Kılıçdaroðlu porno yıldızı olabilir mi?
Faþizm ve anti-faþist mücadele
Stalinizm neden karsıdevrimcidir?
Roni Margulies yazdý
Volkan Akyıldırım yazdý
Şenol Karakaş yazdý
Sayfa 4
sayfa 10
sayfa 9
sosyalist isci
www.sosyalistisci.org
DEVRÝMCÝ, ANTÝKAPÝTALÝST HAFTALIK GAZETE
SAYI: 394 n 21 Mayýs 2010 n 2 TL
Mahkeme elini siyasetten çek! 27 Mayıs darbesinin bir ürünü olan Anayasa Mahkemesi’nden, 12 Eylül darbecilerine yargı yolunu açan, darbeci askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını sağlayan, yargıdaki darbeci yapılanmayı bozan anayasa değişikliği paketini iptal etmesi isteniyor. Ergenekon’un avukatı CHP gibi darmaduman olan darbecilerde 11 yargıçtan yeni bir yargı darbesi bekliyor. Beklentileri yüksek. 12 Eylül Anayasası’nı korumak gibi, AKP’yi kapattırmak için yanıp tutuşuyorlar.
Hesapları demokratikleşme girişimlerini durdurmak, Ergenekon soruşturmasını bitirmek, Erdoğan ve arkadaşlarına siyasi yasak getirtip ülkeyi seçime götürmek. Darbecilerin amacı, CHPMHP koalisyonunu işbaşına getirerek, askeri vesayeti diriltmek ve ülkeyi bir mezbahaya çevirmek. 11 yargıç siyasetten elini çekmelidir. Atanmışların siyasete müdahalesine son! Yeni bir yargı darbesine hayır!
Son 50 yılını hesabı sorulmamış darbelerle geçirmiş bir ülkenin çocuklarıyız. Albay Alparslan Türkeş’in ‘Sevgili Vatandaşlar, dün gece yarısından itibaren bütün Türkiye’de Deniz, Hava, Kara Türk Silahlı Kuvvetleri el ele vererek memleketin idaresini ele almıştır.’ dediği açıklamanın üzerinden 50 yıl geçti. Bu açıklama on yıl sonra bir mektup oldu, yirmi yıl sonra siyah beyaz TV ekranından konuşan bir general oldu. Yıllar geçti bir MGK bildirisi şeklinde yazıldı, altına imzalar atıldı ve en sonunda internete düştü. Aslında sözler aynıydı, niyetler aynıydı, yapanlar aynıydı, sonuçlar aynıydı.
Sayfa 3
27 MAYIS: Bir daha asla! Demokrasiyi bizim için lüks bulanlar. Adil ve eşit koşullarda iktidar sahibi olamayacağını bilenler. Kendilerini bu ülkenin tek sahibi görenler. ‘Bu halkı başıboş bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya’ anlayışını kendilerine hayat felsefesi haline getirenler. Silah zoruyla iktidar oldular. Hiçbir favori darbesi olmayan bizler: 27 Mayıs darbesinin 50. yıl dönümünde; Darbeyi gerçekleştiren askeri cunta adına Genelkurmay Başkanını,
Darbecileri yüreklendiren Cumhuriyet Halk Partisi adına CHP Genel Başkanını, Darbe düzeni için gerekli hukuki altyapıyı hazırlayan profesörler adına İstanbul Üniversitesi Rektörü’nü, Darbe öncesi ve sonrası yayınlarıyla darbeye destek veren gazeteler adına Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenini, Darbeye devrim diyen bütün aydınları, sanatçıları, işadamlarını, Hayatta olan ya da olmayan tüm 27 Mayıs mağdurlarından,
onların yakınlarından ve 50 yıldır askeri vesayet altında yaşamanın bedelini başka darbelerle, idamla, işkenceyle, faili meçhul cinayetle, fakirlikle, adaletsizlikle ödemek zorunda kalmış bütün yurttaşlardan özür dilemeye çağırıyoruz. Dünyada hiçbir zulüm, hiçbir adaletsizlik 50 yıl süremez, sürmemeli. 27 Mayıs 2010 (Perşembe) n Gündüz Yassıada’ya gidiş. n Saat 19.00’dan Tünel’den Taksim’e yürüyüş DARBELERE KARŞI 70 MİLYON ADIM KOALİSYONU
sayfa 10
Kader deðil cinayet Zonguldak'a bağlı Karadon beldesindeki Türkiye Taşkömürü Kurumu'na bağlı maden ocağında 17 Mayıs günü gerçekleşen grizu patlamasının üzerinden 2 gün geçti. Gazetemiz yayına hazırlandığı sırada 3 işçi hala göçük altındaydı. Basına konuşan madenci Tacettin Türker ise göçük altına kalan işçilerin emekli işçiler olduğunu belirtti. Türker, ocaktaki madencilerin hava borularını kırarak kendilerine temiz hava sağlamış olabileceklerini de dile getirdi. Başbakan Tayyip Erdoğan da 19 Mayıs’ta Zonguldak'a gitti. Erdoğan'ın ziyareti sırasında yaşanan protesto nedeniyle arbede çıktı. Polisin hava ateş açması sonucu ise 1 kişi yaralandı. Erdoğan, bu tür kazaların madencilik mesleğinde olağan karşılanması gerektiğini söyledi. Türkiye'deki madenci ölümleri Avrupa'nın 4,5 katı. Avrupa'da genelinde ölümlü maden kazası oranı yüz binde 20 iken bu oran Türkiye'de yüz binde 90 civarında. Bunlar kader değil, özel sektördeki kuralsızlığın, vahşi sömürünün bir sonucu. Sorumlu ise patronlar kadar bu duruma göz yuman hükümettir.
2l sosyalist iþçil sayý: 394
CHP kabuk deðiþtiriyor Koltuðunu hiç býrakmayacak gibi gözüken Deniz Baykal parti içi bir darbeyle devrildi. Baykal'la hiçbir fikir ayrýlýðý olmayan Kemal Kýlýçdaroðlu, Doðan Holding gibi sermaye gruplarýnýn ve Ergenekon'un desteðiyle CHP'nin yeni genel baþkaný oldu. Mustafa Sarýgül'e ve AKP'ye fatura edilen kaset skandalý unutulurken Baykal'ýn bahsettiði "komplo"nun bizzat partisi içinde hazýrlandýðý anlaþýldý. Askeri vesayet rejimi en sadýk savunucusunu feda etti. Ergenekon avukatý olmakla övünen, darbecilerin sözcüsü olan ýrkçý ve savaþ yanlýsý bir saðcý olan Deniz Baykal, demokratikleþme sürecini engelleyemeyeceði anlaþýlýnca bozuk para gibi harcandý. Baykal'ýn iþinin bitiþi aslýnda 2007 yýlýnda kesinleþmiþti. Cumhuriyet Mitingleri ile yükseltilen darbeci ve milliyetçi dalganýn ürünü olarak 22 Temmuz 2007 seçimlerinden zaferle çýkmayý beklerken maðlup oldu. 27 Nisan e-muhtýrasýný destekleyen Baykal'ýn partisi yüzde 18'de kalmýþ, e-muhtýraya karþý çýkan AKP ise 5 yýldýr hükümette olmasýna raðmen oylarýn yüzde 47'sini kazanmýþtý. Baykal'ý destekleyen Ergenekoncularýn bir hedefi daha tutmayacaktý. Baykal'lý CHP Doðu'da tamamen silindi, Kürtler DTP ile ilk kez mecliste grup kurdu. Baykal bu geliþmelerin ardýndan TSK'nýn yeni yönetimi ile birden fazla kez kavga etti. CHP baþkanýnýn TSK'yý darbeye kýþkýrtma çabalarý o kadar alenileþmiþ ve tepki görür olmuþtu ki Genelkurmay Baþkaný Ýlker Baþbuð, Baykal'a yönelik sert açýklamalar yaptý. 29 Mart 2009 yerel seçimlerine "Þeriat geliyor" kampanyasýyla giren CHP oylarýný ve belediyelerini artýrsa da hedefine yine ulaþamadý. CHP'nin yüzde 23 oranýna ulaþtýran, Ýstanbul Büyükþehir Belediye Baþkanlýðý'na adaylýðýný koyan Kemal Kýlýçdaroðlu'ydu. Ýstanbul'da sol ve fakirlerden yana söylem ile Alevi kimliðini kullanan Kýlýçdaroðlu, yýpranmýþ Baykal karþýsýnda aranan adam olarak belirdi. Doðan Holding gazeteleri tarafýndan sürekli öne çýkartýlan Kýlýçdaroðlu geçen haftaya kadar Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını açıklaması Ergenekon sanıkları ve yakınları arasında sevinçle karşılandı. Seviniyorlar, CHP’nin başına sol gösterip sağ vuran, kendilerini kurtaracaklarını umdukları Kılıçdaroğlu geliyor. Hürriyet gazetesi yazarları başta olmak üzere pek çok kişi Kılıçdaroğlu’nu solcu bir kişilik olarak tasvir ediyor. Oysa o bir Ergenekon sever. Üstelik Baykal gibi hoyrat değil, darbecileri incelikle destekliyor. İşte CHP’nin yeni liderinin Ergenekon soruşturması hakkındaki görüşleri: n “AK Partiye karşı muhalefeti başlatan insanların belli suçlarla içeri alınmaları, onlara gözdağı verilmesi. Başka da bir özelliği yok bu davanın. Bu dava başladığı yerde bitmiştir. Bu dava artık siyasi davadır. Bu dava hukuk davası olmaktan çıkmıştır. Bu dava hukukun katledildiği bir davadır. Hayatı
CHP Genel Sekreteri Onur Öymen’in “Dersim’de analar ağlamadı mı?” diyerek 1938 katliamını savunmasına karşılık “yaşananlar acı bir olaydı” diyen Kılıçdaroğlu parti yönetimi tarafından susturulmuştu. Deniz Baykal'la sürtüþmemeye özen gösterdi. Onun lideri olduðunu sürekli vurguladý. Farklý bir fikri olmamasý bu durumu güçlendirirken Baykal
Diyarbakır’da “toplumsal barışa katkıda bulunacaksa genel affı destekleriz” diyen Kılıçdaroğlu yine susturulmuştu. Şimdi başkan o ve bir susturan olmadığı için demokratlığı açıkça sınanacak.
yýpranmaya CHP dökülmeye devam ediyordu. 2007 yýlýnda Cumhuriyet Mitingleri'ne katýlmýþ, Türkiye'nin Ýran olacaðýný kesin-
likle inanmýþ, þeriatçý olduðunu düþündüðü AKP'ye karþý nefreti pekiþtirilmiþ olan CHP seçmenleri ise bu süreçte Baykal'a tepki duyarken Kýlýçdaroðlu'nu bir
Ergenekon’un yeni avukatı boyunca bir araya gelmeyen insanlar nasıl olur da kalkar darbe yapar. Eğer 35 tane el bombasıyla bu ülkede darbe yapılacaksa mesele bitmiştir.” Ekim 2008 n “Ergenekon davası, cumhuriyetten intikam alma davasıdır. İddianame var, iddianame tam bir dedikodu malzemesi, kişilerin özel hayatları bu iddianamede yer alıyor. 2 bin 400 sayfalık iddianame olmaz...” Ocak 2009 n Bir gazetecinin, ''Ergenekon soruşturmasının ikinci iddianamesi kabul edildi. CHP ile ilgili iddialar var. Ne düşünüyorsunuz?'' sorusuna cevaben... ''İddianameyi henüz okumadım. Siz bana iletiyorsunuz.
İddianamede ne var bilmiyorum. Ben, Ergenekon iddianamesini ciddiye alan bir politikacı değilim." Mart 2009 n “Bu ülkenin aydınlarına karşı yapılan bir operasyon söz konusu.” Nisan 2009 n ”Solun iktidara en yakın olduğu dönemlerde askeri darbe olmuştur. Şimdi bir darbe paranoyası var. ‘Darbe geliyor, darbe yapıyorlar’. Kim darbe yapıyor kardeşim? Emekli paşaların darbe yaptığı bir ülke var mı? Bakın solu ezmek için, bu ülkenin aydınlarını ezmek için, bu ülkenin yurtseverlerini ezmek için onları susturmak için darbe paranoyası yaratıp insanları baskı altında tutuyorlar. Bana söyler misiniz, bu ülkede
Türkan Saylan darbe mi yapacaktı, Mehmet Haberal darbe mi yapacaktı? Kitap yazdı diye Ergün Poyraz içeride. Darbe mi yapacaktı? Bunları unutmayacağız. Her eyleme ‘Vay efendim bunlar darbeci’. AK Parti’ye karşıysanız darbeci oluyorsunuz, oysa unutmayın AK Parti sivil bir darbenin yüzde 80′ini tamamladı. Toplumun her kesimini sindirdi.” Aralık 2009 n "Bir darbe olursa o tankın karşısında öncelikle biz duracağız. Türkiye darbelerden çok çekti, en çok da CHP çekti. Ergenekon'a karşı çıkmamızın sebebi, yaşamları boyunca bir araya gelmemiş insanların, farklı düşüncedeki insanların aynı
seçenek olarak görmeye baþladý. Kemal Kýlýçdaroðlu'nu öne sürenler ise on yýllardýr Baykal'ýn sözcülüðünü üstlendikleriydi. TSK, 2007 ve 2009 seçimlerinde CHP-MHP koalisyonu için aktif bir kampanya yürüttü. Bu süreçte bir çok siyasi parti Ergenekon tarafýndan ele geçirildi. Taraf gazetesi tarafýndan yayýmlanan darbe belgelerinde milliyetçi partilerin güçlendirilmesi hedefi yer alýyordu. Askeri vesayet, kendine sadýk bir merkez oluþturmak istiyordu. CHP merkezin soluna, MHP ise saðýna oturtulacaktý. Baykal liderliðindeki CHP ise bu plana her seferinde darbe vurdu. Deniz Baykal ruh ikizi olarak görülen Devlet Bahçeli gibi merkezi deðil aþýrý saðý temsil ediyordu. Demokrasi, insan haklarý, refah ve daha fazla özgürlük isteyen halkýn çoðunluðu karþýsýnda "1923'e dönelim" çaðrýsýyla çýkan Baykal'lý CHP yüzde 20'lik azýnlýkta sýkýþýp kalmaktan kurtulamýyordu. Kemal Kýlýçdaroðlu'ndan beklenen CHP'yi bu sýkýþmýþlýktan çýkarmasý. Bunu CHP tabanýný oluþturan orta sýnýflar, þeriat geliyor diye korkutulmuþ Aleviler, CHP'yi hala sol olarak gören emekçiler gibi büyük sermaye ve Ergenekon'da istiyor. Baykal'ýn ittihatçý bir darbe ile devrilmesini mümkün kýlan bu durumdur. Kılıçdaroğlu CHP seçmeni için birleştirici bir figür ve umut olarak algılanabilir. Ancak CHP’nin siyasal misyonu değişmemiştir, çakma Gandhi’de hızla eskiyecektir. Kabuk değişse de öz aynı. davada bir araya getirilmeleri. Orada da suçlular olabilir, bir iddianame hazırlanıyor evlere şenlik... Bütün bu sorunlara karşı çıktık, hukuk içindeki yargılama sürecine kim karşı çıkabilir...” Şubat 2010 n “21'inci yüzyılın Türkiyesi'nde artık darbe olmaz. Olacaksa o tankların önüne önce CHP çıkar. CHP'nin iktidara en yakın olduğu dönemlerde hep askeri darbeler olmuştur. Zincirbozan'a Tayyip Erdoğan değil Deniz Baykal gitti. AKP orduyu zorluyor, bana bir muhtıra daha versinler diye çünkü mağduru oynayacaklar.” Mart 2010 n “Ergenekon süreci artık o bir siyasi davadır. Davası siyasallaştırılmıştır. Hukuka aykırılıklar çok var. Pek çok insan hapiste, fakat neden hapse atıldıklarını onlar da bilmiyor. Ama böyle. Yargı üzerinde müthiş baskı var.” Mart 2010
sayý: 394 l sosyalist iþçi l
3
Anayasa referandumu ve sosyalistler 12
Eylül darbesinin ürünü 1982 Anayasasý'na dönük en kapsamlý deðiþiklik paketi CHP-MHP Bloku'nun tüm engelleme çabalarýna raðmen meclisten geçti. Cumhurbaþkaný Abdullah Gül paketi referandum sürecine soktu. CHP ise Anayasa Mahkemesi'ne baþvurarak paketin ve referandumun iptalini istedi. Kenan Evren ve 12 Eylül darbecilerine yargý yolunu açan, yüksek yargýdaki darbeci yapýlanmayý deðiþtiren, darbeci subaylara ve genelkurmay baþkanlarýna sivil yargý yolunu açan düzenlemeleri içeren paket Yüksek Seçim Kurulu'nun kararýyla 12 Eylül'de halk oylamasýna sunulacak. Darbeden 30 yýl sonra darbe anayasasýnýn çöpe gönderilmesini engellemek isteyenlerse iþbaþýnda. Þimdiden Anayasa Mahkemesi'nin referandumu iptal edeceði, bunun üzerine erken seçim kararý alacak AKP'nin yeni bir dava ile kapatýlmasý, AKP'li politikacýlara siyasi yasak getirilerek seçim sürecine gidilmesi ve iþbaþýna CHP-MHP koalisyonunun getirilmesi konuþulmaya baþlandý. Ergenekon ve darbe soruþturmasýyla baþlayan toplumsal yarýlma ise derinleþiyor. Anayasa deðiþikliði paketi karþýsýnda üç tutum belirginleþiyor.
