Sosyalist Tartışma 1

Page 1


SOSYALiST TARTISMA •

r

1.


DOZELTME -11. sayfadaki ilk iki satırı takiben 13. sayfanın başına geçiniz. · ';

- 13. sayfanın " ... umut ediyoruz." diye biten 5. paragrafını ta· kiben 11. sayfadaki "I. POPOLIZM-HALKÇILIK" arabaşlığı· na geçiniz. - 12. sayfanın son cümlesinden sonra 13. sayfadaki "Bu kısım· da• . . " diye başlayan 6. paragrafa geçiniz.

l

(

*

*

*

Bu karışıklıktan dolayı okuyucudan özür dileriz.


SOSYALiST

TARTISMA

. {/ �"%...

İ Ç İ NDEK İLER ( t 7

5. Yazı Kurulu'nun Açıklaması

Yazı Kurulu 8. Reddetmemiz Gereken Miras

Behçet Toprak 53. örgütlenme Sorunu üzerine Notlar

Recep Gökırmak 94. Lenln'in 'Oniki Yıl' Derlemesine önsöz'ü üzerine

Taner Kalkan 96. 'Onikl Yıl' Derlemesine önsöz

V./. Lenin

110. Devrim Sonrası Toplumlarda İktidar ve Muhalefet

M. Fazıl 115. 1. Kongre Kariuian ve Yayın Politikamız

R. Kasım 126. Sosyalist İşçi'nin 1. Yılı

B. Şeref 136. Burjuvıı İdeolojisine Karşı Mücadelenin önemi

F. Yıldız

1

� . P

i 1


SOSY ALIST TARTIŞMA Kurtuluş öJ.'l(itii tarafmdaD yaymfaomakta·

dır. Tenine

bir açıklamaya sahip olmadıkça Sosyalist Tutışma'ya gön· derilea_yazıların kısaltma, düzeltme ve yayınlanma hakkı Yazı Kurulu'· na aittir. Gönderilen hiçbir yazı geri gönderilmez.

Haziran 1985

Yazışma adresi:

BM Box 5737, London WClN 3XX, lNGİLTERE 4


yazı kurulunun açıklaması

Kurtuluş Geçici örgütü yayınları arasında Temmuz 1984'de çeşitli makaleleri içeren bir broşür çıkarmıştı�. Bu broşür, gerçekte bugün yayınına başladığımız Sosyalist Tartışma'nın ilk sayısıdır. Sosyalist Tart14ma'nın ilk sayılarında yer alacak bazı makaleler bu broşürde başlattığımız tartışmaların bir devamı niteliğindedir. Sosyalist Tartışma üç aylık bir yayın organı olarak diişiinühfi. Ancak, önümüzdeki aylarda daha sık yayınlanacaktır. Derginin iki sayı çıkma­ sı ıereken süre içinde üç ya da dört sayı çıkarılacak, daha sonra ise baştandüııünülen üç ayda bir biçimine dönülecektir. Sosyalist Tartışma, herşeyden önce hareketimlzln geçmişinin deler· lendirilmesi, kollektif özeleştirimizin inşası ile yükümlüdür. özeleştiri· mlzin önciile l ri örgütümilzün bugüne dek yayınladığı çeşitli yayu:ılar· da ortaya kondu. Şimdi görev, bu öncüllerin doğrultusundaki açılım· ların devam ettirilmesidir. öte yandan, Kurtuluş hareketinin özeleş· tlrisi bizce tüm Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin de· ğerlendirilmesinden ayrı değildir. Biz, çuvaldızı kendimize batırmak· tan yanayız. ·

Sosyalist Tartışma, geçmişin değerlendirilmesini, özeleştiriyi, salt tarihi gerçekleri sergilemek amacıyla yapmıyor. Açık ki, geçmişin doğru olarak kavranılışı, geleceğin yolunu aydınlatabilmek için ge· reklidir. Bu, Sosyalist Tartışma'nın bir başka temel görevini ortaya koymaktadır; bugünün kavranması. Bugünü kavramak ve bugüne ve geleceğe teorik-politik çözümler getirmek, geçmişin değerlendi· rilmesinin bağlı olacağı temel sorundur. Biz, örgütlenmemizin geçmişinin değerlendirilmesini, nasıl tüm Tür· kiye ve Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin değerlendirilmesinden ayn görmüyorsak, aynı şekilde, sosyalizmin uluslararası sorunların· dan, krizinden de ayrı görmüyoruz. Kurtuluş Hareketi içindeki tar· tışmalanmıZm öncülleri, da�ma bu acı ve ciddi gerçeği karşımıza koy· du. Kendi hareketimiz. iÇindeki bir eğilimle, anlayışla, sapmayla


tartışırken hemen her zaman bu anlayışın uluslararası boyutlarıyla karşılaştık. Demek ki, geçmişin değerlendirilmesi, bugünün kavran­ maya çalışılması tek başlarına yetmiyor. Bunlarla birlikte, ve mutlaka, sosyal�in uluslararası sorunlarını da tartışmak gerekiyor. ''Resmi Sosyalizm" anlayışı ile hesaplaşmadan Türkiye devrimci hareketi ve onun -farklılıklar gösterse de- tam anlamı ile bir parçası olan Kur­ tuluşHareketi ile hesaplaşmak olası değil. Eleştiri, biz komünistlerin elindeki en önemli silah. Her türden sapma için de öyle. Ne zaman eleştiri silahı kullanılmaya başlanıyor, her tür­ den sapma derhal ayağa kalkıyor ve eleştiri sahiplerini lanetlemeye başlıyor. Bu konuda reçeteler hazır, "Resmi Sosyalizm" tiiJıı- reçe­ ·teleri çoktan hazırlamış, çok zaman kullanmış. Etkili reÇeteler bunlar. Hastalığı tedavi etmek için değil, eleştiriyi-tartışmayı kesmek, yok etmek için. Sonu şiddet uygulamasına kadar varıyor. Biz, bilgimiz ve bilincimiz içinde bu yöntemlere karşıamansızca mü· cadele edeceğiz. Hastalıklı bir sekt haline düşmemeye ve sektlerin saldırılan karşısında boyun eğmemeye kararlıyız. Bu tutumumuzun güvencesi eleştiri silahunızdır. Onun sonuçlarından korkmamamızdır; Bu yolda ilk, taze adımlan attık. Şimdi görev dahakararlı ileri adımlar atmaktır. Yukarıda adı geçen broşürde de belirttiğimiz gibi, SosyalistTartışma' nın sayfaları örgütümüzün dışından gelecek yazılara açıktır. Burada denebilir ki, "Sizin derginize yazı göndermek sizinle özdeşleşmek olmaz mı?". Alışılagelmiş "resmi" anlayış içinde doğrudur bu iddia. Ancak, biz öyle olacağını, olması gerektiğini düşünmüyoruz. Sosyalist Tartışma, adından da kolayca anlaşılabileceği gibi. bir "tar· tışma" dergisidir. Farklı görüşler Sosyalist Tamşma'da yer alacak ve birbirleriyle mücadele edeceklerdir. örgütümüzün sınırları içindeki tartışmaların uzlaşmaz noktalara ulaşacağını sanmıyoruz. Ama, farklı sonuçlardan da korkmuyoruz. Aynı şekilde, kendi organik yapımızın dışından gelecek katkılardan da çekinmiyoruz. Bize, bizim platformumuzu kullanmak isteyecek kadar kendini yakın gören her komünist bu tutumunun sonuçlarına da razı olarak, yani bizlerin cevap hakkına da, razı olarak sayfalarımızı kullanabilir. Tartışma bizi yakınlaştırabilir ya da tersi olur. Her iki sonuç da yararlıdır. Yakınlaşmanın olumluluğu açık. Çelişkinin keskinleşmesi ise, bir yandan herkesin kendi SÖylediğini açması, netleştinnesi o· lumluluğunu yaratır, diğer yandan ise birbirimizi daha yakındanta· nımamızı sağlar. Bütün bunlardan sonra, belirtmek gerekir ki, Kurtuluş örgütli'niin diğer yayınlarında da olduğu gibi, Sosyalist Tartışmada yer alan 6


imzalı yazdann içerdiği görüşler her zaman Yazı Kurulu'nun kollektif düşüncelerini yansıtmayacaktır. Bu nedenle, örgüt imzasını taşımayan hiç bir belge Kurtuluş örgütü'n� resmi belgesi niteliğine sahip değildir.

Kurtuluş örgütü Yazı Kurulu

7


reddetmemiz gereken mıras •

behçet toprak GİRİŞ 1970'1i yıllarda "Kurtuluş Sosyalist Dergi etrafında oluşan siyilsi hare· ketlilik iemelinde kurulan örgütlülük, Türkiye sosyalist hareketinin o gü­ ne kadarki. geli9imi hoyunca ulqablldiği enOnemulöqütlenme biçimle­ rini bağrında taşıyordu. Fakat bu siyasi hareket ye örgtitlliltiJı:, tüm temsil ettiği ileri biçimlere ıatmen geçmişle ballannı koparamadl. Bu geçmlı bazllannm zannet. tili gibi ladece THKP/C hareketi delildi. Bu, 1900'W yıUarm bqından beri çok öaemli bir Ditelilf belrmda &qıyan ft her 'koajonktiirde ama farklı biçimlerde yenjdea tlreyerek bir sonraki kafaklua denolan bir ao&yaliat hareketin geçmlfi idi. Ve bu soayalist hareketin en 6nemll ni·. teliği de iıçi sınıfının hem dünya tarihsel hemde ulusal önemini eSOI ola· ıak kavramamış olmasıydı. Tabir·i caiz ile çanlann sesini duymuştu bu sosyalist hareket ama sesin nereden geldiği hakkında hemen hiçbir fikri yoktu. Hatta bu yüzden zaman zaman çanların aslında çalmadığına ken­ disini inandlnnaya çalıştığı da oldu. Kurtuluş kendi dolaysız geçmişi ile bağlarını koparmak için en önemli adımı ilk kuruluş yıllarında attı: Proletarya toplumsal muhalefe­ tin önderi idi; proletaryanın siyasi partisi de modern sanayi proletaryası üzerine kurulacaktı. Diğer bir önemli adımı ise, dolaylı geçmiş ile bağla­ nnı koparma çabasının bir ifadesi olan "ulusal sorunu", Kürtlerin ayn devlet kurma hakkının tanınması olarak formüle etmesiydi. Böylece geçmişin Kemalist etkisinden kendini koparmaya başlıyordu. Fakat bu adımlann özellikle birincisinin, titrek ve nereye nasıl basaca­ ğını bilememenin tereddüdü ile atılması ve geçmişin hayaletlerinin o­ muzlardaki baskısı bu adımlnpratik·politik ifadelerini bulmasını engelle· di. Buna ek olarak ve özellikle geçmişten devralınan teorik-ideolojik mi· rasın etkisi· ile hareketin kuruluşunda kendini gösteren bu pırıltı kısa za· manda söndü. Bugünün "kahramanlan" giderek daha çok dünkü kahra·. manların elbiselerini tozlu sandıklardan çıkarıp, önce ele-güne karşı sonra da en yakınlarına karşı sergilemeye başladılar. 8


Gerçi 1978-79 yıllarında hareketin ilk dönemindeki kıvılcımı tekrar par­ latmak isteyenler oldu. Merkez Organ'da işçi sınıfına gitmenin biçimle· ri yeniden tartışılmaya.başlandı. Geçmişin etkisi bu tartışmada da ken· dini bütün çıplaklığı ile bir kere daha gösterdi. "Tüm gücümüzle işçi sı­ nıfına gidelim" tezi ile değneği işçi sınıfından, bilimsel sosyalizmden yana bükme çabaları, o güne kadar değneğe suyunu vermiş mirasa ga­ lebe çalamadı. Diğer taraftan, o zamanlar da bazılarınca ifade edildiği gibi galebe çalamazdı da. Kurtuluş artık kendi geleneği ve çalışma tarzı ve teorik sistemi ile geçmişin bir parçası olmuştu. Daire bir kere daha tamamlanmış, geçmiş kendini yeniden üretmişti. Bir anlamda saatleri tekrar başa almak gerekiyordu. Gerçi bu sefer eleştiri silahına sarılan· lann kanaatine göre geçmişle bağları koparmanın, onu diyalektik ola· rak inkar edip, esaretinden kurtulmanın koşulları her zamankinden da­ ha çok hazır idi ve bunda bir haklılık payı vardı, ama geçmişin hayalet· lerinin moral gücünü de asla küçümsememek gerekiyordu. Kendine gü· vensizlik te, aşırı güven de ölüm demekti. Tarihi tekerriir ettirmek ölüm demektir! Gerçekten de, geçmişin hayaletleri hemen kendini gösterdi. Bugün de bazı yoldaşlanmızca hala kabul gören şu tesbit yapıldı: Kurtuluş teorik olarak (yazını kastediliyordu) proleter sosyalist bir hat izlemekle birlikte, pratikte esas olarak farklı şeyler yapıyordu. Dolayısıyla sorun içseldi ve bir düzeltme işlemi gerekiyordu. Bu düzeltme çabaları vakit geçinneden başlatıldı. Aracı ise, eleştiri·özeleştiri mekanizması idi. Ama kısa zamanda aracın amaca uygun olmadığı, en azından o günkü hiçi· miyle uygun olmadığı anlaşıldı. Aslında, anlaşılmadı da, Kurtuluş Mer· kez Hizip tarafında artık gerçekten geçmişin bir parçası olmuş Kurtu· luş 'un esas temsilcileri tarafından diğerlerine anlatıldı. Eleştiri silahı hi· zipçilik, askıya almak ve ihraç kalkanlanna çarptı. Kalkanlan delmesine deldi ama kalkanlar da amaçlanna hizmet etmeyi çok iyi bildiler. Bu, 'teori doğru idi ama pratik yanlıştı' tesbiti bence, önceleri destekle· miş olmama rağmen yanlış bir tesbitti. Bu sadece ayakkabının vurduğu· nun tesbiti idi, yoksa nasırın nerede-olduğunu söylemiyordu. Bu tesbit yanlıştı, çünkü Kurtuluş'u iflah olmaz bir oportünizm ile suç· lamaya varıyordu. Eğer bir siyasi hareket bir şey söyleyip, başka bir şey yapıyorsa bunun üç sebebi olabilir: 1. Ya kendine has bazı sebepler· den dQJflyı düzenbazlık yapılıyordur, 2. Ya hareketi yönetenler başka yazarlan başkadır, 3. Ya da ne yaptığını bilmeyen bir aptallar sürüsü vardır ortada. Kurtuluş Hareketi'nin liderliğinin niteliği, kadrolarının eğitim ve müca­ dele tecrübes.i ortadayken, Hareketi biraz olsun tanıyan bir kimse bu üç açıklamadan hiçbirini kabul etmeyecektir. Hatta denebilir ki, Türkiye solunun en oportünist bilinen hareketlerine bile büyük bir haksızlığı gö-

9


ze almadan 'teorisi ayrı pratiği ayn' eleştir is i yöneltilemez. Diğer taraftan 'teorisi ayrı pratiği ayrı' eleştirisi, felsefi ve mantıksal larak ta önemli yanlışları taşımaktadır.

Her politik eylem (burada bir siyasi örgüt sözkonusudur) bir teorik-ide· olojik şekillenme tarafından yönlendirilir. Bu anlamda teori ile pratik arasında ayrılmaz ve içsel bir birlik her halükarda zaten vardır. Zaman zaman yazılmış, üzerinde "anlaşılmış" teori ile uygunluk halinde olma· yan eylemler olursa da bunun sebebi teori ile pratiğin aynlığı değildir. Bu, sözkonusu eylem bir başka teori ile, ideolojik şekillenme ile birlik içindedir demektir. Bu başka teori ise aslında hemen her zaman ''üze· rinde anlaşılmış" teorik yapı içinde bir arada birden fazla alt biçimin bulunmasından, yani "üzerinde anlaşılmış" teorinin eklektikllğinden dolayı ve bu anlamda "başka" teoridir .

. _ _,..

Doğal olarak burada, bir tutarsızlık sözkonusudur. Bu tutarsızlık farklı teori-ideolojiler arasındaki mücadelenin pratikte yansıması sonucu or· taya çıkar. Ve bu temelde ç öz ümlenir. Ya varolan "üzerinde anlaşılmış teori" yeniden ş ekillenir , ya da eklektiktifinden giderek annır. Her ik i halde.de "tutarlllık" yeniden yeni bir çerçere fçinde vaftiz edilir.

Diğer taraftan teori pratiğin, çoğu zaman geçmiş pratiğin hazan da etkisi altında oluşur veya yeniden şekillenir.

güncel yaşanan pratlğiıi,

Bu durum gözönüne alındığında anlaşılır ki, araştırılması gereken teori ile pratiğin nerede koptuğu değil, teorinin hangi ve alt veya yan teori· leri taşıdığı, hangi hiyerarşi altında eklemlendiği ve bu eklemlenmenin ne derecede-bir iç tutarlılığa sahip olup olmadığıdır. Bu farklı teorilerin "eklektik" biraradalığı ve bunun ideolojik çimentosu pratiği yönlendir· diği içindir ki, görünüşte teori ile pratik birbirlerinden kopmuş, Kurtu· tuş bir şey demiş, başka bir şey yapmış kanaati uyanmıştır. Bana �öre Kurtuluş 'un eylemlerini, çalışma tarzını esas olarak yönlen· diren, "üzerinde anlaşılmış" teorinin, popülizm ve sosyalizm karışımı bir teori olması ve bu eklemlenmenin popülizmin eeemenli!li altında ol· masıdır. Bu yüzdendir ki, yukarıda sözü edilen kanaat uyanmışt ır .

Diğer taraftan teori. veya daha doğrusu teoriler bütünü ve pratik an­ sındaki ilişkiyi dotruca ve tüm yönleriyle ortaya çıkarmak, somut bir analizi zorunlu kılar. Bu, son derecede çetrefilli bir görevdir. Birincisi, teorik yazın ortadadır ama pratik çoğu zaman belgelenmemiştir. Ko· tayca hatırlanamaz. üstelik bireylerin hafızalannda parçalar halinde bu· lunur. İkincisi bu hatıralar ideolojik etkilerin altındadır. Bu durumda is· ter istemez kollektif bir çalışma, görevin başanlması için zorunluluk o· tarak ortaya çıkmaktadır. Kurtuluş çoğu sosyalist gruplardan farklı 10


olarak, zaman zaman durup yaptıklarını teorik bir gözle yeniden değer­ lendimıeye çalışmıştır. Bu çabanın örnekleri çok değildir. Hatta bazın -

-

-

1.

.�

POPÜLİZM - HALKÇILIK

ANTl-KAPlTALlZM VE MlLLlYETÇlLlK Hızlı sanayileşme ve bunu takip eden hızlı şehirleşme kötü yaşam koşullarının -gecekondu vb- yaygınlaşması, kırsal yapıların dağılmas.ı yani geleneksel ilişkilerin sarsılmaya başlamasının sonucu yeniye karşı tepki ve eskinin romantik bir şekilde yüceltilmesi anti-kapitalizmin te­ melini oluşturur. Sanayi devriminin hemen arkasından, şairler, yazarlar köylülüğün ve işçi sınıfının içine düştüğü sefalet, yoksulluk vb koşullara tepki olarak ka· pitalizmi eleştirmişlerdir. Bunların bir kısmı eski günlerin -köyün, kü­ çük üreticiliğin aslında gerçekle ilgisi olmayan bir tasvirini ve bu tasvirin meziyetlerini anlatmaya başlamışlar, kapitalizme "toplumu kemiren il· let" gözü ile bakmışlardır. Bunların içinde işi giderek aristokrasiyi sa­ vunmaya kadar vardıranlar çıkmıştır.

, 1

1

Bir ikinci akım kapitalizm illetine çare olarak akla uygun, herkesin üzerinde kolayca (!) anlaşabileceği formüller, sistemler üretmeye çalış· mışlardır. Bunda eskiye dönmeyi değil yeni bir şey kurmaya çalışmak amacını gütmüşlerdir. Kapitalizm mülksüz işçiler ve mülk sahibi patron· lardan oluşuyordu. Ve zaman zaman da bir tarafta satılmayan mallar birikirken öbür tarafta insanlar açlıktan kırılıyordu. Bu gözlemin sonu· cu kapitalizmin temel sakatlığını eksik tüketim olarak saptıyorlardı.Bu· nun sebebi ise işçilerin ücretlerinin düşük olmasıydı. Bu sorunu çözmek için bir sürü formül geliştirme çabaları olmuş ama bunlar giderek şu SO· nuca ulaşmışlardır: Mülkiyet yaygınlaştırılmalı. Herkes kendi üretim aracına sahip olmalı vb .. Böylece bir kısmı küçük üretimi savunurken bir kısmı da kooperatif tipi toplumlar kurmaya çalışmışlardır. Bu SO· nunculan biz iitopik sosyalistler olarak da biliriz. Bunların bizce en Ö· nemli iki özelliğinden bahsedilebilir. Birincisi, kapitalizmin eleştirilme· sini ve yerine konacak yeni toplumu zihinsel bir sürecin ürünü olarak görüyorlardı. önce fikirler bulunacak -akla uygunluk- sonrada bu ''mükemmel�' fikirler insanlara anlatılacaktı. İkincisi, bunlar tüm topluniu birden kurtarmaya çalışıyorlardı.işçi sı· 11


nıfı ile kapitaljstlerin arasındaki çelişkinin niteliğini kavrayamıyorlar­ dı. Toplumun sınıflar mücadelesi sonucu geliştiğini ve ancak bu yolla değişebileceğini. Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi gerektiğini, bunun da ancak mülkten en uzak sınıfın, proletaryanın bir eyleminin sonucunda gerçekleştirilebileceğini kavramamışlardı. Henüz insanlık kültürüde buna imkan tanımıyordu. Kapitalizmin doğuşu ve gelişmesi bölgesel veya yerel değil, Akdeniz çevresinde oluşan bir "dünya pazarı" içinde gerçekleşmiştir. Buna kar· şılık bu pre-kapitalist dünya pazarı içinde suyun üzerindeki kabarcıklar bölgesel özel· gibi doğmaya başlayan kapitalist ilişkiler giderek liklerin etkisi ile de birbirleri ile birleşmeye başlamışlardır. Bu aşamada kendi sınıf çıkarları -hem feodallere hem de işçilere karşı· etrafında örgütlenmeye başlayan burjuvazi feodal devleti ele geçirmeye başlamış­ tır. Burjuvazinin devlete ihtiyacı esas olarak şu sebeplerden doğar: 1) İşçi sınıfını kontrol altında tutmak, bunun içinde sınıf mücadelesini belli bir coğrafi bölgede sınırlamak, 2) her coğrafi bölge üzerinde dolaşı­ mı ve üretimi düzenlemek ve bunu başka sermaye gruplarına karşı koru­ mak, 3) kendi aralarında rekabet içinde olduklarından sınıf birliklerini koruyacak ve genel çıkarlar adına hareket edecek bir idari mekanizma­ ya sahip olmak. Kapitalizm başından beri eşitsiz olarak gelişmeye başlamıştır. Burada tartışılması mümkün olmayan sebeplerden dolayı bazı yerlerde kapita­ lizm daha hızlı gelişmeye başlamış ve buralardan hızla diğer bölgelere yayılarak oralarda doğmakta olan kapitalizmi de etkilemeye başlamış­ tır. Bu etkileme herşeyden önce rekabet ilişkisi içinde olmaya başlamış, beraberinde �ültürel ve politik etkilemeyi de getirmiştir. Bu süreç içinde kapitalist gelişme kervanına göreli olarak geç katılan yerlerde, Almanya, sonra Rusya ve daha sonrada "emperyalizme bağımlı" ülkelerde iç ve dış kapitalizmin çelişkisi ve dış kapitalizmin etkilerine karşı tepkiler gelişmiş ve bu sefer anti-kapitalizm yabancı kapitalizm düşmanlığına dönüşmüştür. Böylece yerli burjuva sınıfı anti-kapitalistleri -yabancı düşmanlığı altında- ulusal bağımsızlık bağlamında ideolojik-politik e­ gemenliğine almayı başarmıştır. Bu iki tarihsel akımın birleşmesi bize popülizm veya halkçılık denen akımı verir. İlk anti-kapitalistler kendilerini şu veya bu şekilde sosyalist olarak görmüşlerdir. Bu siyasi-entellektüel akımın temel özelliğini sınıf çıkarlarına değil ulusal-halk çıkarlarına öncelik tanıması belirler. Bunun yanı sıra tarihte bireylerin rolü, tarihi değişmenin motorunun ne oldu­ ğu, vb. konularda da marksizmden farklı özgün görüşleri vardır. Bunla· ra biraz aşağıda değineceğiz. Şimdi bu iki bileşeni anti rüntülerini inceleyelim.

kapitalizm ve milliyetçiliii açarak politik gö­ 12


öykünmeye kadar ulaşabilmektedir. Ama vardır. Bu ise önümüze koydu­ ğumuz sorunları çözmek için asgari bir zemini bize sağlamaktadır. Biz "Cevizli Direnişi" üzerine yazımızda en bilinen örneklerden birini, olan yazıyı ele alacağız. Bu yazıyı seçmemizin bir diğer nedenide yaza­ rın bizzat Cevizli olaylarını yakından izleme şansına sahip olmasıdır. ·

Son olarak Cevizli deneyinin önemi şurada yatmaktadır. Zaman zaman Kurtuluş Sosyalist Dergi sayfalarında işçi sınıfı üzerine ve çalışma tarzı üzerine yazılar çıkmıştır. Cevizli'de ise Hareketin eline tüm işçi sınıfı ve örgütlenme üzerine düşündüklerini pratiğe geçirecek imkan çıkmış· tır ve bu imkan şu beya bu biçimde kullanılmıştır. Yani lafızlar eyleme dönüşmüştür ve sonrada Hareket bu eylemi bir yazı ile değerlendirmiş· tir. Fakat Cevizli deneyini tartışmadan önce bazı konulara ışık tutmak ge­ rekmektedir. Bunun için Türkiye solunun geçmişinin en önemli karak· teristiği olan popülizmi (ve ütopik sosyalizmi) teorik olarak tartışmak . gerekmektedir. Yazının birinci kısmında bu noktada yoğulaşacağız. Popülizmin tarihsel kökleri, ayırdedici karakteri ve nihayet Türkiye sosyalist hareketinde aldığı biçimleri kısaca gözden geçireceğiz. Bundan sonraki bölümdede Cevizli deneyimini tartışacağız. Şunu açıkça belirtmekte yarar var. Amacımız TKKKö'ye "darbe vur­ mak", teorik olarak alaşağı etmek değildir. Böyle sorunları çözmek ta­ rihin işidir. Biz geçmişimizi anlayarak geleceğe ışık tutmaya çalışmakla meşgulüz. Böylece Kurtuluş örgütü'nün bugün oluşmakta olan teorik hattının "eklektiklikten kurtulmasına" veya en azından bağrında taşı· dığı bilimsel sosyalizmin egemen kılınmasına, geçmişini aşmasına, ha• yaletlerin gölgesinden sıyrılmasına katkıda bulunmayı t ediyoru_;_. j 1 Bu kısımda örnek olarak Rus geleneği, .Narodnikleri --bu popülizm akı· mı na isim babası olantan- gözden geçireceğiz.

u;:,ı�

Rusya 'da ve giderek dünyada popülizm diye adlandırılacak olan düşünce akımının ve siyasi hareketin kurucuları Herzen ve Çernişevski idi. Her· zen teorisini 1848 işçi hareketlerinin yenilgisinin yarattığı entellektüel karışıklık ortamında yarattı. Herzen'e göre, Rusya sosyalizme ulaşmak için kapitalist sanayileşme aşamasından geçmeyebilir ve feodalizmden ve mutlakiyetten sosyalizme atlayabilirdi. Rusya'da kapitalizmin son derece az gelişmiş olmasını (1800'lerin ikinci yarısında) bir dezavantaj değil. avantaj olarak kabul ediyorlardı. Rusya'· da, köyde halen var olan "bozulmamış" (kapitalizm tarafından1) ilişki· ler, örneğin Obscina denen )lollektif topraklar, köy komiinü sosyalizmin 13

t


inşasına temellik edebilirdi. Herzen 'e göre "Fransa 'nın geleceği işÇilere aitse, Rusya'nın geleceği de köylülere aittir". Bu diiŞ"lince akımı etrafında ilk siyasi hareket "Toprak ve özgürlük" adı altında (1862-63)'de kuruldu.Kapitalizm illetine karşılık köyün zengin· likleri etrafında propoganda yapmaya başlayan bu hareket etrafında yüzlerce genç kendi sosyalizmlerine köylüleri kazanmak, "halkı devrim saflarına çekmek" köylere yöneldiler. Zannediyorlardı ki, onlar anlata­ cak, köylüler dinleyecek ve "aydınlanarak" devrim saflarına katılacak· lardı. Bu aydınlann, "devrimcilerin" kafalarındaki fikirlerin dünyayı değiştirmeye yeteceği inancı son derece güçlü idi.2 Bu hareket kendi liderlerinin ifadesi ile "fiyasko" ile sonuçlandı. Halk bu fikirle;ıi kavra­ yamıyordu. Devletin ve geleneklerin etkisi son derece güçlüydü. Halk u­ yuşukluk içinde idi. Bu sefer halka gitmenin, propaganda yapmanın ye­ rini, yani kitle çalışmasının yerini , esas olarak bu birincisine güvensiz· likten ve hayal kınklığından kaynaklanan yeni bir çalışma tarzı aldı. Bu çalışma tarzına göre, halkın uyuşukluğunu dağıtmak, düşmanlarını ce­ zalandırmak ve bu yolla halkın sempatisini, güvenini ve giderek desteği· ni kazanmayı amaçlayan eylemlere başladılar. Buraya kadar anlattıklarımız temelinde, popülizmin başlıca özelliklerini şöyle özetlemek mümkün: 1. Hareketin temelinde toplumsal ilişkilerin bilimsel bir analizi ve bu­ nun zorunlu sonucu olarak ifadesini bulan bir siyasi hareket teorisi ye­ rine açlık ve sefalete genel olarak karşı çıkmaktan ve ahlaki kaygılardan doğmuş bir siyasi hareket teorisi vardı. 2. Bu teoride, fikirler belirleyici öneme sahiptir. önce halkı aydınların keşfettiği teoriye kazanmakla başlayan çalışma, sonra öbür aşırı uca savrularak halkın yerine mücadele eden ve halkın sempati, destek ve gü­ venini kendi yanına kazanmaya çalışan bir çalışma tarzına bırakmıştır. 3 Fikirlerin öneminin abartılması, bu fikirleri taşıyan liderlerin ve onların örgütünün halk adına hareketini, yani ikameciliği doğurmuştur. 3. Popülistler fikirlerini ve örgütlerini "tüm halka" taşırlar, çünkü sömü­ rüye ve eşitsizliğe karşıdırlar. Ama bunun temelinde yatanları kavraya· mamışlardır. Toplumun ekonomik örgütlenmesi ve bunun evrimleşmesi hakkında fikirleri (Marks'tan ve Kapital kitabından etkilenmiş olmaları· na rağmen) berrak değildir. Sınıflar mücadelesinin önemini ve rolünü kavrayamamışlardır. Bu yüzden, açlığa ve eşitsizliğe karşı mücadelelerin de tüm halk sınıflanna aynı ölçüde dayanmaya çalışmışlardır. Hiçbir sınıfa özel bir konum tanımamışlardır. Böylece işçi sınıfı da kurtarıla· cak olan sınıflardan sadece biri olarak ortaya çıkmaktadır� 4. Fikirlerin önemini abartmasına karşılık,- teorik çalışma karşısında popülizm alabildiğince "pratikçidir". Bu anlayışın kökleri ütöpik sosya­ lizme kadar gider. Uzun, etraflı, "soyut" teorik faaliyet yerine pratik a­ dımlara (çözümlere) önem vermek ve insanları bunlara kazanmaya çalış· mak, yani hemen görünen, dolaysız olanı işaret ederek,..hunun nasıl "ak· ·

14


la uygun" olarak değiştirilebileceğini önermek, bunların meziyetidir. İddialannı olmaz diye, teorik yollardan çürüterek eleştiTenlere dolaysız olan acil s0runlan işaret ederek, "teorisyenleri" pratik olmaya çağmr· lar. Toplumun dolaysız, ekonomik ve politik biçimlerinin ötesine geçe­ meyen bir teori sahibi olmak, dolaysız hedefleri tek hedefler olarak tes­ bit etmeyi de beraberinde getirir. Aynca "halkımız bu işleri (teorik ge­ vezeliği) anlamaz, somut iş yapmak önemlidir" gibi açıklamalann önün­ de kimsenin duramayacağını bilirler. Esas sorun belki de toplumu biz· zat değiştirmek isteyen aydınların işlerin muazzamlığı ve hayatın kısa· lığı karşısında hızla ileri atılmak istemesinden kaynaklanıyor. Lenin böyle bir baleti ruhiyeyi şöyle ifade eder: "Cahilin telaşı hızlı gidiyor olduğu anlamına gelmez'', Popülistler ise, çoğu zaman sosyalistleri doktriner (siz 'ilkelerine sadık' okuyunuz) buluyorlardı ve teorik olmak· la, pratikte pek bir şey yapmamakla,�pazifizmle suçluyorlardı. Kendini kahramanca· feda ederek Çan öldtirmeyi başaran devrimciden daha "pratik bir iş yapmak" mümkün müydü?! "işçilerin günlük mücadelesi içinde 'ufak-tefek' hedeflerle mücadele etmek ve 'sosyalizm anlatmak' lafazanlıktan başka bir şey değildi."(?!) Fakat, tarih bu ltonuda hep başka bir sonuca ulaşmıştK. Bireyler için a­ cil ve pratik olıln hedefler çoğu zaınuı saaıflann yolunu uatan, son de­ rece soyut hedefler olabilmektedir. Çarın öldürülmesi sadece Çar, sui­ kastçi ve hemen arkasından yakalananlar ile polis açısından pratik bir olaydır. İşçi smıfı veya köylülük ise bunu uzaklarda olmuş, kendi pra· tiği ilr ilişkisiz, soyut bir olay olarak algılar. Bazan kahramanları yücelt· meyi unutmaz ama kısa zamanda unutur gider.

Tiim

bu özelliklerine bakarak yapılan şu tesbite katılmamak elde de­ Batı kapitalizmine ve aynı zamanda Batı sosyalizmine Rusya'ıun cevabı idi - Batı kapitalizmine ve Batı sosyalizmine geri kal· mış bir köylü ülkesinin aydınlarının cevabı idi."

lil: "Popülizm

2) Milliyetçilik Rus popülistlerinin Marksizm'i öğrenmeye başlamaları ile kapitalizme karşı çıkmalannın sonucunda, kapitalizmin gelişmesinden Rusya'yı ko· rwnak için· çabalamaya, yollar düşünmeye başladıklarını gördük. Rus popülistlerinin bu tavrı hiç te yeni değildi. Kapitalizmin İngiltere'de ge· lişmeye başladığı ve proletarya bir sınıf olarak doğduğunda, Fransız ütopiklerinin buna kalbi dayanamamış ve Fransa'yı kapitalizmden kur· tumanın (kapitalizmin gelişmesini önleyerek) yollarını aramaya başla· ıruşlardL Kapitalizm Fransa ile işini bitirirken, bu sefer Almanya kapi· talizmi engelleme riiyalannın görüldüğü en önemli ülke haline geldi. 5 Alman aydınları şöyle diyorlardı; " Batı Avrupa'da toplumun yeni ör· biçimlerinin fikrin n taŞıyıcısı proletaryadır; bizde ise eğitim

giitlenme

15


görmüş (Rusya 'da intelicensiya denen) sınıftır."

!>.

Almanya'da kapitalizme bu düşmanlık öyle bir noktaya ulaşmıştu ki, kapitalizm ile anayasal düzen arasındaki ilişkiyi gören bazı Alman ay­ dınlan monarşiyi yeğlemişlerdir. Artık bu noktada kapitalizme bu tür düşmanlık biçiminin küçük üreti· ciliğin çıkarlannın bir ifadesi olduğunu söylemek gerekir sanırız6 Bura· da dikkat edilmesi gereken noktalar ise 1. Bizim ülke özel bir ülkedir, başkasına benzemez, bize özgü yollar vardır, bu yollarla kapitalizmi at· !atabiliriz. 2. Kapitalizm dışsal bir olgudur, bizim ülkede gelişemez. · Her iki halde de, kapitalizm sefalet ve fakirliğe indirgenir,Jıuna karşı çı· kılır, aslında doğru dürüst kavranamayan kapitalizme karşı mücadele, kendisine değil ulusal özelliklerine, özgül yanlarına karşı yürütülür. Kapitalizmin gelişmesi ile işçi sınıfının gelişmesi ve bu sınıf ile sosya· lizm arasındaki ilişki gözden kaçar. Popülizm bu yüzden kendi ulusal özellikleri ile son derece meşguldür, bunlan keşfetmekten büyük zevk duy,ar, dünyanın her türlü olayını bu pencereden görür. Ama bu anlayış, yeni "gelişmekte olan bir burjuva sınıfının arayıp ta bu· lamadığı bir şeydir. O da kendi çıkarlarını diğer ülkelerin butjm•azileri· ne karşı korumaya çalışmaktadır. Amacı, sınıf mücadelesini ve kendi çı· karlarını ülke, devlet ve iç pazar sınırları içinde bölgeselleştirmek ve bu· rada yoğunlaştmnaktır. Bu durumda, popülizm ister istemez yerli bur· juvazinin destekçisi olur ve giderek onun kitleleri hegemonyası altına al· masının, kendi çıkarlarını toplumun çıkarları olarak sunmasının bir ara· cı olur. Bu aşamada, popülizm artık burjuvazinin bir yönetme biçimin· den başka bir şey değildir.

EMPERYAL/ZM VE POPUL/ZM 14. yüzyıldan itibaren .Akdeniz çevresinde gelişen pazar, sanayi devri· minden sonra kapitalist dünya pazarına dönüştü. Buna paralel olarak, sermeyenin uluslararasılaşması temelinde bir uluslararası işbölümü doğ· du. Bu ...uluslararası işbölümünde her ülkenin yeri kendi sosyo-ekonomik özellikleri kadar, sermayenin uluslararasılaşmasının dönemsel özellikleri altında belirlendi. Tek tek ülkeler açısından bakıldığında sorun dünya ekonomisi ile ekonomik-politik-ideolojik bütünleşme sorunu olarak gözükür. Dünya pazarı birden fazla devleti ve sosyo-ekonomik formasyonu kapsadığı için ister istemez devletler arası ilişkiler bu sistemin önemli bir boyutunu oluşturur. Devletler arası ilişkiler ise politik ilişkiler, ege-

16


menlik ve bağımlılık ilişkileridir kaçınılmaz olarak. Ve bu ilişkiler ara· sında bir hiyerarşik yapının oluşması da beklenir. Nitekim, dünya pazarın ın gelişme sürecinde biz böyle iki dönemi gayet iyi biliyoruz. Birincisi, 19. yüzyıl ortalarından 20. yüzyıl başına kadar İngiliz egemenliği, ikincisi İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yerleşen ABD egemenliği altındaki hiyerarşik dizilme. Bu hiyerarşinin koşullarını ve egemenliğin biçimini kapitalizmin geliş· me düzeyi ve uluslararasılaşmasının dönemsel özelliklerine bakarak an· lamak mümkün. Bumda bu konuyu daha fazla ileri götürmeyeceğim, bu bir başka yazının konusu olmak zorunda..Burada özellikle yakalamak istediğim bazı noktalar var: 1. Uluslararası işbölümüne temellik eden senneyenin uluslararasılaşması sürecinde, bu sürecin başından beri bazı ülkeler, (kapitalizmin ilk geliş· tiği yerler) .bu uluslararasılaşmanın merkezlerini oluştumıuşlardır ..Bu­ nun sebebi, sermaye buralardan çevreye doğru uluslararasllaşmıştır. Bu ülkelerde üstlenmiş sermayelerin devreleri dünya pazarında dolaşan mal­ ların, para sermayenin, daha sonra da üretken sermayenin çoğunluğunu kapsamaktadırlar. 2. Bu ülkeler arasında da hiyerarşik ilişkiler olmakla beraber,..kendi ara· larında dünyanın geri kalanı üzerinde rekabet ta başından beri varolmuş· tur. Bu rekabet sermaye birikiminin ve sermayenin örgütlenme biçimi· nin dönemsel özelliklerine göre farklı biçimler almıştır. İngiliz hege­ monyasının ilk döneminde, İngiltere'nin ekonomik (sınai) üstünlüğünün tartışılmaz olduğu dönemde pazarlar üzerinde serbest rekabet sözkonn· su iken, Almanya ve Fransa 'nın sanayileşmesi ve İngiliz ekonomik ege· menliğine karşı durması giderek politik müdahaleleri gündeme getirme· ye başlamıştır. Bu süreç, hem sermayenin tekelleşmesi ve giderek finans kapital olarak örgütlenmesi, hem de kapitalizmin krizi ile çakışınca 1. ve 2, dünya savaşlarına yol açmıştır. Lenin'in 1890'lardan itibaren başlayan döneme ait olmak üzere beş özellik sayıp, dönemi emperyalizm dönemi olarak ifade ettiğini biliyo· ruz. Bunlan tekrar etmeyeceğim. Fakat yukarıda anlattıklarım, bunların arka planı olarak okunmalıdır, yani ikisi birbirinden ayrı süreçler değil· dir. Buraya kadar anlattıklarunın konuyla ilişkisi bunları sınıf mücadelesi süreçlerine tercüme ettiğimizde ortaya çıkacak ve bize 20. yüzyıl popü· lizmi hakkında önemli bilgiler verecek. İngiliz hegemonyası ve serbest r�kabet altında gelişen uluslararası iş· bölümü şehir·kır çelişkisini dünya düzeyine yansıttı. Böylece, sanayi üJ. keleri ve tarıriı ülkeleri (bölgeleri) diye bir ayrım doğdu. Bundan sonraki 2 yüzyıl boyunca her iki tataf da hem evrimleşecekler hem de bu ulus17


lllUlll ltbölUmU yeni

biçimler alacaktı.

lu ltbölUmU kapitalizmin prekapitalist üretim biçimlerine dolaşım dil· H)'lndt� eklomlenmesinin bir sonucu idi. Sanayi ülkeleri ile bu preka­ pl&allıt Ulko ve bölgeleri arasındak ikişki esas olarak ticaret düzeyinde oluyordu. Hem sermayeyi taşıyan hem de prekapitalist bölge-ülkelerde

bununlu karşılaşan sınıflar tüccarlar ve tüccarlarla ilişki içinde olan pre· kapitalist hakim sınıflardı. Böylece ilk sınıflararası çelişkili birlik-ittifak ıerçokleşti. Kapitalizmin gelişmediği veya nisbeten çok az geliştiği bu bölııelerde yerli tüccarlar ve hakim sınıflar uluslararası kapitalizmin ilk ltblrlikçileri oldular. Bu sınıflar arasında üçlü bir çelişki mevcuttu. Yer­ li ve yabancı tüccarlar arasında ekonomik kontrol ve pay savası; yerli hakim sınıflarla, hem yerli hem yabancı tücccarlar arasında'artd1:'bölüş, me savaşı. üçüncü olarak ta, toprağa dayalı hakim sınıflar bu savaşı kaybettikçe köylüler ve zenaatkirlar üzerindeki baskılarını arttırma savaşı. Yerli tüccarlar arasında da çok önemli bir bölünme vardır ki, daha sonra dikkate değer politik sonuçlar verecektir. Bu bölünmenin bir tarafında uluslararası sermaye ile dolaysız değişim yapan, Mao'nun tabiri ile kompradorlar, diğer tarafında ise ülke içinde yabancı, yerli malların dolaşımını üstlenmiş buh.ınan yerli-mahalli tüccarlar vardır. Bildiğimiz gibi, emperyalizmle birlikte serbest rekabet yerini pazarların tekelleştirilmesine ve sömürgeciliğe bıraktı. Yabancı tüccarın yerini ya­ bancı devletin gücü ve askeri aldı ve ilişkiler yepyeni bir boyut kazandı. Tilin ülkelerde yabancı devletin politik, askeri, ekonomik varlığına karşı mücadele yükseldi. Hakim sınıflar, hakim olmaya devam edebilmek için hem işbirliği, hem mücadele içinde yer aldılar. Kompradorlar da öyle. Ama yerli tüccarlar ve zanaatkarlar iç pazarın denetiminin ellerinden gittiğini göratikleri oranda yabancı kapitalizme karşı tavır aldılar. Köy­ lüler ise, topraklarının elden gitmesinin, kapitalizmin yerleşik yapılarını dağıtmasının etkilerini yabancı kapitalizme bağlayabildikleri oranda ta­ vır aldılar. Yabancı askerin varlığı da bunu kolaylaştırdı. Ya aydınlar ve varolan devletin bürokratları? Bunların tavrı önemli. Zira durumun yo· rumunu ve teorisini yapan ve "kurtuluş yolu" ya da "çözüm" önerenler bunlar. İşte bunların içinde bulundukları konum ve üzerine bastıkları toprağın sınıfsal ilişkileri neo-popülizm diyebileceğimiz teorinin temel­ lerini attı. Bunların ilk tavrı Alman aydınlarının, Rus intelicensiyasının ilk tavrına benzer. Kendi konumları sarsılınca bunun nedenini dış müdahelede bu­ lurlar ve milliyetçiliğe soyunurlar. İkincisi, kapitalizm sadece onların konumunu de�il, toplumdaki başka sınıfların da (özellikle köylülüğün) konumunu sarstığı için kendi durumlarından çıkardıklarım genelleşti· rirler ve kapitalizmin gelişmesine karşı tavır alırlar. Ama dünya tarihin· de bir olay tam da bu sıralarda ortalığı fena halde karıştırır ve yepyeni boyutlar ortaya çıkarır: 1917 Rus Devrimi.

18


Rus Devrimi'nin aydınlar üzerindeki etkisi çok yönlü oldu. Bu ülkelerde proletaryanın henüz doğmamış veya doğmuş fakat sınıf olamamış ol­ ması durumu iyice karıştırdı. Emperyalizme karşı savaş, ama nasıl? Ve ne için? Bu sorulara cevap aranırken , yerli tüccarların müdahelesi ile (açık söylemek gerekirse Ekim Devrimi hakkında duyduklarından du· daklan uçuklamış, uykuları kaçmıştı) siyasi akımlar hemen ikiye hö· lündüler: Kapitalizmden yana bağımsızhkçılar ve sosyalizmden yana ha· ğunsızhkçılar. Doğaldır ki, bu bölünmede daha zor durumda kalanlar ikinciler olmuştur. işçi sınıfının olmadığı yerde sosyalizm bir hayalden ibarettir, ister istemez. Sosyalizmden yana bağunsızlıkçılar kendi tavır­ larını işçi sınıfının uluslararası durumuna göre belirlemek zorundaydı· lar. Komintem de buna eJjnden geldiğince katkıda bulunmaya çalıştı. Ama hakkını vermek gerek, sorun son derece yeni idi ve kimse çok yüksek soyutlamalardan öteye bir şey söyleyemiyordu. Durum hala da ö_yle. Emperyalizme karşı olanlar arasında yerli tüccarların daha güçlü olduğu, ne istediklerini bildikleri ve istediklerinin birçok yönden uluslararası sermaye ile uzlaşabilir olduğu malum. Buna köylülük ile ilişkilerini ve hakim sınıfın artık durumu iyice sarsılan kesimlerini de ekleyince ortaya büyük bir blok çıkıyor. öbür tarafta ise, "olmayan" bir sınıfın çıkarla­ rını topluma dayatmaya kalkan "ilerici" aydınlar. üstelik bu sınıfın doğması ve gelişmesi ülkede kapitalizmin sadece etkisine ilişkin değil, içsel (yani üretime ilişkin) bir olguya dönüşmesine bağlı. Böylece, .sos­ yalistler ve anti·emperyalist blok ittifak yapıyor. Daha doğrusu, "sosya­ listler" gidip buna katılıyorlar. Bu katılına teorilerini büyük ölçüde etki· leyecek. En önemlisi, teorilerine milliyetçiliği, kalkınmacılığı katacak, bireyin önemini, bilimsel düşüncenin önemini (ama idareci aydının da Ö· nemini) öğretecek. Bağunsızlıkçı blokun ise aydınlara ihtiyacı vardır. Bağımsızlığı kazandıktan önce ve sonra bu aydınlara büyük gö· revler düşecektir. Sonuç olarak, bu ilk kuşak milliyetçi burjuvazi tara· fından özümlenir. özümlenmeyenler ve köylülük temelinde bir sosya· lizm anlayışına yönelenler ise direnebildikleri ölçüde neo-popülizmin yeni savunucuları olurlar. Şimdi dikkatimizi bunlara verelim. Burjuva sınıfının emperyalizmle utlaşma eğilimi, sosyalistlere ve diğer muhaliflerine karşı tavrı ve zaman zaman açık saldırısı bunların emper· yalizme karşı güvenilir olmadığını ortaya koyar. Böylece, bunlar yaban· cı kapitalizmin her türlü kötülüğünün bugünkü ve gelecekteki temsilcileri olarak görülürler. Aydınlar da bu sefer bir başka yana, köylülüğe, döner­ ler. Köylülük feodalizmin, Asya despotizminin vs. çizmesi altındadır; kapitalizmin, tefeci-tüccarın baskısı altında aç ve sefüdir. Buna bir de sömürgeci askeri ekleyince son derece patlayıcı bir durum çıkar ortaya ve aydınlar buna fitil olmaya soyunurlar. Sosyalist fikirler kitlelerden destek görürler. Veya kitleleisosyalist fikirleri kendine göre yorumlayıp 19


destekler . Zira, ne de olsa, bu sosyalist fi.kirler onların günlük hayat pratiği ile ya ilgili değildir ya da çok az ilgllidir. Ortada ne fabrika var· dır ne patron ne de işçi. Bu durumda, sosyalizmin başka bir sınıfın çı· karlarına göre yorumlanması kaçınılmazdır: 1. Bağımsızlık en önemli adun olarak belirir. 2. Feodal kalıntılara son vennek önemli bir görev olur. 3. üretici güçleri geliştirmek görev olur. Ancak, sosyalistler bundan işçi sınıfını geliştirmeyi anlarken, köylüler bolluk, refah ve sermaye blriki· mini anlayacaktır. 4. Yeni bir devlet örgütlemek gündeme gelir. Sosyalistler, proletarya olmadığına göre, "şimdilik" onun yerine iktidarı almaya.hazırdırlar. A· ma köylüler, anti·emperyalist (ikircikli bir tutumla da olsa) burjuva ke· simleri ve hatta feodal sistemden kalan bürokratlar da devleti yönetme· ye adaydır. Bugüne kadar tarih hep bu karışımın köylüler dışındaki kısmının yeni devlete doluştuğunu gösteriyor. Belki de, birçok defa ya· zılıp çizildiği gibi, bağımsız bir örgütlenme yeteneği olmayan, homojen bir yapı göstermeyen köylüler bu yüzden iktidar olamıyorlar. 5. Sosyalistler kendi sosyal tabanları olan köylüleri iktidara yaklaştır· maya, daha doğrusu pazarlık konusu etmeye kalkınca, gene bir savaşın ortasına düşüyorlar: İktidar savaşı. Bu savaşı kaybettikleri yerler çoğun­ lukta. Kaybetmenin maliyeti ise çoğu zaman toptan imhaya kadar varı· yor. Dolayısıyla bu durumu en azından başka yerlerden görlip öğrenen sos­ yalistler sosyalizmi rafa kaldırıp burjuva demokrasisi mücadelesini öne geçirirler. Belki de, bunu açıkça yapmaları en doğrusudur.. .Yapsalar, ta· rih kafalarda karışıklığa yol açmadan ilerler... Ama hazan burjuva de· mokıasisi ve kapitalizm "sosyalizm" adı altında savunulur ve ortaya çı· kan ucubeyi tanımakta büyük güçlükler doğar. üstelik bu ucubeler baş· ka ülkelerin benzer konumdaki sosyalistleri tarafından da "sosyalizm" veya "sosyalizme açılan pencere" gibi görülürler. Ve bu taklit edildikçe neo-popülizm evrenselleşir. Burada şu iki noktaya işaret edelim: 1. Anti-emperyalizm sosyalizm mücadelesi ile eşanlamlı değildir. Eğer işçi sınıfının kendi siyasi varlığı bu mücadelede yoksa, anti-emperyalizm emperyalizm ile uzlaşmaya dönüşür ve yerli burjuva sınıfının iktidarını kurmanın bir aracı olur. Bu ayrımı yapamayan sosyalistler bunu çok pahalıya öderler. Zira iktidarını kuran burjuvazi dönüp onları keser. Ör· neğin, Sudan'da Numeyri'nin kestiği binlerce komünist. Veya Çin Dev· rimi'nin ba.şlannda Kuomintang'ın -Komintern'in ısrarı ile- içinde kal· maya çalışan Çinli komünistlerin katledilmesi. 2. Köylülüğe dayanarak burjuva blokunu devirseler bile, aydınlar prole· tarya adına iktidara oturdukları anda ne yapacaklarını bilemez, ütöpik· ler durumuna düşerler. Proletaıjaya dayanmayan, proletaryanın örgüt· lemediği ve ekonomik olarak merkezini oluşturmadığı bir sosyalizm SÜ·

20


reci, köylülüğün varolan yapılarına uygun "yeni" örgütlenmelere gider ve bunu sosyalizm olarak vaftiz eder. Bı� yapı istikrarsızdır. Emperyalizme ve iç düşmanlara karşı proletarya· nıiı iktidarını (?!) korumak zorunda kalır. Sonuç baskı ve keyfi idare o· lur. Bu durumun teorik ifadesi hiçbir uzun vadeli çıkışı olmayan bir kısır dön.,crü içinde günlük görevlerle uğraşıp gitmek olur. Ve sosyalizmin kurulması için proletaryadan ziyade, toplumun geri kalanının da yöne­ tici "sosyalist" (?) aydınlar gibi düşünmesini sağlamaya çabalanılır. (Bkz. Çin Kültür Devrimi, Kırmızı Kitap vs.) Kısacası, popülizmin tüm özellikleri burada da kendini gösterir: Fikirlerin ve liderlerin kurtarıcı rolü. Pratikçilik ve uzun vadeli hedeflerin olmayışı. Bütün sınıf ve tabakalann tümüne birden dayanmaya kalkmak. Kapitalizme dışsal bir olgu olarak bakmak, kapitalizmle yabancı ser· mayeyi özdeşleştirmek, yerli kapitalizmi aklamak. 5. Ulusal çıkarları dünya proletaryasının çıkarlarına tabü kılmamak. Bunun en güzel örneğini Çin'in dünyayı ezen uluslar ve ezilen uluslar o· tarak tarif etmesinde görmek mümkün. Böylece karşı karşıya olan halk· lar ve semıayelerdir. İşçi sınıfının uluslararası ve uluslar-aşırı varlığı ve çıkarları sosyalizm teorisinden çıkarılmıştır. 1. 2. 3. 4.

