizmi teşhir ettik. Üzerinde “İşçi kadın örgütlen, kapitalist militarizmi yen!” yazılı bir pankart taşıdık. Kadın kortejlerinin alana yerleşmesinin ardından saat 14’de miting başladı. Platform adına hazırlanan kürsü metni her yıl olduğu gibi bu yıl da Türkçe ve Kürtçe okundu. Metin aralarında kadınların taleplerini içe-
ren sloganlar Türkçe ve Kürtçe olarak hep bir ağızdan atıldı. Metinde kadınların toplumun her alanında yaşadığı baskı ve ayrımcılığın bir panoraması çizilirken, 8 Mart’ın ücretli izin günü sayılması, eşit işe eşit ücret, işyerlerinde kreşler, sığınma evlerinin açılması, Kürt halkına yönelik operasyonların durdurulması, Filistin, Afganistan, Irak’ta emperyalist işgallerin son bulması gibi talepler öne çıkarılan talepler oldu. Metnin sonunda kadınlara yönelik şiddetin ortadan kaldırılmasının ilk adımı olarak kadınların örgütlü mücadelede yer almaları ve erkek egemen düzene karşı mücadele yürütmeleri gerektiği vurgulandı. Eylem boyunca polisin özellikle Kürt kadınlarının attığı bazı sloganları bahane ederek kürsü arkasından sık sık tertip komitesine müdahale etmesi dışında önemli bir sorun çıkmadı. Geçen sene arama noktalarında dövizlerin içeriye alınmak istenmemesi, döviz sopalarının kırılması gibi durumlar bu sene pek yaşanmadı. 8 Mart Kadın Platformu adına okunan metnin yanısıra Barış Annelerinden bir anne savaşı teşhir eden ve barış isteyen bir konuşma yaptı. Mitinge DTP milletvekili Sebahat Tuncel de katıldı. Tuncel yaptığı konuşmada devletin sınırötesi operasyonunu teşhir ederken kendilerinin kadın milletvekili olarak mecliste kadının sesi olmaya devam edeceklerini belirtti.
Kürsüden kadınlara seslenen bir diğer konuşmacı ise Tuzla Tersanesinde yaşanan iş cinayetinde 2006 yılında hayatını kaybeden İbrahim Levent’in eşi Ruhiye Levent idi. Levent, kapitalistlerin kar hırsı yüzünden bir sürü işçinin hayatını kaybettiğini dile getirerek tersanelerde daha iyi çalışma koşulları ve iş güvenliği talep etti. Yapılan konuşmalar ve verilen mesajlar sonrasında Gökkuşağı Kadın Derneği bünyesinde faaliyet gösteren müzik grubu ile iki kadın arkadaştan oluşan müzik grubu Türkçe ve Kürtçe şarkılarıyla kadınları coşturdu. Müzik dinletisinin ardından 8 Mart günü İstanbul Kadıköy Meydanında gerçekleştirilen kadın mitingi saat 16.30’da sona erdirildi. Mart 2008 ✓
8 Mart’ta kadın ve militarizm’i tartıştık
B
u yıl, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü çerçevesinde İstanbul Esenyurt’taki Kültür Merkezimizde 2 Mart Pazar günü ‘Kadın ve Militarizm’ konulu bir etkinlik gerçekleştirdik. Erkek arkadaşların da katıldığı fakat çoğunluğunu kadın arkadaşların oluşturduğu etkinlik bir arkadaşımızın gitarlı müzik dinletisi ile başladı. Saygı duruşunun ardından sunum ve söyleşi bölümüne geçildi. Sunuma iki kadın arkadaşımız hazırlandı. Bir arkadaş 8 Mart’ın nereden geldiğini kısaca ortaya koyduktan sonra yakın tarihte yaşanan savaşları ve bu savaşlarda kadınların yaşadığı taciz, tecavüz, şiddet ve göçleri istatistikî verilerle canlı bir şekilde ortaya koydu. Diğer kadın arkadaş ise savaş ve militarizmin ne olduğunu anlattıktan sonra Irak’taki emperyalist işgal ve savaş nedeniyle kadınların yaşadığı şiddete detaylı bir şekilde değindi. Özel olarak ise Türkiye’de ulusal, demokratik talepleri için mücadele yürüten Kürt kadınlarının 80’li yıllardan bu yana yaşadığı katliamları, baskıları
ortaya koyarak Kürt halkına yönelik bu savaşa karşı çıkılması gerektiğini vurguladı. Yürütülen bu haklı mücadelede Kürt kadınlarının yanında olmak gerektiğine ve bu taleplere hangi milliyetten olursa olsun kurtuluş mücadelesi yürüten tüm kadınların sahip çıkması gerektiğine dikkat çekti. Konuşmanın devamında haklı, haksız savaş ayrımını ortaya koyduktan sonra militarizme karşı yürütülecek mücadelenin ve haklı-haksız ayrımı yapmadan bir bütün olarak savaşlara karşı olma anlamında anti-militarist, pasifist anlayışlardan da kendimizi ayırmanın önemine dikkat çekti. Emekçi kadınlar somutunda ise kadınların savaşmayı öğrenmeleri ve silahlarını burjuvaziye doğrultmaları gerektiğini belirtti. İki bölümden oluşan sunumun ardından soru cevap ve tartışmaya geçildi. Etkinlikte kadın arkadaşlar çoğunlukta olmasına rağmen ne yazık ki az sayıda kadın arkadaş söz alıp görüşlerini dile getirdi. Bunun bir nedeni kadınların doğrudan üzerle-
7
yeni kadın dünyası rinde hissettiği baskılardan çok savaş ve militarizm gibi daha zor bir konunun ele alınmış olması idiyse diğer bir neden de erkek arkadaşların varlığında kadın arkadaşların konuşmaktan çekinmeleri idi. Panelin ardından yeni katılan kadın arkadaşlarla yaptığımız sohbetlerde bize bunu söyleyen kadınlar oldu. Bizler uzun bir süre 8 Mart toplantılarımızı sadece kadın arkadaşlarla yaptık. Kadın sorununda kadın arkadaşlar belli bir bilinç seviyesine ulaştıktan sonra bu toplantılara erkek arkadaşları da katmayı uygun gördük. Fakat bu toplantıda da gördük ki bir kaç erkek arkadaşımızı dışta tutarsak, erkek arkadaşların çoğu tarafından, kadına yönelik şiddeti teşhir etmek, birlikte yaşadığı kadınlarla ilişkisini sorgulamak ve daha özeleştirel yaklaşmak yerine daha çok kadınların neler yapmaları veya yapmamaları gerektiği konusunda deyim yerindeyse kadınlara akıl öğretme şeklinde ko-
nuşmalar yapıldı. En azından bilinçli erkek arkadaşlarımızın bu yaklaşımı artık değiştirmeleri gerektiğine inanıyoruz. Tabii ki kadınlar, erkekler tarafından eleştirilemez demek istemiyoruz. Bu da yapılır. Fakat bundan önce erkek egemen düzenin parçası olarak ve bu egemenliğin etkilerini şu ya da bu şekilde üzerinde taşıyanlar olarak, erkek egemenliğinin teşhirini merkeze koyan yaklaşımların öne çıkarılması gereklidir.
8 Mart Adana
A
8
dana’da 8 Mart dünya emekçi kadınlar gününü, bizimde YDİ Çağrı okuru kadınlar olarak içinde yer aldığımız 8 Mart Kadın Platformunun düzenlediği mitingle karşıladık. Tüm katılımcı kurumların toplanma yeri olan Mimar Sinan Açıkhava Tiyatrosu önünde toplandıktan sonra saat 12.00’da yürüyüşe geçtik ve miting alanı olan Uğur Mumcu Meydanına gelindi. Yalnızca kadın katılımlı olarak organize edilen mitinge yaklaşık iki bin kadın katıldı. “Erkek Egemenliğine ve Militarizme Karşı Yaşasın Kadın Kurtuluş Mücadelemiz” yazılı ortak pankart arkasında yürürken aynı zamanda her kurum kendi pankart ve dövizlerini taşıdı. Biz de üzerinde Emekçi kadınlar erkek egemen sistemi orakla kes, çekiçle ez!, Kadının kurtuluşu devrimde sosyalizmde, Kadın olmadan devrim olmaz, devrim olmadan kadın kurtulmaz! yazılı dövizlerle yürüdük ve miting alanında bildirilerimizi dağıttık. Yürüyüş boyunca sık sık“Kadın erkek elele, özgürleşmeye”, “Yaşasın 8 Mart, yaşasın mücadelemiz”, “Eşit işe eşit ücret”, “Cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye son” vb. sloganlar attık.
Mitinge Kürt kadınlarının yoğun katılımı göze çarpıyordu. Polis yine oldukça yoğun güvenlik önlemleri almıştı. Yürüyüş esnasında bir erkek arkadaş içerde bulunan kadın arkadaşına elindeki f lamaları vermeye çalışınca polis tarafından müdahale edildi. Polisin sert ve provokatif tutumuna karşı olay kısa sürede yatıştırıldı. Erkek egemen, şovenist zihniyet kendini yürüyüş esnasında gözler önüne serdi. Çevredeki kimi binaların pencerelerinden sarkan bazı kişiler provokasyon amaçlı Türk bayrakları ve MHP bayrakları sallayıp, ıslık çaldılar. Miting alanına gelen kadınlar Kürtçe, Türkçe ve Arapça olmak üzere üç dilde selamlandı. Sonrasında hazırlanan basın metni Türkçe ve Kürtçe okundu. Arapça olarak ta konuşma yapıldı. Basın metnini Adana 8 Mart Kadın Platformu Tertip Komitesi adına Sevil Aracı okudu. Açıklamada “Bu yıl 8 Mart’ı haksız ve sonuçsuz bir kirli savaşın burukluğuyla kutluyoruz. Yükseltilen ırkçı ve şovenist dalga en çok kadınları vurdu. Kürtlere ve onların siyasi temsilcilerine, özellikle de DTP’li kadın milletvekillerine
Tartışma bölümünde haklı, haksız savaş ve militarizme karşı nasıl bir mücadele yürütüleceği konuları biraz daha açıldı. Bu bağlamda somut olarak Kürt ulusuna yönelik savaş ve işgal harekatı değerlendirilerek buna karşı mücadele dile getirildi. Bunun yanısıra yapılan konuşmalarda, kadınlara yönelik diğer şiddet biçimleri üzerinde de duruldu. Toplantıya katılan tüm kadın arkadaşların daha sık biraraya gelmesi ve kadınların yönelik saldırılar artıyor.” denilerek son dönemlerde özellikle sınır ötesi operasyonlarla birlikte yayılan ırkçı ve şovenist dalgadan en çok kadınların etkilendiği vurgulandı. Açıklamada ayrıca, hükümetin yasalaştırmak istediği SSGSS yasa tasarısına da değinildi ve “… SSGSS yasa tasarısı ile kadınlara ‘mezarda emeklilik’ öngörülürken kıdem tazminatı hakkı da gasp edilmek isteniyor. Kadınların babalarının sigortalarından yararlanma hakları kısıtlanarak, zorunlu erken evliliklerin yolu açılıyor. Sosyal güvenlik tamamen ortadan kaldırılarak ‘paran kadar sağlık’ anlayışı getiriliyor. Özelleştirme politikalarıyla bu anlayış tüm alan-
Y
bu tür etkinliklerden daha fazla yararlanmaları gerektiği belirtilerek birlikte ve güçlü bir mücadele verildiğinde ancak bu erkek egemen düzenin ortadan kaldırılabileceği vurgulandı. Etkinliğimizin paneltartışma bölümü 8 Mart Cumartesi günü İstanbul Kadıköy’de yapılacak kadın mitingine çağrıyla son buldu. Yarım saatlik yemek arasının ardından Tiyatro Güney Topluluğunun bir gösterisi sahnelendi. Etkinliğe katılan herkesin zevkle izlediği ve üç ayrı kısa oyundan oluşan skeçlerle ister aydın, ister köylü ya da işçi olsun kadınların bu düzende yaşadığı baskıyı ve aşağılanmayı traji-komik bir şekilde ortaya koydu. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinliğimiz tüm katılımcılara teşekkür edildikten sonra bir kez daha 8 Mart’ta yapılacak mitinge çağrı ile sona erdirildi. 3 Mart 2008 ✓ lara yayılırken, başta kadınlar olmak üzere, tüm emekçiler işsizliğe, yoksulluğa, açlığa ve hatta ölüme mahkûm ediliyor.” denildi. Kürsüde konuşmalar yapılırken DÖKH’lü kadınlar sık sık Abdullah Öcalan lehine slogan attılar. Hükümet komiserinin müdahalesiyle kürsüden bu sloganları atmamaları için uyarılar geldi. Bu yıl diğer 8 Martların yanı sıra daha az konuşmaların yapıldığı bir 8 Mart oldu ve bu durum insanların bu günü daha coşkulu kutlamalarına sebep oldu. Konuşmaların ardından miting alanı coşkuyla halay çeken kadınlara kaldı. Ydi Çağrı/Adana 11.03.2008 ✓
Adana’da 8 Mart Paneli
Dİ Çağrı okuru kadınlar olarak 9 Mart Pazar günü saat 14’de Adana Tabip Odasında 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla bir etkinlik gerçekleştirdik. Tabip Odasının toplantı salonunda yapmayı düşündüğümüz etkinlik yaşanılan aksaklık nedeniyle arka bahçede bulunan Cafede yapılabildi. Etkinliğe yaklaşık 40 kadın katıldı. Programda slayt gösterimine bağlı bir sunum vardı fakat etkinliğin açık alanda olması nedeniyle bu gerçekleştirilemedi. Tüm bu sorunlara rağmen etkinliğimiz yaklaşık yarım saat süren bir sunumla başladı. Sunumu yapan kadın arkadaşımız, işçi ve ev emekçisi kadınların yaşadığı sorunlardan, savaşın kadınlara verdiği zararlardan, SSGSS’nin kadınlara etkilerinden bahsetti ve çözümün sosyalizmde olduğuna vurgu yaptı. Sunumun ardından tartışma bölümüne geçildi. Bu bölümde katılımcı kadınlar söz alıp konuştular. Söz
alan kadınlar genel olarak kadının ev içinde gördüğü şiddet ve sokakta yaşadığı sorunlara değindiler. Tarsus SCT Filtre fabrikasında grevde olan iki kadın arkadaş ta etkinliğe katıldı ve fabrikada yaşadıkları sorunlardan bahsettiler. Kadın işçilerden biri hamile iken usta başının eziyet etmesini bizlerle paylaştı ve çalışan kadının çifte sömürüye maruz kaldığını belirtti. Tartışma bölümünün ardından 10 dk. ara verildi. Alanda yiyecek, içecek ve Güney Sanat Topluluğu’ndan arkadaşların yaptıkları takılardan oluşan stantlarımız açıldı. Aranın ardından kültürel bölüme geçildi. Bu bölümde Güney Sanat Topluluğu’nun hazırlamış olduğu şiirler, skeç ve müzik yer aldı. Oynanan skeçte işçi kadınların mücadelesi anlatıldı. Müzik eşliğinde halaylar çekildi. Salon problemi yaşanması katılan kadınları olumsuz yönde etkilemedi. Ydi Çağrı/Adana 21.03.2008 ✓
yeni kadın dünyası
Birleşik Metal İş’den 8 Mart işçi kadın paneli
8
Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü çerçevesinde yapılan etkinliklerden birisi de 7 Mart'ta Birleşik Metal İş Sendikasının düzenlediği işçi kadınlara yönelik etkinlik idi. İstanbul Bostancı’daki Genel Merkez’de “Kadın Emeği ve Kadın İşçiler” başlığı altında düzenlenen etkinliğe Bursa, Kocaeli, İzmir, İstanbul ve Mersin’den sendika üyesi olan 80’i aşkın kadın işçi katılmıştı. Genel Örg üt len me Sek reter i Özkan Atar’ın kısa açılış konuşmasının ardından Sendika Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu’na söz verildi. Serdaroğlu, işçi kadınların 8 Mart’ını kutladıktan sonra 8 Mart’ın her yıl emekçi kadınlar günü olarak kutlanmasının tarihsel ortaya çıkış koşullarını anlattı. Bugün içinde yaşanılan kapitalist toplumda özellikle çalışma alanında kadınların daha az ücret almaları, işsizlik gibi uğradıkları pek çok ayrımcılığa karşı kadın işçilerin sendikal örgütlülüğünün gerekliliğine vurgu yaptı. 8 Mart’ın hiç bir ayrım gözetmeden kadınlar günü olarak gösterilme çabalarının onun tarihsel gelişimine aykırı olduğunu, TÜSİAD Başkanı Arzu Yalçındağ ile bir tekstil işçisi kadının çıkarlarının birbiri ile temelden çeliştiğini vurguladı. Serdaroğlu ayrıca aile içerisinde kadına yönelik şiddete, türban ile ilgili erkeklerin kadınlar adına konuşuyor olmalarına ve kadınlar için var olan bazı olumlu ayrıcalıkların yeni SSGSS yasa tasarısı ile ortadan kaldırılmaya çalışılmasına değinerek bütün bunlara karşı başta işçi ve emekçi kadınlar olmak üzere toplumsal ve
Tuna “Cinsel istismar, kadının iş kanunu ve medeni kanundaki yeri” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Hacer, kadın işçilerin ilgiyle dinlediği konuşmasında, iş kanunundaki cinsel ayrımcılığa değinerek, bu tür istismarın artık doğrudan değil dolaylı yapıldığını, kadının işe alınmasında ayrımcılık yapıldığını, kadınların çalışma koşullarının daha kötü olduğunu, işverenin kadınlara kendi bölümü olmadığı halde daha kolay istediği yerde çalıştırabildiğini, daha az para ödediğini ve Anayasanın 50. maddesinde pozitif ayrımcılık olmasına rağmen iş kanununda böyle bir maddenin olmadığını belirterek işçi kadınların yasalarda belli hakları olduğunu ve bu hakları öğrenerek kullanmalarının çok önemli olduğunu vurguladı. Birleşik Metal İş Uluslararası İlişkiler Sorumlusu Gaye Yılmaz “Kadın emeği ve sınıf mücadelesi” başlığı altında yaptığı konuşmada kadınların işgücüne katılımının 2. Dünya Savaşından itibaren yoğunlaşarak bugünlere geldiğini ve bununla beraber iş alanında ayrımcılığın başladığını, kadınların işgücüne katılımın yanı sıra evde de bir sürü yükümlülük ve sorumluluk beklendiğini ve bunun patriarkal sistemle olan ilişkisini ortaya koydu. Neo liberal politikalardan biri olan esnek çalışma sisteminde en çok kadınların çalıştırıldığını, kadınların da üzerlerindeki ikili yük nedeniyle bu çalışma biçimine sıcak baktıklarını ve bunun patriarkal sisteme uygun olduğunu dile getirdi. Yılmaz, kadın-
örgütlü bir mücadelenin verilmesi gerektiğini belirtti. Serdaroğlu’nun konuşmasının ardından 8 Mart’ın tarihçesi, kadın işçilerin yer aldığı grevler, 8 Mart etkinlikleri ve sendikanın şimdiye kadar örgütlediği kadın etkinliklerinin yer aldığı bir sinevizyon gösterildi. Etkinliğe 4 kadın konuşmacı davet edilmişti. Birinci konuşmacı Avukat Hacer
ların erkeklere karşı mücadelesi olarak değerlendirdiği feminist anlayışa da karşı çıkarken kadın sorununun kapitalist sistemin bir parçası olduğunu ve kadının kurtuluşu için sınıflı sisteme karşı mücadele edilmesi gerektiğini vurguladı. Fırsat eşitliği, eşit işe eşit ücret vs. gibi hakların en gelişmiş ülkelerde bile olmadığını belirten Yılmaz, sendikaların kadın politikalarına değinerek sadece
Türkiye’deki sendikalar açısından değil kadınların sendikalaşması için önemli mücadeleler yürüten uluslararası sendikalar açısından da durumun hiçte iyi olmadığını verilerle ortaya koydu. Örneğin kadınların sendika yönetimlerinde yer almaları için önemli bir mücadele veren Güney Afrika sendikası CUSATU’da muhasebe alanında çalışanların %94’ünü kadınlar oluştururken, örgütlenme alanında çalışanların %78’ini erkeklerin oluşturduğunu, genel sekreterlerin %100’ü erkek iken şube sekreterlerin de %89’unun erkek olduğunu söyledi. Sendikalarda kadınların temsili ile ilgili Türkiye’de de bir araştırmaya ihtiyaç olduğuna değinen Yılmaz, bu konuda üniversitelerle birlikte bir çalışma yürütülebileceğini belirtti. Ayrıca evde üretim yapan kadın sayısının giderek yaygınlaştığını bunların da sendikalaşması için belli adımların atılması gerektiğini dile getirdi. Kadınların örgütlenmesinin bütün ailenin örgütlenmesi anlamına geldiğini vurgulayarak işçi ve emekçi kadınları her alanda örgütlü mücadeleye çağırdı. Dev Sağlık İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ise konuşmasının önemli bir bölümünü çıkarılmak istenen SSGSS yasasının kadınlar için ne anlama geldiğine ayırdı. Bu yasa ile sağlık ocakları kapatılarak özellikle kadınların sağlığa ulaşmasının daha da zorlaştırıldığını, yoksulların %70’ini kadınların oluşturduğunu, 1. basamak sağlık hizmetlerinin tavsiye edildiğini, eşe ölüm aylığının %75’’den %50’lere düşürüldüğünü belirterek sağlık alanında önemli bir kar payının olması nedeniyle insan sağlığının hiçe sayıldığını belirtti. Herkesin, tüm işçi ve emekçi kadınların SSGSS yasasına karşı çıkmalarının önemini vurguladıktan sonra sağlık hakkı ve emeğe sahip çıkmak için sendikalı olmak ve mücadele etmek gerektiğini dile getirdi.