Hayýr cephesi
Ýlk cephe 1982 Anayasasý'nýn deðiþtirilmesine "Hayýr" diyor. Hayýrcýlara göre bu "ABD'nin bir oyunu", hedef demokratikleþmek deðil AKP'nin "sivil diktasýný" oluþturmak. AKP'nin saðýndaki tüm güçler, CHP, MHP, DP, DSP, TDH, YTP, ÝP, BBP, TKP, HKP ve ÖDP "hayýr" diyor. Yasa deðiþikliði paketine bakýldýðýnda yapýlan tüm düzenlemelerin 1982 Anayasasý'na göre ileri olduðu görülüyor. "Hayýr" cephesini toplumun demokrasi talebi zaten ilgilendirmiyor. "Hayýr" cephesinin anlaþtýðý nokta yüksek yargýdaki oligarþik yapýnýn daðýtýlmasýna itiraz etmeleri. Darbe yapmayý baþaramayan ordunun yerine bu iþi halleden yüksek yargýnýn þahsýnda cisimleþen statükonun deðiþmesini istemiyorlar. Hayýr cephesinin diðer ortak noktasý ise Ergenekon ve darbe soruþturmalarýna karþý çýkmalarý. Her þeyin sorumlusu olarak gösterdikleri Kenan Evren gibi günümüz darbecilerinin de
10 Nisan 2010 - istanbul’da binlerce insan sivil-demokratik-özgürlükçü bir anayasa istedi ve 1982 Anayasası’nın değiştirilmesine ‘evet’ dedi. yargýlanmasýna "hayýr" diyorlar.
Boykotçular
Bir de boykotçular var. Kendini "sol", "demokrat", "sosyalist" olarak tanýmlayan küçük gruplardan ve aydýnlardan oluþan bu küme iþçi sýnýfýna tavýr almamayý, darbeciler karþýsýnda susmasýný öðütlüyor. Boykotçular askeri vesayet rejiminin çöküþü karþýsýnda tarafsýz kalmayý öneriyor. Bazýlarý "Havet" diyor, bazýlarý da BDP'nin arkasýna sýðýnýyor. Kýrmýzýya boyalý gerekçelerle sunulsa da boykotçuluk teslimiyeti öneriyor. BDP'nin durumunu ise her iki tutumdan farklý olarak deðerlendirmek gerekir. Fýrat'ýn Batý'sý ve Doðu'sunda farklý siyasi koþullar yaþanýyor. BDP Kürt halkýnýn temsilcisi, daha ileri demokratik düzenlemelerden yana. Ancak mecliste muhatap alýnmadýðý gibi Doðu'da siyaset yapmasý engelleniyor. Hükümetin Kürtsüz demokratik açýlýmda ýsrar etmesi BDP'nin tabanýnýn gözünde anayasa deðiþikliði paketinin bir makyaj olarak görülmesine yol açýyor.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk anayasasý 1924 yýlýnda yazýldý. Rejimin kurucusu askerler tarafýndan yazýlan anayasa en basit ifadeyle katýydý. Tüm yetkileri tek parti rejiminin sahibi olan askeri ve sivil bürokrasiyi elinde topluyordu. 1924 Anayasasý, anayasayý deðiþtirmek için meclisin en az üçte birinin isteði ve en az üçte ikisinin oyunu þart koþarak kendini koruyordu. Ýkinci anayasa ise 27 Mayýs darbesinin ardýndan geldi. 1961 Anayasasý darbeciler tarafýndan yazýlmýþtý. "Ýlerici" hükümler taþýyan bu anayasa demokratik hak ve özgürlükleri tanýr ve korur gibi gözüküyordu. Ancak darbecilerin anayasasýnýn özü ise askeri vesayet rejimini pekiþtirmeye dönüktü. Anayasa Mahkemesi ve Milli Güvenlik
BDP'nin anayasa paketine "hayýr" oyu vermesi ya da "boykot" ilan etmesi yanlýþ ama bu yanlýþýn kökeninde kardeþlik edebiyatý yaparak kardeþliði imkansýz kýlanlara tepki var.
Evet cephesi
Üçüncü cephe ise "Evet" diyenler duruyor. Ýktidar partisi AKP ve Saadet Partisi "evet" kampanyasýna baþladý. AKP'nin solunda duran tek siyasi parti olan DSÝP'te yeterli bulmadýðý paketi daha ilerisini mümkün kýlmak için bir adým olarak görerek "evet" diyor. Evet cephesinin asýl gücü halkýn çoðunluðunun 12 Eylül'den kurtulma isteðinden kaynaklanýyor. Kamuoyu araþtýrmalarý "evet" oylarýnýn yüzde 50'nin altýna düþmeyeceðini, hatta yüzde 60'ý aþarak tartýþmasýz bir çoðunlukla paketin sandýktan geçeceðini gösteriyor. Gerçek solcular, kendilerini hiçbir partiden saymayan milyonlarca insan, oy verdikleri AKP'den daha ilerisini bekleyen iþçiler ve yoksullarla birlikte "evet" cephesinde duruyor. Sosyalistler kapitalist düzenin
Üç anayasa da askerlerin eseri Kurulu 1961 Anayasasý ile faaliyete geçirildi. Ordu Ýç Hizmet Kanunu ile askerlerin denetlemez ve yargýlanamaz durumu pekiþtirildi. Üçüncü anayasa ise yine askerler tarafýndan yazýldý. 12 Eylül darbecilerinin yazdýðý 1982 Anayasasý 1924 Anayasasý'nýn ruhunu taþýyor, 1961 Anayasasý'ndaki tüm" ilerici" maddeleri ayýklýyor ve yine 1961 Anayasasý ile kurulan askeri vesayeti güçlendiriyordu.
belkemiðini oluþturan anayasalarý düzenlemez. Anayasa karþý olduðumuz, yýkmayý amaçladýðýmýz düzeni tarifler, düzenler. Biz düzene toptan karþýyýz, ama mevcut yasalarýn iyileþtirilmesini, özgürlüklerin bir milim bile olsa geliþmesini destekleriz. Anayasa deðiþikliðini yetersiz bulmamýza raðmen demokrasinin sýnýrlarýný biraz olsun geniþletme fýrsatý olarak görüyoruz. Evet cephesinin galip gelmesi kaos ve darbe hayali kurmaktan vazgeçmeyenlerin, CHP-MHP gericiliðini iþbaþýna getirmek isteyenlerin önüne set çekmek demektir. Askeri vesayet rejimini ayaða kaldýrmak isteyenleri durduralým. Referandum sürecini siyasi gerçekleri anlatma ve örgütlenme kampanyasýna dönüþtürelim. 12 Eylül'de, 12 Eylül anayasasý çöpe! Darbecilerin yargýlanmasý, sivildemokratik-özgürlükçü bir anayasa için "evet!" Volkan Akyýldýrým
3 anayasada askerler tarafýndan yazýldý. Þimdi, halk 1982 Anayasasý'ndan kurtulmak isterken, ilk kez siviller tarafýndan yazýlacak bir anayasa imkaný doðuyor. Sosyalistler anayasanýn belkemiðini oluþturduðu bu düzene toptan karþýdýr. Ama bu karþýtlýk, atanmýþ askerler tarafýndan yazýlmýþ bir anayasa ile seçilmiþ sivillerin yazdýðý anayasa arasýndaki farký görmemizi engellemez. Ýlkinde askeri vesayet olduðu gibi kalacaktýr, eðer Türkiye'de ilk kez siviller anayasaya oluþturabilirse askeri vesayetin son bulmasýnýn, demokrasinin ve özgürlüklerin önü açýlacaktýr. Biz askerlerin deðil sivillerin yazdýðý bir anayasadan yanayýz. Sivil-demokratiközgürlükçü yeni bir anayasa istiyoruz.
Yetmez ama evet AKP tarafýndan referanduma sunulan paketin toplumun taleplerini karþýlamaya yetmediði açýk. Kürt halkýnýn ve BDP'nin talepleri görmezlikten geliniyor, barýþ ve özgürlük isteyen milyonlarca Kürt için bu büyük bir hayal kýrýklýðý. Paket iþçilerin ve sendikalarýn taleplerini karþýlamaktan uzak. Grev hakký tanýnmýyor, grev yapmadan toplu sözleþmede patrona yaptýrým uygulamak imkansýz. Pakette ayrýmcýlýðýn maðduru baþörtülü kadýnlarýn, ýrkçýlýða maruz kalan azýnlýklarýn, sömürülen ve ezilen milyonlarýn sorunlarý için bir çözüm yok. Biz çözümün, Kürtlerin ulusal varlýðýný tanýyan, iþçilerin ve ezilenlerin taleplerini içeren yeni bir anayasada, sivil-demokratik-özgürlükçü bir anayasadan geçtiðini biliyoruz. Anayasa paketi bu yolda atýlmýþ bir adýmdýr. Yeni bir anayasanýn önündeki en büyük engel olan 1982 Anayasasý'ný topluma dayatan darbeci odaklarýn zayýflatýlmasý yönündeki bu giriþime, yetmediðini bilerek "evet" diyoruz. Daha fazlasýný kazanmak ise tamamen bize baðlý. Sadece sandýk baþýnda deðil, yeni ve sivil bir anayasa oluþturulana dek yürüteceðimiz mücadele ile demokrasinin sýnýrlarýný geniþletebiliriz.
4l sosyalist iþçil sayý: 394
GÖRÜÞ
Şerzan Kurt’un katillerini bulun!
Kılıçdaroðlu porno yıldızı olabilir mi? Diyelim ki, Baykal filminin rejisör ve dağıtımcısı Ergenekon. Filmin kameramanı, yine diyelim ki, Nesrin Baytok’un eşi. “Diyelim ki” diyorum, çünkü kesinlikle bilemiyorum, ama hemen hemen eminim. Ve biliyoruz ki ikinci bir kaset var, sansürsüz, gecenin tüm ayrıntılarını içeren. Ve Baykal’ın geri dönme planlarını engelleyen. Ergenekon Baykal’dan niye kurtulmak ister? Eskiden beri çok yaygın olan bir düşünce vardır: “CHP’yi bu hale Baykal getirdi. Solcu, sosyal demokrat, halkın nabzını tutan bir partiyi, Baykal kişisel ihtirasları nedeniyle Baykal bu hale getirdi. Baykal olmasa, CHP doğru dürüst bir parti olacak, iktidar olma şansı büyüyecek”. Geçen yerel seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nun İstanbul Belediye Başkanı adayı olması, İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin’le birlikte yeni bir CHP yaratacakları heyecanına yol açmıştı. Demek ki Ergenekon o heyecanı paylaşmış. Bir yandan Anayasa referandumunu geciktirip Anayasa Mahkemesi’nde engellemeye çalışacaklar, bir yandan AKP’ye yeni bir kapatma davası açtırmaya çalışacaklar. Ama bunlar yetersiz. Anayasa değişikliklerini engelleyip AKP’yi devirdiler; sonra ne olacak? AKP’nin başka bir isim altında tekrar seçilmesini engellemek gerek. Yani yüzde 20’nin üzerinde oy alan bir CHP gerek. Anlaşılan, Ergenekon bunun Baykal’la olamayacağına ikna oldu. Hem haklılar, hem yanılıyorlar. Haklılar, Baykal’la olmaz. Yanılıyorlar, Kılıçdaroğlu’yla da olmaz. Olmaz, çünkü CHP’nin sorunu, başında kim olduğu değil. Partinin politikalar bütünü. AKP şu anda bir hükümetin en zor döneminden geçiyor. İkinci iktidar döneminin ikinci yarısında. Yani kamuoyu yoklamalarında en düşük noktasında olması gerekir. Seçimler yaklaştıkça oy kazanma siyasetleri uygulamaya başlar, biraz yükselir. Ve şu anda hala yüzde 40’ın altına düşmeyen bir desteği var. Bunun nedeni, Erdoğan’ın sevilen, Baykal’ın sevilmeyen adamlar olması değil. Sekiz yıldır uyguladığı siyasetler. Ve hâlâ devletle itişiyor olması. Hâlâ kapatılmaya çalışılıyor olması. Kılıçdaroğlu bu hafta tüm zamanını TV stüdyolarında geçirse, “CHP artık Ergenekon’un avukatı değil, savcısı olacak” dese, “CHP anayasa değişikliği paketini tümüyle desteklemektedir” dese, “Yargının Genelkurmay’dan bağımsızlaştırılması gerek” dese, “Kürt sorununda barış, hemen şimdi” dese, “İlker Başbuğ çenesini kapatsın” dese… Ha, o zaman olur. Oyları yüzde 20’lerden yukarı doğru tırmanmaya başlar. Çünkü AKP oylarının yüzde 40’larda olması bunları söylüyor olmasından kaynaklanıyor. Ama Ergenekon’un istediği, tabandan gelen değişim talebine kulak veren bir CHP olmasa gerek! Kılıçdaroğlu böyle bir CHP yaratmaya yeltense, bir değil, birkaç düzine kaset çıkıverir ortaya. adamcağız ünlü bir porno yıldızına dönüşüverir birden! Dahası, şu anda CHP’ye oy veren yüzde 20, doğru dürüst bir CHP’ye oy verir mi? Hepsi MHP’ye gider herhalde. Ya Canan Arıtman gibi milletvekilleri? Onlar nereye gider? CHP’de bir halt olacağı yok. Biz işimize bakalım. Yarın öbür gün gündem yine normal ve gerçek haline dönecek: Anayasa değişikliği, yargı, Ergenekon davası, darbeciler…
Roni Margulies
Faşist saldırıya uğrayan Muğla Üniversitesi öğrencisi Şerzan Kurt yaşamını yitirdi. Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 2. sınıf öğrencisi Şerzan Kurt (21) açılan ateşle omzundan yaralanmış, Dokuz Eylül Tıp Fakültesi'nde tedavi altına alınmıştı. Muğla'da olaylar, faşistlerin öğrencilere saldırısı ile başlamış, polisin saldırıya uğrayan öğrencilere yönelik şiddeti ile tırmanmıştı. Pek çok öğrenci evi, polis-faşist işbirliği ile basılmış; saldırıya uğrayan öğrenciler göz altına alınmıştı. Öğrencileri faşistlerin bulunduğu bölgeye yönlendirenin de bir polis olduğu ortaya çıktı. Muğla Emniyet Müdürlüğü'nde çalışan Gültekin Şahin isimli polis, saldırıyı yönlendirdiği gerekçesiyle savcılık tarafından tutuklandı. Tutuklanan polisin, olaylar sırasında öğrencilere “Olayları yatıştırıyoruz, siz bu taraftan gidin” diyerek, Şerzan Kurt'un kurşunlandığı Recai Güreli Caddesine yönlendirdiği açığa çıktı.