Buraya kadar s.1ğ1rlıklı olarak dünya ekonomik sisteminin kır-şehir çe· lişkisine benzer bir şekilde örgütlendiği ve sanayi toplumları ile köylü toplumlarından oluştuğu dönemin özelliklerine göre tartıştık. Şimdi, bir başka dönemin özelliklerine göre tartışalım Bu dönem bağunlı üJ. kelerde kapitalizmin artık geliştiği ve güçlü işçi sınıfları doğurduğu i· kinci savaş sonrası dönemdir. •.

)

Popülizmin bu dönemde geçirdiği değişiklikleri ve aldığı biçimi tartış· madan önce dönemin ekonomik özelliklerine ve özellikle az gelişmiş fil. kelerin sömürgeleşme sürecindeki politik boyutlara bakalım .. İki emperyalist savaşı kapsayan dönem kapitalizmin en büyük, dünya çapında krizini de yaşadığı dönemdir. Bu kriz, varolan sermaye birikim sürecinin ve uluslararası işbölümünün krizidir. Bir taraftan metropoller· deki sermaye birikim süreci büyük sorunlarla karşılaşırken, diğer taraf· tan bağunlı ülkelerin de dünya ekonomisi ile bütünleşme biçimleri iş· )evsiz hale geliyordu. o döneme kadar bu bütünleşme biçimi mal sermaye devreleri (ticaret) ve para sermaye devreleri (bprçlar vb.) ile gerçekleşiyordu. 7 İki savaş

21


arası dönemde dünya pazarı dağılmaya başladı. Ve metropollerin ba· ğmılı ülkelerden aldıkları mallar azalırken buralara yaptıkları ihracat ta geriledi. Sonuç olarak, buralardaki bütünleşme biçimlerine bağlı sınıf· lar (tü_ç_carlar) sıkıntıya düştüler, ufak ta olsa varolan sanayi hammadde bulamaz hale geldi. Bu süreç esas olarak siyasi bağımsızlığını zaten ka· zanmış olan Latin Amerika ülkeleri ve Türkiye gibi yerleri ilgilendiri· yor. İç pazarın gelişmesi için sanayilere destek vermeye başlayan devlet, aynı zamanda doğrudan yatırımlar yapmaya ve eskiden ithal edilen ha· zı temel mallan içerde üretmeye başladı. Sonuç olarak, 10-20 yıl gibi bir dönemde bu ülkelerde proletarya ve sanayi burjuvazisi sınıf olmaya 8 başladığı gibi, sanayileşme de tüccarlar dahil herkes için tek ybl o larak görülmeye başlandı. Sanayileşme varolan bütünleşme biçimine alterna· tif olduğu için aynı zamanda anti-emperyalist bir tavır olarak ta ifadesi· ni buldu: "Ekonomik bağımsızlık eşittir sanayileşme" diye düşünüldü. Bu sırada İkinci Dünya Savaşı bitti. ABD hegemonyası altında Avrupa yeniden inşa edilmeye başlanırken, Doğu Avrupa' da da Sovyetler Birli· ği etrafında yeni bir blok oluşuyordu. Hem iki savaş arasında SSCB'nin hızla sanayileşmesi ve savaş sonrasında sanayi yapısını yenilemesi hem de savaştan sonra Doğu Avnıpa'nın hızla sanayilerini tamir ederek to­ parlanması sanayileşme ideolojisini de güçlendirdi. Bu arada, SSCB'de de sosyalizmin sanayileşmeye indirgendiğini görüyoruz. Böylece, tekno· lojik yapılanma üretim ilişkileri ile eşitlenmiş oluyor. Sosyalist üretim ilişkileri de devlet mülkiyetine (ki özel mülkiyetin bir biçimidir bu) indirgeniyordu. Proletaryanın kendini yöneten sınıf olarak örgütlenip örgütlenmediğini ise kimse sorgulamıyordu. Proletarya yönetmiyorsa kim yönetiyordu? Bu nokta üzerinde durmamızın sebebi, ikinci dün· ya savaşı sonrası dönemde popülist ideolojinin şekillenmesi ile bunun arasında yakın bir bağlantı olmasıdır. İkinci Savaş Sonrası iki önemli gelişme görüyoruz. Birincisi , sömürgeci· tik dağılmaya başladı ve bir önceki kısımda anlatmaya çalıştığım süreç· ler buralarda yaşandı. Bir fazlası ile, o da, SSCB'nin buralara doğrudan silah ve insan (teknisyen vs.) yardımı yapmasıydı. Fakat bu, sonucu de· ğiştirmedi, aynı popülist politikalar 'sosyalizmin' yenilmesi ile veya' peşpeşe taviz vermesiyle sonuçlandı; SSCB buraları terketmek zorun· da kaldı.

(Mısır en klasik örnek olarak hep anlatılır.)

İkinci önemli gelişme ise, sermayenin uluslararasılaşması ile yeni bir dö· nemin başlamasıdır: üretken sermayenin uluslararasılaşması. Daha basit söylersek, bir ülkeden sermayenin kalkıp bir başka ülkeye gidip, orada işçi sınıfı ile karşılaşarak üretim yapması ve artı değer üretmesi. Böylece çok uluslu şirketler doğacak ve kapitalist dünya pazarı, kapitalist dünya ekonomisine dönüşecekti. Yeni uluslararası işbölümünü de bu uluslarara-

22


: sılaşma belirleyecekti. Bazı bağımlı-az gelişmiş ülkelerde yavaş da olsa bir sanayileşmenin baş· ladığına işaret etmiştik.Ayrıca bu sanayileşme sanayi burjuvazisinin egemenlik merdivenlerinden tırmanmaya başladığına da işaret ediyor· du. Bence, bunun en önemli ifadesi yeni gelişen sanayileri korumak için ithalat yasaklarının, korumacı gümrük politikalarının uygulanması idi. Sermaye uluslararasılaşırken bu yeni örgütlenme ile karşılaştı ve hemen buna adapte olduğu gibi, bunu en iyi şekilde kullandı, ithal i kameciliği benimsendi. Y .5ermaye buraların yerli sanayi burjuvazisi ile ittifaklar ya· parak doğrudan yatırımlar yaptı. üstelik, gümrük duvarları sayesinde, eski sömürgelerde olduğu gibi pazarı tekeline almış oldu. Bu duruma yeni sömürgecilik diyenlere bir ölçüde hak vermemek mümkün değil. A· ma unutulmaması gereken, bunun en önemli unsurunun yerli sanayi burjuvazisi olduğudur. İşte sanayileşme bu yolla az gelişmiş ülkelerde hızlandı. Bu bütünleşme modeli yerleştiği sıralarda bağımsızlık getirmediği de anlaşıldı. Sanayileşmiş ekonomi, eski sömürgecilik � uluslararası iş· b ölümünün soru nlarına benzer sorunları (aynı biçimleri) ortaya çıka· rıyordu: Yüksek dış ticaret açığı, ödenmesi mümkün olmayan borçlar ve politik·askeri bağımlılık ilişkileri. Ama bu kez muhteva tamamen farklıydı. Artık toplumda sanayi burjuvazisi, proletarya gibi modern sı· nıflar vardı. Popülizm bu koşulların etkisi altında yeniden sentez oldu. Muhtemelen bunu popülizmin, sosyalizmin tümden dışına çıkmadan önce alabileceği son biçim olarak ifade etmek mümkün .. Birçok az gelişmiş ülkenin sanayileşmesi bir kurtuluş olarak görülürken bunun ekonomik ve politik bağımlı\ığı yeniden üretmesi, bu gelişme yolunun sorgulanmasını getirdi. Bu s0rgulama sırasında şu noktalar a­ çığa çıkmaya başladı: 1. Buralarda sanayileşme olduğu halde, açlık ve sefalet azalmamıştı. Bü· yük kentler etrafında muazzam gecekondu semtleri doğmuş ve insanlar buralarda son derece kötü koşullarda yaşıyorlardı. Kırda köylüler fakir· leşmiş, kente göç etmelerine rağmen iş bulamadan sürünmeye devam etmişlerdi. Bu sanayileşen ülkelerde Avrupa 'dakine benzer bir refah dil· zeyine ulaşılamamıştı. 2. Sanayileşme bağımsızlık yerine bu sefer çok uluslu şirketlerin eko· nomi üzerinde egemenliğini getirmişti. Dünün sömürgecileri bugün baş' ka maskelerle geri gelmişlerdi. 3. Sanayileşme istikrarlı bir ekonomik yapı doğuramamıştı. 4. İstikrarlı bir siyasi yapı da yoktu. Sanayileşme Avrupa'da parlamen· ter demokrasilere yol açmışken, buralarda son derece baskıcı rejimler birbirini kovalıyordu. Kapitalizmin Avrupa'dan ka:y.naklanması, her alanda ortaya çıkan kapi·

23


talist yapıların burası ile karşılaştırılması anlayışını doğurmuş, benze· mezlikler bulundukça sanayileşen ülkelerde kapitalizmin aslında geliş· mediği sonucuna ulaşılmaya başlanmıştır. Veya buralarda gelişen kapi· talizm-�'çarpık kapitalizm"dir, yani esas kapitalizmden (?) farklı idi. Bu­ rada şuna işaret edelim, çarpık olmayan -yani dışa bağımlı olmayan­ bir kapitalizm hemen emperyalizm ve çarpık kapitalizm eleştiricileri tarafından sempati ile karşılanacaktır. Ortaya çıkan durumu " çarpık kapitalizm" olarak yorumlayıp, çözüm· Iemeye soyunanlar çeşitli teorilerle ortaya çıktılar. Bunlardan en önem· lisi, yabancı kapitalizmin ekonomik artığı ülke dışına taşıdığı ve bu yüz· den sanayileşmenin yavaşladığı yolundaki teori idi. Paul Baran. "Büyü· menin Ekonomi Politiği"nde bunu anlatıyordu. Demek ki, çözüm şöyle olabilirdi: ülke emperyalizme bağımlılığını koparacak, ekonomik artı· ğın dışarı gitmesini önleyecek ve böylece kalkınmayı (sanayileşmeyi) garanti altına alacaktı. Bu da, tam da emperyalizm ile bütünleşememiş, bu yüzden onunla rekabet etmek zorunda kalan, ama buna l(Ücü yetme· yen burjuva kesimlerinin çıkartan ile denk düşüyordu. "Çarpık" kapi· talizm teorisi emperyalizme karşı mücadeleyi kapitalizme karşı mu­ cadeleyi gölgede bırakacak şekilde abartırken, milliyetçiliği (bağunsız· tık esprisi altında) körüklüyordu. Oysa, kapitalizmin gelişmesi , Marks'a ve Lenin'e göre 1) meta dola· şunının gelişmesi, 2) işçi sınıfının gelişmesi idi. Böyle bakınca bu ülke· terde kapitalizm gelişiyordu. Evet, Avnıpa'daki gibi bir şekil almıyordu ama ne dünya Avrupa'da kapitalizm geliştiği zamanki dünya idi , ne de o zamanki biçimler tek mümkün biçimlerdi. Kapitalizm çoktan ulusal bir sorun OOrıaktan çıkmıştı. 19. yüzyıldan beri dünya pazarı ve 20. yüzyılın ikinci yarısında da dünya ekonomisi olmuştu. Gelişmenin dü· zeyi burası idi ve uluslararası işbölümü çerçevesinde çeşitli yerlerde farklı farklı gelişiyordu. Artık sınırları kapayıp tek ülkede yeni bir İn· giltere inşa etmek mümkün değildi. Zaten İngiltere de kapalı kapılar ardında değil, dünya pazarında açık rekabetle İngiltere olmuştu. 'Tek ülkede kapitalizm' hiçbir zaman olmadığı gibi, şimdi hiç olamazdı. Hele kapitalizmin üretim güçlerinin ancak dünya düzeyinde faaliyet gös· terebilir bir ölçeğe (gelişmişlik düzeyine) ulaşmış olması da bunu kanıt· lıyordu. Bağımsızlıkçı teoriler bu bağlamda sosyalistler için büyük bir tehlike yaratıyordu: Çarpık kapitalizme karşı çarpık olmayan kapitalizmi sa· vunmak. Diğer taraftan, bu sanayileşmiş ülkelerde işçi sınıfı büyük boyutlara u· laşmış, toplumun en önemli sınıflarından biri haline gelmişti. Kendi bağunsız çıkarları vardı ve bunlar kapitalizmin hiçbir türü ile uzlaşmı· yordu. Biraz aşağıda göreceğimiz gibi, bu tür bir anti-emperyalizm dik· 24


kati işçi sınıfından uzaklaştırıyor, çelişkiyi tilin halkla emperyalizm a­ rasındaki çelişkiye indirgiyordu. Milliyetçilik öne çıkıyor, proletarya­ nın sınıf çıkarları (aslında burjuvazinin) çıkarlarına feda ediliyordu. Bu bağlamda, popülizmin en önemli özelliklerinin tekrar gündeme gel· diğini görüyoruz : 1. Ekonomik artığın emperyalizme kaptırılmaması teorisi dünyayı tek· rar uluslara bölüyor ve sorunları uluslararası çelişkilere indirgiyordu. Sı­ nıf çelişkileri belirleyiciliğini yitiriyor (hayatta değil, teorik modellerde tabii), sonuç olarak bu modeller peşpeşııı-iflas ediyordu.

2. Çelişkinin emperyalizm ve ezilen uluslar arasındaki yere konması, emperyalizm ile halk arasındaki çelişkiyi öne çıkarıyordu. Ulusal eko­ nomik bağımsızlık sloganı ardında yerli burjuva fraksiyonlarının çıkar­ tan, küçük burjuvazinin ve köylülerin çıkarları öne çıkıyor ve işçi sını­ fının çıkarları gözden yitiyordu. Unutuluyordu ki, halk denen şey, tam ortasından, burjuvazi ve proletarya diye ikiye bölünmüştür. 3. Çok uluslu tekellerin ekonomideki egemenliği, yerli işbirlikçileri a· racılığıyla veya doğrudan devlet üzerindeki kontrolları, iktidar sorunu­ nu da karıştırıyordu . Emperyalizm ile halk arasındaki çelişki, bu sefer devleti elinde tutan emperyalizm ve yerli işbirlikçileri ile halk arasın­ daki çelişkiye indirgeniyordu. Bu şekilde, işçi sınıfı ile yoksul köylülü· ğün çıkarları ile henüz emperyalizm ile bütünleşmemiş (ama büyüyebil· mek için buna mecbur olan ve bunu isteyen) kapitalistlerin çıkarları ay· nı sepete konuyordu. Bu çelişkilerden hareket eden 'sosyalistler' ise, bü· tün sınıf ve tabakaları (halkı) örgütlemeye kalkıyorlardı. Uluslararası tecrübelerinir eksik kavranması ve resmi sosyalizmin ideolojik, politik, bazen de askeri etkileri de hiç yardımcı olmuyordu doğrusu. Çin Devri· mi tilin az gelişmiş ülke devrimcilerinin gözlerini kamaştırmıştı. Köylü savaşı (veya uzun süreli halk savaşı) emperyalizme karşı halkın vereceği mücadelenin gerekli aşamalarından biri olarak ortaya çıkıyordu. Viet­ nam savaşının köylü savaşı olma özelliği öne ç ıkıyordu (gerçi işçi sını· fının rolü de büyüktü ama savaşı kazananlar "gerillalar" değil miydi?). Sonra Küba Devrimi: öncü aydınların köylülüğü örgütleyip bir ordu hali· ne getirerek Batista 'yı devirmesi . Ya kentlerdeki işçi sınıfının kitle hare· ketleri? Bunları keşfetmek oldukça uzun zaman alacaktı. Hemen bütün geri kalmış ülkelerde, bağımsızlık, kendimize has yol ara· ma çabah\p s.osyalist mücadelenin ana temaları oldu. Bunun en önemli sonuçlanndan l>iri sosyalizmin uluslararası sorunlarına karşı tavırsızlık ve ilgiSizlikolarak kendini gösterdi. özellikle Çin-Sovyet tartışması han­ gisinin daha sosyalist olduğu tartışmasından ileri gidemedi.ikisinden bi· rinin sosyalist olduğu varsayıldı. Gerçi bunların ikisine de kuşku ile ba· kanlar vardı. Ama bunlar da, Marksizmin yüz yıllık geleneğini bırakıp yani aslında :t\13.rksizmden bile · l!ski yollar aramaya başladılar. Proletar· yanın uluslararası sorunlarına ister istemez bir tanesi daha ekleniyordu: Popülizm. Halkı kurtarmak _i&tenler bu sefer kurtarılacak olanların liste·

25


sine proletaryayı da ekliyordu. Bugün proletaryanın sorunu ise, kendini bu kurtarıcılardan kurtarmak. Buraya-kadar popülizmin tarihini kısaca gözden geçirdik.. Ama tema bu olunca, çokça sorun ettiğimiz emperyalizm, ulusal bağımsızlık gibi so· runlara sadece işaret ettik ve bazı can alıcı noktaları (cevaplarını verme· den) ortaya çıkarmaya çalıştık. örneğin, emperyalizme bağımlı ülke· terde sosyalistlerin politikası ne ol.malıdır sorusuna 'ne olmamalıdır' ya· nından yaklaştık. Amacımız bu sorunu halletmek (!) değil. Tartışılma· sına başlarken bizce önemli olan başlangıç noktalarına işaret etmek. Kafamızdaki soruları, siyasi sonuçlarından korkmadan ortaya koyuyo· ruz ve yoldaşları açık yüreklilikle tartışmaya çağırıyoruz. Yazının bundan sonraki kısmında, yukardaki tarihe paralel olarak, Tür· kiye' de popülizmin bazı önemli örneklerine değinerek bugüne geleceğiz. Son b ölüm ise, Cevizli deneyini ilk iki bölümde sunulan malzeme çerçe· vesinde tartışıp bir bağlama oturtmaya çalışacak.

il. TüRKİYE 'DE POPU'LİZM ÜZERİNE NOTLAR

Türkiye' de popülizmin doğup gelişmesinin köklerini çok eskilerde bul· mak mümkün. Daha sonraları popülist akımların kendi sistemlerinde kullanacakları birçok teorik malzemenin ortaya çıkması 19. yüzyılın son çeyreğine rastlar. Anti-emperyalizm ve Batı düşmanlığı (biz bize benzeriz), kadroculuk ve bireysel terör, tüm sınıflara birden önderlik etme çabalan ilk burjuva devrimcilerinde gözlemlenebilir. Bu ideolojik sistemler burjuva sınıfının çıkarlarını kendi dönemlerinde gayet iyi temsil etmişlerdir. Bizim iddiamız da zaten popülizmin belli bir politik andan sonra burjuvazinin doğrudan hizmetine gireceği, girmek zorunda kalacağıdır. Bu kuşak popülizminin en önemli temsilcileri önce İttihat ve Terakki, sonra Kemalist harekettir. Kemalistler herhangi bir sınıf adı· na hareket ettiklerini yadsımışlardır : Türkiye'de henüz sınıflar yoktw, "halk" vardır. Dünya kapitalist ekonomisine karşı tavırları da tipiktir. Emperyalist kapitalizme karşıdırlar, yerli kapitalizme değil. Liberalizme (onlara göre Batı kapitalizmine) karşıdırlar. Amaç ları üçüncü yolculuk· tur: "Bu Türkiye'nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye'ye has bir sistem· dir." Kemalistlerin bu politikaları uzun zaman halkçılık ile malul sosyalistle· rin kafasını karıştıracaktır.

26


Dönemin (1921-25) sosyalistlerinden Şefik Hüsnü'yü burada anmakta yarar var. Zira sosyalist popülizmin hemen bütün özelliklerini Şefik Hüsnü'de bulmak mümkün. Şefik Hüsnü'ye göre ahalinin %90'ı fakir köylü ve işçidir. A ma prole· tarya arasında dayanışma duygusu yoktur (yani kendisi için sınıf ol· mamıştır henüz). üstelik "esasen Marks'ın devrim için gerekli gördüğü maddi koşullar henüz gerçekle\memiştir. " Şefik Hüsnü'ye göre, sosya. list toplum sanayiye dayanır , Türkiye'de sanayi gelişmemiş olduğu için sosyalist bir toplum kura mayız. Diğer taraftan, sanayinin kapita· lizm altında gelişmesini bekleyemeyiz. Kapitalizm Avrupa'da açlık ve sefalet yaratmıştır. üstelik, "Doğu'da ücretli iş köleliğinin Batı'da gö­ ründüğünden daha çok çirkin olacağını anlamak için dünyanın gidişine bir göz atmak yeter. " İşçi sınıfının koşullarını böyle saptayıp, durumun acilliğine işaret et· tikten sonra, Şefik Hüsnü "devrimin" (ne devrimi?) gereğine ikna ol· muştur. Şefik Hüsnü'ye göre bu devrimde küçük burjuvazinin rolü bil· yüktür: "Devrim hükümeti, bu sınıfın burjuvazi arasında olduğundan da­ ha iyi, daha verimli çalışabilmesi için olanaklar hazırlamalıdır . . . Yeni düzen esnafın ve orta sınıf köyllinün tasarruf hakkına dokunmayacak· ta. " (abç) Yeni düzenin hilkümeti Şefik Hüsnü'ye göre sosyalist bir hilkümettir: "Yönetim makınasının başında kendi meslek to1,uluklarından temsil· ciler tarafından seçilmiş vekilleri bulunacaktır. "1 (abç) Hatırlarsak, Şefik Hüsnü'ye göre proletarya henüz kendisi için sınıf de· ğildi. Köylüler ise "ebitilmelidir ", "cahil rençbere" yeni tarını yöntem· Ierini öğretmek gerekir vs. Geriye yönetmeye uygun kim kalıyor? Açık ki, Şefik Hüsnü ve arkadaşları. Şefik Hüsnü sık sık plandan bahsettiğine göre, aklında olan, daha sonra 1930'Jarda Kemalistlerin yaptığı, Kadro Dergisi 'nin de şiddetle desteklediği devletçilik gibi bir şeydir. Aslında Şefik Hüsnü bolca sosyalizm ve işçi sınıfı lafı etmesine karşın, sınıfın özgül durumu hakkında hiçbir fikri yoktur. 1908 ile 1923 ara· sındaki grev hareketleri gözünden kaçmıştır. Şefik Hü&nü'nün "uyanması" için 4 sene geçmesi gerekti. Bu arada iz. mir İktisat Kongresi oldu. Yani bilkümetin işçilere karşı tavrı belli olına· ya başladı. Sonuç olarak, Şefik Hüsnü yanıldığını kabul ederek, özür di· Ier bir dille şunları yazıyordu: "Gerçi biz başlangıçta henüz siyasi i· nançlan ve sınıfsal nitelikleri biçimlenmemiş bazı ülkücü önderlerin Kurtuluş Savaşımızı (abç) gereli gibi başardıklarını ve değeri inkar e­ dilmez bir siyasi devrimi başlattıklarını dikkate alarak cumhuriyet yöne­ ticilerine kredi açmıştık :tJizim gibi balkı yoksul ve orta hallilerden ibaret ( ! ! ) olan bir ulusun _jabancı kapitalizmin (abç) sömürü ve ege· .

27


menliğinden uzak kalmasının ancak ulusun büyük çoğunluğunu oluştu­ ran işçi ve köylü sınülarından güç alan, ortaklaşa yaşayışa dayanan eko· nomik kuruluşlarla mümkün olabileceğini ileri sürü.yor ve yazılarımızda bu yönde devrimimizi derinleştirmesini hükümetimizden diliyorduk . Böylece kaderimizi elinde tutanlara, bizi kurtuluşa götürecek en kestir· Bugün artık bu yolda yüz�yde me yolu gösterdiğimiz kanısındaydık bile olsa hicbir girişimde bulunulmayacağı açıkça ortaya çıkmıştır. ' Bu noktadr , tamam, şimdi yeni şeyler söyleyecek derken . . . .. "Bu yüz· den geçmişin zulüm ve facialarına tekrar donmeye karşı olan işçi sını­ fı ( . . . ) tutucuların her türlü saldırısına karşı Cumhuriyeti savunmaya hazır olduğunu ilan etmelidir. .

.

" Buna karşılık çıkarlarını serbestçe savunabileceği yasalar yapmasını Cumhuriyetten beklemek işçinin hakkı olmalıdır' ' (s.240) Bundan sonra Ş efik Hüsnü artık işi gücü bırakıp sendikal talepler için mücadele edecektir. 1 Mayıs talepleri arasında sosyalizm adına hiçbir slogan yoktur. İktidar umutları hepten sönmüştür. özetlersek işçi sınıfının devrimci rolünü ve sosyalizmle ilişkisini kavra­ yamayan Ş efik Hüsnü tüm sınıflann katılacağı ve bir grup -lider vb­ tarafmdan yönetilecek ve iktidarı da bunların alacağı bir ulusal antiem­ peryalist devrim düşünüyordu. Yabancı kapitalizme karşıydı ama orta sınıfların tasarru f hakkına saygılı ve üretkenliğinin -yani sermaye biri· kiminin- artmasından yanaydı. Burjuva hükümetine karşı bir sınıf tavrı değil, akıl hocası bir aydın tavrı içindeyken c!e aynı ütopik sosyalistler gibi davranıyordu. Şefik Hüsnü'yü bu kadar uzun uzun anlatmamızın bir anlamı var; o da 1960 'larda hatta 1970'lerde ve belki de bugün yeni birşeyler söyledik· !erini sananların esas olarak 60 senelik sol popülist geleneğin devamı ol· duklarını göstermek içindi. Şefik Hüsnü'deki planlama, liderlik, bize özgü yol, kapitalizmden geç­ meden sanayileşmek vb fikirleri 19.30'larda Şevket Süreyya Aydemir ve Kadrocular, 1960'larda Doğan Avcıoğlu ve Uğur Mumcu gibi cuntacı­ lar tekrar tekrar gündeme getireceklerdir. Biz şimdi popülizmin bu ilkel kopyalarını atlayıp Türkiye'de 1960'ların sonunda ortaya çıkan haline yakından bir bakalım. Dikkatle bakalım zi. ra içinde kendimizi de bulmamız son derecede büyük bir ihtimal. Daha öncede belirttiğim gibi amacım ne dört başı mamur bir teori sun­ mak, ne de marksizmin bugünkü tÜID sonınlanna cevap vermek. Buna, i· lerki bölümde bir yanlış anlayışa engel olmak için şu notu ekliyorum; 28


1 960 '1arın devrimci hareketini ele alırken ortada gezen onlarca siyasi hareketle ilgilenmek mümkün değil. Açıklamaya çalışacağım sebebler· den dolayı sadece bir akımı esas olarak ele alacağım. Bu MDD'cilikle başlayan THKP/C · TİKKO ile devam eden ve 1970'lerde Dev Yol, Kurtuluş ve ufak silahlı propoganda gruplarına dönüşen akımdır. T"K"P bir kenara bırakılırsa Türkiye sol hareketinin en gelişmiş örgüt· sel ifadeleri burada doğmuştur. Kurtuluş bünyesinde ise bence en geliş· kin teori ve örgütsel yapı ortaya ç ıkmıştır. Başka yerlerde Kurtuluş'tan daha gelişik teoriler savunanlar olmuş olabilir ama bunlar örgütsel ifa· delere kavuşamamışlardır bu yüzden yazının kapsamı dışındadırlar.

THKP!C - MAHiR ÇA YAN "ülkemizdeki baş çelişki oligarşi ile halkımız arasındadır . . . Bunun pratikteki görünümü, halkın dev· timci öncüleri ile oligarşi ara· sındadır. " Bütün Yazılar s. 3 73 Dönemin özelliği antiemperyalizmdir: 1 946 'lara kadar nisbeten dünya ekonomisi ile bağları kopuk bir durumda olan Türkiye ekonomisi 1 950 den başlayarak il. Dünya savaşı sonrasında ABD hegemonyası altında inşa edilmekte olan yeni uluslararası iş bölümünde yerini almaya başladı. Birinci bölümde anlattığımız süreçlerin sonunda çok uluslu şir· ketler, borçlar gibi ekonomik entegrasyon birimlerinin yanı sıra NATO gibi politik · askeri entegrasyon birimleri de gelişmeye başladı.Ve 1960' !ar esas olarak sanayiin bu yeni yapılanma altında hızla geliştiği bir dö· nemdi. 1960 'larm sonunda bu model krize girince toplumun her kesi· minden kendi çıkarları doğrultusunda tepkiler gelmeye başladı. Krizden öncede hızlı gelişme beraberinde hızlı şehirleşmeyi ve onun sorunlarını getirdi. Kırda yeni toprakların ekime açılması esas olarak durdu ve kapi· talizmin kır küçük üreticisi üzerinde baskısı artarken sanayininde pazarı genişletmek arzusunun bir sonucu olarak gözü toprak reformuna gidi· yordu. Sanayileşme geleneksel zenaatları yıkıyordu. Bu arada tekelci burjuvazi egemenlik için harekete geçiyor sanayi burjuvazisinin diğer fraksiyonları ile bunun arasında çelişkiler gelişiyordu. Bunların içinde en önemlisi işçi sınıfı bir sınıf şekillenmesi sürecine gir· mişti. Hem sayısı hızla artıyor hem de sendikal faaliyeti yeni biçimler alıyordu . DİSK doğuyordu, sonra 15 • 16 Haziran olacaktı. Toplumun kökünden sarsılması gözleri emperyalizmle olan ilişkilere ve Türkiye'de kapitalizmin gelişmişlik derecesinin tartışılmasında yoğun· laştırdı. Uluslararası düzeyde dünyar_ı ın başka yerlerindede benzer şeyler oluyor· 29


du. lran'da Fedayan örgütleniyor, Latin Amerika Küba devriminin etkileri ve gerilla hareketleri ile sarsılıyordu. O güne kadar bir bütün gibi duran "resmi sosyalizm" çatlıyor ve Çin SSCB'yi kapitalizme geri dönmekle suçluyordu. Vietnam savaşı sonuna yaklaşıyordu. "Halk Savaşları " zaferden zafere koşuyordu. Türkiye'de dönemin tarihini fazlaca ele almayacağız. önemli olan Tür· kiye'de "yeni " bir akunın doğmaya başlamış olmasıydı. Milli Demok· ratik Devrim olarak ifade edilebilecek bu akımın en parlak temsilcisi Mahir Çayan idi. 2.Dünya Savaşı sonrası Avrupa sosyal demokrat par· tilerine benzer siyasi bir hatta sahip TİP'e karşı ve popülizmin cuntacı, Kemalist temsilcilerine karşı teorik mücadele yürüttü ve teorik katkı· ları döneme ve hatta 1970'1ere damgasını vurdu. Bu yüzden Çayan'ın dönemi en iyi temsil eden sosyalist olduğunu düşünüyor ve dikkatimi· zi onun üzerinde yoğunlaştırıyoruz. Bu konuda okuyucuyada yararlı obnası için hangi yazıları kullanacağımızı baştan söyleyelim : 1) Sağ Sapma, Devrimci Pratik ve Teori, 2) Kesintisiz devrim'ler, 3) 12 Mart Sonrası Türkiye Solu. Okuyucuya bir uyan. Burada "Kesintisiz Devrim "!erin etraflı bir eleş· tirisini yapmak gibi bir hedefimiz yok. Böyle her söylenene cevap ve­ rerek " etraflı bir eleştiri" yapmak eklektik bir eleştiri ortaya koyar. Biz yüksek bir soyutlama düzeyine çıkıp bütünü eleştireceğiz, bu yüzden referanslarunız çok fazla olmayacak. Tüm eleştiriyi popülizm bağlamına oturtmaya çalışacağız. Becerirsek ne ala. Mahir Çayan 'ın yazılarını yayınladığı sırada, dönemin en önemli tartış· ma noktası ve ayırıcı ekseni emperyalizme karşı tavır idi. Benzer bir du· rum 1 9 70 '1erde de görülecek . O zaman ise ayırıcı çizgi anti faşizm ola­ caktır. İkinci önemde ve birincisini açıklamakta kullanılan konu ise Türkiye 'de işçi sınıfının "devrimci " rolüdür : Bu konu etrafında -Demokratik Dev­ rim mi ? yoksa sosyalist devrim mi ? tartışması , Türkiye kapitalist mi, yoksa feodalmldir tartışması sürüyordu. Mahir Çayan'da "Sağ Sapma" broşüründe konuyu buradan başlayarak ele alıyor. Kendisi dışındakileri emperyalizme karşı aldıkları tavıra göre tarif ediyor. " Emperyalizme teslimiyeti oluşturan oportünizm. " (s.79) Böylece dünya ekonomisine karşı ulus, emperyalizme karşı -ezilen ulus çelişkisi, sınıf çelişkisinden önce yerleştiriliyo� 1 Bu ulusalcı perspektif şu veya bu farkla hemen tüm akımların kabul ettiği bir perspektif idi. Sosyalist devrim diyen TİP dışında - TIP 'e göre "Sosyalist devrimin gerçekleşmesinden sonra, sosyalist düzeni kurma sürecinin ilk evresi anti emperyalist mücadele ve feodal kalıntıların yok edilmesi olacaktır" MDD tezi ağırlık kazandı. 30


Doğal olarak hemen ikinci tartışma başladı. Devrimin önderi kim ? Ay· dınlık gazetesinde ifadesini bulan görüş: " ülkenin iktisadi gelişme sevi· yesi, işçi sınıfının siyaset sahnesindeki rolünü ikincil kılmada"dır diyor· du. Mahir Çayan'ın çizgisi ise bunun aksini savunuyordu. Aydınlık çiz· gisinin bir burjuva demokratik devrim önerisinde obuasına rağmen bunun önderliğinin aydın • asker vb. kesimlere ait olduğunu savunduğu görülüyordu. Bu noktada Aydınlık'ın sağ bir halkçılık çizgisini, buraya kadar savunulan teorik tarihsel malzeme ış ığında, söylemek zor olmasa gerek. Hatta Aydınhk'ın Şefik Hüsnü'nün bile sağına, en azından 1921' deki tezlerinin sağına düştüğü söylenebilir. Mahir Çayan ise daha sonra birçok defa değişik biçimlerde ileri sürüle· cek olan bir sol popülist çizgiyi izliyordu. Mahir Çayan 'a göre Türkiye proletaryasının milli demokratik devrimde öncülük etmesinin objektif şartları vardır. Bu öncülüğün nasıl olacağı hakkındaki ilk ipuçlarını Çin devrimi yorumunda buluyoruz. (s. 96) " Çin'de milli demokratik devrim proletaryanın hegemonyası ile zafere ulaşmıştır. Ve proletaryanın ideolojik, örgütsel ve politik öncülüğü ile sosyalizme geçilmiştir." Çin' de sosyalizme geçilip geçilmediğini bir yana bırakarak şu noktaya dikkati çekelim. Proletaryanın ideolojik, ör· gütse! ve politik " , sınıfsal değil (!) öncülüğünden bahsediliyor. Burada bir dil sürçmesi olmadığını Kesintisiz Devrimleri gözden geçirirken göreceğiz ve bu önderliğin ideolojik önderliğe indirgendiğine hayretle şahit olacağız. Bu iddiasını kanıtlamak içinde bir sürü başka örneğin yanı sıra Çayan şuna dikkat çekiyor. Bu yapacağımız alıntının bir başka önemi de dö· nemin haleti ruhiyesini son derecede iyi ifade etmesidir.Altını çizdiği· miz satırlara dikkat ediniz :

"Milli k urtuluş savaşımızın bu aşamasında, proleter deurimcilerin yö­ nettiği gençlik hareketleri ve yoksul köylülerin toprak işgalleri bir ta­ rafa bırakılırsa hangi sınıf ve zümre işçi sınıfımız gibi açık olarak em­ peryalizme ue müttefiklerine karşı kesin tavır alıyor. " Burada üç ayn bağlam sözkonusu. Birincisi bir milli kurtuluş savaşımı veriyoruz. İki, bu savaşta "proleter devrimciler" gençlik hareketlerini yönetiyorlar. üç, işçi sınıfımız kapitalizme değil emperyalizme olan tavn ile önderlik safına çıkıyor. Nihayet dördüncüsü ise işçi sınıfının muhalefeti öğrencilerle ve köylülerle beraber aynı boyut -antiemperya­ lizm boyutu- içinde ele alınıyor . Bir sosyalist olarak Mahir Çayan 'ın içinde bulunduğu durumu göz önü· ne aldığımızda (bu "S ağ Sapma" yazısı yazıldığı snda) kendi önüne k<;ıyduğu görevlere bakınca t_eorik·ideolojik hattı da daha kolay anlaşıla·

31


caktır. Proletarya nasıl önderlik edecektir: "Bu durumda proletarya partisinin görevi, -proleter devrimcilerin görevi. . . bütün ulusun en bilinçli sözcü· sü olarak milli cephenin başına geçip . . . milli devrim yapmaktır" . . . . "İşgal altındaki bir ülkede marksistlerin görevi, 'sosyalist' değil, 'milli devrim' yapmaktır. " (s. 106) önce devrimi marksistlerin değil sınıfların ve özellikle işçi sınıfının ya· pacağını, proletarya partisi ile proleter devrimcilerin aynı şey olmadığı· nı bir kenara bırakırsak proletarya partisi, proletarya devrimcileri olarak bütün ulusun liderliğine soyunulduğu anlaşılıyor. İkinci nokta ise bence daha önemli. "Bütün ulusun en bilinçli sözcüsü" diye bahsedilen proletarya partisi. 'Bütün ulus' birçok sınıftan oluştuğu· na göre, bunlann hepsini birleştiren bilinç formu ancak milliyetçilik olabilir.ı 2 En bilinçli sözcüsü ise bu bilinç formuna en vakıf olan anla· romdan başka bir anlama gelmez. Durum böyle olunca proletarya par· tisinin bilincinin ifadesi de ulusal, sınıfsal değil, bilinç olarak ortaya çı· kıyor. Kabul edelimki önermeyi mantıki sınırlarına kadar bilerek ittik. Ama Çayan'da bunu yapmamızı haksız kılacak ifadelerle karşılaşma· dık. Nihayet, Çayan'a göre Türkiye işgal altındadır. ( Bu daha sonra giz· li işgal olacak.) Türkiye· sosyal formasyonunun dünya ekonomisi ile bil· tünleşme biçimi ve uluslararası işbölümündeki yeri işgal edilmişlik ola· rak çözümleniyor. Bu önermeyi de kendi mantığı içinde izlersek bu iş· gal durumunun aksi otarşik milli kapitalizm olarak ortaya çıkar. Proletaryanın görevleri bunlardır, ama ya sosyalistlerin görevleri. Burada halledilmesi gereken önemli bir sorun vardır. Ulus içinde hem proletar­ ya, hem de diğer "milli güçler" vardır. Sosyalistler bunlardan hangisini hangi yo_lla ve nasıl örgütleyeceklerdir .. Mahir Çayan'ın tercihi proletaryadan yanadır. Diyor ki : "Bir yandan proletaryaya sosyalist bilinç götürüp onu örgütlemek, proletaryayı öz partisine kavuşturmak, diğer yandan. millici sınıfların antiemperyalist mücadelesine omuz vererek onları öz örgütlerine kavuşturmak için ça· lışmak" görevlerinin hangisi taali, hangisi esastır ? (s. 108) Ve cevap veriyor: "Bu evrede işçi sınıfı arasında yerimizi sağlamlaş· tırmak 'asli sorunumuz' olmalıdır ! . . . " Diğer bir deyişle proleter devrimcileri olarak güç ve olanaklanmızın önemli bir kısmını (abç) bu ana yöne, geri kalan kısmını da tali yönde istihdam edeceğiz." (s. 109) "

Eminiz bu satırlar okuyucuya çok aşina gelecektir. 1978 79 'da Kurtu· luş içinde tartışılanları hatırlarsak ve Merkez Hizib 'in o zaman söyledik· lerini Çayan'ın söyledikleri ile karşılaştırmak yeter. 10 sene eski Çayan' cılara pek birşey öğretmemiştir. •

32


Mahir Çayan'a dönersek, önerdiği hem işçi sınıfını hem de diğer millici güçleri aynı zamanda örgütlemektir. Okuyucu diyebilir ki, 'tahrif ediyorsun. M. Çayan esas görev diye not koyuyor. ' Peki, biraz taham· mill edip bir başka yere bakalım hemen ertesi sayfada. Çayan burada sosyalistlerin görevlerini açıklıyor: "işçi ve köylü. (abç) kitleleri arasında yerimizi sağlamlaştırdıktan sonra, yani proleter dev· rimci bir örgüt kurduktan ve işçi köylü hareketini koordine edici bir duruma geldikten veya bu yolda epeyce yol aldıktan sonra . . . bugün taali olan görevimiz ana, ana olan görevimizde taali duruma düşecektir. " (s. 1 10) Okuyucunun yukarıdaki itirazına bu cevap verdi herhalde. Proletarya partisini örgütlerken bile hem köylüleri (mülk sahibi olanlar hariç di· ye bir not yok) hem de iş çileri beraber örgütlüyoruz. Hani asli görev iş· çileri örgütlenmektir? Genel olarak tüm popülistler gibi Çayan'da bütün yoksulları aynı kaba koyuyor. Proletarya partisi de bu kabın adı oluyor. Niye proletarya partisi deniyor bu örgüte ? Bu sorunun cevabı bizce meçhul. Buraya kadar işaret etmeye çalıştığımız noktalan kısaca özetleye· lim.

1) Devrime ilişkin çözümlemeler yapılırken belirleyici düzey olarak ulu· sal -- emperyalizm çelişkisi alınmaktadır. Bu öyle bir şekilde yapılmak· tadır ki öneri milli, bağımsız ve otarşik (dünya pazarından kopuk) bir kapitalizme açılmaktadır.

2) Sosyalistlerin önüne konan görev hemen herkesi örgütlemektir. Bu bağlamda proletaryanın sınıf çıkarları ortadan kayıp olmakta ve ancak ulusal çıkarlarla çakıştığı oranda gündeme gelmektedir. Sosyalistlerin proletaryanın bağımsız siyasetini savunmakla yükümlü olduğu unutul· muştur. 3) Sosyalistlerin görevleri tanımlanırken, şu sınıfı örgütleyecek, şu örgü· tü kuracak işçi köylü ittifakını koordine edecek vb. şeklinde konmak­ tadır. Bu ise daha sonra göreceğimiz gibi -ifadesini açıkça Kesintisiz il . IIl'de bulacaktır- sınıfın yerine sosyalistleri koymak, onlara kurta­ rıcılık görevi vermek anlamına gelmektedir. Bu anlayış daha sonra proletarya önderliğini "ideolojik" önderliğe, yani "öncünün" niyetine indirgeyecektir. .

4) Ek ow.k şurıu söyl�yelim ki, resmi sosyalizmin etkileri, örneğin

Çin'de "sosralizme geçilmiş olması" gibi kuvvetli bir şekilde kendini göstermektedir. Henüz pro)etaryanın enternasyonal sorunlarına bir yak33


laşım yoktur. Aksine Tilrkiye'ye özgü yol arayışı, ulusalcı perspektif hakimdir. Bu dört.özellik bizim daha önce popülizme ilişkin teorik, tarihsel malze· me ile karşılaştırıldığında belli bir yere oturmakta ve Çayan'ın sol po· pülist bir çizgiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu tesbiti, bu aşamada bırakmamak gerekir. Ve esas olarak THKP/C'ye yol göstermiş belgeleri de bir gözden geçirmek gerekir.Ne de olsa programatik öneme sahip olanlar bunlardır. Dolayısı ile bunları sonraki kesimde "Kesintisiz"lere kısaca bir göz atıp bu dört noktanın en son al· dığı biçimleri tesbit edeceğiz. Diğer taraftan bu formülasyonlardan yalnış bir anlayışa ulaşmamanın bir garantisi olarak bunların enine boyuna açıldığı ve pratiğe yansıdığı ve bu pratiğin teori olduğu Kesintisiz il III'leri incelemek gerekmekte· dir. ·

"Kesintisiz"leri incelemeden b uradaki temel görevleri özlü bir şekilde anlatan "Devrimde Sınıfların Mevzilenmesi" yazısına kısaca değinelim. Bu yazıda da göreceğiz ki sınıf çelişkisi yerine ulusal çelişkinin konması proletaryanın devrimdeki rolünün gözardı edilmesi, fikirlerin, sınıfların tarihsel obejektif koşullarının yerine ikame edilmesi gibi ütopik sosya­ list görüşler (popülizm) yine belirleyici politik · ideolojik arka planı O· luşturmaktadır. •

111. KESiNTİSİZ 1,

2, 3

GENEL TEORiK ÇER ÇE VE VZERINE BiR NOT Çayan Marxsizmin devrim teorisini determinizmle suçlamaktadır. Çün· kü Marks'a göre devrim sınıfların zorunlu ihtiyaçlarından kaynaklanan kitlevi eylemlerinin bir sonucudur. Devrimi sınıfların eyleminden ve sınıflardan başka kimse yapamaz. Proletarya devrimi ise proletaryanın kendi adına yaptığı eylemin bir sonucudur. Proletarya devrimin hem nesnesi hem öznesidir. Çayan'ın teorik (tüm yazılarında tek teorik kısım budur) çabasına Marks ve Engels'in devrim anlayışını determinist, eski, yalnış olarak ni· telemekle başlaması tesadüfi değildir. Amaç volontarizmi sınıfın

34


kendiliğinden • tarihsel eylemi yerine koymaktır. Bu örgütü sınıfın yerine koymakla sonuçlanacaktır. Ancak M. Çayan bu noktada dur­ mamakta ve işçi sınıfı yerine tilin halkın eylemini temel alarak partisini bunun yerine geçirmeye çalışmaktadır. Popülizmin, ikamecllikle çakış­ ması ise ortaya Narodnizmin ikinci dönemine benzer bir politik şekil· lenme çıkarmaktadır. Çayan'ın Marksizm-Leninizm laflarını ağzından düşürmemesi önemli değildir. Ma�ksizm-leninizmin temel yöntemi top­ lwnun her türlü olayın proletaryanın sınıf çıkarları açısından ve toplum­ sal • sınıfsal hareketlerinin temelinde açıklamasıdır. Türkiye'nin tarihsel özelliklerini tartışırken, bu eksiklik son derece açık ve hiçbir mazeret kabul etmez bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Tiirkiye 'nin tarihi ve sosyo ekonomik özellikleri anlatılırken ( s. 34 7 . 380) işçi sınıfına ufak bir • atıf bile yoktur. Tüm tarih önce burjuvazi ile "feodaller" , sonrada burjuvazi ile küçük burjuvazi arasın­ daki çekişmeler ekseni etrafında anlatılmaktadır. Dönemin, hatta tüm Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli olaylarından biri olan 15 • 16 Haziran hareketinden hiç bahis yoktur. Nihayet ekonomik kriz, Süleyman Demirel Hükümetinin yıkılması gibi önemli konuların .açıklanmasında bu çizgi iyice berraklaşmaktadır.

12 Mart açıklanırken, kriz işçi sınıfı ve sermaye arasındaki birçelişki temelinde açıklanmıyor. Bu yönde bir çaba bile yok. Tüm halkı kapsa­ yan işaretler üzerinde duruluyor. Enflasyon ve "paramızın" (paramız !) devalüe edilmesi, sefalet, fukaralık vb . . (s. 358 • 59) Süleyman Demir· el'in iktidardan düşmesi ise şöyle açıklanıyor: "Süleyman Demirel yö· netiminin bir ayağı tekelleşmemiş vurguncu Anadolu burjuvazisine ve feodal kalıntılara dayandığı için bu tedbirleri (emperyalizmin istekleri B.T.) gereği gibi yerine getiremedi. - Bunun üzerine alaşağı edildi. " (s. 359) Demek ki emperyalizme direnenler var, hem de öyle şiddetle direniyor· larki darbe yapmak gerekiyor. Buradaki Anadolu (vurguncu Anadolu burjuvazisi) burjuvazisi ise tam da milli burjuvazi tarifine uyar, antite­ kel.. emperyalizmin tedbirlerine karşı vs .. Halbuki vurguncu diye (vur­ guncu olmayan kapitalist var mı küçük burjuvazi için kapitalistler hep vurguncudur.)lekeleniyor. Proletaryanın yüzünden değil, bu ana kadar anlatılanlardan anlaşılan bunlar ile küçük burjuvazi arasındaki çelişkilerden dolayı deı.ırim ittifaklarının dışında bırakılıyorlar. Sonuç olarak, Çayan, ulusalcılık, demokratlık ve fakirliğe karşı olma temelinde formüle edilmiş bir sistem sunuyor bize. Bu ise tarihte küçük burjuvazi adıiia yola çıkan ve bu kesimin ç ıkarlarını tüm toplumun çı· karlan olarak sunan her partftıin temel propoganda çizgisi olmuştur.

35


Sayfa 371 76'da ise M.Çayan devrimde sınıfların dizilişini anlatıyor. Türkiye tartışırken hemen hiçbir ciddi kanıt göstermeden sonuçlarını bize sunma yöntemi burada da aynen geçerli. .