Etkinliğin son konuşmacısı işçi temsilcisi Selma Taşköprü idi. Taşköprü yaptığı kısa konuşmasında işyerlerinde kadın işçi olarak yaşanan ayrımcılıkları anlattıktan sonra çocuk bakımının paylaşılması, kriz dönemlerinde ilk işten çıkarılanların kadınlar olmaması, sendikalarda eşit olanakların yaratılması ve sosyal tesislerin kurulması talepleri için mücadele etmek gerektiğini söyledi. Etkinlik kadın işçilerin panelistlere yönelttiği sorularla devam etti. Toplantıya katılan ve 2 yılı aşkın bir süredir grevde olan SCT işçisi bir kadın işçi yaşadıkları grev sürecini paylaştı. Greve çıkanların önemli bir bölümünün kadın olduğunu patronun, yer yer ailenin ve çevrenin baskısına rağmen greve devam ettiklerini ve bu mücadelelerini en sonunda herkese kabul ettirdiklerini, fabrika kapısında beklerken gelip geçen erkeklerin cinsel içerikli sözlü saldırılarına maruz kaldıklarını fakat bütün bunlara rağmen grevi sonuna kadar götüreceklerini ve sendika olmadan asla fabrikaya girmeyeceklerini belirtti. Grevci kadın işçinin konuşması alkışlarla ve coşkuyla karşılandı. E t k i n l i ğ i n s onu n d a K a z ı m Koyuncu Kültür Merkezi bünyesinde müzik çalışması yapan üç genç arkadaşın sunduğu dinleti ile etkinlik sona erdirildi. Birleşik Metal İş Sendikasının bu tür çalışmalarını olumlu değerlendiriyoruz. Kadın işçilerin örgütlenmesi ve eğitimi açısından bu tür etkinlikler önem taşıyor. Bunun tabii ki sadece 8 Mart’larda değil, daha sık aralıklarla daha geniş katılımla örgütlendiği, işçi kadınların sorunlarının masaya yatırıldığı, sonuçların çıkarıldığı ve bu sonuçların pratiğe geçirildiği bir çalışma tarzının geliştirilmesine ihtiyaç var. Bu anlamda sendikalara da önemli bir görev düştüğünü ve Birleşik Metal İş Sendikasının da bu olumlu örneği çoğaltmasını diliyoruz. Mart 2008 ✓
9
yeni kadın dünyası
8
Mersin’de 8 Mart
Ma r t Dü nya Emekçi ler Günü’nde Mersin’de iki ayrı eylem vardı. Birinci eylemde KESK’e bağlı sendikalar, siyasi partiler ve demokratik kitle örgütleri Mersin Devlet Hastanesi önünde bir araya geldi. Erkeklerin çoğunlukta olduğu bu eyleme EMEP, ÖDP, TKP, CHP ve dergi çevreleri de katıldı. “Siyasette temsil istihdamda eşitlik için 8 Mart’ta alanlardayız” pankartı arkasında yürüyen yaklaşık 1000 kişi: “Savaşı, zamları türbanla örtemez-
“Ar değiliz! Zar değiliz! Mal değiliz! Kadınız!” “Irkçılığa şovenizme ve gericiliğe teslim olmayacağız” ,“jin jiyan azadi”, “operasyonlara son”, “ taciz ve tecavüze hayır”,” savaş şiddettir savaşa hayır” “kadın emeği ya bedava! Ya da en ucuz!” Polis eylemde yoğun önlem almıştı. Basın açıklaması esnasında kadınlar, tepkilerini oturarak dile getirme yolunu seçtiler. Burada yapılan basın açıklamasında, 8 Mart’ın tarihçesi
siniz”, “Kadınlar savaş istemiyor”, “Bedenimiz bizim emperyalistlerin değil” gibi sloganlarının atıldığı eylemde, Yurtsever Cephe kortejinde taşıdığı Türk bayrağı ile milliyetçilik yarışında ön saflardaydı. Metropol miting alanında günün önemini belirten bir konuşma yapan Tertip Komitesi Başkanı Selma Kılınçman Bursa’da tekstil fabrikasındaki kadınları da, Urfa Ceylanpınar’da yaşamını yitiren kadınları da unutmadıklarını belirterek, hazırlanan yeni anayasa taslağı ile devletin sosyal niteliğini ortadan kaldırmaya çalıştıklarını belirtti. Sınır ötesi operasyona da değinen Kılınçman; sınır ötesi diyen patronlara ve medya patronlarına kendi çocuklarını savaşa göndermelerini istedi.
anlatıldı. 8 Mart’ın içinin boşaltıldığını, "bu gün emeğimize, bedenimize, kimliğimize sahip çıkma günü olarak kutlanacaktır" denildi. “Hangi sınıftan, hangi ulustan, hangi dinden olursak olalım, kadın olduğumuz için eziliyoruz, sokaklarda taciz ediliyoruz” diyerek şiddete karşı kadınlar mücadeleye davet edildi. Namus cinayetlerine de değinilen açıklamada: “Son dönemde AKP’nin çıkardığı kanunlardan cesaret alan gerici güçler kadınlara kezzap ataca k kadar cesaret lenmişlerdir. Bekaretimizin bekçiliğini ailemizle birlikte, okul ve yurt yöneticileri yapmaktadır… Kadının bir çok durumda aynı işi yaptığı halde erkekten daha az ücret aldıklarına da değinildi. Sınır ötesi operasyonlarla Kürt sorununun çözümsüzlüğe itildiğinin belirtildiği açıklamada “Analar ağlamaya devam ediyor. Savaş kadınlar için, açlık, gözyaşı, taciz ve tecavüz demektir” denildi. Kadınlar savaş istemiyor, silahların susmasını, Kürt sorununun barışçıl bir temelde çözülmesini istiyor denilerek; “Kadına yönelik şiddete, baskıya EDİ BESSE diyoruz” açıklamasının ardından zılgıtlarla tepkilerini dile getirerek dağılıyorlardı. Tam bu sırada küçük bir faşist grup: “ Hepimiz Türküz, hepimiz Atatürkçüyüz” sloganlarıyla provokasyon yapmaya çalıştılar. Polisin bunların önünde etten duvar örmesi ve eylemci kadınların bunları ciddiye almamasıyla miting bitmiş oldu. 23.03.2008 ✓
JİN JİYAN AZADİ
10
İkinci eylem yalnız kadınlardan oluşuyordu. DTP, SDP ve Demokratik Özgür Kadın Hareketi üyesi kadınlar, istasyon yakınındaki Göç-Der önünde toplanıp, Taşbina’ya kadar yürüdüler. İstasyon caddesinde yaklaşık 700 kadın, yolu kapatmadan, “özgür kadınla geleceğimize irademizin özgürlüğüne yürüyoruz”, “savaşa ve kadın katliamlarına geçit vermeyeceğiz” pankartları arkasında yürüdüler. “Kadınlar sokağa özgürleşmeye” “Jin Jiyan Azadi” “Biji 8 Adare” “Savaşa hayır” sloganlarının sık sık atıldığı yürüyüşte taşınan şu dövizler de dikkat çekiyordu: “Erkek vuruyor , devlet koruyor Namus cinayetleri sürüyor”
Berlin’de 8 Mart yürüyüşü! Yürüyüşün en ilginç yanı, kadın örgütleri ve kadın temsilcilerden oluşan eylem birliği komitesinin bu yürüyüşe erkeklerin katılımı için çağrı yapmış olmasıydı.
B
erlin’de 8 Mart’ta yaklaşık 2000 kişinin katıldığı bir yürüyüş yapıldı. Geniş bir eylem birliğiyle gerçekleşen yürüyüşün ana sloganı “Antifaşist Andrea’ya özgürlük!”tü. “Andrea’ya özgürlük” şiarıyla yola çıkan yürüyüş kolu Andrea’nın 12.12.2007 tarihinden beri tutuklu olduğu kadın hapishanesi önüne doğru yol aldı ve burada bir miting gerçekleştirdi. Yürüyüşün en ilginç yanı, kadın örgütleri ve kadın temsilcilerden oluşan eylem birliği komitesinin bu yürüyüşe erkeklerin katılımı için çağrı yapmış olmasıydı. Yürüyüş alanına geldiğimizde çok sayıda erkek katılımcının gelmiş olduğunu gördük. Yürüyüşün bütün gidişatına egemen olan, yöneten yönlendiren, şiarlarıyla kendilerini ortaya koyanlar kadınlardı. Erkek katılımcılar gürültüsüzpatırtısız katılımlarıyla çağrıya uyuyor ve destek görevlerini ciddi bir şekilde yerine getiriyorlardı. Yıllardan beri özellikle Alman otonom-feminist çevrede yürütülen tartışmalar, erkeklerin katılımına kesin karşı çıkışlar henüz belleğimizde! Birden bire bu u-dönüşü neyin nesi? Buna yürüyüş eylem birliği komitesinin toplanma alanında hoparlörden yaptığı açıklamayla yanıt veriliyordu. Yaklaşık şöyleydi yapılan açıklama: “Yıllar öncesinden beri, feminist/ otonom/anti faşist kadınlar salt kadın katılımlı 8 Mart yürüyüşleri için mücadele ettiklerinde sol hareket içinde bambaşka bir durum vardı. Sol hareket içinde her alanda egemen olanlar erkeklerdi. Toplantılarda onlar konuşur, karar mekanizmalarında onlar yer alır, eylem birliklerinde vb. öne çıkanlar onlar olurdu. Bu koşullarda kadınlar sol hareket içindeki egemenlik ilişkisini kırmak ve kendi siyasi taleplerini kabul ettirmek için mücadele etmek zorundaydılar. Salt kadınların örgütlediği, salt kadın katılımlı 8 Mart yürüyüşleri bu mücadelenin sembolleriydiler. Ve bu mücadele o zaman çok gerekliydi! Verilen mücadeleler sonucunda bugün başka bir noktada duruyoruz. Artık sol hareket içinde erkeklerin tek başına söz sahibi olması geleneği kırılmış durumda. Kadınlar kendi siyasi talepleriyle ciddiye alınıyor ve eşitler olarak eylem birliklerine, siyasi faaliyetlere katılıyorlar. Şüphesiz herşey güllük gülistanlık değil. Geçmişin kalıntıları hala var... Ve kadınlar olarak sol hareket içindeki mücadelemizi hala sürdürmek zorundayız. Ancak, yine
de bugün başka bir noktada bulunuyoruz. Bulunduğumuz bu başka noktanın göstergesi olarak, bu 8 Mart yürüyüşünü kadınlar olarak organize ettik ve kendi kararımızla erkekleri yürüyüşe katılmaya çağırdık. Bu çağrımıza karşılık verilmiş olması sevindiricidir ve gerçekten bir takım değişikliklerin olduğunun göstergesidir.” (Alıntı değildir. Dinlenen konuşmanın hatırda kalandan aktarımıdır.) Yapılan bu açıklama ve yürüyüşün genel görüntüsü gerçekten de bir değişikliğin olduğunu fark ettiriyordu. Yeni bir nesil genç antifaşist/ devrimci/ otonom feminist vb. kadının yetişmiş olduğu ve bunların yeni nesil genç antifaşist/devrimci/ otonom erkeklerle ilişkilerinin daha farklı olduğu ister istemez hissediliyordu. Yeni nesil, kendilerinden önce mücadele eden neslin haklı mücadelesine sahip çıkıyor ve ama kendilerinin başka bir noktada durduklarını, kendilerine güvenle yeni biçimler denemekten çekinmediklerini ortaya koyuyorlardı. Bu olumlu, sevindirici bir gelişmedir. Tabii ki, hayalci olmamak da gerek... Miting alanında açıklandığı gibi, eski alışkanlıklara karşı mücadele, egemenlik ilişkilerinin değişmesi için mücadele öyle bir kere yürütülüp, bir kenara bırakılacak bir şey değildir. Kadınların “sol”/ antifaşist/devrimci hareket içindeki eşit hak ve yükümlülükler için mücadeleleri yeni hedefler belirlenerek sürdürülmek zorundadır. Bu gelişme Türkiye’de 8 Martlar bağlamında yaşanan tartışmalar açısından da önemlidir. Bu konuda bir kere daha bilinmelidir ki, kadınların kendi bağımsız eylemlerini gerçekleştirme hakkına saygı duyulmak zorundadır. Yürüyüşlerin, toplantıların, eylemlerin ideolojik-siyasi yönüne/içeriğine eleştiri getirilebilir. Fakat yine de bu hak tanınmak zorundadır. Türkiye’de “sol hareket” içinde kadınlar (feminist, devrimci ve de komünist kadınlar) henüz kendi bağımsız eylemlerini yapma hakkının kabul edilmesi için mücadele ediyorlar. Ne zaman ki, onların bu hakkı artık tartışmasız kabul edilirse, o zaman bu hakkı ne zaman kullanacaklarına, hangi biçimde kullanacaklarına dair tartışmaya, yani yeni bir aşamaya geçebilirler. Bu anlamda güvenle mücadeleye, yeni 8 Mart’lara... Gül, Mart 08 ✓
Nisan 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Metal işçisi sınıfa öncülük edebilecek mi?
2008 – 2010 Toplu İş Sözleşmeleri dönemi başlamak üzere İşçi sınıfının en mücadeleci kesimi bugünkü kapitalist-emperyalist sistemde halen metal işçileridir. Metal ile ilişki içerisinde yapılan üretimin sermaye birikimi açısından ve bu üretimi yapanların örgütlülüğünün genel olarak daha iyi olmasından dolayı, sınıfın diğer kesimlerine karşı bir “ileri”lik oluşturmaktadır. Türkiye işçi sınıfının bugünkü durumuna da bakıldığında, halen sınıfın bu kesimi sınıf hareketinin gelişimi açısından büyük önem arzetmektedir. Bunun için de, “Metal işçisi, sınıfa öncülük edebilecek mi?” dedik. Metal sektöründe son yıllarda yapılan sözleşmelerde pek iyi sonuçlar alınamamıştı. Gerçi her sonucun üzerinde yükseldiği bir temel vardır. Metal sektöründe üretim faaliyeti içerisinde bulunan işçiler esas itibarıyla düzene bağlı bir ideolojik-siyasi yapılanma içerisindedirler. Sermaye düzeni özellikle 12 Eylül askeri faşist diktatörlüğünden sonra fabrikalardaki ilerici devrimci ve sosyalist öncü işçileri tasfiye etti. Kimisini katlederek, kimisini tutsak ederek ve kimisini de üretim sürecinin dışında bırakarak, yani işten attırarak tasfiye etti. Bununla da yetinmeyen sermaye sınıfı fabrikalara yeni alınan işçileri de seçerek aldı. Mümkün olduğunca devrimci ve sosyalist kesimin yoğun olduğu bölgelerden, yerleşim birimlerinden kimseyi işe almamaya çalıştı. Bu yetmezmiş gibi bilinçli bir şekilde kalifiye eleman yetiştirilen Endüstri Meslek Liselerinde bilinçli olarak faşist, gerici bir eğitim teme-
linde ve bunun üzerinde yükselen örgütlenme sonucunda bu okullardan mezun olan gençlerin işin başından itibaren devletçi, sermayeci bir yapılanma içerisinde olmasını sağladı. Bu durum, devrimci ve sosyalistlerin bilinçli çalışmasıyla değiştirilemedi. Üstüne üstlük fabrikalarda güttükleri siyasetle yeni kazanılan belli başlı kadroların da kısa yoldan deşifre edilerek etkisiz hale gelmesine neden oldular. Bunu her ne kadar bilinçli olarak sağlamamış olsalar da, yanlış çalışma anlayışlarıyla buna neden olmuşlardır ve halen olmaktadırlar. Bu durumdan hareketle bugünkü koşullarda ciddi olarak sermayeye karşı, en başta da metal patronlarına karşı işyerlerinden ciddi bir karşı duruş sergilenmekte büyük güçlükler çekilmektedir. Bunu metal sektöründe sermayenin, patronların taşeronluğunu yapan sarı sendika Türk Metal ve onu biraz geriden izleyen varlığı ve yokluğu pek belli olmayan Çelik-İş Sendikaları sermayenin işlerini daha da kolaylaştırmaktadırlar. Bunların işçi haklarını savunmak için ciddi mücadelelere girmesini beklemek, iyimser bir yaklaşımın ötesinde, siyaseten cahil olmakla alakası vardır. Bunların dışında DİSK'e bağlı Birleşik Metal İşçileri Sendikası ise çalışmalarında halen çok yetersiz kalmakta, uzun vadeli çalışma planı yerine kısa vadeli planlarla ve bunun üzerinden yürüyen kısa vadeli başarılarla metal sektörünün belirleyici sendikası durumuna gelememekte ve böylece her iki yılda bir metal işçilerini ve genel olarak işçi sınıfına yol gösterecek bir sözleşme imzalayamamaktadır.
Son yıllarda işçilerin gerçek ücretlerinde ciddi erimeler olmaktadır. İstatistiklere bakıldığında son 10 yıl içerisinde yaklaşık yüzde 50'nin üzerinde bir ücret erimesi gerçekleşmiştir. Buna karşılık bir işçinin son 10 yılda patrona çalışmasında yarattığı verimlilikte ciddi bir artış sözkonusudur. Ama bu artış, işçilere Toplu İş Sözleşmesi (TİS) ile dönmemektedir. İşyerlerindeki ortalama işçi ücretlerinde de düşüş gerçekleşmiştir. İşe başlama ücretlerinin çok düşük olması bunun temel nedenidir. İşyerlerinde kıdemi düşük işçi ile kıdemi yüksek olan işçi arasında, yaptıkları iş aynı olmasına rağmen, ücretler çok farklıdır. Son yıllarda işçiler, işyerlerinde giderek daha fazla üretmeye zorlanmaktadır. Performansın yükseltilmesi olarak da dayatılan bu gelişme karşısında patronlar ceplerini daha fazla doldururken, işçiler daha da acımasız bir şekilde ücretli köle olarak çalıştırılmaktadırlar. Esneklik uygulamaları giderek artmaktadır. Telafi çalışması, değişik birimlerde çalıştırma gibi çalışma türleri daha fazla dayatılmaktadır. İşçilerin kendi aralarında parçalanmasının bir başka adımı olarak işyerlerine taşeron taşınmasına karşı ciddi bir mücadele yürütülmemektedir. İşyerlerinde işçilerin bölünmesine sebep olan bu gibi uygulamalar kaldırılmak zorundadır. Bu durumu değiştirmek için TİS mücadelesinin salt ücret kavgası olarak algılanmaması, emek – sermaye arasındaki çelişkilerin, çatışmaların bir alanı olarak algılanması, TİS süreci bir “müzakere” süreci değil, işçi sınıfının sermaye ile boy ölçüştüğü,
bunun için kavga ettiği bir alan olarak görülmelidir. Sendika bürokrasisinin sorunu bir reform mücadelesi olarak kavramasına karşılık, devrimcilerin ve sosyalistlerin bu mücadele alanını sınıfın eğitilmesinin bir alanı olarak görmesi ve buna göre sınıfı hazırlaması, devrimci bir perspektifle şekillendirmesi gerekir. Birleşik Metal İşçileri Sendikası gibi sendikaların yapamadığı, yapmakta zorlandığı, fabrikalarda kadro yaratma görevi bizim görevimizdir. Ancak bu kadrolar üzerinden sermayeye karşı sınıfın fabrikalarda ciddi mevziler inşa ettiği ve bunun sonucu olarak da ciddi barikat savaşlarına atılacağı bir hat izlenmelidir. Üretimden gelen gücün üretimin durdurularak kullanıldığı, sermayeye karşı mevzi savaşlarından saldırıya geçildiği dönemlere hazırlanmak gerekir. Bu savaşımı şu ya da bu sendikaya yüklemek affedilemez bir hafifliktir. Fabrikalardan işçilerin örgütlendiği, sınıfın kendi öncüsü etrafında birleştiği bir yapılanma ile ancak ciddi kavgalara girişileceği ve bu kavgalar sonucu sınıfın devrimci deneyimler edinerek kendi iktidar hedefine doğru yürüyeceği akıllardan çıkarılmamalıdır. Bugünkü mevzi savaşlarından, sınıfın ücretlerini artırarak yaşam kalitesini yükseltmesi hedefinin yanısıra, demokratik hakların talep edildiği bunun için ciddi mücadele edeceği bir hedef konulmalıdır. İşyerlerinde çalışma hayatının demokratikleştirilmesi için varolan çalışma yasalarındaki anti- demokratik düzenlemelerin bir bölümü TİS sözleşmeleri üzerinden aşılabilmelidir.
EK:1
Mesela, esnek çalışmanın kimi uygulamaları, yasalarla disiplin kurulu, işçi sağlığı ve iş güvenliği yönetmeliğinin bazı düzenlemeleri daha iyi bir noktaya getirilmelidir. Yine burjuva devletin sermayenin egemenliği için işçilerin temel mücadele araçlarından birisi olan grev hakkını sadece TİS sürecinin belli bir döneminde uygulanabilir bir araç olarak sınırlandırılmasına karşı, TİS'ler üzerinde “hak grevi” gibi maddelerin sözleşmeye konulması için zorlamalarda bulunmalıdır. Taşeron uygulanması TİS'ler üzerinden engellenebilir. Eşit işe eşit ücret de bu konulardan birisidir. TİS üzerinden pekala aynı işi yapanların eşit ücret alabilmesi sağlanabilir. Ama sendika bürokrasisi bugüne kadarki yaklaşımıyla bu duruma çanak tutmuş, bir bölümü ise en iyi halde yalnızca eleştirmiştir. Bu durumun aşılması için ancak fabrikalarda ciddi iç örgütlülükler yaratılarak verilecek mücadeleler sonucu ileri adımlar atılabilir, varolan olumsuz durum işçilerin lehine çevrilebilir. Çalışma saatlerinin tam ücret karşılığında haftada 35 saate çekilmesi için ciddi bir mücadele yürütmek gerekir. 1880'lerde dünya işçi hareketinin 8 saatlik işgünü için kavga alanlarında kanını dökmeye hazır olarak yürüttüğü kavga anımsandığında, aradan geçen yüz yıla rağmen geldiğimiz nokta içler acısıdır. Bu utanılası duruma son vermek bilinçli öncünün öncelikli görevidir. Sendika bürokrasisinin, bilumum sendika ağalarının böyle bir görevi yoktur ve olamaz. Onlar zaten sermaye sınıfının koltuk değnekliği görevini gönüllü bir şekilde yapmaktadırlar. Reformist sendikacıların da kavga etmeye bir niyetleri yoktur. Onlar
günlük söylevlerindeki tumturaklı laf larla sınıfı aldatmaya devam etmektedirler. Beyaz yakalıların tümüyle kapsam dışı tutulması da sendika bürokrasisinin günahlarından birisidir. Bu konuda da beyaz yakalılar sendika bürokrasisinden kurtuluş beklememeli, kendi geleceklerini ellerine almalıdırlar. Sendikalara gidip üye olmalı ve sendikaları mücadeleye zorlamalıdırlar. Bu gerçekliklerin bilincinde olarak önümüzdeki sürece daha iyi hazırlanmalıyız. Mayıs ayında MESS'e bağlı işyerlerinin tespitleri gelecek ve Ağustos ayından itibaren TİS görüşmeleri başlayacaktır. Sınıfın bilinçli öncüsü bu dönemi hazırlık dönemi olarak görmeli, başta metal işçisi olmak üzere fabrikalara dönük çalışmalara ağırlık vererek tabandan sendika bürokrasisinin zorlanmasını sağlamalıdır. TİS taleplerinin oluşturulmasında etkide bulunmalı ve bu talepler için ciddi mücadelelerin verilmesini örgütlemelidir. Bunun için her bölge kendi propaganda ve ajistasyon araçlarını hazırlamalı, işçilere dönük özel çalışmalar yapmalıdır. Bilinmelidir ki sınıfın sınıfa karşı kavgasında en büyük görev bizlere düşmektedir. TİS süreci sınıfın nihai komünizm davası için kavgaya çekilmesinin önemli dönemeçlerindendir. ESNEK ÇALIŞMAYA HAYIR! TAM ÜCRET KARŞILIĞINDA 7 SAATLİK İŞGÜNÜ İÇİN İLERİ! KAHROLSUN ÜCRETLİ KÖLELİK DÜZENİ, YAŞASIN SOSYALİZM! 1 Mart 2008, Ydi ÇAĞRI ✓
İÇİNDEKİLER Metal işçisi sınıfa öncülük edebilecek mi? . . . . . . . . . . . . . . . EK:1
Nisan 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Adana’da 2 saatlik iş bırakma… . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
EK:2
“Basın açıklamasına katılmak suç mu?”. . . . . . . . . . . . . . . . EK:2 SSGSS’ye karşı eylemler devam ediyor.... . . . . . . . . . . . . . . . EK:3 SSGSS yasasına karşı binler Kadıköy’de buluştu. . . . . . . . . . . . EK:4 İstanbul 13-14 Mart: Çalışanlar iş bıraktı, SSGSS’yi protesto etti! . . . .