Doðu’da operasyonlar devam ediyor
TSK ve hükümet ateþle oynuyor Açılım kahvaltılarla devam ediyor, fakat operasyonlar durmuyor. Yılbaşından itibaren bölgeye yapılan askeri yığınak ilk sonuçlarını veriyor. Birçok noktada PKK’li gerillalar ve askerler arasında çatışma çıkıyor. Nerelerde çatışma çıkacağı önceden gazetelerde yazılıyor. Askerlerin mayınlı bölgelere ve sıcak çatışma olasılığının yüksek olduğu alanlara bile bile gönderildiği ileri sürülüyor. Tek taraflı olarak ateşkes yapan PKK çatışma ortamına çekiliyor. Hükümet BDP’yi PKK’den ayrılmaya çağırıyor. Demokratik Açılım’ı destekleyen bir barış yanlısı bu çağrıyı yineliyor. Fakat sadece PKK’ye değil BDP’ye karşı da bir savaş yürütülüyor. BDP milletvekilleri hakkında toplam 1117 yıl hapis cezası isteniyor. BDP’li belediye başkanları kelepçelenerek tutuklanıyor. Gösterilere katılan çocuklar cezaevinde tutuluyor. Bir halk, her yaştan bireyiyle yargılanıyor. Barış için dağdan inmeye hazır olan savaşa davet edilirken, yasal Kürt siyasetine izin verilmiyor. TSK operasyonlarla askeri yöntemin çözümsüzlüğünü dayatırken, “PKK’yi ez, Kürt sorunu çöz” anlayışını savunan hükümetin tutumuyla birleşiyor. Ateşle oynuyorlar.
Kürt halkı çözüm istiyor
Kürtler ise her fırsatta barış ve demokratik çözüm taleplerini dile getiriyor. 16 Mayıs Pazar günü, son günlerde artan askeri operasyonlara karşı Diyarbakır’ın Lice ilçesinde “Canlı kalkan” eylemi düzenlendi. BDP il binası önündeki eylem, aralarında BDP milletvekilleri ve sivil toplum örgütlerinin de bulunduğu binlerce insanı bir araya getirdi. Barışı ve demokratik çözümü savunan önlük ve pankartlarla “Ape Musa alanı” olarak billinen operasyon alanına doğru yürüyen kalabalık askerler tarafından durduruldu ve geçişe izin verilmedi. Basın açıklaması yapan heyet Diyarbakır’a döndü. Geçtiğimiz günlerdeki bir operasyonda asker çocuğunu kaybeden baba Rahim Özay isyan etti: “...Barışa darbe
vuranlar utansın. Bu şehitler geldiğinde onlar evlerinde rahatça uyuyabiliyorlar mı? Kendi insanımızı, kendi insanımızla çatıştırıyoruz. Dış güçler tarafından bunlar yönlendiriliyor. Evlerimize ateş düşürülüyor. Barış ve demokrasiye darbe vuruluyor” dedi. BDP Bitlis Milletvekili Nezir Karabaş “Canlı kalkan” eyleminde yaptığı konuşmada, “Savaşı sürdürürseniz iddia ediyorum, yemin ediyorum Kürt halkı yaşamı cehenneme çevirecek. Kürt halkı Ortadoğu’da yaşamı kilitleyecek. Artık Kürt halkının verdiği mücadele yıllardır bedel veren kahraman gerillayla sınırlı kalmayacak” dedi. BDP Diyarbakır İl Başkanı Nijad Yaruk da “Diz çöktürmeye çalıştığınız bu halkın önünde diz çökeceğiniz günler çok yakındır” diye konuştu. Milliyetçiler ve savaş yanlıları bu sözlere ateş püskürdü. Kardeşlik kolayca edebiyatı bırakıldı. Kürtlerin Türklerle
eşit olmadığı en bayağı ırkçılıkla açıklandı. Oysa BDP’liler barışa ve özgürlüğe susamış, akan kandan yorulmuş bir halkın çığılığını dile getiriyordu. Batı’da yaşayanlar işçilerin ve yoksulların çıkarı bir an önce savaşın bitmesidir. Ölenler emekçi çocuklarıdır ve bu anlamsız savaş bizlerin ödediği vergilerle finans ediliyor. Kanımızın akıtılmasına, paramızın çalınmasına hayır demeliyiz. Milyonlarca Kürdün desteklediği politikacı ve örgütleri ezmeye çalışarak Kürt sorunu çözülemez. Hükümet bu politikasından vazgeçmedikçe kendi sonunu hazırlamaya ve Ergenekoncular için bereketli bir tarla oluşturmaya devam edecek. Barış, operasyonların durmasından geçiyor. Operasyonları durdurun ve Kürtlerin temsilcileriyle masaya oturun. Türk ve Kürt emekçilerinin kaybetmeyeceği tek çözüm budur.
sayý: 394 l sosyalist iþçi l
5
Tayland’da darbecilere karþı direniþin kronolojisi 14 Mart: On binlerce ''Kırmızı Gömlekli'' bir askeri üsse saklanan Başbakan Abhisit Vejjajiva'nın istifası talebiyle başkent Bangkok'a kamp kurdu. 2 Nisan: Göstericiler, başkentin biri ticari, diğeri turistik iki mahallesini işgal etti. 7 Nisan: Hükümet Bangkok'ta olağanüstü hal ilan etti. 10 Nisan: Göstericiler ile güvenlik kuvvetleri arasında ilk şiddetli çatışmalar patlak verdi. Çoğu "Kırmızı Gömlekli" 25 kişi öldü, 800'den fazla kişi yaralandı. 22 Nisan: Sarı gömlekliler ile Kırmızı Gömlekliler karşı karşıya geldiği sırada 5 el
Tayland’da kim kimdir? Tayland'da Tayland kralý 83 yaþýnda ve 63 yýldýr kral. Krallýðý zamanýnda 15 askeri darbe yaþamýþ. Gene onun zamanýnda 16 kere yeni anayasa yapýlmýþ ve 27 baþbakan görev yapmýþ. Tayland'da bütün bu dönemde monarþiyi savunan ordu, büyük bürokrasi ve burjuvazi daima iktidarý elinde tutmuþ. Ýktidarý bir baþka güç biraz olsun ellerinden çektiðinde derhal müdahale etmiþler. Ordu, bürokrasi ve büyük burjuvazinin iktidarý yerinden oynatýlamamýþ. 12 Mart'tan beri baþkent Bankgkok'un merkezinde oturma eylemi yapan Kýrmýzý Gömlekliler ise Tayland yoksullarýnýn hareketi. Bu harekete zaman zaman burjuvazinin bazý kanatlarý katýlsa da hareketin tabaný kýr ve þehir yoksullarýndan oluþuyor. Hareketin çok büyük bir dinamizmi var. Eski baþbakanlardan Thaksin Shinawatra Kýrmýzý Gömleklileri destekliyor, ancak Kýrmýzý Gömlekliler hareketi çok daha kapsamlý bir hareket. Liderliðinde eski komünistler de var ve temel talepleri demokrasi. Ülkenin yönetiminden ordunun ve büyük bürokrasinin çekilmesi. Çok zengin olan Thaksin baþlangýçta daha etkiliydi, ama artýk etkisi azaldý. Þimdi Bangkoklu öðrenciler harekete katýlýyor. Kýrmýzý Gömlekliler hükümeti darbenin ürünü olarak görüyorlar ve bu nedenle çekilmesini, derhal seçimler yapýlmasýný talep ediyorlar. Kýmýzý Gömleklilerin karþýsýnda Sarý Gömlekliler var. Sarý kraliyet ailesinin rengi. Sarýlar ordu ve bürokrasi taraftarý. Son olaylarda ortada yoklar. Kýmýzý Gömlekli binlerce kiþi Bangkok'un merkezinde oturma eylemine baþladýðýnda darbecilerin baþbakaný bir ordu karargahýna sýðýndý ve hala oradan çýkmadý. Hükümet toplantýlarý bile orada yapýlýyor. Tayland'da yaþananlarla Türkiye'de yaþananlar arasýnda büyük bir benzerlik var.
bombası patladı, bir kişi öldü, 80 kişi yaralandı. 3 Mayıs: Abhisit, ablukanın kaldırılması karşılığında 14 Kasımda seçimlerin yapılmasını öngören bir ''yol haritası'' sundu. Kırmızılar bu girişimi memnuniyetle karşıladı, ama parlamentonun alt kanadının feshi için kesin tarih istedi. 13 Mayıs: Gerilim yeniden tırmandı. Abhisit erken seçim teklifini iptal etti, çünkü göstericiler kamplarını tahliye etmedi. Ordu işgal edilen mahallenin etrafını sardı. Kırmızılardan taraf olan General Khattiya Sawasdipol, başına isabet eden kurşun net-
icesinde öldü. Olağanüstü hal uygulaması 15 eyaletle genişletildi. Başta ABD ve İngiltere olmak üzere, birçok ülke büyükelçiliklerini kapattı. 14-17 Mayıs: Bangkok'ta kent gerillası sahneleri yaşandı. Göstericiler, gerçek mermilerle ateş açan güvenlik kuvvetlerine molotof kokteyli, taş, kimi zaman da bıçakla saldırdı, 4 gün içinde 39 kişi öldü, 300 kadar kişi yaralandı. Yetkililer, 17 Mayısta göstericilerin en kısa zamanda dağıtılacağını açıkladı. 19 Mayıs: Ordu, ''Kırmızı bölgeye'' müdahale etti.
Ordu halka saldırdı B
angkok’un merkezini haftalardır felç eden gösterilerin liderleri ordu birliklerinin zırhlı araçlarla göstericilerin barikatlarına saldırması üzerine teslim oldu. Son çatışmalarda en az 5 kişi ölürken 50’yi aşkın kişi yaralandı. Günlerdir göstericilerin Bangkok’un finans merkezinde barikatlarla kurduğu karargahlarının etrafını çevirmiş olan ordu birlikleri 19 Mayıs sabahı hoparlörlerle göstericilere bölgeyi derhal terk etmelerini ve ordunun bir operasyon başlatacağını duyurdu. Bunun üzerine protesto hareketinin liderleri teslim olmaya karar verdi. Protesto hareketinin liderlerinden Jatuporn Prompan, daha fazla kayıp verilmesini istemediğini ifade ederek, daha fazla ölüm yaşanmaması için teslim olacaklarını açıkladı. Tayland’da Mart ayından beri devam eden siyasi kriz son günlerde zirveye ulaşmış bulunuyor. Başbakan’ın istifasını ve seçimlerin yeniden yapılmasını isteyen Kırmızı Gömlekliler Bangkok’un merkezinde bir alanı haftalardır işgal altında tutuyordu. Ordu ile darbe karşıtları arasında ölümle sonuçlanan ilk çatışmaların ardından karşılıklı görüşmeler başlatılmaya çalışılmış, ancak hükümetin göstericilerin kamplarını terk
Ordunun saldırı emri vermesine ve liderleri teslim olmasına rağmen Kırmızı Gömlekliler direniyor.
etmelerini dayatması yüzünden bir sonuca ulaşılamamıştı. Tayland hükümeti son olarak göstericilerin Tayland Senatosu üyelerinin gözetiminde görüşmeler yapılması talebini de aynı gerekçeyle reddetmişti. Son 40 yýl içinde demokrasi yanlýsý protestocularýn üzerine beşimci defa ateþ açýldý. Her defasýnda amaç ayný olmuþtu: 70 yýldan beri Tayland'ý yöneten muhafazakar elitin çýkarlarýný
korumak. 2005'ten bu yana Tayland'da görülen, yoksullar ve elitler arasýnda gitgide büyüyen sýnýf savaþý. Elbette bu salt bir sýnýf savaþý deðil. Geçmiþte, solun boþluðundan dolayý, Taksin Shinawat gibi milyoner ve popülist politikacýlar yoksullara liderlik etmek için bunu kullandý. Ana akım medya, üniversiteler ve Sivil Toplum Kuruluşları ise
bu süreçte Sarı Gömleklileri destekledi ve gittikçe sağa kaydı. Tayland’daki mücadele saman alevi gibi hızla parlayıp hızla sönecek geçici bir durum değil. Kırmızı Gömleklilerin direnişi şimdilik bastırılsa da bulduğu ilk çatşaktan çıkarak devam edecek. Halk, kendine kurşun sıkanları asla unutmayacak ve Kırmızı Gömlekliler bir daha ki sefere bugünün deneyimiyle örgütlenerek çıkacak.
Halkın ölülerine basarak iktidarda kalmaya çalıþıyorlar Teyit edilememiş haberlere göre, Abhisit'in askerlerinin açtığı ateş sonucu 50 kişi öldü. Yüzlerce kişi yaralandı. Hükümet kaynakları, protesto alanında 500 "terörist" olduğunu söylüyor. Daha önce de "teröristleri" vurmak için keskin nişancıları kullanacaklarını açıklamışlardı. Oysa teröristler sokaklarda değil; hükümette, orduda ve sarayda bulunuyor. Despot yöneticiler, Kırmızı Gömlekliler hareketinin monarşiyi devirmek istediğini, bu yüzden onları öldürmenin mazur görülebileceğini söylüyorlar. Yani onlara göre, bir monarşiyi korumak için, demokrasi ve sosyal adalet için savaşan insanlar öldürülebilir. Aralarında Abhisit'in paralı akademisyeni Panitan Wattanayagorn ve sansür şefi Satit Wongnongtuay'in de bulunduğu hükümet sözcüleri, askerlerin sadece kendilerini koruma amacıyla ateş açtığını söylüyorlar. Bu sürekli tekrarladıkları bir yalan. Görgü tanıkları silahsız sivillerin üzerine hedef
gözetilmeksizin ateş edildiğini anlatıyor. Üzerine ateş açılan sivillerin arasında 10 yaşında bir çocuk, bir sağlık görevlisi ve yabancı muhabirler de bulunuyordu. Sözde insan hakları örgütleri "iki taraf"a da şiddete son verme çağrısı yapıyor ama silahsız, demokrasi yanlısı göstericilere öldürücü bir şiddet uygulayan sadece bir taraf var. "Sınır tanımayan Haberciler" bile iki tarafın da muhabirlerin güvenliğini garanti altına almasını istiyor. Soğukkanlılıkla öldürülen Kırmızı Gömlekliler, nasıl birilerinin güvenliğini garantiye alabilirler ki? Birçok haber ajansı, askerlerin ortalığı yakıp yıkanlara ateş ettiğini yazıyor. Oysa ordu dışında ortalığı yakıp yıkan kimse yok. Diğerleri ise "şiddete dönüşen protestolar"dan bahsediyor. Şiddet uygulayanlar protestocular değil. Abhisit'in ve onun ordu tarafından desteklenen hükümetinin iktidarda kalması için silahsız, demokrasi yanlısı göstericiler sis-
tematik olarak katlediliyor. Kral her zaman olduğu gibi sessizliğini koruyor. Kralın, sahip olduğu serveti saymak dışında tek işi, ordunun yaptığı her kanlı eylemi meşru göstermek. Ama bazı "analistler" hâlâ onun ülkeyi bir arada tuttuğunu iddia ediyorlar. Gerçekte Kral demokrasiye karşı getirilen kısıtlamaların hepsini destekliyor. Gerçekte güçsüz ve korkak. Bu yüzden milyonlarca Kırmızı Gömlekli giderek cumhuriyetçi görüşleri benimsiyorlar. Birleşmiş Milletler kısa bir zaman önce Tayland'ı İnsan Hakları Komitesi'ne seçti. Şaka gibi! Ama elbette savaş çığırtkanlarının egemen olduğu bir kurumdan beklenebilecek bir hareket. Giles Ji Ungpakorn Giles Ji Ungpakorn, Akademisyen ve aktivist. Şubat 2009'da Kral'a hakaretle suçlandığı için Chulalongkorn Üniversitesi'nde Siyasi Bilimler Fakültesi'ndeki doçentlik görevini bırakıp İngiltere'ye gitmek zorunda kaldı. Ungpakorn, Uluslararası Sosyalist Akım'ın Tayland'daki örgütü olan İşçi Demokrasisi üyesi.