Çayan tüm devrim sürecinin bir tasvirini sunmaya çalışıyor. Böylelikle daha sürecin başında iken "teorik" olarak sürecin tümünü çıkarsayabi· leceğini var sayıyor. Sürecin önceden belirlenmiş olduğunu ve sorunun mantıksal akıl yürütme ile bunu bilince çıkartmak olduğunu kabul et· meden böyle bir işe kalkışmak imkansızdır. Çayan'ın Kesintisiz il ve III'deki teorik faaliyetinin yöntem açısından Hegelcilerin diyalektik anlayışının sonucu olduğunu söylemek gerekir. Teori, herhangi bir kanıtlama çabası içine girilmeden kategorilerin mantıksal ilişkiler içinde dizilmesi öne çıkartılarak ve "tutarlı" olun· maya çalışılarak üretilrniştir.1 3 Teoride doğru, tutarlı olanın hayatta da doğru tutarlı olduğu varsayılmıştır. Genç Hegelciler gibi eleşti_ri ve dönüşüm esas olarak teorik mantıksal bir süreç olarak ele alınmıştır. Po· litik eylem buradan türetilmiştir. ·

Sosyalistler açısından, en önemli tehlikelerden biri anti-emperyalizm ka· pitalizmin bir dünya sistemi ve işçi sınıfının da bir dünya sınıfı olduğu olgusunu unutup, salt burjuva sınıfının çeşitli fraksiyonlarının çıkarları açısından yorumlamaktır. M. Çayan'ın teorik sisteminde en önemli kavram neredeyse Milli Kriz kavramıdır. "Emperyalist hegemonya toplumun kendi iç dinamiği ile gelişmesine engel olduğu için ülke alt yapı ilişkilerinden üst yapısına kadar milli bjr kriz içindedir. " (s. 321) Milli krizin, genel olarak ta krizin sebebi, emek sermaye çelişkisi, veya bir başka üretim ilişkisinden kaynaklanan çelişki ·olarak tesbit edilmi· yor. Aksine, ülkenin dünya ekonomisiyle bütünleşme biçimi (bu kapita­ lizmin belli bir yönde gelişmesinin sonucudur) krizi açıklıyor. Daha da öteye geçerek Çayan, dış dinamiklerin iç dinamiklerle eklemlenmesi ve bunları etkilemesinin krize yol açtığını savunmuş oluyor.Bunlar neden krizin sebebidir? Bunu hiçibir zaman göremiyeceğiz zira Bütün Yazılar içinde her hangi bir açıklama yok. Şimdi Çayan'ın analizini sınıf mücadelesine tercüme edelim. Bakalım ne çıkacak ? Dış dinamik ( uluslararasılaşma ) iç dinamik (yani milli yerli kapitalizm) üzerinde etki ederek kapitalizmin iç dinamikle geliş· mesini engelliyor. Bu dışa bağımlı sermaye ile yerli sermaye arasındaki çelişkinin temelidir. Serbestçe gelişememe ise, açıktır ki, daha üstün bir sermaye ile rekabet edemeyip . gelişememe'ni bir başka laflarla söy· lenmesinden başka birşey değildir. .•

36


Demek ki krizin sebebi sermayenin uluslararasılaşma sürecine bağlanmış sermaye ile bağlanmamış sermaye arasındaki çelişkidir. Bu ise yerli ser· mayenin, tüm toplumu kendi durumundan çıkarak yorumlamasından başka birşey değildir. Bu konuda daha geniş bilgi ve açıklama için 14 Mümtaz Zeytinoğlu'nun " Ulusal Sanayi" kitabını sağlık veririz. Böyle bir ideolojik etkilenme altında M. Çavan dünya ekonomisi ile sı· 15 Evet yerli sermaye­ nai bütünleşmeyi gizli işgal olarak yorum lam ıştır. nin çıkarları açısından bu bir. işgaldir. Pazarın işgalidir, kredi kaynaklarına el koymak yani meta pazannm yanı sıra, mali pazann da işgalidir. Bunu ulusal işgal diye ifade etmek ise yerli burjuvazinin kısmi ç ıkarlarını ulusal çıkar katına çıkarmaktan başka bir şey değildir. Nitekim tüın 331 332 'nci sayfalarda M. Çayan pazann nasıl işgal edil· diğini anlatırken, proletaryanın sömürülme biçiminde ne gibi değiş ik· likler olduğunu, olabileceğini sorun edinmemektedir. ·

Benzer ideolojik etkilenmeleri Kemalizm konusunda da bulmak müm­ kündür. "Kemalizmi bir burjuva ideolojisi veya bütün küçük burjuvazi· nin veyahutta asker-sivil bütün aydın zümrenin ideolojisi saymak kesin olarak yalnıştır" . . . "Kemalizm, küçük burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin milliyetçilik tabanında antiemperyalist tavır almasıdır. " (s. 351) Çayan ideoloji ile tavır almayı doğru bir şekilde ayırıyor ama yalnış bir şekilde bunları birbirınin karşısına koyuyor. Her tavrın her zaman ideo­ lojik bir arka plana sahip olduğunu unutuyor. Kemalizm soldur: B u nis· bidir. Kime göre ? Milli kurtuluşçudur ve devrimcidir. Hangi tarihsel bağlamda ? Bütün bunlar gösterir ki, Kemalizm burjuva ideolojisinin arka planını oluşturduğu bir politik tutumdur ve hem o zaman, hem de tüın Türkiye tarihi boyunca, çeşitli aşamalardan geçerek, evrimleşerek bur· juvazininpolitik tavrı olmaya devam ebniştir. Ancak, Kemalizm yeni bir şekil edinirken, eski şekli taşıyanlarla arasında doğan çelişkiler uzun za. man "tutucuların" esas, radikal vb. Kemalist sanılmasına yol açabilmiş· tir. Bugün, TKP benzer bir yanılgıyı tek başına inatla sürdürmektedir. Sosyalistlerin devrim anlayışının belirleyici yanı ulusal bağımsızlık olur· sa, buradan içeri her türlü akım kolayca girer. Ve burjuvazinin hemen her kesimi ile değişik konjonktürlerde ittifak yapılabileceği intibaını ve· ren koşullar doğabilir. Anın bu tür bir yorumlamasını yapan ve ittifakla· rını bu yönde biçimlendirmeye çalışan sosyalistlerin sonu hep hüsran olmuştur. Milliyetçilik burjuva ideolojisinin ilk politik ifadesidir. Sermayenin hem sınıf mücadelesini, hem de _başka sermayelere karşı kendi çıkarlarını 37


bölgeselleştirerek savunmaya çalışmasının bir ifadesidir. Bu süreçte bur· juvazi milliyetçilik yolu ile toplumun diğer kesimlerini hegemonyası al· tına alır. Dolayısıyla, milliyetçiliği temel politik tavır olarak seçen sosyalistler buna ne isim takıp, kendilerini nasıl avuturlarsa avutsunlar ( "burjuvazi artık milliyetçi olamaz" , ' 'esas milliyetçi olan proletaryadır" vs.) burju· va ideolojisine kapıları açıyorlar demektir. Böyle bir süreçte, kısa dö­ nemde imha edilmezlerse, uzun dönemde proletaryadan kopmaya mah· kumdurlar. Zira proletaryanın bir ulus içine hapsedilebilecek sınıf çıkar­ ları yoktur. Ulusal çıkarlar grevlerin yasaklanmasını, ticaretin serbest bı­ rakılmasını dünya devriminden ulusal çıkarlar adına vazgeçilm�ni geti· rir. Bu süreç içinde işçi sınıfı ile bağları kopan partinin elinde ise yönet­ mek üzere sadece ve sadece kendi bürokratik aygıtı kalır. İktidarda kal· mak için bürokrasiye ve silah gücüne dayanmaktan başka çare kalmaz. Ama hiçbir politik yapı sınıflar üstü olarak sonsuza kadar yaşayamaz. Böylece, proletaryanın boşalttığı yeri yavaş yavaş burjuvazi doldura­ caktır.

Mahir Çayan'ın Marks ve Engels'in devrim teorisini eskimiş bulmasına volontarizmi (iradecilik) öne çıkarmaya çalışmasına işaret ettik. Şimdi, bunun çalışma tarzı ve devrim anlayışı açısından Çayan'ın teorisinde. yol açtığı sonuçlara bakalım. "Proletaryanın yönetimi ele geçirebilmesi için, üretim ilişkileri ve üreti· ci güçler arasındaki çelişkinin antagonizm kazanması, son haddine ulaş­ ması gerekmektedir. Proletarya, daha doğrusu öncü müfrezesi bu zıtlığı çözümlemek için devrimci sınüları kendi yanına çekerek, ileriye fırlar, karşı tarafın baskı ve cebrini devrimci şiddet ile bertaraf edip, eski dev­ let mekanizmasını parçalayarak , kendi politik hegemonyasını kurarak, kendi iktidarına uygun altyapı düzenlemelerine geçerek sınıfsız topluma kadar devrimi sürekli kılar. " (abç) M. Çayan'ın bu formillasyonuna göre, eski devlet mekanizmasını parça· layan, kendi politik hegemonyasını kuran, kendi iktidarına uygun alt· yapı düzenlemelerini yapan sınıfsız topluma kadar devrimi sürekli kılan "proletarya, daha doğrusu öncü müfrezesi", partidir. Burada sözkonusu olan, sadece basit bir ikamecilik, partiyi sınıfın yerine geçirmek değil· dir. Bu partinin, M. Çayan'ın sözkonusu ettiği partinin, nasıl bir parti olduğu düşünüldüğünde daha vahim bir durum ortaya çıkar. Daha önce bu partinin özelliklerinden uzun uzun söz ettik. Ama yine de M. Çayan' ın bu partiyi Kesintisiz'lerde nasıl tarü ettiğine tekrar kısaca değinelim. M. Çayan partiyi şöyle tasvir ediyor: "Proletarya partisi tamamen pro· fesyonel devrimcilerden oluşmalıdır. " Bir başka yerde M. Çayan'm bu profesyonellerin sınıf kökenlerinin önemli olmadığını etraflıca anlattı·

38


ğını anımsayarak devam edelim : "Profesyonel devrimcilerin teşkil etti· ği savaş örgütünün objektif olarak proletaryanın devrimci iradesini tem· sil etmesi esastır." Yani, temsil dolaysız değil tarihseldir, son tahlildedir. Türk solu bu tür subjektif niyet ve tesbitlerini hep objektif olarak diye i· leri süregelmiştir. Daha sonra, M. Çayan halk savaşı vermek zorunda olmayan ülkelerde, . ilk aşamada olmasa bile ikinci aşamada (?) partinin içinde "işçilerin mutlak çoğunluğu temsil etmesi şarttır" derken, bir dipnotla kendisini bu koşuldan da azat eder: "Bu ilke halk savaşı vermek zorunda olan üJ. keler için geçerli değildir. . . . . Partili emekçiler arasında köylüler nice· lik olarak daha ağır basar bu ülkelerde." ·

Buraya kadar söylenenleri özetlersek, işçi sınıfının yerine sadece parti ikame edilmekle kalınmıyor, üstelik bir köylü partisi ikame ediliyor. Bunun adı niye hala proletarya partisi? Bu ise bizce hala meçhul. Partinin görevlerine gelince, bunlar da son derece ilginç bir şekilde tarif ediliyor ve M. Çayan'ın neden volontarizmin üzerinde bu kadar durdu· ğunu açıklıyor. M. Çayan'a göre, devrimin objektif şartlan mevcuttur, önemli olan sub· jektif şartları hazırlamak ve devrimi yapmaktır. Dimitrof'un da yardımı ile (s.2 9 7 .dip not), devrimin subjektif şartının bizzat parti olduğunu söylüyor bize Çayan. Açıktır ki, böyle bir senaryo da (eğer hala modele dahil olduğu iddia ediliyorsa) M. Çayan 'a göre bu sınıfın devrimde rolü pasiftirt (Marks'ın uyarısına rağmen) öznesi değildir, sadece nesnesidir. Devrim, sınıfın kendiliğinden hareketinin içinde sosyalistlerin de yar· dımı ile subjektif yanın da gelişmesi, çeşitli örgütsel biçimlere kavuşma· sı (parti, iktidar organları, vb.) ve siyasi iktidarı yıkması, kendini devlet olarak örgütlenmesi bağlamında anlaşılmamaktadır. Aksine sadece (işçi sınıfının iradesini objektif olarak temsil eden !?) partinin bir müdehalesi bağlamında anlaşılmaktadır. üstelik bu parti gençlerden aydınlara, köylülere kadar herkesi i çine a­ lan, herkesi örgütleyen, herkese aynı derecede önderlik eden bir parti· dir. M.Çayan partinin temel hedefini "suni dengeyi kırmak, krizi derinleş· tirm ek" olarak tesb it ederken de aynı mantıkla hareket etmektedir. M.Çayan'ın "suni denge" diye uzun uzadıya tarif edip, orijinalite diye sunduğu, 1904 'te Bolşevikler tarafından literatüre sokulan, Gramşi tara· fından uzun uzun tartışılan ve o zamandan beri Marksizm'de burjuva sı­ nıfının hegemonyası diye b linen şeydir. Bu, iki ayak üzerinde durur:

�.

39


Ş iddet ve ideolojik kontrol (kitlelerin burjuvazinin yönetimini kabul et­ mesi). Hegemonya, birbiri ile paralel olup birebir çakışmayan, ama bir· birini etkileyen iki sürecin sonucu olarak bozulabilir. Birinci süreç, ege­ men smıflararası çelişkilerin derinleşmesi ve iktidar blokunun iç hiye­ rarşisinin bozulmasıdır. İkincisi ise, proletaryanın sınıf şekillenmesinin gelişerek burjuva düzeninin sınırları içinde hapsedilemez, artık kontrol edilmesi olanaksız hale gelmesi sürecidir.Bu süreçler tek tek örgütlerin bilinçli müdehalesinden bağımsızdırlar. Aksine, örgütlerin eylemi bu te­ melde şekillenir ve bu süreşlerin gereklerini ifade eder/yansıtır. M.Çayan'a dönersek, bu "suni dengeyi " bozmanın yolu silahlı propa­ gandadır. M.Çayan, kitleleri devrim saflarına çekmenin temel mücadele yöntemi silahlı propagandadır, der. Böylece, hem kendini 'devrim safı ' ·ilan eder ve kitleleri buna katılmaya çağırır (artık "proletarya , nerede" fılan gibi sorular sormuyoruz !?) hem de kitlelerin, adeta insanlar gibi, belli fikirlere ikna olup eyleme geçeceklerini varsayıyor. Entelektüel· !erle kitleleri birbirine karıştırmayı M. Çayan'ın ilk defa yapmadığını gördük. Bu sefer de kitlelerin (sınıfların) kendi dolaysız çıkarları i çin mücadele ederken örgütlendiklerinin (tarihi materyalizmin abc'sinin) unutulduğunu görüyoruz. Komünist Manifesto anlatır ki, sosyalistler bu faaliyet içinde örgütlenirler ve işçi sınıfının siyasi örgütlenmesinden, bu sınıfın tarihsel çıkarlarından ayrı amaçlara sahip olamazlar. Bir ta­ rafta savaşmaya başlayıp, sonra işçi sınıfını ve diğerlerini yanına çağır· mak ise bir sosyalistin faaliyeti ile yakından uzaktan ilgili değildir. Savaş, sınıflar savaşıdrr. Oysa, M. Çayan'a göre, işçi sınıfının ve kitlele· rin dışında savaşmaya başlayan bir örgüt vardır. .

Bu örgüt niye savaşıyor, neyi temsil ediyor, niye bu yolu seçti, soruları subjektif cevaplar bulmaya mahkumdur. İddiaya göre örgütün yönetici· · 1eri ve hatta üyeleri sosyalisttir. Yani fikirleri ile tarif edilirler Daha da öte , bu örgütün niteliğinin tek ölçütü bu fikirlerin varlığıdır . Bu durum halkı uyandırmak için seçilen şiddet eylemleri ile birleşince, ortaya üto­ pik sosyalism ile tenörizm karışımı, yanı narodnik bir örgüt ve politika ç ıkmaktadır. Bu örgütün işçi sınıfı, köylülük ve yabancı kaynaklı kapi· �m·y_erli kapitalizm karşısındaki tavırları; teoriyi üretme yöntemi ; ve milliyetçiliği ise popülizmi (narodnizmi) birçok kez daha tescil et­ mektedir. Lafı uzatmadan bu bölümü M.Çayan'ın son derece veciz bir sözü ile bitirelim : "ülkemizdeki baş çelişki oligarşi ile halkımız arasın­ dadır. . . Bunun pratikteki görünümü halkın devrimci öncüleri ile oli· garşi arasındadır. "

40


iV. KURTULUŞ HAREKETİ

Bugün Kurtuluş' tan ayrılıp ayrı bir örgüt kuranların önündeki en ö­ nemli görev geçmişin değerlendirmesini doğru bir şekilde yapmaktır. Bu, sadece teorik bir sorun değil, aynı zamanda pratik-siyasi bir sorun­ dur. Teorik eleştiri ve siyasi eylem atbaşı gitmelidir. Bugüne kadar siyasi eylem gereken hatta ilerlemiştir. Bu anlamda, Kurtuluş' un radikal bir eleştirisi bizzat hayat içinde yapılmaktadır. Bu son derece olumlu bir a­ dımdır ama teorik bir çaba ile tamamlanmalıdır. Politik faaliyetin daha ileri gidebilmesi için teorik faaliyet zorunludur. Aksi halde, pragmatizm ile rasyonalizm kısa zamanda varolan olumlulukları yok edebilecektir. Teorik faaliyetin geçmişin değerlendirilmesi kısmında bize yol göster­ mesi, ders olması için Kurtuluş 'un kendi geçmişini nasıl değerlendirdi­ ğini nasıl değerlendirdiğini görmekte büyük yarar vardır. Bu, aynı za. manda, nasıl olup ta "bu mücadelede işçi ve köylülerin önderi modem sanayi proletaryası üzerinde yükselecek olan proletarya partisi olacak­ tır". (KSD, Sayı 1, s.48) diyen veya "temel görev, proletaryanın öncü unsurlarını örgütlemektir" tesbitini yapan bir hareketin bu yolda hiçbir somut adım atamadan 5-6 yıl faaliyet gösterebilmiş olmasını ve popü­ list bir politik-ideolojik hattı terketmeyi becerememiş olmasını da açık· layacaktır. Biraz aşağıda görülecektir ki, Kurtuluş bazı yoldaşların ileri sürdüğü gibi doğru bir teorik çizgi geliştirmeyi becerememiştir. Aksine, M.Ça­ yan'a egemen olan teori Kurtuluş'ta da egemen olmaya devam etmiştir. M.Çayan'ın göriişlerinin bu bağlamda kısa bir eleştirisini önceki sayfa­ larda sunduk. Göstermeye çalıştık ki, Çayan'ın sisteminin teorik·ideo· lojik arka planı, teorisi, diyalektik ve tarihi materyalizm değildir. Veya en azından büyük ölçüde Hegelci diyalektiğin izlerini taşımaktadır. 1 6 Benzer bir durumun Kurtuluş'ta da olduğunu göreceğiz. Kurtuluş 1976 yılı içinde 1 . sayısı ile 7. sayısı arasında esas olarak M. Çayan ile tartışmasını bitirmiştir, geçmişin değerlendirmesini tamam­ lamıştır. Bu yazılarda geçmişe yönelik iki tavır sözkonusudur. Birincisi, işçi sını­ fının önemini vurgulamak ve sosyalizm ile işçi sınôı hareketinin kopuk olduğuna işaret etmektir. Kurtuluş yazarlarının niyetlenip te yapa· madığı şey THKP.C'yi bu eksen üzerinden eleştirmektir. İkincisi, . THKP.C deneyinin olumlu yanlarına salıip çıkmaya çalışmaktır. İşte bu çaba, birincinin gerçekleşmemesine veya, daha insaflı bir ifade ile tit· rek adımlarla ilerlemeye çalışırken sık sık tökezlemesine ve kısa zaman­ da yorulup yürümekten vazge�esine yol açnuştır. 41


öncelikle birinci yanı ele alalım. Kurtuluş yazarlan, ilk sayıdan itibaren sık sık işçi sınıfının önemin· den bahsetmişlerdir. özellikle işçi sınıfını doğrudan ilgilendiren konu­ larda, Marks ve Lenin'den Marksizmin devlet, demokrasi gibi konularını aktarırken oldukça başarılı ve doğru adımlar atmışlardır. Ama ne za­ man işçi sınıfı ile bağları dolaylı olan konulara el atsalar, hemen M.Ça­ yan'ın popülist görüşlerine geri dönmüşlerdir. özellikle gençlik üzerine yazılan yazılarda (dikkati çeken bir olgu bu toplumsal kesime gösterilen özel ilgidir) bu yan dikkati çekmektedir. örneğin, bir yandan temel gö­ rev öncü işçileri örgütlemektir denilirken, öte yandan gençliğin görevle­ rini tartışan bir yazıda (KSD, Sayı 2, s.7) "devrimcilerin ayırıcı niteliği kitlelerle kaynaşmak,kit1e1eri örgütlemek olmalıdır, çünkü devrimciler halkın gücüne güvenirler. " (abç) denilebilmektedir. Yine bir taraftan temel sorun sosyalizm ile işçi sınıfı hareketinin kopuk oluşu olarak tesbit edilirken, öte yandan "devrimci mücadele bugün fa­ şistlerin tecridine yönelik en geniş anti-faşist cephenin oluşturulması· dır. " denilmektedir. Faşizme karşı mücadele sözkonusu olduğunda işçi sınıfının yerine kit· leleri koymaya çalışmak Kurtuluş hareketinde ta başından beri varolan bir eğilimdir. Daha 3. �yıda Devrimci Gençlik ile yapılan bir polemikte şöyle denilmektedir: "Henüz işçi sınıfının partisinin olmadığı, dağınık· hk ve örgütsüzlüğün belirgin olarak görüldüğü bir ortamda faşizm tehli· kesini altetmek besbelli ki, çok zor olacaktır. Ama bu zorluğun listesin· den gelmek ve kitre/eri faşizme karşı mücadelenin içine çekmek görevi de bugün en temel görevlerimizden biridir. " (KSD, Sayı 3, s.76) Dikkatli bii okuyucu veya dönemi yaşamış birisi iyi hatırlayacaktır ki, 1960 '1arda anti-emperyalizm tesbiti sol hareket içinde nasıl bir yere sa­ hipse, 1970'1erde de anti-faşizm aynı yere sahip olmuştur. Yukarıda.ki alıntıdaki tesbiti doğrultusunda hareket eden Kurtuluş , teorisindeki rasyonalizmin-pragmatizmin de etkisi ile, dolaysız gerçekliğin arkasına geçemeden ona doğrudan bir tepki olarak faşistler nerede ise orada ör­ gütlenmeye başlamıştır. Faşizme karşı kısa dönemde kestirme çözümler aramıştır. İşçi sınıfına dayalı, kalıcı bir mücadeleye girişmeden, faşistler nerede örgütleniyorsa o da oraya gidip orada örgütlenmeye başlamıştır. Daha sonra, 1980'1erde ise, Kurtuluş'un o zamanki önderlerinden biri M.Çayan'ın teoriyi pratikten çıkamıa yöntemi ile hareket etmiş, söyle­ diği birçok şeyi de inkar ederek, retrospektif bir analizle o zamanlar iş­ çi sınıfının zaten anti·faşist mücadelede olmadığına karar vermiştir. KSD Sayı 7 'de Kesintisiz Deurimler 'io "en kapsamlı" eleştirisi sunul· muştur. Daha ilk sayılarda . işçi sınıfının örgütlenmesi üzerine birçok doğru tez ileri süren KSD M. Çayan ile tartıştığı bu yazıda pusulayı ge­ ne şaşırmıştır. Sayfa 82' �e şunlan okuyoruz: " Başlangıçta kitlelerin

42


acil gereksinmelerini ele alarak bunJan siyasi bir muhtevaya ulaştırmaya çalışarak başta işçi sınıfı olmak üzere geniş yığınları hareket ettirebil­ me gücüne sahip bir parti haline gelmeye, yani kitleleri devrim saflarına kazanmaya, onların öncülerini başlangıçta dar da oliıl giderek genişle­ yen bir proletarya partisi içerisinde örgütlemeye çalışacaktır. " (abç) Geçerken şunun altını çizelim ki, Ne Yapmalı ? kitabını okumuş olan herkesin ilk öğrendiği şey bu acil gereksinmelerin zaten siyaSi bir muh­ tevaya sahip olduğudur. Görev bunlar için mücadeleyi devrimci (siyasi) mücadeleye tabi kılmaktır. Yukarda.ki alıntı M. Çayan'ın ufak bir dü­ zeltme ile nasıl da benimsendiğini göstermektedir. "Kitleleri devrim saf­ larına çekmek", "kitlelerin öncülerini proletarya partisi içinde örgütle, mek" gibi tesbitlerin esas kaynağı M.Çayan ve onun köylülerden oluşan proletarya partisi teorisidir. Aynı yazının 83. sayfasındaki satırlar ise hiçbir tereddüde yer bırakmamaktadır: "Her devrimci hareketin başlan­ gıçtaki görevi halkı örgütlemektir Türkiye'de halkın örgütlenmesi son derece geri düzeydedir. . Devrimciler başka herhangi bir çalışmayı bunun önüne geçiremezler. " (abç) "Rus Sosyal De­ mokratlarının Acil Görevleri" makalesinde Lenin benzeri şeyleri "ufak" (!). bir değişiklikle ve halk yerine işçi sınıfı lafını koyarak söy­ lüyor. Anlaşılan yazar Mahir gibi bu tip bir örgütlenmeyi "bizim gibi bir ülke için" uygun görmüyor. •

Şimdi bu kısmı bitirmek üzere 3-4 yıl ileri gidelim. öncü Dergisi Sayı.2 ' d e (1980) yayınlanan "Her Şeyi Doğru Siyaset ve Yığınlar Belirleye­ cektir" makalesine bir göz atalım. Okuyucuya o günün koşullannı hatır· latmayı burada gereksiz buluyoruz. Sözkonusu yazı esas olarak kitle çizgisini'ni ve sosyalistlerin tutumunu tartışıyor. Yazara göre kitle çizgisini halkın (işçi sınıfı da dahil olmak ü­ zere) muhalefeti belirliyor. "Devrimcilerin amacı" ise "bu bilinçsiz mu­ halefeti siyasal bir mücadeleye" dönüştürmek olarak tesbit ediliyor. So­ run yine devrimciler ve kitleler (halkımız) olarak konmuştur. Yazar kit­ le çizgisini ise şöyle tesbit ediyor: "ileriye gidişte ölçüt o kitle içerisin­ de varolan en geri unsurlara göre değil, tam tersine hareketin yaratıcısı ve diğerlerinin yönlendiricisi durumunda bulunan en ileri unsurlara göre tesbit edilmelidir" . (abç) Bu son derecede masum görünüşlü satırları a­ çalım: Kitle farklı sınıflardan oluşur ve muhalefet bu sınıf ve tabakala­ rın değişik muhtevalı ve şiddetteki muhalefetinden oluşur. En ileri unsurlara göre (bunlann sınıf karakterini tesbit etmeden) çizgi belirle­ mek -tutum saptamak- sınıf perspektifini gözardı etmek, çok revaçta bir lafla ifade edersek sınıf pusulasını şaşırmaktır. Kim en ileri çıkarsa kitle çizgisini o belirleyecektir! Yani küçük burjuvazinin hareketi, öğ­ renciler ve benzeri, proletaryadan daha sert bir muhalefet koyarsa kitle çizgisini o belirler. Devrimcilerin görevi o durumu mutlaka ve mutlaka ileri doğru geliştirmektir. Btiyle bir anlayışın sonucunda çok doğaldır 43


ki, kim hareketliyse oraya koşan, sınıf perspektifinden yoksun bir dev· rimci çalışma tarzı doğacaktır. 1980'de bunu söyleyen Kurtuluş tam da buna uygun olarak 1976 'dan beri "toplumun en dinamik kesimi " o­ lan öğrenci gençlik içinde örgütlenmeye büyük önem vermiş , hatta işe ilk anda (1 973-76) buradan başlamıştır. Sonuç olarak Kurtuluş başından beri işçi sınıfına ve halkın tüm kesim­ lerine birden dayanmaya çalışan, bu yolla "güç" olmaya çalışan bir yol izlemiştir. Bu neden böyle olmuştur? Bu soruya cevap vermek için tek· rar başa dönmeli ve Kurtuluş'un M.Çayan'ı ve THK.P-C'yi nasıl değer­ lendirdiğine bakmak gerekmektedir. *

*

Birinci sayıdaki "Yol Ayrımı" yazısı Kurtuluş'un THKP-C'ye temel e­ leştirisini kapsıyor. Bu temel eleştiri daha sonra 7. sayıda aynen tekrar edilecektir. Birinci sayıdaki yazının işaret etmeye çalıştığı bir nokta 1960'lı ydların sonunda ortaya çıkan silahlı hareketlerin (THKP-C, TİKKO, THKO) esas olarak doğru bir. yolda olduğudur. " Bu üç hareke­ tin ortak ve belirleyici karakteri . . . proletaryanın kendi silahlı gücünü yaratma doğrultusunda mücadele oldu." (KSD, Sayı 1, s.41) (abç) Bu hareketler "doğru çıkış noktasını yakalamışlar ve yapılarını onun üze­ rine inşa ediyorlardı" (a.g.e.) Yazının tesbitlerine göre THKP·C "Türki· ye'de ilk defa olarak burjuvaziye karşı kendi gücüne dayanarak başkal· dırma yoluna girmiş olan " (s.44) bir harekettir. önceki bölÜQllerde THKP-C'yi tartışırken kendi gücü denen şeyin ne ol· duğunu uzun uzadıya ele aldık. "Yol Ayrımı" yazısında ise bu doğrul­ tuda hiçbir çaba yoktur. Hem bu yazının hem de 7. sayıdaki yazının dikkati THKP-C 'nin kitlelerden kopuk oluşu üzerindedir. Böylece bir taraftan THKP-C'nin eleştirisi yapdırken diğer taraftan da öncü savaşını bir yöntem olarak ta benimsemeye hazır bir yapının varlığı açıkça ima edilmektedir. "Hareketin kendine özgü olan en önemli yanlışı o zaman varolan kitle bağlarını geliştirmek suretiyle, oligarşi ile olacak sıcak mücadeleyi adım adım bunun üzerine inşa etmek yerine, yanlış bir öncü savaşı anlayışıy­ la, mevcut kitle bağlarının kopması ve kitlelerden kopuk ue dağınık bir silahlı mücadelenin seçilmesi ve sınıf savaşını salt silahlı mücadeleye in· dirgemek olmuştur. Yoksa yanlış silahlı mücadeleyi seçmekte değildi". (s.46) (abç) Ve devam ediyor: "Kitlelerle birlikte sürdürülmeyen her ön­ cü savaşı oligarşi tarafından mutlaka yenilecektir" . . . . "Belli bir siyasal mücadele içerisinde adun adun hazırlanmak ona göre örgüt ve çalışma tarzları geliştirmek başka bir şeydir, bunlar olmadan siyasal mücadeleyi temel olarak silahlı propaganda ile sürdiirmek bir başka şeydir. "(s.47) 44


Açıkça görülen odur ki, tartışılan M.Çayan'ın işçi sınıfı üzerine, prole­ tarya partisi üzerine olan görüşleri değildir. . .. . İdeolojik önderlik " teorisi de tartışma konusu edilmemektedir -her ne kadar kabul edilmese bile. Anlatılan bir cümle ile özetlersek 1971 silahlı mücadelesinin temel ek· siğinin kitle desteği olduğudur. Yukardaki alıntı adeta doğru bir öncü savaşının nasıl olacağını anlatma­ ya çalışmaktadır. Alıntıdaki anahtar cümle şudur: "Varolan kitle bağla· rını geliştirmek sıretiyle , oligarşi ile olacak sıcak mücadeleyi adını adım bunun üzerine inşa etmek yerine. . . " Kurtuluş tüın siyasi çalışmasını bu eleştirisini temel alarak inşa etmiş ve kendini bu kitle bağlarını geliş­ tirmeye adamıştır. Nedir THKP·C'nin kitle bağları: öğrenciler, küçük­ burjuvazi vb. İşçi sınıfı bu işin içinde yoktu. Kurtuluş sonuç olarak ne teoride ne pratikte THKP·C'nin tutarlı bir eleştirisini sunamamıştır. Yaptığı onu biraz düzeltmek aktivizmini (belki de sol maceracılığını) törpülemek olmuştur. THKP-C'nin daha önceki bölümde uzun uzun an­ lattığımız ve popülizm olarak nitelendirdiğimiz siyasi-ideolojik arka planı ise eleştiriye t�bi tutulamamıştır. İdeolojik-psikolojik sebeplerden dolayı THKP-C hareketi proleter sosyalist bir hareket olarak yeniden vaftiz edilmiştir. Böyle bir tutum içinde doğaldır ki, işçi sınıfı üzerine yapılan çeşitlemeler en fazla boş fıçı gibi bir ses vermişlerdir, bu ses ise fazla yankılanmadan sönüp gitmiştir. 7.

sayıdaki "öncü Savaşı üzerine" yazısında da THKP·C işçi sınıfının çıkarları ve sosyalistlerin görevleri perspektifinden eleştirilmemiştir. Bu yazı önce yukarıda aktarılanları tekrarlamış (KSD, sayı 7, s.26) sonra M.Çayan'ın teorisinin bileşenlerini teker teker ele almaya çalışmıştır. O zamanlar M.Çayan'ı savunmakta ısrarlı olanlar ise bu tür bir yöntemi, haklı olarak, bir türlü anlayamamışlardır. Çünkü Kurtuluş'un tavrı hiç· bir zaman belirgin bir berraklık kazanamamıştır. 7. sayıdaki yazı daha ziyade Çayan'ın teorisini oluşturan bazı "tarihsel gerçekleri" tartışmak· ta (emperyalizmin 3. bunalım dönemi ve Küba Devrimi) ve sözkonusu teorinin iç tutarlılığını sorgulamaya çalışmaktadır ('suni denge' kavramının eleştirisi). Bir ikinci olarak yapılan da bir takım başka siyasetleri 'Mahircisin ama neden öncü savaşı yapmıyorsun?' gibisinden suçlamak· tır. Hiçbir yerde hiçbir yazıda Kurtuluş M.Çayan'ı işçi sınıfına karşı tutu­ mu açısından eleştirmemiştir. Zira kendi tutumu da esas olarak Çayan'· ınki ile aynı olmuştur. M.Çayan öncü savaşı yapmayanlar (kitleci·popü· listler)jçin adeta fala bakmış ve orada Kurtuluş'un ve Dev·Yol'un gele­ ceğini berrak bir şekilde görmüş ve göstermiştir. Bu da tarihin bir para­ doksudur. " . . . elbette bu yoldan gidildiğinde de görünüşte bazı ilerle­ meler olacaktar. Ancak, bu yQlun savunucuları giderek başlangıçta sa­ vaşçı niteliklerine sahip olsalar bile, bu niteliklerini kaybedecekler, yoz­ laşacak ve giderek bürokrat aşacaklardır. Yitirilen devrimci öz ve pasifi-

J

45

\\


ze edilmiş beş on emekçi; işte bu görüşün yolu basitleştirilince budur" . . . "Aşırı gizlilik ile gevezelik ve laçkalık beraber gider, illegalitenin çarkları pasifizm adına döner. Arada bir hazırlop para gasbı işi olursa, •

merkem birkaç kişiyi tayin ederek bu işin yapılmasını organize eder. Böylece örgütün çok yönlü çalışmayı başarıyla yürüttüğü kanısına varı· ıır. . . " (Bütün Yazılar, s.34041) Bizce M.Çayan'ın önemi savunduğu teoriyi bütün çıplaklığıyla ortaya koymayı başarmış ve pratikte de bunu mantıki sonuçlarına kadar gö· türmüş olmasıdır. Gören gözler için M. Çayan son derece öğretici bir si· yasetçidir. M.Çayan göstermiştir ki, popülizmin öylesi de böylesi de ç ıkmaz sokaktır. *

*

*

Son olarak M.Çayan'ın teorisiyle Kurtuluş 'un teorisi arasındaki bazı or· tak yanlara işaret edelim. Her iki teori de bilimsel araştırma ve somut durumun somut analizi yerine yanyana eklenmiş "evrensel" tesbitler· den oluşmaktadır. örneğin : Emperyalizmin 3. bunalım döneminin ilişki ve çelişkilerinden dolayı vs. . . Bizim gibi ülkelerde; kapitalizmin çarpık gelişmesi sonucunda. . • ; şu sınıflarla şu sınıfların ittifakı . • . ; gibi tesbit· ler yanyana dizilmiş, doğruları yansıtıp yansıtmamalarından ziyade i ç tutarlılığına önem verilerek "sistemler" yaratılmaya çalışılmıştır. Bir başka ortak özellik te tarihselcilik (historisizm) dir. Bu Marksizm' e çok sık bulaşan bir illettir. Kaynağı ise Hegelci gelişme anlayışıdır. Bu· na göre bütün süreç belirlenmiştir ve çeşitli anları da sürecin bütünü ta· rafından belirlenir. Bugün dünde gizil olarak vardır. Tarihsel diyalektik hareket ve dönüşüm sırasında birçok özellik pek tabii ki, hareketin üst biçimine taşınacaktır. Bu başka şeydir. Dünün bugünü belirlemesi ise bir başka şeydir. Bir örnekle anlatmaya çalışalım : ülke serbest rekabet­ çi bir dönem yaşamamıştır; kapitalizm dış dinamikle gelişmiştir; de· mokratik devrim olmamıştır veya tamamlanamamıştır bu yüzden bugün görev filancadır; şu ittifaklar geçerlidir, devrimin muhtevası şöyledir, vb. Bu yöntem bizzat açıklanması gereken varsayımlarla sadece bugünü açıklamakla kalmaz; bugünün güncel sınü mücadelesinin sonsuz zengin· liğini, dünya ekonomik politik sisteminin etkilerini yani bugünün somut gerçekliğini gözönüne almadan soyutlamalarla durumu geçiştirir. Bu historisizmin sakatbğı bunla da bitmez. Hem hareketin esas olarak içdinamiğin sonucu olduğu kabul edilir hem de sınü mücadelesi yerine dış dünyanın etkileri örneğin "gizli işgal " , " çarpık kapitalizm" doğru dürüst somutlanmaya bile çalışılmadan anahtar . kavramlar olarak kul· lanılır. örneğin, KSD 7. sayıda "Demokratik Devrim " yazısmda şöyle denili· 46


·

yor, "Bizim gibi ülkelerde -ki kapitalizmin serbestçe gelişip burjuva de­ mokratik devrimin tamamlanmadığı bu nedenlerle de proletaryanın Ö· nündeki hedefin demokratik devrim olduğu ülkelerde - durum oldukça farklıdır. Proletaryanın mücadelesini 'özgürce' verebileceği bir ortam buülkelerin yapısı itibariyle (sömürülen ülkelerdir, emperyalist ülkelerde· ki gibi işçi sınıfının yozlaştırılmasının olanakları daha azdır, işçi aris· tokrasisini yaratacak paylardan bahsedilemez) intiharları demektir. " (s.20) Bu uslüp genel geçer üslup o1muştur. Evrensel ilişkiler "Bizim gibi ülkelerde" (?!) sözde özgül ülke koşullarını açıklamakta kullanıl· maktadır. Bu arada toz dumandan göz gözü görmez olmakta, sınıf mü· cadelesi yerini uluslararası ilişkilere bırakmaktadır. Sömürülen ülkeler ne demektir? Acaba Türkiye burjuvazisi de mi sömürü1mektedir? Veya Avrupa, ABD işçi sınıftan Türkiye işçi sınıfıiıı mı sömürmektedir? Teo· ri bir kere burjuva ideolojisinin etkisine açıldı mı, veya bunu engelleme· nin en garantili ve tek yolu somutun somut tahlili yönteminden vazge· çildi mi, dere tepe düz gidip sonra bir arpa boyu yol katedilmemiş O· Iunduğu hayretle görülür. Bu koşullarda ise tarihin tekerrür etmesine hiç şaşırmamak gerekir . . .

V. CEVİZLİ DENEYİ

' 'Toplumsal hayat esas olarak pra· tiğe dayanır. Teoriyi mistiszme yö­ nelten bütün gizemler akılsal açık­ lanmalannı insan eyleminde ve bu eylemin kavranmasında bulurlar' ' K .Marks, Feurbach üzerine sekizin­

ci tez. ' ' . . . bir kişi hakkındaki fikrimiz o ­ nun kendisi hakkındaki düşünceleri· ne dayanmaz. " K.Marks, Ekonomi

Politiğin Eleştirisine Vnsöz. Bumya kadar gerek l\t.Çayan gerekse de Kurtuluş'un kendisi ve sosyal gerçeklik hakkındaki düşünceleri üzerinde durduk ve bunları eleştirici bir şekilde g()zden geçirdik. Amacımız popülizmin teorisini kısaca tar· tışmaktı. Şimdi başka bir yö�tem izleyerek devam edeceğiz. 47


Burada Kurtuluş'un 1978 yazında başlattığı bir eylemi irdeleyeceğiz. Bu Cevizli bölgesinde hayata geçirilen bir devrimci mücadele pratiğidir. Bu eylemin diğer birçokları arasından seçilmesinin bazı önemli sebep· Ieri var� Cevizli i çinde 10 bin civarında işçinin çalıştığı Tekel fabrikası etrafında gelişmiş, ama bunun yanı sıra yüzlerce irili ufaklı fabrikayı da kapsayan bir bölgedir. Kartal ilçesinde 30 bin civarı ücretli işçi çalışır· ken bunlann 1 /3'ü Cevizli 'dedir ve çoğunun evleri de fabrikaya oldukça yakındır. Cevizli bu özellikleriyle Kurtuluş 'un işçi sınıfından, proletarya sosyaliz· minden ve bunun çalışma tarzından ne anladığını göstermek açısından adeta bir laboratuvar olmuştur. Diğer taraftan Kurtuluş bu deneyden dersler çıkarmıştır ve kendi çalışma tarzını da bir yazıyla değ�lendir· miştir. Bu yazı Şubat·Mayıs 1980 KSD sayı 37 'de çıkmıştır. Demek ki 1978 'de başlayan bir mücadele yaklaşık 2 sene sürmüş ve zengin deney· ler yaratmıştır. önce Kurtuluş'un hangi sebeplerden hareketle Cevizli 'yi faaliyet alanı olarak seçtiğine bakalım. "Cevizli Tekel Sitesi de bu faşistleştirmenin önemli noktalarından biridir. 10 bine yaklaşan işçinin bu sitede çalış­ ması, aynı zamanda bu sitenin sanayi merkezi Kartal'da bulunuyor ol­ ması faşist MHP'nin buradaki işgalinin önemlice bir yanını oluşturmak­ tadır. Her şeyden önce 10 bin işçi zapt·u rapt altına alınacak, bu büyük sitenin olanakları faşist MHP'ce değerlendirilecek, faşist miliianlar is· tihdam edilerek kadrolaştırılacak ve buradaki güçlenmeye paralel ola­ rak, çevrede terör estirilerek bu sanayi merkezinde faşist sendikacılık geliştirilmeye çalışılacak, DİSK yıldırılacak; tek cümle ile özetlersek Te­ kel Sitesi �t olarak kullanılıp ezilecek, işçi hareketi saptırılacaktı." (KSD, sayı 37, s.72) Yazıdan anlaşılacağı gibi esas amaç bölgedeki faşist tırmanışı engelle­ mekti. Yoksa "proletarya sosyalistleri " partileşme süreçlerinin, prole· tarya içinde çalışma anlayışlarının doğrudan bir sonucu olarak Tekel fabrikasına gitmiş değillerdi. Tüm bölgeyi ve halkını, bölgedeki anti·fa· şist çalışmanın bir aracı olarak, Tekel fabrikasında örgütlenmeye başla­ mışlardı. O sıralarda Kurtuluş'un tüm çalışmasında anti-faşist mücadele birincil öneme sahiptir. Daha önce anlattığımız gibi faşistler nerede ör­ gütleniyorsa, onları orada karşılamak ve savuşturmak genelde hakim ça· lışma biçimi idi. Cevizli Tekel de bu bağlamda gündeme geldi. 1978 yazında Kurtuluş esas olarak öğrenci ve i şsiz gençlerden devşir­ miş olduğu kadroları ile Cevizli 'deki çalışmasına başladL Bu bölgedeki mücadelenin programı, şöyle tesbit edilmişti : "Bölgenin faşist işgalden temizlenmesi, proletarya sosyalistleri aç ısından ilk adımı oluşturuyor­ du. Esas olan bu mücadeleden kalkarak fa brikalara ulaşmak ve işçi sını· fınm faşizme karşı mücadelesinin fabrikalarda yükseltilmesi idi. Tekel 48


proletaryasının aktif siyasi mücadeleye çekilmesi idi. " (s. 7 4) Bu tesbitte hemen üç nokta dikkati çekiyor.

Birincisi , mücadele önce proletarya devrimcileri tarafından başlatılacak ve bir aşamasında (faşistler kovulduktan sonra) işçiler kazanılabilecekti. ikincisi, mücadele fabrikanın dışında başlıyordu ve işçi sınıfından olma· yan profesyoneller tarafından yürütülüyordu. Bunun başarısı ölçüsünde fabrikalara ulaşılacaktı. Bu daha sonra fabrikaların mahallelerden kuşa· tılması olarak formüle edilecekti. üçüncüsü, fabrika faşistlerden kazanılması gereken bir kale idi, fabrika· yı ele geçirmenin amacı onu "anti·faşist bir kale haline" getirmekti. Bu mücadelenin sonucunda faşistler Cevizli 'den kovuldu, faşist işgal kırıldı, bu mücadenin sonunda "Tekel işçilerinin proletarya sosyalistle· rine, Cevizli mücadelesiyle güveni artmıştı, fakat fabrika içinde yılgınlık devam ediyordu." (s.74) (abç) Bu güvenin ilginç yansımalarından biri, işçilerin faşistlerden dayak ye· dikçe veya tehdit edildikçe bize gelip şikayet etmeleriydi. Başlangıçta bütün şikayetlerin gereğini yerine getirmeye çalışıyorduk. Fakat gide· rek kendimizi fedai gibi hissetmeye başladık ...Sonunda artık sadece biz· den olan işçilerin şikayetleri ile ilgilenir olduk. Bu arada işçilerin kendi güvenlikleri için örgütlenmeleri yolunda ciddi adımlar atıldığını veya bu yönde teşvik edildiklerini hatırlamıyorum. Bize ilgi gösteren işçilerle eğitim çalışmaları başlattık. Yaklaşık 30 işçi bu eğitimlere katılıyordu. önceleri tarihi materyalizm, devrimci ahlak ve benzeri gibi konuları izlemeye çalışan bir eğitim sistemi vardı. Daha önce başka işçi bölgelerinde geliştil,"diğimiz bir yöntemi uygulamaya başladık. Eğitimde gazeteyi kullanıyor. Türkiye yakın tarihini tartışı· yorduk.Eğitim içinde fabrikanın iç sorunlarının tartışılması bunların or· taya çıkarılıp kavrati'ması giderek önemli bir yer tutmaya başladı. Böy· lece "şata gitme " , "geçici işçiler " , "tütün deposundaki tütün tozu soru· nu" ve "doktor sorunu" gibi konuları ortaya çıkardık. Bunlar üzerine bildiriler yazmaya çalıştık. Bir başka çabamız eğitim grubundaki işçi· Ieri kendi yakın çevreleri ile gazete okumaya teşvik etmek idi. Böylece hem fabrika içine doğru uzanan işçilerden oluşan bir örgütlenme kur· mayı hem de işçilerin kendi kendilerini yönetme insiyatiflerini geliştir· meyi umu.yorduk. Bölge birimi yöneticileri tarafından bu çabanın o zaman kuşkuyla karşılandığını hatırlıyorum.

İki yıl süren fİlaliyet sonunda fabrika içinde kalıcı hiçbir örgUtlenme ya· · ratılamadL Ve Cunta "faşizm tehlikesini ortadan kaldırınca", işçilerin 49


büyük çoğunluğu artık bizlere ihtiyaçları olmadığına karar verdiler. Böylece biz de ortada kaldık. Bugün g_�riye bakınca Cevizli deneyini ufak çapta bir "öncü savaşı" de· nemesi olarak görmemek elde değil. Dışardan gelen bir avuç proleter devrimcinin sadece kendi silahlı ve örgütsel gücüne dayanarak verdiği bir öncü savaşı. Bu savaş başarıya ulaşmış (?) ve kitlelerin sempati ve güve­ ni kazanılmıştır. Sınırlı da olsa bir destekten dahi söz edilebilir. Ama 10 bin kişilik fabrika bu devrimcilerin nisbi olarak kontroluna (çünkü, fab· rikada başka devrimci gruplar da vardı) geçtiğinde, devrimciler bunları nasıl örgütleyeceklerini bilememişlerdir. Çünkü bu devrimciler işçi sını· fının günlük mücadelesi içinde, onunla birlikte örgütlenme anlayışına ve pratiğine yabancıdırlar Kurtuluş Hareketi Cevizli deneyinden çıkardığı dersleri, örneğin fahri· kalardan mahalleleri kuşatmayı, genelleştirmeye çalışmıştır. fstanbul'­ un batı yakasında, örneğin Topkapı'da insanlar fabrikalara sokulmaya çalışılırken, doğu yakasında Cevizli deneyinin bir sonucu olarak işçi mahallelerinde alt-birimler kurulmaya çalışılmıştır. Bunlardan bir tanesi Fikirtepe birimi fabrikalarla ilişki kuramamış, kaçınılmaz olarak mahal· ledeki politikaya karışmış ve sonunda da polistenbaskınyiyerek imha e· dilmiştir. Cevizli deneyi popülizmin tam bir iflası olmuştur. Lenin "işçi sınıfı ha· reketine karşı yarım gönüllü bir tutum kaçınılmaz olarak ondan kopuşa götürür" diyor. işte bu yarım gönüllülük sonucu Cevizli'deki tabanımızı birkaç günde kaybettiğimiz gibi, tüm ülke düzeyinde de 1979-80 arası tabanımızı çoktan kaybetmiştik. Herhangi bir toplumsal sınıfa dayana· maz bir durumda, ortalıkta, yüzlerce profesyonelimizle adeta kaderimizi bekliyorduk, Yani 12 Eylül 1980'i. Cevizli deneyi kendine proletarya sosyalisti diyen, buna karşılık işçi sı· nıfı ile karşılaşınca ne yapacağını bilemeyen bir siyasi çizginin durumu· nu açıkça ortaya koymuştur. Cevizli deneyinde adeta tüm Türkiye var· dır. Bu anlamda bu deney, 'işçilere yeterince gidemedik' mazeretini de anlamsız kılmaktadır. Böyle bir teori ve siyasal çalışma tarzı anlayışıyla işçi sınıfına gidilse de durum pek değişmeyecektir. Cevizli bunu gös­ tenniştir. Kurtuluş'un teorisi doğru pratiği yanlış değildir. Gerçekte yanlış, popülist bir teori kendine en uygun pratiği yaratmıştır. Artık kendimizi avutmaktan vazgeçmeliyiz. Kurtuluş THKP·C'nin as­ lında proleter sosyalist olduğuna kendini inandırmaya çalıştı. Biz de Kurtuluş'un teorisinin doğru olduğuna kendimizi inandırmaya çalış· mayalım. Artık eleştirilerimiz ne kendi sonuçlarından ne de varolan güçlerle düşeceği çelişkiden korkmamalıdır. 50


D i P N O T L A R 1)

E m peryallzm tarafından "bozu lmamış" saf halk kültürüne düşkünlük bugün h a l a sosyallstlerln arasında oldukça revaçtadır. H a lbukl bu kültür pre­ kapltaJist bir topluma aittir.

2)

Aydınlar evıerl n l , a ı ıeıerlnl ve zenginliklerini bırakıp, halka, halkı kurtarmaya glttller. Şairin dedlO I g l bl , ... en gQzel dünyaları yaktık ellerlmlzle" diye yazıyor· du a deta ellerindeki pan kartlarda. Bu r u h hali, ne yazık ki, kısa zamanda hayal kırıklı!lına d önüşecekt i .

3)

' G örevimiz hükümet otoritesini t erörlze etmek ve i st i krarsız kılmaktır", P.M. Tkachev. Plehanov'dan aktaran T .cııtt, Lenin , C i lt 1, s.l 3. Benzer bir anlayışı tllm sllah ı ı propaganda teorllerlnde gözlemek m llm kDndllr.

4) Popllllst ler içinde zaman zaman proletarya arasında örgııtlenenıer de

dımuştur.

örne!l l n , 1 870'de M.V. Chalkovsky önderll!llnde bir grup ö!jrencl St. Peters­ burg•da bir i ş çi çevresi örgııtlemlşlerdlr. Ama amaçları Narodnlzm'I yaymaktı. Bu da 9österlr ki, salt işçi sınıfına gitmek anlayışı çok fazla bir anlam taşıma· mamaktadır. Nasıl ve n e yapmaya gldlleceııı esas önemli olan noktadır. Kafalar bu konuda a çık olmalıdır. Bu konuda, son bölümde ele alacallımız Cevlzll de· neyi iyi bir örnektir.

5 ) Plehanov, 1 9 72, Moskova. The Development of the Monist Vlew of the Hlsto­ ry, s . 1;4. 6)

Kilçük üretlclllk ile mllllyetçlllk, ırkçılık ve sekslzm arasındaki tllşkller için ba· 1< 1 n ız : W . Relch, Fa şizmin Kitle R u h u A n layışı .

il

Bütü n leş menin politik VP ideolojik yanlarını burada ele almadık.

8)

ruccar ıar zaten sanayici o l maya namzetti ve hızla dönüşerek yeni sanayi burJ u · vazislnln kayna Q ı n ı o ıuşturd•� lar.

9)

Sosya llzmln sanayileşmeye yani kalkınmaya vb. i ndirgenmesi 1 960'1arda Tür· klye•de çok moda idi. Ama görüldü!lü gibi Şefik Hüsnü b u konuda da öncü. Şefik Hüsnıı, Tllrklye'de Sınıflar. O l ke Yayınları.

1 0) Buradaki sosyalizm a nlayışının nasyonaı sosya lizm a n layışı ile benzerll!ll ilgi çekicidir. Meslek toplulukları i le yönetim lllşklslne d i kkati çekeriz. 1 1)

"Bugün tayin edici çelişme proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişme de!l l l , Yan kee emperya llzml i le b ııtDn TDrklye halkı arasındadır." s.106

1 2)

B u birleştirici form u n daha sonra antl-faşlzm olabllece!;ilnl de görece!llz. Bu ikisinde d e esas ortak n o kta ;; ,sınıflar DstO" olmalarıdır.