EK:5
İzmir’de Emek Platformu eylemleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:5 SSGSS Mersin’de protesto edildi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:6 SSGSS yasa tasarısı Bursa’da protesto edildi . . . . . . . . . . . . . . EK:6 SSGSS Adana'da protesto edildi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:6 Mücadele, Dayanışma, Sabır ve Başarının adı: SCT Grevinde Mutlu Son. EK:7 Tekel’de direniş, medyada karalama… . . . . . . . . . . . . . . . . EK:7 İlbek Tekstil işçisi hakları için direniyor! . . . . . . . . . . . . . . . . EK:8 Eğitim-Sen Adana Şubesi’nin 3. Olağan Genel Kurulu gerçekleşti. . . . EK:8
EK:2
Adana’da 2 saatlik iş bırakma…
E
mek Platformu’nun SSGSS yasa tasarısının işçilerin taleplerinin dikkate alınarak değiştirilmesi amacıyla aldığı 2 saatlik iş bırakma eylemleri Adana’da ki sendikalı olan işyerlerinde de uygulandı. Saat 10 olduğunda SSK’da çalışan emekçiler giriş kapısında toplandılar. Burada BES’e ve Türk Büro-Sen’e üye emekçiler bir arada halaylar çekti. Memurların eylemine kurumda çalışan işçiler ile çevredeki esnaf çalışanları da destek verdi. Ayrıca kuruma gelen insanların da alkışlarıyla destek verdiği eylem sloganlarla son buldu. Vergi Daireleri önünde de aynı görüntüler vardı. Buralarda emekçiler saat 10’da iş bırakarak davul zurna eşliğinde halaylar çekti, sloganlar attılar. Yaklaşık 1000 Eğitim Sen üyesi öğretmen saat 11.30’da Eğitim Sen önünde toplanıp İnönü Parkı’na doğru yürüyerek eğitim iş kolunda örgütlü diğer sendika üyeleriyle buluştu. Yapılan basın açıklamasının ardından, burada oluşan yaklaşık 1500 kişilik grup, zaman zaman trafiği kapatarak Seyhan Başkent Hastanesi önüne kadar yürüdü. Yürüyüş esnasında çevredeki halkın yoğun desteği ve ilgisi dikkat çekiciydi. Emekçiler, “Genel grev genel direniş”, “Sağlıkta yıkımı durduralım”, “Parasız sağlık parasız eğitim” sloganlarıyla burada toplanan diğer sendikalar tarafından coşkuyla karşılandı.
Emekçiler Numune Hastanesi önü ne geld iğ inde Ada na Tabip Odası Başkanı Osman Küçükosmanoğlu Emek Platformu adına bir açıklama yaptı. TBMM Genel Kurulu'nda görüşülecek Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası'nda değişiklik öngören tasarının; çalışanlar, emekliler, hak sahibi durumundaki aile fertleri ile dul ve yetimler için sosyal sigortalar ve sağlık alanında hak kayıplarına neden olacağını belirten Küçükosmanoğlu, "Tasarı ile yapılan düzenleme, ülkede yaşayan herkesi olumsuz etkileyecek; sosyal sigorta ve sağlık haklarına erişimleri güçleştirecek ve giderek daha da imkânsız kılacaktır" dedi. Birleşik Metal-İş Sendikasına ba ğ l ı Kolu ma n (Ta rsu s) ve Çimsataş (Mersin) işyerlerinde de iş bırakma eylemleri yapıldı. Çimsataş işyerinde vardiya değişiminde BMİS Anadolu Şube Başkanı Seyfettin Gülengül işçilere bir konuşma yaptı. Gülengül iş bırakma eylemine tüm işçilerin katılması gerektiğini, patronun tüm engellemelerine rağmen bu eylemin gerçekleştirileceğini söyledi. Saat 10 olduğunda gündüz vardiyasın da çalışan yaklaşık 200 işçi işi bıraktı. İş bırakma sırasında patronun engellemelerine karşı işçiler tarafından gereken önlemler alındı. 16.03.2008 Ydi Çağrı/Adana ✓
“Basın açıklamasına katılmak suç mu?”
Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz aylarda Ankara polisi evine baskın düzenlediği Kevser Mızrak’ı öldürmüştü. Kevser Mızrak’ın öldürülüşünü protesto etmek amacıyla 17 Aralık 2007’de düzenlenen basın açıklamasına katılan 8 kişi sadece bu basın açıklamasına katılmaları gerekçe gösterilerek gözaltına alındı ve kimisi tutuklandı. 22 Şubat günü evlerine ve devrimci-demokrat kurumlara baskın düzenleyen Adana Emniyet Müdürlüğüne bağlı polisler 7 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltılar daha sonra da sürdü. Gözaltına alınan 8 kişi “suçu ve suçluyu övmek”, “yasa-dışı örgüt propagandası yapmak” suçlamaları ile tutuklandı. Tutuklanan Hasan Kutlu, İlhan Sarıoğlu, Mehmet Bıldırcın, Şemsettin Kalkan, Halime Keçeli, Ethem Açıkalın, Dinçer Ergün ve Hasan Yüksel’in serbest bırakılması talebiyle 6 Mart saat 12.30’da bir basın açıklaması düzenlendi. Açıklamada tutuklanan 8 kişinin derhal serbest bırakılması istendi. 07.03.2008Ydi Çağrı/Adana ✓
SSGSS’ye karşı eylemler devam ediyor...
S
görüşmelerde hükümet, öngörülen 9 bin prim gün sayısının 7 bin 200’e düşürülmesi ve emeklilik yaşının kademeli olarak artışının 2028 yılında kadar ötelenmesi gibi değişiklikler dışında ciddi bir geri adım atmadı. Hükümetin yasanın esasına ilişkin herhangi bir olumlu değişiklik yapmaya yanaşmaması sonucunda mücadele etmekte kararlı olduklarını ilan eden KESK, DİSK, TMMOB, TTB ve TDB, hükümetle uzlaşma sinyalleri veren Türk-İş ile yollarını ayırarak yeni eylem kararları aldılar. 1 Nisan 2008 Salı günü yasaya karşı Türkiye çapında eylemler düzenlendi. İstanbul, İzmir, Ankara, Kocaeli, Bursa, Adana, Mersin, Eskişehir, Tunceli başta olmak üzere ülkenin birçok ilinde protesto eylemleri gerçekleştirildi. Yasanın geri çekilmesi talebiyle İstanbul’da Kadıköy Numune Hastanesi ve Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi önünde yüzlerce işçi ve emekçi biraraya geldi. YDİ Çağ rı gazetesi olara k Okmeydanı ve Kadıköy'deki eylemlere katıldık. Okmeydanı’nda katıldığımız eylem saat 12.30’da hastane önünde başladı. Burada biraraya gelen işçi ve emekçiler hastanenin bahçesinde pankart, döviz ve sloganlarla bir tur attıktan sonra AKP il binasının önüne doğru yürüyüşe geçtiler. Yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı eylemde üzerinde, kapitalizmde gerçek anlamda sağlık ve sosyal güvenliğin olamayacağını vurgulayan, bunun için sosyalizm mücadelesinin verilmesi gerektiğini belirten dövizler taşıdık ve çok sayıda bildiri dağıttık. Ayrıca “Sosyal adalet, sosyal güvenlik sosyalizmde” sloganları attık.
AKP il binasının önüne doğru yürüyen kitlenin önüne polis barikatı kuruldu. Kitlenin il binası önüne ilerlemesinin engellenmesi alkış ve sloganlarla protesto edildi. Polis barikatının hemen önüne yerleştirilen ses arabasından yasayı ve hükümetin tavrını eleştiren konuşmalar yapıldı. Herkese Sağlık ve Gelecek Platformu adına okunan metinde; işçi ve emekçilerin tüm karşı çıkışlarına rağmen AKP hükümetinin SSGSS yasasını çıkarmakta kararlı olduğunu, bazı konfederasyonların tutarsız duruşlarından da güç alan hükümetin sahte bir uzlaşma havası yaratarak tasarıyı meclis genel kuruluna getirdiği ancak işçi ve emekçilerin henüz son sözünü söylemediği belirtildi. Siyasi iktidarın IMF ve yabancı sermayeye verdiği sözü yerine getirmeye çalıştığı dile getirilerek, onlarca yıl direniş ve mücadeleler sonucu kazanılan hakların masa başında bir çırpıda geri alınmasına izin verilmeyeceği, sendikacıları yalancılıkla suçlayan başbakanın aslında kendisinin doğru söylemediği yasada yapılacak değişikliklerin ne gibi olumsuzluklara neden olacağı verilen örneklerle ortaya kondu. Bu yasanın çağdaş köleler yaratmak için çıkarıldığı vurgulanarak işçi ve emekçi düşmanı yasa tasarısının derhal geri çekilmesi talep edildi. 14 Mart’ta ortaya konulan irade ile bugün tekrar alanlarda olunduğu ve birleşik mücadelenin 6 Nisan Pazar günü Kadıköy’de yapılacak mitingle devam edeceği duyurularak basın açıklaması sona erdirildi. Platform metninde de ortaya konduğu gibi hükümet bu yasayı ne olursa olsun çıkarma konusunda kararlı görünüyor. Bunda
kuşkusuz 13-14 Mart’ta yakalanan olumlu çıkışın yeterli kararlılıkla devam ettirilememesi ve Türk İş gibi düzen sendikalarının her fırsatta mücadele yerine uzlaşmayı “tavsiye etmelerinin” önemli bir payı var. Bu yasanın sadece AKP yasası olduğunu düşünmek doğru değildir. Sadece AKP hükümeti değil tüm kurumlarıyla bir bütün olarak burjuva devlet yasanın ne pahasına olursa olsun çıkarılmasından yana. İktidar dalaşında birbirini yiyen burjuvazi sözkonusu olan burjuvazinin, kapitalizmin çıkarları olunca işçi ve emekçilerin hak gaspları için bir çırpıda birleşiyorlar. AKP değil de başka bir parti hükümet olsa idi aynı şeyleri yapacağına hiç kuşku yoktur. Çünkü bütün bu partiler burjuva düzeni korumak ve sağlamlaştırmakla görevlidirler. Bu nedenle SSGSS yasasına karşı verilecek mücadele burjuva kapitalist devlete karşı verilen mücadele ile birleştirilmelidir. Bir süredir SSGSS ile ilgili yapılan eylemlerde göze çarpan ilk olgu taşınan dövizler ve atılan sloganlarla kapitalist sistemin teşhiri yerine bütün kötülüklerin başı olarak AKP’nin görülüp gösterilmesidir. Biz gücümüz oranında katıldığımız bu eylemlerde ajitasyon ve propagandamızla kapitalizmi teşhir etmeye çalıştık, gerçekten mutlu ve güvenli bir geleceğin demokratik devrimle önünün açılacağı sosyalizmde olduğunu, asıl mücadelenin bunun için yürütülmesi gerektiğini göstermeye çalıştık. Sosyal devlet, sosyal adalet sosyalizmde!
Nisan 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
osyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası yasa tasarısının geri çekilmesi için binlerce işçi ve emekçi 13 Mart’ta kitlesel basın açıklamaları yaparak ve 14 Mart’ta 2 saatlik iş bırakarak alanlara dökülmüştü. Hükümet iş bırakma eylemi öncesi eyleme hazırlanan işçi ve emekçileri soruşturma vs. ile tehdit etmiş olsa da Türkiye tarihinde uzun süreden bu yana ilk defa böylesi bir kitlesel hak alma mücadelesi örgütlenmişti. Bu eylemler hükümeti, yasanın yeniden görüşülmesi noktasına getirdi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik işçi ve kamu emekçileri sendikala konfederasyonları ile biraraya gelerek görüşmeler yapmak zorunda kaldı. Yapılan görüşmelerin ve yasa üzerindeki değişikliklerin ardından yasa ile ilgili 7 temel başlık altında taleplerini toplayan Emek Platformu Başkanlar Kurulu, 24 Mart 2008'de taleplerini iletmek üzere bir kez daha Çalışma Bakanlığı ile biraraya geldi. Emek örgütleri adına Emek Platformu'nun sunduğu 7 temel başlık şunlardan oluşuyordu: Prim ödeme gün sayısının 7000 olarak belirlenmesi, Emeklilik yaşının 58-60 olarak kalması, Aylık bağlama oranlarında hak kaybının olmaması, Fiili hizmet zamlarının kapsamının daraltılmaması, Temel teminat paketi ilaçfiyatlandırma komisyonlarına meslek örgütleri temsilcisinin alınması, Emekli aylıklarının hesaplanmasında refah payının tamamının yansıtılması, K at k ı -k at ı l ı m pay l a r ı n ı n kaldırılması. 13-14 Mart’tan bu yana yapılan
1 Nisan 2008 ✓ EK:3
SSGSS yasasına karşı binler Kadıköy’de buluştu
S
EK:4
osyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS)’na karşı bir süredir kitlesel bir şekilde devam eden eylemlere bir yenisi daha eklendi. 8 Nisan Salı günü mecliste görüşülecek olan SSGSS yasasına karşı İstanbul Kadıköy Meydanı’nda büyük bir miting gerçekleştirildi. Herkese Sağlık, Güvenli Gelecek Platformu’nun “Emeklilik ve sağlığımız için Kadıköy mitinginde buluşuyoruz. Bizim mutabakatımız yok. Herkese sağlık, güvenli gelecek mücadelemiz sürüyor/sürecek” sloganıyla düzenlediği mitinge DİSK ve DİSK’e bağlı sendikalar, KESK, meslek odaları, siyasi partiler, devrimci çevreler, platformlar ve çeşitli dernekler olmak üzere 7 bini aşkın işçi ve emekçi katıldı. Hak-İş ve Türkİş’in katılmadığı mitinge Türk İş’e bağlı Harb-İş, Petrol-İş, Tez-Koop İş gibi sendikalar kalabalık kortejlerle eylemde yerlerini aldılar. Kadıköy’de saat 15.00’de Tepe Nautilus ve Numune Hastanesi önünde olmak üzere iki koldan başlayan yürüyüşte atılan sloganlar ve taşınan pankartlarla her katılımcı kendi siyasi ideolojik yaklaşımı çerçevesinde mitingde yerini aldı. SSGSS kölelik yasasının geri çekilmesi ortak talep olarak mitingde öne çıktı. Alana gelmek isteyen bazı işçi ve emekçilerin polis tarafından engellenmesi nedeniyle yürüyüşe öngörülenden geç başlanması ve yağmurlu havaya rağmen miting hem katılım hem de canlılık açısından oldukça coşkulu bir miting oldu. KESK’li kamu emekçilerinin ve işçilerin yoğun katılımının göze çarptığı mitingde işçi ve emekçiler rengarenk elbiseleriyle hep bir ağızdan haykırdıkları sloganlarla bu yasa geri çekilene kadar mücadele etmekte kararlı olduklarının mesajını verdiler. Eyleme Yeni Dünya İçin Çağrı okurları olarak pankart ve dövizle-
rimizle katıldık. Attığımız sloganlar ve taşıdığımız dövizlerle sosyal güvenlik ve sosyal devletin sosyalizmin işi olduğunu vurgularken, propagandamızda yasaya karşı çıkarken, aynı zamanda bir bütün olarak kapitalist sistemi de hedef alan devrim ve sosyalizm mücadelesinin yükseltilmesine ihtiyaç olduğunu öne çıkardık.
Yürüyüş sırasında yasa ile ilgili güncel gelişmelerin yer aldığı yeni bir bildiriyi yürüyüş sırasında ve alanda yoğun bir şekilde dağıttık. Bir süredir SSGSS yasa tasarısının kadınlar için daha fazla hak kaybı ve yoksulluk, daha fazla babaya, kocaya bağımlılık anlamına geleceği için yasada kadınlar lehine iyileştirmelerin
yer alması talebiyle çalışmalar yürüten Sosyal Haklar Kadın Platformu da kadın kortejiyle mitinge katıldı. “Sosyal güvenlikte kadınlar için pozitif ayrımcılık şart”, “SSGSS yasasına esastan itirazımız var” yazılı pankartlarla katılan kadınlar, kadınlar için pozitif ayrımcılığın sağlanması yönündeki taleplerini dile getirdiler. Kortejlerin alana yerleşmesi ile birlikte mitinge başlandı. Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu adına yapılan konuşmada Başbakan Erdoğan’ın solcuların bu yasaya karşı çıktığı yönlü sözlerine değinilerek Başbakanın haklı olduğu, bu yasaya solcuların karşı çıktığı ve hükümetin uzlaşı havası yaratmasının boş bir çaba olduğu dile getirildi. Yasanın geniş işçi ve emekçiler açısından ne anlama geldiğinin bir kez daha vurgulandığı konuşmada yasa geri çekilene kadar mücadeleye devam edileceği, bu konuda kararlı bir tutumun sergilenmeye devam edileceği vurgulandı. Bazı sendikaların uzlaşmacı tavırlarıyla hükümetin arka bahçesi haline geldikleri belirtildi. Yapılan konuşma “uzlaşma yok direniş var, işçilerin birliği sermayeyi yenecek, sloganlarıyla tamamlandı. Kürsüden yapılan bir diğer konuşma Sosyal Haklar Kadın Platformu adına yapılan konuşma idi. Konuşmada sosyal güvenlik alanında kadınların talepleri bir kez daha dile getirildi. Mitingin son konuşmasını Eğitim Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer yaptı. Dinçer de yasanın geri çekilmesini talep ederek herkese mücadele çağrısı yaptı. Miting’e ayrıca çok sayıda sendika ve siyasi parti başkanı katıldı. Soğuğa ve yağmura rağmen yoğun bir katılımın olduğu SSGSS karşıtı Kadıköy mitingi, Grup Yorum’un ezgileriyle sona erdi. 6 Nisan 2008 ✓
İstanbul 13-14 Mart: Çalışanlar iş bıraktı, SSGSS’yi protesto etti!
13
-14 Mart’ta Türkiye’nin bir çok ilinde binlerce işçi ve emekçi, şu anda mecliste bulunan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasa tasarısını protesto etmek için alanlara döküldü. Yasanın geri çekilmesi için yapılan eylemlerden en büyüğü İstanbul Saraçhane Parkında gerçekleştirildi. Emek Platformunun çağrısıyla 14 Mart’ta 10 ile 12 arası iş bırakan ve çoğunluğunu sağlık ve hizmet alanında çalışan işçilerin oluşturduğu yaklaşık 10 bin kişi döviz, pankart ve sloganlarla kölelik yasası olarak adlandırılan SSGSS yasasına tepkilerini dile getirdiler. Sabah saatlerinden itibaren Cerrahpaşa Tıp Fakültesi önünde biraraya gelen binlerce işçi ve emekçi üzerlerinde
iş elbiseleriyle caddeleri trafiğe kapatarak Saraçhaneye doğru yürüyüşe geçtiler. Başbakan Erdoğan’ın SSGSS yasa tasarısının geri çekilmesi ile ilgili sendikaların yaptığı etkinlikleri ve yasanın içeriği ile ilgili muhalefetin yaptığı açıklamaları yalan söylemekle suçlaması başta sendikalar olmak üzere emekten yana olan her kesimin tepkisini çekmişti. Eylemde başbakanın bu sözleri yalan söyleyenin başbakan olduğu belirtilerek tepki gösterildi. Çalışanların yanısıra çok sayıda devrimci- demokrat kurumun da yer alarak destek verdiği eylemde; “Tayip şaşırdı, sabrımızı taşırdı, hükümet yasanı al başına çal, işçi memur elele genel greve, IMF uşağı hükümet istifa, sağlık
İzmir’de Emek Platformu eylemleri
S
yasa tasarısının geri çekilmesi gerektiğini” vb. söyledi. Basın açıklamasından sonra, Emek Platformu bileşenleri yöneticileri hazırlanan bildiriyi Kemeraltı çarşısı içinde dağıttı. Basın açıklaması ve bildiri dağıtımı sırasında; “İşçi, memur elele, genel greve!, Yaşasın sınıf dayanışması!, Gün gelecek, devran dönecek AKP halka hesap verecek!, Hükümet yasanı al başına çal!, Direne direne kazanacağız!, Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!, Sağlık haktır satılamaz!, Mezarda emekli olmayacağız!” vb. sloganları atıldı. 14 Ma r t Cu ma g ü nü saat 11.00’de, Basmane Meydanı’nda toplanan binlerce işçi, emekçi Konak Meydanı’na yürüdü. Türk-İş’e bağlı Belediye-İş, DİSK’e bağlı Genel-İş, KESK’e bağlı Eğitim-Sen, SES sendikaları yürüyüşe kitlesel katılım sağladılar. Emek Platformu içerisinde yer alan Hak-İş, Türkiye Kamu-
rüyüşün ardından kalabalık kitle Saraçhane Parkına ulaşamadan konuşmalar yapılmaya başlandı. Ufuk Uras, Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) Başkanı Köksal Aydın, Türk Tabipleri Birliği (TTB) adına Ali Çerkezoğlu ve Emek Platformu bileşenleri adına Ali Rıza Küçükosmanoğlu birer konuşma yaptılar. Konuşmalarda dile getirilen ortak nokta IMF ve Dünya Bankasının isteği ile AKP’nin gündeminde olan yasaya karşı ülkenin dört bir yanında protesto eylemlerin gerçekleştirildiğini, yasa geri çekilmediği taktirde bu eylemliliklerin devam edeceği belirtilirken bütün işçi ve emekçilerin geleceklerini ciddi anlamda olumsuz yönde etkileyecek olan bu yasaya karşı alanlara dökülerek mücadele etmeleri çağrısı yapıldı.
Sen, Memur Sen, Baro yürüyüşte yoktu. Yürüyüş oldukça coşkulu geçti. İşçiler, emekçiler, SSGSS Yasa Tasarısı’na karşı, hükümete karşı tepkilerini attıkları çeşitli sloganlarla dile getirdiler. “Hükümet istifa!, Hükümet (yer yer Tayyip) yasanı al başına çal!, Susma sustukça, sıra sana gelecek!, Tayyip şaşırma, sabrımızı taşırma!, Mezarda emekli olmayacağız!, İşçi, memur elele, genel greve!, Genel grev, genel direniş!, Vur vur inlesin, Tayyip dinlesin!, Zafer direnen emekçinin olacak!, AKP sağlığa zararlıdır!, Geliyor, geliyor, genel grev geliyor!, Şalter inecek, bu iş bitecek!, Faşizme karşı omuz omuza!, Gün gelecek, devran dönecek, AKP halka hesap verecek!, Mezarda emekli olmayacağız!, Ankara Ankara duy sesimizi, bu gelen işçinin ayak sesleri!” vb. atılan sloganlardan bazıları idi. Yürüyüş kortejinin geçtiği alanlarda sürücüler kornalarla, balkonlara, camlara çıkanlar, yayalar alkışlarla yürüyüşe destek verdiler. Süleyman Çelebi yaptığı konuşmada; “hükümeti eleştirerek, SSGSS Yasa Tasarısı ile kimi kazanılmış hakların ortadan kaldırılmak istendiğini, Hükümeti uyardıklarını, SSGSS Yasa Tasarısı geri çekilmediği taktirde, Ankara’ya yürüyeceklerini, bu da yeterli olmazsa genel greve gideceklerini, hangi sendika olursa olsun, gün birlikte mücadele etme zamanıdır” dedi. Basın açıklamasının bitirildiği anonsu yapıldığı sırada, işçiler alana gelmeye devam ediyorlardı. Yü r ü y ü ş ü n b a ş l a m a a l a nında YDİ Çağrı’nın SSGSS Yasa Tasarısı’na karşı çıkardığı bildiri ve YDİ Çağrı sayı 120’nin eki Yeni İşçi Dünyası dağıtıldı. Emek Platformu’nun yaptığı iki
saatlik çalışmama eylemi ile SSGSS Yasa Tasarısı’nın yasalaşması engellenemez. Çalışmama eylemi, ulaşım, sağlık, eğitim alanında etkili olsa da, hayatı durdurmaya yetmemiştir. Hayatın durması için bütün işkollarında çalışan işçilerin üretimi durdurmaları ve alanlara çıkmaları gerekmektedir. Bu da, bugünkü sendika konfederasyonlarının yapacağı bir iş değildir. Güvenli gelecek, herkese sağlık kapitalizmde olmaz! Güvenli gelecek, herkese sağlık sosyalizmde mümkündür!