6l sosyalist iþçil sayý: 394
‘Yunanistan gittikçe büyüyen borçlarıyla Avrupa’da kriz ve direniþin odak noktası’ IMF ve Avrupa Birliği’nin kesinti programı Yunanistan’da Albaylar Cuntası’nın devrilmesinden bu yana en büyük grevlere ve kitle gösterilerine yol açtı. Yuanistan’daki krizin boyutu nedir? Sadece Yunanistan’a mı özgüdür? Yunanistan’da işçi sınıfı ve sendikalar ne düşünüyor? Nasıl bir hareket var ve direnişte devrimci sosyalistlerin oynadıkları rol nedir? DSİP’in kardeş örgütü SEK’in (Sosyalist İşçi Partisi) önde gelen üyelerinden Panos Garganos anlatıyor. IMF’nin Yunanistan’a girmesiyle ilgili tepki ne oldu? IMF, Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa Merkez Bankası 1967’de gerçekleşen albaylar darbesinin yıldönümü olan 21 Nisan’da Atina’ya vardılar. O zamanlar askerlerden çekiyorduk şimdi de bankacılardan çekiyoruz. İtfaiye, hastaneler, yerel yetkililer ve öğretmenler o gün grevdeydiler. Grevler için daha önceden çağrı yapılmış olsa da IMF’ye verdiğimiz cevap bu oldu. Kamu sektöründe çalışanların maaşları ve primlerinde kesintiler başlamıştı bile. Şimdi AB ve IMF istikrar planlarının daha da sert olmasını istiyor. O tarihe kadar yapılan kesintilerin boyutu neydi? 4.5 milyonluk işgücünün içindeki 220 bin insan işlerinden oldular. Tabii resmi işsizliğin zaten %10’larda olduğunu unutmamak gerekir. Yunanistan’da işçilerin Paskalya’dan önce yarım maaş prim almaları adettendir. Ortalama aylık maaş 2100 Euro civarındadır. Yani insanlar 600 euro civarında bir ek ödeme bekliyorlardı. Ancak 400 Euro civarında bir prim alabildiler. Bu kesinti, vergilerin artması ve maaşların %10 kesintiye uğramasının üzerine geldi. Mart’ta gerçekleşen grevleri bu maaş kesintileri ateşlemişti. Şimdi üç ayrı koldan yeni saldırılarla karşı karşıyayız. Hükümet insanların şimdi 60 yaşına kadar çalışarak emekli olmalarını istemiyor. Onların 67 yaşına kadar çalışmalarını istiyor. Tabii aynı zamanda emeklilik hesaplamalarını da değiştirmek istiyorlar. Şimdiye kadar çalışırken ödediğimizin %80’inin alıyorduk. Artık %70’ini alabiliyoruz. Üstelik %10-15lik bir düşüş daha öngörüyorlar. IMF maaşların %15 ila 20 azaltılmasını istedi. İkinci saldırı alanı, su şirketlerinin ve demiryollarının özelleştirilmesi. Bu şirketleri satarak 5-6 milyar Euro para kazanmak istiyorlar. Üçüncüsü ise yerel yetkili sayısını azaltmak. Hükümet bunu demokratik bir reform olarak lanse ediyor olsa da yerel hizmetleri azaltarak büyük bir kısıtlamaya gitmeyi planlıyor. Huzur evi ve kreşler de dahil altı bine yakın işletmenin kapanacağı tahmin ediliyor. Krizi ve ciddiyetini nasıl tanımlarsınız? İlk anlaşılması gereken nokta krizin zorlu ve uzun vadeli olduğu. Dubai’de Yunanistan’ın borçlarıyla ilgili kriz başlayalı altı ay oldu. Bu süre içinde Yunan Hükümeti, AB, IMF ve Avrupa Merkez Bankası krizin kontrol altında olduğunu söyleyip durdu. Büyük bir bütçenin piyasaları rahatlatacağını ileri
“Antikapitalistler pek çok işyerinde direnişi örgütlüyor ve ırkçı saldırıları karşılıyorlar. 24 Şubat grevine göçmen işçiler de katıldı. Şimdi de göçmen işçiler sendikası kurarak 1 Mayıs’ta güç gösterisi yapacaklar. Bunlar kendiliğinden gerçekleşmedi. Antikapitalistlerin çalışmaları bu sonucu doğurdu. İnsanlar saldırı altında oldukları için çok öfkeliler, ama aktivistlerin yoğun çabasını göz ardı etmemek gerekiyor. Bu önemli bir neden. Güçlü bir antikapitalist hareketimiz olduğu için hem direnişi hem de solu sola doğru itiyor. Böylece sağ kanat geri çekilmeler olmadığından emin oluyorlar.” sürdüler. Şimdiyse AB ile bir istikrar planı üzerinde uzlaşmanın piyasaları rahatlatacağını söylüyorlar. Her plan açıkladıklarında piyasalar memnuniyet belirtiyor, borsalar birkaç günlüğüne yükseliyor ve sonra kriz geri geliyor. Bu uzun ve derinlikli bir kriz. Yeni-liberal kuruluşlar bu krizi çözmekte başarısız. Şimdi Yunanistan’ın IMF tarafından kurtarılması noktasındayız. Hükümet, 12 Mayıs’a kadar pek çok borcu tekrar planlamalıydı ve bu ihtiyacı sebebiyle IMF’ye gitti. Bu, IMF’nin Yunanistan hükümetini kontrol ettiği anlamına gelir. Bunun anlamı kötüleşen bir ekonomik durum olacak. Çünkü yapılacak kesintiler ekonomik durgunluğu arttıracaklar. Yunanistan’ın çok hafif bir durgunluk yaşaması gerekiyordu. Ancak istatistikler her ay aşağıya inmeye devam etti. Ekonomistler, eğer IMF önlemleri uygulanırlarsa, önümüzdeki iki yıl içinde Yunanistan’ın Gayri Safi Milli Hasılası’nın yüzde 10
ila 15’ini kaybedeceğini söylüyor. Hükümet ‘insanlar bazı bedeller ödeyerek piyasaları sakinleştirebilir’ diye ısrar etti ve siyasi güç kaybetti. Şimdi herkes bunun gerçek olmadığını görüyor. Hükümet gittikçe güç kaybediyor. Direniş nasıl gelişti? Hala büyüyor mu? Yeni PASOK hükümeti (Yunanistan İşçi Partisi) 2009 yılı sonunda kuruldu. Konfederasyon (TUC) yeni bir hükümete karşı greve çıkmayacaklarını ilan ettiler. İşçi sendikaları konfederasyonu PASOK tarafından yönetiliyor olsa da “yeni hükümete zaman vermeliyiz, grev yok” dedi. Ancak hükümet ilk bütçe kesintilerini yaptığında sendika liderlikleri ciddi bir güçle karşılaştı. 17 Aralık’ta konfederasyonlar çağrı yapmadığı halde neredeyse bir genel grev yaşandı. Bu olacakların ilk habercisi gibiydi. Öğretmen sendikaları grev çağrısı yaparak greve önayak oldu. Bu çağrı, sendikaların sol kanatlarını ve Komünist Parti’yi
baskı altına aldı. Böylece onlar da grev çağrısına katılarak anı yakaladılar. Sonra gazeteciler ve matbaalar da greve katılmaya karar verdiler. Böylece 17 Aralık günü televizyon ve gazeteler olmadığından büyük başarı sağladık. 10 Şubat günü kamu çalışanlarına sıra geldi. PASOK tarafından kontrol edilen kamu çalışanları sendikaları federasyonu 24 saatlik grev çağrısı yaptı. Bu hükümeti destekleyen sendikaların ilk dönüş adımıydı. Grev o kadar başarılıydı ki işçi sendikaları konfederasyonu 24 Şubat’ta genel grev çağrısı yapmak zorunda kaldı. Hükümet ve AB “istikrar planı” üzerinde anlaşmışlardı bile. Bunun anlamı “grevinizi görmezden geleceğiz” idi. Mart ayı başında paskalya primlerini keseceklerini açıklayarak 11 Mart genel grevinin yolunu açtılar. Grev devasa boyutlardaydı. Başlangıçta muhalefet eden işçi sendikaları konfederasyonu yüzde 90 katılım olduğunu açıkladı. Bu 3.5 milyon işçinin
grevde olması demekti. Pek çok genel grev gördüğümüz halde o günkü yürüyüşler herkesin hatırladığı en büyük yürüyüşlerdi. Büyük ihtimalle cunta devrildiğinden beri gerçekleşen en büyük gösterilerdi. Tek tek sektörler eylemliliğe devam ediyorlar. Örneğin 15 Nisan’da toplu ulaşım çalışmadı. Otobüs, troleybüs ve tramvay işçileri hükümetin planına karşı çalışmayı bıraktı. Çoğu konuşmacı bir günden fazla sürecek grevler talep etti. Önderlik, organize hareket ederek pek çok sektörü aynı anda greve çıkarma sözü verdi. Eylemlerde insanlar fazlasıyla öfkeliydiler, pek çoğu PASOK üyelik kartlarını yırttı. Bunlar sendika liderlerini eyleme iten önemli faktörlerdi. Şimdi ne olacağını tahmin ediyorsunuz? Kamu çalışanları 22 Nisan’da greve gittiler. Şimdi herkes konfederasyondan Mayıs ayında genel grev çağrısı bekliyor. İnsanlar istikrar planının çökmesi ve IMF’nin gelemsi sebebiyle çok kızgın. AB ile ilgili pek çok
sayý: 394 l sosyalist iþçi l insanın hayalleri vardı, ama IMF’den herkes nefret eder. Şimdi AB ile IMF’nin bayağı benzediğini fark ediyorlar. Çünkü her ikisi de Yunanistan’daki hayat standartlarına saldırıyor. Şimdi Mayıs ayında bir genel grev daha olacak ve insanların bağımsız hareket etmelerinin önü daha da açılacak. Aralık’tan beri gittikçe artan sayıda iş kolu grevlere katıldı ve şimdi hepsi direniş istiyor. Öğretmenleri örnek olarak alabiliriz. En örgütlü sendikalardan birisi onlara ait. Ancak liderlikleri kış boyu baskıya direnmeyi tercih etti. Şimdi sınav zamanı ve grev için ciddi bir baskı var. Aynı baskı özelleştirmeye direnen su işçileri için de geçerli. Emeklilik fonları kesilen Telekom ve elektrik işçileri de baskı yaratıyor. Örneğin elektrik işçileri paskalya öncesi iki tane 48 saatlik grev örgütledi ve iş kazası sonucu ölümleri önlemek için 2 bin yeni kadro istiyorlar. Grevleri durdurdular. Çünkü hükümet 2 bin geçici iş yaratmayı kabul etti. Tahmin etmek kolay değil-bir anda bir şeyler olmayacak. Ama Mayıs grevinin ardından pek çok iş kolu bu yola girip, pek çok hareket oluşturacak gibi görünüyor. Borç krizini Yunanistan’a özgü olarak gören yorumculara ne diyorsunuz? Yunanistan’ın büyük krizin içindeki yeri nedir? Borçları yapılandırmak Yunanistan’a özgü bir sorun değil, çok daha geniş bir alanda hissediliyor. Kapitalistler her yerde aynı yöntemleri kullanıyorlardı. Bu yöntemler krizle birlikte açığa çıktı. Bu sebeple her yerde skandallar koptu. Yunanistan’la ilgili özel bir durum yok. Tekil bir sorundan bahsetmiyoruz. Çeşitli devletlerin finans piyasasından kazanmaları gereken büyük paralar var. Arjantin ya da Türkiye gibi bazı sorunları olup, dünyanın devamının görmeyeceği bir durumda değiliz. Şimdi işler değişti. Yunanistan krizi büyük krizle ilişikli ve bu borçların faiz oranları ile borçlandırma yetisi doğrudan bir gereklilik. Yunanistan krizi borç faizlerini yükseltiyor. Bu İngiltere’yi bile etkileyecek. Koca borcunun faizlerini ödemek için ne gerekeceği orada yapacakları kesintilerle bağlı olacak. Yunanistan’ın başarısızlığı Avrupa’daki krizi derinleştirecek. Euro’nun baskı altında olması Portekiz, İrlanda ve İspanya’daki durumu kötüleştirecek. İkinci durum direnişle ilgili. Şimdiye kadar Yunanistan genel eğilime karşı gelişti. Dönüm noktasına gelmiş olabiliriz. Üstelik Yunanistan bir istisna olmayabilir. Geçtiğimiz birkaç yıla bakarsanız Fransa ve İtalya’da işçi direnişinin bu standartlara yakın olduğunu görürsünüz. Yunanistan örneği başka yerlerdeki işçiler için esin kaynağı olabilir. Yunanistan neden böylesi bir direnişin odağı oldu? Bir sebep güçlü bir antikapitalist sola sahip olması olabilir. Seçimlerde güçlü olmayabilirler, ama Yunanistan’da diğer ülkelere oranla daha fazla insan sola oy veriyor. Sol bölünmüş durumda, ama oyları toplarsanız %13-14 oy alıyor. Bunların içinde
kuvvetli militan antikapitalist bölümler var ki önemli bir sebep bu. Antikapitalistler pek çok işyerinde direnişi örgütlüyor ve ırkçı saldırıları karşılıyorlar. 24 Şubat grevine göçmen işçiler de katıldı. Şimdi de göçmen işçiler sendikası kurarak 1 Mayıs’ta güç gösterisi yapacaklar. Bunlar kendiliğinden gerçekleşmedi. Antikapitalistlerin çalışmaları bu sonucu doğurdu. İnsanlar saldırı altında oldukları için çok öfkeliler, ama aktivistlerin yoğun çabasını göz ardı etmemek gerekiyor. Bu önemli bir neden. Güçlü bir antikapitalist hareketimiz olduğu için hem direnişi hem de solu sola doğru itiyor. Böylece sağ kanat geri çekilmeler olmadığından emin oluyorlar. Bunlar başka ülkelerde oluşmasını istediğimiz temeller. Yunanistan’ın sonsuza kadar böylesi bir örnek olmayacağı çok açık. Direniş genelleşecek ya da dağılmaya başlayacak. Genelleşmesini ümit ediyoruz. SEK adlı devrimci örgütlenmenin bu olanlarda rolü nedir? Gençlik hareketinden başlayarak antikapitalist solun merkezini oluşturmaya çalışıyoruz. 2006 ve 2007’de gerçekleşen büyük öğrenci işgallerinden beri adımlarımız bu yönde. Ayrılıklar sebebiyle bu süreç iki ya da üç yıl aldı, ama bir odak yaratmayı başardık. Şimdi “İsyan” denilen daha da solda bir cephe var. SEK olarak antikapitalist solda yer alan çeşitli aktivist gruplarını bir araya getirerek harekete yarar sağladık. Irkçılık karşıtı çalışmaların merkezinde yer aldık. 2008 Aralık’ında sağcı hükümet saldırgan ırkçıları destekleyerek göçmenleri günah keçisi yapmaya çalıştı. Atina’nın göbeğinde faşist yürüyüşler olmaması için bir yıl önce örgütlenmeye başladık. Sağcıların göçmenleri toplama kamplarına koymasına karşı çıktık. Muhafazakâr Yeni Demokrasi Partisi krizde. Liderleri kendi aralarında kavga ediyor. Aşırı sağ, ırkçı saldırılarıyla görünür hale geliyor. Pek çok noktada göçmenleri günah keçisi yapmaya çalışsalar da Atina’da ve Atina dışında başarılı yürüyüşlerle onlara karşı duruyoruz. PASOK seçimlerde sola kayıştan faydalandı. Ancak şimdi hareket PASOK’u geride bırakarak ilerlemeye devam ediyor. Bunun için çalışıyoruz. Irkçılık karşıtı işleri ve grevleri örgütleyerek taleplerin üçüncü bir boyutunu var ediyoruz. Bu boyut sadece kesintilere karşı çıkmaktan öte antikapitalist bir yöne ilerlemeyi içeriyor. Örneğin borçları ödemeyi reddetmek ve bankaları kamulaştırmak gibi. Tüm bunlar 2007 ve 2008 krizleriyle birlikte başladı. Şimdi Yunanistan’da genel tartışmanın bir parçası haline geldi. Bu durum en tepe noktalara vardığımızda hayati öneme sahip olacak. 1999-2002 arasında Arjantin’de yaşananların boyutuna varırsa ve grev içinde güçlü bir antikapitalist hareket oluşursa sonuçta bankaların kamulaşması ve borçların reddi çok önemli hale gelecek… Socialist Worker için Ian Taylor’un yaptığı röportajı Avi Haligua çevirdi.
