SOSYALİST A M Ş . � 1 !1 � ! ne de var olan güçterte diişecegi çelişkiden korkmaz.Kari Marx
Sayı:
2
ARALIK 1985
LENİNİST PARTİNİN SİYASAL TEMELLERİ L. Karadeniz ÜÇ FARKLI KAVRAM KENDİLİGİNDEN EYLEM KOMÜNİST ÖRGÜT İLİŞKİSİ Cevdet Harman KAP İTALİST DE VLET ÜZERİNE NOTLAR Behçet Toprak GELİŞME VE TASF İYECİLİK R. Kasım
•
SOSYALiST
TARTIŞMA 2.
•
SOSYALiST TARTIŞMA
•
2
İÇİNDEKİLER
5.
Yazı Kurulundan
Yazı Kurulu 7.
31.
Leninist Partinin Siyasal Temelleri L. Karadeniz Oç Farklı Kavram
Cevdet Harman 38.
Kendiliğinden Eylem
·
Komünist örgüt İlişkisi
Cevdet Harman
49.
Kapitalist Devlet üzerine Notlar
Behçet Toprak 76.
Gelişme ve Tasfiyecilik
R. Kasım 106.
116.
R. Kasım'a Kısa Bir Cevap Recep Gökırmak Sosyalist işçi üzerine
Necdet Seçer 120.
Yaym Değerlendirmesi
S. Ateş
,.
.SOSYALİST TARTIŞMA Kurtuluş örgütü tarafından yayınlanmak· tad1r. Tersine bir açıklamaya sahip olmadıkça Sosyalist Tartışma'ya gönderilen yazılann kısaltma, düzeltme ve yayınlanma hakkı Yazı Kuruiü'na aittir. Gönderilen hiçbir yazı geri gönderilmez.
Aralık 1985
Yazışma adresi: BM Box 5737, London WClN 3XX, İNGİLTERE
4
yazı kurulundan
Birinci sayımızda "Yaza Kurulu'nun Açddaması" başhğl altında "Sosyalist Tartışma üç aylık bir yayın organı olarak düşünüldü. Ancak, önümüzdeki aylarda daha sak yayınlanacaktır. Derginin iki sayı çıkması gereken süre içinde üç ya da dört sayı çakacak daha son ra ise baştan düşünülen üç ayda bir biçimine dönülecektir." denmek teydi. Aradan altı ay geçti ve iki sayı çıkması gereken süre içerisinde, üç ya da dört sayı bir yana ancak bu elinizdeki sayıyı çıkarabildik. Bu çok ciddi aksakhğın başbca nedeni, örgütümüzün geçtiğimiz altı ay içinde oligarşinin ciddi saldmlan ile karşı karşıya kalmış olması· dar. Sosyalist Tartışma'nın yam sara, örgütümüzün diğer yayın orgam olan Sosyalist İşçi de altı aybk bir aradan sonra ancak Aralık l 98S'te yeniden yayınlanmaya başladı. Oligarşinin baskuı devam etmekte. B�ma rağmen, biz elimizden geldiğince her iki yayın organımıza da aksatmadan çıkarmaya çahşacağlz . •
•
*
Sosyalist Tartlşma'run bu saymnda; L.Karadeniz'in Bolşevik Partm' nin_ arkasında yatan teorik ve siyasal öncülleri ve tarihsel koşullan in celeyen 'l.eninst Partinin Siyasal Temelleri' başlddı yazısı, Cevdet Harman 'ın kendiliğinden eylem, kendiliğinden eylem-örgüt ilişkisi üzerine 'Oç Farkb Kavraıp' ve 'Kendiliğinden Eylem-Komü-
5
zısı örgütlenme ve sınıf hareketi gibi üzerinde ciddi olarak tartışdması gereken sorunlar üzerine. üçüncü yazı, Behçet Toprak'm 'Kapitalist Devlet üzerine Notlar'ı. Bu yazıda burjuva devletin genel ideolojik yapısı üzerinde duruluyor. Dördüncü ve beşinci yazılar R.Kasım'm 'Gelişme ve Tasfiyecilik' baş
lıklı yazısı ve Rec.ep Gökırmak'm 'R.Kasım'a Kısa Bir Cevap'ı . R.Ka·
sım geçmişin değerlendirilişinde uyulması gereken yöntem üzerinde duruyor ve kendi yöntemini açıkladıktan sonra örgütümüzün Birinci ., Kongre kararlanm bu yöntem açuından eleştiriyor. Altıncı ve yedinci yazalar ise, Nisan 198S'te başlattığmuz "Yayın De ğerlendirmesi Tartışmalan"na gelen ilci yazı. Yazılmalarından bu ya na üzerlerinden çok zaman geçmiş olmasına karşın gene de yayınla· makta yarar gördük. Kurtuluş örgütü Yazı Kurulu
6
leninist partinin siyasal teınelleri 1. karadeniz
Proletaryanın iktidar mücadelesinde parti sorunu, uluslararası sosya· lizmin tarihinde diyebiliriz ki, sürekli olarak canlı tartışmalara neden olmuş sorunlardan biri. Devrimci partisinin önderliğindeki ilk mu· zaffer proleter devrimi olan Ekim Devrimi'nden sonra ise parti soru nu dalına Lenin 'le ya da onun başlıca önderi olduğu Leninizm/Bol· şevizm ile birlikte tartışılageldi. özellikle yenilgi dönemlerinden sonra tek tek ülkelerdeki Marksistler parti sorununu hep yeniden tartışma gündemine almışlar, almakta· lar. Bu durum Türkiyeli Marksistler için de geçerli. Parti sorunu Tür· kiyell Marksistler arasında da ·daha doğrusu geçmiş siyasal düşünce· lerin ve pratiğin, sonuçlarından korkmaksızın değerlendirilmesi ya· pılmaksızın, yeni dönemin siyasal gündeminin ortaya konulamayaca· ğı inancında olanlann arasında· bir zamandan beri tartışılmakta. Ki· mi zaman kamu oyuna açık olarak, kimi zaman da ·maalesef· kamu oyuna açık olmayarak. Ve tabii ki, bizde de Leninsiz veLeninizmsb tartışılması olanaklı değil. Çünkü geçmişte 'Marksist-Leninist'dik. Bugün de 'Marksist-Leninist'iz. her ne kadar kamu oyuna açık ol· mayan bazı tartışmalarda Lenin artık eski prestijini 'yitirmiş' ise de. Bize kalırsa, geçmişte, Türkiye'de ne Leninist bir parti vardı ne de böyle bir parti olmaya doğru evrilen bir Marksist siyasal düşünceler sistemi ve eylem planı. Ama Türkiye proletaryası, demokrasi ve sos• yalizm mücadelesinin en tutarlı biricik savaşçısının, siyasal eylemine yön verecek bir örgüte ihtiyaç duyduğu ortada. En azından gerçek Marksistler için. Dolayısıyla bugün Leninist partiyi tekrar tekrar tar· '
7
tışmak, ne oldulunu ölrenmek vazgeçilmez koşullardan biri. Bunu becerebildiğimiz ölçüde böyle bir örgütlenmeye Türkiye proletarya· 11nın hiç sahip olmadığının ortaya çıkması gibi, böyle bir parti için fMel belirlemeler bağlamında ne yapmak gerektiği de ortaya çıka· caktır. Genel belirlemeler bağlamında diyoruz, çünkü her siyasal SO· run, somut-pratik çözümler ister. Her somut-pratik çözüm ise, soru· nun konulduğu ülkenin proletaryasının ve Marksistlerinin andaki dU· rumuna, sınıflar savaşının andaki durumuna, siyasal-ekonomik ve toplumsal koşulların andaki durumuna bağlıdır. Bu nedenle hiçbir Marksist ne Marks'ın kendisinden ne Lenln'den nasıl yapmak gerek· tilini öğrenemez. Ama ne yapmak gerektiğini öğrenmenin de bu yolda atılacak önemli bir adını olduğu inancındayız.