Mart 2008 ✓
İzmirde SSGSS’ye karşı 1 Nisan yürüyüşü Emek Platformu’nun bileşenlerinden olan, DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TDB; “taleplerinin kısmen kabul edilmesine rağmen, SSGSS yasa tasarısının özünün korunduğunu belirterek, eylemlere devam etme kararı” aldılar. Yasa tasarısının meclis gündemine getirilmesine bağlı olarak, 1 Nisan günü “yarım gün hizmet üretmeme, alanlara çıkma” kararı aldılar. Bu karara bağlı olarak, 1 Nisan g ünü İzmir’ de binlerce işçi, emekçi alanlara çıktı. Basmane Meydanı’nda toplanan işçiler, emekçiler Konak Meydanı’na yürüdü. Yürüyüşe DİSK, KESK, TMMOB, TTB, ÖDP, EMEP, TKP, Halkevleri, Dev-Lis, İşçi Gazetesi, DHP, ESP, DİP, HKP, ÇHD, vs. katıldı. DİSK’e bağlı Genel-İş, KESK bünyesinde Eğitim-Sen yürüyüşe kitlesel katılım sağladılar. Türkİş’e bağlı sendikalardan, TÜMTİS, Petrol-İş, Belediye-İş de yürüyüşe katıldılar. Yürüyüş genel itibariyle coşkulu geçti.
Nisan 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
ermayenin, IMF ve Dünya Bankası’nın çıkarılmasını istediği, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Yasa Tasarısı’na karşı tepkiler giderek artıyor. Türk-İş, DİSK, Hak-İş, KESK, Türkiye Kamu-Sen, TMMOB’un da içerisinde yer aldığı Emek Platformu bileşenleri Başkanlar Kurulu, SSGSS Yasa Tasarısı’na karşı çeşitli eylemler yapma kararı aldı. 13 Mart Perşembe günü saat 11.00’de İzmir Emek Platformu bileşenleri Kemeraltı girişinde bir araya geldi. Türk-İş Ege Bölge Temsilcisi Mustafa Kundakçı, basın açıklaması yaptı. Mustafa Kunda kçı, “sendikacı ları samimi olmamakla, yalan söylemekle” eleştiren Başbakan Tayyip Erdoğan’ı eleştirdi. “Yasa tasarısının kazanılmış hakları ortadan kaldırdığını, artık sözün bittiği, eylemin gündemde olduğunu,
haktır satılamaz, ya hep beraber ya da hiç birimiz, genel grev, genel direniş, herkese eşit ücretsiz sağlık, Kasımpaşa imamı kaça sattın vatanı, IMF uşağı hükümet istifa, AKP sağlığa zararlıdır, Yaşasın sınıf dayanışması" sloganlarının yanı sıra az da olsa bir bütün olarak kapitalist sistemi teşhir eden ve işçilerin birliği ve örgütlülüğü ile ancak sermaye düzenin ortadan kaldırılabileceği yönlü sloganlar atıldı. Bizim de Çağrı gazetesi olarak katıldığımız eylemde üzerinde “SSGSS kölelik yasasına hayır, adalet, sağlık, sosyal güvenlik kapitalizmde olmaz, savaş, açlık, yoksulluk kader değil, Sosyal devlet, sosyal adalet sosyalizmde” yazılı dövizler taşıdık. SSGSS bildirimizden de yürüyüş boyunca ve eylem alanında dağıttık. Ayrıca gazetemizin son sayısının satışını yaptık. Yaklaşık birbuçuk saatlik yü-
YDİ Çağrı/İzmir ✓ EK:5
SSGSS Mersin’de protesto edildi
gerekliliğine inanıyor, aksi halde eylemliliğin ciddiyetini ve inandırıcılığını yitireceğini düşünüyor" diyerek kimin safında olduğunu bir kez daha ispatlamıştır. Gün gelecek işçi ve emekçiler
yalnız AKP’den değil sermayenin düzeninden kurtulacak, demokratik halk iktidarı sosyalizmin yolunu açacaktır.. 03.04.2008 YDİ ÇAĞRI Mersin ✓
SSGSS yasa tasarısı Bursa’da protesto edildi
Nisan 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
13-14Mart
EK:6
Mersin’ de 13 Ma r t ’ta Emek Platformu'nun çağrısı üzerine, Petrol-İş Sendikası önünde bir araya gelen yaklaşık 700 işçi ve emekçi, Hükümetin çıkarmak istediği SSGSS’yi protesto etmek için AKP il binasına doğru yürüdü. Emekçilere yoldan geçenler de alkışlarla destek verdi. “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Tayyib’i alana Unakıtan bedava” sloganlarını atan emekçiler, kazanılmış haklarına karşı saldırıya müsaade etmeyeceklerini haykırdılar. Hükümeti istifaya çağıran işçi ve emekçiler, “AKP şaşırma sabrımızı taşırma”,”Zafer direnen emekçinin olacak”, “Yalancı başbakan istemiyoruz”… diyerek tepkilerini dile getirdiler. AKP il binası önünde bir açıklama yapan Petrol-İş Şube Başkanı Adil Alaybeyoğlu, 14 Mart’ta yapacakları “2 saatlik iş bırakma eylemi” ile ülkede hayatı durduracaklarını söyledi. Burada Platform adına basın açıklamasını okuyan Alaybeyoğlu; Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası yasasında yapılmak istenen değişiklikle “Sosyal sigortalar ve sağlık alanında ağır hak kayıplarına neden” olacağını belirtti. Çocuklarımızın Başbakanın çocukları gibi ‘şanslı’ olmadığını belirten Alaybeyoğlu, “Biz çocuklarımızın geleceğini düşünüyoruz, sana ve Bakanlarına rağmen mücadele edeceğiz” dediğinde işçiler hükümeti istifaya çağıran sloganlar attı. 14 Mart Cuma günü işçi ve emekçiler ülke genelinde emek platformunun açıkladığı eylemleri hayata geçirmek için alanlara çıktı. Mersin’de, Devlet hastanesi önünde saat 10’dan itibaren toplanan binlerce kamu emekçisi polis’in uyarısına rağmen yolu trafiğe kapatarak AKP’ye doğru yürüyüşe geçerken, İşiler ise Petrol-İş önünde biraya geldi. İşçilerde yolu trafiğe kapatarak AKP’ye doğru yürüyüşe geçti. “Yalancı Başbakan istemiyoruz”, “Hükümet yasanı al başına çal” ,“Hükümet istifa”, “Genel grev, genel direniş” … sloganları atarak yürüyen yakla-
şık 10 bin işçi ve kamu emekçisi, “Suskun esnaf istemiyoruz” diyerek esnafın suskunluğuna karşı da tepkisini dile getirdi. Defterdarlık önünde bir araya gelen işçi ve emekçiler, AKP il binasına doğru yürüdü. Burada bir konuşma yapan Petrol-İş Şube Başkanı Adil Alaybeyoğlu, Başba kan’ın 70 milyon kişinin gözünün içine bakarak yalan söylediğini ifade etti. Kendileri ile görüştüğümüz Çimsataş işçileri de saat 10 ile 12 arasında tezgâhlarının başında iş bırakarak yasaya karşı tepkilerini dile getirdiklerini belirttiler. İşçi ve emekçilerin bu kararlı tutumu karşısında, geri adım atmayacağını söyleyen hükümet geri adım atmak zorunda kaldı!!
1 Nisan 1 Nisan’da tüm yurtta iş bırakarak alanlara çıkan emekçiler, Mersin’de de alanlardaydı. Hastane Caddesini kapatarak, AKP il binasına yürümek isteyen işçi ve emekçiler, polisin biber gazlı barikatı ile karşılaştı. Biber gazlı müdahaleye rağmen, kararlı bir şekilde polis barikatını aşan emekçiler Defterdarlık önünde BES üyesi kamu emekçileri ile birleşerek AKP’ye doğru sloganlar atarak yürüdüler. KESK, DİSK, TTB, TMMOB ve Diş Hekimleri’nin çağrısıyla gerçekleşen eyleme, yaklaşık 2 bin kişi katıldı. “Emekçiye değil çetelere barikat” sloganının sık sık atıldığı eylemde, emekçiler, AKP binasını göstererek “İMF yuvası işte burası”, “Parasız sağlık parasız eğitim”, “Bu yasa meclisten geçmeyecek”, “Dikkat emekliliğimiz, sağlığımız tehlikede!” sloganlarını attılar. Genç-Sen üyeleri de eyleme katılmışlardı. AKP önünde protestolarını sürdüren emekçiler adına konuşma yapan, KESK dönem sözcüsü Yılmaz Bozkurt, yasanın geçmesine izin vermeyeceklerini söyledi. İşçi ve emekçilere karşı her zaman sermayenin yanında yer alan Türk-İş bu eylemleri eleştirerek; “Türk-İş, eylem silahının yerinde ve zamanında kullanılmasının
E
mek Platformu tarafından örgütlenen eyleme daha öncesinde yapılan eylemden, daha yoğun katılım oldu. Bu eylem miting türünde kamuoyuna yansıtılmıştı. Ama katılım beklenenden daha fazla olunca, yürüyüş temelinde gerçekleşti. Yoğun güvenlik önlemleri altında yapılan eylemde işçiler ‘mezarda emekli olmayacağız’, ‘yaşasın sınıf dayanışması’, ‘işçi memur elele genel greve’, ‘AKP yasayı al başına çal’, ‘susma sustukça sıra sana gelecek’ gibi sloganları haykırdılar. Yürüyen işçilere, çok sayıda araç sürücüleri korna çalarak, esnaf da alkış tutarak destek verdi. Eyleme yaklaşık olarak 1.000 kişi katıldı. Şunu vurgulamak belki yerinde olur. Bursa gibi yoğun işçi yatağı olan bir kentte -diğer illerle karşılaştırdığında nüfus oranına göre işçi sınıfının en çok sendikalı olduğu bir kenttir- bin kişilik bir katılım komik bir rakamdır. Bu sendika bürokratlarının marifeti sonucu olmaktadır. Tabi ki bu eyleme çok daha yoğun işçi katılımı gerçekleşebilirdi. Ama sendika yöneticilerinin sınıf diye bir dertleri olmadığı için, bu kadar bir çabayla ruhunu kurtarmaları yeterdi. Yürüyüş sırasında dikkat çeken şeylerden birisi, Türk Metal kortejinde büyük bir bayrağın taşınmasıydı. Ama eylemin konusu ile ilgili somut bir talebin olmayışı işçi
düşmanı bu sendikaya da uygun düşüyordu. Yürüyüş, kent merkezi olan Ünlü Cadde’den başlayarak, Orhan Gazi Parkı’nda son buldu. Emek Platformu adına konuşan Türk İş 8. Bölge Temsilcisi Mehmet Kanca, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’nda değişiklik öngören tasarının, çalışanlar, emekliler ve hak sahipleri açısından ağır hak kayıplarına neden olacağını savundu. Yasa tasarısının sosyal devlet ilkesine aykırı olduğunu iddia eden Kanca, ‘R. T. Erdoğan’ın “yalan söylüyorlar” tepkisine atıfta bulunarak, ‘Sayın Başbakan ve Hükümet yeklileri; bu halk 22 Temmuz’da bir gaf lete düştü ve yanlış yaptı, ancak unutulmasın ki bu yanlışın telafisi çok kolay. Bir kez daha size bir 22 Temmuz sevinci yaşatmayacağız. Sandığa gömeceğiz sizi’ dedi. Kanca, ‘başbakanın sosyal hakları koruyoruz demesi yalandır, sen niye bu yasayı çıkarmada bu kadar ısrar ediyorsun? Çünkü bizim çocukların geleceğini çalıyorsun, buna müsaade etmeyeceğiz.’ dedi. Kanca’nın daha sonra tüm destek veren herkese teşekkür etmesiyle miting son buldu. Platformda şu kurumlar yer aldı: KESK, Birleşik Metal İş, Petrol İş, Tümtis. Türkiye Kamu Sen, Memur Sen, Türk İş, Hak İş, Türk Metal ve Bask. 14-03-2008 ✓
SSGSS Adana'da protesto edildi
S
SGSS yasasına karşı mücadele sürüyor. Yasa üzerinde Emek Platformunun görüşmeleri ile birlikte bazı değişiklikler yapıldı. Ancak bu değişiklikler yasanın emekçiler üzerindeki saldırısını ortadan kaldırmadı. Bu nedenle Adana’da bir araya gelen sendikalar, siyasi partiler, demokratik
kitle örgütleri ve devrimci/demokrat dergi çevreleri “Herkese Sağlık, Güvenli Gelecek Platformunu” oluşturdu. 27 Mart Perşembe günü bir basın açıklaması düzenleyen Platform SSGSS’ye karşı mücadeleyi sürdüreceklerini açıkladılar. Mart 2008, Adana ✓
Mücadele, Dayanışma, Sabır ve Başarının adı:
15
SCT Grevinde Mutlu Son
daşımızın da işe alınması tarafımızca savunuluyor, ancak çoğunlukla önemli tıkanıklıklar yaşıyorduk. Arkadaşımız bu tıkanıklığın bitmesi için kendi kararıyla kıdem ve ihbar tazminatını ve 4 aylık işe iade tazminatı alarak işten ayrılmış. Bu arkadaşımız davasına ise devam etmektedir. Tülay Tilki arkadaşımız ise ağır iş göremez raporunun ardından işten atılmıştır. Bu konuyla ilgili patrona dava açmış ve kazanmıştır. Ancak patron da davayı temyize götürmüştür. Bu dava da sürmektedir .” Bu grevin Türkiye işçi sınıfı hareketinde önemli bir yeri olduğunu düşündüğümüzü ilettiğimiz Gülengül’e, grevden çıkardıkları önemli sonuçları sorduk. Bu tespitimize katıldığını söyleyen Gülengül ise şunları söyledi:”Birincisi ve en önemlisi bütün süreçlerde işçilerle birlikte karar alıp bu kararları uygulamanın ne kadar güçlü bir silah olduğunu gördük. Kuşkusuz ki bu, çoktandır sendikal hareketin çoğunluğunda unutulan bizimse yeniden canlandırdığımız bir uygulama. İkincisi, son 40 yıldır grevde iken iş hakkı fes edilen işçilerin bu kadar güçlü bir şekilde tekrar iş yerine dönmeleri de bir ilktir. Yine yasal olarak grev çadırını fabrika önünde kurmamız yasakken biz çeşitli bedellerle, iki yıldır çadırımızı dimdik ayakta tuttuk. Bu da yine ‘yasa’ ile ‘meşru’ olanı göstermemiz açısından önemlidir. Yine sermayenin azgınca tutumlarına ve ona göz yuman yönetimlere karşı önemli bir duruş sergiledik. Hep söylenen bir şey vardır; ‘Patron fabrikayı kapatırsa ne yaparız? Yaptığımız mücadeleler de boşa gider.’ diye. Bizler ise kararlı bir tutumla, çok uzun süren bir fabrika kapatmayı dahi, tekrar açtırabileceğimizi gösterdik. Yine bu grevde fabrikaya yakın tüm diğer patronlar tek yürek olup SCT patronuna destek oldular. Biz emek güçleri (üzülerek söylüyorum)
onlar kadar tek yürek olamadık, ancak özellikle bazı işçi arkadaşlarımızın ve yine bazı kurumların candan çabalarıyla çok önemli bir başarı kazanmayı da becerdik.” Bu konuşmanın ardından işçilerin duygularını almak istedik. Onlar da bu isteğimizi seve seve yerine getirdiler. İşte o söyleşilerden kısa notlar: Nurten Akbulut : “Bizim için sözleşmede sendikanın adının dahi olması yeter. Bir de uzun süredir beklediğimiz, ilk iş başı yaparken çekeceğimiz halayı düşünmek, bizi yeterince sevindiriyor.” Rabia Karaca:”Bu iki yıllık mücadele bizim için üniversite gibi oldu. Şimdi üniversiteden mezun olduk ve görevimizi yapmak üzere fabrikaya dönüyoruz.” Hüseyin Hançer: “2 sene sonunda maddi olarak çok büyük
T
Yaşasın sınıf temelli sendikalar! Yaşasın Onurlu SCT İşçileri!! Yaşasın sınıfsız, sömürüsüz dünya mücadelemiz, sosyalizm!!! 27.03.08/Ydi Çağrı/Mersin ✓
Tekel’de direniş, medyada karalama…
ekel’in özelleştirilmesine karşı Adana Tekel Fabrikası işçilerinin fabrikayı terk etmeme direnişi sürüyor. Kadınerkek işçiler eşlerinin ve çocuklarının da desteği ile 22 Şubat’tan bu yana fabrika içerisinde kalıyorlar. İşçilerin bu direnişi burjuva medyada yer almazken, yerel bir gazetede ise direnişi, direnişte bulunan işçileri ve sendikayı karalayan bir köşe yazısı yayınlandı. 5 Mart 2008 tarihli bölgesel yayın yapan Ekspres Gazetesi’nin köşe yazarı Hüseyin Bayrak fabrikada “alem” yapıldığını, işçilerin bugüne kadar çalışmadan yüksek maaş aldıklarını, bu maaşları kaybetmemek için direndiklerini, sendikanın ise işçilerden aldığı aidatları kaybetmemek için Tekel’in özelleştirilmesine karşı eylemler yaptığını yazdı. Bunun üzerine Tek Gıda-İş
Sendikası ve Tekel işçileri 6 Mart 2008 tarihinde Ekspres Gazetesi önünde bir araya gelerek gazeteyi ve köşe yazarını protesto ettiler. Burada bir açıklama yapan Güney Anadolu Şube Başkanı Gürsel Diliçıkık Tekel işçilerinin onurları ve namuslarıyla, ekmekleri için direndiklerini söyledi. Açıklamada Hüseyin Bayrak için “British American Tobacco Tekel’i 1.72 milyar dolara satın aldı. Acaba seni kaça satın aldı? Tekel işçisi bunu da bilmek istiyor.” dendi. Açıklama sırasında kadın işçiler köşe yazarına bağırarak tepki gösterdiler. Yapılan açıklama sonrasında gazetenin patronu Hakan Bülent Yardımcı gelerek işçilerden köşe yazarı adına özür diledi. 07.03.2008 Ydi Çağrı/Adana ✓
Nisan 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Mart 2006 tarihinde başlayan, Tarsus’ta kurulu SCT Filtre işyerindeki grev, 742. Gününde anlaşma sağlanarak bitirildi. Anlaşmaya göre işçiler 1 Mayıs 2008’de işbaşı yapacak! Grevin başarıyla bittiğini duyduğumuzda bizler de en az SCT işçileri kadar sevinmiştik ve sabah erkenden Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Mersin Şubesi’ne gittik. İşçilerin bu mutlu günlerinde onlarla beraber olmak ve bu mutlu sonun haberini yapmak istiyorduk. Hemen tüm eylemlerinde yanlarında olduğumuzdan işçiler bizleri yakinen tanıyordu ve bizi görür görmez sevinçlerini paylaşıyorlardı. Son süreçle ilgili toplantılarını bitirdikten sonra bizimle sohbete başlayan Anadolu Şube Başkanı Seyfettin Gülengül’ün anlattıkları ise kısaca şöyleydi: “En baştan şunu vurgulamam gerekir ki; patronun kesinlikle sendikalı işçi almam dediği ve bunda 2 yıldır da direttiği bir ortamda, biz sendika olarak bu işyerinde sözleşmeyi imzaladık. Sözleşmeyi imzalamadan önce her durumda işçilere başvurduk ve onlardan çıkan kararları uyguladık. Bugün bir tek arkadaşımız dahi alınan karardan memnuniyetsiz değildir. Bu bizim açımızdan çok büyük bir başarıdır.” Anlaşmada maddi yönden çok büyük kazanımlar elde edemesek de sosyal haklardaki iyileştirmeleri göz önüne alırsak bu yönde de kazançlı olduğumuzu söyleyebiliriz diyen Gülengül, “Varılan anlaşma ile ilk 6 ay için %20,3 zam yapılacak, ikinci 6 ay için %7 ve diğer 6 aylarda ise enflasyon rakamına 2 puan eklenecek. Bayram ödeneği 50, yakacak 15, izin ödeneği 50, evlenme 140,doğum ödeneği ise 70 YTL olacak. Diğer taraftan SGK’nın istirahatlarda ödeme yapmadığı 2 günün ücretinin de ödenmesinde anlaştık. Ve yine 1 Mayıs’ta işçi sayısının 5/1’nin izinli sayılması da bizim için bir kazanımdır.”dedi. Gülengül, sendikalı olarak işe alınacak yeni işçilerin de sendikaya üye olması durumunda bu sözleşmeden faydalanacağını belirtti. Patronla sendikanın birbirlerine açtıkları davalardan karşılıklı olarak vazgeçtiklerini, ancak iki işçiyle patron arasındaki kişisel davaların ise sürdüğünü anlatan Gülengül, bu iki dava ile ilgili olarak da şunları söyledi: “Ali Kış arkadaşımız ‘iş Kazası’nda 4 parmağını kaybetmiş olduğundan tazminat haricinde işe dönüşünü istiyordu. Patron ise özellikle işe alımda itiraz ediyordu. Bu arka-
bir başarı kazanmadık, ama sonuç olarak başarılıyız. Asıl mücadele ise şimdi başlıyor.” Ergün Uğuz: “Patronun türlü saldırılarına karşı, yoksulluğa karşı, yokluğa, ihanete karşı dimdik ayakta durduk. Mutluyuz, mücadeleye devam!” Ali Oğuz: “Onurumuzla kazandık. Onursuzluk onurumuz olmadı yani. Bugünlerde medyayı takip ettiğim kadarıyla şu dikkatimi çekiyor: Bir AKP kapatılacak oluyor, tüm millet ayakta. Onlarca fabrika kapatılıyor, kimsenin umurunda değil. Hâlbuki tam tersi olmalı. Herkesi duyarlılığa davet ediyorum” Bire bir konuştuğumuz işçiler de, sendika yöneticileri de emek bileşenlerinin bu grevde istenilen dayanışmayı göstermediklerini dile getirdiler. YDİ Çağrı olarak bizi ise ayrı bir kefeye koyduklarını, çünkü başından itibaren sürekli destek veren çok az kurumun başlarında yer aldığımızı belirttiler. Bizler ise bir kez daha tekrarlıyoruz: Gücümüz oranında nerde bir işçi mücadelesi varsa, biz oradayız. Bizim için işçinin dili, dini, mezhebi, rengi önemli değil. Biz dünyadaki tüm sömürünün, savaşın, ayrımcılığın kısacası hemen tüm olumsuzlukların kaynağının kapitalist sistem olduğunu ve dahası bir gün mutlaka bunun da işçilerin öncülüğünde yıkılacağını çok iyi biliyoruz. Mücadelemiz bu yöndedir.
EK:7
İlbek Tekstil işçisi hakları için direniyor!