“Antikapitalist hareket ve yeni sol” toplantısında Panos Gargaras SEK), Alex Callinicos (SWP), Alain Crivin (Fransa Antikapitalist Parti), Stefan Cifle (Die Linke), Renatu Soerio (Portekiz Sol Blok), Agelos Hagios (Yunanistan NAR) konuþtu.
Direniþin merkezinde Marksizm toplantýlarý Yunanistan iþçi Partisi (SEK) tarafýndan Atina'daki Ekonomi Üniversitesi'nde 13-16 mayýs tarihleri arasýnda düzenlenen Marksizm toplantýlarýna Türkiye'den DSÝP GYK üyesi Yýldýz Önen de katýldý. Dört gün boyunca süren Marksizm toplantýlarýna ABD'den David Harvey, Ýngiltere'den Alex Callinicos, Fransa'dan Alain Crivin, Portekiz'den Renato Suero, Almanya'dan Stefan Cifle, Kýbrýs'tan Dinos Agiomamitis ve Yunanistan'dan çok sayýda gazeteci, sendikacý ve akademisyen, iþçi ve aktivist katýldý. Marksizm'de dört günde 54 toplantý yapýldý ve toplantýlara yüzlerce aktivist katýldý. Aþaðýda Yýldýz Önen'in izlenimleri yer alýyor.
Kardeþ örgütümüz SEK'in düzenlediði toplantýlar heyecan vericiydi. DSÝP'in iki hafta önce Ýstanbul'da düzenlediði Marksizm toplantýlarýnda yapýlan bir dizi vurgunun Yunanistan'daki toplantýlarda da yapýlýyor olmasý uluslararasý sosyalist bir hareketi örgütlemenin ne kadar önemli olduðunu gösteriyor. Ýstanbul'daki Marksizm'de ýrkçýlýk karþýtý mücadele çok önemli bir odaktý. Yunanistan'da da en kitlesel toplantýlardan birisi "Irkçýlýða hayýr!" toplantýsý oldu. Asya ve Afrika'dan çok sayýda mültecinin de katýldýðý toplantýda SEK'in bugüne kadar Yunanistan'da sürdürdüðü ýrkçýlýk karþýtý mücadelenin önemi anlatýldý. Toplantýda özellikle Yunanistan egemen sýnýfýnýn anlattýðýnýn tam tersine, krizin nedeninin göçmen iþçiler olmadýðý, krizin bizzat mülteciliði tetiklediði ve krize karþý tüm ezilenlerin birleþik mücadelesinin örülmesi gerektiði vurgulandý. SEK'e yeni üye olan Senegalli bir kadýn konuþmacý, kendilerinin de artýk Yunanistan iþçi sýnýfýnýn bir parçasý olduðunu, birleþik mücadelenin bu yüzden çok önemli olduðunu anlattý. David Harvey ve Alex Callinicos'un konuþmacý olduðu "Dünyada ekonomik kriz" toplantýsýnda, Yunanistan'da egemen sýnýfýn "borçlarý iþçiler ödesin" önerisine karþý David Harvey, baþka bir öneri sundu. David Harvey kendisinin maaþý üzerinden krize çözüm için borç paylaþmayý önerdi. Ama geliri milyonlarca avro olanlar da gelirlerine oranla borç ödemeyi
kabul ederlerse bu öneriye evet demek gerektiðini söyleyerek salondaki tüm katýlýmcýlarýn gülmesine neden oldu. Alex Callinicos ise antikapitalist hareketin krize karþý direnen iþçi hareketiyle birleþerek küresel bir mücadele örgütlemesinin önemini vurguladý. Marksizm sürerken Türkiye'den baþbakan Recep Tayyip Erdoðan da Yunanistan'daydý. Yunan ve Türk hükümetleri onlarca anlaþma imzalarken, Tayyip Erdoðan Yunanistan'da halka seslenerek, "IMF programýný kabul edin, siz de bizim gibi kýsa zamanda en az %5 ekonomik büyüme saðlarsýnýz" diyerek kestirme bir öneride bulundu. "Küresel krize karþý mücadele" toplantýsýnda ben de Türkiye'deki ekonomik büyümenin Türk egemen sýnýfýnýn hanesine yazýldýðýný, IMF politikalarýnýn özelleþtirme, yoksulluk ve iþsizlik olarak Türkiye'de emekçilere çok pahalýya mal olduðunu vurguladým. Marksizm'in en ilgi çekici toplantýlarýndan birisi de Antikapitalist hareket ve yeni sol konusunun tartýþýldýðý toplantýydý. Panos Gargaras SEK), Alex Callinicos (SWP), Alain Crivin (Fransa Antikapitalist Parti), Stefan Cifle (Die Linke), Renatu Soerio (Portekiz Sol Blok), Agelos Hagios (Yunanistan NAR) konuþmacýlar arasýndaydý. Konuþmacýlar hem kendi deneyimlerini paylaþtýlar, hem de antikapitalist hareketi tüm deðiþik gündemler içinde örgütlemenin, kitlesel bir sol partiye duyulan ihtiyacýn önemini vurguladýlar. Yunanistan'da
krizin faturasýný ödemeye kesinlikle karþý olan emekçilerin kitlesel bir devrimci partiye duyduðu ihtiyaç da sýk sýk vurgulandý. Ýngiltere'den Alex Callinicos, tüm Avrupa çapýnda örgütlenecek bir kitlesel solun önemini vurguladý. DSÝP'in de imzacýlarýndan olduðu ve Avrupa radikal solunu bir araya getiren bir metnin (Sosyalist Ýþçi sayý 393) çok önemli bir ilk adým olduðunu ve bu zemin üzerinden birlikte hareket etmeye baþlamanýn kaçýnýlmaz bir görev olduðunu tüm konuþmacýlar söyledi. Bir yandan devrimci partileri inþa ederken bir yandan da radikal solu öncelikle tüm Avrupa çapýnda örgütlemeye çalýþmak toplantýnýn ortak vurgusuydu. SEK, krize karþý mücadelede çok önemli bir rol oynuyor. Bu önem Marksizm'e katýlan sendikacýlar ve aktivistler tarafýndan sýk sýk vurgulandý. Hem savaþ karþýtý harekette hem ýrkçýlýða karþý mücadelede, ayný zamanda iklim deðiþimine karþý eylemlerde kendisini kanýtlayan ve bu hareketlerin örgütlenmesinde merkezi odak olan kardeþ örgütümüzün krize iþçi direniþlerinde oynadýðý rolün büyüklüðü tüm Marksizm toplantýlarýnda çok açýktý. Bu önem toplantýlara katýlan aktivistlerin hýzla SEK'e üye olmasýndan da açýða çýkýyordu. Yunanistan'da saðlam temellerde devrimci partiyi inþa eden yoldaþlarýmýz toplantýlar boyunca Marksizm'in yeni eylemlerin kýlavuzu olduðunu da kanýtlayarak 20 Mayýs'ta düzenlenecek genel grevi örgütleme çaðrýsýný sýk sýk yaptýlar.
7
8l sosyalist iþçil sayý: 394
sosyalist isci Onlar kârlarını arttırırken Geçtiğimiz hafta siyaset sahnesinde kartlar yeniden dağıtıldı. Bir yandan CHP’de taşlar yeniden diziliyor, bir yandan da toplum yavaş yavaş Anayasa değişikliği referandumuna hazırlanıyor. CHP il başkanları toplantısında Deniz Baykal’ın ipi çekildi. Kemal Kılıçdaroğlu yavaşça attığı adımları hızlandırdı ve aniden tek Genel Başkan adayı oldu CHP’de. Anket patlamaları yaşanmaya başladı. Kılıçdaroğlu’yla CHP’nin oylarının süratle arttığı iddia ediliyor. CHP’liler yeni dönem ve yeni genel başkanla seçimlerde yüzde 40 oy alacaklarını açıklamaya başladılar. Basit ama düzgün düşünen her insan, “Bu muydu? Bu kadar basit miydi?” sorusunu soruyor. CHP’nin radikal bir dönüşüm yaşaması için Deniz Baykal’ın kaçamağının kısa bir süreliğine kamuoyuna duyurulması mı gerekiyordu? Yılların partisi, bir kasetin bir sitede beş dakikalığına yayınlanmasıyla yapısal bir değişim mi geçirecek? CHP bundan böyle “Ergenekon davasında sonuna kadar gidilsin.” mi diyecek? “Kürt açılımına son hızla devam edilsin, muhatapsız çözüm olmayacağı artık görülsün.” beyanında mı bulunacak Kılıçdaroğlu? Darbeci paşaların yargılanması için suç duyurusunda mı bulunacak, kitlesel mitingler mi düzenleyecek? Baş örtüsüne özgürlük kampanyaları mı yapacak? 2011 yılının 24 Nisan gününde, Ermeni soykırımını CHP’li Canan Arıtmanlar mı anacak? Lice’ye Ceylan Önkol’un ailesini ziyarete mi gidecekler Onur Öymen’le birlikte? Ahmet Türk’e kiralık ev vermeyenlere karşı imza kampanyasını Necla Arat mı yapacak? Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos’u ölüm listesinin en tepesine koyanlara karşı Önder Sav mı nöbet tutacak? Tüm CHP il başkanları bir sonraki Hrant Dink duruşmasına “Hepimiz Ermeniyiz!” sloganlarıyla katılacaklar mı? Bu kadar basit mi? Direnişçi işçilerle kader birliği içine mi girecek CHP’liler? Milliyetçilikten vaz geçecekler mi? Irkçılıktan mı arınacaklar bir kaset sayesinde? Sorunun sadece bir kaset, sadece Deniz Baykal olduğunu düşünenler yanılıyor. Böyle düşünmemizi istiyorlar. Kafa karıştırmak istiyorlar. CHP’nin demokratik bir muhalefet örgütleyebileceğine inanmamızı istiyorlar. Siyasal mücadelenin keskinliği, bu türden sahte değişim iddialarını hemen test edecek. İşte ilk fırsat! CHP askeri vesayete gerçekten karşı çıkan bir parti haline geldiyse, Anayasa değişikliği paketinin referanduma gitmesi için gerekli olan adımları atar. Anayasa Mahkemesi’nin siyasetten elini çekmesi için öne atılır ve sırtını siyaset dışı kurumlara dayayarak politika yapmaktan vaz geçer. CHP, AKP hükümet olduğundan beri, 2002 yılından beri, il başkanlarını da, parti tabanını da statükocu, milliyetçi bir politik zeminde şekillendirdi. Bu taban, 2007 yılında ırkçı Cumhuriyet Mitinglerinin kitlesel tabanı oldu aynı zamanda. Bu korkuyla harekete geçen, şeriat tehlikesi ve bölücülük paranayosıyla yatıp kalkan bir taban. Demokrasiyi, yaşam tarzını elinden alan bir düşman olarak gören bir kitle. Özgürlükleri, “bölücülerin” özgürlüğü olarak algılayan, yıllardır “Kürt sorunu” dendiğinde “Kandil’i bombalarsak hallederiz” diyen bir parti bürokrasisiyle birlikte şekillenen bir kitle. Bu kitle, Baykal’ın yerine Kılıçdaroğlu geçti diye, bir günde değişmeyecek. Zaten Kılıçdaroğlu’nun maskesini kazıyın, altından Baykal çıkacaktır. Eğer Kılıçdaroğlu ve CHP Ergenekon avukatlığından vaz geçecekse, bunun için ilk adım, Anayasa değişikliğinin referanduma götürülmesi için hamle yapması olacaktır. Bu da yetmez: referandumda da “Yetmez! Ama değişikliğe evet” kampanyası yapmasıdır. Gerisi lafügüzaftır!
iþsizlik devam ediyor Borsada işlem gören 300 şirketin kârları, geçen yılın aynı döneminde 4.4 milyar TL iken, 2010'un ilk üç ayında 9.3 milyar TL'ye yükseldi. Ekonomik kriz ise emekçileri vurmaya devam ediyor. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, aynı dönemde işsiz sayısı 3.5 milyon. 2008 yılının ikinci yarısında başlayan ekonomik kriz, şirketlerin arka arkaya batmasına neden olmuş, zorda olan şirketler dünyanın dört bir yanında devletler tarafından kurtarılmıştı. Serbest piyasa ekonomisinin krizinde, devletler, şirketleri kurtarmak için yaklaşık 21 trilyon dolar harcamışlardı. Egemen sınıf bir yandan da krizden çıkabilmek için her yerde çalışan sınıflara saldırmaya başladı. Milyonlarca insan işten çıkartılırken, sıradan insanların gelirlerinde önemli miktarda kesintilere gidiliyor. Yeni liberal saldırıların en yoğun şekilde uygulandığı ülkelerden biri olan Yunanistan'da milyonlarca insan direnişe geçerken, sınıf çatışmasının zor durumda olan İspanya ve Portekiz'e sıçramasından korkuluyor.
Türkiye'de de 2 yıldır krizin faturası emekçilere çıkartılıyor. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) verilerine göre, 2010'un ilk üç ayında ülkedeki işsizlerin sayısı 3 milyon 564 bin. Gençler arasında işsizlik oranı %25. Aileleriyle birlikte hesaplandığında, işsizlik yaklaşık 14 milyon kişiyi etkisi altına almış durumda. 2010 yılının ilk üç ayında şirketler ise kârına kâr kattı. Borsada işlem gören şirketlerin mali tabloları açıklandı. Açıklama yapan 300 şirketin net kârı 9.3 milyar TL oldu. Bu şirketlerin 2009 yılının üç aylık dönemindeki toplam kârı 4.4 milyar TL seviyesindeydi. Yalnızca para üzerinden
para kazanan ve bu yüzden yüksek kârlarıyla krizi tetikleyen bankalar ise, yılın ilk çeyreğinde fahiş kârlar elde ettiler. Bilançolarını açıklayan bankalardan Garanti Bankası, Akbank, İş Bankası ile Yapı ve Kredi Bankası'nın bu yılın ilk çeyreğindeki kârlarının toplamı 3.5 milyar lirayı aştı. 2009'un ilk çeyreğine göre Garanti Bankası kârını %52, Akbank %76, İş Bankası ise %47 oranında arttırdı. Burjuva iktisatçılar tarafından, egemen sınıfın krizinden çıkışın işareti olarak yorumlanan bu tabloda, emekçilerin, çalışanların, sıradan insanların omzuna bindirilen yükten bahsedilmiyor.
Yalçın Ergündoðan'la dayanıþmaya Sesonline.net haber portalı Genel Yayın Yönetmeni gazeteci-yazar Yalçın Ergündoğan'a 26 Nisan 2005'te Birgün gazetesinde yayınlanan "Müritleri Haydar Baş'a baş kaldırdı" yazısı nedeniyle açılan dava sonuçlandı. Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı ve Kadiri Tarikatı şeyhi Haydar Baş'ın şikâyeti üzerine açılan davada, Ergündoğan ilk önce 105 gün hapis cezasına çarptırıldı ancak bu ceza 5 yıl süreyle ertelenerek 2 bin 100 lira para cezasına çevrildi. Ergündoğan, davacıların dört müdahil avukatı ve mahkeme masrafları ile birlikte 5 bin TL. ödeyecek. Yalçın Ergündoğan'ın ağır
n Darbeye, Ergenekon çetesine karþýysan, n Kürt sorununda demokratik bir çözüm istiyorsan, n Cinsiyetçiliðe ve homofobiye karþýysan n Küresel krize karþý mücadele etmek istiyorsan n Küresel ýsýnmaya, nükleer santrallara karþýysan
Ü
ÜTOPYA
para cezalarıyla karşı karşıya bırakılması üzerine, oluşturulan "Dayanışma Kurulu", 28 Mayıs Cuma akşamı Saat:20.00'de TMMOB Makina Mühendisleri Odası'nda "Yalçın Ergündoğan'la Dayanışma Yemeği" düzenleyecek. İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Türkiye Yayıncılar Birliği (TYB) Yayınlama Özgürlüğü Komitesi Başkanı Ragıp Zarakolu yaptığı açıklamada şu ifadeler kullanıldı; “Şu anda Yalçın Ergündoğan’ın şahsında simgeleşen, aslında son dönemde çok hızla gelişen özel hukukun kötüye kullanılması girişimlerinin somut bir örneğidir. Tüm
bu olan bitene karşı anti demokratik yasalara karşı, basın, yayın ve yazar kurumlarını çok daha duyarlı olmaya çağırıyorum." Bilet temini ve rezervasyon için başvuru: Karakedi Kültür Merkezi (0545-550 16 16) Dayanışma kampanyasına katkıda bulunmak isteyenler için hesap numaraları ise şöyle: GARANTİ BANKASI/ Merter Şubesi Hes. NO:4266600269 TL. IBAN NO: TR51 0006 2000 4260 0006 6002 69 AVRO IBAN NO: TR35 0006 2000 4260 0009 0966 58
DSiP’e üye ol! devrimci sosyalizme güç ver baþka bir dünya mümkün
www.dsip.org.tr
CHP nasıl solcu olur?