51


1 3) "Devrimde SınıflMın Mevzi lenmesi" yazısında Cayan'ın çabası köylUID!IUn te· mel gUç oıdu!junu a n latmaktır. Proletaryanın rolü i se ldeoloJlk ö nder llktlr . A· ma bu sı n ıf ı n önderli!ll devrime fiziki katılmasından gelmemektedir. Cayan'a

göre b u devrimin öncüsü olan "proletar siyasi kltle partisi. • • aynı zamanda proıetaryanın fiziki öncıı m üfrezesi de!llldlr. Bu Olkelerdekl proleter siyasi klt ıe-partııerl ldeolOjlk ve p o l itik kuruluşlardır." (s. 223) Proletaryanın si· yası kitle Partisi, s ı n ıf kökeni önemli olmayan profesyonel devr i m cilerden oluşacaktır veya daha d l kkatll bir deylşle bunun ııstllnde yııkseıecektlr. Böy·' lece ideolojik önderlik, proletarya n ı n roıuna ( h i çbir zaman a ç ıklanamayan ) ina n m ı ş , "Marksist" devr l m cller l n önderll!ll a n lamına gelmektedir. Bu yakla­ ş ım la , genç Hegelcllerln tarihte krltlkçl lere yükledlklerı devrimci rol arasında büyük ya k ı n l ı k vardır. Her i kisinde de tarihe yön veren -kltlelerl yöneten­ devrlmcı eleştiri ve fikirlerdir . Yoksa sınıfların nesnel zor u n l u l u ktan do!jan eylem leri de!jlldlr. Çayan ın tüm yazılarında, proleter 5ınıfa devrimde ne g i bi bir r o l dUştO!IO asla a ç ı k la n mamaktad ır . Tüm ,.eferanslar ideolojik önderlik çerçeveslnaı\ıdlr, A· ma bu ideo loji proletarya n ı r sahip oldu!ju -bl llnclne vardı!l ı- bir ldeoloJI d e ğ i l , profesyonel devrlmc!ler ın kendi kafalarında proletarya hakkında o lu· ş a n f i kirlerdir. Bu fikirler ! l e hareke! ederek proletarya dahli tüm halkı kur­ taracaklardır. Köylülü!lün temel güç o lması i se b u "�ı n ıfırı" nesnel , zorunlu koşullarından kaynaklanan eylemlnln bir sonucu n ıarak, buradan soyutlanarak elde edil· m l ş bir form ülasyon değildir. Tam tersine önce ülkenin i şgal ( ! ) a ltında Co l · d u ğ una karar verllmlştlr. i şgal a lt ı nda bir ü l kede h a lk sava şı verilir H a l k sa· Yaş ın ı köylüler verir. öyleyse b u n lar temel güçtür. Görüldüğü gibi hareket n o ktası önce soyutta, t eo r i pratiği -daha do§ru b ir deyişte, başka ülkelerin tarihine bakarak- a r.a cı i le yarat ı l m ış bir modeldlr . Köylüler i n devrimci PO · tanslyell ülkenin koşulları temelinde a naliz edilmeden, modelden hareketle b u nlara devrimci misyon yüklenm lştlr. Ne yazık k i , köylülerin bundan habe· rı yoktur. Bu da ' 'teori a !jacı gridir, hayat ise yeşildir" uyarısı nın farkında o ımayan Çayan'ın trajed isidir.

1 4)

Mümtaz Zeytlno!jlu, eski Eskişehir Sanayi Odası başka n ı . Bakınız : U l u sa l Sanayi, Ça!jdaş Yayınları, 1 9 8 1 .

1 5) Proletaryayı yerli kapltallst i le yabancı kapita listin sömürmesi arasındaki farkı

a çı k la maya soyunan çok o lmuştur, a m a , henuz ikna edici bir sonuç elde eden yoktur.

1 6)

Bunu l lerkl yazılarım ızda daha da açmayı umuyoruz.

52


örgütlenme sorunu üzerine notlar recep gök ırmak

1. Komünist örgütün bir proleter örgütü olması bugün Türk ve Kürt solu­ nun önemli kesimleri için daha hala tartışılır bir sorundur. Kurtuluş Ör· gütü'nün bölünmeden önceki geçmiş yapısı için de aynı şeyi söylemek mümkündür. Komünist örgütün bir proleter örgütü olmasının temel nedeni komünist· !erin nihaı amacı ile açıklanmalıdır. Diğer birçok devrimci akımdan farklı olarak komünistler sadece ulusal bağımsızlık, işçiler ve emekçiler için daha iyi, daha güzel, daha mutlu bir yaşam için, ya da sadece siya· sal iktidar için savaşmazlar. Bütün bu tür hedefler komünistler için nihai hedefe giden yoldaki kilometre taşlarıdır. En kısaca özetlenirse komünistler sömürünün bütünüyle ortadan kalktığı bir toplum için savaşıyorlar. Sömürünün ortadan kalkabilmesi için ise Ü· retim araçları üzerindeki özel mülkiyetin ortadan kalkması gerekir. özel m ülkiyetin ortadan kalkması ise sınıfların ortadan kalkmasıdır. Kapitalist toplumda üretim araçları üzerinde özel mülkiyete sahip olma· yan tek sınıf işçi sınıfıdır. Toplumun i:iiğer sınıf ve tabakaları; büyük burjuvazi, şehir küçük burjuvazisi, köylüler (bütün ara tabakaları ile) şu ya da bu ölçüde üretim araçlarının özel mülkiyetine sahiptirler. Dolayı­ sıyla bu sınıf ve tabakalar özel mülkiyete düşman olan komünistlere düşmandırlar. özel müJkiyetin toplumsallaşmasını isteyen komünistlere sadece büyük burjuvazi değil, mülk sahibi tüm sınıflar karşı koyarlar. Kapitalizmin doğrudan ürünü olan proletarya ise komünizm hedefinden çıkarı olan tek sınıftır. Tüm özel mülkiyetin toplumsallaştırılması, SÖ· mürünün ortadan kalması ve sınıfsız bir topluma yürüyebilecek tek sınıf· tır proletarya•. Böylelikle diğer sınıflarla birlikte kendisinide yok etmeye hazır sınıftır.

53


Kapitalizmin gelişmesinin daima doğal ürünü nicel olarak proletaryanın büyümesidir. özel mülkiyetin giderek daha az elde toplanmasının diğer anlamı açıktn ki küçük mülk sahiplerinin köylünün , esnafın, zenaat­ karların mülksüzleşmesi ve proletaryanın saflarına katılmasıdır. Çıkarı özel mülkiyetin devamında ve tekelleşmesinde olan büyük burju­ vazi ile özel mülkiyetin ortadan kalmasından yana olan proletarya ara­ sında yer alan emekçi sınıf ve tabakalar modern toplumun bu iki temel sınıfı arasında sürekli olarak yalpalarlar. Onlar mülk sahibi olarak -ki bu onların belirleyici yanıdn, burjuvaziye yakındırlar, kendi üretim araçlan üzerinde bizzat çalışan emekçiler olarak ise proletaryaya yakındırlarJki temel sınıfın çatışmasından doğan dengelere ve iki temel sınıfın kendi­ sine sunduklarına göre siyasal tutumlar alırlar. Ancak daima en büyük korkuları kendi küçük üretim araçlarını kaybet· mektir. Büyük burjuvazinin onları mülksüzleştirmesine karşı dirençleri de proletaryanın nihai hedefine düşmanlıkları da buradan doğar. Ve, en önemlisi, tarihi süreci dikkatle izleyip , büyük burjuvazinin onları eninde sonunda mülksüzleştirip proletaryanın saflarına iteceğini göre· mezler. "Mülkiyet sözü köylü- için bir tılsımdır, sermaye şimdiye kadar bu tılsımla köylülüğü büyülemiş ve bunu köylülüğü sanayi proletaryasına karşı kışkırtmak için kullanmıştır. " (Kari Marks, Fransa'da Sınıf Müca­ deleleri .)

2.

Proletarya kapitalist toplumun e n dinamik kesimidir. (öğrenci gençliğe bu misyonu yükleyen bazı küçük burjuva akımlara rağmen) O . toplum· da ki zenginliklerin en önemli kısmını yaratır. Toplumun -dünya ve tek tek ülkeler ölçeğinde, en ileri üretim araçlarını kullanır . Dünyanın çok büyük bir kısmında (Türkiye 'de de) büyük sanayi işletmelerinde toplan· m ıştır. Bu özellikleriyle, proletarya kollektivizme de yatkın tek sınıftır. Proletaryanın dinamikliğinin, bir başk!l deyişle toplunum tek devrimci sınıfı olması onun çıkarlannın komünizmin nihai hedefi ile tam anlamı ile çakışmasının yanı sıra, çağımızdaki en ö nemli toplumsal güç ?ima· sındandır. Zenginliklerin en önemli kısmını yaratan sınıf b � eyle�ın e� . geçici bir süre için vazgeçtiği an toplumun çarklarının en o nemli kesımı

durur. Çeşitli ara tabakaları ile köylüler de benzer bir güce, etkinliğe sahip gibi görünürler. Hatta, insanlık için proletaryanın üretiklerinden daha da önem li olan tarımsal ürünleri üiettikleri için dahada güçlü gibi görünür· ler

54


Ancak köylülerin üretim tarzları onların sahip olabilecekleri gücü yok etmektedir. Küçük işletmelerde çalışan köylüler birbirleri ile tam bir re· kabet içindedirler. Onlar tam bir ortaklıktan yana değil rekabetten, bir· likte üretm ekten yana değil, üretiklerinindiğerlerinin ürettiğinden daha iyi olduğunu kanıtlama ve birbirlerinin üretim araçlarına el koyma çabası içindedirler. Kısacası, toplumsal zenginliklerin, proletarya gibi, önemli bir kesimini üreten köylüler, lçinde oldukları üretim biçimi nedeniyle birbirlerinden

soyutlanmış, birbirleriyle geniş, yaygın ilişkileri olmayan bir yapıya sa· h iptirler .

. Ayrıca yeniye, gelişmeye karşıdırlar. Tutuculukları esas olarak büyük burjuvazinin tekelci eğilimine karşı durumu, yani, eskiyi "avunmaktan gelir. üretim araçlarının özel mülkiyetinin tekelleşmesi doğrultusunda

yürüyen büyük burjuvaziye karşı tutucu olan köylüler, üretim araçları· nın en geniş , sınırsız tekelleşmesi demek olan üretim araçlarının top· ıumsallaşması doğrultusunda yürüyen komünistlere karşı ise daha da

tutucudurlar. Ekim devriminden sonra, iç savaş yıllarında Rus köylüle· rinin çeşitli tabakaları ürünlerini gizleyerek, imha ederek büyük burju­ vaziye karşı direnişinden · -tutuculuğundan-- çok farklı bir direniş gös­ terdi. Ama yukarıda değindiğimiz, birbirlerinden soyutlanmış, kollek· tif davranma yeteneğinden yoksun oluşları gibi nedenlerle bu son dire­ nişleri dahi etkisiz kaldı.

3. Bu noktada hemen hatırlamamız gereken olgu, proletaryanın da reka· bete dayalı içsel çelişkilere sahip olmasıdır. Çişitli işkollarının işçileri arasında, aynı işkolunda ve hatta aynı fabrikada çalışan işçiler arasında rekabet, çelişki vardır. Burjuvazi işçileri bölmek, için çeşitli yöntem· !erle 12rim, narça başına alı tırma vs. bu rekabe · , çelişkiyi körükler. Sınıfın birliğiilin ş ındaki en önemli engellerden b irisidir bu. Ne var ki son tahlilde proletaryanın bu çelişkileri onun uzlaşmaz çelişkiye sa· hip olduğu, fabrika ölçeğinde burjuvaya, ülke ölçeğinde burjuvaziye ve dünya ölçeğinde tüm burjuvaziye karşı birleşebilme yeteneği karşısında ikincildir.

4

Proletarya ve kapitalist sın•f moderntoplumunen örgütlü iki sınıfıdır.Di­ ğer sınıflar, tabakalar içinde olduktan üretim biçimi nedeniyle örgüt· lenebilme yeteneğinden yoksundurlar. Ancak kapitalistler ile proletaryanın örgütlenme yetenekleri ve durum· ları arasında yapısal bir far vardır. Proletaryanın iç çelişkileri tali

55


olmasına rağnien kapitalistlerin kendi aralarındaki çelişkiler yapısaldır ve zaman zaman belirleyicidir. Fabrika, ülke ve dünya ölçeklerinde ka!>i­ talistler arası çelişkiler bilindiği gibi sık sık hakim çelişki haline geleHl­ mekte;_emperyallstler arası mücadele ya da bir fabrikanın iki patronu a­ rasındaki kapışma gibi. Kapitalistlerin örgütlenme yeteneği bir temel olguya dayanır: ortak düş­ manları· proletaryanın yarattığı tehlikeye karşı bilinçli davranabilme ye­ teneği. Siyasi iktidarı, devlet aygıtını ellerinde tutuyor olmaları ise onla­ rı temel düşman proletaryaya karşı olağanüstü ölçülerde örgütlü kılar­ ken küçük mülk sahiplerini bir yandan ezip mülksüzleştirmelerinde, öte yandan ise proletaryaya karşı peşlerine takmakta da önemli bir silahtır. Bütün bunlara rağmen, kapitalistler için örgütlülük suni bir olgudur ve her an parçalanabilir bir öze sahiptir. Proletarya için ise durum temelden farklıdır. Onun örgütlülüğü, kollek­ tivizmi üretim sürecinden, fabrikadan başlar. Birlikte davranabilme ye­ teneğini fabrikadaki iş sürecinin kollektivizminden, disiplininden alır. Ve, proleterler aralarındaki yukarıda değindiğimiz tüm çelişkilere rağ· men birleşebilme ve mücadele edebilme yeteneğine sahiptirler.

5. Türkiye solunda rastlanan yanlış bir inancın tersine, işçi sınıfının kapi· talistlere karşı mücadelesinde komünistlerin varlığı olmazsa olmaz bir koşul değildir. Emekle sermaye, kapitalistlerle proleterler arasındaki mücadele, bu-ilci sınıfın ortaya ç ıktığı anda başladı. En basit ifadesiyle, işçilerin ücret artışı, daha iyi çalışma koşulları i çin makinaları kırmak· tan vazgeçip örgütlenmeye başladıkları gün emekle sermaye arasındaki uzlaşmaz çatışma örgütlü bir mücadele biçiminde başladı ve daha henüz marksizm ortada yoktu Hemen her ülkenin proletarya hareketi aynı kalın yolu izledi. Marksizmin bir düşünce tarzı olarak ülkeye girmesinden, ortada marksist bir örgütlenme yokken de proletarya nicel ve nitel durumuna uygun ola­ rak m ücadele etmektedir. Kaldı ki, proletarya hareketi karşı karşıya bulunduğu çeşitli siyasal a­ kımlardan kazandığı bilinç ögeleri. ve objektif duruma göre zaman za· man gene marksistler olmadan da siyasal eylemlere de girebilmekte. Bu­ nun en çarpıcı ve iyi bilinen iki örneği Patis Komünü ve 1905 Rus Dev­ rimi 'dir. ülkemizdeki benzer bir olay ise 15-16 Haziran 1970 eylemidir.

6. "Heryerde kurulu sosyal ve politik düzene karşı, hertürlü devrimci hare56


keti destekleyen, bütün bu hareketlerde, o andaki gelişme derecesi ne o· tursa olsun, mülkiyet sorununu hareketin temel sorunu olarak ön plana çıkaran " komünistler, tarihi gelişimin tek ilerletici sınıfı olan proletar· yaya dayanan, onun tam anlamı ile organik bir parçası olan, onun gün· lük ve uzun dönemli çıkarlarından başka ve bu çıkarların dışında hiçbir çıkarı olmayan bir örgütlenmeden başka bir yapıya dayanamazlar. Komünist örgütün karakteri tam anlamıyla proleterdir. Komünist örgüt, özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasının ilk adımı olarak proletaryanın iktidarını, proleter diktatörlüğünü ön görür. Ancak bu şart altında özel mülkiyet toplumsallaştırılabilir, üretici güçlerin miktarı çoğaltılabilir. Proletaryanın nihai çıkarlannın tüm toplumun, tüm insanlığın çıkarları· �denk düşüyor olması, komünist örgütün diğer emekçi sınıf ve tabaka· )arın da örgütü olması anlamına gelebilir. Ancak bu ideolojik bir tutum­ dur. Proletarya dışındaki sınıf ve tabakaların tek tek unsurları kendi sı· nıfsal ç ıkarlarına karşı çıkıp komünistlerin örgütlenmesine katılabilirler. Aynı şekilde, komünist örgüt burjuvaziye karşı proletaryanın siyasal mücadelesini formüle ederken diğer emekçi sınıf ve tabakalarıda prole· taryanın komünist siyasal bayrağının altına çağırır. Ancak, bütün bunla· ra ratmen, komünist örgüt yapısal olarak, teorik olarak ve ideolojik ola· rak bir proleter örgütlenmesidir

7 . -----.a

� �

� �'f'� �� � 'E!:� ;: ; h

Komün st artisinin apısının tart ılm et n , eI ole 1 x .. . Bunlar n bırincisi k mii :e t gslistjriUyer -o1mas•, ikjncisi ise, proletaryanın jtUfak1ar.ı.1.snn n11dnr Bu iki soruna daranank çok'an komünist örgijtün proleter pjte,Jjfjni gğre­ meyerek onu bir emekcj sınıflar cephesi olarak tanımlarlar.

i[

(fi

57


8. Burada çarpıtılan Lenin'in "bilinç proletaryaya dışandan taşınır" tanı­ mıdır. Bu kısa ifade kuşkusuz doğrudur.* Proletaryaya bilinç dışarıdan, onun toplumsal ilişkilerinin d ışından gelir. Ancak bu, proletaryanın dı­ şından, proleterin yaşamının dışında duran bir avuç -veya "büyük bir güç"de olabilir ( ! ) , teorik bilgiye sahip aydının bilinci proletaryaya doğ· ru küreklemesi değildir. Sorunu böyle görenler için komünist örgütün proleter karakteri öne çıkamaz. onun yerine aydınlar . yaşlı aydınlar ko· münizme pek yüz vermedikleri için de, genç aydınlar. öğrenciler örgütü geçer. Genç aydınların devrimci örgütü sosyal bir güç olmaktan uzak, .!WUiiilal_ bir olgu olduğu için en kısa zamanda marjinallikten kurtulmanın yolU olarak tilin emekçi sınıfların örgütlenmesi olmaya doğru bükülmeye baş­ lar. Yığınsal bir devrimci öğrenci hareketi proletaryaya onun dışında o­ larak bilinç taşıyamayınca bu kez içinde yaşadığı, yüz yüze olduğu kü­ çük burjuva katmanlara seslenmeye başlar. Türkiye devrimci solunun başına gelenlerin kaba açıklaması budur.

9.

Komünist örgfitü bir emekçiler partisi haline getiren ikinci olgu ittifak­ lar sorunu ile komünist örgütün yapısının içiçe sokulmasıdır. Komünist­ ler devrimin temel gücü olarak proletaryayı önerirlerken bunu bir ideo­ lojik olgu olarak değil, tam tersine tarihsel hareketin, sınıflar mücadele­ sinin içindeki gerçek ilişkilerin açıklanması sonucu olarak benimserler. Çağımızda proletarya tek devrimci sınıf olmasına karşın komünist top· !uma doğru mücadelesinde bir dizi ittifaklara girer. Bu ittifaklar, ülkede­ ki devrimin karakterine paralel olarak çeşitli emekçi sınıf ve tabakaları içerecektir. İttifaklar sorunu açısından, Türkiye ve Kürdistan gibi ülkelerde köylü­ lükle proletarya arasındaki ilişkiler önem kazanır. Türkiye'de köylülük

"'

llerki notlarda bu soruna başka. açılardan gene döneceğiz.

58


nüfusun yüzde 50'sinin biraz altındadır, bu oran Kuzey Kürdistan'da ise köylülük lehine daha da yüksektir. Dolayısıyla proletarya attığı her adımda çeşitli tabakaları ile köylülüğü burjuvazi ile kendisi arasındaki en önemli sosyal güç olarak hesaba katmak zorundadır. Kuzey Kürdis­ tan'da devrimin anti feodal, anti sömürgeci karakterleri nedeniyle köy­ lülüğün önemi daha da öne çıkmaktadır. Proletarya sadece kendi ilişkilerini, kendi mücadelesini değil, toplumun bütün sınıf ve tabakalarının birbirleri ile olan ilişkilerini, özellikle de köylülüğün lkndisiyle ve tekelci burjuvaziyle ve kendi içindeki ilişkile­ rini bilmek, öğrenmek zorundadır. Proletaryanın bilinç ögesinin ge­ lişmesinde bu son derece önemli bir noktadır. Aynı şekilde, proletarya toplumun bütün emekçi sınıf ve tabakalarına kendi mücadelesinin hedeflerini, nedenlerini anlatn:iak ve onları kendi bayrağı altında topla­ makla yükümlüdür. Ancak bütün bunlar proletaryanın komünist örgütünün bütün diğer sınıf ve tabakalardan bağımsız olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Komünist örgüt . tüm özel mülkiyete düşman bir siyaı;i hareket olarak proletaryadan başka hiçbir sınıfa dayanamaz. Diğer tüm sınıf ve tabaka­ lar komünistlerin., proletaryanın nihai hedeflerine düşmandırlar. Onlar, ancak kendi sınıf çıkarlarını tersine davranan tek tek bireyleri ile prole­ taryanın komünist örgütüne girebilirler ya da proletaryanın arkasından onun müttefiki olarak yürürler.

59


Lenin, yukarıda Ne Yapmalı'dan yaptığımız alıntının hemen üzerinde "Bütün toplumsal sınıflar arasında propoganda ve ajitasyon gücümüz var mı ?" diye soruyor ve "elbette var" diye cevaplıyor. Hareketin ilk dönemini ise yukarıdaki alıntıda olduğu gibi tanımladıktan sonra Eko­ nomistlerin daha hala " çoktan tarihe karışmış olan hareketin başlangıç­ taki aşamalarında yaşamayı sürdürdüklerini" söylüyor. Fakat daha önemlisi ; 'taşranın her yerinde, orada yaşamak zorunda o­ lan, harekete geçmişte katılmış bulunan, ya da şimdi katılmak isteyen ve sosyal demokrasiye eğilim gösteren kimseler var, ( . . . ) bu güçlerin büyük çoğunluğu 'işçiler arasına gitme' olanaklarından tamamiyle yok­ sundur, öyleki, gü�leri esas işimizden başka tarafa çekmek tehlikesi söz konusu olamP'l!.11 (Lenin, Ne Yapmalı ?) Kısacası, harekete "dev gibi" proleter güçler katıldığuıda dahi "işçi­ ler arasına gitme'' olanağından yoksun olan bu "güçler" bizi esas işimiz­ den (işçiler arasına gitmekten) başka tamfa çekmemelidir.

11. Komünist �nifesto, komünistlerin ayırdedici özelliklerinden birisinide onların "büyük proletarya yığını üstünde, proletarya hareketinin yürü­ yüş çizgisini, koşullarını, ve, en sonunda ulaşacağı genel sonuçları, teo­ rik olarak anlamad4 üstünlüğe sahip" olmaları, diye tanımlamaktadır. Bu tanımın kısa anlamı komünist örgütün proleter sınıfın en ileri, öncü unsurlarının örgütü olmasıdır. Burada komünist örgütün proleter niteliğinin yanı sıra ikinci bir özelliği ortaya çıkmaktadır. Varlığının bütün kökleri ile proletaryaya sıkı sıkıya bağlı olan komünist örgüt, proletaryanın günlük mücadelesinde öne çıkmış, çevresindeki proleterlerin desteğini, inancını kazanmış vb., nite­ likleri ile öncü sıfatını almış, fakat daha da öteye proletaryanın uzun

*

1905 'de Bolşeviklerin St. Petersburg örgütünün 99'u fabrikalarda, 1 5'i küçük atelyelerde örgütlü olan 1 1 4 komitesi vardı. 60


.. '-

dönemli siyasal hedeflerini kavramış, kısacası "sınıf bilinçli " işçilerin örgütüdür.

12. Kimileri bu öncü unsurları büyük ölçüde "devrimci ruh", "fedakarlık" vb özelliklerle tanımlamaktadırlar. Aynı şekilde, en ağır gizlilik ko· şullannın altında örgütlenen RSDİP için son derece geçerli olan polisle mücadele yeteneği vb. özelliklerde öncünün tanımlamasına girmektedir. Bütün bu tür az çok "ruhani" olan tanımlar içinde bulunulan objektif koşullara göre bir anlam içermektedir ve ruhaniliklerinden temizlendik· teri takdirde öncü işçinin tanımlanmasında yardımcı olabilirler. Ama an· cak yardımcı olabilirler. önciı ışçinin tanımlanmasının ilk özelliği kuşkusuz sınıf bilincine sahip olmak olmalıdır. Bu, bilimsel sosyalizmi kavramış olmakla eş anlamlı· dır. Diğer nitelikler hep kendiliğinden var olan, ya da (polise karşı mü· cadele yeteneği gibi) mücadele içinde kazanılacak, geliştirilecek olan Ö· zelliklerdir. 13. Küçük burjuva devrimcisi teoriden de farklı şeyler anlar. Teori denince akıllarına gelen güzel, tumturaklı sözler dizisidir. Oysa proleter devrim· cisi için teorik bilgi daha farklıdır. Onun için önemli olan Marksizm 'in teorisinin canlı, yani güncel pratiğe yol gösterebilir bir biçimde işçilere anlatılabilmesidir.

örnetin iki aydının Türkiye Solu 'nun güncel teorik tartışmalarından bi· ri olan faşizm üzerine "teori k " tartışmaları sosyalist bit işçi için fazla bir anlam ifade etmemektedir. Onun sorunu, öyleyse ne yapılması ge· rekmekte olduğudur. Eğer teori, bütün güzel lafızlarından sıyrıldığında bu soruya cevap verebiliyorsa ve sosyal pratik verilen cevabın doğrulu· ğunu kanıtlıyorsa, işte o vakit sosyalist işçi için bir anlama sahiptir. Komünistler için teori, varolan hareketin yasalarını bilmektir, küçük· burjuvu.ydını için ise, teori son tahlilde ucu idealizm olan, varolan hareketin yasalarının kavranması yerine icat edilmiş olan güzel, tumtu· raklı görüşlerin birbirleriyle tokuşturulmasıdır. Böyle olunca da prolete· rin ilgisini çekmekten uzak olduğu gibi kavrayabilmesi de olası değildir. "önderlerin ödevi, özellikle, bütün teorik sorunlar üzerine gitgide daha çok bilgi edinmek, günü geçmiş dünya görüşlerinin geleneksel lakırdıla· rının etkisinden kendilerini gitgide daha çok kurtarmak, ve sosyalizmin bir bilim durumuna geldiğinden bu yana, bir bilim olarak yürütülmek ,


yani irdelenmek.istediğini hiç mi hiç unutmamak olacaktır. Buna göre, böylece kazanılan gitgide daha açık görüşleri, işçi yığınları arasında, ar­ tan bir çabayla yaymak, parti ve sendikalar örgütünü gitgide daha güçlü bir biçimde sağlamlaştırmak önem kazanacaktır. " (F.Engels, Almanya' da Burjuva Demokratik Devrim 'in önsözünden) 14. Komünist örgütün öncüler örgütü olması onun kendiliğinden hareke­ tin kuyrukçusu olmaması anlamına da gelir. Lenin, örgütlenme üzerine yazdığı tüm yazılannda "sistemli ve planlı bir hazırlıktan" �ahsediyor. "Sonuç olarak, bir yanlış anlama olasılığını önlemek için, bir kaç söz daha ı edelim . Sürekli olarak, sistemli ve planlı hazırlıktan söz ettik;Hiç­ bir şekilde, otokrasinin, sadece düzenli kuşatma ile veya örgütlü saldırı ile yıkılacağını önermeye niyetimiz yok.Böyle bir görüş, saçma ve dok­ triner olur. Tersine, otokrasinin, bütün yönlerden kendini tehdit eden , kendiliğinden patlamalar veya önceden görülemeyen siyasi karışıklık­ lardan birisiyle, çatışma sonucunda çökmesi mümkündür; Ve bu olası­ lık tarihsel olarak çok daha fazladır. Ancak maceracı kumarlardan ka­ çınan hiçbir siyasi parti, ta baştan çalışmalarını bu tür patlamalarave kanşık.lıklara dayandıramaz. Biz, kendi yolumuzdan yürümeliyiz ve düzenli çalışmamızı da, bir değişiklik yapmadan sürdürmek zorundayız. Ve ani sürprizlere karşı güvenimiz zayıf olduğu ölçüde. herhangibir 'ta­ rihi an'a habersiz yakalanma şansımızda azdır. " "(Lenin, Nereden Başlamalı'?) Lenin'in burada söylediklerine çok dikkat etmek gerekir. Lenin 1905 ve 1917 'yi bu paragrafta ( 1901 'de yazılmıştır ). görebiliyor. Her iki dev­ rimde "önceden görillemeyen karışıklıklar' 1a başlamıştır. Ancak her ikisinde de varlığını ve faaliyetini ' 'bu tür patlamalara ve karışıklıklara dayandırmamış " olan Bolşevikler yığınlara önderlik edebilme yeteneği· ne sahiptiler. Teoriyi dogma olarak kavramamış olan Lenin, özellikle 1917'de Bolşe­ vik Merkez Komitesi 'ne ve Pravda (merkez yayın organı) Yazı Kurulu' na rağmen geleceği gene görebilmiş ve "Nisan Tezleri" diye bilinen tez­ leri ile Partiyi "tüm iktidar Sovyetlere" şiarı etrafında birleştirmiştir. Burada partinin öncülüğünün iki düzeyi ile karşılaşıyoruz; Birincisi ' partinin teorik önderliği, yani bilimsel sosyalizmi eylem kılavuzu yapa­ bilmesi, ikincisi ise, Bolşeviklerin sınıfın kopmaz bir parçası olarak öncülükleri. Onların bu iki niteliği de tarih önünde kanıtlandı. 15. Sınıfın siyasal öncüsü olarak Parti, sınıfın hafızası ve beynidir. Ancak bu 62


beyin sürekli olarak yenilenmez, güncelleştirilmezse, bir başka deyişle, öncü, işçi yı�ınlarını eğitirken aynı zamanda onlardan öğrenmesini de bilmezse, bu takdirde partinin öncülüğünden bahsetmek mümkün ol· maz. Olacak olan bu kez kuyrukçuluğun tam tersi olarak proletarya­ dan kopukluktur. )'Jğınşal hjr pmletarya gartjsj yerine "sekt" örgütlepmosHmradi.,.ha�r froletamnın çıkarlarının yerini partinin, arti önderliğinin kendi özel, sekter ilkelen alır. Tam da Kom"" · ae pro e arya hare)ceti o nun ı ı ı nı biçımlen ır meye ç ış ır.

16.

Teori ile pratik arasındaki ilişkiye yeniden değinirsek; bilinen e n yaygın tanım Engels'in "devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz" sözleri· dir . Bir tekerleme haJinf' gelmiş bu tez dogmatiklerin elinde anlamsız bir noktaya ulaşıyor.

(jerçekten dp ha•eketjn geljşmesipjp de1mmcj yğpelimlpgj

rj olmadan olası değil Ama hareket, yani pratik gerekli.

clou�imai tea

teorinin oluşabilmesi için de mutlak olarak

--

Eğer proletarya hareketi ve onun öne sürdüğü öncüller olmasaydı mark· sizmin doğması da mümkün değildi. Devrimci teori ve pratik arasındaki ilişkiyi böyle ele aldığımızda, öncünün /partinin öğretirken öğrenmesi· nin önemi daha da açıklığa kavuşmaktadır. Bilimsel sosyalizm bize proletarya hareketinin, (var olan pratik) kavran­ masının yöntemini veriyor. Bu yöntemle hareketi kavrayabilen, gelişme· sinin yönünü görebilen öncü hareketi devrimci bir biçimde yönlendirme olanağına sahip. Burada bir kere daha vurgulamak gerekir ki, hareketin gelişmesinin yö­ nünü kavrayabilmek sadece teori silahı ile mümkün değQ. (Genel anlamda, evrensel ölçülerden değil, bir parçanın hareketinden bahsedi· yorum.) ö ncü bu yeteneğe sahip olabilmek için doğru devrimci teori ile silahlanmış olmanın yanı sıra sınıfın organik bir parçasıda olmak zorun­ dadır. Aynı şekilde hareketin devrimci bir biçimde yönlendirilebilmesi· de sınıfın organik bir parçası olmayı zorunlu kılar.

17. Komünist örgütün proletaryanın öncülerinin örgütlenmesi olduğunu vur­ gularken iki başka noktayı daha öne çıkarmak gerekir: !)Partinin ba­ ğımsızlığı, 2) Sınıf birliğinin korunma ı,,,

Partinin bağımsızlığı ilk olar.ıı k t�rik bağımsızlıktır. Marksizmin-le-

63


ninizmin kabul edilmesidir. Ancak burada kalınamaz. Siyasal bağımsız· lık ta gereklidir. Siyasal bağımsızlığın temel göstergesi program ve kong· re ve konferansların kabul ettiği siyasal tezlerdir. Bunlar nihai hedefi bir an olsyp göz ardı etmeksizin proletarya hareketinin içinde bulunduğu evrenin soru nlarını çözmeye ve hareketi ileriye, nihai hedefe , sınıfsız topluma çekmeye yöneliktir. Her evrede parti en büyük titizlikle prole­ taryanın ç ıkarlarını korumak, geliştirmek durumundadır. Teorik ve siyasal bağımsızlığı tamamlayan olgu ise örgütün yapısal ba­ ğunsızlığıdır. Lenin, "Sosyal Demokratlar Sosyalist Devrimcilere Kar· şı Neden Kararlı ve Uzlaşmaz Bir Savaş İlan Etmelidir ? ' başlıklımakale· sinde bir popillist hareket olan "Sosyalist Devrimciler" için şunları söy­ lüyor: " . . . ve aynı zamanda ve eşit ölçüde hem aydınlara , hem prole· taryaya- hem de köylillüğe dayanmaya u ğraşan Sosyalist Devrimci Par­ ti kaçınılmaz olarak Rus proletaryasının Rus burjuvazisi tarafından ide­ olojik ve politik olarak köleleştirilmesine yol açacaktır." ve "işçi sını­ fı hareketine karşı yarım gönilllü bir tuttum kaçınılmaz olarak ondan kopuşa götürür, ve bu kopuş nedeniyledir ki, Sosyalist Devrimci Parti' nin herhangi bir toplumsal tabanı falan yoktur." Lenin, Sosyalist Devrimciler için bu söyledikleri ile Parti'nin yapı· sal olarak çeşitli sınıflara dayanmasının, yani bağımsız bir proleter par­ tisi olmamasının aynı zamanda proletaryayı burjuva siyasetine ve ideo­ lojisine terk etmek olduğunu.anlatıyor.

18. Komünist işçi partisi için sınıfın ö nderliği bir "hak değil. mücadele sonucu kazanılacak bir olgudur Marksizmi-leninizmi savunduğunu iddia etmek yeterli değil. Böyle bir iddia, marksizmin sayısız yorumlarınabir yenisinin daha eklenmesinden başka birşey değildir. Proletaryanın siyasal önderliği başlangıçta bize ait, bizden başkasını ilgilendirmeyen. bizden başkası için inandırıcı olmayan bir iddiadır. An· cak her düzeyde mücadele ile; fabrika, işkolu, bölge, ülke ve uluslararası ölçeklerde; bu iddia sınıf savaşının her aşamasında proleter yığınlar tarafından kabul edilmelidir. Bu ise, bizim iddiamızın kabul edilmesinin , yanı sıra örgütümüzün bu mücadele içinde, sadece teorik ve siyasal olarak değil, yapısal olarak da bir proleter örgütü olarak gelişmesidir. Aksi, "tanrının tekliği fikrinden ödünç alınmış, marksizmin-leninizmin bir tane olması teorisi "dir. Mistik bir biçimde, kendi inançlarınla, ama gerçekle ilgisi olmayan bir biçimde marksist olduğunu savunur durur­ sun.

64


19.

En geniş birliğin somut ifadelerinden en önemlisi sendikalardır. Komü­ nist işçi partisi sendikaların kurulması, gelişmesi ve güçlenmesi için dur­ maksızın mücadele etmek zorundadır. Sendikanm en temel ilkesi, onun, hiçbir ayırun gi;>zetmeksizin tüm işçileri kucaklamasıdır.

me , omünistlerin genel hedeflerine hizmet eder hale getirmek gerekir. Türkiye pratiğinin 80 öncesini hatırlarsak, Türki· ye işçi sınıfının iki önemli sendikal örgütü vardı: DİSK ve Türk-İş. Ko­ münistler için faaliyetin daha elverişli koşulları DİSK içindeydi. Ancak ondan daha geniş işçi yığınlarını kapsayan Türk-lş'de de faaliyet sürdürmek tam anlamı ile zorunluydu. Görev, sendikal hareketin birliği idi. Birliğin odağı ise, göreceli olarak daha ileri durumdaki DİSK idi. Böyle olmasına rağmen, hatırlanacağı gibi revizyonist akUI\lar DİSK'i bölmenin planları içindeydi. öte yandan DİSK'in reformist önderliği de onların bu tutumuna çanak tutuyordu. Sınıfın yığınsal birliği DİSK içinde de önemli bir tehdit altındaydı.

20. YulilıFUILicin ülüğiin mjicad0lu i�intle . !IRO" yererek, fi"IŞ&llk kazan11? ��leıiil�ınıfı� birliği konusunda da komünjştler şayasmak ye

Bugün sendikal mücadelenin alanı Türk-İş 'in gerici yöneticilerine ve az sayıda, genellikle cıhı, göreceli olarak Türk-Iş'e oranla daha olumlu yönetimlere sahip bağınısız sendikalara kaldı.� Şimdi, sayısız siyasi akım bir an önce devrimci sendikalar kurma arzusu, planları içinde. Böylesi deneyler sonları kötü biterek, yaşandı da.

öncülüğün mücadele içinde kazanılacağı bir kez daha ortaya çıkıyor. Komünistler gerici sendika yönetimine karşı uzun süreli bir mücadele, yaşamın her alanında onunla çatışarak, ona karşı en doğru önerileri bıkmadam ileri sürerek, ve böylelikle, ve sadece böylelikle işçi yığınla· 65


nnın önce ilgisini, sonra desteğini kazanmadıkça ve bunu bir iki istisnai olayda değil, genel olarak sağlamadıkça var olandan kopup yenisini O· luştunnak, genel hareketten kopup sekt, mezhep haline gelmektir. Sekt daima bütünü değil, küçük bir parçayı kapsar. Böylesi bir tutum kendi özel, sekter ilkelerimiz nedeniyle, hareketin genel çıkarına zanır verme· miz ve sınıfın birliğini bozmamızdır. Geçmişin sayısız devrimci bağımsız sendika girişimleri ya da "ele geçi· rilmiş ' ' sendikaların durumu hatırlanırsa açıkça görülür ki sonuç sadece hareketin genel çıkarlarına zarar vermekle kalmamış fakat devrimci ör­ gütlenmelerin teorik ve örgütsel yapl.ıarında da önemli tahribatlar yap· mıştır. Soruna diğer yandan baktığımızda da devrimci-demokrat kü· çük burjuva solu, aynı anda tüm emekçilere dayanmaya çalışan bir hareketin ancak böylesi adımlar atabileceği ortaya çıkar. Sonunda sen· dika, işçilerin direniş örgütü olmaktan çıkar "panısal kaynak " , "gösteriş kriteri " , ya da "dernek" haline gelir. İşçi sınıfına karşı yarım gönüllü tu· tumların sonuçlarıdır bunlar.

21. Partinin öncü niteliği ile birlikte vurgulanan bir başka özelliği de onun savaş örgütü olmasıdır. Biz yukarıda savaş örgütü olmanın bazı özellik· terine değindik. Türkiye solunun bir kısmı ise -birleşik Kurtuluş Hare· keti'de dahil- savaş örgütünden "ordulu parti "anlayışını çıkarır.Bizim literatürümüze de girmiş olan bu terim ne dediği açıklanmamış da olsa, her halde partinin içinde ya da yanı sıra askeri bir yapılanma önermek· tedir. Küçük burjuva hareketlerinin bir kısmı buna bir de "cephe"yi eklemek· tedir: Parti-ceohe-ordu.,

Kuşkusuz proletarya örgütüpünsavaş örgütü olmasıyla onun askeri bir kanada sahip olması arasında hiçbir ilişki yoktur. önemli olan partinin askeri bir kanada sahip olması değil tam tersine objektif kosullara ttv· gun olarak sadece kendisinin bir parçasını değil, kendisini ve geniş pro· leter yığınları silahlandırmaya ve b urjuvazinin şiddetine karşı proletar· yanın şiddetiyle cevap vermeye hazır olmasıdır.

Partinin "savaş örgütü" olması onun barışçı yöntemleri benimsememe-si· dir. Kendilerine parlamenter çalışmayı tek yöntem olarak benimse· miş il. Enternasyonal partilerinin tutumuna karşı öne çıkarılan bu an· !ayışı gene partinin yapısında aramak gerekir. il. Enternasyonal partile· rinde parti esas olarak parlamento grubudur, onun aktivitesidir, partinin geri kalan tümü bu parlamento grubunu desteklemekle yükümlüdür. Fonksiyonlan ona göre belirlenmektedir. Leninist partide ise seçimlere katılmak bir faaliyet tarzıdır. Parlamento grubu partinin bir organıdır ve

66


esas olarak partinin geri kalan tümüne hizmet eder.

Partinin savaş örgütü olmasının anlamı bunlardır. 22. 1905 Rusya'sında Bolşeviklere ait bir istatistik silahlı faaliyet ile propa­ ganda - ajitasyon arasındaki ilişkiler konusunda bize oldukça öğretici bilgiler veriyor.

TABLO HARCAMALAR ( 3 olarak)

AYLAR şubat.mart nisan-mayıs haziran ekim kasım aralık

silahlanma ve milisler için 16.3 1 1 .8 14.1 57.4 57.4 3.0

örgütlenme, bölge örgütleri personel için için

basun için

15.9 14.0 28.2 1 7 .3 5.9 13.6

51.1 20.4 25.8 7.5 14.0 25.8

16.7 20.l 1 7 .5 1 5 .5 15.7 48.6

merkez komitesi için 33.7 14.4 2 .3 7 .0 9.0

Bu tablo toplam olarak 50.000 Rublelik bir geliri kapsamaktadır ve gü­ nün şartları içinde oldukçı küçük bir miktardır. Tablo 'nun en önemli göstergesi "silahlanma ve milisler" için yapılan harcamanın devrimin en şiddetli günlerinde dahi bütçenin ancak 3 5 7 'sini oluşturuyor olmasıdır. Bütün bir yıl boyunca ise Bolşeviklerin toplam harcamalarının 3 39.2 'si silahlanmaya harcanmıştır.

öte yandan personel-örgütlenme için harcanan, toplam harcamaların 13.6'sını oluşturmaktadır. Gelirin 3 lO'u üst örgütlere, 3 20 'si alt örgütlere giderken yayın harcaması 3 1 7.8'dir. Devrimin durgunlaştı-

3

67


ğı günlerde ise yayın harcamaları gene yükselmeye başlamış, buna kar­ şılık silahlanmaya harcanan ise % 3 'e düşmüştür. Türkiye- solunun çeşitli gruplarının 1980 öncesine ait harcamaları ile Bolşeviklerin Moskova örgütünün bu raporundaki sayılarını karşılaştır­ makta büyük yarar var.

�-

Leninist örgüte a i t kesin çizgileri olan b i r model y o k . Mücadelenin her değişik evresine göre parti de kendisini yeniden yapılandırmalıdır. An· cak Leninist örgütü diğer devrimci örgütlerden ayıran , onun proleter ka· rakterine ve öncüler örgütü olmasına bağlı o lan yapısal bir özelliği var : komünist örgüt fabrikalar temelinde yükselmelidr. Sadece "modern sa· nayi proletaryası üzerinde" değil, fabrikalar temeli üzerinde.

�abrikaların temel örgütlenme alanı olarak seçilmesi Leninist örgütü parlamenterist işçi örgütlerinden ve popülist devrimci akımlardan tam anlamı ile ayırır, Gerek parlamenteristler, gerekse popülistler için örgütlenme esas o larak coğrafidir, yerleşim birimlerini esas alır. özellikle de proletaryanın nü· fus i çinde çoğunluğu o luşturmadığı orta derecede gelişmiş ya da az ge· !işmiş kapitalist ülkelerde yerleşim birimleri esasına dayalı bir örgütlen· me anlayışının ulaşacağı sonuç kaçınılmaz olarak partinin bir halk par· tisi haline gelmesidir. Yerleşim b iı:bninde proleterler diğer emekçilerle birlikte, fabrikanın dı· şında bir oluşum i çinde yaşarlar. Fabrikada kollektif faaliyet, üretim SÜ· reci birliği i çinde yaşayan proleter, mahallesinde küçük burjuva emekçi· lerle çevrilidir. Fakat, asıl önemlisi, proleterler mahalle temeli üzerinde· ki örgütlenmede etkisiz, silahsızdırlar. Birleşebilme ve mücadele edebil· me yetenekleri olağanüstü ölçülerde düşer. Eğer proletaryanın gücü birleşebilme ve üretimin en önemli kesimini elinde tutuyor olmaktan gelen mücadele edebilme yeteneği ise bunun zemini fabrikadır. örgütün farklı aşamalarında bu temel yapısal ilkenin genişleyeceğine de , işaret edelim . Tüm emekçi sınıflara da sesini duyurmak, mücadelesinin hedeflerini açıklamak zorunda olan proletarya, fabrikalar (hiç değilse büyük fabrikalar) temelindeki örgütlenmesini güçlü bir hale getirdiğinde daha küçük işletmelerin işçilerine yönelecektir. işletmelerin çapı küçül­ dükçede ya fabrika örgütü aynı zamanda mahalli, yerleşim biriminede dönük, bir örgütlenme de haline gelecektir ya da çeşitli küçük işletmele· rin birleşik örgütlenmeleri inşa edilmeye başlanacaktır.

68


Burada kast edilen fabrika örgütünün ortadan kaldırılarak yerine mahal· le örgütünün geçirilmesi değildir. Tam tersine, fabrika örgütünün çevre· sindeki daha küçük çaplı işletmelerin işçilerini de örgütlemeye başlama· sı ve faaliyet alanını genişletmesidir. Bu genişlemenin sonucu, bazı şart­ larda fabrika örgütününaynı zamanda yerel örgüt haline de gelmesidir. örneğin Karabük'te ki örgütlenme Karabük Demir Çelik Fabrikası te· melinde başlamak zorundadır. Fabrika örgütü belirli güce, etkinliğe U· !aştığında bu kendisini derhal tüm şehirde gösterecektir. örgüt için artık daha tali olmasına rağmen Karabük Demir Çelik'in dışında da ör· gütlenme hedefleri, olanakları vardır. Bu durumda fabrika örgütü Ka· rabük'ün daha küçük çaplı işletmelerinin işçilerinin örgütlenmesini de üstlenmek zorundadır. Aynı örneği bir başka açıdan daha ele alırsak ; Parti Karabük 'te ki Ör· gütlenmesini önce Karabük şehir örgütlenmesini hedefleyerek değil, Karabük Demir Çelik Fabrikası örgütlenmesini hedefleyerek başlatmalı· dır. Bu, sadece teknik bir sorun değil, hareketin gelişmesinin yasaları nın doğru olarak kavranması ile ilişkilidir. önce Demir Çelik Fabrikası örgütlenmeli, buradan elde edilen ilk temel güç derinlemesine ve yaygın bir güç haline getirilmeli, yani hala fabrikanın sınırları içindeyiz, ardın· dan Karabük şehrinin diğer işletmeleri, emekçi mahalleleri ve ardından kasabalar, köyler hedeflenmelidir. Marjinal bir güç olarak kalmamayı ve aynı zamanda da bir proleter hare­ keti olarak gelişmeyi hedefleyen komünistler için hareketin gelişmesi· nin yasasıdır bu. Bütün Karabük ve çevresini etkileyecek olan büyük proleter eylemi Karabük lisesinden doğmayacağı gibi, mahalle kahve· sinden veya Karabük 'te ki 40 - 50 kişi çalıştıran bir işletmeden de doğ­ mayacaktır. Tüm şehri ve çevresini etkileyecek olan eylemin odağı bil· yük ölçekli sanayi işletmeleridir. Bir lisede, mahallede veya küçük çaplı bir işletmede de devrimci atılım­ lar olabilir ve bunlar büyük ölçekli fabrikadaki atılımdan daha önce de olabilir. Bir çok zaman böyle olmaktadır da. Komünistler bütün bu atı· lımları değerlendirmek, hepsine yetişmekle elbetteki yükümlüdürler. Ancak perspektif bütün bu eylemleri, örgütlenmeyi marjinallikten çıka· racak olan büyük fabrikanın örgütlenmesine kanalize etmek olmalıdır. Lisede, mahallede ya da küçük işletmede olan haksızlığı, zulmü derhal büyük fabrika işçilerine teşhir etmek gerekir. Onları haksızlığa, zulme karşı uyarmak, eyleme çağırmak gerekir. Proletaryanın siyasal bilinci­ nin gelişmesinin yolu da zaten budur. Küçük işletmelerdeki eylemlerin her biri büyük fabrika örgütlenmesinin tuğlaları görevini görecektir.Ve, ne vakit ki büyük fabrikanın işçileri mücadeleye başlayacaklar, işte o vakit bu mücadele etkisini yüzlerce kere fazlasıyla tüm şehre ve çevre· sine yayacaktır. Komünistlerin programını benimsemiş onlarca, yüzler-

69


ce işçi bu programın doğrultusunda binlerce, onbinlerce işçi ve emekçi· ye hitap edeceklerdir. Marjinal değil, yığınsal bir güç olmanın yolu bu· dur. Tabü, bütün bu söylediklerimiz yığınsal bir proleter gücünü hedef· leyenler-içindir.

24. Fabrika temelindeki örgütlenme esasını tamamlayan bir başka yapısal özellik ise örgütlenmenin alabildiğine basit olmasıdır. Partinin tüm faaliyetini koordine eden merkez komitesi ile temel örgüt, fabrika komitesi arasında ne denli az örgüt birimi olabilirse bu parti iş· lerliğinin ve parti yapısının sağlılığını getirecektir. Partinin aşağicİan yu· karıya, ve yukarıdan aşağıya işlerliğinin en temel prensibiolmalıdır sade bir örgütlenme.özelliklede küçük, yeni oluşan bir örgütlenme için örgüt­ sel yapının sadeliği daha da önemlidir. Bu noktada Komünist Enternasyonal 'in örgütlenme Bürosu 'nun komü· nist örgütler için hazırladığı taslak tüzüğe değinmek gerekiyor. Türkiye solunun bir çok grubu ve özellikle de "Kurtuluş Sosyalist Dergi "de ya­ yınlanmış olması nedeniyle* Kurtuluş Hareketi saflarında da bu taslak . tüzük adeta örgüt tüzüğü olarak benimsendi . Diğer bazı tartışıl· m ası gereken yanlarınuı yanı sıra bu tüzük taslağının en önemli -bizim için bugün tam anlamı ile geçersiz olan·- yanı muazzam bir bürokratik yapıya sahip olmasıdır. üye sayısı onbinleri, yüzbinleri belki milyonları bulan komünist partileri için bf4rlesi bir örgütlenme kaçınılmaz hale gelebilir. Ancak, olu· şum halindeki bir örgütlenmede böylesi bir hiyerarşik yapılanma olağan üstü bir bürokrasiden başka bir şey yaratmaz. öte yandan bir de Lenin'in RSDİP'nin kuruluşundan önce anlattıkları

* "Kurtuluş Sosyalist Dergi "nin 31. sayısında yayınlanan bu tüzük tasla· ğma ek olarak yayınladığımız Lenin 'in uyarı yazısı ne yazık ki aynı ilgi· yi çekmedi. Lenin bu uyarısında taslağın çok Rusça olduğunu vurgulu· ' yor ve Rus olmayanlar için anlaşılmaz olduğunu söylüyor. Ve yabancı· tarın "bir put gibi onu köşeye asıp dua ederken tatmin olmayacakları· nı" anlatıyor. Bu tüzük taslağının ç izdiği yapıya göre partinin temel ör· gütü "hücre"dir. Onun üstünde 1) yerel örgüt, 2) mahalle örgütü, 3) alt bölge örgütü, 4) bölge örgütü ve 5) merkez komitesi vardır. Bu arada alt bölge ve bölge örgütlerinden bahsedilirken bir de ne olduğu belli olma· yan şehir örgütlenmesinden bahsedilir.