PROLETARYA PARTİSİNİN GEREKLİLIC.t
Marlı:siEmin en temel kavramı sınıf mücadeleıi kuramıdır. Nesnel var· lıkları toplumun ekonomik yapılanmasından kaynaklanan çeşitli toplumsal sınıflar, çıkarları gereli birbirleri ile sürekli mücadele ha· lindedirler. Hem toplumsal kuruluşu korumak isteyen sınıflar için hemde yeni bir toplumsal kurtuluştan yana olan sınıflar için bu mü· cadelenin odak noktası devlet iktidarını kendi ellerinde toplamakhr ve bunun için siyasal mücadele sürdürürler. Modem kapitalist toplu· mun iki temel sınıfından biri olan proletaryanın sınıf mücadelesi., kendi diktatörlüğü altında toplumun yeniden örgütlenmesine varma· lıdır. Ancak böylece kendisiyle birlikte insanlığın acılanna da son ve· recektir. 'İnsanlılın ', çünkü o uluslararası çıkarları tek ve aynı olan, tarihteki ilk sınıftır. Bu kuram, Marksistleri, dünyanın bütün ülkelerinde proletaryanın siyasal örgütü sorunu ile yüzyüze getirir. Devrimci markslzmin büyük önderleri arasında bu soruna en büyük tutkunlukla sanlan Lenin'dir. Programımız adlı makalede Marksizm-sınıflar mücadelesi ve parti bqlanbsını şöyle özetler: "... Marksizm, bize kökleşmiş adetler, si·
8
yasal entrikalar, bulanık yasalar ve karmakanşık öğretilerin siyasi ör· tiisü altından, sınıf mücadelesini, bütün çeşitlllikleri içerisindeki mülk sahibi sınıflar ile, mülksüzler kitlesi ve bütün mülksüzlerin başındaki proletarya arasındaki mücadeleyi çekip çıkarmayı öğretti. Marksizm, bir devrimci sosyalist partinin görevinin, kapitalistlere ve onlann ça· nak yalayıcılanna, işçilere düşen payı arttırmak için yalvarmak ve komplolar düzenlemek değil, fakat proletaryanın, nihai amacı siyasi iktidann proletarya tarafından ele geçirilmesi ve sosyalist bir toplu· mun kurulması olan, sınıf mücadelesini örgütlemek ve bu mücadeleye önderlik etmek olduğunu aydınlığa çıkardı, kavuşturdu."1 'Devrimci sosyalist parti' Rusya'da 'sınıf mücadelesini' nasıl örgütle· yecek ve nasıl önderlik edecektir? Başka bir ifade ile proletaryanın sınıf mücadelesi siyasal düzeye nasıl sıçratılacak? İkisi arasındaki bağ nedir? "Hepimiz, görevimizin proletaryanın sınıf mücadelelerinin ör· gütlenmesi olduğunda hem fikiriz. Fakat, bu sınıf mücadelesi nedir? Tek bir fabrikanın ya da, sanayinin tek bir dalının işçileri işverenle· rine karşı mücadeleye girerlerse bu sınıf mücadelesi olur mu? Hayır, bu, yanlızca onun cılız bir tohumudur. İşçilerin mücadelesi, ancak, tüm ülkedeki, bütün işçi sınıfının en önde gelen temsilcilerinin hepsi· nin, kendilerinin tek bir işçi sınıfı olduklannın bilincine vardıklan ve yanlızca tek tek işverenlere değil, bütün kapitalistler sınıfına karşı ve bu sınıfı destekleyen bükümete karşı yönelen bir mücadele açtıkla· nnda, bir sınıf mücadelesi haline gelir ..... "Her sınıf mücadelesi, bir siyasal mücadeledir.'' Marks'ın bu ünlü sözleri, işçilerin işverenlere karşı her mücadelesinin her zaman bir siyasal mücadele olması ge rektiği anlamında anlaşılmamalıdır. Bu sözler, işçilerin kapitalistlere karşı mücadelesinin bir sınıf mücadelesi haline geldiği oranda kaçı· nılmaz olarak bir siyasal mücadeleye dönüşeceği anlamında anlaşıl· malıdır."2 Çalışan yığınlann siyaset yapması, yani devlet işlerine müdahele et· meye başlamaları ve toplumun siyasal örgütlenmesini bu mücadele içinde kendi çıkarları doğnıltusunda zorlamaya belirlemeye başla· maları, Lenin'in bütün siyasal taktiklerinin altında yatan en temelli düşünce. İşçi sınıfının devrimci partisi bu süreç içinde merkezi bir role sahlp,çünkü parti sınıfın bütününün çıkarlarını temsil eder,suufın bütün diğer örgütleri ya kısmi, ya yerel ya da ulusal çıkarları temsil ederler. Daha ilk yazılanndan başlayarak, bir yandan örgütlenmenin Rusya koşullarında hangi pratik adımlar atılarak başarılacağını geliş· tirirken diğer yandan da örgütün vazgeçilmezliğini tekrar tekrar vur· gular. " ...E�er böyle bir örgüt en azından Rusya'daki en büyük işçi sınıfı hareketi merkezlerini birleştine, elinin altında devrimci bir organ bulundurabilse ve geitel olara Mücadele Birliğinin St.Petersburg işçileri arasında sahip olduğu kadar itibara Rus işçileri arasında sahip •
.