POLÝTÝKANIN ABECESÝ...
Ütopya sözcüðü Antik Yunan dilindeki ou (olmayan), eu (mükemmel olan) ve topos (yer/toprak/ülke) sözcüklerinin birleþmesinden oluþmuþtur. Tasarlanmýþ, ideal toplum ve devlet þekilleri için kullanýlýr. Platon, Farabî gibi pek çok ismin ütopyalarý bulunmasýna raðmen ütopya tanýmý, Thomas More'un Ütopya isimli eserinden sonra kullanýlýr hâle gelmiþtir. More, kitabýnda Ütopya adýný verdiði ülkede özel mülkiyetin ortadan kalktýðý ve eþitlik içinde yaþayan bir toplumu tasvir etmiþtir. (Ancak More'un kitabýnda sadece "yurttaþlar" eþittir, pis iþleri yapmak içinse köleler vardýr.) More'un ardýndan pek çok ütopya ve distopya (olumsuz ütopya) yazýlmýþtýr. More'dan sonra en ünlü ütopya, Campanella'nýn Güneþ Ülkesi isimli ütopyasýdýr. Ünlü distopyalar arasýnda da George Orwell'in 1984, Yevgeniy Ývanoviç Zamyatin'in Biz ve Aldous Huxley'nin Cesur Yeni Dünya kitaplarý sayýlabilir. Modern zamanýn en ilgi çeken ütopyalarý arasýndaysa anarþist yazar Ursula K. Le Guin'in Mülksüzler'i sayýlabilir. Ütopya, sadece bir edebî türün adý deðildir. Hem ütopyalar hem de distopyalar, var olan topluma bir tepkinin ürünüdür ve genellikle bir deðiþim önerir. Ancak bu deðiþimin yolu olanaklý deðildir. 1800'lü yýllarda kapitalizmin geliþtiði koþullarda pek çok ütopyacý sosyalist, burjuvazinin doðal olarak göstermeye çalýþtýðý geliþime karþý koymuþtur. Charles Fourier, Saint-Simon, Robert Owen gibi sosyalistler, kapitalizmin ütopik yollardan deðiþimini öngörmüþlerdir. Karl Marx, ütopik sosyalistlerin kapitalizme karþý duruþlarýný selamlasa da ütopyanýn karþýsýna toplumun gerçek bir bilgisini saðlayacak olan bilimsel yöntemini koymuþ, ütopik sosyalistleri kýyasýya eleþtirmiþtir. Ütopik sosyalistler toplumun deðiþiminin temel yolunu kendi fikirleri ve ideal toplum tasarýmlarý olarak gördükleri için elitistlerdi. Marx, ideal bir toplum tasarlamadý. Bunun yerine kapitalizmin gerçekçi bir analizini ve bu sistemi yýkabilecek olan sýnýfýn, iþçi sýnýfýnýn eylemini ön plana çýkarttý. Ütopyalar, dünyayý Deðiþtirmek isteyenler için hem yazýldýklarý dönemin koþullarýný göstermek, hem de deðiþik toplumlarýn hayalini kuran insanlarýn her zaman var olduklarýný anlamak açýsýndan geliþtirici olabilir. Ancak dünyayý gerçekten deðiþtirmek için iþçi sýnýfýnýn kendi eylemine ve içinde ütopyacýlýða yer olmayan marksizme ihtiyacýmýz var. Can Irmak Özinanýr
sayý: 394 l sosyalist iþçi l Çingeneler ülkücü faşistlerin saldırısı ile Selendi’den kovuldu. Ahmet Türk’e Samsun’da yumruk atıldı. AKP’li bakanlar ölen askerlerin cenazelerini istismar eden MHP’lilerin saldırı ve tacizlerine uğradı. Son olarak Muğla’da solcu ve Kürt öğrencilerin evlerine girmeye çalışan faşistleri gördük. 21 yaşındaki Kürt öğrenci Şerzan Kurt, bu olaylar sırasında vurularak öldürüldü. Türkiye’de askeri vesayet rejimi sarsılırken, tetikçisi faşistler yeniden sokak çatışmalarına dönüyor.
Faþizm nedir?
Faşizm insanlık düşmanı yüzünü 20. Yüzyıl’da fazlasıyla gösterdi. İtalya’da Mussolini liderliğindeki Faşistler, Almanya’da Hitler’in önderliğindeki Naziler, İspanya’da Franco liderliğindeki Falanjistlerin iktidarı milyonlarca insanın ölmesine yol açtı. Faşizm, kapitalizmin savaş ve kriz anlarında ortaya çıkan, bizzat kapitalizm tarafından mülksüzleştirilmiş ve gelecek umudunu yitirmiş orta sınıfların kitle hareketidir. Faşist parti, burjuva toplumunun devamını savunan diğer partilerden farklı olarak umutsuz yığınları askeri temelde örgütler ve iç savaşa hazırlar. Faşist liderlik, kendi kanlı çözümünü büyük sermayenin benimsemesi için uğraşır. Burjuvaziden, kendi iktidarında işçi örgütlerinin yok edileceği, solun ve toplumsal muhalefetin imha edileceği, kâr oranlarının artışının önünde hiçbir engel bukunmayan bir diktatörlüğü onaylamasını ister.
Faþist örgüt ve saldırılar
Düzenin diğer partileri parlamenter temelde örgütlenir, zaman zaman çiğneseler de demokrasinin sınırları içinde yer alır. Faşist Parti ise farklı olarak askeri temelde örgütlenir. En başta bir Hitler vardır, faşist örgüt liderin altında hiyerarşik olarak yapılanır ve paramiliter saldırı güçleri oluşturur. Yahudiler, Çingeneler, eşcinseller, sakatlar, yaşlılar gibi “saf olmayan” kesimlere dönük saldırılarla hem toplumda karamsarlığın hakim olmasını ister, hem de işçi sınıfını korkutmak amacındadır. Irkçı, antisemitik, homofobik, antikomünist ve farklı olan herkesi hedef alan faşist terör bir iç savaş aracı olarak kullanılır. Türkiye’de iki faşist parti, MHP ve BBP de aynı yolu izliyor. Her iki partide sokak saldırıları ve provokasyonlar örgütlüyor. Ülkü Ocakları ve Alperen Ocakları ise silahlı terörü uygulamaya hazır paramiliter örgütler ve rejim her krize girdiğinde, milyonlar değişim istediğinde ülkücü faşistler sahneye çıkıyor. Ülkücü militanlar okullarda sadece solcu ve Kürt öğrencilere saldırmıyor. Uzun saçlılar, küpe takan erkekler ya da mini etekli genç kadınlar onların hedefi. MHP’liler kâh transseksüellere saldırıyor, kâh Manisa’da olduğu gibi Çingenelere saldırıyor. MHP ve BBP üç dinamikten besleniyor.
Faþizmi ezelim İlki Ergenekon adıyla anılan kontrgerilla. Türkiye’de faşist hareketi yaratan isim Alpaslan Türkeş, 27 Mayıs darbesinin bildirisini okuyan kişiydi. Kontgerilla yapılanmasını oluşturan NATO’nun subayıydı. MHP, 1960’ların sonunda başlayan ve 12 Mart darbesi ile önlenemeyen sol dalgaya karşı kurulmuştu. 70’li yıllar boyunca faşistler, 12 Eylül darbesine zemin hazırlamak için ileri sürüldü. Milliyetçi Cephe hükümetlerinde yer aldılar. Devlette kadrolaştılar. 5 bin anti-faşisti öldürdüler. Maraş’ta ve Çorum’da tıpkı bugün Selendi’de ve Muğla’daki gibi gelişen katliamlara imza attılar. Devlet bürokrasisi, büyük sermaye, ordu ve polis tarafından hep kollandılar. Bugün de askeri vesayet rejiminin sadık bir bekçisi olarak Ergenekon’un hizmetindeler. İkinci dinamik ise Kürt sorunu. Savaşı desteklemek için pompalanan milliyetçilik hep ülkücü faşistlere yaradı. Kemalist rejimin ırkçı özü onlara kolaylık sundu. 30 yıldır süren savaştan beslendiler. Kürt lider Abdullah Öcalan’ın 1999’da CIA tarafından Türkiye’ye teslim edilmesinin ardından hükümette yer aldılar. 40 bin insan yaşamını yitirirken onlar ölen askerlerin kanını kul-
lanarak kitleselleştiler. Üçüncü dinamik ise ekonomik kriz. 1994’te alınan yeni-liberal kararlar, 1999 ve 2001 mali krizleri, sürekli olarak IMF ile yapılan anlaşmalar faşist partinin geleneksel tabanını oluşturan taşra orta sınıflarını mülksüzleştirdi. Tarımı çökerten yeni-liberal politikalar işsiz, umutsuz ve geleceksiz kitleyi büyüttü. Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP ekonomik krize dönük yaygın bir ajitasyon yaptı. Bu ajitasyon sonucu Türk-İş ve DİSK’te MHP’liler etkin bir güç oldu. Mülklerini kaybedecekleri korkusuyla deliye dönen yığınlara sorumlu olarak Kürtleri, Müslüman olmayan Türkiyelileri, demokrasi isteyenleri gösterdiler. Ergenekon soruşturması ile faşist hareket büyük bir darbe yedi. Artık her devlet kurumunda borusunu öttüren MHP’liler yok. Darbe soruşturmaları ilerledikçe ülkücü faşistlerin arkasındaki devlet desteği de azalacak. Kontrgerillanın piyonu olan ülkücü faşistler bu yüzden kendileri ile Ergenekon arasında mesafe olduğunu kanıtlamak için her şeyi yapıyor. Kürt sorunu çözülürse MHP’nin beslendiği milliyetçi bataklık kurutulacak. İşte bu
yüzden MHP bugün devreye giriyor. Kürtlere saldırıyor. Demokratik Açılımı savunan AKP’ye de saldırıyor. CHP ve TSK ile ittifak kuruyor. Hedefleri Türkleri Kürtlere karşı kışkırtmak. Faşist sürünün katliamlar yapmasına zemin hazırlamak. Saldırgan olsalar da, kan akıtsalar da, ateşle oynasalar da bir avuçlar. Tüm dünyada borç krizinin derinleşmesi faşist ve ırkçı partiler tarafından kullanılıyor. Bu kriz sıradan, gelip geçici bir durum değil. Orta sınıflar mülksüzleşme tehlikesiyle karşı karşıya. İş bulmaktan ümidini kesenler ya da ırkçı-milliyetçi fikirlerin etkisi altında işçiler de orta sınıflar gibi faşist harekete taban oluşturuyor.