70


var. Olabildiğince basit, kuralları az bir örgüt önerir Lenin; fabrika örgü· tü, yerel örgüt, merkez. Fabrika örgütü çok zaman doğrudan merkezle muhataptır. Bir kural olarak daima merkezle doğrudan ilişki hakkına sahiptir. Ve, üstelik Lenin bu bürokrasiden uzak, sade örgütlenmeyi dün· yanın coğrafi olarak en büyük ülkesi, Rusya için öneriyor. Fabrika ile merkez arasındaki örgütlenmenin sadeliği aynı zamanda ör· gütiçi yaşamın, demokratik merkeziyetçiliğin üzerinde de önemli bir etkisi var. Küçük, yeni bir örgütlenme için gelişkin bir hiyerarşik yapı, ard arda dizilmiş sayısız karar organı örgüt yaşamı i çindeki tartışmayı, canlılığı öldürür ve yerine, ağır, hareket kabiliyeti az olan bir örgütlen· m e oluşturur. Ancak madalyonun öbür tarafıda benzer bir sonuç yaratacaktır. Gerekli olduğu ölçülerde karar organlarına sahip olmayan örgüt bu kez de kendisini bitmek tükenmek bilmeyen "tartışmaların " ortasında bulacak, ve gene ağır, hareket kabiliyeti olmayan b i r örgüt· lenme olacaktır .

25.

Komünistlerin örgütiçi yaşamının ilkesi demokratik merkeziyetçiliktir. Bugün dünya sosyalist hareketinin en yoğun tartışma sorunlarından biri· sidir demokratik merkeziyetçilik. Karşılıklı çok sık tekrarlanan bazı en temel ilkeler bile bu tartışma içinde çok zaman yeni anlamlar, içerikler kazanmakta. Türkiye devrimci hareketi için komünist örgütün bir proleter örgütü ol· duğunu kanıtlama, bu tartışmayı sürdürmek birinci halka ise, ikinci hal· ka da harekete egemen olan çarpık demokratik merkeziyetçilikle veya daha doğrusu salt merkeziyetçilikle mücadele etmektir.

1 2 Eylül askeri diktatörlüğünden bu yana bazı gruplar "demokrasi adına laçkalık geliştiriliyor" şiarı altında artık yavaş yavaş demokratik merke· ziyetçilik teriminin yerine sadece ' 'Leninist merkeziyetçilik ' ' terimini geçirmeye başladılar. Bir diğer grup ise "gizlilik koşullarında merkezi· yetçilik öne geçer" şiarının altında -ki , birinci grup da bu şiarın arkasına gizlenmektedir-- demokratik merkeziyetç iliği ortadan kaldırıp yerine sadece merkeziyetçiliği geçirmektedir. üçüncü bir grup ise en bi· linen yöntemle "eskiden beri ve dünya çapında geçerlidir- leninizmin demokratik merkeziyetçilik üzerine söylediklerini zaman ve koşullardan ve bağlantılı olduğu diğer görüşlerden, tezlerden kopararak merkeziyet· çiliği öne sürmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki , Türkiye devrimci hareketi açısından demokratik merkeziyetçiliği laçkalık haline getiren hiçbir ciddi tehlike yoktur. Bu nedenle, bu yazının notları içinde böylesi bir tehlikeye, akı· ma karşı teorik öncüller iletj sürülmeyecektir. Var olmayanla mücadele

71


etmek, kanımca, gerçeğe aykırı bir tutumdur ve saçmalıkla uğraşmak­ tır. Bugün hareketin önündeki tehlike komünizmi , onun örgüt, disiplin anlayışını burjuva ordusunun örgütlenmesi , disiplini düzeyine indiren merkeziyetçilikle mücadele etmektir. Laçkalığı geliştirecek liberalizm ortaya çıktığında onunla mücadele etmekte boynumuzun borcudur.

26. Demokratik merkeziyetçilik üzerine olan tartışma sadece komünist ör­ gütün iç işlerliğinin tartışılması değildir, daha da öteye iktidar sonrası sorunların da tartışılmasıdır. Leninist demokratik merkeziyetçiliği kaba bir merkeziyetçilik düzeyine indiren güçler aynı zamanda sosyalizmin bir başka temel sorunu olan ikameciliği de dolaylı ya da açık bir biçimde savunurlar. Sekterizm, ika­ mecilik ve merkeziyetçi parti anlayışı birbirlerini tamamlayan ve birbir­ lerini üreten anlayışlardır. Birinin ileri sürülmesi ve savunulmaya başlan· m ası, mutlak olarak diğerlerinide ortaya ç ıkarmaktadır. Bugün bu her üç görüşde 'resmi sosyalizmin " temel taşlarını oluştur­ maktadırlar. Dolayısıyla · 'resmi sosyalizmin ' ' ideolojik etkinliği altında­ ki Türkiye solu esas olarak bu üç anlayıştan birini alıp diğerlerini üret­ memekte, tersine üçünü birden sosyalizm anlayışı olarak benimsemekte­ dir Buna rağmen anlayışın gelişip şekillenmesinde ·-buna Türkiye sol hareketinin çeşitli gruplarının/partilerinin kendi grupsal/partisel şekil· lenmeleri, grupsal/partisel gelenekleşmeleride diyebiliriz- örgütiçi ya­ şama ait merkeziyetçi anlayış yakalanan ilk halka olmakta ve sekteriz­ mi ve ikameciliği o örgütün bağımsız yaşamı içinde de üretmekte, ge­ Ienekleştirmekte veya "resmi sosyalizm 'den alınanı sağlamlaştırmakta· dır Bu nedenle, "resmi sosyalizm "le Türkiye ve Kuzey Kürdistan özelinde mücadele etmenin ilk halkası merkeziyetçi parti anlayışı ile mücadele etmektir. Ya da bir başka deyişle, demokratik merkeziyetçiliği kaba bir merkeziyetçilik olarak kavrayan anlayışlarla mücadele etmektir . örgütlenmemiz pratik anlamda da böyle bir mücadele den�yini Kurtu· Iış Hareketi (birleşik Kurtuluş örgütü) içinde de yaşadı. Merkez Hizip diye adlandırdığımız, bugün kendisine TKKKö adını alan Tasfiyeci akım örgüt içi mücadelede demokratik merkeziyetçiliğin, Kurtuluş Sosyalist Dergi '!erde ki az çok doğru teorik temellerini de pratik tutumu ve teorik yazınıyla ortadan kaldırırken aynı zamanda sek­ terizmin ve ikameciliğin en güzel örneklerini verdi. Bizler Kurtluş Hare­ keti içinde bu deneyi yaşarken , Türkiye ve Kuzey Kürdistan solunun çok sayıdaki örgütlenmesinde de benzer deneyler yaşandı. Genellikle

72


merkeze hakim olan ve bu nedenle de çoğunluğu arkasına toplayabilen gruplar örgütsel tartışma/mücadele içinde merkeze karşı çıkan akımları, grupları diğer birçok suçlamanın yanı sıra "davadan dönmek ", "teslimi­ yetçilik " ve benzeri biçimlerde suçlamasına rağmen bölünmelerden do­ ğan yeni örgütlenmeler en az suçlamada bulunan, merkeze hakim örgüt kadar devrimci faaliyete devam ettiler. Ancak, örgüt içi mücadelede merkeze hakim olan kliğe, sekte karşı ör­ güt içi tartışma/mücadele günlerinde demokrasi talep edenler, bir süre sonra merkez hizipten bağımsız bir örgütlenme oluşturur oluşturmaz önceki birleşik yapıya tıpa tıp benzer bir "yeni" örgütlenme haline gel­ diler. Demokrasi isteyenler en keskin merkeziyetçiler halini aldılar, alı­ yorlar. Bu durumun başlıca nedeni, kuşku yok ki "resmi sosyalizm "in Türkiye ve Kuzey Kürdistan solu üzerindeki kesin egemenliğidir. Kurtuluş örgütü, örgütlenmemiz, bugüne kadar esas olarak bu eğilimin dışında kalmayı başarabildi . Ancak , sekterizmden , ikamecilikten tam anlamı ile kopabilmemiz için önümüzde daha uzun bir mücadele var.Ge­ rek pratik olarak, gerekse teorik olarak , maddi koşulların en zorlu oldu­ ğu günümüz şartlarında teorik olarak Türkiye solunu ideolojik egemen­ liği altında tutan "resmi sosyalizm"le mücadele ettikçe ve bu mücadele­ nin ortaya çıkardığı sonuçları pratiğimize egemen kıldıkça yolumuzu daha kesin çizgilerle ayırdedeceğiz.

27. Leninist demokratik merkeziyetçiliği · çarpıtan tüm anlayışların ortak olduğu nokta bu terimin iki ögesini; demokrasi ve merkeziyetçilik, bir­ birlerinden ayrı ayrı olarak ele almaları ve dolayısıyla demokrasi için bir tanım, merkeziyetçilik için bir başka tanım yapıp sonra bu iki tanımı üst üste koyup yeni bir tanım; "demokratik merkeziyetçilik" tanımı yapmalarıdır. Böylelikle ortaya eklektik bir anlayışçıkmaktadır. Ve bu eklektik tanımın ağır basan ögesi merkeziyetçiliktir. Oysa, komünistler için demokratik merkeziyetçilik tek bir tanıma sa­ hiptir. O, birbiriyle çelişen bu iki kavramı eşit ölçüde önemlerle birleş­ tiren ve tek bir kavram haline sokan bir anlayıştır. örgüt içi yaşamın merkezi bir yapılanmaya olan ihtiyacı üzerine sayfa. lar dolusu yazmak mümkün ve zaten bu gereğinden fazla yapılmaktadır. En kısaca, merkezi bir örgütlenmeye sahip o lan kapitalsitler karşısında ortak, toplu hareket edebilme isteğidir merkezi bir yapıya sahip olmak . Böyle bir yapı olamdan açıktıt ki bir grup insan ortak bir hedef için bir· likte hat�ket edemezler. Onların hareketini koordine edecek, aynı anda aynı davranışı göstermelerini sağlayacak bir yapıya ihtiyaçları vardır. �---�

73


Dünya ve ülke düzeyinde, bölge, alt bölge düzeyinde bir dizi otorite ol· madan dünya düzeyinde bütün ülkelerde, bölgelerde ve alt bölgelerde or· tak eylem, birbirlerini tamamlayan ve birbirlerinden farklılıklarına rağ· men biı:. otoritenin koordinasyonu altında bir araya getirildiğinde tek bir eylem sürecini oluşturmak mümkün değildir. A, B ve C fabrikalarındaki her birim kendi fabrikasının özel koşullarına uygun eylemleri yerine getirecektir. A, B ve C fabrikalarının oluşturdu· ğu X bölgesinin eylemi bir yanıyla A, B ve C fabrikalarının özgün ey­ lemlerinden oluşacaktır. Ancak eylemde birlik bu düzeyde kaldığında ortaya çıkacak örgütsel yapı federatif bir yapı olacaktır ki, böylesi bir yapı demokratik merkeziyet çilikten son derece ayrı bir anlayışın ürü· nüdür. Bizim örgütlenmemizde X bölge komitesi A, B ve C fabrikalarının öz­ gün eylemlerini bir araya getirip koordine ederken, aynı zamanda ve da· ha önemli olarak üç fabrika komitesinin de aynı anda X bölge komite­ sinden aldıkları perspektifler doğrultusunda eylem yapmalarını sağla· maktır. X bölge örgütü ise Y ve Z bölge örgütleri ile birlikte ülke çapın· daki merkezin, merkez komitesinin eylemini oluştururlar. Bu defa merkez komitesi X bölge komitesinin fonksiyonunu ülke çapında yeri· ne getirir. A, B ve C f�b : X bölge komitesi (ya da ülke çapında merk�z om tesi) saptar derken ikı tıflerı perspek n oluştura birliğini eylem ın rikalann noktanın altını çizmek gerekir .

� �

� �

l ri n o u ş· ı . X bölge örgütü A, B ve C fabrika örgütlerinin _temsilci ?, � . orgutlerı nın n �brıkalan bu komitesi bölge X ve örgüttür bir. turdu ğu . a· yapdanm Merkezı seçılır. n temsilcileri tarafından ve onların arasında . . . budur da parçası bir nın

yön· 2. X bölge örgütünün görevi A , B ve C fabrikalarının tüın eylemini nda lendimıek değildir. Bu fabrikaların örgütleri ken i eylem alanl� duşen, organa üst rdır. verecekle karar kendileri ne eylemleri özgün kendi ştirme , genel perspektifler vermenin yanı sıra bu özgün eylemleri birle_ vb.dır. aktarmak olanak malzeme, , sağlamak ilişkileri ki aralarında

Böylesi bir örgütlenme komünistlerin eylem birliğini sağlar. Burada hemen belirtilmesi gereken nokta eylem birliğinin temelinin altı çizi· lerek gösterilmeye çalışıldığı gibi merkezi bir yapıya sahip olmamız olmadığıdır. Merkezi yapılanma sadece bir araçtır. Eylem birliğini sağ­ layan temel öge teorik ve siyasal birliktir. Ancak, teorik ve siyasal bir· liğin varlığı merkezi bir yapının varlığını rasyonel ve fonksiyonel kı­ lar. Yoksa, teorik ve siyasal farkldıkların varlığı halinde istediği kadar

74


merkezi bir yapı olsun, eylem birliği olası değildir. örgüt içinde teorik ya da siyasal bir tartışma, kutuplaşma çıktığında eylem birliğinin zemini kayganlaşır ve tartışmanın şiddetine bağlı ola­ rak zemin ya yeniden sağlamlaşır ya da sarsılıp hepten eylem birliğini olanaksız hale getirir. Bunun tek nedeni, komünistlerin birliğinin gö­ nüllü bir birlik olmasıdır. .!liçbir kural gğniilfü glmaşı gereken bıı...r.l:ı.j ­ liği suni bir biçimde ayakta tııtam.az .

Madem ki merkezi yapının temeli kurallar değil teorik ve siyasal anlaşmadır, o takdirde, yeni bir ögeye, siyasal olarak anlaşmamızı sağlaya­ cak olan tartışma olanaklarına, demokrasiye ihtiyacımız vardır.Demok· rasi, yani teorik ve siyasal sorunlar üzerinde tartışabilme, kollektif ira­ deyi etkileyebilme, biçimlendirebilme olanağı olmadan komünistçe bir merkezi yapı oluşamaz. Tartışmada, yani teorik ve siyasal hattın oluşturulmasında, tam bir öz­ gürlük olmadan, yani gönüllü birliği sağlayan biricik olanak olmadan ey­ lemde birlik mümkünmüdür? Elbette hayır. Tartışmada özgürlük olma­ dan, görüşlerin birbirleriyle çarpışması olmadan birlik elbette söz konu­ su olabilir. Böylesi birlikler var. Ancak bu tür birliklerin en güzel örnek­ leri burjuva devleti, burjuva ordusu vb. dir. Komünistler için tartışmada sınırsız bir özgürlük olmadan, kollektif ira­ deyi belirlemede en geniş, en yetkin olanaklar olmadan oluşacak bir merkezi yapı sadece birlikte yürüyonnuş havasını verecek ve ayrılığın objektif koşulları daima hazır olacaktır, ya da birlikte yürüdüklerini sa­ nanlar gerçekte farklı yollardan ilerlemeye devam edeceklerdir. Tartışmada özgürlük yani demokrasi, merkezi yapılanmadan, yani mer­ keziyetçilikten bir an bile ayrı düşünülemez. Yukarıda anlattıklarımızın tam tersinden de olaya baktığımızda, nasıl ki tartışma olmadan sağlam bir gönüllü birlik, eylem birliği, yani merkezi bir yapılanma olmazsa, tartışmanın sonucu da merkezi yapıyı korumak, ilerletmek, yani eylem­ de birlik içindir. Eylemde birliği hedeflemeyen bir tartışma örgütü siya­ sal bir olgu olmaktan çıkarır. Dünyayı değiştirme kararlılığının yerini sohbet birliği alır. ·

75


Kollektif iradeyi kollektifçe belirleme, demokrasi , mutlakolarak eylem birliğini merkeziyetçiliği hedeflemeli, eylem birliğinin garantisi olarak merkeziyetçilik ise mutlak olarak demokrasiyi hedeflemelidir. Bunların birbirinden ayrı olarak ele alınması, düşünülmesi, ya da birinden birinin şu veya bu nedenle -genellikle baskılar artınca merkeziyetçilik de artar denir- ağırlık kazanması bir bütün olan demokratik merkeziyetçi· liği işlemez hale getirir. Tartışmada özgürlük eylemde birliği hedeflemelidir ancak bir an dahi U· nutmamk gerekir ki tartışma, farklı görüşlerin çatışması daima potansi· yel olarak gönüllü birliğin bozulmasını, ayrılığı da bağrında taşır. Bu , sağlıklı bir o lgudur. Teorik ve siyasal sorunlar üzerine tartışma, anlaşa­ mama ve anlaşmazlığı gönüllü birliğin devamının önünde engel olarak görme, yani1 ayrılık sağlıklılıktır. Anlaşamadığı halde anlaşıyormuş gö· rünen, dolayısıyla birlikte yürüyormuş gibi yapan ama aslında farklı yollarda ilerleyenlerin ayrışması merkeziyetçiliğinde sağlıklı olmasını sağlar.

28. Burada üzerinde çokça spekülasyon yapılan bir noktaya değinmek ge· rekiyor. �er taptı�maözeiir!iiğünden söz ediyorsak bu örıtğt jcjpde far�· d_emektir. Ortada farklı görüşler, farklı teorik ve Jı götljsleı:in vari asal ç özümleme er yoksa, <tt akdirde tartışmanın anlamı ne ?

sly

t

Bu anlayışı oluşturan fikirleri tek tek ele alırsak : 1) Tartısmadan yana­ dır , öyleyse her tartışmada olduğu gibi ep az jkj ııörijşüp jkj t11t11'Ulln vathl?fhtR:arı'Cif"etmelidir. 2) En azdan hareket edersek, iki görüşün varlığı bu iki görüşden birini veya diğerini savunan üyelerin varlığını da kabul ' etmektir. Bir başka deyişle, tartışma sorunu veya sorunları etrafında iki grupta toplanmış üyelerin varlığını kabul etmelidir. 3) Fakat, bütün bunlara rağmen "örgüt hiziplerin varlığı ile bağdaşmaz" klişesinin arka· sına sığınarak farklı görüşleri red eder. l şte bu iki tutum birbirleriyle çe· lişir. Eğer tartışmayı demokratik merkeziyetçiliğin kopmaz bir ögesi olarak görüyorsak o takdirde üyelerin farklı gruplar etrafındaki saflaşmalarını, gruplaşmalarını da kabul etmek zorundayız. Yukarıda da değindiğim

76


gibi her tartışma potansiyel olarak ayrılığı da bağrında taşır fakat tar· tışma ve ayrılık zorunlu o larak b irbirlerini izleyen süreçler değildir. Tartışma eylemde birlik, merkezi yapının devamlılığı i ç in yapılıyorsa o takdirde bazı kuralları o lmalıdır. Başlamasını, sürmesini ve b itmesini garanti altına alan kurallardır bunlar. Kurallar tartışmanın hem başlama· sını hem de bir süreç izleyerek bitmesini de garanti altına almalıdır. Tartışmanın bitmesi, sürecin sonuna gelinmesi, söylenebileceklerin ta· mamının söylenmesi ve artık kollektif iradenin şu ya da bu biçimde be· lirlenmesidir, bu karar noktasıdır.

Hizip, bir teorik ya da siyasal sorunda örgütün geri kalanlarından farklı bir biçimde ortak düşünen üyeler topluluğu değil, buna ek o larak örgü· tün geri kalanından ayrı bir merkezi yapılanmaya ve bunun bir sonucu olarak ayrı eyleme sahip olan üyeler topluluğudur. Böylesi yapılara sahip bir örgütün eylem birliğini sürdürebilmesi o lası değildir. Bu noktada "resmi sosyalizm "in son derece zararlı bir anlayışına da de· ğinmek gerekir. §u anlayıs,hizjp kurma hakkına şiddetle uldırır�n ·· · · · · kur· "o ortünizme kar ı ak" lenin bi i · · m ır u anlayış sa iplerinin başlıca dayanağı Bolşeviklerin 1 9 1 2 e Menşeviklerden tam analamı ile kopup RSDİP(B)'yi kunnala· rına kadar RSDİP içirı®� durumlarıdır. Oysa en kör göz dahi, en basit mantık dahi, RSDİP(B) 'niri kurulmasına kadar ki süreçte Bolşevikler ne kadar hizpdiyselerMenşeviklerin de o kadar hizip olduklarını ve Menşevikler Bolşeviklere ne kadar tahammül ettilerse Bolşeviklerin de Menşevik hizibe o kadar tahammül ettiğini görebilmelidir. -

29.

Hiziplerin Üinetlenmesi, fakat, bu arada "biz

77

.

" kurarsak, bu oportunızme


Demek ki, pratik bir gerçeklik olarak bilmek zorundayız ki tartışma ka­ rar anından sonra da devam etmek zorundadır. Burada karşımıza hemen "öyleyse eylem birliği ne olacak ? " sorusu çıkarılacaktır. işte bu noktada gönüllü birliğin mutlak zorunluluğu bir kez daha karşımıza çı· k ıyor.

öte yandan, siyasal tutumlar açıktır ki belirleyicidir. Çoğunluk siyasal bir tutumla azınlığı kendisinden koparabilir. Bir tartışma sürecinin so­ nunda , programatikbir ayrılıkta bu olasıdır. Bu noktada zaten azınlık· ta ayrılmayı kesin olarak kararlaştırmıştır. Artık yolların ayrılması ka· çınılmazdır. Ancak pratikte rastladığımız örnekler, özellikle de Türkiye solunun örnekleri tamamen farklıdır. Bolşevikler için Menşeviklerden ayrışma uzun bir sürecin, yoğun bir tartışmanın ve mücadelenin sonucu yaklaşık 10 yılda gerçekleşti. Tür· kiye solunun pratiğinde ise ayrışmaların süreci aylarla ifade edilebilir.

78


Bir örnek olarak, (en iyi bildiğimiz) Kurtuluş Hareketi 'nin aynşmasını ele alalım. Bilindiği gibi ayrışmanın sonucu doğan iki örgütlenmeden TKKKö birleşik Kurtuluş Hareketi'nin merkez çoğunluuğna sahipti. Onların t�tumu örgütsel mücadele günlerinde Kurtuluş Geçici örgütü/ Komite'si adını kullanan örgütlenmemizi oluşturan yoldaşlara karşı sekterizm oldu. Tartışmaya izin vermediler. örgütsel yapı, kurallar ve gelenekler tartışmaya izin vermediği gibi, olabilen kadarı çoğunluğuna ğun çıkarları doğrultusunda tamamen kapatıldı. Ço ğunluğun ç ıkarları azınlığın sesini boğmaktı. Azınlığın tezlerinin, azınlığın geçmişe ilişkin eleştirisinin örgütün geri kalan kesimlerince duyulmaması idi. Var olan örgüt anlayışları, "azınlık çoğunluğa itaat eder" vb. örgütün geri kalan kısmının da merkez çoğunluğunu desteklemesini sağladı. öyle ki bazı yoldaşlar merkez çoğunluğunu oluşturan Tasfiyeci Hizibin unsurların· dan çok daha sekter tutumlar aldılar: ' 'Tartışma istemelerinin özeleşti· risini yapmazlarsa, yazılarını kabul dahi etmeyin" diye merkeze öneri· lerde bulundular. Merkez ise, zaten böyle bir anlayışı üreten organ ola· rak bu tür bir tutum aldı. Sonuç, Kurtuluş Hareketi azınlığının çoğunluktan aynşması oldu, iki yeni örgütlenme, birbirleriyle tartışmadan, bu olanağa hiçbir şekilde sahip olapıadan olustu. f!!men denecektjr kj ama sjz exıeın birliğini bozuyordunuı Bu do ru bir iddiadg. ,gerçekf:en de Geçici Komite l(urtnhış Haqketj mer ezin•n o teşj dışında ki ayn hjr öızütlen=09' di. Kendi sj§rpspl taaUıretj1 kendi öı:giitseı JBP'§' kumllan yprc'ı Ama büti!Jıb unlar n@den olmuştu. Sorunup can alıcı xeri budyr r.�

f

f"1Ji

Tartışmaya izin vermez, tartışma isteyenleri "tartışma özgürlüğü isti· yorlar, hatta bunu eleştiri özgürlüğüne kadar götürüyorlar' ' diyerek saf. larından uzaklaştırırsan bunun sonucu, saflarından uzaklaştırdıklannın ayn örgütlenmesidir. S()nı:a� "haydi gelin, sizi gene saflarımıza alacağız" dediğinde ise, bu kez, sosyall:iir olgu ile karşılaşırsın: yeni bir örgüt. Kurtuluş Hareketi saflarında bizler bunları yaşadık. (önemsiz ayrıntı· larla hemen her örgüt benzer sorunlar yaşadı, yaşıyor.)· Çoğunluk siya· sal bir kararla azınlığı saflarından uzaklaştırdı. Bu siyasal tutum, yukarıda değindiğim türden bir siyasal tutum değil· dir. Ayrılık programatik, teorik sorunların örgüt içinde tartışılması, kamplaşılması ve bunun sonundaki ayrışmanın ürünü değildir. Böylesi doğal olandır. Bizim ayrılığımız ise sunidir. Tartışma olmadan, ve zaten, tartışma olmaması için ayrışıldı, veya daha doğrusu çoğunluğa egemen merkez;azınlığı çoğunluktan uzaklaştırdı. Azınlığın çoğunluk haline ge· lebilmesinin yollarını kapattı. Tartışma olsaydı bizler mutlaka çoğunluk olurduk demek istemiyorum. ola· Bu gereksiz bir spekülasy on_,olur. Söylemek istediğim , bir olasılık

79


rak azınlığın görüşlerini tartışma içinde örgüte, örgütün büyük çoğunlu· ğuna mal etmesidir. Aynı şekilde çoğunluğunda azınlığın tamamını kendi _g_örüşlerine gene tartışma içinde kazanmasıdır.

Böylelikle sarsılan, yıkılan sadece örgüt içi demokrasi değildir. Yıkılan aynı zamanda merkezi yapıdır. Niceliği ne kadarsa, örgüt o kadar unsu­ runu onlarla tartışmadan, onları ikna etmek için hiçbir çaba harcama· dan kaybetmiştir. Azınlık çoğunluk olma şansını kaybederken, çoğun­ lukta mutlak çoğunluk olma şansını " kaybetmiştir.* Bütün bu gelişmedeki egemen anlayış "azınlığın çoğunluğa itaati" anla· yışıdır. Beklenen ikna değil, itaat olunca, birlik bozuldu. Bazıları sadece bize dönüp, "şimdi azınlıksınız, onun için bunları an­ latıyorsunuz" diyecektir. Türkiye soluna egemen olan anlayışlar içinde bu haklı b ir i ddiadır. Kurtuluş örgütü pratiği ile bu iddianın bizim için haksızlığını kanıtlamak zorundadır.

Bugüne kadar ki yazınımız, oluşturduğumuz anlayışlar, bir çok pratik adımımız, 1. Kongre lsararlarımız olumlu ileri adımlardO'. Ancak, daha öncede değindiğim gibi, önümüzde daha uzun bir yol var. Türkiye soluna hakim olan anlayışları gözününe aldığımızda, bugün vur­ gulanması gerekenin "azınlığın çoğunluğa uyması" ilkesi değil , çoğun· luğun azınlığı kazanması, bunun gereklerinin yerine getirilmesinin yön­ temleridir. •

* Azınlık ve ço ğunluk terimlerinin sekterler açısından çok büyük bir Ö· nemi vardır. Onların birliklerini sağlamadaki önemli motiflerinden biri· sidir "çoğunluk" olma. Sayıca az da olsalar, çok da olsalar hep çoğun­ lukturlar. Bu durumları pek inandırıcı olmayınca da "Bolşevik" olurlar. Kurtuluş Hareketi i çinde de benzer bir deney yaşandı. Tasfiyeciler -ki, onlar kesinlikle çoğunlukturlar- tüm güçleriyle saflanndan uzaklaştır· dıklarının azınlık, hem de 3-5 kişilik bir azınlık olduğunu anlattılar. Bir· çok yoldaş bu propagandaya inandı. "Ayrılan zaten 3-5 kişiymiş " diye· rek, pek de aldırmadılar. Bugün kimin kaç kişi olduğu daha belirgin, a· ma sorun, bu değil. Sorun, tasfiyeci hizibin bu arada bir kere daha nite· liği niceliğe, demokrasiye kurban etmesi ve kafalara sakat bir mantığı bir kez daha çakmasıdır.

80


30. _!:)portünlzme �arşı mücadelede bir yöntem olarak " hizip kunna hakkına � layış ta azınlığın itaat etmesini bekleyen sekterizmden farklı değildir. Azınlıkta olduğu vakit kendisine hizip kunna hakkını ta· nır, ama kendisi ç oğunlukta olunca, bir başkalannın tartışma hakkını tanımaz. Çünkü, bu kez azınlık oportünisttir ve oportünizmin elbette ki --hakkı yoktur ! Buradan ulaşacağımız yer, merkezin mutlak doğruluğudur. Marksizm tektir ve onun tek temsilcisi merkezdir. Aynen, Allahın tekliği ve Mu­ hammedin onun tek temsilcisi olması gibi. Başka bir yoruma izin yok. Başka bir yorumun tartışılma hakkına izin yok. O kadar ki, azınlıkta kalınca dahi kendi hizibimizi kuracağız ve bu kez de kendi hizibimlzin disiplini ile tartışmayı kendi saflarımızda engelleyeceğiz, ç oğunluk bizi etkilyeemeyecek.

31. Sık sık birbirlerine karşı il�ri s�en iki tez var: demokrasinin teminatı seçimmidir, yoksa yoldaşça güvenmidir. Bu iki tezi birbirlerinin karşıtı olarak koymak kadar budalaca birş şey olamaz Komünist örgüt i çinde yoldaşça güven esas olmak zorundadır. Böylesi bir güven olmadan demokratik merkeziyetçilikten bahsedilemez. Ancak yoldaşça güven nasıl doğacaktır ? Sorun budur. Güven üzerine sayısız subjektif faktör sayılabilir. Bunlann hiçbiri tek başlarına güveni yaratacak olgular olamazlar. Güven tek bir temele sahiptir. Bireyler kollektif iradeyi belirleyebilme olanağına sahipseler, örgüt bunun kurallarına ve koşullarına sahipse, o takdirde yoldaşça gü· venin sağlam, sarsılması zor temelleri vardır. İki tezi karşı karşıya getirenler Lenin 'in "Ne Yapmalı ?"sına dayanma· ya çalışırlar. Lenin, "Ne Yapmalı ?"da gizlilik koşullarında örgütlene· cek , profesyonel devrimcilerin belkemiğini oluşturacağı bir parti ta· nımlamaktadır. Ama "Ne Yapmalı ?" Lenin'in tüm parti anlayışını an· latmaz. Belli bir koşulda, belli ihtiyaçlar için ve belli sapmalara karşı yazılmıştır . Nitekim koşulların ve ihtiyaçların d�ğişmesi ile birlikte Le· nin'in örgütlenme üzerine söyledikleri de değişmiştir.* "Ne Yapmalı ?"nın Türkiye solu tarafından tek yorumu onun merke·

* Bakınız bu sayıda yayınlanan 'Oniki Yıl' Derlemesine önsöz.

81


ziyetçi bir parti savunmasıdır. "Ne Yapmalı ?"nm ve Lenin'in merke· ziyetçi bir parti savunduğunu ileri sünnek Lenin'in o dönemdeki karşıt· tarı ile aynı yere düşmektir. Hatırlanacağı gibi Menşeviklerden Ekono· mistle�, Rosa Luxemburg 'dan Troçki 'ye, Partinin inşaası dönemindeki karşıtları Lenin'i "aşırı merkeziyetçilik"le, "diktatörlük "le suçlamak· taydılar. Lenin'in Rosa'ya karşı yazdığı yazı* bütün bu tür iddialara en iyi cevaptır. RSDİP'nin kuruluş dönemini iyi kavramak gerekir. Lenin 'in deyimiyle "amatörlük " temelinde inşa olmuş, özerk, b irbirlerinden kopuk sayısız sosyal demokrat çevre dönemin başlıca karakteristiğidir. Buna ek olara�e E konomistler karşı karşıyadır. Iskra iki kanada sahiptir. Yahudi"Orğütu Bund'un yanı sıra Polonyalılann örgütü vardır. Bu dağı· nıkhk, parçalanmışlık içinde Lenin en kısaca "amatörlüğe" karşı pro· fesyonelliği, federalizme karşı merkezi yapılanmayı siyasal ve yapısal sınırları belirsiz bir örgüte karşı sınırları belirli b ir örgüt savunmaktadır. Türkiye solunun örgütlenmelerine baktığımızda ise durum tamamen farklıdır. Hiç bir grubun/partinin organik birleşimi, örgütsel yapısı Rus sosyal demokratlarına benzememektedir. Türkiye so lunun sorunu da· ğınık, özerk çalışma içindeki grupların bir araya getirilmesi, merkezi bir otorite altında toplanması değil, var olan merkezi yapılann ye· teneklerinin geliştirilmesidir. Kısacası bizim koşullarımız "Ne Yap· malı ? "nın yazıldığı Rusya koşullarından oldukça farklıdır. Gizliliğin zorunluluğu en önemli benzeşikliğimizdir. Ve zaten Lenin'de "geniş demokratik ilkelerin " gizlilik koşullarından dolayı hayata geçe· meyeceğini söylemiyor mu ? "Geniş demokratik ilke" ancak "tam bir açıklıkla" dğlanabilir. Lenin'in önermeleri doğrudur. "Ne Yapmalı ? " da anlattığı gibi tüm üyeler tüm üyelerin t üm faaliyetlerini aç ıklık içinde gözleyemedikçe seçim ilkesinin önemi azalmaya başlar. Fakat buradan seçim ilkesinin gereksizliği sonucuna varmak gene Lenin 'i hiç anlama· mak ve onu "aşırı merkeziyetçi bir diktatör" olarak gönnektir. Bolşe· viklerin hemen hemen 1 . 2 yılda bir kongre yaptıklannı, merkezlerini, delegelerini, komitelerini seçtiklerini hatırlarsak, ya Lenin Bolşeviklerle, Bolşevik pratikle ters düşmektedir, ya da Lenin 'in örgüt anlayışını mer· keziyetçilik olarak saptayanlar, seçim ilkesini unutanlar, neredeyse anti Leninist olarak görenler Lenin'le ters düşmektedirler.

* Bakınız "Kurtuluş Geçici örgütü Yaymlan"ndan ç ıkan broşür: 'Rosa Luxemburg • Lenin Tartışması üzerine', L. Karadeniz; 'Rus Sosyal De· mokrasisinin örgütsel Sorunları ', Rosa Luxemburg ve 'Bir Adım İleri, İki Adım Geri, N. Lenin'in R. Luxemburg 'a Cevab ı', V. I. Lenin.

82'


32.

Eğer komünistlerin proletaryanın çıkarlanndan başka bir ç ıkarlan yok· sa; ve eğer komünistler proletarya hareketinin kopmaz b ir parçası iseler; o taktirde proletaryayı ilgilendiren her sorun komünistlerin de sorunu· dur. Ya da, komünistleri ilgilendiren her sorun proletaryayı da ilgilendir· melidir. (Birincisi mutlak olarak geçerli olmasına rağmen, ikincisi her zaman geçerli olmayabilir. Bu durumda komünistler yanlış sorunlarla ilgileniyorlar demektir.)

33. Kendi başına bağımsız bir sorun olmasına rağmen demokratik merkezi· yetçilikle birlikte ele alınmasında yarar olan sorunlardan biri de legalite illegalite sorunudur. önce bir noktayı açıklığa kavuşturmak gerekir: legalite ve illegalite ile gizlilik ve açıldık bir ve aynı kavramlar değildir. Esas olarak legalite (ya· sallık) açıklığı , illegalite (yasadışıhk) gizliliği doğurmasına rağmen yasallık altında da gizli faaliyet, ve yasadışılık şartlarında da açık faali· yet komünist örgüt için kesin olarak zorunludur. Proletarya diktatörlüğünü ve kendi diktatörlüğünü korumak için zor kullanmakta olan burjuvaziye karşı zor kullanmayı yöntem olarak be· nimsemek komünist örgütü bir bütün olarak yasadışı bir örgüt haline so· k ar. Proletarya haıeketinin güçlü bir geçmişe ve kesintisiz denebilecek bir iter· leyişe sahip olduğu bazı ülkeler dışında, bırakalım proletarya diktatör· lüğünü hedeflemeyi, zorun kullanımını benimsemeyi, sınıf esasına dayalı siyasal örgütlenmeler dahi yasaktır.Bir çok ülkede ise sadece siyasal de· ğil, işçi sınıfının ekonomik örgütlenmesi dahi ya yasaktır, ya azgın bir baskı ile kontrol altındadır ya da zaman zaman yasaklanmakta sonra kontrol altında "serbest " bırakılmaktadır. Bütün bu şartlar altında ko· münist örgüt için illegaliteden b&şka bir seçenek yoktur. Proletarya hareketinin kazarrimlara sahip olduğu bazı kapitalist ülkeler· .'<

83


de ise komünist programın hedefleri gerçekte yasadışı o lmasına rağmen k omünist örgütler bu ülkelerde yasaların saldırısına u ğramadan faaliyet sürdürebilmektedirler. Hiç değilse belirli süreler için. Kısacası, tüm kapitalist dünyada komünist örgüt daima burjuva yasaları­ nın ve uygulayıcılarının ve koruyucularının saldırısı ile yüzyüzedir.Hiç· bir zaman tam bir yasallığa, tam bir aç ıklığa sahip değildir. Açık faaliyet sadece yasallığın sınırları içindeki faaliyet değildir. Yasal bir zemine sahip olmadan da açık faaliyet sözkonusudur Bunun Türkiye ve Kuzey Kürdistan için en iyi örneği 1 980 öncesininfaaliyetleridir. Bu dönemde solun faaliyetlerinin çok önemli bir kısmı açık faaliyetti fakat ülkede buna paralel bir yasal yapı yoktu. Ancak proletaryanın ve diğer emekçi katmanların mücadelesinin ulaştığı boyutlar, ve daha bir çok başka faktör sola, açık faaliyetin o lanaklarını vermekteydi. Diyebiliriz ki, yasal yapı, mücadelenin oluşturduğu iç tihatlarla, yorumlarla yeni· den şekillendirilmişti.

12 Eylül sonrasında ise 'i çtihatlar" ortadan kaldırıldı. önce var o lan ya­ sal yapıya dönüldü, dolayısıyla tüm açık faaliyet yasadışı olarak altı çizilerek tanımlandı ve gizliliğe itildi, ardından da var olan yasal yapı Ö· nemli ölçülerde oligarşinin lehine budandı. Yeni olu şan yasal yapı eski "içtihatlara" hiçbir şekilde izin vermediği gibi, yenilerinin oluşması da artık yeni bir mücadelenin ürünü olacak . Gizli faaliyet bir komünist örgüt i çin daima vazgeçilnezdir. Yasal yapı ne olursa olsun, açık faaliyetin o lanakları ne denli geniş olursa olsun, parti faaliyetinin hiç değilse bir kısmı daima gizli olmak zorundadır.Bu, komünist örgütün "her şarta uygun bir örgüt olması"nın ön koşuludur. Eyleminin bir kısmını daima burjuvaziden gizleyen bir örgüt, burjuvazi­ nin ani ve amansız saldınsına karşı dayanıklı bir örgüttür. Aksi takdirde çözülüp dağılmaya mahkumdur. Türkiye solunun 80 öncesinin pratiği açık faaliyete mahkum oluşun pratiğidir. örgüt yapıları ve özelliklede askeri yapılar gizli ( ! ) olmasına rağmen, faaliyetin hemen tümü (askeri faaliyet hariç olmak üzere) açık olduğu için sol, cunta karşısında çok büyülı: ölçüde korunaksızdı. Gizli faaliyet kuşkusuz (burjuvazinin baskısının bir ürünü olarak) örgüt içi demokrasinin araç_larını zayıflatmaktadır. Bir çok araç baskı ve ona uygun faaliyet gizlilik nedeniyle tahrip olmaktadır. En önemli olarak gizlilik üyelerin birbirlerini tanımaları ve denetlemeleri olanağını ortadan kaldırmakta ve "yoldaşça güveni" öne çıkarmakta, zorunlu kılmaktadır. Y ukarıda da değinildiği gibi bu şartlarda seçim a­ racıda zayıflamaktadır.

84


Ancak, demokratik merkeziyetçilik üzerine olan tartışma , esas olarak, örgütün olağan k!'._)şulları için değil, olağanüstü, tartışma/iç mücadele koşulları, için yıtpılmaktadır. örgüt içinde ciddi sorunlar yoksa "yoldaşça güven " her şeyden ö nce gelir. Ama bunu mutlaklaştırmak mümkün değildir. Olağan koşullarda liderlik süreklilik kazanabilir. Bu· nun maddi koşulları tam anlamı ile vardır. Parti kongreleri seçim yap· maktan çok örgütün yeni yönelimlerini saptamak ve seçilmiş ve büyük olasılıkla yeniden seçilecek o lanlara bu yönelimleri hayata geçirmesi i· çin görev vermek üzere toplanır. Ne var ki, dananın kuyruğu da burada kopar. örgütün yeni yönelimlerini saptamak, kollektif iradeyi oluşturmak tar· tışmadır . Tartışma ise daima potansiyel o larak ç atışmayı, mücadeleyi, saflaşmayı ve ayrılığı i çin 9 P taşır . İşte, seçim ilkesi ve örgüt içi demok· ratik mekanizmalar tam daJ ttnada anlam kazanu öne ç ıkar. Rapor alış verişi, alt organların tüm yaşam ve eylemleri hakkında merkezi bilgilendirmeleri , bir anlamda en iyi demokrasidir Aynen, ' 'yoldaşça güven" gibi. Aynen, kongrenin seçimden çok gelecek döne· min faaliyetine ışık tutacak kararları alması gibi Gene, iyi bildiğimiz bir örnek olarak Kurtuluş Hareketini ve şimdiki örgütlenmemiz Kurtuluş örgütü 'nü ele alırsak ; seÇim isteyen muhalefe· te (Geçici Komite 'ye) karşı "yoldaşça güven " diyen, seçim ilkesini i · kinci p lana iten Tasfiyeci Merkez Hizip gerçekten seçim ilkesini bir ilke olarak ikinci planda görüyordu. Ortada bir örgütsel kriz varken, merke· zin değişmesi gerektiğini iddia edenler, örgütün geçmişini eleştirenler varken "yoldaşça güven " diyen , seçimlerden kaç ınan anlayış ; "bana gü· venmek zorundasınız, beni liderlik o larak tanımak zorundasınız , yoksa benimle birlikte yürüyemezsiniz" demektedir. örgüt içi tartışmaya, kol· lektif iradenin tartışma ile o luşmasına izin vermeyen anlayıştır. Ve, n itekim pratik gelişmeler böyle o lmuştur. öte yandan, muhalefetten (hiç değilse önemli bir kısmından) kurtul· dukları an seçim yapmakta hiçbir sakınca görmemişlerdir. Çünkü geriye kalanların çok önemli bir k ısmı "yoldaşça güven"e sahiptir. Bu yoldaş· lar daha hala birlikte olmayı bir "güven" soru nu olarak görmektedirler. Birlikteliğin tek koşulunun anlaşma, teorik ve siyasal anlaşma olduğu· nu kavrayamamaktadırlar. Oysa, bizim pratiğimiz ise tamamen farklı gelişti . Biz tartışma/mücade· le döneminde seçim istedik. Ayrıştığımız noktada, yeniden örgütlenme· mizde, gerek Geçici Komite'nin kuruluşunda, gerekse Kurtuluş örgütü 1. Kongresinde gene seçimi öne ç ıkardık . Liderlik için hiç bir yarışın ol· matlığı bir ortamda da seçimi öne ç ıkardık. Tam bir "yoldaşça güven" in üzerine inşa edilmiş seçimler yaptık ve bu arada kıyasıya tartıştık, tar·

85


tış ıyoruz. Tartışma olduğuna göre faklı görüşler ve bu görüşlerin savunucuları var. Tartışnmıın gelecekte alacağı biçim, boyut bugünden kestirilemez. An· cak bizi bir arada tutan temel teorik sorunlardaki anlaşmamız ve örgüt· sel yapmıız ve onun kurallardır. Bizim kollektif irademizin olu şumu bu· güne kadar her aşamada daima oyla, seçimle gerçekleşti. Oy, seçim dai· ma tartışmanın, " yoldaşça güven"in garantisi oldu. Böylesi bir güvene sahip olmadan birlik söz konusu değildir. Rapor, merkezi bilgilendirme, alt organın üst organa, azınlığın çoğunlu· ğa uyması, yoldaşça güven gibi temel kavramların hepsi ancak kollektif iradenin oyla ve seçimle oluşturulması garantisi ile anlam kazanır. Gizliliğin koşulları ne denli ağır olursa olsun komünist hareketin tartı· şabilme yeteneği ortadan kalkmaz. örgüt tartışamaz hale geliyorsa, bu onun siyasal varlığının bitmesi ile eş anlamlıdır. Tartışabilmenin daima, ama daima, her koşulda o lanağı vardır. Gizlilik, sadece tartışmanın sı­ nırlarını daraltır. Açık faaliyet sürdürebilen örgüt tartışmasını da açık O · tarak yürütür. Açık olarak çıkardığı yayınlar ile daha geniş çevrelere tar. tışma ulaşır. örgütün boyutları ile paralel olarak sınıfın geniş kesimleri· ne tartışmalarını ulaştırır. Gizli faaliyetin ağırlıklı olduğu koşullarda ise ( aynı örnekten yürürsek) tartışma gizli yayının ulaştığı işçi çevrelerine kadar yayılır. Açık faaliyetin olanaklarına sahip örgüt açık toplantılarda tartışabilir, gizlilik koşullarındaki örgüt ise çok dar çevrelerin içinde tartışabilir. Kısacası, sorun tartışmanın sınırlarının boyutlarıdır. Tartışmanın yarlığı ise seçimi mümkün kılar. Burada artık Lenin 'in be· lirttiği "tam açıklığın" gereği ortadan kalkar. Seçilecek olan, oy veri· lecek olan tartışma i çinde ortaya çıkan görüşler ve onları ifade edenler, savunanlardır. Kimin ne yaptığı, kimin ne dediği bellidir. Seçimin olanağı değil, zorunluluğu vardır. Tartışmayı merkezi yapısını, eylem birliğini korumak için zorunlu gö­ ren her örgüt, yani leninist örgüt, bununsonucu kutuplaşmayı ve seçimi de zorunlu olarak benimsemek zorundadır. Gerisi, Leninizmi basit bir merkeziyetçilik düzeyine indiren burjuva dünya görüşüdür.

34. Profesyonel devrimcilik kuşkusuz komünist örgütlenme üzerine olan tar· tışmaların son derece önemli bir parçasını oluşturur. Lenin RSDİP'nin kuruluş yıllarında profesyonel devrimcilerin belkemi· ğini o uşturdukları bir örgüt tanımlar. Bizim koşullarımız göz önüne a· lındığında Lenin'in bu önermesi son derece gereklidir. Bizim koşulları·

İ

86


mızda da profesyonel devrimcilerden oluşan bir örgütlenme hareketin belkemiğini oluşturmalıdır. Türkiye'nin Rusya'ya benzer bir koşulu ağır gizlilik ise ikinci benzerlik ama�örlüktür. Bu nedenle amatörlükten kurtulmak, başlıca görevlerden birisidir. Ancak, burada iki noktayı açıklığa kavuşturmak gerekli l)Profesyonel devrimcilikten ne anlaşılması gerektiği, 2) Bunun tek ve son örgüt anla· yışı olmadığı. Türkiye soluna egemen olan kavramlar açısından bu iki noktayson derece önemli.

35. Türkiye solunun saflarında profesyonel devrimcilik daha çok üretim· den kopuk, kendi geçimini sağlamak derdinde olmayaninsan türü olarak kavrandı. Bu nedenle de her örgütün saflarında yüzlerce, binlerce ' 'pro· fesyonel devrimci ' ' türedi. Biraz ağır bir terimle ifade edersek; gerçekte türeyen asalaklar ordusu idi. "24 saatini devrime ayırmak ' ' , başka iş görevlere hazır beklemek olarak kavrandı. yapmadan devrimci Günde en az 8 saat çalışan insanların örgütlenmesini amaçlayan bir ör· gütte yüzlerce "profesyonel" kendileri üretimin dışında kalarak ç alışan insanları örgütlemeye kalkışırsa olacak olan asalaklıktır. Çalışan insanı örgütlemenin yolu ya onun çalıştığı yerde olmakla , esas o lan da budur, ya da onunla iş saatinin dışında karşılaşmakla olur. Dolayısıyla örgütçü (buna profesyonel devrimci diyelim) kendisi de 8 saat çalışarak (böylece ç alıştığı işletmede de devrimci faaliyetini sürdürerek) iş saatle· ri dışında da kendi i şletmesinde o lmayan işçileri örgütleyebilir. Profesyonel devrimcinin çalışması sadece "ekmek parasını kazanmak" için değildir. Bu, her i nsanın yapmak zorunda olduğu en doğal faali· yettir. Profesyonel devrimcinin ç alışması gene devrimci faaliyet içindir. O ajitasyon, propoganda ve örgütlenme için fabrikaya, işyerine girer, bu arada kendi ekmeğini kazanır. Eğer işçi sınıfının mücadelesi, örgütlülü· ğü fabrikadan, işyerinden başlıyorsa, profesyonel devrimcinin bulunma­ sı zorunlu olan yer de gene fabrika ve işyeridir. örgütün üye yapısı i çinde bazı işlerin yapılması o işi yapan üyenin ek· mek parasını kazanmasına müsade etmeyebilir. Bu tür görevleri yerine getirenler parti işçileridir ve ücretlerini örgütten alırlar. Aynen sendi­ kaların profesyonelleri gibi. Ancak, böylesi tek tük unsurlann tanımı profesyonel devrimciliğin tanımı haline getirilemez.

36.

Profesyonel devrimci esas olarak komünist faaliyette uzmanlaşmış kişi· dir. Polise karşı mücadelede yetkindir. Onun ayU' edici özelliği budur. Partinin kuruluş, inşa döne!llinde bu tür uıısurlara gereksinim fazladır.

87


Böyle unsurlardan oluşan, bel kemiğini onların oluşturduğu bir yapı ol­ madan partinin amatörlükten kurtulması, oligarşinin saldırılarına karşı dayanaklı hale gelmesi mümkün değildir. Ancak, bu demek değildir ki , parti sadece profesyonel devrimcilerin ör· gütüdür. Oluşumunun ilk döneminde p arti dar bir örgüttür. Bu doğal. ( Çünküpartinin karşısında üstesinden gelinmesi gereken dev gibi görev­ ler ve bu görevleri yerine getirmek ve bu arada kendisini burjuvaziye karşı koruması gereken yapı cılızdır.) Dolayısıyla, yapı profesyonel dev· rimcilerden ve profesyonel devrimcinin n iteliklerine asgari ölçüde sahip olanlardan oluşur. Burada hemen belirtmek gerekir ki profesyonel dev· rimcilik için öne sürülen kriterler oldukça subjektiftir. Tümünden anla­ şılması gereken, bir işi başlatırken sahip olunması gereken yeteneklere ve kararlılığa azami öl çüde sahip olmak olmalıdır. Ancak devrimci dal· ganm gelişmeye, parti faaliyetinin yaygınlaşması ve etkinlik kazanmaya başlamasıyla baştan arananbu nitelikler giderek önemsiz hale gelir. Artık partinin safları büyümektedir ve bir işi yapmak için bir değil bir .. den çok unsur vardır . Kriterler değişmiştir. Devrimci dalganın kabardı· ğı noktada safları genişletmek, olabildiğince çok işçiyi örgütlemek , gö­ reve çağırmak, sorumlu kılmak başlıca görevdir. Bu aşamada gerekli olan, işçilere ' 'biraz politik deney verilmesi ' 'dir.

Temellerini profesyonel devrimcilerin oluşturduğu bir yapıdan yığın­ sallaşmaya geçen bir örgüt bazı soru nlarla karşılaşabilir. Profesyoneller ( "komite adamları ") RSDİP 'nde, Bolşevik kanatta da tutucu bir rol oy· nadılar. Lenin örgüte komitelere işçilerin alınmasınıanlatmaya çalışıyor· du. "Komite adamları" ise komitelere işçi bulamıyordu. Lenin bunun üzerine "komite adamları "nı suçlamaya başladı; "işçiler arasından uy· gun insanların nasıl seçileceğini b ilmiyorsunuz ! " Çelişki işte burada ortaya ç ıkıyor Madem ki profesyonel devrimci ko· münist faaliyette uzmanlaşmış insandır, öyleyse "işçiler arasından uy· gun insanların nasıl seçileceğini"de bilmelidir. Oysa , yukarıda belirtti· ğim gibi, profesyonelliğin ölçüleri sadece verili koşullarda objektif, O· nun dışında subjektiftir. "Komite adamı" ise bu subjektif şartların bir ürünü olarak onumutlaklaştırır. (RSDİP 'de olan budur.) ' 'Komite adamı' 'nın, profesyonel devrimcinin durumu iktidar sonrasının sayısız sorunlarında da önemli bir yer tutar. Burjuvaziye karşımücade· lenin objektivitesi i çinde yetenekli olan unsurlar sınıfın en geniş katılı· mınıngerçekleştiği devirm ve devrim sonrası koşullarda aynı somut üs­ tünlüğe sahip olmayabilirler. Yeni objektif koşullar yeni yetenekleri , yeni özellikleri gerektirir. Yeni özellik yığınsal katılunı daha da yığm­ sallaştınnaktır. Yeni yetenek bunun başanlabilmesidir. Bu şartlarda bir önceki dönemin şartlarını aramak tek kelime ile gericiliktir.