Nisan 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
İ
EK:8
lbek Tekstil Fabrikası İstanbul – Küçükköy Elma Bahçesi semtinde İlyas Bektaş’a ait olan 10 yıllık ve 8 bin metre kareye kurulmuş bir fabrika. Bu fabrikada ortalama olarak yaşları 25’i geçmeyen işçiler 2 ile 10 yıl arasında çalışıyorlar ve haftada 45 saat çalıştırılıyorlar. Ortalama aylık ücretleri 850 – 900 YTL civarında. Fabrikada 200’ü kadın 520 işçi çalışıyor. Alexo, Hammada vb. uluslar arası tanınmış büyük giyim markalarına bayan giysisi diken bu fabrika kumaşın çoğunu dişardan alıyor. Bu fabrikada geçtiğimiz ay içerde birikmiş hakları verilmediği gibi bir kuruş tazminat verilmeden işten atılmak istenen işçiler direnişte. YDİ ÇAĞRI gazetesi olarak direnişlerinin 31. gününde işçileri ziyaret ettik. İşçilerle ve İşyeri Komitesi Başkanı Zekeriya Odabaş’la yaptığımız söyleşilerde edindiğimiz bilgilere göre, 200 kadar işçi haftalık çalışma süresinin kısaltılması ile ödenmeyen mesai ücretlerinin ödenmesi için işyerini mahkemeye vermişler. Bunun üzerine patron işçilerin tümünü işten çıkarıp asgari ücretle tekrar yeni veya eski işçileri düşük ücretle işe almak amacıyla bir dizi saldırıda bulunmuş. Patron işçilerin önemli bir bölümünü “iş yok” gerekçesiyle zorunlu izine çıkarmış. Onunla yetinmemiş işçilere vereceği tazminattan kurtulmak için de 15 Şubat 2008 tarihinde gece makineleri bir TIR’a yükleyip kaçırmaya çalışmış. Patron yanlısı 6 işçi ile makineleri yüklerken işçi arkadaşlarından yana olan gece vardiyesinde çalışan işçiler de izine çıkarılmış, bunu işçi arkadaşlarına haber vermişler. Avukatları Rasim Öz’le işyerine gelen 100 – 150 kadar işçi makineleri TIR’dan tekrar indirterek fabrikaya yerleştirmiş ve fabrikanın önünde o günden bu yana bekleyişe geçmişler. İşçiler, kendilerini yıllarca düşük ücretle çalıştırıp bugün işine gelmediği için tazminatsız işten atmaya çalışan patrona öfkeliler. Bu öfkeyle ve büyük bir kararlılıkla fabrikanın önünde çadır ku-
rup direnişe geçen 400’e yakın işçi direnişini sürdürüyor. Durduğu yerde işçileri yasal olmayan bir biçimde izine gönderip sonra işyerinden makineleri alarak kaçmanın ne anlama geldiğini iyi bilen işçiler özet olarak taleplerini şöyle sıralıyorlar: 1- 500 işçinin ihbar ve kıdem tazminatlarının (resmi kayıtlarda gösterilen Asgari Ücret üzerinden değil, aldıkları gerçek ücret üzerinden) yemek ve servis ücretleri de dahil edilerek hesaplanması ve en az yarısı peşin ödenmesi, ödenmeyen alacakları için de patronun özel mal varlığının teminat olarak gösterildiği noter tasdikli bir sözleşmenin yapılması; 2- Tazminatlarının yarısını alınmış, yarısını da yasal teminat altına alınmış olarak en kısa zamanda tüm işçilerin toplu işbaşı yapmalarının sağlanması; 3- Herkese eşit bir şekilde 6 ayda bir ücret zammının yapılması; 4- Öğleden önce ve öğleden sonra olmak üzere günde iki kez en az 15’er dakika çay ve sigara molası verilmesi, öğle yemeği için verilen 45 dakikalık sürenin de 1 saate çıkarılması; 5- İzinlerin İş Yasasına göre düzenlenmesi. İşçiler bu talepleri içeren sözleşmenin bir noter huzurunda bizzat patron tarafından imzalanmadan direnişi bırakmayacaklarını belirttiler. Direnişin 38. gününde işçiler yukarıda sıraladığımız bu talepleri içeren bir sözleşme metnini patrona iletmiş ve yapılan görüşmelerde bir anlaşma sağlanmadığını kamuoyuna bildirilmişlerdir. Çevredeki fabrikalarda 8 bin işçinin çalıştığını, çoğunun sigortasız ve kayıt dışı olduğunu, yüzlerce işyerinden sadece üçünde sendikanın olduğunu, kendilerine çevre fabrikalarda çalışan işçilerden yok denecek kadar az destek geldiğini söyledi işçiler. Sendikaların işçilerin örgütlenmesi için çalışmadığını, işçilerin ezici çoğunluğunun sendika nedir bilmediğini belirttiler. Holding medyasının direnişlerini görmezden gelmesini kınayan işçi-
ler başta Evrensel gazetesi, Hayat TV, Tekstil – Sen ve Gazi Mahallesi halkı olmak üzere direnişlerini destekleyen tüm doslarına teşekkür ettiler. Daha güçlü olmak için doslarının desteğine büyük bir ihtiyaç duyduklarını da belirttiler. Yemekhane ile tuvaletin yanyana olduğu, tuvalete giderken kart bastıklarını, kullandıkları süre şayet 3 dakikadan fazla ise o sürelerin ücretlerinden kesildiğini anlatan kadın işçiler işe 5 dakika geç başlamış işçinin bir günlük ücretinin kesildiğini anlattılar. Öğle yemeği için verilen 45 dakikanın yemek yemeye yetmediğini, soyunma odaları olmadığı için kadın işçi olarak büyük sıkıntı çektiklerini örnek göstererek hangi şartlarda çalıştıklarını anlatmaya çalıştılar.
Bütün bu baskı ve haksızlıklara rağmen içerdeyken işçi arkadaşlarıyla birbirini tanımadıklarını, birlik yerine çekememezlik, kıskançlık, rakip görme gibi yanlış tavırların olduğunu, şimdi ise birbirini daha iyi tanıyarak sınıf dostluğunun ve arkadaşlğının ne olduğunu da öğrendiklerini söylediler. Direnişin hak mücadelesinin iyi bir okul olduğunu belirten genç kadın işçiler çok kısa sürede çok şey öğrendiklerini, bunların kendileri için büyük bir kazanç olduğunu vurguladılar. Götürdüğümüz yayınlarımızdan verdiğimiz işçiler “Yaşasın sınıf dayanışması!”, “Direne direne kazanacağız!” gibi sloganlarla bizi uğurladılar. Mart 2008 ✓
Eğitim-Sen Adana Şubesi’nin 3. Olağan Genel Kurulu gerçekleşti
E
ğitim Sen Adana Şubesi 3. Olağan Genel Kurulu, 9 Mart 2008 Pazar günü Rüya Müzikhol’de gerçekleşti. Ambar işçilerinin salonda yer almaları ve grevde olan TEKEL işçilerinin sloganlarla salona girmesi salondaki delegeleri heyecanlandırdı. Delegeler de; ‘TEKEL işçisi yalnız değildir’, ‘Zafer direnen emekçinin olacak’, ‘Yaşasın sınıf dayanışması’ sloganlarıyla gelen işçileri ayakta alkışlayarak karşıladılar. Genel kurul saat 11.00’de başladı. Şube sekreteri Halil Kara’nın açılış konuşmasının ardından yönetimin verdiği önerge ile divan kuruluna İlyas Turan, Cem Eren ve Ali Dinigüzel seçildi. Gündem maddelerinin okunmasının ardından emek mücadelesinde yaşamını yitirenlerin anısına bir dakikalık saygı duruşu gerçekleştirildi. Ardından bir kadın delege, İstiklal Marşı’nın gündem maddesine konulmadığını hatırlatarak, kendilerinin gerçekleştirmediği takdirde kendisinin sesli olarak okuyacağını ifade etti. Divan üyelerinin, gündemde olmadığını söylemesi üzerine İstiklal Marşı’nı fiili olarak kendisinin okuması salonda küçük çaplı karışıklık yarattı. Eğitim emekçilerinin emek mücadelesini anlatan sinevizyon gösteriminin ardından Yönetim Kurulu adına Güven Boğa kürsüde yerini aldı. ‘Eğitim Sen TEKEL ile ambar işçileriyle tek vücut olabilen, yüzünü emekçilere, işçilere dönenlerin örgütüdür.’ diyen Boğa, mücadelenin okullarda, işyerlerinde olduğunu, çıkan yasalara karşı ortak mücadelenin sürdürülmesi gerektiğini belirtti.
Tü rk-İş 4 . Bölge Temsi lci Yardımcısı Edip Gülnar ve DİSK/ Tekstil Genel Sekreteri Recep Türkyılmaz konuşmalarında, bir yandan türban ve sınır ötesi operasyonlarla ilgili yoğun suni tartışmalar yaratılırken, diğer yanda emekçilere yönelik işsizlik ve yoksulluğun yanı sıra kıdem tazminatlarının gaspı, GSS gibi saldırıların tüm emekçileri etkilediğini belirtip, bu saldırılara karşı birleşik bir mücadele ile dur denmesi gerektiğini vurguladılar. TEKEL işçileri ile birlikte “Tekel kalemiz ölümüne direniriz!” sloganı ile kürsüye gelen Tek Gıda-İş Güney Anadolu Bölge Başkanı Gürsel Diliçıkık; hükümetin bu saldırılarına karşı işçilerin ve emekçilerin el ele verip genel greve çıkma zamanının geldiğini vurguladı. Eğitim Sen’in hak arama mücadelesinde emekçilerin yanında yer aldığını belirten Diliçıkık, genel kurulu selamlayarak TEKEL işçileriyle birlikte “Genel grev genel direniş”, “Zafer direnen emekçinin olacak”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganlarıyla salondan ayrıldı. Delegelerin vermiş olduğu önergeler genel kurulda okunmadan yeni yönetimde görüşülmesine karar verildi. Ardından delegelerin konuşmasına geçildi. Bu ana kadar sakin geçen kurulda bundan sonra gruplar arasında zaman zaman gergin anlar yaşandı. İki listenin yarıştığı genel kurulda yönetime; Güven Boğa, Abdullah Ya lçın, Hıdır Kuş, Mehmet Akarsubaşı, M. Rüştü Şatır, Birol Satar ve Yılmaz Zengin seçildiler. 10.03.2008, Ydi Çağrı/Adana✓
ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir Yönetim Yeri ve Adresi: Hüseyin Ağa Mah. Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul • Tel./Faks: (0212) 620 67 57 e-mail: mail@ydicagri.com • www.ydicagri.com • Banka Hesap: Türkiye İş Bankası Galatasaray-İstanbul, Hesap No: 1022 0 738654 SAYI 121’in İşçi Eki · Nisan 2008 • Baskı: Uğur Matbaacılık (0212-501 81 09) • Yayın Türü: Yaygın Süreli
halkların kardeşliği için
Yüzbinler Newroz’u coşkuyla kutladı İstanbul
K
ürt halkı bu yılki Newroz’u Türk ordusu nu n Gü ney Kürdistan’a hava ve kara harekatı sonrasında kutladı. Kürt halkının ulusal demokratik taleplerini ve barış istemini bir kez daha panzerlerle ezmeye çalışan ve yine başarılı olamayan T.C. karşısında Kürt halkı büyük bir moral zaferle çıkarak haklı istemlerini daha yüksek sesle dile getirmeye başladı. Kürt halkının bu atılımı kendisini bu yılki Newroz kutlamalarına katılımların çok yüksek olmasında gösterdi. Devletin güvenlik güçleri yine Newroz öncesi ve sırasında Newroz’un ulusal uyanış olarak kutlanmasını engellemek için elinden geleni yaptı. Newroz’un yasaklandığı bazı şehirlerde halkın Newroz’u kutlamak istemesi üzerine güvenlik güçleri kitleler üzerine rastgele kurşunlar yağdırarak birçok insanın yaralanmasına neden olmuştur. İstanbul’da Newroz önemli ölçüde olaysız geçti. Sabah saat 10.00’dan itibaren kitleler Kazlıçeşme yolunu tuttular. Kısa zamanda toplanma meydanı rengarenk giysileri ve flamalarıyla onbinlerce kitle tarafından dolduruldu. Ateşler yakıldı halaylar çekildi. Katılım önceki yıllara göre çok daha fazlaydı. Kürsüden yapılan konuşmalarda, gerçekleştirilen operasyonlar kınandı, operasyonların çözüm olmadığının görülmesi gerektiğine, herkesin anadiliyle bütün farklılıklara rağmen bir arada yaşayabilmesi gerektiğine çekildi. PKK yok edilse bile Kürt halkının yok edilemeyeceği ve haklarının tanınması gerektiği savunuldu. Konuşmacılar arasında Barış Meclisi’nden gazeteci-yazar Murat Çelikkan, EMEP Başkanı Levent Tüzel, DTP milletvekili Emine Ayna, DTP milletvekili Sırrı Sakık, DTP milletvekili Sabahat Tuncel, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konsey Üyesi
Ali Çerkezoğlu vb. vardı. Konuşmaların ardından aralarında Grup Yorum’un da yer aldığı birçok grup ve sanatçı tarafından kitleyi coşturan konserler verildi. Bu yılki Newroz’a İstanbul’da pankartımız, dövizlerimiz ve flamalarımızla katıldık. “Hiç bir güç Kürt ulusunun ulusal kurtuluş mücadelesini durduramaz! Haydi, Newroz ateşi ile devrim ateşini körüklemeye!” başlıklı bildirimizden dağıttık. Ayrıca Çağrı dergisi ve Güney dergisi satışı yaptık. Bu yılki Newroz da görmek isteyene de istemeyene de şunu açık ve net biçimde göstermiştir: Kürt halkının
ulusal ve demokratik istemlerinden geri dönüş olmaz, bunlar kabul edilmeden bir adım bile ileri atılamaz. Biz Yeni Dünya İçin Çağrı gazetesi olarak Kürt halkının haklı temelde yürüttüğü hak alma mücadelesini sonuna kadar desteklerken, gerçek çözümün halklar hapishanesi olan mevcut sistemin bir devrim ile yıkılıp, sosyalist toplumun kurulmasında olduğunu savunuyoruz. Kürt ve Türk halkları böyle bir devrim için bilinçlenmeli ve örgütlenmelidir. Yaşasın halkların kardeşliği! Halkların kardeşliği için tek yol devrim! 24 Mart 2008 ✓
Adana
A
dana’da bu yıl Newroz kutlaması, 23 Mart Pazar günü M i ma r Si na n Açı k hava Tiyatrosunu dolduran, kadın erkek, genç yaşlı onbinlerce kişinin katılımıyla oldukça coşkulu bir atmosferde geçti. DİSK, KESK gibi sendikaların yanı sıra EMEP, ÖDP, ESP gibi kurumların ve çeşitli gazete ve dergi çevrelerinin de destek verdiği kutlama, yapılan konuşmalar ve devamında yer alan müzik topluluklarının dinletileriyle sabah saat 10.00’dan 15.00’e kadar sürdü. Kut lamada sırasıyla, New roz
Tertip Komitesi Başkanı Ali Karuç, DTP İl Başkanı Zeki Karataş, DTP Milletvekili Gülten Kışanak ve DTP MYK üyesi Mustafa Avcı birer konuşma yaptılar. DTP İl Başkanı Zeki Karataş ve DTP MYK üyesi Mustafa Avcı konuşmalarını Kürtçe yaptılar. Türkçe konuşan DTP milletvekili Gülten Kışanak konuşmasında şunları söyledi: “Bu halk 30 yıldır inkâr ve imha politikalarına karşı özgürlük isteklerini genişleterek sürdürüyor. AKP hükümetine bir tavsiyemiz var. Bu halk ölümden, bedel ödemekten korkmuyor. Bu halk yıllarca, panzerlere, kurşunlara, tanka,
topa bedenini siper etti. Bu halk tüm bedellere rağmen gencecik bedenleri toprağa vererek mücadelesini sürdürüyor. AKP hükümeti eğer diğer partilerin akıbetini taşımak istemiyorsa bu halkın taleplerini görsün.” Gülten Kışanak konuşmasına şöyle devam etti: “AKP Hükümeti Ergenekon operasyonu ile çeteleri bitireceğini söylüyor. Önce Şemdinli’de halkımızın canı pahasına yakalayıp size teslim ettiği çeteleri temizleyin. Faili meçhul cinayetleri açığa çıkarın. Bu halkın kimliğini, kültürünü anayasal güvenceye alın o zaman bu halk o çeteleri zaten tasfiye eder.” Yapılan tüm konuşmalar sık sık atılan sloganlar, alkışlar ve ıslıklarla kesiliyordu ve söz AKP Hükümetine geldiği zaman yuhalama sesleri yükseliyordu. Sarı, yeşil ve kırmızı renklerle donanan alanda, kalabalık içerisinde kimi yerlerde Abdullah Öcalan posterleri de açılmıştı ve sık sık Abdullah Öcalan lehine sloganlar atılıyordu. Sonrasında tecride ve asimilasyona karşı 5 dakikalık oturma eylemi yapılacağı duyuruldu ve katılımcılardan bu süre içerisinde hiç slogan atmadan sessizce oturmaları istendi fakat bu uyarıya uyulmadı ve atılan sloganlar eşliğinde oturma eylemi yapıldı. Ardından 2004 yılı genel seçim çalışmaları sırasında geçirdikleri trafik kazasında yaşamlarını yitiren Evrensel gazetesi muhabiri Hasan İşler ve DİHA kameramanı Volkan Eryiğit alkışlar ve ıslıklarla anıldı. Bu anmanın ardından sırasıyla MKM Çocuk Korosu, Grup Denize Ezgi ve Koma Çiya sahne aldı. Newroz kutlaması hep birlikte söylenen şarkı ve türkülerle ve çekilen halaylarla son buldu. Newroz kutlamasının yapıldığı alanda Yeni Dünya İçin Çağrı okurları da Kürt halkının taleplerine karşı, şiddetle, operasyonlarla cevap veren devletin tutumunu eleştiren ve Kürt sorununun gerçek anlamda çözümünün devrim ile mümkün olduğunu açıklayan bildirileri dağıttılar. Devletin güvenlik güçleri kutlamanın yapılacağı alanın çevresini kelimenin tam manasıyla kuşatmıştı. Nereye bakılsa polisler, panzerler göze çarpıyordu. Fakat sadece alanın çevresinde değil şehir merkezinde de oldukça yoğun önlemler alınmıştı. Daha kutlamanın yapılacağı alana giderken bir grup içerisinde zılgıt çalan kadınlara bir polis “kesin sesinizi” diye bağırarak müdahale etti. Bunlara karşın Kürt halkı haklı taleplerini haykırdı gün boyunca. Adana’da bu yılki Newroz kutlaması neredeyse sorunsuz bir şekilde sonlandı. 23.03.2008, Ydi Çağrı/Adana ✓
11
halkların kardeşliği için
B
İzmir
u yıl Newroz kutlamalarına İzmir’de izin verilmedi. 20 Mart Perşembe günü; Buca, Konak, Karşıyaka, Narlıdere’nin çeşitli mahallelerinde yapılmak istenen Newroz kutlamalarına izin verilmedi. Kutlamalara polis saldırdı. 40 civarında insan gözaltına alındı. 21 Mart Cuma günü de Newroz kutlamalarına izin verilmedi. Kutlamalara saldırıldı. Gözaltına alınanlar oldu. Gözaltına alınanlardan, aralarında SDP’lilerin de bulunduğu 7 kişi tutuklandı. 22 Mart Cumartesi günü, DTP İl Başkanı Mehmet Bayraktar, il binasından çıkarken gözaltına alındı. İzmir’de; ÇHD, DHP, DİP Girişimi, DTP, Ege 78’liler, EMEP, ESP, Göç-
N
Mersin
ewroz kutlaması Mersin’de her yıl olduğu gibi bu yıl da coşkulu bir biçimde kutlandı. Yaklaşık 50 bin kişi sabahın erken saatlerinde Metropol miting alanına doğru akın etti. İnsanların ayakkabılarına kadar didik didik arandığı kutlamada Polis yoğun güvenlik önlemi almıştı. AKP’ye tepkilerin öne çıktığı mitingde barış talepleri bir kez daha vurgulandı. Abdullah Öcalan ve PKK lehine sloganlar yoğun bir biçimde atıldı. Mitinge kadınların yöresel kıyafetleriyle katılmaları Newroz’a ayrı bir renk katıyordu. Polisin ilerleyen saatlerde aramaları yavaşlatıp kitlenin içeri girmesini yavaşlatmasına karşılık alandakiler oturma eylemi yaptılar. DTP ve Emek Partisinin ortaklaşa düzenlediği mitingde Emek Partisi
Der, İHD, İzmir Dersimliler Derneği, Kaldıraç, Köz, ÖDP, Özgür Yurttaş Hareketi, Partizan, SDP, Tay-Der’den oluşan Newroz Platformu, 23 Mart Pazar günü Newroz’u Gündoğdu Meydanında kutlamak için valiliğe başvurdu. Valilik Gündoğdu Meydanında Newroz kutlamasına izin vermeyerek, Newroz kutlamasını yasakladı. Newroz Platformu 23 Mart Pazar günü DTP il binası önünde toplanma kararı aldı. 23 Mart Pazar günü İzmir genelinde ilan edilmemiş bir sıkıyönetim yaşandı. Mahalleler abluka altına alındı. Newroz kutlamalarına topluca gitmek isteyenler engellendi. Kentin genelinde arama-tarama yapıldı. DTP il binasının bulunduğu alan abluka altına alındı. Tüm bu önlemlere rağmen 5 bin kişinin DTP müzdeki yerel seçimlerde verilmesi gerektiğini belirtti. DTP Eş Başk a nı ve Ma rd in Milletvekili Emine Ayna akıcı ve coşkulu bir konuşma yaptı. "Yüreklerini ve bedenlerini ateşe veren şehitlerimizin önünde saygıyla eğiliyorum" diyen Ayna, Başbakan Erdoğan’ın ‘DTP, PKK’yı terörist ilan ederse görüşürüm’ sözlerine de değinerek, terör ve terörist demeyeceklerini dile getirdi. AKP’nin kan üzerinden siyaset yaptığına dikkat çeken Ayna, “Terör ve terörist diyerek yüzlerce insanın ölümü meşrulaştırılıyor” dedi. Ayna, Kürt sorununun çözümünün dışarıda olmadığını vurguladı. “Çözüm ne Amerika’da ne Avrupa’da, çözüm Türkiye’de” dedi. Ayna; “Bu halk aylardır sokaklarda, meydanlarda TC devletine, AB’ye, ABD’ye ben buradayım, mücadelemden, özgürlüğümden vazgeç-
il binasının olduğu alana ulaşması engellenemedi. Polis kordonu, ablukası altında Newroz kutlaması yapıldı. Mitingde DTP Genel Başkan Yardımcısı, Mustafa Sarıkaya Kürtçe kısa bir konuşma yaptı. Gözaltında olan DTP İl Başkanı Mehmet Bayraktar’ın mesajı okundu. DTP Milletvekili Akın Birdal bir konuşma yaptı. Akın Birdal; kitlenin Newroz bayramını kutladı. Amed Newroz ateşinden İzmir’e ışık getirdiğini, Gündoğdu Meydanının da kutlamaya izin verilmediğini, İzmir’in her tarafının Gündoğdu Meydanı yapıldığını, Kürt halkının barış istediğini, dilini, kimliğini istediğini, Van’da bir kişinin katledilmesini kınadığını, protesto ettiğini vb. anlattı. Coşkulu kutlamada; “Yaşasın halkların kardeşliği, Bıji bıratiya gelan!, Bıjı Newroz, Newroz piroz be!, Kürdistan faşizme mezar olacak!, PKK halktır, halk burada!, Bıji se-
Uludağ Üniversitesi’nde faşist saldırı
1
12
GYK üyesi Halil İmrek de bir konuşma yaptı. İmrek; “Yıllardan beri dışlanan, ötelenen, dili, kültürü reddedilen Kürt halkını selamlıyor ve Newroz’unu kutluyorum” diyerek sözlerine başladı. İmrek, DTP’nin kapatılmasına sessiz kalan Erdoğan’ın kendine Müslüman, Kürtlere düşman olduğunu aktardı. İrmek, AKP’nin ne işçiden ne emekçiden ne de Kürtten yana olduğunun altını çizerek AKP’ye gereken cevabın önü-
medim, asla vazgeçmeyeceğim diyor. Bu mesaj görülmeli” diyerek “Bu halk kimliklerinin anayasal güvence altına alınmasını istediğini ifade etti. Kürtlerin birlik olmaları gerektiğine değinen Ayna, “Yoksa kurtuluş yoktur” dedi. Miting çeşitli sanatçı ve grupların konserleriyle coşkulu bir şekilde sona erdi. YDİ Çağrı okuru Mersin 25 Mart 2008 ✓
rok Apo!, Katil Erdoğan!, Erdoğan şaşırma, bizi dağa taşıma!, Dişe diş, kana kan, seninleyiz Öcalan!, Yaşasın devrimci dayanışma!, Faşizme karşı omuz omuza!” vb. sloganları atıldı. Abluka altındaki dar alanda, elbiselerden oluşturulan Newroz ateşleri yakıldı. Davul eşliğinde halaylar çekildi. Polis ablukası ve beklemenin sonucu olarak yer yer polis ile kitle arasında gerginlik yaşandı. Gerginliğin çatışmaya dönüşmesi, DTP görevlilerinin ve İHD gözlemcilerinin çabası ile önlendi. Kutlama dağıldıktan sonra, kitlenin bir bölümü Gündoğdu Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. Hilton Oteli çevresinde polis kitleye saldırdı. Gözaltına alınanlar oldu. Gündoğdu Meydanı girişi kapatıldığı için kitlenin bir bölümü sahilden Konak’a yürüdü. Yürüyüş sırasında yer yer polis saldırıları sürdü. 23 Mart 2008, YDİ Çağrı/İzmir ✓
0 Mart sabahı kafeteryada oturan devrimci, demokrat ve yurtsever olan 4 kişiye 60 kişilik faşist güruh tarafından jandarmanın gözü önünde saldırı gerçekleştirildi. ‘Güven’lik güçleri ancak izlemekle kaldılar. Saldırıya uğrayan insanların kafa ve kollarının kırılmasına rağmen, saldırıya uğrayan biri tarafından ‘neden seyirci kalıyorsunuz müdahale etmiyorsunuz?’ tepkisine karşı jandarma; kendilerinin az kişi oldukları için bir şey yapamayacaklarını söylediler. Ama dövülen devrimci yurtseverlerle dayanışmaya gelen devrimci-demokrat öğrencilere jandarma hemen anında müdahale edip 70 kişiyi yaralayarak göz altına aldı.