.
.
. ·�
9
olsa böylesine bir örgütün çağdaş Rusya'da muazzam bir siyasi et ken, bükümetin bütün iç ve dış politikasında dikkate alması gereken bir etken olabileceği inkar edilebilir mi?"3 "•••• Modem Rusya'da bu temel üzerine inşa edilmiş olan, sımsıkı örgütlenmiş bir devrimci partinin en büyük siyasal güç olduğunu herkes görecektir."4 'Sınıf mücadelesinin örgütü ve önderliği' olmadan yürütülecek olan siyasal çalışmanın 'sosyal demokratik ' olmayacağında israr eder. 'Sosyal demokratik' olmaması demek proletaryanın iktidarı zaptetmr.J a· macını taşımaması demektir. Lenin 'in bir Marksist olarak yaşamının fikri ise, proletaryanın devlet işlerine müdahele etmesi ve nihayetin· de ellerinde toplamasıdır. RSDIP içinde fraksiyon anlaşmazlıklarının partinin varlığı ve geleceği açısından en umutsuz durumlara :yol açtı· ğı anlarda bile örgüt anlayışında başkaları ile ayrılıklarının üZerinde yanlız kalmak pahasına bile olsa direnir. "iktidar savaşımında, pro letaryanın örgütten başka silahı yoktur. Burjuva dünyasındaki anar· şik rekabetin egemenliğinden ötürü birbirinden ayrı düşmüş; sermaye köleliğiyle yerine bağlanmış; azami yoksulluğunu, vahşetin ve bo· zulmuşluğun 'derin çukulan'na sürekli olarak itilmiş olan proletar· ya, ancak, Marksizmin ilkeleri üzerinde ideolojik olarak birleşerek ve bunu, milyonlarca emekçiyi bir işçi sınıfı ordusu halinde kaynaş· tıran maddi örgüt birliği ile pekiştirerek, yenilmez bir güç haline ge· lebilir ve gelecektir.' '_5 Proletaryanın sınıf mücadelesini siyasi mücadeleye dönüştürmek, ona önderlik etmek; birincisi bütün mücadele sürecinde geçerli olacak ge· nel kılavuz ilkelerini saptanmasını gerektirir. Bundan da daha önem· lisi ise genel kılavuz ilkelerin nasıl hayat bulacağının somut pratik çözümlerini bulabilmektir. Marksizmi dogma olarak değilde dünyayı değiştirmenin aracı olarak kullanabilmek, ikincisini becerebilmekten geçer. Lenin'i çağdaşları içinde öne çıkaran en önemli özelllli bura· daki üstünlüğüdür. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken nokta, altı· nı çizerek söylemek gerekir ki, Lenin'in üstünlüğü, 'örgütçü' ya da işin teknik ve biçime ilişkin yanlarını' ortaya koymaktaki ustalıfı değildir tek başına . Ustalığı, Marksizmi, onda içkin olan bütün zenginliği içinde kavrayışı ve proletaryanın sınıf mücadelesinin her anındaki görevlerin Marksist teori ile sıkı, canlı bağını kurabilmesi· dir. Bunun içindir ki, Rus deneyi Marksizmi zenginleştirmiş, ilerlet· miştir.
iLK MOCADELE POPÜLİZME VE TERÖRİZME KARŞI Marksizm bütün ülkelerde diğer sol akımlara karşı mücadele içinde gelişir. Bir yandan ve herşeyden önce diğerleri ile teorik farklılık çizgisi çizilirken diğer yandan da bu çizginin ötesinde kalanların yü·
10
riittüğü pratik-siyasal faaliyetten farklı bir faaliyet yürütülür. Birincisi yapılmadığı taktirde ikincisi yapılamaz. Birincisi yapılıp ikincisi ya pılmadığı taktirde ise Marksizm maddi bir güce, toplumu ve dünyayı değiştirecek bir güce ulaşamaz. Rusya'da Marksizm o zamana kadar en etkin devrimci akım olan po pülizme kartı mücadele içinde doğar ve gelişir. 1884'de kurulmuş bulunan ve başında Plekhanov'un bulunduğu Emeğin Kurtuluşu Gu rubu bir yandan Marksizmin Rus aydınlan içinde yayılmasını sallar ken diğer yandan da Narodnizm ile farklılıklannı çizerler. 1890'lı yılların ilk yarısına gelindiğinde Marksizm teorik planda olgunlaşmış ve etrafında Rusya'nın en parlak genç önderlerini toplamış durum dadır. Narodnizme karşı açılan teorik mücadele elbette bu noktada bitml· yecektir. Akabinde Sosyalist Devrimciler olarak ortaya çıkacak olan ve Ekim Devrimi'ne kadar güçlü bir siyasal ve düşün akımı olarak ka lacak olan popülist terörist çizgiye karşı teorik mücadele hep sürmüş tür. Ancak biz konumuz gereği partinin kuruluş yıllannda her iki a kunı birbirinden ayıran pratik-siyasal farklılıklar üzerinde duracalız. Popülizmin daha geniş bir eleştirisi için, okuyucu Sosyalist Tartış ma 'nın 1. sayısındaki Reddetmemiz Gereken Miras adlı makale)1i o kumalı. a) 'Tek gerçekten devrimci ilke: Sınıf mücadelesi' Lenin'e göre Narodniklerin -ve daha sonra Sosyalist Devrimcilerin 'ilkelerden tamamen yoksun oluşlarının' nedeni 'tek gerçek devrimci ilkeyi', sınıf mücadelesi ilkesini anlamamaları ya da tanımanıalandır. Dolayısıyla belirli bir toplumsal sınıfa dayanmazlar ya da başka bir deyişle toplumsal-siyasal sisteme muhalefet eden, ondan eziyet gören bütün toplumsal sınıflara birden dayanırlar. Hem aydınlara, hem küç çük burjuvalara, hem köylülere hem de işçilere. Halbuki, " ...Sadece belirli sınıfların bilinçli olarak savunulan gerçek çıkarlanna dayanan savaşçılar güçlüdürler, çağdaş toplumda zaten etkin bir rol oyna makta olan bu sınıfın çıkarlannı bulanıkla�tırmak için yapılacak her girişim, sadece, savaşçılan zayıflatacaktır." Sınıf mücadelesi ilkesini kavramak ve bu kavrayışın sonucu olarak işçi sınıfının ücreUi köleliği ortadan kaldıracak dünya-tarihsel potan siyele sahip tek sınıf olduğu doğrusundan hareketle, örgütlenme fa aliyetinin alanı sınıfın günlük yaşam alanı olmalıdır. Bu ilkelerde kafa karışıklığı, kaçamaklık ya !Sa tepeden bakan durumlar, ister istemez, "Rus proletaryasının Rus bıirjuva demokrasisi tarafından ideolojik ve politik olarak köleleştirilpıesine yol açacaktır."7 11