88


37 Komünistler için hareket proletaryanın hareketidir. örgütlenmeler ve bu arada parti bu hareketin araçlarıdır. Her araç hareketin belli bir evresine tekabül eden koşullarda kullanılabilir özelliklere sahiptir , yeni bir evre­ de artık yeni türden araçlara ihtiyaç vardır. Tek tek araçlar için bu ge­ çerli olduğu gibi her aracın kullanımında da bu geçerlidir. örgütün bir dönemdeki yapısı, özellikleri bir başka dönem için geçersizdir. Eskiyi savunmaya çalışmak bu noktada tutuculuktur. Her hareket kendi kurallarını ve yapısını oluşturur. Hareketin gelişmesi sürecinde kurallar ve yapılanma şekillenir. Yapılanmanın en mükemmel olduğu noktada onu koruyan kurallarda en mükemmel boyutuna ulaşır. Bu hareketin dalgasının en yüksek noktaya erişmesidir.Eğer hareket bu aşamada sıçrayabilirse bu takdirde 'mükemmel' olan yapı ve kurallar ar­ tık bu özelliklerini kaybederler. Çünkü hareketin yeni bir gelişme, dola­ yısıyla, yeniden şekillenme, yapılanma ve yeniden bu yapıyı koruyacak kuralları oluştunna dönemi başlamıştır. önceki yapı, önceki kurallar ne denli mükemmel olurlarsa olsunlar artık "eskimiş " olurlar. Değişmeleri, yenilenmeleri gerekir. Yeni ile eskinin çatışması burada devrimci örgüt içinde de başlar. Tutuculuk ve devrimcilik karşı karşıya gelir. Hareket gelişmesi içinde kendisini ilerletecek, ilerlemesini garanti altına alacak(ilerleme hızını koruyacak) sıçramasını sağlayacak yapılan ve ku­ ralları, bu subjektif faktörü oluşturamazsa, bu takdirde devrimcinin gö­ revi eskiyi aşmak için mücadeleye devam etmektir. Bu kez de tutuculuk ve devrimcilik gene karşı karşıya gelecektir. Hareketin dalgasının ortaya çıkardığı yapıya, kurallara bu kez sımsıkı bağlanmak gerekir. Onların korunabilmesi, canlı tutulması hareketin en üst ürünlerinin korunması­ dır. Devrimci tutum budur. Gerici tutum ise;hareketin dalgası geri çekiliyor diyerek ortaya çıkan yapının da gerilemesini, geriye çekilme­ sini talep eder. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var. Hareketin geri çe­ kilişi doğal olarak bazı yapıları, bazı örgüt biçimlerini ortadan kaldırır. Grevin bitimiyle, grev komitesi ortadan kalkar. Devrimin mağlup olma­ sıyla Sovyetler ortadan kalkar. Mücadelenin ortaya çıkardığı bu son de­ rece somut örgütsel biçimlerin, geri çekilmenin başlamasıyla birlikte kalıcı örgütler olarak tutulmaya çalışılması devrimci tutum değildir. Sol sekterliktir .. Partinin görevi bu durumda sınıfın hafızası olarak bu örgüt biçimlerini belleklerde canlı tutmak, yeni koşullarda, yeni geliş­ me dönemlerinde ortaya sürmektir. Gerici akını ise, partinin kendi yapısının u laştığı noktayı geri çekmeye çalışır. Gericilikle çatışma burada, parti yapısında olur. Aynen muzaf. fer proletaryanın siyasal örgütünün yapısını, kurallarını hala zafer önce­ sinin koşullarında tutmak ist�yenler gibi. 89


38

Proletaryanın hareketinden ayn bir komünist örgüt düşünülemez. Ko­ münist örgüt her anlamda proletarya hareketinin bir ürünüdür. Onun kopmaz__parçasıdır. Ne onun gerisinde, ne deonun önünde fakat tam üs­ tündedir.* Partinin,sınıfm öncüsü o hnası,ondan ayn,onun önünde koş­

ması değildir. Partinin görevi, hareketin gelişmesinde ya da gerilemesin· de hareketin kazandığı yeni yapıların ve kuralların biçimlenmesini hız­ landırmak, geri çekiliş boyunca en ileri kazanımları belleklerde yeni hamleler için korumaktır. Komünist örgüt bütün benliğiyle "işçi sınıfının kurtuluşunun kendi eseri olacağı"na inanır. Gerisi burjuva düşüncesidir.

39. Leninist partinin "yukarıdan aşağıya" örgütlenmesi de çarpıtılan önem­ li sorunlardan birisidir. Yukarıdan aşağı örgütlenme denince akıllara ilk gelen (Türkiye solunun da somut koşullan nedeniyle) merkezin ken­ di altına atamalar yoluyla, yeni örgütler kurmasıdır. Kısmi olarak doğru olan bu tutum, mutlaklaştınldığında ve bağlı olduğu diğer koşullardan soyutlandığında, ortaya çarpık yapılar ç ıkarrn aktadO'. Komünist örgütün sınıfın bir parçası, onun hareketinin üriinü olduğu u­ nutuhnamahdır. Soruna böyle bakıldığında gelişme, her düzeydeki mer­ kezin ortalarda dolaşıp kendi altına yeni birimler oluşturması olarak değil, her düzeydeki merkezin, hareketin ortaya ç ıkardığı yapıları ileri çekmesi ve kendine bağlaması olarak kavranmalıdır. Hareketin, eylemin ürünü olan yapıların ihtiyacı ' biraz politik deney sahibi ohnak"tır. Parti bunu yerine getirmeye çalışır ve başarılı olduğu durumda, o yapıyı kendi parçası haline getirir. " Bir Adım İleri İki Adım Geri"de Lenin, işçi gruplarının üyeliğini vur­ guluyor. Daha önceki yazılarında da aynı sorunu dikkatle irdeliyor. Par­ ti, tek tek üyeler kazanmanın peşinde değildir, onun ç alışma tarzı hare­ ketin, eylemliliğin üriinlerini geliştirmek , kazanmaktır. Genişlemenin, yığınsallaşmarun yolu budur.

* Burada bilinç ögesinden bahsetmiyorum. Parti işçi sınıfının öncülerinin örgütlenmesi olarak daima, bilinç açısından sınıfın önündedir. Burad.a kastettiğim, partinin (kendi başına bir hareket olarak) sınıfın hareketı­ nin üstünde olmasıdır. Onunla birlikte ileriye hamle eder, gene onunla birlikte geri çekilir.

·

90


Yukarıdan aşağıya örgütlenme, merkeziyetçi parti anlayışının silahların ­ dan biridir. örgütsel işleyişi sadece merkeziyetçilik olarak görenler, yu­ karıdan aşağıya örgütlenme ilkesi adına, merkezi , alt organlann karşısın­ da kadir-i mutlak olarak görürler. Merkez, üst organlar, alt organların tüm iç işlerine karışır, yapısını değiştirir. istediğini istediği yere atar, is­ tediği organı dağıtır, yeniden o luşturur. Merkezi organların mutlak olarak alt organlar üzerinde bir yetkisi olma­ lıdır. Bu, kaçınılmaz bir gerekliliktir. Ancak , özgür iradesi ile örgüte katılmış alt organın da merkezin eylemine karşı yetkileri olmalıdır. "Yoldaşça güven "in egemen olduğu koşullarda, merkezin, üst orga­ nın eylemi, tayinleri, genel ç ıkarlann en iyi temsilcisi, genel ç ıkarların en üst uygulayıcısı olarak itiraza uğramadan kabul edilebilir. Tartışma iç mücadele koşullarında ise bu tür uygulamalar açıktır ki , kuşku ile karşılanır . Zaman zaman gene de genel çıkarı yansıtır ama, zaman za­ man da genel ç ıkarı değil, merkezin egemenliğinin ç ıkarlarını savunur. İşte bu nedenle, alt organların üst organların uygulamalanna olağan ve olağanüstü koşullarda da karşı koyabilme yetenekleri , olanaktan olmalıdır .

40.

Hareketin gelişmesinin kurallarının örgütsel yapı içindeki biçimlenişi tüzüktür. Herkesi bağlayan koşullar, tüzük olmadan örgütsel birlik mümkün değil. Her üyenin, her organın yetkileri ve örgütün iradesini belirleyebilme olanaklarının yazılı ifadesidir tüzük. Ancak hiçbir tüzük mutlak değildir. Aynı şekilde, tüzük tek başına örgütsel sorunların çözücüsü de değildir. Tüzük, birliği koruyan aygıt­ tır fakat, onu sağlayan aygıt değildir. Her hareket kendi kurallarını, yapılanmasını yaratır dedik . Genel olarak sınıfın hareketi için geçerli olan bu tez, örgüt yaşamı i çin de geçerlidir. Komünist örgütün kendisi de sınıf hareketinin bir parçası olarak başlı başına bir harekettir. Bu hareketin her aşaması -genel harekete bağlılığı kadar, kendi iç çatış­ malarını da gözönünde tutmak gerekir - yeni kurallan öne çıkarır. Yeni kuralların vurgulanmasını gerektirir. Bu nedenle, her yeni koşul­ da , temel ilkeleri sabit kalsa da örgüt tüzüğü yenilenmek zorunda ka­ labilir. Tüzüğe bağnazca bağlılık ta sanırım gerici bir tutumdur. Sorun· larım ızı çözdüğü ölçüde tüzüğe sımsıkı bağlanırız. ö nümüze engel ola­ rak çıktığı an ise, onu aşar ve yenileriz. Eylem birliğini teorik ve siyasal anlaşma sağlar. Ancak bunun temelin­ ı:le, kuralların, tüzüğün bir anlamı vardır. Tüzük oportünizme karşı mü­ cadelenin silahı değildir. ' 'Oportünizm ' 'i parti saflanndan sürmenin bir aracı olabilir. Tartışma sürecinin sonucunda azınlığın çoğunluk kar­ şısında ayrı bir eylem birlili oluşturması halinde, tüzük kuralların ko-

91


ruyucusu olarak oportünizme karşı işe yarar bir silah o lur. Ama tartış ­ ma süreci yaşanmadan işlediğinde (veya böyle bir sürece izin vermiyor­ sa) sadece sekterizmin silahı haline gelir. Varolan eylem birliğini koru· maz. aksine o nu parçalar. Sonuç olarak, her türlü kural, her türlü örgütsel yapı gibi ancak verili koşullarda somuttur. Koşullar değiştiği an soyut hale gelir. Geliştiril­ mesi, derinleştirilmesi gerekir. Kırk kere söylense de kırkbir kere söy­ lemekte y arar vardır: İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır .Onun hareketini bir ve değişmez kurallara hapsetmek mümkün değildir.

41.

Proletaryanın hareketi u lusal sınırlara sahip değildir. Dünya ölçeğinde kapitalizme karşı tek ve birleşik bir harekettir proletarya hareketi. Pro­ letarya uluslararası bir sınıf olduğu gibi sosyalist devrim de u luslararası bir gelişmedir. Uluslararası mücadelesini yönlendirecek tek bir dünya partisine sahip olmadan proletarya için en önemli subjektif etken eksik­ tir. * İşçi sınıfının dünya partisinin, enternasyonalin oluşturulması bütün ülkelerin komünistleri i-çin vazgeçilmez önemdeki bir sorundur. Ancak bugün böyle bir adımın oluşmasının hiçbir maddi koşulu yoktur. 3. En· ternasyonal, Komünist Enternasyonal muzaffer Sovyet Devrimi' nin ar· dmdan oluştu. Kanımca, yeni bir enternasyonalin doğması böyle bir süreci izleyecektir. Ama komünistlerin bıgünden de yapmalan gereken çeşitli enterııasYonalist görevler vardır . öncelikle uluslararası i lişkiler, görüş alışverişi, teorik ve siyasal yakın· !aşma, dayanışma bu görevlerin ilk halkasını o luşturuyor. ikinci halka ise ülke sorunlarına enternasyonalist bir gözle yaklaşılmasıdır. örgütün ve sınıfın enternasyonalizm ile yetişmesidir. Bu, basitçe dünyanın sorunlarını bilmek, öğrenmek değildir. Böyle bir adım sadece ilkel ilk adımdır. Daha ö nemlisi faaliyet sürdürülen ülkenin sorunlarını dünya perspektifi i çinde ele almak ve ülke devrimini, dünya devriminin bir parçası olarak görmek gerekir. Bu halkanın kaçırılması· nın sonu koyu bir milliyetçiliktir.

* Buraya kadar parti i çin söylenenlerin hepsini birleşik dünya partisi i· çin de düşünmek gerekir.

92


42.

Başlığından da anlaşılabileceği gibi, bu yazı komünist örgüt teorisi üze· rine, özellikle Türkiye solunda çok tartışılan ya da kanımca son derece yanlış kavranan bazı temel sorunlar üzerine kısa notlardır. Umarım bazı tartışmaların aç ılmasında, şekillenmesinde katkılı olur. O taktirde "örgütlenme üzerine" yeniden yazma gereği doğar.

93


lenin ' in ''oniki yıl '' dizisine önsöz ' ü uzerıne bir acıklama ••

1907 yılında Zemo \'ayınevi

"Oniki Yıl" genel başlığı altında üç ciltlik , Lenin 'in eserleri dizisini çıkarmayı kararlaştırdı.S.:ınuçta, dizinin yalnız birinci cildi ve ikinci cildin ilk kısmı yayınlanabildi. Birinci ciltteki eserler "Narodnizmin Ekonomik İçeriği ve Onun Bay Struve'nin Kitabındaki Eleştirisi " , "Rus Sosyal Demokratla· rının Göre.leri ", "Zemstvo'ya Zulmedenler ve Liberalizmin Ani­ balleri " , "Ne Yapmalı ?", "Bir Adım İleri, İki Adım Geri " , "Zemstvo Kampanyası v e Iskra'nın Planı" ve "Demokratik Dev­ rimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği"dir. Birinci cilt Kasım 1 907 'de baskıdan çıktı (kapak 1908 tarihini taşır) ve kısa bir süre sonra toplattırıldı. Ancak bu basımın büyük kısmı kurtarıldı ve illegal dağıtımı sürdürüldü. İkinci cilt Lenin'in toprak sorunu üzerine yazılarını kapsayacaktı. Sansür koşulları nedeniyle "Oniki Yıl " başlığının kullanılmaması ve bu cildin iki parçada yayınlanması kararlaştırıldı. İlk parçada 1899' daki "Ekonomik İncelemeler ve Makaleler" sempozyumunda yayınla­ nan legal eserler, ikinci parçada ise illegal eserler düşünülüyordu.Lenin bu ikinci cilde daha henüz tamamladığı "1905-1907 İlk Rus Devri­ minde Sosyal Demokrasinin Toprak Programı" adlı eserini de ekledi. Ancak bu yayın planı gerçekleşemedi. 1 908 başlarında "Toprak So­ runu " başlığı altında yalnızca i lk kısmı çıktı. İçinde ( 1 • 11 Bölüm­ ler) , "Ekonomik Romantizmin Bir Tanımlaması", "Penn Gubemia' 94


da 1894-95 Elsanatlan Sayımı ve Elsanatları İşkolunun Genel Sorun· ları" ve "Toprak Sorunu ve Marksın Eleştirmenleri" bulunuyordu.Bu cildin ikinci kısmı, baskı için hazırlığı biten "1905-1907 İlk Rus Dev· riminde Sosyal Demokrasinin Toprak Programı" yazısıda dahil olmak üzere polis tarafından basını evinde ele geçirildi ve imha edildi. _ üçüncü cilt için Bolşevik yayınlarda (Iskra, Vperyod, Proletary, Novaya Zhizn ve diğerlerinde) çıkan programatik ve polemik yazılar düşünülüyordu . Devrimci yayınlara karşı artan baskı ve sansür bunu önledi. Lenin 'in "Toplu Eserler"inin 13. cildinden Türkçeye çevrilen bu "Oniki Yıl Dizisine önsöz" yazısının metnindeki vurgulamalar Le­ nin 'in kendi vurgulamalarıdır. Açıklayıcı dipnotlardan çevirene ait olanlar ayrıca belirtilmiştir. Türkçeye çeviren, Taner Kalkan.

95


' oniki yıl ' dizisine önsöz v.

i. lenin

Burada okuyucuya sunulan toplu yazılar ve broşürler cildi 1 895-1905 yıllarını kapsar Bu yazıların konusu Rus Sosyal Demokratik Hareke· tin ülkedeki Marksist akımın Sağ kanadına karşı mücadelede sürekli ortaya sürdüğü ve çözümler sunduğu programatik, taktik ve örgütsel sorunlardır. Başlangıçta mücadele legal marksizmin 1890 '1ardak.i baş sözcüsü Bay Struve'ye karşı salt teorik düzeyde verildi. 1894 sonunda ve 1895 baş· lannda ise legal basın ani bir değişikliğe uğradı. Marksist görüşler ilk kez basına girdi ve yalnız yurtdışında yaşıyan Emeğin Kurtuluşu gru bu li derleri değil, Rusya'daki Sosyal Demokratlar tarafından da dile getirilmeye., başlandı. Marksistler ile o ana dek ilerici basında hemen hemen tam hakimiyet sürdüren Narodnik liderler (örneğin N.K. Mikhailovsky) arasındaki bu edebi canlaruna ve ateşli tartışma Rusya· da kitlesel işçi hareketinin yükselmesinin başlangıcıydı. Rus Marksist · )erinin bu edebi faaliyetleri, tüm devrimimizin en güçlü faktörü etkin proleter mücadelenin, ve sürekli yükselen işçi hareketinin öncüsü ünlü 1 896 St. Petersburg grevlerinin habercisiydi. O günlerde Sosyal Demokratlar Ezop dili kullanmaya zorlanan koşul· lar altında yazdılar ve pratik faaliyet ve politikadan çok uzak genel prensipler ile kendilerini sınırladılar. Bu aynı zamanda Marksist hare· ket içindeki farklı unsurlan Narodniklere karşı mücadelede birleştir· mekte önemli oldu. Yurtiçindeki ve dışındaki Rus Sosyal Demokrat· lardan başka bu mücadele aynı zamanda Struve, Bulgakov, Tugan • Baranovsky, Berdyayev ve diğerleri tarafından da veriliyordu. Ancak onlar burjuva demokratları idiler ve onlar için Narodnizm 'den kopuş küçük-burjuva (ya da köylülük) sosyalizminden, bizlerde olduğu gibi proletarya sosyalizmine geçiş değil, burjuva liberalizmine geçiş de· mekti.

96


Rus devriminin tarihi, özelli kle Kadet Partisinin tarihi, ve hele Bay Struve'nin (Oktobrizmin eşiğine kadar varan) evrimi , bu gerçeği artık açıkça ortaya koydu, yazarlarımız bozuk para gibi harcadılar. Fakat 1894-95 'de bu gerçek şu veya bu yazarın Marksizmden nisbeten ufak bir sapması temelinde izzah edilmek durumundaydı: yani bozuk para­ lar daha darphaneyi terk etmemişti. işte bunun içindir ki, Bay Struve' ye karşı yazunın (K.Tulin imzasıyla " Rusya'nın Ekonomik Gelişimi üzerine Yazılar" sempzyumundaki "Narodnizmin Ekonomik İçeriği ve Onun Bay Struve'nin Kitabındaki Eleştirisi" adlı 1895 ' de St. Petersburg'da yayınlanan ve sansür tarafından imha edilen yazımın) tü­ münü şimdi yayınlamakta üç amaç güdüyorum. İlk olarak, okuyucular Bay Struve ' nin kitabı ve Narodniklerin Marksistlere karşı 1894-95 ya· zılan ile aşina oldukları için Bay Struve'nin bakış aç_ısının eleştirisi Ö· nemli. İ kinci olarak, bu beyefendilerle ittifakta olduğumuz yolundaki sık iftiralara cevap vermek ve Bay Struve'nin çok önemli politik kari· yerini değerlendirmek için kendisine bir devrimci Sosyal Demokrat' tan uyarılan, Narodniklere karşı genel demeçlerimiz ile beraber ak­ tarmak önem taşıyor. üçüncü olarak ise Struve ile eski ve birçok ba­ kımdan artık geçersiz bu polemik yapıcı bir örnek olarak önemini koruyor çünkü uzlaştırılması imkansız teorik polemiklerin pratik ve politik değerini gösteriyor. Sayısız defalar devrimci Sosyal De· moktatlar "Ekonomistlerle " , Bemsteincılarla ve Menşeviklerle bu tip polemiklere aşırı bir eğilim göstermekle suçlandılar. Bugün dahi bu suçlamalar Sosyal Demokratik Parti içindeki " uzlaşmacılar" ve dı· şındaki "sempatizan " yan sosyalistlerce tekrarlanıyor. Polemik ve ayrılmalar Rusların, özellikle Sosyal Demokratların, ve de hele Bolşeviklerin tipik aşırı arzusudur diye sık sık duyuyoruz. Fakat, kapitalist ülke koşullannın, özellikle Rusya'daki burjuva devrimi ko­ şullarının , ve hele bizim entellektüellerimizin eserlerinin ve hayat koşullarının, sosyalizmden liberalizme atlamakta aşırı bir eğilim do­ ğurduğu gerçeği genellikle unutuluyor. Bu nedenle, on yıl öncesi­ nin olaylarına, o zamanlarda şekillenmeye başlayan ' 'Struveizm ' ' ile teorik farklarunıza, ve ufak (ilk bakışta ufak görünen) ancak giderek partiler arsında tam bir politik ayırıma ve parlamentoda, basında, toplantılarda vb'. uzlaşması imkansız bir mücadeleye neden olan farklılaşmaya bir göz atmak büyük önem taşıyor.

Şunu da eklemeliyim ki, Bay Struve'ye karşı yazını 1894 Sonbaha· rında küçük bir Marksist çevreye okuduğum bir yazıdan kaynaklanır. O zamanlar St. Petersburg ' da çalışan ve ondan bir yıl sonra işçi Sını· fınınKurtuluşu İçin Mücadele Birliği'ni kuran Sosyal Demokratlar gru­ bu işte bu çevrede St., R. ve ben tarafından temsil ediliyordu . Legal Marksist yazarlar ise P.B. StrOve, A.N. Potresov ve K. tarafından temsil

97


ediliyordu.* O yazımın konusu "Marksizm'in Burjuva Edebiyatındaki İfadesi"dir. Başlığından da görüldüğü gibi, burada Struve ile yapılan polemik 1895 baharında yayınlanan yazıdaki ile karşılaştırılamayacak bir şekilde daha şiddetli ve (Sosyal Demokratik sonuçlar açısından) daha kesindir. Karşılaştırma yaptığım 1895'deki yazı heın sansür ne· deniyle hem de Narodnizme karşı mücadelede legal Marksistler ile "ittifak" uğruna yumuşatılmıştır. St. Petersburg Sosyal Demokratları· nın o zamanlar Bay Struve'yi maruz bıraktığı "sola çekiş"in sonuçsuz kalmadığı Bay Struve'nin 1895 sempozyumuna yazdığı ve polisin im· ha ettiği yazı ve gene onun Novoye Slova'ya yazdığı birkaç yazı (1897) ile açıkça görülmüştür. Ayrıca Bay Struve'ye karşı 1895 'deki bu yazıyı okurken bu yazının birçok bakımdan daha sonraki ekonomik incelemelerin (başta ' 'Kapi· talizmin Gelişimi" olmak üzere) özünü oluşturduğu hatırlanmalıdır. Son olarak, okuyucunun dikkatini yazının son sayfalarına çekmek is· terim. Burada, burjuva demokratik devrimin eşiğindeki bir ülkede Na· rodnizm'in devrimci demokratik bir akım olarak olumlu (marksist açı· dan) özellikleri irdelenmiştir. Bunlar, 12-13 yıl sonra pratik ve politik ifadesini İkinci Duma seçimlerindeki "Sol Cephe"de bulan ve "Sol Cephe" taktikleri öngören tekliflerin teorik ifadeleridir. Bir sol cephe· nin imkansız olduğunu öne sürerek, proletarya ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü şiarını red eden bir kısım Menşevikler bu ko· nuda devrimci Sosyal Demokratların çok eski ve önemli bir geleneğini terketmişlerdir -ki, bu, Zarya ve Iskra'nın tiiın gayretiyle yükselttiği bir gelenektir. Şartlı ve sınırlı "Sol Cephe" taktikleri olasılığı herhal· de Narodnizm hakkındaki aynı temel Marksist teorik görüşlerden ka· çınılmaz ol,prak kaynaklanır. Dizideki Struve'ye karşı yazıyı (1894-95) 1895 'de St. Petersburg'daki Sosyal Demokratik faaliyetlerin deneyimleri temelinde 1897 sonlarına doğru yazılan "Rus Sosyal Demokratlannın Görevleri" yazısı izliyor. Bu yazı, Sosyal Demokrat Sağ kanat ile polemik şeklinde ifade edil· miş cildin diğer yazı ve broşürlerindeki görüşleri yapıcı bir şekilde su· nuyor. "Görevler" için yazılmış bir çok önsöz yazıları, bu faaliyetler ile Parti 'nin gelişimindeki çeşitli devreler arasındaki ilişkiyi göstermek üzere burada tekrar yayınlanıyor (örneğin, Akselrod'un önsözü broşü· rün "Ekonomizme" karşı mücadele ile ilişkisini vurgularken, 1902'de· ki önsöz Narodnaya Volya ve Narodnaya Pravo üyelerinin evrimi üze· rinde duruyor).

*

Yazıda kısaltılan St. ismi V.V. Starkov'u, R. ismi S.I. Radchenko'yu ve K. ismi R.E. Kasson'u tarif eder. (Çevirenin notu). 98


"Zemstvo 'ya Zulmedenler ve Liberalizmin Aniballeri" adlı yazı ise 1901 'de yurtdışında Zarya'da yayınlanmıştı. Bu yazı, tabir·i caiz ise, bir politik lider olarak Struve ile Sosyal Demokratların ilişkisini çözer. Biz 1895 'de onu uyardık ve kendimizi onunla dostluktan dikkatle u· zak tuttuk. 1 90 l 'de ise, salt demokratik talepleri bile herhangi bir tu· tarlılıkla savunmaktan aciz bir liberal olarak savaş açtık. 1895 'de, Batı'da Bernsteinizm'den birkaç yıl ö nce ve bazı "ileri" Rus yazarlarının Marksizm 'den kesin kopmalarından önce, ben Bay Struve' pin Sosyal Demokratların kendisiyle hiçbir ilişkisi olmaması gereken güvenilmez bir Marksist olduğuna işaret ettim. 1901 'de ise Kadet Par· tisinin Rus devriminde başgöstermesinden ve Birinci ve İkinci Duma' da bu partinin politik fiyaskosundan birkaç yıl önce, daha sonradan 1905-7 politik kitle eylemlerinin tastamam açığa çıkardığı gibi Rus burjuva liberalizminin özelliklerine işaret ettim. "Liberalizmin Anibal· !eri " yazısı bir liberalin yanlış anlayışlarını eleştirdi, ancak şimdi dev· rimimizdeki en büyük liberal partinin politikasının hemen hemen ta­

mamı için geçerli .1905·7 'de anayasal hayallere karşı amansızca dövüş­ tüğümüz ve Kadet Partisi ile savaştığımız zamanlardaki biz Bolşevikle· rin liberalizme karşı Sosyal Demokratik politikayı terkettiğimizi san· maya eğilimliler için "Liberalizmin Aniballeri " yazısı hata ettiklerini gösterecektir. Bolşevikler deVrimci Sosyal Demokratik geleneklere her· zaman sadık kaldılar, ve "anayasal tig zag" döneminde liberallerin des­ tek çıktığı ve bir süre için kendi Partimizin Sağ kanadını da aldatan burjuva sarhoşluğuna mağlup olmadılar. Bir sonraki "Ne Yapmalı ?" broşürü 1 902 başlarında yurtdışında ha· sılmıştı. Artık edebi bir a.kun olmaktan öte Sosyal Demokratik örgü· tün içinde de yer eden Sağ kanada bir eleştiridir. İlk Sosyal Demokra· tik Kongre 1898'de toplandı. Bu Kongre , içinde Emeğin Kurtuluşu grubununda bulunduğu Rus Sosyal Demokratları Yurtdışı Birliği ta­ rafından temsil edilen Rus Sosyal Demokratik İşçi Partisi'ni kurdu. Ancakpartinin merkezi organları polis tarafından bastırıldı ve tekrar kurulamadı. Aslı�da birleşik bir parti yoktu; birlik daha sadece bir dil· şünce idi, bir karar idi. Grev eylemine ve ekonomik mücadeleye aşırı tutku , "Ekonomizm" diye bilinen Sosyal Demokratik oportünizmin garip bir şekline neden oldu. 1 900'ün en sonlarında Iskra grubu yurt· dışında çalışmaya başladığında bu konudaki ayrılık zaten tamamlan· mış bir gerçekti . 1900 baharında Plekhanov Rus Sosyal Demokratları Yurtdışı Birliği'nden aynlıp kendi örgütünü - Sotsial·Demokrat 'ı kurmuştu. Resmi olarak Iskra işe bu iki gruptan bağımsız olarak başladı, ancak pratikte Birliğe karşı Plekhanov''un grubu ile taraf oldu. Bu ikisini bir· !eştirme grişimi (Haziran 1 90 1 'de Zurich'te Birlik ve Sotsial·Demokrat Kongresi) başarısız kaldı. ' 'Ne Yapmalı ? ' ' bu görüş ayrılığının neden· 99


!erini ve lskra 'nın taktik örgütsel çalışmasının içeriğini düzenli bir şe­ kilde aktarır. Burjqya liberal kampın yazarlarında olduğu gibi (Kadetler, Tovarishch gazetesinde Bezzatlavtsi, vb), Bolşeviklerin şimdiki hasımları Menşe· viklerce de "Ne Yapmalı ? "nın sık sık sözü edilir. Dolayısıyla bu bro­ şürü önemsiz bir kısaltmayla, yalnız örgütsel ilişkilerin detaylarını ve önemi az politik sözleri çıkararak burada tekrar yayınlamaya karar verdim. Broşürün temel içeriği üzerine çağdaş okuyucunun dikkatini aşağıdaki noktalara çekmekte yarar var. "Ne Yapmalı ? "yı şimdi eleştirenlerin yaptığı temel hata broşürü, Par· timizin belirli ve çoktan gelip-gitmişbir gelişim evresinin somut tarihi koşulları ile ilişkisinin dışında ele almak. Bu hata, örneğin profesyonel devrimciler örgütü konusunda, broşürün çıkışından yıllar sonra, yalnış ve büyütülmüş diye yazan Parvus (ve sayısız Menşevik) tarafından açık bir şekilde sergilendi. Bugün bu sözler gülünçtür, sanki böyle yazanlar Partimizin gelişimin· deki bütün bir dönemi unutuyorlar, sanki o zaman savaşarak elde etli· len , fakat zaman içinde pekiştirilmiş ve görevini doldurmuş kazanım· !arı unutuyorlar. · Bugün, profesyonel devrimciler örgütü konusunu Iskra büyütüyordu ( 1 9 0 ı ue 1 9 02 'd e ! ) diye iddia etmek, Rus Japon savaşının ardından Japonlan, Rus askeri gücünü büyüttüler, bu güçlerle savaşmak üzere savaş öncesi hazırlığın gereğini büyüttüler diye ayıplamak gibidir.Zafer için Japonlar tüm güçlerini olası en büyük Rus gücüne karşı hazırladı· lar. Ne yazık ki Partimizi yargılayanlar konuyu bilmeyen, profesyonel devrimciler örgütü olgusunun bugün zaten tam bir zafer sağlamış oldu­ ğunu anlamayan dışımızdakilerdir. Bu olgu o zamanen öndeki yerini almış olmasaydı, onun gerçekleşmesini önlemeye çalışan kimselerin kavramalan için o zaman "büyütmüş" olmasaydık, zafer imkansız o· !urdu. ·

"Ne Yapmalı ?" 1901 ve 1902'de lskra'nın taktik ve örgütsel siyase­ tinin bir özetidir. Kelimenin tam anlamı ile bir "özet ", ne eksik ne faz. la. Iskra'nın 1901 ve 1902 dosyasını inceleme zahmetine katlanacak herkes bunu açıkça görecektir.* Ancak, o zamanki hakim Ekono· mizm akımına karşı Iskra 'nın mücadelesini bilmeden, o mücadeleyi anlamadan buradaki özeti yargılamak halis boş laftır. lskra bir profes­ yoneller örgütü için mücadele verdi. 1901 ve 1902'de özel gayretle savaştı, Ekonomizmi yendi,ve ondan sonra1903'de bu örgütü yarattı. Onu , Iskracı saflardan daha sonraki ayrılmalardan ve şiddet ve zor dö­ neminin sarsıntılarından esirgedi; Rus devriminin tamamı boyunca da· yandırdı; 1901-1902'den 1907'ye bozulmadan korudu. 100


Ve şimdi, bu örgüt için savaş kazanıldıktan sonra, tohumlar olgunlaşıp hasat toplanınca, kalkıp bize "profesyonel devrimciler örgütü olgusunu abarttınız ! " diyorlar. Bu maskaralık değilmidir ? Devrim öncesi dönemi ve devrimi� ilk iki-buçuk yılın·ı (1905 - 1907) düşünün. Sosyal Demokratik Parti'yi bu dönemde diğer partilerle bir­ lik, örgüt ve politikanın devamlılığı konusunda karşılaştırın. İ tiraf et­ mek zorunda kalacaksınız ki, bu bağlamda Partimiz diğer tüm parti­ lerden -Kadetler, Sosyalist Devrimciler vb.- şüphe götürmez bir şe­ kilde daha üstündür. Devrimden önce tüm Sosyal Demokratların kabul ettiği bir program derledi, ve değişiklikler yapıldığı zaman hiçbir ay­ rılma olmadı. 1903 'den 1907 'ye (resmen 1 905 'den 1 906 'ya) Sosyal Demokratik Parti saflarındaki ayrılıklara rağmen parti içindeki du­ rumdan halka tam bilgi verdi (İkinci Genel Kongre. üçüncü Bolşevik, ve Dördüncü Genel, ya da Stockholm Kongreleri tutanakları). Ayrılıklara rağmen Sosyal-Demokrat Partisi diğer partilerin tümünden önce ideal demokratik yapılı, seçimli, kongrelerde temsil hakkının ör­ gütlü üye sayısına dayandığı legal bir örgüt kurmakta geçici özgürlük sürecinden yararlanabildi. Bunun bugün bile ne Sosyalist Devrimci, ne de, üstelik neredeyse gerçekten legal, en iyi örgütlü, karşılaştırılamaya­ cak mali güce, basını kullanma olanaklarına ve partimizden daha fazla legal faaliyet fırsatlarına sahip Kadet Partisinde bulabilirsiniz. Ve tüm partilerin katıldığı İkinci Duma seçimlerini düşünün - bu seçimler partimiz ile Duma grubu arasındaki üstün örgütsel birliği açıkça gös­ termedimi? Cevaplanması gereken soru, bunu kimlerin başardığı, partimize bu üstün birlik, dayanışma ve sağlamlığı kimim getirdi�idir? Bu kurulma· sında Iskra 'nın en büyük katkıda bulunduğu protosyenel devrimciler örgütü tarafından başarılmıştır. Partimizin tarihini iyi bilen , kurulma­ sında rol oynamış herkez örneğin Londra Kongresindeki her hangi bir grup delege listesine kabaca bir göz attığında bundan ikna olacak ve hemen bunun, Partimizi kurmak ve bugünkü haline getirmek için en fazla çalışan ml!rkez i çekirdeğin, eski üyelerinin bir listesi olduğunu fark edecektir. Esasında tabii ki onların başarısı, en iyi temsilcilerinin Sosyal Demokratik Parti 'yi kurduğu işçi sınıfının, objektif ekonomik nedenlerden dolayı kapitalist toplumdaki her hangi diğer bir sınıf­ tan daha büyük örgütlenme kapasitesine sahip olması gerçeğine borç-

*

Elinizdeki bu dizinin 3'üncü cildi bu yıllarda Iskra'daki en önemli yazıları kapsayacak. (Burada sözü edilen cildin yayını gerçekleşmemiş, tir. -çevirenin notu.) 101


ludur. Bu k oşullar olmadan profesy onel devri mciler örgüt ü bir oyun· dan, macera dan, salt isimden öt eb irşey olmaz . "NeYapmalı ?" t ekrar b unu irdeler, savunduğu b u ürgüt lenmeni n "k endiliğinden müc adele· ye gire n gerçek devri mci sınıf" ile ilişk si i dı şında hiçbir anlam t aşı· madı ğı na işaret eder. Ancak, prolet ary anın bir sını f çerçeves inde b ir· leşmek için gerçek azami yet eneği, yaşaya n insanlar tar afı ndan ve sadece beli rli örgütse l for mlar aracı ıl ğı i le gerçekleşir. 1900-05 döne· ml nde R usy a' da sür egelen t ari hi k oşullarda şimdiki Sosy al· Demokr a· t ik i şçi P art isi' ni İ skr a' dan b aşk a hiç bir örgüt lenm e yar atamaz dı. Pr ofesy onel devri mci, R us proletar ya sosyali zm i t ari hindeki k endi ro· rü nü oynadı . Yeryüz ünd ek i hiç bir k uvv et 1902-05'in " çevr eler" inin l ı ndan b üyüyüp onu aşan bu çalı şmayı şimdi iptal edemez. dar sı nır ar Ne de, o zamanlar b u görevler i b aşarm anı n doğr u yolunu saeıam ak için savaş vermek zorunda k alanlan n hak.k ında har eket in mi lit an gö· revleri ni abarttı lar diyen gecikmiş şikayet ler artı k elde edilmiş buk azançlar ın önemini sar sabilir. Yuk arı da es ki l sk ra dönemi çevr eleri nin dar sı nırlar ından s öz ett im ( 1 903 so nunda 51 ' inci sayı ileb aşlayarak I skra M enşevi zm e yöneldi, " esk i ve yeni I skra' yı bir uçurum ayı rd eder" diye ilan edi ldi -M en· şevik I skra yazı k urulu t arafından onaylanmış bir broşür deTr ot sky' ­ nin s özleri) . B u çevr eleri çağdaş ok uyucuy a kı saca anlatmak gerek ·i yor. Bu di zide yayın lanan "Ne Yapmalı?" ve " Bir Adım İ ler i,İ ki Adım G eri" b roşür leri ok uyu cuya yurt dışı çevrelerindeki ate şli ve zaman zamansert ve yı kı cı b irt artı şmayı sunar . Ş üphesi z.b u mücadele birçok sevi msiz özelliklere sahip. Ş üphesi z, bu ancak adı geçen ülk ede genç ve ham b ir işçi harek et inde mümk ün olabilecek b irşey. Ş üphesiz Rus ya' daki� g ünümüz işçi hareket inin yeni liderleri , dik. kat lar ni i günün Sosyal-Demokrat k i görevlerinde t oplamak üzereb irçok çevre gelenek· ! er inden kopacak , çevre faaliyet lerinin ve k avgalar ının bir çok ab es özellik lerini unut acak ve dı şt alı yacaktır.G eçmişt en miras kalmı ş ve günün görevleriyle uyuşmayan çevre zihniyet inin t üm artık ar l ını , an· cakproleter uns ur ları kat arak P art inin genişlemes i veb ununla birlikt e açık kit le faaliyet leri ile t emizleneb ilir. V e, Kası m1905 ' de yeni legal çalı şma k oşull arı ort aya çı kar çıkmaz Bolşevik lerin NovayaZ hin' de ilan ett iği gib i demokrat ik işçi part isine geçiş- bu geçiş art ık gününü doldurm uş esk i çevr e zihniyet i ile dönüşü olmayan fi ili b ir kopuş oldu. Evet " gününü doldurmuş" diyorum çünki eski çevr e zihniyet ini mah· ku m et mek yet erli değil; eski dönemin özel şart arın l da onun önemi anlaşıl malıdır . Çevr eler gününde gerekliydi ler. V e olumlu b ir r ol oy· nadılar. Ot okrat k i devlett e, özellik le Rus devri mci harek et ini n tüm tari hinin yar attı ğı koşullar da b u çevr eler dı şınde sosyal ist işçi par· t isigelişemezdi. V e o çevr eler, yani çok k üçük sayı da insanı ve hemen l a dayalı olar ak b ir ara ya toplayan gi zli her zaman k işis el dost luk ar 102


saklı, dışardakilere· kapalı gruplar, Rusya· sosyalizminin ve işçi hare· ketinin gelişmesinde gerekli bir dönemdi. Hareket büyüdükçe bu çev· releri birleştirmek, aralarında kuvvetli bağlar kurmak ve devamlılığı sağlamak külfetiyle karşı karşıya kalındı. Bu, otokrasinin ' ' erişeme· yeceği " sağlam bir çalışma ortamı gerektirdi-yani , yurt dışı. Ara· larında bir ilişki yoktu.Rusya da bir parti gibi hepsini kapsayan bir merci yoktu, ve herhangi bir dönemde hareketin temel gürevlerinin anlayıştaı ve bütünlüklü bir partinin kurulmasına nasıl katkıda bulu· nabileceklerini anlayışta farklılıklar göstermeleri kaçınılmaz idi. Dola· yısı ile, çevreler arası bir mücadele kaçınılmaz idi. Bu gün geçmişe baktığımızda hangi çevrelerin aslında bir çalışma tabanı rolünü dol· durma konumunda olduğunu açıkça görebiliyoruz. Fakat o tarihte çeşitli çevrelerin işe daha yeni başladığı anlarda hiç kimse bunu söy· leyemezdi ve tartışma ancak mücadeleyle çözüırı.lenme durumunda idi. Hatırlarım, Parvus sonradan İskra'yı yıkıcı bir çevre savaşı yürüt· mekle suçladı ve olaylardan sonra yatıştırıcı bir politika savundu. Olaydan sonra bunu söylemek kolay, ve aslında . o günün koşullarım anlamakta başarısızlığı gösterir. Bir kere, şu veya. bu çevrenin gücünü ve önemini yargılamak için hiçbir ölçüt yoktu. Şimdi unutulan ço· ğunun önemi abartılmıştı, fakat bunlar zamanında var olma haklan nı nücadek ile iddia etmek istediler. İkinci olarak, çevrelerin arasında· ki farklılık daha aşina olmadıkları işin takip edeceği yönü üzerineydi. O zaman belirttiğim gibi ("Ne Yapmalı?" da) küçük gibi görünen bu farklılıklar aslında engin önem taşıyordu çünki bu yeni işin başında, Sosyal Demokratik hareketin başında, işin ve hareketinin genel özel· liklerinin tanımı propaganda, ajitasyon ve örgütlenmeyi çok önemli bir şekilde etkileyecekti. Sosyal Demokratların arasında daha sonraki anlaşmazlıkların tümü Partinin belli konulardaki politik faaliyetinin yönü üzerinedir. Fakat daha o zamanlarda tartışma genel prensipler ve genelde tüm Sosyal-Demokratik politikanın temel hedefleri üzerineydi. Çevreler kendilerine düşen rolü oynadılar ve şimdi tabii ki günleri dol· du. Günlerinin dolmuş olmasının tek nedeni onların vermiş oldukları mücadele, Sosyal· Demokratik hareketin kilit sorunlarını mümkün ola· bilecek en şiddetli bir şekilde ortaya koydu ve bunları uzlaşmaz bir devrimci tavırla çözdü. Böylece geniş parti çalışması için sağlanı te· mel yarattı. "Ne Yapmalı?" üzerine edebi tartışmada geçen aynntılı sorulardan sa· dece iki tanesi üzerinde duracağım. "Bir Adım İleri, İki Adım Geri" nin çıkmasından kısa bir süre önce Plekhanov 1904'de Iskra'da kendi· liğindencilik ve politik bilinç konusunda prensipte benden farklı dü· şündüğünü bildirdi. Ne onun bu sözlerine ne de Menşevik edebiyat· taki tekrarlamalarına cevap vermedim (Geneva gazetesi Vperyod'da kısa bir nottan başka) . Cevap vermedim, çünkü açıkçası Plekhanov'un eleştirisi, benim pek ustaca:veya dikkatle belirtilmemiş bazı ifadele· 103


rim dan konusu dışında alınan cümleciklere dayanan katıksız bahane­ ciliktir. Bundan öte Plekhanov benim Mart 1 902'de çıkan "Ne Yap­ malı? " broşürümün genel içeriğini ve tüm özünü görmezlikten geldi. Parti proğramı taslağı (Plekhanov tarafından hazırlanmış ve Iskra yazı kurulu tarafından değişiklikler yapılmıştır) Haziran veya Temmuz 1 902 'de çıktı. Oradaki, kendiliğindencilik ve politik bilinç arasındaki ilişki üzerine ifade tüm İ skra yazı kurulu tarafından kabul edilmiştir (Benim Plekhanov ile program üzerine yazı kurulunda geçen anlaşmaz­ lıklarım bu konuda değil Plekhanov 'unkinden daha kesin bir ifadenin gerekli olduğunu söylediğim geniş-çaplı üretimin küçük-üretiminin yerini alması konusundadır, ve proletarya ile genel olarak emekçi sınıf­ ların bakış aç ılarının arasındaki fark üzerinedir -bu konuda ise ben Partinin saf proleter karakterinin daha da bir tanımlamasında israr ettim .) Dolayısıyle bu konuda taslak Parti program ı ile "Ne Yapmalı? " ara· sında bir prensip farklılığının sorusu bile olamaz. İkinci Kongrede (Ağustos 1903) o zaman bir Ekonomist olan Martynov programda ileri sürüldüğü haliyle kendiliğindencilik ve politik bilinç üzerine görüş· lerimize itiraz etti Bir Adım İ leri"de üzerinde dutduğum gibi Marty· nov'a tüm lskracılar tarafından kaı:şı koyuldu. Buradan açıktır ki tar· tışma esas olarak lskracılar ile hem 'Ne Yapmalı?"daki hem de prog· ram taslaklarındaki ortak şeylere saldıran Ekonomistler arasındaydı. Ne de benim ikinci kongre 'de "Ne Yapmalı ? " daki kendi ifadelerimi özel prensip olarak programati k ' · düzeye yükseltmek gibi niyetlerim vardı . Tam tersine, benim söylediğim -ve o zamandan beri sık sık tek· rarlanan· �onomistlerin bır aşırı uca vardığıdır. Ben, "Ne Yapmalı?" Ekonomistlerin çarpıttı ğ ını düzeltiyor dedim (bkz 1 904 'de Geneva 'da çıkan 1903 İ kinci RSD I P Kongresi tutanakları). üzerine basarak söy· ledim , çarpıtılan herşeyı gayretle düzelttiğimiz içindir ki bizim çalış· ma çizgimiz en düzgün çizgi olacaktır Bu sözlerin anlamı açık, 'Ne Yapmalı? ' Ekonomist çarpıtmaların tartışmalı bir düzeltmesidir ve broşürü başka bır şeye addetmek yal­ nıştır. E klemek gerekir ki, Plekhanov 'un broşüre karşı yazısı Iskra'nın yeni dizisinde ( "İ ki Yıl "da) basılmamıştır, bu nedenle burada Plekha­ nov 'un tartışmasıyle uğraşmıyorum fakat sadece birçok Menşevik yayında karşılaşabilir diye bugünün okuyucusuna konuyu açıklıyo­ rum . Bir ikinci sözüm ekonomik mücadele ve sendikalar konusuyla ilgili. Bu konudaki görüşlerim basında sık sık yalnış aksettirildi, onun için Ü· zerine basarak söylemek gerekiyor ki, "Ne Yapmalı ? "nın çoğu say­ fası ekonomik mücadele ve sendikaların engin önemini anlatmaya adanmıştır. özellikle, ben sendikaların tarafsızlığını savundum ve 104


hasımlarımın çeşitli iddialarına rağmen o zamandan beri broşürlerde veya gazete yazılarında bu görüşümü değiştirmedim. Yalnız, Londra RSDİP Kongresi ve Stutgart Uluslararası Sosyalist Kongresi beni, sendikaların bağımsızlığının prensip olarak savunulamayacağı sonu­ cuna götürdü. Tek doğru prensip sendi kaların parti ile olası en yakın yol birliğidir. Politikamız sendikaları partiye yakınlaştırmak ve onunla birleştirmek olmalıdır. Bu politika, görüşlerimizin salt "kabulünü" el­ de etmeye ç alışmakla yetinmeksizin ve farklı düşünenleri sendikalar­ dan atmaksızın azimle ve inatla bütün propoganda, ajitasyon ve ör­ gütsel faaliyette sürdürülmelidir. *

*

*

"Bir Adım İleri İki Adını Geri" broşürü 1 904 baharında Cenova'da yayınlandı. İkinci Kongre 'de (Ağustos 1 903) başlayan Menşevikler ile Bolşevikler arasındaki ayrılığın ilk dönemini ele alır. Bu broşürü yarı yarıya indirdim . Çünkü örgütsel mücadelenin önemsiz detaylan özellikle parti merkezlerinin kişisel bileşimi üzerine olan yerleri , günü­ müzün okuyucusunu ilgilendirmesi olası değildir ve hatta unutulması en iyisidir Ancak bence önemli olan İkinci Kongre 'de taktik ve di­ ğer kavramlar üzerine geçen tartışmanın analizi ve örgüt konusunda Menşeviklerle geçen polemiktir. Devrimizde de işçilerin partisinin bü­ tün çalışmalarına izini bırakmış akımlar olarak Menşevizmin ve Bolşe­ vizmin kavranması için her iki konu da vazgeçilmezdir. Sosyal Demokratik partinin İ kinci Kongre 'sindeki tartışmalardan top· rak program ı üzerine olanına değineceğim. Olaylar a '\ıkça gösterdiki o zaman ki programımız (gasp edilen toprakların iadesı * ) çok kısıtlıy­ dı ve devrimci demokratik köylü hareketinin gücünü azımsadı -bu dizi­ nin ikinci cildinde bu konuya daha detaylı döneceğim. Şu an için vur­ gulamanın önemi var ki son derecede sınırlı toprak programı bile o za­ man Sosyal Demokratik sağ kanat tarafından çok geniş bulunmuştu . Martynov ve diğer Ekonomistler çok ileri gidiyor diye itiraz ettiler.Bu, eski Iskra 'nın Ekonomistler 'e karşı Sosyal Demokratik politikanın ni­ teliğini daraltma v'e küçümseme girişimlerine karşı verdiği tüm müca­ delenin büyük pratik önemini gösterir. O zaman (1 904 'ün ilk yarısında) Menşeviklerle farkımız örgütsel konu­ larla sınırlıydı. Menşevik tavrı ben ' 'örgütsel konularda oportünizm ' ' o· larak tasvir ettim . Buna itiraz eden P.B. Axelrod, Kautsky'e şöyle yaz·

*

toprak ağ �ları taraBurada Rusya'da serflik kalktığında köyliile��en . r. (Çevırenın notu). edılıyo kast i) (Otrezk lar toprak edilen gasp fından

1 05


/ dı: "Programatik ve taktiksel görüşlerden bağımsız ve doğrudan hiçbir ilişkisi olmayan birşeymiş gibi şimdi öne sürülen şu 'örgütsel konular· da oportünizm' denen şeyi benim geri kafam bir türlü kavramıyor' ' (Yeni Iskra dizisi "İki Yıl" Bölüm İki sayfa 1 49'da yayınlanan 6 Hazi· ran 1904 tarihli mektup). örgütsel görüşlerdeki oportünizm ile taktiksel görüşlerdeki oportünizm arasındaki doğrudan ilişki Menşevizmin 1 905-07'deki tüın sicili tara­ fından yeterince sergilendi. Şu "kavranmayan şey"e "örgütsel konu· larda oportünizm' 'e gelince, pratikteki deneyimler değerlendirmemi tahmin edebileceğimden daha fevkalade bir şekilde doğru çıkardı. Şu kadarını söylemek yeter ki, şimdi Menşevik Cherevanin bile Axelrod' un örgütsel planlan (lafı çok edilen "işçi kongreleri " vb) ancak prole­ ter hedeflere zarar verecek ayrılımlara yol açabilir diye itiraf etmek zorunda kaldı (bakınız onun 1 907 Londra RSDİP Kongresi üzerine broşürü) . Dahası var, aynı Cherevanin o broşürde, Plekhanov Londra' da Menşevik hizip içinde "örgütsel anarşizm " ile yetinmek zorunda kaldı diyor. Nüfuzlu Menşeviklerin "örgütsel anarşizm"ini 1907 'de hGrn Cherevanin'in hem de Plekhanov'un kabul etmek zorunda kaldık· !arına bakılacak olursa, benim 1904'de "örgütsel konularda oportü· nizm ' ' ile savaşmam boşunaymış anlaşılan. örgütsel oportünizmden sonra Menşevikler taktiksel oportünizme i· lerlediler. "Zemstvo Kampanyası ve Iskra'nın Planı" broşürü (1904 sonlarına doğru Geneva'da çıktı, yanılmıyorsam Kasım veya Aralıkta) onların bu yolda ilk adunlarını gösterir. Sık sık ortalıktaki yazılarda Zemstvo Kampanyası üzerine olan anlaşmazlığın, Bolşeviklerin Zemstvo_ halkından önce gösteri hazırlamakta hiçbir değer görmedik· leri yüzünden olduğuna dair sözler bulmak mümkün. Okuyucu bunun hi ç te böyle olmadığını görecektir. Ayrılık Menşeviklerin liberaller a­ rasında panik yaratmamalıyız diye diretmesi yüzündendir, ve daha öte­ si, 1902 Rostov grevinden, 1903 yaz grevleri ve barikatlardan sonra, ve 9 Ocak 1905 'in eşiğinde, Menşeviklerin Zemstvo halkından önce gösteri düşüncelerini en ileri gösteri şekli olarak övmeleri yüzündendir. Menşevik "Zemstvo Kampanyası Planı"na karşı tavrımız Bolşevik ga­ zetesi Vperyod sayı 1 'de (Geneva, Ocak 1905) bu konudaki yazının başlığında ifade edilmişti : "Proleterlerin Mükemmel Gösterileri ve Ba· zı Entellektüellcrin Yoksul Tavırları". Bu dizideki son broşür, "Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği", 1905 yazında Geneva'da çıktı. Menşevikler ile asıl tak· tiksel farklılıkların sistematik bir raporudur. Bu farklılıklar Londra'da­ ki üçüncü (bahar) RSDİP (Bolşevik) Kongresi ve Geneva'daki Menşe­ vik Konferans kararlarında bütünüyle ifade edildiler ve proletaryanın görevleri bakış açısından bir bütün olarak burjuva devrimimizin Bolşe· vik ve Menşevik değerlendirmelerinin temel ayrımını saptadılar. Bol106


şevikler demokratik devrimde proletarya için lider rolü talep etti.Men­ şevikler onun rolünü "aşırı muhalefet "e indirgedi. Başarılı bir devri­ min "proletarya ve köylünün devrimci-demokratik diktatörlüğü" anla­ mına geldiğini belirterek Bolşevikler devrimin sınıf karakterinin ve sı­ nıf öneminin açık bir tanımlamasını verdiler. Menşevikler burjuva devrimini daima, proletaryanın rolünü burjuvaziye tabi ve bağımlı kı· lan bir durumu kabul etmeleriyle sonuçlanacak kadar yalnış yorumla­ dılar. Bu prensip farklılıklarının pratik faaliyete nasıl yansıdığı iyi bilinir. Bolşevikler Bulygin Duma'sını boykot ettiler; Menşevikler halkı Duma için değil ama gene de oy kullanmaya çağırarak tereddüt ettiler. Men­ şevikler Birinci Duma'da Kadetlere bir bakanlık verilmesini ve Kadet politikasını desteklediler, Bolşevikler ise "Solun Yürütme Komitesi " * lehinde propagandaya uygun olarak anayasal hayalleri ve Kadet karşı devrimciliğini kararlı bir şekilde teşhir ettiler. Bundan öte, İkinci Du­ ma seçimlerinde Bolşevikler bir Sol Cephe için çalıştilar. Menşevikler ise Kadetler ile bir cephe istediler, ve daha neler neler. Rus devrimindeki ; 'Kadet dönemi "nin (terim , Mart 1906 'ddKİ "Ka­ detlerin zaferi ve işçilerin partisinin görevleri " broşüründen) artık sona erdiği anlaşılıyor. Kadetlerin karşı devrimciliği artık tamamen teşhir edildi. Kadetlerin kendileri bile daima devrime karşı çarpıştıklarını iti­ raf etmeye başlıyorlar, ve Bay Struve Kadet liberalizminin gizli düşün­ celerini içtenlikle açıklıyor. Sınıf bilinçli proletarya şimdi bu Kadet dönemine, tüm o "anayasal zig zag"a daha dikkatlice baktıkça daha a· ç ıkça görecektir ki Bolşevikler hem bu dönemi hem de Kadet partisi­ nin özünü peşinine doğru değerlendirdiler, ve Menşevikler aslında, proletaryayı burjuva liberalizmine tabi kılma lehinde bağımsız proleter politikayı terk etmek ile nesnel olarak aynı anlama gelen yalnış bir politika izliyorlardı.