Salı günü Eğitim-Sen ve öğrencilerin aileleri tarafından ve sosyalist dergi taraftarlarıyla ilerici demokratlar basın açıklaması yaparak, güvenlik güçlerinin öğrencileri gözaltına almasını protesto ederek, derhal öğrencilerin serbest bırakmasını talep ettiler. Gözaltına alınan öğrencilerin aileleri çocuklarının nerede olduğunu bilmediklerini ve avukatlarıyla görüştürülmediklerini, yapılanın yasal olmadığını belirterek güvenlik güçleri hakkında dava açacaklarını duyurdular. Salı günü 24 kişi savcılık tarafından serbest bırakıldı. YDİ Çağrı okuru Bursa 11 Mart 2008 ✓
panorama
PANOR AM A
2. AB-Afrika Zirvesi yapıldı - LİZBON / PORTEKİZ-
2
. AB-Afrika Zirvesi, 8-9 Aralık 2007 tarihinde yapıldı. Zirvenin yapıldığı tarih baz alınınca, konunun güncel olmadığı sanılabilir, fakat böylesi bir değerlendirme yanlış olacaktır. Afrika kıtası emperyalistler arası dalaşın giderek yoğunlaştığı alanlardan biridir. Bunun doğrudan sonucu olarak da bu konu somut olarak karşımıza çıkmaktadır, önümüzdeki süreçte de çıkacaktır. Bu yüzden zirvenin yapılmasının üzerinden üç ay civarında bir zaman geçse de, konuya değinmek ve sorunu bilince çıkarmak önemlidir.
KISACA ZİRVE ÖNCESİ DURUM… 1. AB - Afrika Zirvesi 2000 yılının Mart ayı başında Mısır’ın başkenti Kahire’de yapılmıştı. AB ülkelerinin Afrika’nın yoksul ülkelerine “yardım” yapacağı, Afrika ülkelerine ürünlerini Avrupa’ya ihraç etmede gümrükte kolaylık sağlanacağı vb. konularda “karşılıklı anlaşma” sağlanmıştı… Tabii ki AB içindeki emperyalist ülkeler başta olmak üzere AB ülkeleri de (o dönem hâlâ 15 ülkeydi) “Ortak Eylem Planı” adına Afrika ülkelerine özel yatırımlar yapma yolunu açmıştı kendilerine. Plana göre 2. AB-Afrika Zirvesi 2003 yılında Atina’da yapılması gerekiyordu. Yapılmadı, yapılamadı. Yapılamamasının esas nedeni, 2. AB-Afrika Zirvesi’nde yapılan konuşmalarda da, basına yansıyan haberlerde de yeniden vurgulandığı gibi, Zimbabwe Devlet Başkanı Mugabe’nin zirveye katılıp katılmaması konusunda tarafların takındığı tavırdı. Özellikle de İngiltere Mugabe’nin zirveye katılmasına karşıydı. 2002 yılından beri Mugabe’nin, “insan haklarını çiğnemekten”, “seçimleri manipüle etmekten”, “ülkesinin ekonomisini çökertmekten” vb. vb. gerekçelerle Avrupa’ya seyahati yasak. Mugabe’nin Avrupa’ya seyahatinin yasaklanması tavrı Afrika ülkelerinin protestolarıyla karşılaştı ve 2003 yılında yapılması planlanan 2. ABAfrika Zirvesi 2007 yılı Aralık ayına kadar yapılamadı.
Bu süreçte AB, Afrika’ya yönelik siyasetini, yol ve yöntemlerini gözden geçirmek ve Afrika’da nasıl etkinlik kazanacağına “kafa yormak” zorunda kaldı. Hesapta olmayan güçler Afrika’da nüfuzunu, etki alanını genişletmeye ve Afrika’ya yavaş yavaş da olsa, sağlam adımlarla yerleşmeye başlamıştı bile. Sözkonusu güçlerin başında Çin gelmektedir. Çin öne çıksa da Hindistan, Brezilya gibi ülkeler de Afrika’ya ayak basmışlardı… Artık AB içindeki emperyalistlerin rakibi sadece ABD emperyalizmi değildi. Rusya, Japonya dalaşın içinde olsalar da, ABD ve AB içindeki emperyalist güçleri zorlayan ve andaki gidişata göre yapılan hesaplarla yakın zamanda Afrika’da birinci sıraya yükselme olasılığı yüksek olan Çin piyasaya çıkmıştı. 15 Aralık 2005 tarihinde AB Konseyi “AB-Afrika Stratejisi” başlıklı bir tavırı karara bağladı. Buna göre AB tek tek Afrika ülkeleri yerine tüm Afrika ülkelerine yönelmiş ve bunlarla 2015 yılına kadar geniş kapsamlı partnerlik oluşturmayı hedef olarak önüne koymuştur. Tüm emperyalist plan ve projelerde olduğu gibi, bu planda da “yardım”, “destek” vb. yalanlarla gerçek amacın üzeri örtülmeye çalışılmaktadır. Örneğin en büyük yalanlarından biri, “AB-Afrika stratejisinin en temel amacının, Afrika’nın Birleşmiş Milletler Örgütü’nün ‘milenyum hedeflerine’ ulaşması için desteklenmesi” olduğu yönlü açıklamalarıdır. AB içindeki emperyalist güçler için de esas amaç Afrika’nın desteklenmesi falan değildir. Esas amaçları Afrika’nın yeniden sömürgeleri haline getirilmesidir, talan edilmesidir. Bu konuda tabii ki Afrika ülkeleri, halkları Avrupalı sömürgecilerden yüzyıllar boyu baskı, zulüm, talan ve katliamlar gördüğünden, Avrupalı emperyalistlerin işi, özellikle “güven kazanma” bağlamında, Çin gibi emperyalistlerle karşılaştırıldığında daha zordur. Bunun bir yansıması, AB’nin Afrika ile ilişkilerini özellikle 1970’li yıllardan bugüne kadar genelde “yardım verme-yardım alma” biçiminde yü-
rütmesidir. Gelinen yerde bu ilişki biçimi artık işlemez duruma gelmiş, misyonunu doldurmuştur. AB’nin yeni strateji ortaya koyması da esasında Afrika’ya yönelik siyasetin değiştirilmek zorunda kalınmasının sonucudur. AB emperyalistlerinin diğer emperyalistlerden farklı olarak “başarılı partnerlik” için öne sürdüğü önkoşul “iyi yönetim” ya da “iyi hükümet etme” diye de adlandırılabilecek koşuldur. Bu “önkoşul” emperyalistlerin kendilerinin çıkarlarını temsil etmede anlaşılır olsa da, tam bir Avrupa merkezci, yukardan dayatmacı, sömürgeci mantığın bir yansımasıdır. Avrupalı emperyalistler Afrikalı yoksul ülkelere –daha doğrusu çoğu rüşvetçi, yiyici olan yöneticilerine– “biz size yardım ediyoruz, siz de bizim dediğimize uygun davranmak zorundasınız” diye dayatmada bulunma, sömürgecilikten kalan “biz Avrupalı medeni insanlar, siz Afrikalı barbarları yönetme hakkına sahibiz, sizin de emirlerimize uyma yükümlülüğünüz vardır” yönlü siyasetlerini başka biçimlerde de olsa sürdürmektedirler. Mugabe’nin zirveye katılmaması tavrını aslında hepsi savunmaktaydı. Fakat Mugabe yüzünden az da olsa Afrika kıtasının tümden elden kaçma tehlikesi başgösterdiğinde AB’li emperyalistler geri adım atmak zorunda kaldılar. Afrikalı muhataplar, AB’nin Mugabe katılmasın yönlü dayatmasına karşı, bir nevi sömürgeci tavıra karşı “Siz bizi davet ediyorsanız, kimin katılacağına biz karar veririz” ya da “siz bize kimin katılıp kimin katılmayacağını dayatamazsınız” yönlü ortak tavır takındılar. Sonuçta, Alman emperyalizminin temsilcileri, Almanya’nın AB Dönem Başkanlığı yaptığı dönemde, İngiliz yönetimini, Mugabe sorununu tüm kıta ile ilişkiyi engelleme sorunu olarak öne çıkarmamaları yönünde ikna etti. Almanya’nın AB Dönem Başkanlığı döneminde ama zirveyi gerçekleştirmeye zaman kalmadı. Bu yüzden de Portekiz’in
AB Dönem Başkanlığı sürecinde zirve gerçekleşti. Afrikalıların dayatması sonucu Mugabe’nin zirveye katılması kabul edildi ve özel vize ile Mugabe Portekiz’in Başkenti Lizbon’a gitti. Mugabe’nin katıldığı bir zirvenin AB’li güçlerce kabulü kimi medya mensuplarınca “Afrika 1 – AB 0” olarak yorumlandı. Gerçekte bu durum AB’li emperyalistlerin genel hedefleri için de olsa kabul etmek zorunda bırakıldığı bir durumdur. Afrikalılar da artık eskisi gibi kendilerine dayatılanları işine gelmese de kabul etme konumunda değildir. Bir emperyalist olmazsa diğer –kendileri için uygun buldukları– emperyalist güç ya da güçlerle anlaşmalar yapabilme seçenekleri var. Bu olgu, Afrikalı yöneticilerin, emperyalistler arası çelişkileri, kendi ülkelerinin zenginlik kaynaklarını daha uygun koşullarla pazarlama konusundaki konumunu güçlendirmektedir. Örneğin, 1. ABAfrika Zirvesi’nin yapıldığı 2000 yılından sonraki süreçte, Çin üç Afrika Zirvesi toplantısı, ABD bir Afrika Zirvesi toplantısı gerçekleştirmiş ve Japonya da Afrika Zirvesi yapma hazırlıklarını sonlandırmak üzere…
ZİRVENİN GÜNDEMİ… Zirveye 53 Afrika ve 27 Avrupa Birliği üyesi devletin temsilcileri katıldı. Başta İngiltere Başbakanı Brown olmak üzere kimi AB’li yöneticiler Mugabe’nin katılmasını protesto ederek zirveye katılmadı. Zirvenin esas gündemi AB’nin Afrika-Karibik-Pasifik (AKP) coğrafyasından 78 ülkenin birleştiği AKP-Devletleri ile “Ekonomik Ortaklık Anlaşması”nın (EPA) yenilenmiş biçimdeki taslağı, daha doğrusu ise EPA adı altında yeni ticaret anlaşmaları üzerine anlaşma sağlamaktı. Somut olarak bu zirveye Karibik ve Pasifik bölgesinden katılan ülke yoktu. Afrika ülkelerinin (53 ülke katıldı) hemen hemen tüm ülkeleri zirveye katıldı. Bunların da temsilciliği esasta Afrika Birliği (AU)
13
panorama tarafından yapılmaktadır. Böylece görünüşte AB (EU) ile AB (AU) arasında kıtalar arası bir ilişki sağlanmış olmaktadır. Kıtalar arası ilişki görüntüsü verildiğinde ise, gerçekte emperyalist güçlerin Afrika kıtasını talan etme amaçlarının üzeri daha da kolay örtülebilmektedir. Ne de olsa görüntüde iki taraf var ve sözkonusu anlaşma metni üzerine anlaşırlarsa, ikisi de rıza göstermiş gibi görünür. Sözkonusu “Ekonomik Ortaklık Anlaşması” tartışmasında ise esas mesele, AB ile AKP-Devletleri arasında önceden yapılan ve sözkonusu ülkelerin mallarını Avrupa’ya gümrük vergisi olmadan ihraç etme uygulamasının Dünya Ticaret Örgütü (WTO) tarafınca, kendi ticaret kurallarına uymadığı ve diğer ülkelere karşı AKP ülkelerine böylesi bir imtiyazın tanınmasının uzun süre devam edemeyeceği; bunun 31 Aralık 2007’ye kadar sonlandırılması ve yerine yeni ticari anlaşmanın imzalanması gerektiği yönlü kararının yerine getirilmeye çalışılmasıydı. Anlaşmanın sağlanabilmesi için Mugabe’nin katılmasına bile izin verilen zirvenin ön çalışmaları kuşkusuz ki yapılmış ve imzalatılmak istenen anlaşma metninin taslağı önceden ortaya konmuştu. Gerek Afrika ülkelerinde, gerekse de Avrupa’nın değişik ülkelerinde EPA’ya karşı protestolar gerçekleştirilmiş ve bu anlaşmanın ya da anlaşmaların Afrika kıtasının yoksullarını daha da yoksullaştıracağı, kıtanın talan edileceği vb. gerekçelerle reddedilmeleri için mücadele yürütüldü, yürütülüyor. Örneğin 27 Eylül tarihi “StopEPA” (EPA’yı durdurma) adlı inisiyatif tarafından uluslararası eylem günü olarak ilan edildi ve kampanya yürütüldü. Yani zirvenin esas konusu olan “Ekonomik Ortaklık Anlaşması” meselesi üzerine tartışmalar, sadece zirve ile sınırlı değildi. Sözkonusu anlaşmanın temel yaklaşımı ise son yıllarda çokça lafı edilen “neoliberalizm” siyasetinin, yani sınırsız sömürü ve talanın, soygunun gerçekleştirilmesi siyasetidir. Bu da büyük haydutların daha çok sömürmesi, talan etmesi ve soymasından başka anlama gelmiyor. Tek cümle ile ifade edilirse, AB içindeki emperyalist güçler, kendilerine yeni, sınırsız sömürü ve talan alanları açmak için Afrikalı ülkelerle zirvede toplanmıştır. Sözkonusu anlaşmayı imzalatmak için de AB’li emperyalistler ellerinden geleni –ekonomik önlem vb. tehditlere kadar– yapmaktan geri kalmadı, kalmıyorlar. Bu çerçevede zirvenin gündeminde, ticaret ve bölgesel entegrasyon, barış ve güvenlik, enerji, göç, iyi yönetim ve insan hakları, iklim, BM’nin “milenyum kalkınma hedeflerine ulaşma”, bilim, bilgi toplumu vb. konular da vardı. 14
TARTIŞMALARDAN… Zirvenin menüsünün merkezinde yeni ticari anlaşma metninin taraflarca imzalanması dursa da, kamuoyuna yansıyan tartışmalara damgasını vuran AB’li temsilcilerin Mugabe şahsında Afrikalılara yönelik tavırları oldu. Almanya Başbakanı Merkel’in, Zimbabwe’yi “yeni Afrikanın görüntüsüne zarar veren” “kötü yönetim örneği” olarak göstermesi ve buna karşı Afrikalı kimi temsilcilerin tavırları da yine sömürgeci, emperyalist güçlerin Avrupa merkezli “yukardan bakma” bakış açısı ile artık sömürge olmamaya karar verdiğini yansıtan Afrikalıların çelişkilerini yansıtıyordu. Sanki sadece Zimbabwe’de insan hakları çiğneniyormuş da, sanki Avrupa ülkelerinde insan hakları çiğnenmiyormuş da, kendilerini dünya egemeni sayan bu Avrupalı emperyalistlerin temsilcilerinin kendileri sanki Irak, Afganistan, Kongo, Somali, Kenya, Çad ve diğer birçok ülkede yürüyen savaşlardan doğrudan sorumlu ve suçlu değilmiş ve insan hakları savunucuları imiş gibi, Afrikalılara insan hakları dersi vermeye kalkışıyorlar. Bunlara yönelik cevabı yine Afrikalıların kendileri verdi. Senegal Başkanı Wade, Almanya Başbakanı Merkel’i “ne konuda konuştuğunu bilmiyor” diye “doğru bilgilenmeye” çağırdıktan sonra, “Zimbabwe’de insan haklarının geri kalan Afrika ülkelerinden daha çok ihlal edildiği nasıl söylenebilir.” tespitini yaptı. Mugabe de yaptığı konuşma da “Merkel Afrika’yı Afrikalılardan daha iyi tanıdığı kanatinde mi?” sorusunu sorup, Zimbabwe’yi eleştirenleri İngiliz Başbakanı Brown’un borazanlığını yaptığını savundu. Mugabe haklı olarak şunu da söyledi: “Avrupa’nın siyah kıtaya insan hakları ve iyi yönetim konusunda vereceği bir ders yoktur.” Kimin söylediği önemli değil, söylenen doğrudur. Gaddafi, Kara Kıta’nın andaki yoksulluğunun kaynağının sömürgeci güçler olduğunu belirtip Avrupalılardan “Sömürgeci güçler, eski-sömürgelerin zenginliklerini talan ettiği için sözkonusu eski-sömürge ülkelerin halklarına tazminat ödemek zorundadırlar.” talebinde bulundu. AB Kalkınma Komiseri Louis Michel Gaddafi’nin eleştirisini ve talebini geri çevirdi ve “Sömürgeci güçler onlarca yıl yüksek düzeyde meblağlar ödedi” açıklamasını yaptı. Böylece sömürgeci olduklarını, Afrikayı talan ettiklerini kabul etmiş ama tazminat ödemeyi reddetmiş oldu Michel efendi…
SONUÇ… Zir venin amacının “Ekonomik Ortaklık Anlaşması”nın yenilenmiş
biçimiyle kabul ettirilmesi olduğunu düşünürsek, AB tarafı zirvede amacına ulaşamadı. Başta Güney Afrika ve Senegal olmak üzere çoğu Afrika ülkesi, önlerine konan EPA’ya hayır dedi. AB emperyalistlerinin zirvedeki amacına ulaşamaması ama bunların bu amaca varmak için çabalarını sürdürmeyeceği anlamına gelmiyor. “Ekonomik Ortaklık Anlaşması”, ya da içeriğini daha iyi anlatan “Serbest Ticaret Anlaşması”nı Afrika-Karibik-Pasifik ülkelerine imzalatma çabaları sürüyor. 15 Karibik ülkesine tam anlaşma imzalattılar… 20 ülkeyle şimdilik “iç tüzük” denebilecek anlaşma yaptılar. AKP-Devletleri çerçevesinde 43 ülke EPA’yı da, iç tüzüğü de hâlâ imzalamamıştır. Bu konudaki görüşmeler, pazarlıklar değişik biçimlerde sürdürülüyor. Ekonomik anlaşma yapma bağlamında zirve başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Geri planda AB içindeki emperyalistlerin Afrika’yı soyma, talan etme amaçlarının yattığı gerçeğinin üzerini örtebilmek için de, zirvenin gündemindeki yan sorunlar üzerine “ortak strateji” anlaşması konusunda uzlaştılar. Sözkonusu ortaklığın kimi konuları, barış ve güvenlik politikası, insan hakları ve
iyi yönetim, kalkınma, enerji ve göç sorunlarından oluşmaktadır. Bu konularda tarafların ilişkileri, esasta herhangi bir bağlayıcılık olmadan somut durum ve isteklerine bağlı olacak… Bu anlaşma aslında bir dilek ve temenniden öte bir şey değil. Zirvenin ana konusu EPA bağlamında ise AB içindeki emperyalistlerin işi zor görünüyor. Afrika ülkelerinin çoğunluğu yeni bir anlaşma metni üzerinde yeniden görüşmeye hazır olduklarını; ama zirve için önlerine sunulan anlaşma üzerine artık tartışmayacaklarını ilan etmiş durumdalar. AB’li emperyalist güçlerin önünde ya Afrika’yı giderek kaybetme, ya da bunu engellemek ve daha fazla nüfuz elde edebilmek için Afrika ülkelerine kabul edilebilir anlaşma taslağı sunması seçeneği duruyor. İkinci seçenek için seçim yapacakları kesindir. Esas mesele kendi amaç ve isteklerinden geri adım atıp atmayacakları, daha doğrusu Afrika ülkelerini en az tavizle ikna edip edememe meselesidir. Bu konudaki gelişmelerin hangi yönde olacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz. 18 Mart 2008 ✓
“Kontrollü bağımsızlık” yürürlükte... - KOSOVA Bu “bağımsız” 2,2 milyon nüfusu olan devletin toprakları üzerinde ABD emperyalizminin Avrupa’daki en büyük askeri üssü de durmaktadır. Kosova’da sadece NATO’nun askeri gücü yoktur, ABD emperyalizminin askeri gücü de vardır.
1
7 Şubat 2008 tarihinde, bir Pazar günü, Kosova Parlamentosu Özel Toplantı yaparak “bağımsızlığını” ilan edip Sırbistan’dan ayrıldı. Bu ayrılma ilanı ile ve Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılıp ayrı devlet kurmasını doğrudan teşvik eden ve bunu destekleyen güçlerin, Kosova devletinin kuruluşunu resmen kabul etmeleriyle; Kosova 193. (bu sayı basından alınmıştır) devlet olarak dünya sahnesine ayak bastı. Kosova parlamentosunun bu kararı değişik tepkilere yol açtı. Fakat biz bu tepkilere değinmeden önce, “kontrollü bağımsızlık” adımı atılması öncesindeki kimi öne çıkan noktalara dikkat çekmek istiyoruz.