Lenin'de, bir akımla mücadele içine girdiği her durumda şu anlayışla karşdaşırız: İlkede ve partikte çözüm farklı şeylerdir. Çizilen her il· he farklılığı arkasından farklı pratik adımlanda getirmelidirler. İlke· ler eylemimize yol göstermiyorlarsa, işe yaramayan boş şeylerdirler. O halde eylemimizi belirlemelidirler. "İçinde bulunduğumuz anda (1897 sonu) bizim görüşümüzce en acil sorun Sosyal Demokratlar'ın pratik faaliyetleri sorunudur. Sosyal Demokraai'nin pratik yanının al· tını çiziyoruz, çünkü teorik yanda. en kritik dönem şimdi artık a· çıkça arkamızda kalmıştır. Şimdi Sosyal Demokratlar'ın teorik gö· rüşlerinin ana ve temel hatları yeteri kadar açıklığa kavuşturulmuş bulunuyor. Ama aynı şey Sosyal Demokrasi'nin pratik yanı onun h siyasi programı yöntemleri, taktikleri hakkında söylenemez." Teo· ride Narodnikler'in görüşlerini reddetmek yetmez . Bunu yapanlar olduğu gibi, daha ileri bir adım daha atarak işçiler arasında ajitasyon ve propaganda çalışması yapanlarda vardır.Ama bunlarla da Marksist· ler arasında tam bir kopuş gerekir. Bunun için de teorik farklılıklann yanı sıra pratik çalışmaya dair farklılıklar da çizilmelidir. •..
·
Marksistlerin pratik faaliyetinin hedefi ise ''proletaryanın sınıf müca· delesine önderlik etmek ve her iki görünümü içersinde: Sosyalist ...ve 9 demokratik ... bu mücadeleyi örgütlemektir." Bu hedefe varmak için "Faaliyetimizi işçi sanıfı yaşamının gündelik pratik sorunları ile bal· daştırmak, isçilerin bu sorunları anlamalanna yardımcı olrnak, işçile· rin dikkatlerini en ön.ef!'li yolsuzlu klar üzerine çekmek, onların işve . renlere karşı taleplennı daha pratık olarak formüle etmelerine yar· yardımcı olmak, işçiler arasında dayanışma bilincini, uluslararası proletarya ordusunun parçası olan birleşmiş bir işçi sınıfı olarak bü· tün Rus iş ilerinin ortak davası ve ortak çıkarlannın bilincini geliştlr 1 mektir."
5
b) Terörizme-komploculu ğa karşı Rus Marksistleri ile popülistler arasındaki siyasal mücadeleye ilişkin taktiklerdeki bu önemli fark, ikincilerin siyasal mücadeleyi komplo· lardan ibaret görmeleridir. Bu, elbette, onların sosyalizmi işçi sınıfı· nın kendi eylemi olarak görmemelerinden ileri gelir. Lenin'e göre Marksistler 'komplolara inanmazlar', 'komplolar döneminin çoktan kapanmış olduğunu'düşünürler. Hem Narodniklerin hem de· onlann türevi olan örgütlerin teröıe baş vurmadaki gerekçeleri, siyasal özgürlüklerin kazandrnasında ve e· mekçi sınıflara karşı sürdürülen baskı politikalannda, terör yolu ile hükümeti geri adımlar atmaya zorlamak, pazarlık gücüne sahip ola· bilmek ve tavizler koparabilmektir. Siyasi faaliyet budur ve örgüt· lenme bu faaliyetin üstüne yükselir. Lenin ise siyasal özgürlüklerin 12
kazandmuı, hükümetten tavizler kopanlması, her yeni kazandan mevzinin kazandacak mevziler için dayanak noktası haline getirile· rek işçi sımfının devlet işlerine müdahalesinin bir adun ileriye sıçra· ması ve örgütlenme görevlerini tam tersi bir mantık zinciri üzerine kunr. işçi sınıfı içinde örgütlenme, ülkenin bütün sonınlanna işçi sınıfının müdahale etmesini sağlayacak siyasal önderliti yaıatmak i· çindir. Sınü mücadelesi tek tek kapitalistlere karşı daha iyi yaşam koşulları için mücadele delildir, onların devletine karşı her alanda sürecek bir mücadeledir. işçiler arasında örgütlenme çalışması demek aynı zamanda polis, memur ve jandarma zulmünün bütün görünümle· rinin teşhiri ve hükümeti uzlaşmalara zorlayan siyasal ajitasyonlar demektir. Eğer böyle bir örgüt gücünü, ülke çapında birleşmiş sınıf mücadelesinin üzerine oturmuş olmasından alıyorsa, bu örgüt hiçbir komploya başvurmaksızın, hükümeti uzlaşmalar yapmaya zorlayabi· lir ve zorlayacaktır. ''Proletaryanın sınıf mücadelesine önderlik eden işçiler aıasında ör gütlenme ve disiplini geliştiren, onlann acil ekonomik gereksinimle· ri uğruna savaşmalanna ve sermayeden mevzi ardına mevzi kazanma· lanna yardım eden, işçileri siyasal olarak eğiten, otokrasiye bıkıp U· sanmaksızın saldıran ve polis hükümetinln ağır pençesini proletarya· nm ensesinden çekmeyen her Çarcı başıbozuk için hayatı bir cende· re haline sokan böyle bir örgüt aynı zamanda hem koşullanmıza U· yarlanmış bir işçi partisi örgütlenmesi hem de otokrasiye yönelmiş 1 güçlü bir parti olacaktır."1 Popülist akımın bir başka özelliği -sosyalizmi kendi eylemleri olarak görmeleri, nedeniyle- siyasi iktidarın nasıl alınacağına dair planlar yapmalarıdır.* Lenin parti faaliyeti üzerine 'uzun dönemli planlar·
dan', 'slstematii< ve devamlı hazırlık'tan �ürekli bahsetmesine ratmen otokrasiye yıkıcı darbenin nasıl ve ne zaınan inö.irileceji üzerine planlar yapmanın 'saçma ve doktrinerlik' olacaiını vurgular."Sürekli olarak sistematik, planlı hazırlıktan bahsettik, fakat niyetimiz hiçbir şekilde otokrasinin düzenli bir kuşatma ya da örgütlü saldırı ile yıkı· labileceğini ima etmek değildir. Böyle bir görüş saçma ve doktriner·
* 1960'lı yılların sonlarındaki MDD kaynaklı popülist akıma göre 'dev· rimcilerle' 'oportünistleri' ayıran çizginin devrimin nasıl olacatını saptamaktan geçtiğini hatırlayalım. 'Uzun dönemli halk savaşı' ile mi yoksa 'sovyetik ayaklanma' ile mi siyasi iktidarın alınacatı en önemli ayrım çizgisi idi. Birincisinden yana olanlar 'devrimciler'i, ikincisinden yana olanlar ;.oportünistleri' temsil ediyorlardı.