*

*

*

Son oniki yıl içindeki (1895-1907) Rus Marksizmi ve Sosyal Demok· rasisindeki iki akımın mücadelesine dönüp bir göz atıldığında şu sonu­ cu çıkarmak kaçınılmazdır ki, "legal Marksizm", "Ekonomizm" ve

* sağlamak, İşçi milletvekillerinin bağımsız bir sınıf çizgisi izlem� erini uzak tut­ den etkısın det Ka onları olmak, köylü milletvekillerine öncü _ _ mak için Bolşeviklerin önerdiği_ komite. (Çevırenın notu.)

107


"Menşevizm" tek ve aynı tarihi eğilimin çeşitli şekilleridir. Bay Struve'nin (1894) ve onun gibilerin "legal Marksizın"i Marksizmin burjuva edebiyatındaki bir ifadesidir. 1897 'de ve daha sonra.ki yıllarda Sosyal Demokratik faaliyetlerde farklı bir akım olarak "Ekonomizm" burjuva-liberal "Credo"da öne sürülen programı fiilen hayata geçirmiş· tir: ekonomik mücadele işçilerin;lfôlitik mücadele liberallerin. Menşe· vizm sadece bir edebi akım değil, Sosyal Demokratik faaliyetteki sa· . dece bir eğilim değil, kapalı-saklı bir hiziptir ve Rus devriminin birinci döneminde (1905-07) kendi farklı politikasını izlemiştir ·pratikte pro· letaryayı burjuva liberalizmine tabi kılan bir politika.* Bütün kapitalist ülkelerde proletarya kaçınılmaz olarak binbir geçici halka ile sağındaki komşusu küçük burjuvazi ile bağlıdır. Görüşleri, taktikleri ve örgütsel ' 'çizgisı küçük burjuvazinin oportünist eğilimle· rini yansıtan az veya çok açıklıkta tarif edebilecek bir sağ kanat ka· çınılmaz olarak bütün işçi partilerinde ortaya çıkar. Rusya gibi küçük burjuva bir ülkede, burjuva devrimi çağında, yeni Sosyal Demokratik İşçi Partisinin kuruluş döneminde, bu eğilimlerin Avrupa'nın herhangi bir yerinde daha keskin, belirli ve açık bir şekilde kendini göstermeleri mUtlilk i di. Eylül 1907

* İkinci Parti Kongresindeki çeşitli akımların ve görüşlerin mücadelesi· nin incelenmesi (bakınız "Bir Adım İleri, İki Adım Geri ", 1904) 1897 ve daha sonrasının Ekonomizmi ile Menşevizm arasındaki doğrudan ve yakın bağları hiçbir şüphe bırakmaksızın gösterecektir. Sosyal Demok· ratik hareket iç.ndeki Ekonomizm ile "legal marksizm", ya da 1895 . 97'nin "Struveizm"i arasındaki bağı ise "Ne Yapmalı ?" (1902) broşü· ründe sergilemiştim. Legal marksizm · Ekonomizm Menşevizm salt i· deolojik olarak değil, hem de doğrudan tarihsel devamlılık olarak bir· birlerine bağlıdırlar. •

108


KİTAP TANITMA

devrim-sonrası toplumlarda

İKTİDAR VE

MW\�1 Louiı

Althuucr

Lucio Magri

Edmund Baluka

Fro.nz Marck

Bctıelheim Fran�cıco Cavazzuti

Charlcı

Edoarda Masi ·.

Fcrnando Claudin

Jiri Pelikan

Dctlcv ClauHcn

Leonid Plyushch

A . C arloı Comin

Kryozto( Pomian

Luigi Covola

Ro11ana Rouanda

Carloı Fran qui

Ursula Schm icdcrcr

Franco Fortini

Elio G iov annini · Giorgio Girardet K . S . Karol l . urlwik K a v i n

109

hıvan Meızaros

Danid Singcr Hrayr Tcrz.ian

i'.� . ı

Bruno Trcntin

Ronrio V illari

Boris Wcil


devrim sonrası toplumlarda iktidar ve muhalefet m. fazll

Türkiye sosyalist hareketinin devrimci unsurları arasında var olmuş olan bir tutum , mevcut _sosyalist ülkelere, resmi merkezlere karşı ya­ rım gönüllü de olsa tarafsızlıktır. Bu bir dönem, ulusal kurtuluş mü­ cadelelerinde ve halk savaşlarında ifadesini bulan devrimci atılımdan yana saf tutmak şeklinde somutluk kazanıyordu . Teorik ifadesini ise Çin-Sovyet çatışması karşısında "tarafsız " bir tutumda ve aslın· da bu tartışmada ÇKP'nin öne getirdiği revizyonizm eleştirisinde bu· luyordu. Sonra köprülerin altından çok sular aktı. Çılgın gibi akan bir nehre benzediği söylenen Çin, özellikle Mao'nun ölümünden sonra durul· maya

ve

bir zamanlar kendisine bağlanmış olan umutları söndürmeye

başladı. Gerek Güney Doğu Asya'da gerekseAfrika' daki kurtuluş mil· cadeleleıi de başarıya ulaştıkları nokta'da yeni sorunlarla karşılaştı· lar . Ya ulaşılacağı düşünülen amaç lardan vazgeçilmeye başlandı yada ilerici bir tutumu sürdürenler "kendi iskemlelerine oturmaktan" ca· yıp, " uluslararası sosyalist sistemin" yanında saf tuttular. Bu gelişmeyi pek izah edemeyen devrimci hareketler özellikle SBKP çizgisiyle olan ayrılıklarını " barışçı geçiş- şiddete dayanan devrim " karşıtlığında aç ıklayabilme çabalarını sürdürdüler. Ama ne bu tezleri teorik olarak ilk formüle eden ÇKP'nin tavrını destekleyebilmek müm­ kündü ne de silahlı mücadeleyi başarıyla sürdürmüş olan Küba 'lı ya da Vietnamlı devrimcilerin SBKP yanında saf tutmalarını izah · ede­ bilmek. üstelik " barışçı geçiş", "kapitalist olmayan yollardan kalkın· ma ' ' türü teoriler bütün zamanlar için geçerli olacak tezler olarak de-

110


ğil, belirli bir dönemin politikaları olarak ileri sürülmekteydi . ABD ve SSCB arasındaki yumuşama dönemi kendi politik yaklaşımlarıriı da birlikte getirmişti. Yumuşama yerini gerginliğe bıraktıkça bu tezler de popülerliğini kayıp etti. Aslında hiç bir dönemde SBKP bütün yumurtalarını aynı sepete dol· durmamıştı. Legal parlamenterist akımların yanında gizli yasadışı partileri de, gerilla savaşı sürdürenleri de kendisine bağlı oldukları ya da politikalarına uydukları ölçüde desteklemişti. Detant döneminin sona erme_siyle birlikte o dönemin tezleride ortadan kaybolmaya baş· layınca Türkiye solunun eski birçok bağımsızı geçmiş dönemde ' ' ne kadar hadlerini bilmez" olduklarını görüp, " uluslar arası komünist ha· reketin" çizgisini kabullendiler. "Orta yolcu " luktan arta kalanlar arasındaysa resmi sosyalizmle olan­ tartışmayı, resmi merkezlerin önerdikleri politikaları tartışmanın daha ötesine taşıma eğilimi gözlemleniyor. Uluslararası sosyalizmin so· runlarının bizim dışımızda bir olay olarak ele alınması kaçınılmaz bir milliyetçilik tehlikesini içermekte. Sosyalizm söz konusu olduğuna göre "Türkiye'ye özgü bir yol ara· yışı " mümkün değildi. üstelik bu yolu arayanların ellerindeki teorik araçlar, sahip oldukları bakış aç ısı da resmi sosyalizmin fidanlığından başka bir yerden geliyordu . Sonuçta "kendimize özgü bir yoldan " res· mi sosyalizmin tüm sorunları kendi küçük ölçeğimizda yeniden üretil· di sınü yerine siyasal partiyi geçiren anlayış tekrar tekrar, her düzey· de yeniden üretilirken her zaman buna bağlı olarak boy vermiş olan bürokratik yapılar da ortalığı kapladı. Kruşçef öldü böyle oldu diyen· !eri eleştirebilenler, Stalin öldü böyle oldu demekten öteye birşeyler söyleyemiyince, tarihi kendi sorunlarımızın da tarihi olarak okuya­ bilme şansı yitirildi. Şimdi Marksizmin enternasyonalizmini kendi teorik arayışlarımız iç· risinde bir kere daha kurabilme olanağıyla karşı karşıyayız. Bunun bir yanı kendimiZi ve dolayısıyla sahip -oiduğumuz tüni sorunları dünya· nın diğer yanlarındaki sosyalistlerle ve onların sorunlarıyla birlikte ta· rif edebilmek. Enternasyonalizmi belki negatif bir yönden yakalamak bu. Ama aynı zamanda kendimizi Batı Avrupa Marksizminin eleştirel geleneğine bağlayabilme şansını da içermekte.Daha Moskova mahke· meleri döneminden, hatta daha öncelerinden bu yana yerleşik yapılara teslim olmamış, karşılaştıkları sorunları kavrayabihneye uğraşmış, ÜS· telik bunu Marksist kalarak yapmış olan eleştirilerin öğrenilmesi bu anlamda, kendi teorik gelişmemiz açısından büyük önem taşıyor. Şubat 1984'de Metis yayınların tarafından yayınlanan Devrim Sonrası Toplumlarda İktidar ve Muhalefet isimli kitap bu konuda.ki literatür 111


eksikliğini gidennedeküçük de olsaönemli bir adım . Kitap 1977 yılında toplanan Venedik Sempozyum 'un da yapılan kat­ kıları kapsıyor. Sempozyum İtalyan Komünist Partisinden kopan İl Manifesto grubu tarafından düzenlenmiş. Sempozyuma katılanlar arasında Batı Avrupa solunun önemli isimleri ve Doğu Avrupa ülke­ lerinin muhalif aydınları var. Sempozyumda tartışılan konuların ağır­ lığı kendisini sosyalist olarak adlandıran devrim sonrası toplumsal şe­ killenmelerin yapısal özelliklerinin taı:tışılması ve bu toplumlardaki muhalefet hareketleri.

1977 'den bu güne uzun bir zaman geçti . Geçen yıllar tartışılanları ö nerilenleri, en azından bir kısmını eskitti. Ama buna rağmen, büyük ölçüde birbirleriyle tartışan bildiriler, bir sempozyuma yapılmış olan katkılar olmanın sınırlılığı içerisinde, önemli sorunlara işaret ediyorlar, yeni ufuklar. tartışma konuları açıyorlar Doğu ı\vrupa'daki muhalefet hareketlerinin değerlendirilmeSi , 1980 yılındaki büyük Polonya işçi bereketinden sonra aydın hareketi olarak kavranması mümkün olmayan bir düzeye ulaş r ı Sempozyum · da bir ihtimal olarak bahsedilenler çoktan gerçek oldu . Polonya 'da olan· lar sadece Polonya yı değil değil tüm Doğu Avrupa ülkelerinde doğru­ dan ilgilendiriyor. Bati Avrupa Cephesinde de işler eskisi gibi değil. Sempozyumda temsil edilen görüşler teorik olarak daha eski bir gele­ neğe dayanmakla birlikte '68 yükselmesinin bir ürünü olma özelliği taşıyorlar. Yerleşik yapıların dışında, hatta çoğunlukla resmi komü­ nist partilerine ve sendikalara rağmen ortaya çıkan kitle mücadeleleri Batı-Avrupa· soluna özgürlükçü bir itilim kazandırmıştı. Ama '68 in etkisi azaldıkça, yerleşik kurumlar etkinliklerinin yeniden kur­ dukça radikal sol da oldukça küçüldü etkinliğini yitirdi . Sempozyumu düzenleyen il Manifesto gazetesinin sözcülüğünü yaptığı parti geçtiğimiz aylarda tekrer İKP'ye katıldı. Ama sempozyumda sorulan soruların geçerliliği ortadan kalkmış değil . Rossana Rossanda kapanış konuşmasında şöyle diyor: ' 'Sizin tarihinizin aynı zamanda bizim de tarihimiz olduğunu gördünüz. yenigilerimiz ve yaralarımız ortaktır. Bu yaraları iyileştirebilecekmiyiz? Kimse bunun kolay bir iş olduğunu düşünmüyor. Ama bunalımın temeline inerek onu ter­ sine çevirebilirsek,mümkün olabilir. ' ' Kitap bu soruya aranan cevapları, değişik eyilimleri bir araya getir­ mekte, okuyucuya böylelikle büyük bir kolaylık sağlıyor. Bu eğilim· lerin ortak paydalarından birisiyse kapanış bildirisinda şöyle dile getirilmiş : " Toplantıya katılanlar, devrim sonrası toplumlarda özgür­ lüğün kazanılmasının ve savunulmasının hayati bir önemi olduğunu kabul ederler; demokrasi mücadelesini kesinlikle desteklerler ve de­ mokrasiyi yok etme girişimlerini lanetlemeyi görev bilirler. Bu top·

1 12


lumlardaki özgürlük yokluğunun, devrim ve geçiş dönemlerindeki derinlere kök salmış süreçlerden kaynaklandığını kabul ederler. Bu süreçler, bizim için ilgi konusudur; sınıf mücadelesi mirasının bir parçasını oluştururlar ve sınıf mücadelesi alanında ele alınarak ç özlil· melidirler. " Kitap hak ettiği ilgiyi gördüğü taktirde, kendi etrafında azımsanmaya· cak bir tartışma oluşturabilir. Teorik yenilenmenin görev olarak sap· tandığı bu gün, bu hiçte az bir katkı olmayacaktır.

113


YAYIN ÜZERİNE TARTISMALAR •

114


1. kongre kararları ve yayın politikamız r.

kasım

GENEL OLARAK YAYIN POLİTİKAMIZ ÜZERiNE

Sosyalist İ şçi değerlendirmesinde, bu tartışmayı genişleterek genel ola· rak yayın politikamızıı değerlendirmenin yararlı olacağını söylemiştim. Bu yazıda böyle bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. önce en genelde doğru bulduğum yayın politikasını, sonra rgütümüzün özel koşullarında uygulamamız gereken yayın politikasını ifade edip SO· mut uygulamamızı da bunlarla karşılaştırarak değerlendirmek istiyo· rum.

En genelde, geçmiste, KSD ve haftalık Kurtuluş gazetemiz olduğu du· rumdaki yayın politikamızı doğru buluyorum. Yani bizim koşulları· mızda birincil görevi programlaşma doğrultusunda faaliyet olan bir teo· rik yayın organı ve bununla birlikte komünizm perspektifinden siyasi gerçekleri teşhir eden bir kitle yayın organı. Bunlardan teorik yayın or· ganının periyodik olması gerekmemekle birlikte, kitle yayın organının periyodik olması, hem de mümkün olduğu kadar periyodunun kısa ol· ması gerekir. Nisbi anlamda olağan koşullarda, örgütün enerjisini ağır· lıklı olarak gündelik siyasi faaliyete harcamasıyla bağlantılı bir şekilde, kitle yayın organına daha çok enerji harcanması da normaldir. Bizim özel koşullarımızdaysa, bazı açılardan çok önemli farklar mev· cuttur. Bunlardan en önemlisi 1. Kongre kararı ile örgütümüzün önünde· ki temel görevler arasında teorik faaliyetin, pratik siyasi faaliyetin Ö· nünde birinci sırada kabul edilmesidir. Bu, geçmişle hesaplaşmanın ve tartışmanın gündeme alınmış olmasına' bağlıdır. Bu görevi esas olarak

1 15


yerine getirmesi gereken yayın organı ise Sosyalist Tartışma'dır. Diğer önemli bir farklılıksa, örgütümüzün proletarya içerisinde sahip olduğu i· lişkilerin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Sosyalist İşçi yayınına baş· Iamadag_önce örgütümüzün yaptığı tesbite göre, örgütümüzün düzenli o· !arak gazetemizi ulaştırabileceği iş çiler esas olarak az çok sosyalizmle tanışmış iş çilerdir; dolayısıyla daha çok ihtiyaç duyu· lan yayın organı kitle yayın organı değil, propaganda ağırlıklı bir yayın organıdır. Bunlara bağlı olarak somut durumumuzu ele aldığımızda Kongre'den bu yana oldukça uzun bir süredir Sosyalist Tartışma'nın çıkartılamamış olması önemli bir eksiklik olarak gözükmektedir. Bir anlamda, bu du· rum, sonuçta Kongre Kararları 'nın gereğinin yerine getirilememesi ola· rak ta isimlendirilebilir. Bu yüzden, bence ciddi bir aksaklık olarak gö· rülmelidir. Bunun sonucu ise, içinde bulunulan özel koşullar nedeniyle birincil derecede önem verilen tartışma faaliyetinin sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilememesidir ve hatta en genelde duyulan ihtiyaç düzeyinde bir teorik faaliyetin bile yerine getirilememesidir. Bu eksikliğin giderilebilmesi için, Kongre Kararları 'na uygun olarak, ya­ yın faaliyetimizde Sosyalist Tartışma'ya daha fazla enerji harcamak ge­ rekti ğini belirgin bir biçimde tesbit etmenin doğru olacağını düşünüyo· rum. Ayrıca bu tesbite. uygun düzenlemelerde yapılmalıdır. örneğin ge· ne! olarak yayın faaliyetine daha fazla güç ayrılması veya Sosyalist Tar· tışma'nın aksamaması için Sosyalist İşçi'nin biraz zayıflatılması (hac· minin azaltılması, periyodunun uzatılması, eklerden vazgeçilmesi) do· ğacak eksiği bir ölçüde giderebilecek legal olanakların araştırılması ya da ayn bir yazı kurulu tarafından yayınlanması gibi önlemler gözönüne alınmalıdır.

Burada teorik tartışma faaliyetinin bir ölçüde de olsa Sosyalist lşçi tara· fından yerine getirildiği ileri sürülebilir. Gerçekten de henüz tartışmadı· ğımız ancak tartışma gündemimizde yeralması gerektiği düşünülebilecek çeşitli konulara Sosyalist İşçi 'de daha çok sonuçlar düzeyinde değini!· diği görülmektedir. Bu düzeydeki bir tartışmanın ise içinde bulunulan özel koşullar nedeniyle kabul edilen teorik tartışma görevini verimli bir biçimde yerine getirmesi mümkün değildir. Çünkü Sosyalist İşçi gerek biçimi, hacmi, işlemesi gereken konular, gerek işlevleri itibariyle sağlıklı bir teorik tartışma için uygun bir platform değildir. Sosyalist Tartışma' nın çıkartılamamış olması nedeniyle de bu tartışma konularının Sosya­ list İşçi'de patlak vermesi iki aç ıdan istenmeyen sonu çlar doğurmakta­ dır. Bir yandan bu sorunlara Sosyalist İşçi'de değinilip geçilmesi o bo· yutta sürdürülecek olursa tartışmanın yüzeysel, kısır, hatta slogansal dil· zeyde kalmasına, zengin malzemenin tartışılmasına dayanan bilimsel bir tartışmanın gerçekleştirilememesine yolaçacaktır. öte yandan teorik tartışmaların Sosyalist İşçi'ye yansımasının başka bir platformda ger·

1 16


çekleştirilen tartışmaların kaçınılmaz yansımaları boyutunu aşması du­ ru,mundaysa Sosyalist İşçi kendi işlevlerini yerine getiremez hale düşe· cektir. Bugün Sosyalist İşçi'de belirli ölçüde bir gazeteden dergiye dö· nüşme eğiliminin varlığından sözederken bu anlattığım durumun da bunda ö nemli bir etken olduğunu düşünüyorum. Diğer bir etkeniyse içinde bulunduğumuz teorik tartışmayı ö nüne bi· rinci görev olarak koymuş bir örgüt olmamız durumunun kendisi olarak görüyorum . Bunu şöyle açıklıyayım. Sosyalist İşçi örgütümüzün dışa yönelik siyasi faaliyetinin aracıdır. Bir örgüt ideolojik-politik hattı doğ­ rultusunda siyasi faaliyet yürütür. Bu ideolojik-politik hattın netleşmiş ifadesi örgüt programıdır. Bu hattın kendisinin şu ya da bu ölçüde tar­ tışma gündemine getirilmesi örgütün resmi ideolojik politik hattı doğrul­ tusunda siyasi faaliyet yürütülmesiyle çelişmez. Ama eğer örgütün resmi bir ideolojik-politik hattı yoksa, ancak tek tek kişilerin ideolojik· politik görüşleri doğrultusunda siyasi faaliyet yüriitmek mümkün olabi­ lir. O zaman da ideolojik-politik hat üstüne olan tartışmalar kaçınılmaz olarak siyasi faaliyetin önüne geçecektir. Çünkü bu durumda siyasi faa­

liyetin kendisi doğrultusunda yürütüleceği ideolojik politik hattın yara· tılması, hangi doğrultuda yürütüldüğü örgütün resmi kişiliği açısından belirsiz bir siyasi faaliyetten daha fazla ö nem taşır. İşte bu mantık çer­ çevesinde Sosyalist lşçi'de teorik tartışmaların kaçınılmaz yansımalar olmaktan yüksek bir ölçüde yeralmasını. örgütümüzün resmi ideolojik· politik hattı olmadığı şeklindeki görüşümü kuvvetlendiren bir olgu ola· rak görüyorum. Buna paralel olarak değerlendirdiğim diğer bir olgu da gazetedeki yazı· ların genelde imzalı olmaları. Yine konuya soyuttan yaklaşarak düşün­ celerimi sıralayayım. Gazete örgütün ideolojik politik hattı doğrultu­ sunda siyasi gerçekleri aç ıklama kampanyasının aracıdır. Gazetedeki yazılar bu nedenle örgütün ideolojik politik hattına uygunluk taşıyaca· ğından, farklı görüşlerin dile getirildiği yazılar daha seyrek gazetede yer­ alacaktır. Bu yüzden, imzalı olmaları ihtiyacı da yazıların azınlığında ortaya çıkacaktır. Aynı zamanda gazete, örgütün toplam faaliyetinin belirli bir parçası olduğundan. örgütün kollektif faaliyetinin bir ürünü ve bunun işbölümü aracılığı ile somutlandığı belli bir organın kollektif ürü· nü olmak durumundadır. örgütün bütünü aç ısından bu kollektiflik örgü­ tün bütün parçalarının en başta kendi faaliyet yürüttükleri alanları mümkün olan en yüksek ölçüde gazeteye yansıtmaları, gazeteyi gön­ derdikleri notlar, haberler, görüşler ve çeşitli konulardaki makale, araş­ tırma, vb. , ve yazılarla beslemeleri biçiminde ortaya çıkar. Gazeteyi, örgütsel işbölümü gereği, somut olarak üreten organın çalışmasındaysa, aynı kollektiflik, gazetenin bir bütün olarak, teşhir edilecek konuların dengeleri kurularak, yer verilmesi gereken ögelerin bütünlüğü korunarak hazırlanma�ının tek tek yazıların kimler tarafından kaleme alındığının önüne geçmesi biçiminde

�elirir.

Buna karşılık, Sosyalist İşçi' de yazıla-

117


rın genelde imzalı olması, hatta gazetenin okuyucu mektuplarının arit­ metik toplamına dönüşmesi biçiminde bir eğilim gözlemlemem, yine Kongre Kararları sonucunda örgütümüzün resmi ideolojik-politik hattı bulunmadığı biçimindeki düşüncelerimi güçlendiriyor. Çünkü eğer resmi bir ideolojik-politik hat yoksa gazetedeki yazıların bu hatla uy­ gunluğu değil yazarların kişisel görüşlerine uygunluğu olacaktır. Bu du­ rumda da yazılarda farklı görüşlerin dile getirilmesi, dolayısıyla yazıların imzalı olmasının gerekmesi ağır basacaktır. Yeri gelmişken belirteyim, bu anlattıklarundan, farklı görüşlerin dile ge­ tirilmesine karşı olduğum sonucu ç ıkartılmamalıdır. Düşünceme göre, gazetede ideolojik-politik hatta uygunluk çerçevesinde farklı görüşler, farklı değerlendirmeler yeralırken, ideolojik-politik hattın kend!Sini şu ya da bu ölçüde tartışan görüşler, yine kitlelerden gizlenen bir yayın or­ ganı olmayan ama gezeteden de çeşitli özellikleriyle ayrılan tartışmaor· ganında yer almalıdır. Genel yayın politikamız içerisinde tartışmak istediğim diğer bir nokta· da Sosyalist lşçi 'deki uslüp diye isimlendirdiğim bir özellik. Bununla kastettiğim, Sosyalist lşçi 'nin yayınına başlamasından itibaren gerek ga­ zetenin bütününde, gerek yazıların büyük bir çoğunluğunda belirli bir i· deolojik politik hattın sürdürücüsü olan değil de, kendi kendini tanım­ lamaya çalışan bir üsluba sa hip olması. Birinci sayısının böyle bir özelli· ğe sahip olması sonucunda, savunduğu ideolojik-politik hattın "Çıkar· ken · ' yazısında özetlenen görüşlere indirgenmiş olması, ikinci sayıdaki MK-S'nin "Açıklama "sıyla giderilmeye çalışılmıştı. Ancak bu üslup, da­ ha sonraki yazılarda da büyük ölçüde korundu. Buna verilebilecek kaba bir örnek, geçmiş basınımızda yerleşmiş olan ' ' proletarya sosyalistleri" teriminin yerini "sosyalist işçiler" almasıdır. Asıl önemlisi, ajitasyon­ propogandanın , yorumlamanın ideolojik · politik hattımız açısından ya­ pılmaya çalışılmamasıdır. Burada bir noktaya dikkat edilmelidir. Benim tartıştığım tek tek yazıların, yorumların ideolojik · politik hattımıza uy· gun olup olmadığı değil, böyle bir uygunluk zorunluluğu olup olmadı· ğıdır. Bence bunun zorunlu olması gerekir ve buda mutlaka üsluba yan­ sır. Bu anlamda, Sosyalist lşçi 'nin bu zorunluluğu yansıtmayan bir üslu­ ba sahip olmasınıda örgütümüzün ideolojik · politik hattının yürürlükten kaldırılması eğiliminin bir sonucu olarak görüyorum.

KURTULUŞ öRGOTü l.KONGRE KARARLARI VE iDEOLOJİK · POLİTİK HAT Yayın politikamızı değerlendirirken, Kongre kararları sonucunda örgütümüzün resmi ideolojik • politik hattı bulunmadığı şeklindeki dü1 18


şüncelerimden söz ettim. Şimdi bu konudaki görüşlerimi özetlemeye çalışayım. Bilindiği gibi, örgütümüzün tüzüğünün birinci maddesinde Kurtuluş ör­ gütü üyesi tanımlanırken ' 'örgütün teorik görüşlerini benimseyen' ' ifade· :sine yer verilmiştir. Bu ifade Kongre'de yapılan tüzük değiş��klerinden

önce de tüzüğümüzde bulunmaktaydı.1 Bu ifadenin " örgütün ideolojik · politik hattını benimseyen" biçiminde değiştirilmesi tartışılmış, Kong· re'ye taslaklar sunulurken, ifadenin değil içeriğin önemli olduğu gerek­ çesiyle bu değişiklikten vazgeçilmişti. Dolayısıyla, tüzükte bulunan "teorik görüşleri" ifadesi terim olarak "ideolojik · politik hat" ifadesini karşılamaktadır. Bu anlamda, tartıştığım sorun tüzükte kullanılan ifade· den değil, bu ifadenin hangi içeriği kapsadığından kaynaklanmaktadır. ,

Kongre'de kabul edilen kararda "Kurtuluş örgütü l.Kongresi, kongre ve konferans kararları dışında hiçbir yazıyı örgütlenmemizin 'bağlayıcı te­ mel belgeleri' olarak tanımlamaz" denilmektedir. Bu kararla gerek ha· reketimizin geçmiş yayınlarında gerek GK olarak oluştuğundan beri .ör­ gütümüzün yayınladığı yazılarda yeralan temel görüşlerin bağlayıcılığı kaldırılmaktadır. Bu durumda " örgütün teorik görüşlerini benimseyen" deyiminin ifade edeceği bir içerik bulunmamakta, dolayısıy uygulan· ması imkansızlaşmaktadır.

)a

Aynı karar, · ' kongremiz buna rağmen, gerek KSD ve diğer yayın organ­ larında, gerekse de KGö 'nün kurulmasından bu yana GK/KGö ya da çeşitli yoldaşların imzalarıyla örgütümüzün yayın organlarında çıkan tüm edebiyatı örgütümüzün mevcut teorik zemini olarak benimser " söz� leriyle devam etmektedir. Bu sözler ise örgütümüzün resmi teorik görüş­

lerinin bulunduğu biçiminde yorumlanamaz, çünkü hemen üstündeki yukarıda aktardığım sözler bu teorik görüşlerin artık bağlayıcı olmadı· ğını anlatmaktadır. Aynca burada örgütün kollektif olarak benimsemiş olduğu yazılarla kişisel yazılar aynı düzeye konulmakta ve bunlar "top­ lu olarak teorik zemini oluşturmaktadır." O halde buradaki "örgütümü­ zün mevcut teorik zemini" ifadesi uygulanması zorunlu, siyasi faaliyetin

(1 )

Burada birşey belirtmek istiyorum. Yazı Kurulu tarafından Birinci Kongre belgelerinin yıırtdışı baskısına eklenen önsöz ve Notlar'da yer a­ lan "yeni tüzük kabul edildiği" şeklindeki ifade gerçeklere uymamakta­ dll'. Birinci Kongre'de yeni bir tüzük kabul edilmemeiş, mevcut tüzük Ü· zerinde değişiklikler yapılmıştır. "Tüzüğün bürokratik merkeziyetçilik· ten, ikamecilik ten bir kopouşun ifadesi" olduğu tesbitini ise burada tar­ tışmayacağım.

1 19


kendisi doğrultusunda yapılması gereken teorik görüşler, ideolojik-poli­ tik hat anlamında değildir. Uygulamaya ait olmadığı için de örgüt açı· sından hukuksal bir değeri yoktur. Ancak objektif durumun tesbiti hiçi· minde IHr anlama sahip olabilir. O zaman bu karar gözönüne alındığında "örgütün teorik görüşlerini benimseyen " ifadesi bu teorik görüşleri bağ· layıcı olarak değil, yalnızca üzerine basılan zemin olarak benimsemek şeklinde u ygulanabilir. Gene aynı kararın son paragrafında yer verilen "yukarıda belirtilen teo· rik zemin, bugün kongre kararları ve siyasi eylemimizin muhtevasındaki yansımalarıyla bağlayıcı yanlar içerdiği " şeklindeki ifade de, tüzük ve kongre kararları bütününün kendi i çinde çelişmesi durumunu değiştir· memektedir. Teorik zeminin bağlayıcı yanlar içerdiğini belirtmesine rağmen, bu bağlayıcı yanların neler olduğunu tanımlamadığı için yine uygulama ve örgütsel hukuk aç ısından durum aynı kalmakta hangi te.. mel görüşün bağlayıcı olarak uygulanacağı belirlenmediğinden örgütün bağlayıcı resmi görüŞleri hulu nmamaktadır. Buradaki "kongre kararları ve siyasi eylemimizın muhtevasındaki yansımalar' sözleri de teorik ze· minin hangi yanlarının bağlayıcı olduğunu tanımlayamamaktadır Çün kü yansıma sözünden anlaşılacağı gibi kongre kararları ve siyasi eylemi· miz sonuçturlar ve ancak kendileri bağlayıcı temel görüşler tarafından belirlenebilirler: bu yüzden de ideolojik-politik hat düzeyinde bağlayıcı değildirler. Bütün bunlara ek olarak ta karar. bu teorik zeminin " zengin· !eştirme ve derinleştirme süreci içerisinde tartışılıp aşılacağı " biçiminde bir peşin hükümle son bulmaktadır Bunlara paralel olarak. kongre kararlarında

ve

'küçük burjuva sosyaliz·

minden tam .bir kopuş ıçin teorik faaliyet "ın pratik faaliyetin önünde gelen bir görev olarak ele alınması ve bu görevin henüz yalnızca öncülleri konulmuş olan geçmiş değerlendirmesi, özeleştiri görevi olarak ifade e· dilmesi. hatta Kö ile TKKKö arasındaki ayrımın özeleştiriden yana o· lup olmamaya indirgenmesi, hep aynı olgunun sonuçlarıdır . Geçmiş de· ğerlendirmesinin, özeleştirinin henüz yalnızca öncülleri nin mevcut oı duğundan sözedilmesi, geçmiş ideolojik-politik hattımızın yanlış bulun­ ması, bunun yürürlükten kaldırılmasıyla bir anlam kazanmaktadır. örgü· tümüzün, ideolojik-politik hattımız açısından bir geçmiş değerlendir· mesi, özeleştirisi en azından kaba başlıklar olarak bulunmaktadır. Ama bu hattın kendisi yanlış olarak değerlendirildiğinde, buna dayanan öze· leştiri de yanlış olacak, yeni bir özeleştiri gerekecektir. Bunun gereği de elbette, pratik siyasi faaliyetten önce, bu pratik faaliyete yol gösterecek ideolojik politik hattın yaratılması için teorik faaliyete ağırlık verilmesi· dir. Pratik uygulamada, kongre kararlarının, örgütün resmi ideolojik-politik hattı olmaması anlamına geleceğine değindikten sonra, bu kararların a· lınmasına yol açan nedenleri açıklamaya çalışmak gerekiyor. örgütü-

120


müz, GK, Kurtuluş'un geçmiş teorisinde ağır basan ideolojik-politik hattı benimseyerek, bu battı korumak, geliştirmek ve bu hattın gerektir· diği faaliyeti hayata geçirmek için kurulmuştu.2Bu, onun üzerinde ku·

rulduğu ' Tasfiyeciliğe Karşı Leninizm 'in Bayrağını yükseltelim " başlık­ lı yazı tüzük ve çalışma proğramında açıkça belirtildiği gibi daha sonra· ki yayınlarında da sayısız defa vurgulandı, anlatıldı . Bütün faaliyeti de aynı ideolojik-politik hat doğrultusunda oldu ; kaba başlıklar halinde bUe olsa yaptığı geçmiş değerlendirmesi, özeleştiri ve tasviyeciliğe kar· şı yürüttüğü ideolojik mücadele, Kurtuluş'un teorisinde ağır basmış olan ideolojık-politik hat doğrultusunda olurken pratik siyasi faaliye· 3 tine de bu ideolojik-politik hat yol gösterdi.

örgütümüz iki yıl boyunca bu ideolojik-politik hattın bağlayıcılığında faaliyet göstermişken, L Kongre arifesinde Kurtuluş 'ı.İn teorisinin de yanlış/sağ/küçük burjuva oldutu şeklinde bir eğilim açıkça ortaya çık­ tı. örgütümüzün ideolojik-politik hattının varlığı, bu ideolojik-politik hattı benimsemeyenlerin örgüte üye alınabilm elerine, bu hatta uymayan görüşler doğrultusunda siyasi faaliyet yürütülmesine izin vermiyordu . Bu durumda örgütümüzün mevcut ideolojik-politik hattının öncefiilen, sonra da Kongre kararlarım ızla yürürlükten kaldırılması gündeme geldi. Bu noktada örgütümüz esas olarak 'uzlaştırıcı ' bir tavrı tercih etti. Bu yanlış tavırda yeni bir ayrılık ihtimalinin uyandırdığı korku, Kongre döneminde sağlıklı ve yeterli bir tartışma gerçekleştirememiz, "yeni yol arayıcılığına' belirli bir sempati uyanması gibi etkenlerin .rol oynadığını sanıyorum. Bu 'uzlaştırıcı' tavır, Kongre Kararlarının ideolojik-politik hattım ızın yürülükten kaldırılmasından yana olan önerilerden biraz fark­ lı olarak gerçekleşmesine neden oldu. Ama karşıt tezler birbirini dışta­ lıyordu, ya biri kabul edilecekti, ya diğeri; ya ideolojik-politik hattımız bağlayıcı olacaktı ya yürürlükten kaldırılacaktı. Bu birbirlerini dıştala­ yan tezlerin uzlaştırılmak istenmesi, çelişkinin Kongre Kararlarının içine taşınmasını getirdi. Uygulama gözönüne alındığında bunun tezler­ den birinin kabulünden, mevcut ideolojik politik hattın yürürlükten kal­ dırılmasının kabulünden, pek de farklı olmadığı görülmektedir.

( 2)

.

bu ıdeo· Bu amacı benimseyenl,eı- birlikte örgütlenirlerken, doğal olarak getirme­ Jojik . politik hattı sa\l\ınma�lardan, onun gereklerini yerine rdır. ayrdmışla en yeceklerd

(3)

Bu anlattıklarım üzerine herhangi bir tereddüt veya itiraz olursa bun­ ları belgeleyebilirim ; benim açımdan bunlar çok açık gerçekler oldu­ ğundan şu an bunu gereksiz buluyorum.

121


Elbette hal&, görüşlerde ve faaliyette paralellik ve ortaklık kuvvetle bir ölçüde pratik faaliyeti yürüten ağır basmaktadır. Ama bu, artık yoldaşların Kongre Kararlarını kullanılan ifadelere tam anlamıyla sadık kalarak- değil de biraz olması gerektiği gibi yorumlamalarının sonucu­ dur. Esas olarak da, tek tek kişilerin aynı zemine basmasından ileri gelen ve örgütün resmi kişiliği açısından kendiliğinden ve tesadüfi bir olgudur. örgüt adına farklı farklı doğrultularda siyasi faaliyet yürütülmesine karşı 4 Ortak faaliyet bundan son· örgütün hiçbir hukuki engeli kalmamıştır. ra tek tek kişilerin görüşleri çakıştığı ölçüde mümkündür. Tek tek kişi· !erin görüşleri birbirlerinden farklılaştığı ölçüde farklı doğrultularda siyasi faaliyet yürütülmesi sonucu doğacaktır. Bu anlamda şimdi ideolo· jik·politik hattımızın bağlayıcılığından "özgürleşmiş " olarak, bu ideo· lojik politik hatla çelişen, devrimimizin temel gücünün yalnızca işçi sını· fı olduğu, dünya devrimi, işçi sınıfının hiçbir büyük hareketinin önce· den planlanıp örgütlenemediği, burjuva demokrasisine dönülebileceği gibi görüşler doğrultusunda siyasi faaliyet yürütülebilmektedir . öte yandan, ideolojik-politik hattımızın geçerliliğini korumasının tar· tışmayı engelleyeceği görüşünü ciddiye bile alamıyorum. Ağır baskı koşulları altındaki göriişme yasakları dahi engelleyememişken, hiçbir hukuk kuralı tartışm ayı engelleyemez. Hele özel olarak bu amaçla tar· tışma yayın organı çıkarılırken tartışmanın engellenebilmesi hiç düşü· nülemez. İdeolojik-politik hattın geçerli olması, tartışma düzeyinde değil, uygulama düzeyinde anlam taşır; tartışmada değil, yürütülecek siyasi faaliyette bağlayıcıdır. Bu anlamda örgütün resmi ideolojik·pO· !itik hattının olması veya olmaması biçiminde i fade ettiğim sorun tar· tışmamıza değil yürüteceğimiz siyasi faaliyete ilişkin bir sorundur; ör­ gütün resmi_ideolojik-politik hattı varsa, bu, bu hattın kendisinin tartı· şılamayacağı anlamına değil, örgütün siyasi faaliyetinin bu hatta uyması gerektiği anlamına gelir. örgütümüzün resmi ideolojik-politik hattının yürülükten kaldırılması diye isimlendirdiğim durumu, özellikle örgütsel ve ideolojik süreklilik, bilimsel yöntem gelişme, red ve inkar, tasfiyecilik gibi konular açısın· dan değerlendirmeyi, yaptığımızı düşündüğüm hatayı ve bunu nasıl dü· zeltebileceğimizi tartışmayı son derece gerekli göriiyonım. Ancak bun· lar bu yazının çerçevesini aştığından burada böyle bir çabaya girişmi· yorum.

(4)

Kongre Kararları da doğal olarak ideolojik · politik hat düzeyinde bağla· yıcılığa sahip değildir. Bunun bir örneği Kongre Kararlarının uzun uzun � syal demokrat CHP' den söz etmesi, buna karşılık gazetede CHP , nın neden sosyal demokrat olamayacağının tefrika edilmesidir. ·

122


SOSYALiST iŞÇi ÜZERiNE iKi NOT

Burada.. Sosyalist İşçi değerlendirmesinde değinmediğim gazetenin içe­ riğine ilişkin bazı noktaları tartışmak istiyorum. Bunlardan biri, hakların mevcut düzeyine ilişkin. Bu tartışmanın mev­ cut rejim i n niteliğinin tartışılmasıyla belirli bir ölçüde bağlantısının olduğunu düşünüyorum. Sanırım, hakların hemen hemen hiç bulunma­ dığı koşulların, genellikle açık diktatörlük koşullarına tekabül ettiğini SÖylemek pek yanlış sayılmaz. Bu anlamda askeri diktatörlüğün sürmek­

te olduğu şeklindeki görüşlerle, haklann kırıntısının dahi olmadığını ileri süren görüşler arasında bir paralellik görüyorum. Rejim konusunda şunları SÖyleyebilirim : Bence bir devlet biçimi olarak askeri diktatörlük seçimlerle yerini, i ç örgütlenmesiyle, hukukuyla ve diğer özellik leriyle farklı bir devlet biçimine özellikle baskıcı yanı yetkinleştirilmiş oligar­ şik devlete bırakmıştır. Sivil elbiseler giymiş cuntanın, o nların temsil et· tiği ordunun, gerek sıkıyönetimler gerek yeni devlet yapısı içindeki ko· numları aracılığıyla,siyasi iktidardaki paylarını hangi ölçüde korudukları ayrı bir tartışma konusudur.Dolayısıyla devlet biçimi açısından bir ge· çiş dönemi sürmekle birlikte,esas o larak da,bu geçiş gerçekleşmişti. A· ma elbette demokrasiye değil ,hakların son derece kısıtlı turulmasını he­ defleyen baskıcı yan_ı son derece geliştirilmiş ,örtünüiı atılmasını kendi hukuku içine alan ve örtüsü son derece ufalmış bir oligarşik devlete. Bu nedenle bugün artık, demokrasinin kazanılmasının önündeki esas engel, esas düşman, geçici bir açık diktatörlüğün kurumları değil, nisbeten ka· Iıcı bir örtülü diktatörlüğün kurumlarıdır. Böyle bir tesbitin de mücade­ le perspektifimizde mutlaka bazı etkileri olacaktır. Haklar konusundaysa, Sosyalist lşçi'de, özellikle sendika, grev hakları· nın kırıntısının dahi bulunmadığı doğrultusunda ifadeler yer almak­ tadır. Bu ifadeler, bence mevcut duruma tam denk düşmemektedir. Son derece kısıtlı da olsa· belirli bir sendika hakkı. belirli bir grev hakkı bulunmaktadır Sorun, eğer mevcut olanlar çerçevesinde kalırsa işçi sı· nıfının pek başarı elde edemiyeceğidir. Dolayısıyla işçi sınıfı, önce mevcut hakları kullanarak mücadeleye başlamalı, ama hemen bir adım sonra yasaları çiğneyerek haklarını genişletmelidir. Bu, aynı zamanda işçi sınıfımızın bugünkü mücadele düzeyine de denk düşmektedir. Hak­ ların kırıntısının dahi olmadığını SÖylemenin bence anlamı, mevcut olan­ ların birer aldatmaca olduğunu, işlevlerinin mücadeleyi saptırmak oldu­ ğunu SÖylemek demektir. Bu da, bunların kullanılmayıp, örneğin yasa· dışı sendikalarda örgütlenilmesini, yasa dışı greve çıkılmasını savunmayı getirir. Bu biçimde bir tesbit mevcut duruma uymadığı gibi, böyle öne­ riler de mücadelenin düzeyine uymamaktadır. Aslında Sosyalist İşçi 'de de böyle öneriler değil, mevcut yasal olanakların kullanılması savu nul·

123


maktadır Bu anlamda sorunun, kullanılan ifade ile anlatılanlar ara­ sındaki bir uygunsuzluk olduğunu sanıyorum. Ama aynı yanlış ifa­ deler tekrarlanırsa tekabül ettiği yanlış görüşleri do ğuracağı düşün· cesiyle, by_ konuya değinmek ihtiyacını duydum. İkinci olarak, ' 'sosyalist işçilerin birliği ' ' kavramı üzerinde durmak istiyorum. "Sosyalist işçilerin birliği" deyiminin kendi i çinde yanlış olmamakla birlikte, iki ayrı biçimde yorumlanabileceğini; bu nedenle doğru biçimde açıklanmadığı zaman, yanlış anlama izin verdiğini düşünüyoru m . Bu iki anlamdan birincisine göre, sosyalist işçilerin birliği sorunu esas olarak örgütsel bir sorundur. Sosyalist işçiler me" cuttur ama bunlar, tek tek gruplar olarak dağılmıştır Sorun esas o larak sosyalist işç ilerin tek bir örgüt çatısı altında birleşmeleridir. Bu ,açıdan sorun örgütsel soruna bağlı olarak ve o düzeyde ideolojik bir sorunduı . İkinci anlamda "sosyalist işçilerin birli ği" sorunu, esas o larak ideolo jik bir sorundur Bu anlamda sorun, ancak bu ideolojik sorunun çözüm­ lenmesi öncü ışçilerin sosyalizmi benimsemeleri ölçüsünde ve buna bağ· l ı olarak örgütsel bir sorundur Mutlaka ikisinin de birbirinden kopartılamıyacağının ve birinci anlamın da belirli ölçüde bir gerçeklik payı taşımasının doğru olmasına rağmen, ikinci anlamın çok büyük bir ağırlıkla doğru olduğunu düşünüyorum. Yani sosyalizmle işçi smıfının kendiğinden hareketi çakışmamıştır; gö· rev bu ikisinin birleşmesi için faaliyet göstermektir, sosyalist işçilerin birliği de bu faaliyetin ürünü olacaktır. Bu noktada burada kullanılan sosyalizm teriminin anlamı önem kazanmaktadır. Açıktır ki burada sosyalizmle kastedilen proletarya sosyalizmidir, komünizmdir; yoksa bunun dışındaki sosyalist akımlar değil. Bu aç ıdan bakıldığında öncü işçilerin eziCi ç o ğunluğunun henüz komünizmi benimsemedikleri, dolayısıyla sorunun büyük bir ağırlıkla esas olarak ideolojik bir sorun olduğu görülecektir. öte yandan, öncü işç iler geçmişte büyük bir ço­ ğunlukla komünist olmayan çeşitli sosyalist akımların takipçileri olmuşlardır. Bu durumun, onlara hitabeden komünist ajitasyon-propa­ ganda için sayısız avantaj sağladığı inkar edilemez. Ama bu, sorunun esas olarak örgütsel bir sorun olduğu, şu ya da bu sosyalizmin takip· çisi işçilerin tek bir örgüt çatısı altında birleştirilmeleri sorunu olduğu anlamına gelemez. Ayrıca böyle bir şey gerçekleştirilmeye kalkışılsa bile, başarıya ulaşması mümkün değildir. Ama bunun daha da olumsuz sonucu diğer sosyalist akımlarla komünizm arasındaki ayrımın silin· mesi yok edilmesidir. Bu bakımdan bu işç ilerin komünizm açısından taşıdıkları muazzam önemin belirleyici yanı onların kendiliğinden hareketin öncüleri olmalarıdır, şu ya da bu sosyalist akımın takipçile­ ri olmaları değil Bütün bu nedenlerden dolayı, ' 'sosyalist işç ilerin birliği ' ' deyiminin bu biçimde açıklamalarla birlikte böyle bir anlam kazandırılarak kul-

1 24


lanılması gerektiğini düşünüyorum. Mevcut durumda ise, sözünü ettiğim yanluş yorum doğabilmektedir. Bunun ise örgütümüzün ideolojik ve ·politik hattına ilişkin sorunla bağlantısını kurmak mümkündür. Eğer örgütümüzün kuruluşunda benimsemiş olduğu hat da küçük burjuva bir akım ise komünist bir ideolojik-politik hat mevcut değil demek­ tir o zaman komünizmden söz edilemeyeceğinden diğer sosyalist akım­ larla komünizm arasındaki ayrımdan da söz edilemez. Bu da, yanlızca aralarında nitel fark olmayan çeşitli sosyalist akımların ve bunların ta­ kipçileri işç ilerin bulunması anlamına gelir. Böyle bir mantığın sonu­ cundaysa, " sosyalist işçilerin birliği"nden komünist olmayan çeşitli sosyalist akımların takipçileri işçilerin tek bir örgüt ç atısı altına b irleş­ tirilmeleri anlaşılacaktır. Bu anlattığım mantığı tastamam savunan belkı h ı l kimse bulunma­ maktadır ama , bence "sosyalist işç ilerin birliğı terımınin yanlış yoru­ ma ızin vennesinde böyle bir eğilimin <>nemli etkisi vardır.