Kosova’nın “nihai statüsü” üzerine tartışmalar, görüşmeler ve pazarlıklar uzun süreden beri sürüyordu. Dergimizin 97. sayısında, 18 Ocak 2006 tarihli ve “Kosova’nın ‘nihai statüsü’ ne olacak?” başlıklı yazımızda, o güne kadarki gelişmeleri özetleyip aktarmıştık. Sözkonusu yazımızda durum tespiti bağlamında şunları da tespit etmiştik: “Yazımızın girişinde de tespit ettiğimiz gibi sorun, Kosova’nın SırbistanKaradağ’dan ayrılıp emperyalistlerin denetiminde ‘bağımsız’ bir devlet mi olacak, yoksa geniş çaplı haklara sahip özerk bir cumhuriyet, bölge olarak mı kalacak sorunu ikileminde ele alınmaktadır.
panorama Bu temelde soruna bakıldığında ve özellikle Kosova’da Arnavut halkı ile diğer milliyetlerden insanların birlikte yaşama ortamlarının, birbirine karşı güvenlerinin uzun süre için ortadan kalktığı gerçeği ve yaklaşık yedi yıllık süreçte NATO ve BM yönetiminde Kosova’da devlet kurumlarının oluşturulduğu da bilindiğinde; sonucun Sırbistan-Karadağ yönetiminin isteğine uygun geniş çaplı haklara sahip bir özerklikle sonuçlanması, ancak Kosova yönetiminin “bağımsızlık” talebinden vazgeçmesi ve emperyalistlerin kendilerine uygun görüp dikte ettikleri görüşleri onaylamasıyla mümkündür. Sırbistan yönetiminin Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasına onay vermesi esas olarak beklenmemelidir. Onay verirse eğer, bu da esas olarak emperyalistlerin dayatmaları sonucu olacaktır.” (Çağrı, sayı 97, sayfa 27) Bunu tespit ettiğimiz tarihten sonraki süreçte BM tarafından “arabulucu” olarak atanan Martti Ahtisaari’nin aracılığıyla Sırbistan ve Kosova temsilcileri arasında görüşmeler başlatıldı. Sözkonusu görüşmelerde taraflar temel yaklaşımlarından taviz vermedi. Yani Kosova “bağımsız devlet” talebinden vazgeçmedi, Sırbistan ise bunu kabule yanaşmadı. Böylece Şubat 2007’ye gelindiğinde, tarafları uzlaştıramayacağı ortaya çıktığında, BM’nin arabulucusu Ahtisaari, Birleşmiş Milletler’e “Kosova-Planı” diye bir plan sundu. Sözkonusu planın başlıkları özetle şöyleydi: “– Kosova kendisine a it bir Anayasa’ya, ulusal sembol olarak da sancak, bayrak ve ulusal marşa sahip olacak. – Kosova bölgesi (eyaleti) BM gibi uluslararası örgütlere, Dünya Bankası’na veya Para Fonu’na üye olabilir. – Bölge (eyalet) hafif silahlı küçük bir Ordu kurabilir. – Kosova kendi dış sınırlarını kontrol eder. – Eski Yugoslavya devletinin mülkü Kosova’ya düşer (ait olur). – Sırp azınlığı için, adli kurumlarda, öğrenim, polis ve parlamentoda özel haklarla genişletilmiş koruma ve Sırp halkının çoğunluğu oluşturduğu bölgelerde kısmi otonomi. – Ortaçağdan kalma Sırp kilise ve manastırları korumada özel haklar. – AB-Temsilciliğini ve bunun planın uygulanması için geniş çapta kontrol etme hakkı. – NATO tarafından yönetilen bir güç güvenliği garanti eder. – Kosova örneğin “Anacumhuriyet” Arnavutluk gibi hiç bir komşusuyla birleşemez.” (Şubat 2007 başında sunulan plandan) Bu plan özellikle Rusya’nın itirazları sonucu BM Güvenlik Konseyi’nde kabul edilmedi. Kuşkusuz ki Sırbistan yönetimi de bu planı tümden reddetti. Çünkü bu plan esasında AB’nin
kontrolü altında –tabii ki ABD’nin onayıyla ve Kosova’daki varlığını sürdürme koşuluyla– bir Kosova devletinin yaratılması planıydı. Sırbistan Kosova’nın ayrılmasını kabul etmediği gibi, Washington-BrükselPriştina üçgeninde oluşan bu planın er ya da geç uygulamaya geçeceği de ortaya çıkmıştı. Taraf ların fark lı ya k laşımlarından bağımsız olarak BM temsilcisi Ahtisaari, önerdiği plan ile BM’nin 1999’daki 1244 sayılı kararını hiçe sayıyordu. Sözkonusu karara göre Kosova özerk bölge olarak Yugslavya’ya –şimdiki Sırbistan’a– aittir. Kendilerinin de önceden kabul ettiği bir durumu, böylece geçersiz ilan etmektedirler. Bizim için bu durum kuşkusuz ki acayip bir durum değildir. Tersine o kadar çokça üzerine and içilen uluslararası hukukun da esasta emperyalist güçlerin çıkarlarına göre belirlendiğinin sadece bir örneğidir. İşlerine gelince hukuktan bahsederler, alınan kararları savunurlar, işlerine gelmediğinde ise yeni
tenen görüşmeler de, esasında Sırp tarafını Kosova’nın “bağımsızlığını” kabul etmeye ikna etme yaklaşımı temelinde yükseliyordu. Sonuçta yaklaşık iki sene değişik biçimlerde süren görüşmeler, pazarlıklar, tarafların iki sene önceki tavırlarından özde bir şey değiştirmedi. Kosova yönetimi “bağımsızlık” talebinden vazgeçmedi ve sonuç Sırbistan yönetiminin istediği “geniş çaplı haklara sahip özerklik” ile sonuçlanmadı. 17 Şubat 2008 tarihinde Kosova Parlamentosu’nun “bağımsızlık” ilanı, bizim 18 Ocak 2006 tarihinde yaptığımız değerlendirmenin doğruluğunu bir kez daha gösterdi.
“BAĞIMSIZLIK” NEYİN NESİ?… Kosova’nın “bağımsızlık” ilanı 17 Şubat 2008 tarihinde dünya kamuoyuna da ulaştı. Her şeyden önce sözkonusu “bağımsızlığın” sadece Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılması olduğu, bağımsızlıktan bahsedilecekse sadece bu anlamda bağımsız-
Hürriyet gazetesinin aktarımına göre de, “bağımsızlık bildirgesi”nde: “Kos ov a u lu su nu n, Bi rle şm i ş Milletler elçisi Martti Ahtisaari’nin daha önce önerdiği, Rusya’nın vetosu ile reddedilen plana bağlı kalınarak, ‘kontrollü bağımsızlık’ dahilinde yaratılacağı ifade edildi.” (Hürriyet, 18 Şubat 2008) Bu planın kabulü “AB’nin uluslararası sivil mevcudiyeti ve NATO’nun askeri varlığının da ülkede memnuniyetle karşılanacağı” (aynı yerden) düşüncesiyle tamamlanmaktadır. Kısaca vurgulamak gerekiyorsa, Kosova, AB’nin “sivil” ve NATO’nun da askeri kontrolü altındaki bir “bağımsız” devlet olacak. Bu “bağımsız” 2,2 milyon nüfusu olan devletin toprakları üzerinde ABD emperyalizminin Avrupa’daki en büyük askeri üssü de durmaktadır. Kosova’da sadece NATO’nun askeri gücü yoktur, ABD emperyalizminin askeri gücü de vardır. Gerçekte bağımsız olmayan bu “kontrollü bağımsız” devlet ilanı üzerine tartışmalar, tepkiler ise burjuvazinin, hangi ülkede olursa olsun ezilenlerin bağımsızlığına düşman olduğunu belgelemektedir. ABD ve AB içindeki emperyalist güçlerin Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasını sağlamaları, bu güçlerin ezilenlerden yana olduğu anlamına gelmez.
TARTIŞMALARDA ÖNE ÇIKAN İKİ NOKTA…
kararlarla durumu kendilerine uygun hale getirirler ve önceki kararları geçersiz sayarlar. Kosova somutunda yaşananlar da bunun bir örneğidir. 2007 yılı Haziran ayı başında Almanya’da yapılan G8-Zirvesi’nde de Kosova sorunu gündemdeydi. Fakat yine herhangi bir anlaşma sağlanamadı. Bu arada AB-Konseyi Kosova’nın statüsü sorununu Batı Balkanlarda çözülmesi gereken en acil sorun ilan etti. Kosova yönetimi de artık fazla bekleyemeyeceklerini, her türlü gecikmenin KosovaArnavutları için hayal kırıklığını büyüteceğini açıklayarak “uluslararası birliğini” hızlı karar vermeye çağırdı. En gecinden G8-Zirvesi’ndeki tartışmalar ve öneriler Kosova’nın Sırbistan’ dan ay rı lmasının artık zamana bağlı olduğunu ortaya koymuştu. BM ve BM Güvenlik Konseyi’ndeki pazarlıklar, tartışmalar da gerçekte yeni bir şey getirmedi, olgulara bakıldığında zaten yeni bir şey beklenemezdi de. G8-Zirvesi’nden sonraki dönemde Sırbistan ve Kosova temsilcileri arasında yapılmak is-
lığını ilan ettiğini bilince çıkarmak gerekiyor. Çünkü Kosova gerçekte bağımsız falan değil. 1999’dan beri BM ve NATO güçleri tarafından yönetilmektedir. Bundan değişecek olan esas şey, AB’nin işin içine daha çok girmesi ve yönetim işinin esasını üzerlenmesidir. Bunun için daha Kosova “bağımsızlığını” ilan etmeden AB Kosova’ya yaklaşık 3000 civarında, polis, yargıç, gümrük memuru ve gardiyanlardan oluşan bir “yönetim” gücünü gönderme kararı almıştır. Bu karar açıkça uluslararası hukukun çiğnenmesidir. Böylece AB, tarihinde en geniş katılımlı “sivil müdahale”yi de gerçekleştirmiş olacaktır. Mayıs ayından itibaren AB-Misyonu EULEX, BM-Misyonu UNMİK’in misyonunu üzerlenecek. Bu ama hemen UNMİK’in tasfiye edileceği anlamına gelmiyor. BM, AB, NATO ve de ABD Kosova’nın gerçek yöneticileri durumunda. “Kontrollü bağımsızlık” da esasında bağımsız olunmadığının belgesidir. Sırbistan’dan ayrılınmış ama emperyalist güçlerce kontrole alınmış bir durum sözkonusudur.
Kosova’nın “bağımsızlık” ilanı ve bunun kabulü üzerine tartışmalarda öne çıkan en önemli meselelerden biri, bunun diğer bağımsızlık için mücadele eden milletler ve milliyetler için örnek teşkil edip etmeyeceği konusu oldu. Bu konu, Kosova’nın “bağımsızlık” ilanının reddedilip reddedilmemesinde neredeyse temel ölçü durumunda. Bu bağlamda AB içindeki kimi ülkeler Kosova’nın “bağımsızlık” ilanını desteklemiyor. Başta İspanya olmak üzere, Kıbrıs, Yunanistan, Romanya ve Slovakya, bu adımın başka milletlere, onlara göre azınlıklara emsal oluşturacağı gerekçesiyle Kosova’nın “bağımsız” devlet olarak kabul edilmesine karşı çıkıyor. Bu karşı çıkışta ikinci bir nokta araya giriyor. Kosova’nın “bağımsızlık ilanı”nın uluslararası hukuku çiğnemek anlamına geldiği, ya da uluslararası hukuka aykırı olduğu yönlü itirazlar yükselmektedir. “Bir hukuk devleti yaratılmak istenirken, uluslararası hukukun çiğnenmesinin acı bir şaka” olduğu anlatılmaktadır. BM Güvenlik Konseyi içinde de Rusya ve Çin başta olmak üzere Güney Afrika, Vietnam, Libya ve Endonezya Kosova’nın “bağımsızlık” ilanına karşı tavır takındı. Uluslararası hukukun çiğnenmesi eleştirisi, formel olarak ele alındığında doğru bir eleştiridir. Fakat bu eleştiri uluslararası hukukun em-
15
panorama peryalistler tarafından belirlendiğini ve her zaman işlerine geldiği gibi uluslararası hukuku yorumladıkları, ya da kendilerine uygun hale getirdikleri gerçeğini göza rd ı et mek tedir. Bu temelde yükselen eleştiri, esasında bunu savunanların kendi çıkarlarını savunmada u luslararası hu ku ka sahip çıkar görünme s a htek â rl ı ğ ı n ı n bi r aracıdır. Emsal oluşturma meselesine gelince: İspanya açıkça bunun Bask veya Katalanlara örnek olmasından rahatsız. Rusya, Sırbistan’ı desteklemesine rağmen, bunun aynı zamanda Abhazlara veya Osetlere örnek olabilmesinden rahatsız. Kıbrıs ve Yunanistan ise bunun “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” için emsal olmasından rahatsız. Romanya ve Slovakya da kendi azınlıklarından korkmaktadır… Sri Lanka bile Kosova’nın Tamillere emsal oluşturacağı korkusuyla soruna yaklaşmaktadır. AB ülkeleri kendi aralarındaki tartışmalarda Kosova’nın “bağımsızlık ilanının” kabulü için ortak tavır oluşturmaya çalıştılar. Fakat mümkün olmadı. Buna rağmen ama özellikle İspanya’nın kaygılarının ortadan kaldırılması için Kosova örneğinin özel bir durum olduğu ve başka hiç bir duruma emsel teşkil etmeyeceği konusunda tavır belirlediler. Tüm bu tavırlar gerçekte ezilen millet ve milliyetlerin bağımsızlığına, özgürlüğüne karşı, ezen, sömüren güçlerin, sömürgeci güçlerin tavırlarını çıplak biçimde ortaya koymaktadır. Onlar Kosova-Arnavut milletinin özgürlüğüyle de ilgilenmiyor aslında. Tıpkı Türk devletinin temsilcileri gibi, “Kürtlere hak verirsek, Lazı, Arabı, Çerkezi ve diğerleri de ortaya çıkar ve hak ister” korkusuyla demokratikleşme yerine baskı ve zülmu seçmesi gibi soruna yaklaşıyorlar…
TÜRKİYE’NİN TAVRI…
16
Türkiye’nin Kosova’nın “bağımsızlık ilanı’nı tanıyıp tanımayacağı soru işareti bile değildi. Başbakan Erdoğan, sözkonusu ilandan kısa süre sonra, bir zamanlar UÇK’nın terörist başı olarak da adlandırılan andaki Kosova Başbakanı Haşim Taci’yi telefonla arayıp kutladı. Hürriyet gazetesinin haberine göre Erdoğan: “Başta Türkler ve Arnavutlar olmak üzere Kosova’yı oluşturan unsurlar birlik ve beraberliği güçlendirecektir.” (19 Şubat 2008) demiş ve Türkiye’nin Kosova’ya desteğini sunmayı sürdüreceğini söylemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin
22 Mart Dünya Su Günü
başı olarak bu tavrı takınması beklenen bir şey. Buna rağmen ama Erdoğan’ın Kosova’da Türk kökenlilerin oranının % sıfır nokta bilmem kaç ya da en fazla 1 civarında iken Türkleri öne çıkarma tavrı, tam bir turancı mantığın ürünü. Türkiye’nin Kosova’yı “bağımsız” bir devlet olarak resmen kabul etmesi ise, Fransa, İngiltere, Almanya ve İtalya gibi emperyalistlerin resmi tavırlarının açıklanmasının ardından ilan edildi. Bu bekleme tavrına rağmen Türkiye Kosova’nın “bağımsızlık ilanını” ilk kabul edenler arasındadır. Bu arada kuşkusuz ki şu soru ortaya çıkıyor: Neden Türkiye, Kosova’nın Kürtlere ya da ulusal azınlıklara emsal teşkil edeceğinden kaygı duymuyor? Bunun cevabı aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısında, karakterinde, tarihinde saklıdır. Bu yazıda ise buna değinmemiz yazının çerçevesini aşacaktır… Erdoğan usta bir demagog olduğunu bu konuda da gösterdi. Şunları da söyledi: “Şimdi Kosova halkının, Kosovalı yöneticilerin omuzlarında tarihi bir sorumluluk olduğunu hatırlatmakta fayda görüyorum. Kosova içindeki her kesime, her bir vatandaşa eşit muamele edilmesi, barış, huzur, istikrar, birlik ve beraberliğin korunması her zamankinden daha fazla önem arz ediyor.” (Hürriyet, 20 Şubat 2008) Türkiye Cumhuriyeti devletinin Başbakanı Kosova yöneticilerine bunları “hatırlatmaktadır”! Kendisine göre az sayıda da olsa Türk kökenlilerin haklarını savunuyor… Peki kendisi bu devletin başbakanı olarak her kesime, her bir vatandaşa eşit muamele yapılması için ne yapıyor acaba? Türkiye’den Kosova’ya dönersek, Kosova halklarının gerçek bağımsızlık için mücadelesinin emperyalistlere karşı mücadele olarak verilmesi gündemin esası olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm emperyalist güçler Kosova’dan defolun! 20 Mart 2008 ✓
S
u insanlık için yaşamsal öneme sahiptir. Su olmadan yaşam olmaz! İnsan 30 gün aç yaşayabilir, ama 5 gün susuz yaşayamaz. 22 Mart Birleşmiş Milletler UNCED tarafından 1992 yılında Dünya Su Günü ilan edildi. Dünya Su Günü için her yıl değişik temalar seçiliyor. Bu yıl seçilen tema, ‘sıhhi tesisat’. Musluktan akan su, tuvalet, banyo, pisuvar, giderler ve bunların hijyeni ‘sıhhi tesisat’ olarak adlandırılıyor. Bu yıl Dünya Su Günü için hijyen teması seçilmiş, ama su bulamayan ezilenler için hijyenin hiçbir anlamı yok! Dünyada her gün 5 bin çocuk ve yılda yaklaşık 2 milyon çocuk ishalden ölmektedir. 2.6 milyar insan sıhhi tesisatın olmadığı şartlarda yaşıyor. Dünya nüfusunun yüzde 40’ı tuvalet kullanmıyor. Bu şartlarda hijyenin önemi üzerine nutuk atmanın ne anlamı olabilir ki? Hijyen olabilmesi, üzerine konuşulabilmesi, eğitimi için öncelikle yeterli su olması gerekiyor! Suyun olmadığı yerde hijyen üzerine yapılan gevezelik, sağlık koşullarına önem verildiği izlenimi vermek içindir.
Tatlı su kaynakları giderek azalıyor Dünyada 26 ülke su fakiri olarak adlandırılıyor. Bu ülkelerden 11’i Afrika’da, 9’u Ortadoğu’dadır. Ortadoğu’nun su fakiri olması, gelecekte bölgede su savaşları senaryolarının yapılmasına zemin hazırlıyor. Türkiye kişi başına düşen yıllık 1500 metreküp suyla, su fakirliği sınırına yakın bir ülkedir. Türkiye’de de tatlı su kaynakları giderek azalıyor. Tatlı su kaynaklarının azalmasının nedenlerinden biri küresel ısınmadır. İklim değişikliklerine yol açan küresel ısınma, kimi bölgelerde kuraklığı da beraberinde getiriyor. Evsel ve sanayi atıkların yer altı sularına karışması, nehirlerin zehirlenmesi vb. diğer bir etkendir. Daha fazla kar dürtüsü ile yapılan kapitalist üretim, çöplerin, zehirli atıkların tatlı su kaynaklarına karışmasına neden olarak, tatlı su kaynaklarının azalmasına sebep olmaktadır. Çeşitli bölgelerde siyanür yöntemi ile altın madeni çıkarılmasına izin
verilmektedir. Kışladağ, Efemçukuru, Kaz Dağları bu bölgelerden bazılarıdır. Efemçukuru’nda maden işletilmesi demek, İzmir’de çeşmelerden arsenikli su akması demektir. Kaz Dağları’nda siyanür ile altın çıkarılması demek, yer altı su kaynaklarının zehirlenmesi demektir. Kapitalizmde her şey alınıp, satılan metaya dönüştürülmüştür. Doğada doğal olarak bulunan su, ticari meta oldu. Çoktandır büyük şehirlerde musluklardan temiz su akmıyor. İçme suyunu parası olanlar ayrıca satın almak zorunda kalıyorlar. Belediyeler musluklardan akmayan temiz su için para alıyorlar. Su parası belediyeler için önemli gelir kaynağı oluşturuyor. Ama sadece belediyeler için değil! Suyun ceplerini yeni kârlarla şişirmenin önemli bir aracı olduğunu gören Türkiye’deki yerli ve yabancı kapitalistler uzun zamandan bu yana su satımına çok yoğun olarak girmişlerdir. Şişede, pet şişede, damacanada, su fahiş fiyatlarla alıcıya sunulmakta, kapitalistler su satımından büyük kârlar elde etmektedirler. Kaliteli, temiz ve kullanılabilir suyun eskiye göre daha az bulunabilmesi, suyun kapitalistler tarafından pazarlanması dürtüsünü artırmaktadır. Normal seyri içerisinde kapitalist ekonominin gelişmesi, kent nüfusunun artması, kullanılabilir, temiz su rezervlerinin azalması ile birlikte özel sermayedarların sudan büyük kârlar kazanmasının yolunu açmıştır. Suyun yalnızca ülkeler içerisindeki önemi giderek artmakla kalmamakta, bir dizi ülke ilişkileri arasındaki rolü de büyük oranda artmaktadır. Su, uzun dönemden bu yana çeşitli kapitalist ve bağımlı devletler arasında stratejik bir madde, uğruna çatışmalara girmekten kaçınılmayacak bir zenginlik haline gelmiştir. Su sorununda da geniş işçi ve emekçilerin sorunları için çözümün anahtarı işçi, emekçi iktidarında yatmaktadır. İşçi ve emekçiler için kaliteli, temiz, kullanılabilir su nasıl elde edilebilir sorusu, ancak suyun mülkiyetinin hangi sınıfın elinde olacağına bağlı alındığında doğru olarak yanıtlanabilir bir sorudur. 27 Mart 2008 ✓
yaşam temellerini koruma mücadelesi
K
Kışladağ Altın Madeni: Altın mı, Çevre mi?
anadalı altın tekeli Eldorado Gold şirketinin Türkiye temsilcisi olan TÜPRAG Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, Uşak ilçesi Eşme’nin Katrancılar Köyü yakınlarında bulunan Kışladağ’da 1997 yılında altın arama çalışmalarına başladı. Çalışmalar sonucunda bölgede 200 ton altın rezervi olduğu tespit edildi. Kışladağ’da altın çıkarılması için hazırlıklarını sürdüren TÜPRAĞ’a, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) Raporu verildi. TÜPRAĞ Kışladağ’da Nisan 2006 tarihinde, deneme adı altında siyanür yöntemi ile altın çıkarmaya başladı. Maden, resmi olarak 11 Temmuz 2006 tarihinde Enerji Bakanı Hilmi Güler tarafından açıldı. Eşmeli köylüler, çevreciler ve TÜPRAĞ şirketi arasındaki hukuk mücadelesi, 2005 yılında başladı. Madende kullanılmak üzere arazilerinden su boru hattı geçirilmek istenen İnay köylüleri, yürütmeyi durdurma istemiyle dava açtı. Manisa İdare Mahkemesi, Kışladağ mevkiinde ‘deneme amaçlı olarak’ siyanürle altın çıkarılan madene altı kuyunun suyunu kullanması için verilen izni durdurdu. Kışladağ Altın Madeni’ne verilen olumlu Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporunun iptali istemiyle, Manisa İdare Mahkemesi’nde dava açıldı. Mahkeme iptal istemini reddetti. Temyiz incelemesi yapan Danıştay 6. Dairesi, 09. 07. 2007 tarihinde, Çevre ve Orman Bakanlığının verdiği ÇED olumlu raporunun yürütmesini durdurarak ve “telafisi olanaksız zararlar doğabilecektir” kararını verdi. Bu karar üzerine, 17 Ağustos 2007 tarihinde Kışladağ Altın Madeni Uşak Valiliği’nce mühürlendi. 06. 02. 2008 tarihinde Danıştay 6. Dairesi, Manisa İdare Mahkemesi’nin ÇED raporunu iptal istemini reddeden kararını esastan bozarak, “yeniden bilirkişi heyeti oluşturulması ve siyanür liçi yönteminin uyuşmazlık konusu altın madeni tesisinin yer aldığı alanın ve çevresinin topoğrafik, meteorolojik, hidreolojik, toprak yapısı vb. unsurlar dikkate alındığında bilimsel, teknik, ekonomik ve çevreye uyum yönünden seçilen en uygun teknik olup olmadığının, bu yöntemle ortaya çıkacak diğer ağır metallerin ve siyanür liç yönteminin çevre ve insan sağlığı, toprak, su, hava, flora ve faunaya olan tüm etkilerinin ÇED raporu ile birlikte bir bütün olarak incelenerek açıklığa kavuşturulması gerektiği” kararını verdi. Danıştay 6. Dairesi’nin verdiği iki karar da TÜPRAĞ Şirketi’nin aley-
hinedir. Danıştay 6. Dairesi önce Manisa İdare Mahkemesi’nin ÇED raporunun iptal istemini reddeden kararının yürütmesini durdurmuş, ardından İdare Mahkemesi’nin kararını esastan bozmuştur. TÜPRAĞ Madencilik, Danıştay 6. Dairesi’nin ÇED raporunu iptal istemini reddeden kararını esastan bozma kararını, hükümetin, medyanın da yardımlarıyla kendi lehineymiş gibi hava yaratarak, Kışladağ Altın Madeni’ni 06. 03. 2008 tarihinde yeniden işletmeye açmıştır. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın talimatı ve Uşak Valiliği’nin kararı ile Kışladağ’da altın madeninin yeniden açılmasının yasal dayanağı yoktur.
sularında azalma ve kuruma olacağı TÜPRAĞ tarafından alınan ÇED raporunda da belirtilmektedir. Bilim insanları ise 17 yıl geçmeden yer altı sularının kuruyacağını söylüyorlar. Ağır metallerle ve siyanür ile toprağın, havanın ve suyun zehirleneceğini söylüyorlar. Altın madeni Hilmi Güler tarafından açılmadan bir hafta önce, Eşme yöresinde yaklaşık iki bin kişi çeşitli yakınmalarla sağlık kurumlarına başvurdu. Resmi açıklamaya göre; “Eşme İlçesi’nin içme suyu şebekesine kanalizasyon karışmıştı.” Oysa hastaların arasında, o günlerde Eşme’ye hiç gelmeyen, su şebekesi olmayan köylerden yurttaş-
Altıncıların çıkarları söz konusu olduğu zaman, ne mahkeme kararları, ne de çevre bunların umurlarında olmamaktadır. Çevrenin katledilmesi uğruna gelecek olan muazzam karlar altın tekellerinin iştahlarını kabartmaktadır.
ların da olması, yakınmaların farklı olması, hastalıkların deneme üretimine başlayan madenden kaynaklanmış olabileceği kuşkusunu yarattı. Gerçek kısa sürede ortaya çıktı. İnsanlar madenden yayılan hidrojen siyanürden zehirlenmişti. Bir süre önce Kışladağ Altın Madeni’ne 6 kilometre mesafedeki İnay köyünde toplu hayvan ölümleri oldu. Köylüler bir ayda 80 kuzunun öldüğünü, çok sayıda yaban hayvanının telef olduğunu, koyunların ölü ve sakat kuzu doğurduklarını belirterek, ölümlerin altın madeninde kullanılan siyanür yüzünden meydana geldiğini söylüyorlar.