13
dir. Tersine, çok mümkündür ve tarihsel olarak daha olasıdır ki, otok rasi kendisini bütün yönlerden sürekli olarak tehdit eden önceden gö rülemeyen siyasal karmaşıkhklann roı açtığı kendiliğinden patlama lann-etkisi altında yok olacaktır," 2 Fakat hiçbir ciddi parti önce den görülemeyen ve görülemeyecek olan siyasal gelişmeler üzerine faaaliyetini temellendiremez. Sürekli günlük çalışmayı sürdürmek, beklenmeyene güvenmemek ama beklenmeyene hazır olmak gerekir. Böylece tarihsel dönüşler ve sıçramalar bizi habersiz ve örgütsüz, do layısıyla müdahele etme kabiliyetimiz elimizden alınmış olarak yaka layamayacaktır. Leninist parti örgütlenmesinin en inceltilmiş, açık teorik ve pratik çözümlere kavuşturulması 1900-1905 arasındaki dönemde olur. ö zellikle de lskra 'nın yayınlanmasından sonra. Ancak, Iskra 'da ortaya konulan çözümler daha önceden geliştirilmeye başlanmıştır.
MERKEZİYETÇİLİK Yukanda gördüğümüz gibi Lenin, partinin, bütün işçi sınıfı merkezle rindeki sınıf mücadelesinin tek bir mücadele haline getirilmesi gerek liliğinden kanynakla,ndığını anlatır. Bu Leninizmin epistomolojik doğrularından biridir. Leninist merkeziyetçiliğin nedenleri, sadece gizlilik koşullan, olanakların dağıtımının en iyi yapılması ya da ama törlüğe karşı profesyonelliğin yerleştirilmesi değildir. Kapitalist top lumdaki sınıf mücadelesinin koşullan; proletaryanın belirli cotrafi merkezlerde yoğunlaşması, devletin sınıf mücadelesinin önündeki alabildiğine merkezileşmiş örgütli bir güç olması, politikaların mer kezi olarak üretilmesi gibi nedenlerdir, sınıf mücadelesi örgütünün merkeziyetçiliğinin nedenleri.
Merkezi parti -merkeziyetçilik tartışmalan Rus Marksist hareketi içinde ilkönce bu bağlamda gündeme gelir. Çünkü Rus işçi hareketi çeşitli işçi sınıfı merkezlerindeki birbirinden kopuk yerel sosyalist faaliyetten oluşmaktadır. Bu faaliyetin birleştirilmesi gerekir. Ama, birbirine eklemlenmek suretiyle birleştirmek değil, yeni bir gövde; bir uzvun diğerinin işlemesini sağladığı ve tamamladıtı ve hepsinin biranda tek bir hedefe yöneldiği yeni bir gövde meydana getirmek için birleştirmek gerekir. Merkeziyetçilik ilkesine karşı ilk itirazlar, iki belli başlı temelde yükselir. Birincisi, merkeziyetçiliğin özgürlük ihtiyacı ile bağdaşma dığı, ikincisi ise, yerel faaliyetin öneminin reddine yol açtıtı. "Sos yal demokratik faaliyet için topyekün özgürlük ihtiyacı tek -ve dola14
yısıyla merkeziyetçi- bir partinin kurulması ihtiyacıyla nasıl birleş· tirilmelidir? Sosyal Demokrasi gücünü, kendini muhtelif sanayi mer· kezlerinde farklı zamanlarda, farklı biçimlerde açığa vuran kendili· ğinden işçi hareketinden alır; yerel sosyal demokratik örgütlerin fa· aliyeti bütün parti faaliyetlerinin temelidir. Bununla birlikte, eler bu, tecrit edilmiş 'amatörler'in faaliyeti ise, o zaman, kesinlikle söylemek gerekir ki, bu faaliyete proletaryanın sınıf mücadelesinin örgütü ve önderliği olmadığından sosyal demokratik denemez. " ı 3 Okuyucunun dikkatini çekeceği üzere, Lenin, 'merkezi parti özaür· lük ihtiyacı ile çelişmez mi' sonısuna başka bir cevap vennektedlr. O anda Rusya'da, siyasal özgürlükleri kazanmak ve sosyalizme dolnı ilerlemek için sınıf mücadelesinin neye ihtiyacı vardır sorusuna cevap aramaktadır Lenin. Ve eğer bu ihtiyaç merkezi bir parti ise, özgürlük ihtiyacı ile çelişmeyecek, tersine onu da çözecektir. Muhaliflerinin sorunu koyuş biçimi ise, 'özgürlük mü yoksa merkezi bir parti mi gereklidir' biçimindedir. Yani, iki sonınun birbirleri karşısındaki konumlan belli olmadığı gibi