SON SÖZ özetle, temel olarak, ideolojik-politik hattımız doğrultusunda siyasi gerçekleri aç ıklama kampanyasının aracı olan bir kitle gazetesinden ve proğramlaşmaya hizmet eden teorik bir yayın organından. oluşan bir yayın faaliyetini hedeflememiz gerektiğini düşünüyorum. Şu an içinde bulunduğumuz özel koşullar ise. yayın faaliyetimizin temel o larak bir teorik tartışma yayın organı, Sosyalist Tartışma ve bir propa­ ganda ağırlıklı gazete, Sosyalist lşçi 'den oluşmasını gerektiriyor. örgü­ tümüzün resmi ideolojik·politik hattı bulunmaması diye isımlendirdiğim durumun bir sonucu ve bu olumsuz durumun kendisinin de ortadan kaldırılabilmesi için bu iki temel yayın faaliyetinden Ssosyalist Tartış­ m a ya ağırlık tanımak gerekiyor Esas olarak , ihti�aç larımızı bu iki temel yayın faaliyeti karşılamakla birlikte, bunlardan kalan eksikliği, ayrı yayın oarganları olmadığından, teorik araştınnalara ve polemik­ lere Sosyalist Tartışma'da yer vererek ajitasyon ihtiyacı ı çin ise bildi­ rilar ve broşürler yayınlayarak kapatmaya çalışmak doğru olacaktır.

1 25


. ..

.

.

sosyalist ıscı nın 1. yılı •

b. şeref

örgütümüzün merkez yayın organı Sosyalist l şçi 'nin bir yılı geride bırak· ması nedeniyle açılan değerlendirme kampanyasına, ben , mümkün oldu· ğunca kendimi Sosyalist i şçi ile sınırlamadan katılmaya çalışacağım. Bunun sebebi , Sosyalist i şçi değerlendirmesini bir fırsat bilip, özel ola­ rak Yazı Kurulu'nun çalışmaları üzerine düşüncelerimi ve beklentilerimi de ifade etmek istemem. Fakat, beni böyle bir değerlendirmeye iten . başka nedenler de var. Birincisi, Sosyalist i şçi tek başına bağımsız bir olgu değildir, dolayısıyla kendisine yalnızca onu konu alan bir değerlen­ dirmenin belli ölçülerde eksiklikler taşıması kaçınılmazdır. İ kincisi, Sosyalist l şçi 'ye yansıyan olumlu ya da olumsuz ne varsa , hepsi, genel olarak faaliyetimizden kaynaklanan aynı niteliklerin bir parçasından başka bir şey değildir. Bu yüzden sorunu belli bir bütünlük içinde, ör gütümüzün faaijyetinin bir parçası olarak ele almak istiyorum. Bunun en açık anlatımı ise, herhalde, Vazı Kurulu'nun görev ve sorumlulukla rında kendisini bulacaktır. özel olarak Sosyalist İ şçi üzerine söyleyecek· lerim ise bu perspektife ve özel durumuna bağlı olarak önerilerimle bir likte daha sonra yer alacak. Yoldaşlar, hepinizin de çok iyi bildiği gibi. örgütümüzün 1 Kongre· sinde kollektif iradenin hemen bütününün katıldığı. bilinen nedenler doğrultusunda, iki ayrı merkez organ oluşturuldu : Merkez Komitesi ve Yazı Kurulu. Bu, sosyalist hareketin geneli için olduğu gibi bizim i­ çin de yeni bir pratikti. Biraz da bu yiizden, hala eski düşünceler doğrul· tusunda, bu organların işlevinin, üyelerimizin pek çoğu tarafından ka­ nımca yanlış değerlendirildiğini hissetmemek olanaksız. öncelikle buna değinip, Yazı Kurulu 'nun bu konuda dikkatini çekmek istiyorum . Sözünü ettiğim düşünceleri şöyle ifade edebiliriz: "Bu organlar önder­ liği ifade eder. O halde Yazı Kumlu'da ideolojik önderlik olarak , üret­ meli, yapmalı, etmeli vs. "Hiç kuşkusuz aksaklık bu ifade edilişte de­ ğil tümüyle, asıl dayandığı belirleyici, yetinici edilgen tavır ve davranış126


tardır. İçinde bulunduğumuz özel koşulların da buna fazladan prim vermesi ise ayn bir neden. Bilinen pratik nedenler yüzünden Yazi Kuru· lu için seçilen yer bu anlamda ilk sırayı alıyor. Oysa çok açık ki, bu yönde bir adım atmamızın sebebi soruna belli bir amaç doğrultusunda bakmış olmamızdı: Siyasi faaliyeti en verimli , en güçlü bir biçimde sür­ dürebilmek. Ama eğer bu amaç unutulursa atılan adımın bir yarar sağ­ laması nasıl münkün olur ? İşte sanıyorum tam da bu amaç gözlerden kaçma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Anlattıklarımdan bu anlamda esas olarak varmak istediğim yer şu: Yazı Kurulu bu amaçlarla ayn bir organ olmuştur; yine bu amaçlarla bir yer belirlenmiştir. Bu pratik durum onun asıl işlevini, görev ve sorumluluk· !arını gölgelemek bir yana tam tersine en iyi biçimde yerine getirebilece­ ğine inanılarak yaratılmıştır. Bu noktada Yazı Kurulu 'nun siyasi faaliye­ tin en etkin ve verimli biçimde sürdürülmesi açısından yapması gereken­ ler vv yapılanların ne olduğu ile konuya biraz daha açıklık getirebiliriz .

Fikrimce, Yazı Kurulu mutad yorumu ile ne bir ideolojik önderlik ol­ malıdır ne de sadece kendisine verilen görevleri yerine getiren bir organ . O, elbette ideolojik önderliğe sahip olmalıdır, elbette örgütün kendisine verdiği görevleri yerine getirecektir. Ama, pasif, umarcı bir anlayışın besleneceği tarzda değil. Nasıl ki, Merkez Komitesi 'nin görevi örgüte "şunu yapın, bunu yapın" ya da "şu doğrudur, şu yanlıştır" demek değilse, nasıl ki, Merkez Komitesi keyfince her şeyi belirleme yetkisine sahip değilse; tüm pratik faaliyetin koordinasyonundan sorumlu, bunun gereklerini yerine getirmekle bir anlamda yükümlü ise, Yazı Kurulu da benzer bir konumda olmalıdır. Merkez Komitesi nasıl bu doğrultuda, örgütü yönlendirebilmek için, öncelikle tüm örgütlerin ve üyelerin çalış· maları arasında birliği kurmak, onlara gerekli malzemeyi ve etkileşimi sağlayarak, bilgi vb. aktararak, gerek üyelerin gerekse tüm örgütün faa­ liyetinin güçlenip , düzeyinin yükselmesini sağlamaksa, öyle. Başka bir deyişle, Yazı Kurulu'ndan da beklenen, siyasi faaliyetin bütünü içerisin­ de ideolojik-teorik yönden benzer görevlerdir. Yani ne oturup "teori üretmek ' ' , yayın faaliyetini sürdürmekle kendisini sınırlamalı, ne de tüm örgütten böyle bir pratik destek beklemeli . O doğrudan doğruya örgü­ tün tamamı ile karşılıklı bir ilişki içinde kalarak, almalı ve fakat vermeli, örgütün buna katılımını sağlamaya çalışmalıdır. Tıpkı Merkez Komitesi ' nin yaptığı gibi , örgütlerin ve üyelerin daha verimli çalışmasına hizmet edecek, geliştirecek malzemeleri sunarak onlara yardımcı olmalı, ideolo· jik-teorik gelişmeyi tüm örgüte yaymaya çalışmalıdır. (Bu malzemelerle ajitasyon ve propaganda malzemelerini kastetmiyorum.) Çünkü bu, si· yasi faaliyetin, ama gerçekten önünü gören bir faaliyetin zorunlu bir ge­ reksinimidir. Bu sayede örgütün çalışm!llan canlanacak, niteliği yüksele­ cek, üyelerinin donanımı ve gelişimi arttıkça örgüt de güçlenecektir. A· maç da bu değil miydi zaten? :

127


Oy� ki, Yazı Kurulu'nun geçen süre içindeki faaliyetini bu açıdan ele aldığımızda karşımıza ciddi eksikliklerin varlığı çıkmakta. Belki geçen manın azlığı ileri sürülerek bu yargıya erken varıldığı, ya da pratik en· ellerin-varlığı ileri sürülebilir. Ne var ki, eğer belirtilerini gördüğümüzde astalığın üzerine gitmezsek, sonradan kurtulmanın zorluğunu da akıl·

A

,

an ç ıkarmamak gerekir. Bu yüzden, aceleciliğimi haksız bulmayacağı· nızı umuyorum.

Sözün burasında Kongre Kararlarımızı anımsatmakta yarar var. öyle sa· nıyorum ki, bizim için en acil olanlarının başında durum değerlendir· mesi ve temel görevlerimizi ortaya koymek gelmektedir. Bu karar ise a· nımsanacağı gibi, küçük burjuva sosyalizminden tam bir kopuş �çin teo· rik faaliyet ve tüm gücümüzle proletaryanın bağrında yoğunla:Ştırılacak bir pratik faaliyetten sözetmektedir. İlk bakışta pratik faaliyet yönü bu değerlendirmenin dışında gibi görülse de, bence aralarında özellikle bu­ gün; bugünkü amaç ve hedeflerimizin yaşamsal önemi açısından çok güçlü bir bağ bulunmaktadır. Bu nedenle, teorik faaliyet bağlamında so· runu değerlendirirken bu ilişkiyi ve önemini de ortaya koymaya gayret edeceğim . Şu hiç tartışılmaz bir gerçektir : Bugün her ne kadar geçmiş değerlen· dirmesinden çıkarak olumlu noktalardan sorunu kawayıp , küçümsene· meyecek adımlar atml.ş bile olsak, daha doğru bir yönde ilerledi ğimizi kabul etsek dahi , sonsuz çeşitlilikte hareketin üzerine sinmiş olan geç· mişin mirasının olumsuzlukları hala etkilerini sürdürınektedirler. Bes­ belli ki, bu, bir çırpıda silkelenip hareketin üzerinden atılabilecek bir şey değildir. Bunu ancak bir süre ç , ama geçmişte, onun niteliğinden farklı nitell1dere sahip bir sürecin içerisinde yaşayarak atmak mümkün. işte bu noktada teorik faaliyet iki kere daha önemli olmaktadır. Çünkü böyle bir sürecin sağlıklılığı ancak, teorik faaliyetin pratiğe yansıması i· le sağlanabilir. Eğer bugünkü çıkış noktamız geçmişin değerlendirilmesi ise, yenileşmenin, gelişmenin teori katında kalmayıp pratikte de paralel bir seyir izlemesi gerektiği açıktır. Bu, hem bu faaliyet hem de bizzat bu faaliyeti sürdüren komünistlerin kendileri için de geçerlidir. Bu nasıl olmalı, nasıl sağlanmalı? Akla ilk gelen şey, teorik faaliyetin kazanacağı zenginleşme ve gelişmenin önce, tüm kadrolara yansıtılabil· mesi , maledilebilmesi ile. Aynı zamanda buna uygun koşulların sağlan· ması ile. Bununla, her kadronun "teorisyen" düzeyine gelmesi gerekti· ğini kastetmiyorum. Hayır. Bir yanıyla1 teorik faaliyetin kollektif ol· ması da değildir sorun. Bu da ayrı bir gereklilik elbette. Ama eğer bu· nu · hemen ve kolayca sağlamak en azından çok zor bir sorun ise, hiç değilse yapılması gereken ve yapılabilecek başka şeylerle hem buna hız verme hem de acil eksiğimizi kapatmanın yollarını düşünmek zorunda· yız . Bunun da başlıca koşulu şu ya da bu konunun tartışılması, teorik faaliyetin yalnızca sonuçlarının yansıması değil, tek tek örgütün her bir

1 28


üyesine, hatta bir yönüyle her bir ilişkisine ideolojik-teorik araçların verilmesidir. örgütün bu arjıçlarla donanımını sağlamaya çalışmaktır. Kısacası bütün bunlarla, örgüt içindeki iklim değiştirilmelidir. örgüt i· çinde de deyim yerindeyse böyle bir ideolojik iklim oluşturulmalıdır. Somut olarak, bunun gerektirdiği şeylerin başında, uluslararası prole· tarya hareketinin, sosyalizmin ilgilendiği her sorunun, her tartışmanın malzemeleri ile harekete aktarılması ve hatta olanaklar elverdiğince bu malzemenin derlenip toparlanarak, kullanıma hazır hale getirilerek ak· tarılması gelir. Ancak böylelikle sa�lıklı sonuçlar, beklenen ideolojik ortam yaratılabilir, kadrolar motive edilebilir, tartışmalara katılmaları beklenebilir . En hafifinden ulaşılan sonuçları temelden kavrayarak özümseyebilir. Bu tarz elde edilen ve benimsenen sonuçların, pratik gelişmeler de doğurması, geçmişin zaaflarından kurtulmayı hızlandır­ maması, insanları değiştirmemesi zordur. Teori, pratik içinde devrimci· leştirilecekse, bunun ancak devrimciler tarafından ve gerektirdiklerini sağlayarak yerine getirebileceğini de unutmamalıyız . Aksi taktirde ne kadar iyi niyetli ve istekli çağrılar yapsak da, kararlar alıp, direktifler, emirler de yağdırsak üyelerin yapabileceği pek fazla bir şey yoktur. Çünkü bu durumda onlara kalan iki yol var: Ya olanak­ ları ölçüsünde tartışmalara katılmaya çalışacak , üretmeye çalışacaklar, ki bu durumda eksik malzemeyle ölçüp, biçip, bileyeceği karşıtlarından yoksun olduğu için, yetersiz bir sonuç kaçınılmaz. Dolayısıyla ulaşılan sonuçları doğru dürüst eleştiri süzgecinden dahi geçiremeden öylece be· nimsemeleri. Ya da bununla yetinmeyip kendilerinden de bir şeyler kat­ maya çalışmak. Ne var ki, bunun da aynı nedenlerden ötürü spekülatif ' ve zorlama olmak gibi bir zaaftan uzak kalması zordur. Sonuç, gene ba­ zı insanların yazıp, çoğunluğun da okuyup benimsemesi gibi bir zaaftan hareketin kendisini kurtaramamasıdır. Belki daha da kötüsü, dogmatik ve sekter geleneklerin bu kez farklı bir biçimde yerleşmesidir. O halde, örgüte pratik çalışmayı da aynı oranda etkileyecek bir devi­ _nim, bir canlılık kazandırmanın koşullarını sağlamaya bugün daha fazla öncelik verilmelidir. Şimdi sorunu somut örnekleriyle açıklamak biraz daha kolaylaşmış durumda. Fakat daha önce bir noktanın açıklığa ka­ vuşturulması gerekmektedir. Genel olarak soruna yaklaşımımı açıkla­ maya çalışırken, özellikle Yazı Kurulu 'nun etrafında belli şeyleri kasten biraz idealize etmekten çekinmedim. Bunların pek çoğuna mevcut du­ rumumuz, koşullar vb. türlü nedenlerle karşı çıkılması, söylediklerimin fazla iyimser gö�e11l mümkün. Benim de amacım zaten bunların tü­ müyle yapılabilec�ğini · söylemek değil. Daha çok, olması gerekenden yola çıkarak, verili koşullarda yapılabilecekleri, bu doğrultuda azami düzeye çıkarmak gerektiğini vurgulamak. Eksiklik diye nitelendirdikle­ rim de bu eksende ortaya çıkmaktadır. 129


Tekrar Kongre Kararlarımızı anımsarsak - özellikle teorik faaliyet üzerine olanlara ve bunların dayandığı öncüllere- somut durumu gözö. nüne alarak bazı şeylerin üzerinde neden büyük bir titizlik gösterdiğim anlaşılacaktır. Bu konuda ilk değineceğim, 1. Kongre 'de kararlaştırılan Sosyalist Tartışma olacak. Açıklamaya çalıştığım amaçlara en iyi hiz· met edebilecek araçlardan bir tanesi de bu yayındı. Ne var ki, yaklaşık 6 aydan beri çıkarılamamış olması gerçekten bu anlamda büyük bir ka· yıptır. Başta Yazı Kurulu olmak üzere tüm örgütün eksik davrandığını, en azından üzerine düşenleri yerine getirip getirmediğinincidden tartış· ma götürür olduğunu kabul etmek zorundayız. önemli olan engeller de· ğildir. Onları aşmak için, neyi ne kadar yaptığımızdır. örgütümüz bir bütün olarak bu durumdan sorumludur. Zamanında uyarıcı ve zorlayıcı olmadığı için, gereken önemde sorunu kavrayamadığını bizzat'bu du· rum gösterdiği için. Ancak, şu an gerekçelerin tartışılmasının bir yararı yoktur. Bu nedenle bugün, objektif durumu saptamakla yetinelim. Fa· kat, bundan, nedenlerin araştırılmaması gerektiği sonucu çıkarılmama· lıdır. Tersine, bu mutlaka yapılmalıdır ama başka bir açıdan. Bu ve benzeri yayınların konferansa hazırlık açısından da, ne kadar bü· yük bir boşluk doğurduğu ortada. Ne yazık ki, Kongre öncesinde oldu· ğu gibi gene yeterince hazırlarımadan, ortaya pek fazla bir malzeme ko· yamadan konferansı kısa bir zamana sıkıştırmak, ne kadar olura o kadar hazırlanarak yapmaktan, kendimizi kurtaramayacağız . İkinci kez aynı duruma -belki farklı nedenlerle- düşmemiz tüm örgüt adına düşünül· mesi, ders çıkarılması gereken bir sonuçtur. Şimdi yapılacak iş, bu ko· nuda daha fazla gecikmeden bir an önce atılabilecek adımların atılma· sıdır. Yazı Kurulu 'nun bu açıdan daha fazla sorumluluk taşıdığı ise or· tada. İkinci ve belki de en az bunun kadar önemli olan bir diğer soruna ge· lince; öyle görülüyor ki herhalde bu tümüyle Yazı Kurulu'na bağlı bir görev durumunda. örgütümüzün kısır ve gözü kapalı çalışmaktan kurta· nlması için mutlaka zorunlu olan bu görev, ona sınırlan dışındaki bilgi ve malzemenin aktarılmasıdır. Etrafını· çeviren sınırlara hapsolmaktan kurtulup aşabilmesinin bugün en önemli koşulu bu. Tüm dünyada sos­ yalist saflarda olan bitenlerden, tartışmalardan haberdar olmalı. Yalnız· ca Türkiye ve K.Kürdlstan sosyalistleri, devrimcileri açısından değil, tüm dünya genelinde. Bu olmadan Marksizm'in karşıkuşıya olduğu sorunla­ rı da tam olarak kavramanın zorluğu açık bir şeydir. Somut olarak akla gelen şeylerden biri bütün sınüsal renkleriyle sosya· Iist örgütlenmelerin yayınlarının ulaştırılması olabilir. Ya da -nasıl olur ayrı bir soru- içeriklerinin yansıtılması. öte yandan bu temelde tartış· ma ve polemikleri içeren yayınlar aracılığıyla bunun tamamlanması ge· rekir. Bunlar acil işlerdendir. Eğer üyelerimizin, bilmem kaç yıldır elle· rine geçen bu tür yayınların bir elin parmaklarından az olduğu , hemen

130


hiçbir örgütün -;raptıkları bir yana- söylediklerinden bile haberdar ol· madığını (biri hari ç ! ) gözönüne alırsak, ne denli acil olduğu görülecek· tir. Bu tür yayınların daha önceden de düşünüldüğü ve Kongre Kararla · nmız içerisinde birlik sorunu etrafında belirtildiğini de düşünürsek , bazı şeyler daha iyi anlaşılır. Bunların yanı sıra çeviriler -kısa da olsa- prog. ram ve tüzük gibi belgeler özetlenerek broşürler veya benzeri şekillerde iletilebilir. Asıl amaç örgütü kendi başına (kendi halinde de diyebiliriz) yaşamaktan kurtarmak, ohnası gerektiği yere getirmektir. Siyasi faali· yetin zenginleşmesi ve güçlenmesi de buna bağlı. Bu bizi kendi kendi· mize söyleyip yapmaktan kurtaracaktır. Kaldı ki, örgütümüzün bu yolla ne kadar zengin ilişkiler kurabilir, buradan ne kadar kendi potasında e· riteceği malzeme sağlayabilirse, o kadar güçleneceğini söylemeye bile gerek yok. Bütün bu verdiğim örnekler çerçevesinde bir tek yapılanın bile olmadığını söylersem, bilmem başka bir şey eklememe gerek var mı? O zaman neyi tartışmasını istiyoruz insanlardan? Sadece Yazı Kuru­ lu tarafından gündeme getirilenleri mi? Ben böyle düşünüldüğünü sanını· yorum, ama varolan bir eksikliğin de ortadan kalkmasını bekliyorum. Sosyalist İşçi 'ye gelince : Şimdi Yazı Kurulu'nun denetim inde çıkan bir yayın organı olarak onun üzerine söyleyeceklerim de daha iyi anlaşılabi· lir. Bu konuda ilk başta söyleyeceğim, daha önce açıklamaya çalıştığım bir takım eksikliklerin sanki Sosyalist işçi aracılığıyla telafi edilmeye çalışıldığını düşündüren bazı belirtilere sahip olduğu . Dış haberlerin faz. !alığı gibi, dolaylı yoldan yansıyan bazı tartışmalann bulunması, bunlar· dan bazılarıdır diyebiliriz. Ne ki , bunların aşırıya kaçtığını falan söyle· miyorum. Fakat eylem içinde yerine getirdiği işlevine etki ettiği ve bu etkinin çok fazla bir şeyler katarak gerçekleştiğini söylemek de zor. Bunu biraz daha açmak gerekecek. Sosyalist İşçi esas olarak bir işçi gazetesi işlevini yüklenmiş durumda. Ayıiı zamanda örgütümüzün merkezi yayın organı. Bu nitelikleriyle de proletarya içerisinde odaklaşacak bir faaliyet ve örgütlenmenin, öncü iş­ çilerin sosyalizme kazanılmasının elimizdeki en önemli araçlarından bi· risi . Sosyalist İşçi 'nin bu işlevini ne ölçüde yerine getirdiği özel olarak bu aracı değerlendiren insanlara ve onların koşullarına bağlı bulunduğu için önce bu bağlamda bir gerçeği görmek gerekiyor. Son günlerde giderek artan ve yoğunlaşan , sinsice daha derinlere işleyen bir baskı kendisini çok çıplak hissettirir oldu. Sonuçta Sosyalist İşçi'· nin yaygın dağıtımı son derece riskli ve büyük bir sorun oluşturmakta. Fakat buna karşılık, tam tersine bir başka gelişme de, özellikle sınıf içe· risinde böyle bir araç için her geçen gün daha uygun bir ortamın oluştu ­ ğu, ilginin öncüler arasında arttığı. Bu çelişki Sosyalist İşçi 'den yarar· !anmanın önündeki en zorlu eqgel. Doğal olarak bu engel farklı biçim· terde ve oranlarda "aşılabiliyor". Nihayet bu durum onun öncüler ara· sında da çok dar bir alana sıkışmasını ortaya çıkanyor. Şirndiye kadar

131


gerçekleşen ilerlemeye rağmen ve elbette ulaşabildiğimiz oranda. Bu noktada Sosyalist lşçi 'nin yararları, ulaştığı alanda verimli olabilmesine daha çok bağlı demektir. Daha geniş bir alana taşması bu sınırlardaki etkinliği ile ilgili. Hemen burada onun öncülerin elinde maddi bir araç haline gelebilmesinin, onların gereksinimlerine ve gelişmelerine, doyu­ rucu bir cevap vermesi koşulunu ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla Sosyalist İşçi'nin bu anlamda, az da olsa, yetersizlikleri daha önemli oluyor. Genel olarak ele alındığında Sosyalist İşçi 'nin en önemli eksikliğini gün­ cellik diye ifade etmek mümkündür. Fakat bunu iki boyutta kavramak gerektiği kanısındayım. Hem olayların sıcağı sıcağına ele alınması, ki Yazı Kurulu buna suç üstü diyor. Hem de proletaryanın, özel olarak da öncülerin ilgi alanları anlamında. Bunu da iki başlıkta anlamak gerekir. İlk önce onların zaten ilgi alanları içinde olanlar anlamında. İkinci ola· rak aynı zamanda sosyalistlerin de gayretleri ile dikkatlerini yoğunlaş· tırmalarının çalışılacağı alanlar. Biraz basitleştirildiğinde sorunu böyle koymak yalnış olmayacaktır. Buradan kalkarak, Sosyalist İşçi her ne kadar Yazı Kurulu değerlendirmesinde % 25 gibi bir sayıyı bulmuşsa da söz konusu yazıların yine bir eksiklik taşıdığını söylemek gerek . Belki yüzde olarak bu rakkam tek başına yüksek sayılabilir. Fakat bu oran içerisine giren yazıların söylendiği gibi genel politika üzerine olması bi· raz yanıltıcı olmaktadır. Biz buna güncel sıfatı ile birlikte burjuva sıfa· tını da eklemek zorundayız. öyle ki, burjuva partilerinden , mecliste o· olanlardan, hükümetin tüm faaliyetine varıncaya kadar her şey bu kap· samda ele alınabilir. Şunu soralım kendimize : Neden bir öncü, bu bilgi ve malzemeyi, olduğu kadar burjuva siyasetini bir bütün o larak sözüm ona demokrat köşe yazarlarının titreyen kalemlerinden Öğrenmek ZO• runda kalsın ?ijatta onlara bağımlı olsun ? özellikle siyaset. Belki de en baş sırayı işgal etmeli. Hem zaten, bunları kendisine malzeme alan bir propoganda çok daha somut, anlaşılır ve dolayısıyla etkili olamaz mı ? Çünkü bunlar soyutla somutun en yakın olduğu alanda gerçekleşmek· tedir ve her gün yaşanan olayların içindedir. Buradan yola çıkarak dış kaynaklı haber ve yazıların işgal ettiii yerin fazlalığına dikkat çekmek istiyorum. Asıl çelişki tek başına burada yatmamaktadır elbette. Ancak bir yandan yanı başında meydana gelen olay ve sorunlar varken, burjuvazi politik alanda kendi istediği gibi at koşturur, kaldırdığı toz duman ortalığı karıştırırken, bunların prole· taryanın zorunlu ilgisi ile ters orantılı yer alması, Sosyalist İşçi 'nin çekiciliğini ve yardımcı rolünü azaltıyor. Gazetenin kapsamı içerisinde bu yazılar eğer doyurucu olabilirse, sorunun diğer yazıların oranına bağlı olmaksızın kendiliğinden kalkacağı ise açıktır. Keşke olanaklar elverse de geniş kapsamlı bir gazetede bunlar olabildiğince bol yer a· labilse. Bu olmadığına göre gazetenin kapsamını gözönünde tutarak bunları dikkate almak gerekiyor. Burada yeri gelmişken Sosyalist İş çi' nin sayfa sayısının arttırılmasının üzerinde düşünülmesi zaman geçiril·

1 32


meden başlamalıdır. Fabrika haberlerine bu açıdan değinmiyorum. Çünkü bu konuda Yazı Kurulu 'nun elinden gelen bir şey olmadığını ve tüm okuyucuların çaba· sına bağlı olduğunu biliyoruz. Fakat bunun yanı sıra, Sosyalist İşçi gibi türlü olanaksızlıklara rağmen yaşayan bir gazetede kullanılan her santi· min hesabını yapmak gereklidir. Onun verimliliğini arttıracak rasyonel kullanımı bulmak için böyle bir hesaptan kaçınamayız . Bu anlamda gazetede kural olarak, seri yazılara yer verilmemelidir. Bu , hem çok iyi işlenebilecek bir konunun ziyan olmasına neden oluyor, hem de kapla· dığı yerle dahi orantılı bir yararı olmuyor. Çünkü, gazete kapsamına sığ· dırabilmek için ister istemez daraltılarak yazıldıkları açık. örneğin " Sosval Demokrasi" böyle nitelendirebileceğim ziyan olan bir yazı. Oy sa bu tür yazılar bir broşür ya da ek haline getirilerek daha geniş ele a· lındığında çok daha fazla yararlı olacakt11 özellikle belirtmek istediğim bir diğer nokta da gazeteye gelen işçi ya· zıları ve mektupları. Bunların ne denli yetersiz olduğu açık bir gerçek . Bu mutlaka aşılması gereken, dolayısıyla bu anlamda koşullan zorlama­ mız gereken bir durum. Ancak burada Sosyalist İşçi 'nin de özendirici rolü ortaya çıkacaktır. Diğer bir deyişle, Sosyalist işçi işçi mektubu ve yazılarının artmasını isterken, bunu sağlamak için kendi yapabilecekle· rinin neler olduğunu da düşünmelidir. Bu bakımdan onun özendirici tutumu bu isteği kamçılayıcı bir etkileşim gerçekleştirmesi son derece önemli. Ben bu konuda önemli gördüğüm bir örneğe değineceğim. Ama daha pek çoklarının düşünüp bulunması da mümkündür. Sözgelişi mek· tuplara -hepsine olur mu?- yanıtlar yazmak, işç ilerden sorular sorma· larını beklemek vb.

Sosyalist İşçi 'nin bir yılı içerisinde yayınlanan işçi yazılarına baktığı· mızda, bunlar mektup ya da belli bir konuda yazılan yazılar olsun hiç de ortalamanın altında diyebileceğimiz yazılar değildir. Ama gerçek an· lamda bir işçi mektubu niteliğinde olanlar, yayınlananlar içerisinde yüzdeye bile gelmeyecek kadar az. önce, bu açık kapatılmalı, bunun i· çin de her okuyucu Sosyalist İşçi 'ye mektup yazabilmelidir. Gazetede yer alabilecek bir açık adresin bu konuda yararlı olabileceğini düşünü· yorum. Ancak bil şart değil elbette. Daha çok , Sosyalist lşçi 'nin sayfa. larının her türden işçi mektubuna açık olmasıdır sorun. Okuyucunun da bunu somut örnekleriyle bilmesidir. Gelen işçi mektuplarının, eğer ya­ yınlanacaksa, olabildiğince değiştirilmeden yayınlanması bu açıdan çok önem verilmesi gereken bir noktadır. Bildiğim kadarıyla bazı mektuplar bir haber malzemesi olarak değerlendirilmektedir. Birkaç örnekten kal­ karak söyleyebileceğim, bu konuda yeterince duyarlı davranılmadığıdır. Bunun öneminin farkında olunmamasıdır. İlke olarak işçi mektupları olduğu gibi yayınlanmalıdır. em de teşvik edilerek.

IJ

133


Kollektif bir yayın haline getirmeyi hedeflediğimiz gazetede, belki far· kında değiliz ama, çıkan her yazı herkes için olduğu gibi, işçi yoldaşlar için de bir örnektir. ister bir makale, isterse bir mektup. Bu ne bizim bi· linçli olarak değiştirebileceğimiz ne de kendi irademizle yaratabileceği· miz bir şey. Bilinmesi gereken bir gerçekliktir. Oysa işçiler için şimdiye değin yayınlanan yazdarın özendiriciliği bu anlamda tartışılır bir sorun· dur. Bunları örnek olarak alan bir işçinin, bir üyenin cesaret bulacağını düşünmek gerekir. Cesaret ise öyle destekleyici birkaç sözle elde edile· mez. Bu ancak kişinin keneli kendisine güven duymasına yarduncı ola­ rak sağlanabilir. Çünkü, nihayet onun vereceği bir karardır ve her karar· da olduğu gibi, çevreleyen koşulların önemi son derece büyüktür. öy­ leyse işçi yoldaşlara "yapabilirim" dedirtecek örnekler sunulmalıdır. Onların katılabilecekleri bir yer olmalı Sosyalist işçi. Daha doğrusu ka­ tılabileceklerine inandıkları, istedikleri bir yer. Katıldıkları oranda da cesaretlenecekleri, çekingenliklerinden sıyrılarak daha özgür hareket e­ deceklerini unutmamak gerekir. Böylece merdivenin ilk basamağına bir adım atmış olacaklardır. Bir kez başladıktan sonra gerisi daha kolaydır. Demek ki, bunun için işçi mektuplarının, 'iyi ' , 'yeterli ' , 'yayınlanabilir' vb. gibi ölçülerle fazla ince elenip sık dokumadan ve değiştirilmeden yayınlanması gereklidir. Bunun için bir okuyucu mektupları köşesi düşünülmelidir artık . Böylelikle arttıracağımız işçi mektupları ve yazı· ları gazeteye canlılık, zenginlik kazandırırken kollektif örgütleyici işle· vini biraz daha güçlendirmiş olacağız. İşçi sınıfına malolmaya uğraşan her yayın gibi Sosyalist lşçi'nin de, ba­ zı görevleri vardır. Sınıfın eğitimine, egemen düşüncelerin etkisinden kurtulmasına yardımcı olmak, bunlardan bazıları. Bunun için sınıfın dikkatini be!li noktalara çekmek, düşündürmek gerekmektedir. Bütün bunların, diğer yönden ise, günümüzde sosyalizmin karşılaştığı sorunla· ra kendi pratiğimizde sağlıklı ve doğru yaklaşımlar geliştirebilmeye, proletaryanın çarpık anlayışların etkisinden, kolaycılığından kurtulma· sına da hizmet edeceği açıktır. Gazete ya da eklerde tek tek ele alınacak ve işlenecek konuların tartışmalı bir şekilde --ya da tartışmaya açık­ ortaya konması bunun için bir yol. Bu anlamda somut olarak verebi· leceğim bir örnek daha açıklayıcı olacak . İdam cezaları. İşçi sınıfını buna karşı duyarlı hale getirmek zorunludur. Ama yanlış anlaşılmasın, söylemek istediğim, 'devrimcilerin idamına hayır kampanyası' değil yal­ nızca. Genel olarak idam cezaları karşısında idam cezaları karşısında sosyalistlerin tavrının tartışılmasıdır. öncülerin olduğu kadar, sosyalist· !erin de bu ve benzeri pek çok konuda eğitilmesi gerektiğini söylersem abartmış sayılmam. Kaldı ki , her gün onlarca idam cezası verilir, devrim· ciler katledilirken, bu konunun ayn bir öneminin olduğu açıktır. Bir yandan oligarşinin giyotini sürekli çalışır bir yandan sosyalistlerin boy· nunda, işçi sınıfı davasının üzerinde sallanırken sessiz kalmak sorumlu· luğumuzla bağdaşmaz. Hem davamızla hem de katledilen onlarca dev­ rimci ve sırada bekleyen yüzlercesine karşı olan görevlerimizle. Sesimiz

134


Sosyalist İşçi ise bunu olabildiğince gür haykırmalı, sesimiz güçlü çıkma· lıdır. Son olarak değineceğim bir konu kaldı. Sosyalistlerin gittikçe gereken· den daha az üzerinde durduğu, yığınların kanıksar tavrına uyulduğu bir olgu: Emperyalizm. Bu, özellikle uluslararası konjonktürün günü· müzdeki durumu açısından Türk ve Kürt halkı için gündemde en öne çı· karılması gereken bir sorun olmalıdır. Baskı koşullarında toplumun de· ğişik kesimlerinden yükselen "Bağımsız Türkiye " vb. gibi talepler, faali· yetimizin etkinliğini daha geniş bir alana yayacaktır. Bu talepler ne ka· dar yükselirse, baskı ile sınırlananlar da o kadar meşruluk kazanacak, oligarşinin tabu haline getirerek dokunulmaz kılmaya çahştılı her şey, aksine aynı oranda gayrı meşru hale gelecektir. Böyle bir gelişmenin mücadele açısından önemini, daha uzun anlatmaya gerek yok sanırım. Tüm toplumca, toplumun tüm ilerici kesimlerinde, iyiden iyiye bir 'va· kıa ' olarak kabuUenilmiş görülen bu duruma ve emperyalist sömürüye karşı işçi sınıfının ve sosyalistlerin sessiz kalması, mücadelede önem ver· memeleri düşünülemez. Sosyalist İşçi'nin bir yılını doldurması nedeniyle, geriye dönüp baktığı· mızda söylenebilecek şeyleri böyle sıralamak mümkün . Son olarak bir noktayı tekrar vurgulamakta yarar görüyorum . Bütün bunlar olması ge· rekenler ve hedeflenenler yanında değerlendirilebilecek' noktalar. Dola· sıyla bunları söylerken yapılabilirliğini ikinci dereceden bir sorun olarak dikkate almak daha doğru geldi. Bunda, Yazı Kurulu'nun önüne sorunu daha geniş bir biçimde açmanın, yardımcı olacağı düşüncesinin de kat· kısı oldu. Bazı noktalarda da belli önerileri getirerek yapılabilirlik sınır· !arını zorlamak, uğraşmak vb. gereğini belirtmeye çalıştım . Sosyalist İş· çi 'nin yayın faaliyetinde dikkate alacağına inanıyorum.

1 35


burjuva ideolojisine karşı mücadelenin onemı ••

faı yıldız

Hiçbir sınıf, tek başına, zora dayalı yaptırımlarla ne iktidarı alabilir ne de yalnızca bu yöntemle-uzun süre iktidarını sürdürebilir. Bir toplumsal formasyonda çeşitli uzlaşmaz çıkarlar varoldukça, aralannda mücadele· nin şu veya bu düzeyde sürmesi kaçınılmazdır. Ne var ki, olağan koşul· larda bu mücadele toplumu oluşturan sınıf ve gruplann birbirinden ta­ mamen kopacağı düzeye ulaşmaz. Bu duruma ekonomik alanda başla· yan buhranın, Kleolojik, siyasi alanları sardığında ulaşılır. Kapitalist toplumsal formasyonda burjuva ideolojisi, saf olarak tek ha· şına değildir. Egemen ideoloji olarak burjuva ideolojisi, toplumun en geniş alanlarına yayılmış olmakla birlikte, çeşitli yöntemlerle kendisine eklemlediği ideolojik alt kümelerle birlikte yürümek zorundadır. Ola· ğan koşullarda birlikte yürümek zorunda olduğu ideolojik alt kümeleri, daha çok içine alıp eriterek ve yardımcı öge olarak çeşitli baskı yön· temleriyle kendi eklentisi durumuna getirir. Buhran dönemlerinde şid· det ve yıldırmayı asli öge haline getirerek, ama, ideolojik saldırıyı hiç ihmal etmeden sağlamaya çalışır. Her iki durumda da her iki öge farklı düzeylerde olmak üzere birlikte kullanılmak zorundadır. Farklı ç ıkarlara sahip hiçbir toplumun birliğini sağlayacak çimento esas olarak zor yöntemi olamaz. Homojen (türdeş) çıkarlara sahip olanlar i· çin buna zaten gerek yoktur. Toplumun (en azından çoğunluğunu) bir arada tutan esas çimento ideolojiktir. Ancak bunun varlığıyladır ki, bazı başkaldırılar zor yöntemleriyle ezilip sindirilebilir. (Faşizm olgu&unun en önemli farklılığı da budur.)

136


Burju_vazi ideolojik ve siyasi olarak emekçi kitleler gözünde mahkum e­ dilmedikçe; kolay kolay yıkılamayacağı gibi, proletarya da ondan bütün bağlannı kopanp kendisini bağımsız ideolojik ve siyasi varlık olarak öne süriip müttefiklerine kabul ettirmedikçe, ne onları burjuvaziden koparıp yanına kazanabilir ne de onların üzerinde hegemonyasını kurabilir. * Her sınıf koşullara göre ve kendi doğasına uygun olarak düşman sınıfla· ra zor uygular. Ama, düşmana karşı omuz omuza ııaYBşacağı müttefikle· rine karşı bunu yapamaz . Böylesi şeyler ideolojik kanıksattınna ile "meşrulaştırılarak" zaman zaman yapılabilmiştir. Kapitalist toplumda iki temel sınıfın (burjuvazi ve proletarya) iç tutar­ lılığı olan bütünlüklü ideolojiye sahip olduğu herkes tarafından bilinir. Ne var ki; egemen burjuvazi, proletarya ideolojisini çeşitli biçimlerde sulandırarak bir süre kendi eklentisi haline getirmeyi becerebilir. Ör· neğin, ekonomist-sendikalist ve refonnist ideolojilerin dotrudan burju­ va ideolojileri olmamalarına rağmen, bunlara burjuva ideolojisi denme­ sinin esas nedeni budur. Kaldı ki, proletaryanın bir azınhğının oluştur· duğu komünist partisinin bunlardan bağını koparması da yetmez; bunu bütün proletarya kitlesine ve diğer müttefik sınıflara yayıp kabullendir· mesi gerekir. Kapitalist toplumda egemen burjuva ideolojisinin yanında varhlını siir· düren en önemli ideolojik alt küme küçük burjuva ideolojisidir. Bu ke· simin kendi içinde belli farklılıklara sahip olmaları ve dolayısıyla belirli dönemlerde farklı farklı tavırlar alabilecekleri bir gerçekse de, bilinen ortak özellikleri, onların seçmeci, eklektik bir ideolojiye sahip oldukla· rıdır. Dolayısıyla bunların hiçbir koşulda, bütünüyle burjuva ideolojisin· den kendi başlanna kopmaları mümkün değildir. Bu durum burjuvaziye karşı başkaldırılarının en uç noktasında bile değişmez. Bunların en a­ zından bir kesiminin burjuva ideolojisinden bütünüyle kopmasını sağla­ yacak olan proletarya olacaktır. Zira, kapitalist bir toplumda, sistemli bir sınıf mücadelesi bu iki temel sınıf arasında sürer. Diğer ara tabakalar ise bu ikisi etrafında tavır belirler. İdeoloji, insanların toplumsal konumlarının algılanması ve mevcut duru­ mun devamının veya dönüştürülmesinin az çok dışavurumudur. Dolayı­ sıyla sınıfların örgütlenip mücadele sürdürmelerini sistemleştirip belirler.

*

Proletaryanın hegemonyasından kastım, proletaryanın müttefi lerine e. sas olarak kendi .ideolojisini kabul ettirip onları doğru hedefe yoneltme· Qdk. ;

"- 137


' 'Maddi yaşamın üretim biçimi, toplumsal, siyasal ve entellektüel yaşam sürecini genel o larak belirler "se de, maddi yaşamın üretim biçimirün in· sanlara içinde bulundukları durumu ve bunun döniiştürülmesirün yolla· rını kendiliğinden doğru olarak kavratacağım düşünmek, önemli bir ha­ ta olur. Bunun anlamı, insanların altyapıya rağmen verecekleri çabanın yanlış olacağının belirtilmesidir. Sorun, içinde olunan ortamın bilimsel yöntemle kavranıp ona uygun mücadele sürdürmektir. Burjuvazirün ideolojik silahını her türlü küçümseme, onulmaz hatalara düşmeyi kaçınılmazlaştırır. Zira komünizmin yükseldiği zemin, kapita· list sistemin bütünlüklü eleştirisi üstünde gelişmiştir. Proletarya burju­ vazinin öne sürdüğü bütün "ortak değer yargıları" aldatmacasıyla ar�ık· sız mücadele etmeli, onunla bütün bağlarını koparıp, kendi deler yargı· tarını ve müttefikleriyle ortak yanlarını öne sürüp, onun etrafında örgüt­ lenip ittifaklarını kurmalıdır. Eğer proletarya bunu başaramazsa, kapita­ lizmin buhranı ne kadar derinleşse de, burjuvazi bunu bir biçimde savuşturmasını becerecektir.

Kapitalizmin ekonomik buhranı derinleştikçe, sistemin ideolojik ve siyasi alanlarını da sarması kaçınılmazdır. Dolayısıyla burjuvazi bütün· lüklü bir istikrar için çabalar. Ama burjuvazi bunu kendi istediii gibi de· ğil, koşullara göre yeniden kurmak zorundadır. Koşullara göre bunlar sosyal demokrasi, askeri diktatörlük veya faşizm olabilir. Proletaryanın görevi, kendi bağımsız ideolojiiç siyasi hattını netçe çizip burjuvazlrün bu oyununu bozmak olmalıdır. Burjuvazi bundan önce de bazı istikrar çabalarına girmek zorunda kal· mıştı. Ne var ki,. 12 Eylül darbesiyle başlatılan çaba diğerlerinden çok daha köklü ve çok daha farklıdır. Bu fark eğer doğru değerlendirilirse mücadele sürdürülebilirse, proletarya açısından diğerlerine göre daha o· lumlu sonuçlar üretmeye elverişlidir; eğer doğru değerlendirilip doğru mücadele sürdürülmezse, diğerlerine göre daha olumsuz sonuçlar ürete· bilir. Zira 12 Eylül ile başlayan istikrar öncekilerden objektif ve subjek· tif olarak farklılıklar arzetmektedir ve farklı koşullarda olmaktadır. Bu farktan en belirgin yanlarıyla ve kabaca şöyle belirtebiliriz : Objektif durum ; a) Başka şeylerin yanında ekonomide yapılmak istenen dönüşüm. Yani uzun yıllar devam eden ithal ikameci ekonomiyi; ibra- · cata dayalı hale dönüştürmek. b) Kapitalizmin gelişmesi ve proletarya· nın nicelik olarak daha da sıçraması. c) Dünya kapitalist sisteminin dar boğaza girmiş olması; d) Geçmişe göre, devrimci hareketlerin daha yoğun ve daha bir -oturmuş olmasa da- topluma kök salmış olması sa­ yılabilir. Bir de bunlara güçlü bir faşist hareketin varlığını eklemeliyiz . Subjektif koşullara gelince: Bunlardan en önemlisi, T'ıirklye sosyalist ha· reketinin 1974 'den sonra kendisinin burjuva ideolojisinin bir eklentisi 138


olduğunun kısmen farkına vanp kendini ondan koparmaya çabalaması ve Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin biraz olsun sınıfsal öz kazan­ maya yönelmesidir. 12 Mart 1 97 1 'e kadar Türkiye solu kendisini şu veya bu biçimde burju­ va ideolojisiyle olan bağlantılarını sürdürmekten kurtaramadı. 1974 'den sonra ise, yetersiz olmakla birlikte, bu konuda bir hayli ideolojik-teorik çaba harcamaya çalıştı. Kuzey Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi 'de kendisini burjuva-feodal yapıdan kurtarma çabasıyla birlikte, uzun yıl­ ların yılgınlığını yıkmaya başladı. Türkiye oligarşisi, çözülen ideolojik çimentosunu tazeleyebilmek için yoğun çaba ve saldırı içine girmiş durumdadır. Bunun için kullandığı en önemli malzeme, kemalizm temelinde şöven milliyetçiliktir. Adeta, bütün toplumu "düşmanlar" fobisiyle koşullandırmaktadır. Tamamlayı­ cı olarak da, histeri derecesinde spor, kumar ve folkloru kullanmaktadır. Bu konuda sağlı " sollu " bütün basın , yayın, üniversite ve TRT yarış ha­ line girmişlerdi.r. Buna rağmen Cumhuriyet yazarları gibi şoven "demokratlarımız" demokrasiyi, hatta "sosyalizmi " bile savunmaktan geri kalmamaktadırlar. Bir de bunlardan daha önde giden ve toplumsal muhalefeti örgütlemeye çalışan "sosyal demokrat ", şoven "solcu" par­ tileri ekleyince durumun vehameti daha bir anlaşılır hal alır sanırım. Bunlarla mücadele ederek şoven yüzlerini açığa çıkarmamız en önemli görev olarak önümüzde durmaktadır. Sosyal demokrasi sorununu, bun­ ları titizlikle dikkate alarak ele almanın gereği hayati öneme haizdir. Aksi halde proletarya ve müttefiklerinin burjuva ideolojisinin eklentisi olmaktan kurtulması olanaklı olmayacaktır� Egemen sınıfın sa � lı "sol­ lu " bütün temsilcileri ortak duyu olarak şoven milliyetçili�i, spor ve folkloru çılgınca işlemeye ve komünizme farklı yöntemlerle de olsa saldırmaya azami gayreti gösteriyorlar. Bunlara karşı komünistler yo­ ğun bir ideolojik karşı saldırıya geçmezse, proletaryanın ve müttefikle­ rinin örgütlenip burjuvaziyi devirmesi mümkün değildir. Türkiye komü­ nistlerinin bunları başaracak şartlara -yetersiz olmakla birlikte- sahip olduğunu söylemenin pek fazla hayalcilik olduğunu düşünmüyorum. Bunun ip uçlan 1974'den sonra başlayan çabalarda görülebilir. Bugün ise görev bunu daha bir aşarak yeterli hale getirmektir. Buraya kadar an­ lattıklarım , komünistlerin durumu iyi değerlendirip doğru bir mücadele yöntemi kullanmaları koşuluyla, proletaryanın olumlu ilerlemesinin sağlanabilecek olmasıdır. Bir de gelişebilecek duruma bakmakta yarar var. Eğer komünistler du­ rumu doğru değerlendirip , burjuva ideolojisinden tamamen kopup, pro­ letaryanın bağımsız ideolojik siyasi hattını çizemezlerse, proletaryanın batımsız siyasi partisini yaratamazlarsa, yukarıda belirttiğim koşulların htpll , faşizmin gübreliğini oluşturmaya çok müsait durumdadır. Zira o' llPrt lnln ve onun "soldan" yındaşlarının ç ılgınca işlediği ideolojik te139


mayı, faşizmin binz daha biçimlendirip yoğurarak. kendi ideolojisine eklemlemesi pek zor olmayacaktır. Türkiye solunun olduğu gibi, Türk faşizminin de bir hayli kitlelere kök salmışlığı düşünülürse, bu tehlikenin önemi daha bir anlaşılır hale gelir. Görev, burjuva ideolojisinden bütün bağlantıları koparmak , onun ortak değ&r olarak sunduğu bütün değer yargılarının burjuva, gerici yönünü a· çığa ç ıkarıp, proletarya ve müttefiklerinin ortak değer yarılarını öne SÜ· rüp, proletaryanın bağımsız siyasi örgütlenmesini yaratıp , oligarşi ve her türlü yandaşlarına karşı amansız savaşımı sürdürmektir. Sosyalist lşçi'ye bu konuda önemli görevler düşmektedir. Burjµva ideolojisiyle bütün yönleriyle hesaplaşmayı biri�ci derecede görev'..Öla· rak verili koşullarda- önüne koyması ertelenemez görevidir. Daha güncel olaylarda da diğer yazılı ve sözlü propoganda araçlarıyla takviye edilme­ lidir. Bütün yoldaşlar görev başına !

140


Sosyalıs . .. 1 ı·sçilerin . gazetesı

Oku, okut

'


_

SOSYALiST iŞÇi YAYINLARI

_

*

KOMÜNİSTLERİN BİRLiGİ ENGELLENEMEZ Recep Gökırmak

2. 5 DM / 2.5

Gulden / 7.5 FF / 75 pence

*

İŞÇİLER VE SOSYALİSTLER Behçet Toprak 2. · DM

/ 2. - Gulden I 6. FF / 60 pence -

*

ÇARPIK TEORİ KOMÜNİSTLERİN YOLUNU AYDINLATAMAZ M.Sefa ANTİFAŞİZM R. Kasım

KONFERANS KARARLARI VE GÖREVLERİMİZ

B. Şeref 5. · DM

/ 5.- fSulden 1 1 5 . FF / 1 . 5 Pound

*

KURTULUŞ ÖRGÜTÜNÜN GEÇMİŞİ VE BUGÜNÜ F. Yıldız 3. 5 DM 1 4.

Gulden / 1 0. - FF / 1 . - Pound

*

PROLETARYA PARTİSİ VE KOMüNiZM F. Yıldız 3.5 DM / 4. -

Gulden / 1 0. - FF / 1 . - Pound

KURTULUŞ öRGüTO 1 . KONGRE BELGELERİ VE TÜZÜGÜ 3.- DM / 3 . -

Gulden / 9.- FF / 75 pence


llntifiliı n lnt llll!lırıı4u • • ,. ıın ılçlllfl •Pilli llli!lilıı bılur. llsı

ÇIKARKEN Remp Gökımııılı

SENDiKALAR VE SiYASAL MOCADELE L. Kıındenl& iKAMECiLiK VE SEKTERIZM BiRBiRiNi ORETIR Cevdet Hann on

ULUSAL SORUN OZERINE TARTIŞMALAR Mllhıt Fud ROSA LUXEMBURG • LENiN TARTIŞMASI OZERINE L. Kıındonlı RUS SOSYAL DEMOKRASiSiNiN öRGOTSEL SORUNLARI Rou Lu1tombu11

BiR ADIM iLERi, iKi ADIM GERi N.LENIN'IN R.LUXEMBURG'A CEVABI V.l.Lonin

SOSYALİST İŞÇİ YAYINLARI

yt'l ATl : Almanya u onanda n . \svıçre Fransa

: \ngiltere

10.00 10 .0 0 10 .00 SF 2 5 ·00 FF und 2 · 5o p o



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.