Faþizme karþı mücadele
Tüm bu gerçekler ülkücü faşistlerin şimdi, kitlesel mücadelelerle durdurulmasının gerekli olduğunu gösteriyor. Bunun için: n Her işçi mücadelesi, demokrasi ve özgürlük için her kitle eylemi faşizmin panzehiridir. Umutsuzluğa karşı umudun hareketi faşizmi engeller. Krize karşı tüm işçilerin ortak talepleri etrafında mücadele etmesine yardımcı olmalıyız. n Lokal mücadelelerle MHP
Ülkücü faşistler 19 Aralık ile 26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş’ta bir katliam gerçekleştirdi. 19 Aralık günü milliyetçi bir filmin oynadığı sinemaya ülkücü militan Ökkeş Şendiller tarafından bomba atıldı. Bombayı solcuların ve Alevilerin attığı söylentisini yayan MHP’liler Sünnileri kışkırtarak Alevi mahallerine yöneltti. Evler
ve BBP’yi alt etmek olanaksızdır. Darbecilerin yargılanması, 12 Eylül Anayasası’nın çöpe atılması, Kürt sorunda barışın sağlanması gibi bugün halkın çoğunluğunun desteklediği politikaların kazanması için mücadele etmeliyiz. n Faşist saldırılar moral bozmaya, halkı yıldırmaya ve faşist kadroların yaratılmasına neden olur. Eğer faşist saldırıya, gerçekleştiği yerelde en geniş kesimlerin birliği ve kitlesel eylemiyle yanıt verilmezse saldırıların önü kesilemez. Faşist saldırılara kitlesel yanıtı, fiili karşı koyuşu örgütlemeliyiz. n Egemen sınıf, saldıran faşistlerle kendilerini ve demokrasiyi savunan antifaşistleri aynı göstermek ister. “Sağ-sol çatışması”, “karşıt görüşlü öğrenci” grupları gibi tanımlamalar buna hizmet eder. Anti-faşistler, faşistlerle karşı karşıya geldiklerinde, onları kovmak istediklerinde ya da çatışma durumunda faşistleri en geniş kitleler gözünde teşhir etmeyi bir an bile unutmamalıdır. n Anti-faşistler, sadece sol örgütlerin üyeleri değildir. Çok daha geniş ve kalabalık bir kitledir. Anti-faşist mücadele örgütlü-örgütsüz binlerce aktivistin ortak kararı ve eylemiyle başarıya ulaşır. n Faşizmi besleyen ırkçılık ve milliyetçiliktir. Irkçılığı ve milliyetçiliği teşhir eden kampanyaları aralıksız sürdürmeli ve faşizmi insanlığa yaptıklarıyla teşhir etmeliyiz. Almanya’da Nazilerin gelişi bir kader değildi. Troçki’nin dediği gibi önlenebilirdi. Faşist partileri izleyen yığınları ancak örgütlü ve kolektif davranabilen bir başka güç, işçi sınıfı durdurabilir. Sosyalistler için ırkçılığa karşı mücadele insanca bir ücret mücadelesinden ayrılmaz. Görevimiz “laik-dindar”, “Türk-Kürt”, “Alevi-Sünni” gibi ayrımlarla bölünen işçi sınıfını birleştirmektir. Volkan Akyıldırım
basıldı, hamile, yaşlı, çocuk demeden insanlar vahşice katledildi. Saldırılar sonucunda resmi verilere göre 105 kişi öldü, 176 kişi yaralandı, 210 ev, 70 işyeri tahrip edildi. Resmi olmayan beyanlara göre ise ölü sayısı 500'e yakın. Türk faşizminin simgesi olan 3 hilalle işaretlenmiş işyerlerine ve evlere ise hiç dokunulmadı
9
10l sosyalist iþçil sayý: 394
Stalinizm neden karşı devrimcidir? Stalinizm hem bir dönemi hem de bir siyasi geleneği tanımlıyor. Bu dönem, topyekûn bir karşı-devrimin ürünü. 1917 yılında Rusya’da işçilerin iktidarı ele geçirmesinden sonra, sosyalist devrimin tek ülkede sıkışmasıyla stalinist karşı devrimin adım adım gelişeceği zemini oluştu. Diyalektik ilişkiler karşı-devrim döneminde de işledi. Sadece devrimin tek ülkede sıkışması karşı-devrime zemin yaratmadı. Karşı-devrim geliştikçe devrim giderek tecrit oldu, karşı-devrimciler dünya devriminin tüm ihtimallerini, tüm fırsatlarını yok etti. Rusya’nın dışında gelişen her devrimci dinamik, Rusya’da iktidarı hızlı bir şekilde işçilerin elinden kopartıp alan Rus bürokrasisinin müdahalesiyle ezildi. Rus bürokrasisi, karşı-devrim sürecini meşrulaştırmak, anlamlı kılmak, yapılanın karşı-devrim olmadığına hem tüm dünyadaki işçileri hem de Rusya’da ezilenleri ikna etmek zorundaydı. Oradan buradan duyduklarıyla “teoriler” üreten eklektizm uzmanı Stalin, iki kavramı , sosyalizmin asli vurguları olarak öne çıkarttı. Birisi “tek ülkede sosyalizm”, diğer “aşamalı devrim.” Tek ülkede sosyalizmin olabileceği iddiası, Rusya’da devlet denetiminde bir sermaye birikiminin sosyalizm olarak yutturulması girişiminin adı oldu. Milliyetçilik daha önce hiç bu kadar sosyalizmin doğal bir öğesi olarak kullanılmamıştı. İşkence, gizli polis örgütlenmesi, profesyonel ordu, yetkileri sınırsız devlet bürokratları, statükoları değişmez parti bürokratları, sendikaların yasaklanması, özgürlüklerin toptan yasaklanması, milyonlarca köylünün zorla mülksüzleştirilmesi, çalışma sürelerinin insanın ayakta durma sınırını kat be kat aşan sürelere uzatılması, basın tekeli, milyonlarca insanın hukuk dışı bir biçimde hapishanelere yollanması, muhaliflerin siyasi cinayetlerle ve derin devlet operasyonlarıyla imha edilmesi, işçilerin işyerlerinde atomize edilmesi ve örgütlenme haklarının gasp edilmesi, kadın emeğinin vahşice sömürülmesi, çekirdek ailenin yeniden kutsallaştırılması… Liste uzadıkça uzayabilir. Ama tek ülkede sosyalizm, bu listenin hayata geçirilmesi için üretilen bir teori, milli bir sermaye birikimi, emek gücünün yaygın sömürüsü için gerekli olan resmi ideolojinin adı oldu. Aşamalı devrim ise “sosyalist” Rus bürokrasisinin dünya kapitalizmiyle uzlaşmasının ve devrimci olasılıkları paramparça etmesinin teorisi olarak çok işlevseldi. 1925-27 Çin devriminde de, 1936 İspanya İç Savaşı’nda da ayaklanan işçi ve köylülerin kendi egemen sınıflarıyla aynı cepheler içinde birleşmesi ve devrimci eylemlerin kesintiye uğramadan sosyalist devrimlere dönüşmesinin engellenmesi Rus bürokrasisinin temel güdüsü oldu. Bürokrasinin Rusya’da iktidarını sağlama alan, bir yandan emperyalist güçlerden her hangi birisinin Rusya’yı sıkıştırmamasıydı. Öte yandan da başka ülkelerde gelişecek işçi devrimlerinin Rusya’da işçilere yeniden mücadele etme, stalinist bürokrasiyi sorgulama ve yalnızlıktan kurtularak devrimci patlamalar yaşayan ülkelerin işçilerinin açık yardımına sahip olma şansının engellenmesiydi. Aşamalı devrim teorisi, “devrimimizin bu aşamasında görev sosyalist değil demokratik koşulları geliştirmektir, bu yüzden de emperyalistlere karşı ilerici bir durumda olan milli burjuvaziyle ittifak kurmak en acil politik tutumdur” güzellemesiyle, haksızlıklara karşı harekete geçen, hareket içinde kapitalizme karşı hızla radikalleşen yoksul köylülerin ve işçilerin eylemini, çeşitli cepheler içinde burjuva sınıfların partileriyle, kapitalizmin sınırları içinde kalacak bir biçimde uzlaştırmayı sağlama aldı. Almanya’da Nazilerle saldırmazlık anlaşması imzalayan stalinist bürokrasi, bir başka paktı daha örgütlüyordu. İngiltere ve Fransa’yla iyi geçinmek için, İngiltere ve Fransa egemen sınıflarının Avrupa’da kapitalizme karşı hiçbir isyana tahammül edemeyeceğini bildiğinden, 1936’da İspanya’da ayaklanan işçilere karşı bir fiil saldırıya geçti. İspanya egemen sınıfıyla aynı cephede yer alarak, işçilerin ve köylülerin örgütlerinin önce yıpranması, ardından da fiziken geriletilmesi için elinden geleni yaptı. İspanya iç savaşında solun kaybetmesinin en önemli nedeni, faşist Franco’nun önlenemez gücü değil, stalinist Komünist Partisi’nin İspanya’da direnen devrimcileri arkadan bıçaklama yeteneğiydi. Hem de Fransa ve İngiltere sermaye sahipleri böyle istiyor diye! Stalin ve sonrasında, Rus bürokrasisinin açık diktatörlüğü dönemine, “reel sosyalizm”, sosyalizm deneyleri”, “sosyalist” gibi tanımlamalarla bakanların ve bu dönemi sosyalizm deneylerinin bir parçası olarak görenlerin ruh halinden şüphelenmekte bir sakınca yok. Ama daha önemlisi işçi sınıfına ihanet eden yeni bir burjuva sınıfın, diğer ülkelerdeki burjuva sınıflarla uzlaşmasının şartı olarak başka ülkelerdeki işçi devrimlerini bile bastırma ve küresel bir ihanet ve karşı devrim zincirini örgütleme sürecini sosyalizm deneyi olarak görenlerin iktidar anlayışlarının egemen sınıflarla ne kadar uzlaştığına dikkat etmeliyiz.
Şenol Karakaş
Milli Birlik Komitesi adlı cunta darbeden sonra tam kadro Anıtkabir’de.
27 Mayýs darbesinin 50. yıldönümü
“Ýlerici” darbenin gerçek yüzü "Bebek Davasý" diye bir þey duymuþ muydunuz daha önce? Ya da "Cýmbýz Davasý?" Ya da "Külot Davasý?" Kulaða ne kadar tuhaf gelse bile, bunlar 27 Mayýs darbesinden sonra Demokrat Parti Hükümeti yöneticileri hakkýnda açýlmýþ olan gerçek davalardan baþka bir þey deðildi. Savcý, özel olarak hazýrlanmýþ Yassýada Mahkemesi'nde Menderes'in özel hayatýný didik didik ediyor, ortaya bir takým kadýn külotlarý ve çýplak kadýn resimleri çýkartarak, Menderes'in ne kadar "ahlaksýz" biri olduðunu cümle âleme ilan etmeye çalýþýyordu. Opera sanatçýsý Ayhan Aydan'la Menderes arasýnda bir iliþki yaþanmýþtý. Bu iliþkiden bir çocuk dünyaya gelmiþ, ancak yaþayamayarak ölmüþtü. Herkesin bu durumu bilmesine raðmen durum dava konusu yapýlmýþ, Ayhan Aydan'ýn üzerinde yoðun bir baský kurularak, olayýn magazin boyutunun ayyuka çýkmasý amaçlanmýþtý. Fakat Aydan darbecilerin umduðu gibi iki gözü iki çeþme aðlamamýþ, aksine "Ben bu adamý sevdim, hakim bey! Siz sevginin ne olduðunu bilir misiniz?" diyerek, darbecilerin heveslerini kursaklarýnda býrakmýþtý. Menderes hakkýnda açýlan bir baþka dava ise "cýmbýz" davasýydý. Baþbakanlýk Konutu'nda "ele geçirilen" yüzlerce belge arasýnda birkaç cýmbýz alýmýna iþaret eden bir fatura bulunmuþ, bu fatura örtülü ödenekten karþýlanmýþtý. Savcý, eline geçen fýrsatý kaçýrmak niyetinde deðildi. Baþbakan Menderes'e kadýnlarla "düþüp kalktýðýný" ima ederek bu cýmbýzlarý ne maksatla aldýðýný soruyor, ona tasarruf dersleri veriyor, Ýngiltere baþbakanýnýn pazarda "çekiþe çekiþe" pazarlýk yapan karýsýndan örnekler vererek devletin parasýný cýmbýzlarla çarçur etmemesini emrediyordu.
Demokrat Parti
Sivil-askeri bürokrasinin temsilcisi olan CHP rejimine karþý biriken öfke, aslen ticaret burju-
vazisinin ve toprak sahiplerinin temsilciliðini yapan Demokrat Parti'yi 1950 seçimlerinde iktidara taþýmýþtý. CHP'nin baskýlarýndan ve büyük ekonomik durgunluktan bunalan halk, DP'den çok þeyler bekliyordu. Nitekim DP kýsa sürede aldýðý serbest piyasa önlemleriyle ithalat ve ihracatý artýrdý, tarým sektörüne önemli destekler verdi. Halkýn yaþam seviyesinde gözle görülür bir düzelme oldu. Demokrat Parti, serbest piyasa ekonomisini tam olarak uygulayabilmek için sivilleþmek, yani mevcut askeri-sivil bürokrasi vesayetine son vermek istiyordu. Bunun için devlet memurlarýna yönelik reformlar yaptý, Genelkurmay Baþkanlýðý'ný Milli Savunma Bakanlýðý'na baðladý. Askeri-sivil bürokrasi ve temsilcisi CHP, bu yeni durumdan hiç hoþlanmadý. Yýllardýr ellerinde tuttuklarý iktidarýn avuçlarýnýn arasýndan kayýp gittiðini seziyorlardý. 1950'li yýllarýn ortalarýndan itibaren, DP'nin önlemleri ve destekleri sayesinde hatrý sayýlýr bir sermaye birikimi saðlamýþ olan toprak ve ticaret burjuvazisinin bir kýsmý, bu birikimini sanayi alanýna kanalize etmek istedi. Ancak DP sanayi alanýna yatýrýma ilgi göstermediði gibi, ticaret ve tarýmý desteklemeye devam etti. Bu yeni durum karþýsýnda sanayi burjuvazisi, bir zamanlar can düþmaný olduðu CHP'ye meyletmeye baþladý. 1958 yýlýnda yaþanan ciddi ekonomik kriz sonucunda, büyük þehirlerde DP aleyhtarlýðý kitleselleþmeye baþladý.
Darbelerin önü açýldý
Sivil-askeri bürokrasi ve devletçi aydýnlar, iktidarý tekrar ele geçirmek için hazýrlýklar yapmaya baþlamýþlardý. Hükümetin aslýnda gerici olduðu, ülkeye þeriat getirmek istediði söylentileri alýp yürümüþtü. Menderes Hükümeti'nin ezaný yeniden Arapçalaþtýrma icraatý, buna delil olarak gösteriliyordu. Oysa Türkçe ezan baskýcý Kemalist rejimin bir sembolü olarak halk
tarafýndan nefretle karþýlanýyordu; tekrar orijinal Arapça haliyle okunmasý genel bir memnuniyetle karþýlanmýþtý. Öðrenciler arasýnda her türlü provokasyon yapýlýyor, suni çatýþmalar yaratýlýyor, ülkede kaos ve karmaþanýn hüküm sürdüðü izlenimini uyandýrmak için elden ne geliyorsa yapýlýyordu. Darbeciler 27 Mayýs sabahý yönetime el koydular. Kendisini sol olarak lanse eden bazý çevreler tarafýndan ilerici olduðu söylenen darbe, aslýnda bütün darbeler gibi, halkýn seçimle iþbaþýna getirdiði hükümeti ortadan kaldýrdýðý için, gerici bir karaktere sahipti. Halkýn iradesi ayaklar altýna alýnarak çiðnendi, kendi seçtiði temsilciler hapse atýldý. 30 Mayýs sabahý, DP Hükümeti'nin Ýçiþleri Bakaný Namýk Gedik'in tutuklu bulunduðu Harp Okulu'nun penceresinden atlayarak intihar ettiði söylendi. Oysa yaygýn kanaat, Gedik'in aðýr iþkencelere maruz býrakýldýktan sonra pencereden atýlarak öldürülmüþ olduðuydu. DP yöneticileri için inanýlmaz bir iftira, aþaðýlama ve gözden düþürme kampanyasý baþlatýldý. Halk için önemli olan ne kadar deðer varsa, Demokrat Parti onlarý çiðnemiþ gibi gösterildi. Ýnsan haklarý ayaklar altýna alýnarak insanlar idam edildi, hapislerde çürütüldü. Üstelik yine kendisini sol zanneden çevrelerin ilerici olduðunu söyledikleri anayasaya "Milli Güvenlik Kurulu"nu sokarak, halk iradesi üzerindeki güç kurumsallaþtýrýldý. Demokrasileri rafa kaldýran darbeleri sosyalistlerin savunmasý mümkün deðildir. Darbelerin ilericisi diye bir þey olmaz, demokrasiye vurulan her darbe, iþçi sýnýfýnýn mücadelesini gerilettiði için gericidir. Sosyalistler, demokrasinin zerresi için bile mücadele eden, sözde deðil özde demokratlardýr. Atilla Dirim
sayý: 394 l sosyalist iþçi l
Transfobik þiddet devam ediyor, devlet görevlileri nefret suçu iþliyor
Polis, Pembe Hayat LGBTT Derneði aktivistlerine saldırdı A
nkara'da Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği üyesi 5 trans aktivist darp edilerek gözaltına alındı. Dayanışma için arkadaşlarının yanına giden LGBTT bireyler ve dostlarından oluşan yaklaşık 25 kişi de polisin gazlı, coplu saldırısına uğradı. 17 Mayıs akşamı saat 23:00 civarında Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği üyesi 5 trans aktivist, Bağlar Caddesi, Seyranbağları Postanesi civarında, polis ekipleri tarafından araçları içinde seyir halindeyken zorla durduruldu. Kimliklerini göstermelerine rağmen zorla arabadan indirilmek istenen aktivistler polise direndi. Bu sırada dayanışma için arkadaşlarının yanına gelen 25 kişi polis tarafından gaz ve cop kullanılarak dağıtıldı. Grubun dağıtılmasından sonra polisler, aralarında DSİP üyesi Buse Kılıçkaya'nın da bulunduğu 5 trans aktivisti arabadan zorla indirerek coplar ve tekmelerle feci şekilde darp ettiler. Gözaltına alınan aktivistler hakkında uzun süre bilgi verilmedi. Avukatların, Esat Polis Karakolu'na gitmesinden sonra Pembe Hayat aktivistleri sabaha karşı serbest bırakıldılar. Ankara'da yaşanan saldırı trans bireylerin maruz kaldığı ilk saldırı değil. Nefret söylemi üzerinden
sürekli olarak hedef gösterilen trans bireyler Türkiye'nin pek çok yerinde olduğu gibi Ankara'da da sistemli olarak şiddete maruz bırakılıyor, darp ediliyor ve öldürülüyor. Devlet bu saldırıları görmezden gelmek bir yana, cesaretlendiriyor. Trans bireyler üzerinde sürekli olarak polis baskısı kuruluyor. Pembe Hayat LGBTT Dayanışma
Derneği bu baskılara karşı mücadele eden aktivistlerden oluşuyor. Pembe Hayat aktivistlerine saldırı 18 Mayıs günü saat 18.00’de Ankara, İzmir ve istanbul’da yapılan eylemlerle protesto edildi. Ankara’da Yüksel Caddesi’nde gerçekleşen oturma eyleminde “Polis şiddetine son”, “Nefret suçları politiktir”, “Transfobik
devlet elini bedenimden çek” yazılı pankartlar taşındı. İzmir’de Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde, İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda yapılan oturma eylemlerinde devletin transfobik saldırıları ve polis şiddeti kınandı. DSİP örgütleri de transfobik polis şiddetini protesto eylemlerine katıldı
26 Mayıs’ta iþten atılan iþçilerle dayanıþmaya DİSK, Türk-İş, KESK ve Kamu-Sen 4 Şubat’ta gerçekleşen Tekel işçileriyle dayanışma eyleminin ardından eğer 4-C uygulaması geri çekilmezse 26 Mayıs’ta greve çıkacaklarını açıklamıştı. Greve günler kala KESK grev çağrısı yaparken ortada bir grev hazırlığı gözükmüyor. 4 Şubat’ta da genel grev yapılacağı ilan edilmiş, ancak sendikalar üretimi durdurmamıştı. Hükümet ise 100 binden fazla kamu işçisini hak-
larını elinden alan ve ücretlerini düşüren 4-C uygulamasından vazgeçmedi. 26 Mayıs yaklaşıyor, ama sendikaların belirgin bir grev ya da kitlesel eylem hazırlığı yok. KESK Başkanı Sami Evren, tüm çalışanları 26 Mayıs’ta genel eyleme çağırdı. 4-C Tekel işçileri gibi birçok kamu kurumunda çalışan işçinin hayatını mahvedecek. 100 binden fazla kamu işçisinin çalıştığı işyerleri
DurDe Yılmaz Özdil'i ayın ırkçısı seçti Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De Girişimi'nin her ay seçtiği 'Ayın Irkçısı' ödülü, bu kez Hürriyet Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil'e gitti. Özdil, Ahmet Türk'e yapılan yumruklı saldırıyı haklı göstermek için "Yumruk niye faşizm?" diye soruyordu. DurDe, Nisan ayında Yılmaz Özdil'in "Ayın Irkçısı" seçilmesini şöyle duyurdu: Yılmaz Özdil, Hürriyet Gazetesi'nde yayımlanan 14 Nisan 2010 tarihli "yumruk" başlıklı yazısında, ırkçı, şoven bir dille Ahmet Türk'e Samsun'da atılan yumruğu haklı sebeplere dayandırdı. "Bu ülkenin çocuklarına ateş edip
öldürmek demokratik hak kabul ediliyorsa, parti liderine girişmek niye ırkçılık oluyor?”, "Mayın demokrasiyse, yumruk niye faşizm? " gibi akıl almaz tespitlerin yanı sıra yazısında yer alan
bazı cümleleriyle de yıllar önce Star Gazetesinde attığı Two Size manşetinden bugüne hastalıklı fikirlerinde değişim olmadığını bir kez daha gösterdi. "Yumruğunu adaletin tokmağı yerine koyup, Ahmet Türk'ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu." diyen Özdil "Çünkü, teröristi meşru hale getiren açılım saçmalığı, sadece bir tarafta değil, öbür tarafta da eşkıyayı kahraman yapmaya başlad." diyerek de Ahmet Türk'e atılan yumruğu Türk halkının açılıma karşı haklı ve demokratik tepkisi şeklinde değerlendirdi ve ayın ırkçısı olmayı hak etti.