neye göre belirlendikleri de hiç belli değildir. Lenin'in 'bütün Rusya 'yı ' kapsayacak gazete planı merkeziyetçililin aracıdır. " .. . Şuna eminiz ki, bütün bu faaliyet biçimleri (yerel faa· liyet biçimleri -L.K.) partinin faaliyetinin temellerini oluştunnak· tadır, ama, bunlann tüm partinin bir organı aracılığıyla birleştirilmesi olmakazın devrimci mücadelenin biçimleri önemlerinin onda doku· zunu yitirirler; ortak parti tecrübesinin yaratılmasına, parti gelenekle· rinin ve sürekllliğinin yaratılmasına götürmezler. Parti organı, böylesi faaliyetlerle rekabet etmekten uzak, bu faaliyetin yayılntasına, bü· tünleşmesine ve sistemleşmesine muazzam etkide bulunacaktır.''1 4 Gazete, merkeziyetçiliğin aracı olarak, bütün parti örgütlerinin hem sergilendiği hem de bir üst düzeyde tekrar sentez edilerek bütüne maledildiği, bütün için ortaklaştırıldığı platformdur. Parti tecrübesi, gele,neği, sürekliliği bu açık açık tartışma ve katılım yoluyla gerçek· leşebilir. Lenin, bu hayati işlevi yerine getirmek üzere sadece gazete nin varlığının yetersiz olduğunun farkındadır. Ama Rus koşullan bunu kaçınılmaz kılmaktadır. "Gazetelerden ayn olarak, Almanya, Fransa vb. işçileri faaliyetlerinin kamuya gösterilmesi, hareketin Ör· gütlenmesi için başka pek çok araca sahiptirler _, parlamenter faali· yet, seçim ajitasyonu, halk toplantıları, yerel (kırsal ya da kentsel) kamu idaresine katılma, sendikaların (meslek ya da işkolu) açık yö netimi vb., vb.bütün bunların yerine, evet bunların hepsinin yerine, -siyasal özgürlüğü kazanıncaya kadar- kendisi olmaksızın bütün sınıf hareketinin geniş bir örgütlenmesinin olanaksız oldutu, dev· rimci bir gazetenin bize hizmet etmesi gerekmektedir. "1 5 Fikirler düzeyinde gerekliljği böyle ifade edilen sınıf mücadelesinin '
15
mmkeziyetçiliğinin ı, bu mücadelenin örgütü olan devrimci işçi parti· sinde hangi pratik ve örgütsel ifadeleri kazanacağı daha sonra şekille· necektir. Merkeziyetçiliğin kaba anlayışının hakim oldutu bizim geçmiş pratiğimiz açısından akıllarda tutulması gereken nokta, bu doğrunun idari bir tedbir olmadığıdır. Her siyasal doğru gibi elbette somut-pratik tedbirlerde ifadesini bulur. örgütlenmeye ilişki!} olarak ta idari tedbirlerde ifadesini bulur, ama buradan yola çıkılarak kav ranamaz.
EKONOMİZME KARŞI
1898 yılında Sosyal Demokrat Parti'nin teorik yayın organı Neue Zeit da Bernstein'ın Sosyalizmin Problemleri başlığı altında bir dizi makalesi yayınlanır. Bu makaleler, revizyonizm ya da Bernştayncıhk denilen akımın başlangıcı oldular. '
Burjuva toplumundaki işçi hareketi içinde olması kaçınılmaz olan bir eğilimin ilk derli toplu teorik açıklanması oldular demek, belki de daha dotru. Bemstein 'a göre, Marksizm, hem aşın derecede soyuttu hem de ta· rlhsel gelişme hakkındaki görüşü bir 'önyargı'dan ibaretti. Marks'ın söylediği gibi, sermaye birikimi gerçekleşmemiş, küçükler büyükler tarafından yutulmamış, krizler azalır olmuştu. Aynca, toplumun iki zıt sınıfa bölünmesi de öngörüJdütü gibi gerçekleşmemişti. Bir yan· dan siyasal demokrasi gelişiyor, diğer yandan da işçi hareketinin baskısıyla sömürü azalıyordu. Bütün bunlar devrimin geretini ortadan kaldırıyordu. O halde, 'hareket her şeydir, nihai amaç ise hiçbir şey'. Bu düşünce Rusya'da da yandaşlar buldu kendisine. LegaJ Marksist· ler ve Ekonomistler. Lenin'in Bemştaynizmi temsil edenlere karşı şiddetli bir polemik yürüttüğünü biliyoruz. Her iki gruptan asıl hedef aldığı, Ekonomistlerdi. Çünkü bunlar işçi hareketinin parçası ve RSDİP'nin kurucu gruplanndan birisi idiler.