Kışladağ Altın Madeninin zararları Kışladağ altın madeni 6 milyon m2 alan üzerinde kuruludur. 130 milyon ton kaya çıkarılıp öğütülecek, 2 milyon m2 açık alana serilecek olan cevher, içme suyu adı altında madene götürülen 300 milyon m3 temiz yer altı suyu kullanılarak 70.000 ton siyanür ile yıkanacaktır. Maden işletmesi sonrası 400 metre derinlikte 1000 metre çapında zehirli bir atık havuzu bırakılacaktır. Yer altı suyuna karışacak olan siyanür, arsenik, antimon, kurşun vb. ağır metalleri harekete geçirecek ve yer altı suları zehirlenecektir. Bu sularla yetişen ürünler çevre sağlığı ve canlı yaşamını tehdit edecektir. Tehlikeli atıkların yaratacağı kirlilik Gediz nehri vasıtasıyla İzmir körfezine kadar ulaşabilecektir. Madenin bulunduğu bölge yer altı suyu bakımından oldukça fakirdir. Madenin 17 yılda yeraltından 300 milyon metreküp su çekeceği, yer altı
Siyanür dedikleri Altın tekellerinin altın madeni işlettikleri dünyanın bir dizi bölgesinde, son yıllarda onlarca insanın hayatını kaybettiği, nehirlerin, geniş meraların canlıların yaşamaz hale geldiği sayısız kaza gerçekleşti. Altın elde edilirken, altını diğer maddelerden ve topraktan temizlemek için son derece zehirli başka bir madde kullanılıyor: Siyanür! Siyanür, hidrosiyanik asit ve bu asitten türeyebilen metal tuzlarının genel adıdır. Hepsi şiddetli zehirlidir. En önemlileri, sodyum siyanür
ve potasyum siyanürdür. Endüstride ısıtılmış kuru karbonlar üzerinden, amonyak (NH3) ve CO gazlarının karışımı geçirilerek elde edilirler. HCN (Hidrosiyanik asit), acı badem kokusunda çok uçucu bir sıvıdır. 28 santigrat derecede kaynar. Sudaki çözeltisi çok zayıf asittir. Altın yeraltından saf biçimde ve kütleler halinde çıkarılmamaktadır. Altın aranan yerden tonlarca toprak çıkarılmakta, bu toprak siyanürle yıkanmaktadır. Bu süreç içinde siyanür, var olan altın parçacıklarını birleştirip topraktan çekip almaktadır. Altın temizleme ve ayrıştırma işleminden sonra, bu zehirli su, maden yakınında önceden hazırlanmış olan havuzlara akmaktadır. Son derece zehirli olan siyanür içeren atık suların toplandığı havuzlarda sızıntılar meydana gelmektedir. Bu durum, çevrede yaşayan tüm canlılar için felaket demektir. Son yıllarda dünyanın çeşitli yerlerinde altın madenlerinde yaşanılan kazalardan vereceğimiz birkaç örnek durumun vahametini göstermektedir. 18 Haziran 2006, Gana: Bogoso Gold Limited Şirketi’nin altın madeninin atıklarının saklandığı atık barajında meydana gelen siyanür sızıntısı sonrasında Ajo Nehri’nde balıklar ve ıstakozlar öldü. Siyanürlü atıkların taşındığı bir borunun patlaması sonucu atıklar doğaya karıştı. Bölgede yaşayan insanlar çeşitli rahatsızlıklar geçirdi. Ocak 2006, Çek Cumhuriyeti: Siyanür sızıntısı Elbe Nehri’nde binlerce balığın ölümüne neden oldu. 28 Kasım 2005, Romanya: Bir altın madeninden sızan siyanür Tizsa Nehri’ne karıştı. Binlerce balık öldü. 20 Haziran 2005, Laos: Phu Bia altın madeninde meydana gelen siyanür sızıntısı sonrasında madenin 3 km’lik çevresindeki nehirlerde balıklar öldü. Bölgede yaşayan 100’den fazla insan zehirlendi. Siyanürün zararlarına rağmen, bu yöntemle altın çıkarma dünya çapında yaygınlaşmaktadır. Çünkü bu yöntemle bir ton toprakta sadece birkaç gram altın olsa bile, bu miktar temizlenebilmektedir. Bu sırada çevredeki canlıların hayatının tehlikeye girmesi, çevre kimin umurunda! Altın tekellerini esas olarak ilgilendiren bu işin sonunda elde ettikleri muazzam karlardır! Çevrenin korunması, üzerinde yaşanılabilir bir çevrenin gelecek nesillere aktarılması sorunu, günümüzün can alıcı sorunlarından bir tanesidir. Altın uğruna, kar uğruna çevrenin katledilmesine hayır! 0 Mart 2008 ✓ 17
yaşam temellerini koruma mücadelesi
Zulme Başkaldırının Adıdır “NEWROZ”…!
N
18
ewroz isyanın, başkaldırının ve özgürlüğün adıdır. Egemenler ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar değiştiremeyecekler Newroz’u “Nevruz” diye… İçini boşaltamayacaklar zulme isyanı “baharın gelişi” diye… Newroz egemenlere değil ezilen halklara aittir. Tarihsel kökenine inildiğinde “Newroz”, bize empoze edilmeye çalışılan “bahar bayramı” olarak görülmemektedir. Newroz’un yaklaşık 4350 yıl gerilere dayanan bir geçmişinin olduğu görülmektedir. Bu dönemde Gutilerin tapınaklarda Zagmuk adında bir bayram yaptıkları bilinmektedir. Zagmuk da ‘Yeni gün’ anlamındadır. Zagmuk bayramı törenlerinde ateşler yakılır ve kral halkın arasına girer. Daha sonraki yüzyıllarda Zagmuk geleneğinin Zerdüştlükte de ortaya çıktığı görülür ve bu tören gelenekleri Gutilerden sonra Hurriler, Kassitler, Mitaniler, Urartular ve Medler zamanında da korunur. Newroz aynı zamanda Demirci Kawa’nın zalim Dehak’a karşı isyanı olarak efsaneleşmiştir. Efsane şöyledir: Bundan çok eski zamanlar öncesinde, daha yeryüzünde kimsenin
olmadığı dönemlerde Zervan isimli tanrının iki oğlu olmuştur. Birinin adı Hürmüzdür. Bereket ve ışık saçan anlamına gelmektedir. Diğerinin ki ise Ehrimandır. Kötülük ve kıtlık saçan anlamındadır. Fırat ve Dicle’nin yaşam bulduğu, AhuraMazda’nın kutsadığı topra k larda Hürmüz hep iyinin ve uygarlığın temsilcisi, Ehriman da onun karşıtı olmuştur. Hürmüz, dünyada kendisini temsil etmesi için Zerdüşt’ü gönderir ve yüreğini sevgi ile doldurur. Zerdüşt ise buna karşılık oğullarını ve kızlarını Hürmüz’e hediye eder. Ehriman bu durumu kıskanır ve yüzyıllar boyunca sürecek olan iyilerle savaşına başlar. Tüm iyilere, Zerdüşt’ün soyuna ve iyiliklere Medya coğrafyasındaki yaşamı çekilmez bir duruma getirir. Ehriman bazen gökten ateşler yağdırır bazen fırtınalar koparır ve iyiliğe ve iyilere hep zulm eder. En sonunda da içindeki nefreti ve kötülük zehrini zalim Kral Dehak’ın beynine akıtır ve onu bir bela olarak Asur ve Med halkının üzerine salar. Dehak’ın bildiği tek şey kötülük etmektir. Zalim Dehak halkının kanını emerken beynindeki zehir bir ura dönüşür ve onu ölümcül bir hastalığın pençesine düşürür. Dehak acılar
içinde kıvranarak yataklara düşer ve hastalığına bir türlü çare bulanamaz. Dönemin doktorları acılarının dinmesi, yarasının kapanması ve hastalığının iyileşmesi için yaraya genç çocukların beyinlerinin sürülmesini önerirler. Böylece Kürtlerin yaşadığı coğrafyada aylarca hatta yıllarca süren bir katliam başlar; her gün zorla anne babalarından alınan iki gencin kafası kesilip beyinleri merhem olarak Dehak’ın yarasına sürülür. Bu katliam sürerken, sıra Med halkının çocuklarına gelir. Gençler öldükçe Fırat’ın, Dicle’nin, Mezrabotan’ın hali perişan ve içler acısıdır. Halk çaresiz ve güçsüz düşmüştür. Gençler katledilirken sıra bir gün daha önce bu şekilde 17 oğlunu kaybetmiş olan Kawa adındaki demircinin en küçük oğluna gelmiştir Kawa, 20 Martı 21 Marta bağlayan gece sabaha kadar demir ocağının başında sabahlar ve oğlunu zalim Dehak’ın katlinden kurtarmak için çareler düşünürken imdadına göğün yedinci katındaki iyiliğin temsilcisi Hürmüz, Ninowa'lı Kawa'nın yüreğini sevgi ve umutla doldurur ve bileğine güç, aklına ışık verir. Ona Zalim Dehak'tan kurtuluşun yolunu öğretir. 21 Mart sabahı, gün doğduğunda, Kawa oğlunu kendi eliyle Dehak’a teslim etmek ister ve zulmün ve kötülüğün kalesi olan Dehak'ın sarayına girer. Oğlunu zalim Dehak’ın huzuruna çıkarırken yanında getirdiği örsünü Dehak’ın kafasına vurur. Dehak’ın ölü bedeni Demirci Kawa’nın önüne düştüğü anda kötü lüğ ün a lev i Ninowa’da söner. Kısa sürede bütün Ninowa ve bölge halkı isyan eder ve ateşler yakarak saraya yürürler. Zulme karşı isyanı başlata n Kawa, demir ocağında çalışırken giydiği yeşil, sarı, kırmızı önlüğünü isyanın bayrağı, ocağındaki ateşi ise özgürlük meşalesi yapar. Ninowa cayır cayır yanarken meşaleler elden ele dolaşır, dağ başlarında ateşler yakılır ve kurtuluş coşkusu günlerce devam eder. Zalim Dehak’tan kurtulan halklar 21 Mart’ı özgürlüğün, kurtuluşun ve halkların bayramı olarak kut-
lar. Demirci Kawa; başkaldırı kahramanı, Newroz ise; direniş ve başkaldırı günü olarak tarihe geçer. Her yıl bütün baskı ve zorlamalara karşı kutlanan Newroz bu yılda birçok şehirde yüz binlerce insanın katılımıyla coşkulu bir şekilde kutlandı. Her yıl olduğu gibi bu yılda yine Newroz çeşitli bahanelerle engellenmeye çalışıldı. Diyarbakır Valiliği, Newroz Tertip Komitesi tarafından bastırılan Newroz afişlerini, üzerinde bulunan gözlerin 'Abdullah Öcalan'ın gözlerine benzediği ve 'Êdî Bes e' anlamına gelen İspanyolca, Zazaki ve İngilizce sloganlar nedeniyle yasakladı. Batman, Van, Yüksekova, Hakkâri ve Şanlıurfa gibi kentlerde Newroz kutlamaları çeşitli bahanelerle yasaklandı. Yüksekova’da Newroz kutlamalarında gözaltına alınan kişilere işkence yapıldı vb. vb... Fakat bu baskı ve zorlamalara rağmen Newrozun yasaklandığı kentlerde de dâhil olmak üzere sokaklara yüz binlerce insan çıktı ve coşkulu bir şekilde Newroz’ u kutladılar. Demirci Kawa örsüyle Dehak’ın zulmüne son vermiştir. Newroz ateşi Demirci Kawa tarafından yakılmış bizler tarafından da sürekli körüklenecektir. Bu ateş hiç sönmeyecektir. Ta ki tüm ulusların özgür olacağı bir dünya yaratılana dek. Êdî Bese ! Artık Yeter ! Kurtuluşun için örgütlen ! Newroz Ateşini Devrim Ateşiyle Körükle! Mart 2008, Yeni Dünya Gençliği ✓
yeni dünya gençliği
Devrimci tutsaklar yalnız değildir!
Başta Erol Zavar olmak üzere hasta tutsakların serbest bırakılması için, devrimci tutsaklar üzerindeki tecride karşı, 15 Mart’ta, İzmir Cezaevi İnisiyatifi tarafından Eski Sümerbank önünde bir basın açıklaması yapıldı.
H
apishanelerde devrimci tutsaklar üzerinde tecrit saldırısı sürüyor. Her geçen gün hapishanelerde, devrimci tutsaklara yönelen talan aramaları, hak gaspları, haberleşme yasakları, görüş yasakları, disiplin cezaları vb. ortaya çıkıyor. 26 Şubat 2008 Salı günü, Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi’ndeki tutuklu ve hükümlülerin tümü verilen öğlen yemeğinden zehirlendi. 29 Şubat 2008 günü tutuklu ve hükümlüler bir kez daha zehirlendiler. Bu gelişmelere rağmen cezaevi idaresi hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Hasta olmalarına rağmen, tahliye edilmeyen, yaşamları risk altında olan tutsaklar, zehirlenmeden ciddi şekilde etkilenmişlerdir. 800 civarında insanın zehirlendiği Sincan Hapishanesinde, hasta ve bağışıklık sistemi zayıf durumda olan Erol Zavar, Deniz Bakır, zehirlenmeden ağır biçimde etkilenmiş, gözlem altına alınmaları ve serumla beslenmeleri gerekmiştir. Erol Zavar, 2001 yılından bu yana F Tipi Cezaevi’nde yatmakta ve mesane kanseri ile mücadele etmektedir. Erol Zavar 17 ameliyat geçirmiş, vücudundan 50’nin üzerinde kanserli tümör alınmıştır. Devlet hasta olan tutsakların sembolü haline gelen Erol Zavar’ın tahliye edilmesi için düzenlenen kampanyalara, yapılan tüm çağrılara kulaklarını kapamaktadır. Erol Zavar 14 Mart 2008 günü güvenlik güçlerine mukavemet ettiği
gerekçesi ile mahkemeye çıkartıldı. Erol Zavar, uygunsuz nakil koşulları, üst arama biçimleri, zincir dayatmasına, insan onuru ile bağdaştırmadığı için haklı olarak karşı çıkmıştır. Başta Erol Zavar olmak üzere hasta tutsakların serbest bırakılması için, devrimci tutsaklar üzerindeki tecride karşı, 15 Mart’ta, İzmir Cezaevi İnisiyatifi tarafından Eski Sümerbank önünde bir basın açıklaması yapıldı. Ba sı n aç ı k la ma sı sı r a sı nd a , “Devrimci irade teslim alınamaz!, Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!” sloganları atıldı. Basın açıklaması Erol Zavar’ın Ölümü Ektim Randevu Yerinde adlı şiirindeki, “(…) Bu şiirin içinden tren de geçebilir Uçak da, Vapur da Bütün teknolojik ölüm aletleri de Ama hiç birine binmeyeceğim Kusura bakma ölüm Gelmeyeceğim (…)” dizeler ile bitirildi. Tecride son, Devrimci tutsaklara özgürlük! Tüm hasta tutsak lar serbest bırakılsın! 16 Mart 2008 YDİ Çağrı/İzmir ✓
ık Yasa Tasarısı ve Genel Sağlıksızl Sosyal Güvensizlik e! Meclis gündemind
Susma, karşı çık!hakkın hiçbir Karşı çıkmazsan, ak! kalmayac Ancak hükümetin ı.
yapmak zorunda kald tasarısı dırılıyor! teğini alarak yasa ar Haklar ortadan kal isinde yaşam sa- Türk-İş’in de des lik yapmadan tekr
uk içer a değişik ileYokluk ve yoksull e- üzerinde fazl sı işçilerin ve emekç asını biraya getirem geçirmeye çalışma vaşı veren, iki yak ki konrdı. Türk-İş dışında ! taşı iler i ekç esin em öfk ler, rin yen, işçi yurt genelinde yonlar 1 Nisan’da i bir Ban- federas 6 Nisan’da merkez İMF’nin, Dünya kitlesel eylemler ve AKP Hükümeti, urult . doğ kararı aldı istemleri ma nin yap aye ing serm mit , kası’nın lık rtalar ve Genel Sağ sunda, Sosyal Sigo k)? ekirecek (götürece rısı ile işçilerin, em Sigortası Yasa Tasa i SSGSS ne get 60 olan ger n rda ar saldırıla 58, erkekler için kad için r üne ınla bug Kad * rin için çile kalınlar ve erkekler tamamen ortadan emeklilik yaşı, kad kalan haklarını da ak. dırmak istiyor. prim r- 65’e çıkarılac gün Sigo 0 lık 7.00 Sağ el ve Gen ilmek için Sosyal Sigortalar ile * Emekli olab , 7.200 gün prim öde meclise getirilmesi ödemek gerekirken tası yasa tasarısının a önce bu rakam emekçi hüküme(dah ve cek işçi e eke lerc ger bin k birlikte t’ta me e rağmen 13 Mar tin tüm tehditlerin iş göreve 14 9.000 idi). lamaları yaparak sigortalılara verilen kitlesel basın açık - * Hastalanan cak. dol ları karak alan i yüzde 16 azaltıla bıra neğ iş öde tlik zlik saa 2 me me Mart’ta ile 33 arasında aylıkları yüzde 23 ekli Em * durdular. eti, yasanın yeniden düşürülecek. Bu eylemler hüküm şma n emeklilerin, tasına getirdi. Çalı çalışmaya başlaya görüşülmesi nok k işçi * Yeniden k Bakanı Faruk Çeli aylıkları kesilecek. ekli em ve Sosyal Güvenli gün elanması için 900 sendikala konfed * Ölüm aylığı bağ ve kamu emekçileri gelerek görüşmeler raya bira ile arı onl rasy
yerine, 1800 g ün prim cek. ödenm esi gerek * Bütün e- ka sağlık h ldırılmak izmetle * Aylık geliri 13 ri paral insan ve tadır. Sosyal ı 9 o ay 73 ile lacak . Y TL’den izmin m in fa zla olan er sı vardır sanın ihtiyaçl primi ö 475 Y TL Gen la arının ka kezinde . r her el Sağlık dey rşılanm * Prim ö ecek. Sigortas ad ı “H yacak, emeyenler sağ e rkese S hastan lık h a izmeti al ğlık, G e kapıla vb. ü ama- Gelecek H rından v enli akkı” k geri dö necek gerçekle apitali zmde Sömürü şemez ... Sömürü ü ce ze ri n ne kuru neti isti üzerind Sermay lu e özel yo e mülkiy , üretim araç zende Reform devleti ve AK rlar! etin ları her P u” adı sosyal g kes için sağlık olduğu bu d altında, “Sosyal Güven yararın üah ü lik iş o mesi, ü venlik temel h lmaz. Sağlık Kazanılm içbir hak bırak çiler, emekçi ve re ak le m ti r ğu bu d min temel am kının gerçekl ortadan ış hak olan kı ak istemiyorl eşü d ar ze em ac . ka n ın ld d ta ın e ırılmak zminat ve ona ı da Parasız ve eşit mümkün de ğ kar olduiste h ildir. sağlık, venli g istiyorlar izmet edenle niyor. Sermay p elecek r sömü . İşçileri istiyors arasız eğitim, rü cen e olmak masını n h iç an, mez gü neti bir hak istemiy istiyorlar ar o kı da emek rs ra n li olmas . İşçileri ın olm an, işçi rına so n ler, em ali ın sy ek yenin sa al güvenlik utanmaz ı istiyorlar. Sa mezarda emek istiyors çiler yaldırıları ldırıları ca “refo an, serm n adına na karş rm” diy ı çı ad orlar. a k!
İşçiler! E
Hesap
so
r! Örgü İşçiler, Kazanılm mekçiler! tlen! em madıkla ekçiler, güçl İşçilerin ış haklara sald er rı süre ırıyorlar hakları ce, ay inin farkına va ! sürece, nın olm İşçilerin ağa ka h ramasın ta lkm ı istiyo olmalar aklarını korum Bunlara mamen köle rl ı g ar! olm a yanın adıkları izin vere d cek mis asını istiyorlar etmedik ereken hakla rı için a, sahip leri süre iniz? ! ka mü ce, serm Sağlık rlarını ko aye ve cadele hiz ruyan larını sü hizmetl metlerinin, rdürece devlet, hüküm onun çıeğitim erinin kl Sa et er ld saldırıd eşi ırılara ka ir. olduğu rşı örg bir dün t ve parasız leye! ütlenm 1917 B eye, m üyük So ya mümkü ücadendür... birlikte syalist Ek b Meza parasız aşlayan süreçt im Devrimi ile Sosy rda emekliliğ sa e e hayır temde ğlık hakkı sağ herkese eşit al güve ! lan sö ve Sağ nsizliğ lığ e hayır üzerind mürüye son ve dı. Sosyalist si ! e rant el s- geti ın, eğitimin ri pa ri de etm ldiği için, sağ lık Kıd lmesine hayır ralı hale e olanağ em ta ! ı ortadan istenm zminatının k esine h aldırılm ÇAĞRI Basın Ya ayır! ak yın Ltd. İlyas Em Şt
ir; Yöne i 29/5 Be tim Yeri Adına Sahibi : yoğluİstanbu ve Adresi: Hü Aziz Özer; Ya zıileri M seyin Ağ l; Tel.: (02 üdürü: a Mah. 12) 23 ÖZEL SA mail@ydicagr i.org; ww 5 35 70; Fax: (02 Balo Sok. No YI: 165 : · Nisan w. 12) 253 yd icagri.o 2008 Baskı: Uğ 19 27; rg; ur Matba ; Fiyatı: 0,10 YTL (KDV acılık (02 DAHİL); 12-501 81 09)
Nisan 20
08
19
YA BARBARLIK! YA SOSYALİZM!
DEVRİMCİ 1 MAYIS SENİ YAŞATACAĞIZ!