satılıyor ya da kapatılıyor. Burada çalışanlar çeşitli illerdeki kamu kurumlarına dağıtılıyor. Kazanılmış hakları tanınmıyor ve düşük ücretle çalışmaya davet ediliyor. Öte yandan birçok kamu kuruluşunda işten çıkarmalar devam ediyor. İşten atılan İSKİ, İtfaiye, Samatya, Marmaray, TÜBİTAK, Esenyurt Belediyesi işçileri, Tekel işçileri ve 4-C’nin diğer mağdurları ile aynı durumda. Eğer işten atmaların önüne kitlesel ve etkin bir dayanışma ile geçilmezse işçi kıyımı başka sektörlere de sıçrayacak. 26 Mayıs’ta Tekel ve işten atılan işçiler için dayanışma eylemi büyütmek, tüm işçi örgütlerini kapsayan kalıcı bir mücadele birliğini yaratmak gerek. Sendikaların birleşik mücadelesi olmadan, işçi kıyımı durdurulamaz. 26 Mayıs’ta meydanlara!
marksist.org devrimci antikapitalist haber yorum
11
internet ozurdiliyoruz.com barisarock.org kureselbarisveadalet.org kureseleylem.org durde.org hranticinadaleticin.com 70milyonadim.org
Sosyalist Ýþçi ne savunuyor? Aþaðýdan sosyalizm -Kapitalist toplumda tüm zenginliklerin yaratýcýsý iþçi sýnýfýdýr. Yeni bir toplum, iþçi sýnýfýnýn üretim araçlarýna kolektif olarak el koyup üretimi ve daðýtýmý kontrol etmesiyle mümkündür. Reform deðil, devrim -Ýçinde yaþadýðýmýz sistem reformlarla köklü bir þekilde deðiþtirilemez, düzeltilemez. -Bu düzenin kurumlarý iþçi sýnýfý tarafýndan ele geçirilip kullanýlamaz. Kapitalist devletin tüm kurumlarý iþçi sýnýfýna karþý sermaye sahiplerini, egemen sýnýfý korumak için oluþturulmuþtur. -Ýþçi sýnýfýna, iþçi konseylerinin ve iþçi milislerinin üzerinde yükselen tamamen farklý bir devlet gereklidir. -Bu sistemi sadece iþçi sýnýfýnýn yýðýnsal eylemi devirebilir. -Sosyalizm için mücadele dünya çapýnda bir mücadelenin parçasýdýr. Sosyalistler baþka ülkelerin iþçileri ile daima dayanýþma içindedir. -Sosyalistler kadýnlarýn tam bir sosyal, ekonomik ve politik eþitliðini savunur. -Sosyalistler insanlarýn cinsel tercihlerinden dolayý aþaðýlanmalarýna ve baský altýna alýnmalarýna karþý çýkarlar. Enternasyonalizm -Sosyalistler, bir ülkenin iþçilerinin diðer ülkelerin iþçileri ile karþý karþýya gelmesine neden olan her þeye karþý çýkarlar. -Sosyalistler ýrkçýlýða ve emperyalizme karþýdýrlar. Bütün halklarýn kendi kaderlerini tayin hakkýný savunurlar. -Sosyalistler bütün haklý ulusal kurtuluþ hareketlerini desteklerler. -Rusya deneyi göstermiþtir ki, sosyalizm tek bir ülkede izole olarak yaþayamaz. Rusya, Çin, Doðu Avrupa ve Küba sosyalist deðil, devlet kapitalistidir. Devrimci parti -Sosyalizmin gerçekleþebilmesi için, iþçi sýnýfýnýn en militan, en mücadeleci kesimi devrimci sosyalist bir partide örgütlenmelidir. Böylesi bir parti iþçi sýnýfýnýn yýðýnsal örgütleri ve hareketi içindeki çalýþma ile inþa edilebilir. -Sosyalistler pratik içinde diðer iþçilere reformizmin iþçi sýnýfýnýn çýkarlarýna aykýrý olduðunu kanýtlamalýdýr. Bu fikirlere katýlan herkesi devrimci bir sosyalist iþçi partisinin inþasý çalýþmasýna omuz vermeye çaðýrýyoruz.
sosyalist isci
n Z Yayýncýlýk ve Tanýtým Hizmetleri Ltd. Þti. n Sahibi: Ayþe Demirbilek n Sorumlu Yazýiþleri Müdürü: Volkan Tamusta n Adres: Caferaða Mahallesi, Nail Bey Sokak, No: 9/15, Kadýköy/Ýstanbuln Baský: Yön Matbaacýlýk, Davutpaþa Cad. Güven Sanayi Sitesi, B Blok, Kat 1, No: 366 Topkapý, Ýstanbul-0212 544 66 34 n Yerel süreli yayýn, iki haftada bir yayýnlanýr. www.sosyalistisci.org
Akkuyu’da nükleer santral tehdidi Türkiye ve Rusya arasında imzalanan ikili anlaşmaların arasında 40 yıldır Mersin Akkuyu'ya bela olan nükleer santrala ilişkin önemli bir gelişme yaşandı. Kısa zaman içinde TBMM'de görüşülecek "Akkuyu Sahasında Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliği Anlaşması" onaylanırsa santralin inşasına 2 yıl içinde başlanacak, santralın kurulması ise yaklaşık 7 yıl alıyor. İlk defa 1974 yılında planlanan proje şimdiye kadar 4 kez işletme biçimi ve pahalı olması sebebiyle iptal edilmiş ve 1987'deki Çernobil felaketinden sonra bir süreliğine rafa kaldırılmıştı. Son olarak geçtiğimiz yıl açılan ihaleye tek teklif veren Rus şirketinin sunduğu 21,16 sentlik fiyat hükümet tarafından uygun bulunmamış ve daha sonra teklifin 15 sent civarına düşürüldüğü haberi yayılmıştı. Yeni imzalanan anlaşmada ise yer alan fiyat 12,35 sent oldu.
Rusya’ya yüzde 70 baðımlılık
Anlaşmaya göre şirketin sahibi yüzde yüz hisseyle Rus şirketi olacak, santralın kurulacağı saha herhangi bir ücrete bağlanmadan işletim süresi boyunca şirkete tahsis edilecek ve Türkiye 15 yıl boyunca alım garantisi verecek. Santralın tüm yakıtı Rusya'dan gelecek ve santralda çalışacak 10.000 uzman işçi ve personel yine Rusya'dan gönderilerek Türkiye tarafından tahsis edilecek bölgede yerleştirilecektir. Böylece ne vaat edilen iş imkanı sağlamış, ne de doğalgaz ve petrolde karşımıza çıkan Rusya'ya kaynak açısından bağımlılıktan kurtulma yolda adım atılmış olunamıyor. Bağımlılık konusunda bir diğer nokta ise teknolojik bağımlılık; Rusya santralı kuruyor olabilir ancak santralın teknolojisi doğal olarak Rusya tarafından biliniyor ve Türkiye bu konuda teknolojik bilgisini geliştiremiyor. 4 reaktörden oluşan projenin maliyeti şirket tarafından 20 milyar dolar olarak gösterildi. Ancak Rusya'da kurulan öteki santrallarla kıyaslandığında bu maliyet şişirilmiş görünüyor. Buna rağmen EMO'nun yaptığı açıklamaya göre yapılan hesaplamalar sonucu kabaca karşımıza çıkan rakkam şirkete 15 yılda 51 milyar dolar ödeneceği yönünde. Santralın kullanım süresinin 60 yıl olması halinde ise bu rakkam 200 milyar doların üzerine çıkacak.
Fay hattında
Bir süredir konu edilen başka bir sorunda santralın kurulması düşünülen yerin Ecemiş fay hattına çok yakın olması. Saha lisan-
sının neredeyse çeyrek asır önce verildiği bölgedeki jeoteknik çalışmalar sismik faaliyetin riskinin yüksek olabileceğini söylüyor. Aynı hat üzerinde 1998'de Adana'da gerçekleşen 6,3'lük depremin göz önüne alınmadan inşaata başlanmasının sakıncalı olduğu belirtiliyor. Konuyla ilgili olarak, Mersin Nükleer Karşıtı Platform'un iki ay kadar önce yer lisansının iptali için bir dava halen devam ediyor. Sivil toplum kuruluşları tarafından açılan bir başka dava ise nükleer santralın Mersin'de turizmi olumsuz yönde etkileyeceği sebebiyle gerçekleşti. Bölgedeki üç büyük sektörden biri olan turizm yatırımlarının düşeceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Fransa'da 1999'daki sel felaketinde Blayais nükleer santralını su basması sonucu şehir boşaltılmak zorunda kaldı.
R BAŞKA Bİ ÜN! K M Ü M İ J ENER
Tehlikeli ve ölümcül
Bölgede etkilenmesi beklenen başka bir sektörde balıkçılık. 2008 yılında Amerika'da yakın ölçekte bir santral üzerine yapılan çalışma santralde soğutma için denizden çekilen suyun işlem sırasında ısınması sonucu içindeki milyonlarca larvanın öldüğü ve kıyılarda yumurtlayan balıkların önemli ölçüde azaldığı tespit edilmiş. Akkuyu içinde geçerli olacak aynı hesap 10 yıl içinde balıkçılığın bitmesi anlamına geliyor. Nükleer santralların iklim değişikliğinden kaynaklanan doğal felaketlerden de etkilenmesi bekleniyor. Hava sıcaklığının artması reaktörün çalışmasını olumsuz etkiliyor. Ayrıca
Bugün hâlâ nükleer enerjinin dünyadaki yeri son derece sınırlı, kullanılan enerjinin sadece yüzde 2,4'ü nükleerden elde ediliyor. Nükleer lobisinin iklim değişiliğine karşı nükleer enerjiyi ortaya sürmesine rağmen geçtiğimiz hiçbir iklim zirvesinde bu fikir kabul görmemiş ve nükleer santrallar iklim değişikliğine karşı alternatif enerji kaynağı haline gelememiştir. Nükleer lobilerin tüm dünyada atak yaptıkları bugünlerde Akkuyu projesini bundan bağımsız görmemek gerekli. Çernobil felaketinin unutulmaya başlanması ve riskin aslında az olduğu savına karşın etkisinin büyüklüğü göz ardı edilemez. En azından sigorta şirketleri bunu göz ardı edemiyor. Hâlâ nükleer enerjinin en pahalı enerji kaynaklarından olmasının sebebi sigorta teminatlarının çok yüksek olması. Şirketler bu yüksek maliyet nedeniyle devletlerden yatırım desteği almadan ihale işine giremiyor. Türkiye örneğinde ise şirkete verilen aşırı kâr imkanı ve tanınan ayrıcalıklı durum yatırımı şirket açısından çekici kılıyor. Ancak yine de nükleer santralın önündeki temel engel devletle şirketlerin kârlılık çatışması değil, insanların yaşama hakları adına birlikte gösterecekleri dirençtir. Akkuyu'da, Sinop'ta ya da dünyanın neresinde olursa santrallara izin vermeyeceğiz.
2004 yılındaki tsunami sırasında Hindistan'ın Kalpakkam santralı durduruldu ve 15.000 aile tedbiren acil olarak şehirden çıkarıldı. Ancak olaydan iki ay sonra 20 kilometrelik bir alan içinde radyoaktivite miktarının yüksek olduğu saptandı.
NÜKLEER ENERJİ GERÇEĞİ 1. Teknolojisi, yapım, inşaat ve güvenlik maliyetleri çok yüksektir. 2. Riski çok büyük olduğu için sigortalanamaz ve finansal riski kamuya yüklenir. 3. Yapım süresi çok uzundur, büyük gecikmeler yaşanır ve zamanında bitmez. Geri ödeme süresi çok uzundur. 4. Uranyum madenciliği ve yakıt üretimi/zenginleştirme aşamalarında sürdürülebilir olmayan kaynak bağımlılığı yaratır. 5. İşletim ömrü 40 yıl kadardır ve bu aşamadan sonra devreye giren söküm maliyetleri çok yüksektir. 6. Yüksek düzeyde uzman iş gücü kullanır, yerel ve ulusal düzeyde anlamlı istihdam yaratmaz (kaza sonrası temizlik işleri hariç). 7. Enerji üretimi verimsizdir (soğutma sırasında büyük miktarda enerji kaybı olduğu için üretilen net enerji miktarı düşüktür). 8. Arızalarda üretim çok uzun süre durur, santral atıl hale gelir. 9. Kazalardan kaçınılamaz, tasarım kusurları, yıpranma, mekanik ve insani hatalar nedeniyle kaza olasılığı yapısaldır. “Yeni” diye pazarlanmaya çalışılan modeller için başka bir deneme olanağı olmadığı için toplum “kobay” olarak kullanılacaktır. Kaza ve sızıntılar, yüksek toplumsal maliyete yol açar ve sınır tanımaz. 10. Normal işleyişi sırasında farkedilmeyen sızıntılar nedeniyle çevresinde radyoaktif kirlilik yaratır. 11. Yüzbinlerce yıl radyoaktif kalan atıkların zararsız hale getirilmesi mümkün değildir. 12. Çeşitli şekillerde yarattığı radyoaktif kirlilik hastalıklara, hayvan ve bitkilerde mutasyonlara yol açar. 13. Deprem sırasında kaza riski ortaya çıkar. Fay hatları yakınına reaktör kurulması ekstra risk yaratır. 14. Sel ve tayfun gibi meteorolojik afetlerde kaza riski ortaya çıkar. 15. Soğutma suyunun geri verilmesi sırasında nehirlerin, göllerin ve denizin ısıl kirlenmesine neden olur ve sudaki canlı yaşama zarar verir. Küresel ısınmaya bağlı olarak suların aşırı ısındığı dönemlerde soğutma işlemi tehlikeye girer. 16. Kapanan santrallar uzun süren söküm aşamasında nükleer atık haline gelir. Bütün bunlara rağmen nükleer santral yapılmasını istiyor musunuz?