KENDİLlôlNDENLİK VE BİLİNÇ Ekonomistler kendileri ile lskra ve Zarya arasındaki farkı şöyle tarif ediyorlardı: "kendiliğinden unsur ile bilinçli, 'yöntemsel' unsurun göreli öneminin farklı değerlendirilmesi" ya da "gelişmenin nesnel ya da kendiliğinden unsurunun önemini küçümseme''. İfadeleri biraz daha açacak olursak, Iskra işçi hareketinin kendiliğinden yanına, bi·
16
linçli 'yöntemsel' yanına verdiği kadar önem vermemektedir. Geliş menin kendiliğinden ve nesnel yanını vurgulamak yerine, bilinç un· surunu öne Çıkarmakta, onu vurgulamaktadır. Lenin'e göre ise; kendiliğinden hareket, yani işçilerin yaşam koşul larını iyileştirmek için kapitalistlere karşı mücadeleleri sosyalizmin temelidir ve sosyalizm gücünü buradan alır. Rusya'da da 1890'1ann ilk yarısından itibaren, gerek sayıca gerek kapsadığı güçler bakımın dan giderek artan grevler yaşanmaktadır. Alınması gereken tutum nedir, hangi sorulan kendimize sorarak yolumuzu açacağız. Bence Lenin şu soru ile işe başlar: İşçi sınıfının yükselen kendilllin den eylemi Marksistleri hangi teorik, siyasal ve pratik görevlerle kar· şı karşıya bırakmaktadır? Hareketi teorik olarak tarif etmek ve bu nun sonucunda ortaya çıkan siyasal görevleri yerine getirmeye ko yulmak yerine, kendiliğinden hareketin önemini tekrarlamak sorum suzluk olduğu gibi, sonuçları açısından tehlikelidir de. " .. .'İleriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme, bir düzine programdan daha önemlidir.' Teorik kargaşalık döneminde bu sözcükleri yinele 6 mek tıpkı bir cenazede yaslılara 'gözünüz aydın' demeye benzer." 1 Atasözündeki gibi bir taraf "Olana değil olacağa bak!" derken, diler tafaf "Olacağı boşver olana bak!" demektedir. Ekonomistlerin Bernştayn ile birleştikleri nokta, teorinin önemini küçiimsemeleridir, Bemstein "amaç hiçbir şeydir" deyip, Marksizmi küçümser ve eleştirirken, Ekonomistler, yükselen işçi hareketi içinde bilincin, yani teorik ve siyasal müdahelenin rolünü küçümseyerek bu müdahelenin şebebini oluşturan nihai amacı gündemde tutma, kendi lilinden hareketi nihai amaca bağlama görevine sırt çevirmektedirler. işçi hareketinin gündeminden nihai amaç hedefinin kalkm8Sl demek hareketi sürekli yenilenerek ileriye dolru çeken, aynı zamanda bütün toplumsal sonınlan önüne koyarak el atan ve böylece hegemonyasını kurmasını sağlayan dinamiğin yok olması demektir. Bu durum, ha· reketin, varolan burjuva siyasal çözümlerden birinin, en uygun olarak ta reformist çözümlerden birinin önderliği altına girmesi ile sonuçla nır. "İşçiler arasında sosyal demokrat bilincin olamayacağını söyledik. Bu bilinç onlara dışarıdan getirilmeliydi. Bütün ülkelerin tarihi gös· termektedir ki, işçi suufı, salt kendi çabasıyla sadece sendika bilinci· ni, yani sendikalar içerisinde birleşmenin, işverenlere karşı mücadele etmenin ve hükümeti gerekli iş yasalarını çıkarmaya zorlamanm vb. gerekli olduiu inancını geliştirebilir."1 7 .''Kendililinden ifçi sı nıfı hareketi, trade-unio�culuktur, Nur-Gewerkschaftlerel'dır ve tnule-unionculuk, işçilerin burjuvaziye ideolojik _kölelill demek· •
17
•
•
tir."18 Ne
Yapmalı 7'da söylenen bu sözler 1903'te ikinci Kof11!9'de tartışmalara yol açarlar. Bugün de pek çok sol çevrede açmaktadır· lar. Ekonomistlerin sözcülerinden Martlnov uzun bir konuşma yapar:
''Bütün ülkelerin tarihinin bana söylediği, modem sosyalizmin prole· taryanın hareketinin ürünü olarak ortaya çıktığı ve 'işçi sınıfı hareke· tinin kendiliğinden gelişmesinin, onun' burjuva ideolojisine delil modern bilimsel sosyalizme 'tabi olmasına yol açacağı'dır. ''1 9
"Böylece tarih bize şunlan söylemek hakkını veriyor: Birinci�, her ne kadar malzemesi daha önceden burjuva demokratları taraflndan hazırlandıysa da, bütün modern sosyalizm işçi smıfmın ürünüdür, ve ikincisi, modem sosyalizmin işlenmesinde, işçi sınıfının bilinç sevi· yeteri farklı olan kesimleri pratikte, elyordamı ile ayn görevlere ve çözümlere ulaştılar. ideologlar bu örevleri keşfettiler, sentezini yap· tılar ve teorik olarak kurdular."2 "Modern sosyalizm prole· taryanın sınıf mücadelesinin kendiliğinden eğiliminin en tam ve bi· linçli eğilimidir derken, bilincin aktif rolünü küçümsemediğimiz gibi, aksine onu en yüksek seviyesine çıkannaktayız. Çünkü, proletarya• nın teorik prensiplerimizin gerçekleşmesine doğru gelişmesinin doğanın kendiliğinden yasalan ile uygunluk halinde ilerleyecejinden eminiz . "2 1 : "Lenin 'in teorisinin pratikte ulaştılı nedir? Şüp· hesiz bahsedilen taktik hatalara ve ihmallere karşı keskin bir silah sağlamaktadır. Fakat, aynı zamanda diğer tehlikeli taktik hatalara yol açmaktadır, işçi sınıfı kitleleri ile hareketin önder unsurlan ara· sında seçkin partinin eylemi ile işçi sırufının geniş kapsamlı mücade· " lesi arasında derin bir çatlağa yol açıyor. 2 2
J
•
•
•
•
•
•
•
•
• • •
•
"Hareketimiz eskiden düzensizlik ve amatörlükten çekerken, bu dö· nemde tersine, özü itibariyle, proletaryanın sınıf partisi için uygun olmayan fakat kendisini çeşitli devrimci unsurlar temelinde inşa e· den radikal bir partiye u�gun bir suikastçi Jakoben plan önerildi ve 2 sempati ile karşılandı." "Genel olarak işçi sınıfı hareketi bur juva ideolojisine doğnı eğilim taşımaz. içinde büyüdüğü ve gellştili burjuva atmosferden kendisini kurtaramadığı sürece burjuva izlenim· ler taşır. Yoldaş Lenin, işçi sınıfının kendiliğinden hareketinin bur juva ideolojisinden kopmadı ını, fakat kendisini burjuva ideolojisine tabi kıldığını iddia ediyor."2 .
•
•
•
\
Martinov, işçi sınıfının kendiliğinden hareketinin, onu, taşımakta olduğu burjuva izlenimlerden hızla kurtaracağı ve sosyalizme vardı· racağını iddia eci)U. Bu sürecin mutlaka böyle olacağı ve teorik ve si·
18
yasal müdahelenin bunda pek te önemli olmadıltnı savunuyor. Top yıisalanyla kıyaslama hatasına düşerek, lumsal hareketi doğa
bilinçli insan eylemi faktörünü hesaba katmamak Gramsci'nin bah settiği 'saf me anikliğe' yol açıyor. Tarihte 'saf mekaniklik' yoktur. Bu sözlerin üzerinden 80 yıldan fazla zaman geçti.O zamandan bu yana dünyada büyük kendiliğinden patlamalar, grevler yaşandı. Fa kat kapitalizm hala egemen dünya sistemi olmaya devam ediyor. Fa kat biz tartışmamıza dönelim. Yaşam koşullarını iyileştirme mücadelesine girişen, sennayeye karşı kendini kendiliğinden savunan proletaryanın bu siireçte karşılaştılı sorunlardan en önemlisi, kapitalist toplumsal kuruluşun içinde verdi ği bu mücadeleyi, onun sınırlarını aşan bir toplum ve dünya hedefine bağlayabilmesidir. Gerekli olan müdahele, sınıf mücadelesinin onları içine soktuğu ve sosyalizme kazanılmalannı hem nesnel olarak hem de ruh hali itibariyle olağanüstü kolaylaştırdığı koşullarda, taşıyagel· d.ikleri düşüncelerle, elyordamıyla içgüdüsel olarak farkına varmaya başladıklan doğruları birbirinden ayırdetmelerine, ayıklamalarına ve varlıklannı ve mücadelelerini yeni bir dünya anlayışının içine yer leştirmelerine yardım edecek müdaheleyi yanıbaşlannda bulmalan dır. Devrimci partinin görevi budur ve örgütlenme taktikleri bu işlevi sürekli kılmasını sağlayacak biçimleri gerçekleştirebilmesine yararlar.
Kendiliğinden hareketin kendiliğinden sosyalizme varacalı üzerine Lenin şunları söylüyor:" ... Çoğu kez, buna, garanti gözüyle bakılır . . . Jşçi sınıfı kendiliğinden sosyalizme doğru çekilir, ne var ki, en yaygın (ve sürekli olarak ve çeşitli biçimler altında canlandırılan) burjuva ideolojisi, kendisini, kendiliğinden, işçi sınıfı üzerinde daha da büyük ölçüde kabul ettirir."25 Bütün insanlar gibi işçiler de, varo lan, hakim olan, kendilerinin de zaten taşımakta olduktan düşünce leri sürdürmeye; tamamen yeni olan, bütün toplumsal ilişkileri tersine çeviren bir düşünce sistemini kabul etmeye kıyasla, daha yatkındır· lar. Sadece yaşam koşullarının iyileştirilmesi için verilen mücadele, toplumu ve dünyayı değiştirmeye yönelik değildir. Ve egemen burju va ideolojisi ile çok kolaylıkla eklemlenebilir. Dolayısıyla, eskinin kendisine ve sosyalist, ilerici görünümlü bütün biçimlerine ve bunların işçi sınıfı içinde yer edinmelerine karşı Marksistlerin uzlaşmasız bir mücadele sürdürmeleri gerekir. Trade-unionizm ya da Nur-Gewerk schaftlerei ya da Almanya'daki şampiyonlarının adıyla Schulze-De· litsches, Hirsch-Duncker sendikacılığı, ücretli kölelilin siinneslnin 'sosyalist' çözümünden başka bir şey değildir. "... Demek oluyor ki, görevimiz, sosyal demokrasinin görevi, kendiliğindenlile karşı savaşmak, işçi sınıfı hareketini, burjuvazinin kanatlan altına sokmak yolundaki bu kendiliğinden trade-unioncu çabadan uzakla tırmak, ve devrimci sosyal demokrasinin kanadı altına sokmaktır." 6 Bu·
ı
19
radaki 'kendiliğindenlile karşı savaşmak' sözleri, zaman zaman yo rumlandığı gibi, işçi sınıfının kendiliğinden hareketine karşı savaş mak, onun sosyalizmin temeli olan tarihsel insiyatifini öldürmek ve yerine 'planlı', 'önceden hazırlanmış' eylemleri geçirmek de�ldir. Vurgulanan ve polemiğinin şiddetinin de etkisiyle olsa gerek, tek başlarına ele alındıklarında yukandaki yorumlara yol açabilecek olan bu sözler, kendlllğindenci akıma, yani sınıfın kendiliğinden hareketi nin kendiliğinden sosyalizme yöneleceğini öğütleyen akımın sınıf i· çindeki etkilerine karşı savaşmak anlamını taşıyor. Ekonomistler 'bilinçli unsurun rolünün abartılmaması' iddialarını, bilimsel sosyalizme, bir bütün olarak işçi sınıfının kendisinin kendi· liğinden eyleminin sonucunda ulaştığı teziyle kanıtlamaya çalışıyor· lar. Bu teze karşılık Plekhanov Kongre'de şöyle diyor:".. . Yoldaş Martinov Engels'ten alıntı yapıyor:' Bilimsel sosyalizm proletarya ha· reketinin teorik ifadesidir.' Fakat Engels'in sözleri en nihayetinde genel bir önermedir. Soru şudur: İlkönce kim bu 'teorik ifade'yi for· mille eder; Lenin tarih felsefesi üzerine bir tez değil, işçi sınıfının 'devrimci basil' olmadan (sosyalizmi,-L. K.) yakalamasını beklemeli yiz diyen Ekonomistlere karşı bir polemik yazıyordu. 'Devrimci ha· sil'in işçilere bir şey söylemesi yasaklanmıştı, çünkü 'devrimci ba· sil'di, yani teorik bilince sahipti. Fakat eğer 'basil'i aradan çıkarırsa nız, içine bilincin dışardan enjekte edilmesi gereken, yeknesak bi· linçsiz bir kitle ile haşhaşa kalırsınız .... Sendikal mücadeleden hah· sederken, kapsamlı sosyalist bilincin, yalnızca, işgücünün satılışına hükmeden koşulların iyileştirilmesi için verilen mücadelenin sınırla 27 rının dışından tanıtılabileceği fikrini geliştiriyor.'' Lenin ise, Kongre'de bu konuda çok kısa bir konuşma yapar. Daha sonra Bir Adım ileri iki Adım Geri ' de, Ekonomistlere karşı daha önceden gereken söylenmişti ve Kongre' de aynı şeyleri tekrar söyle meye gerek yoktu diyecektir. Konuşmasında, ". .. Lenin'in zıt eli· !imlerden sözetmediği fakat kategorik olarak işçi sınıfı hareketinin daima burjuva ideolojisine teslim olmaya 'eğilimli' olduğunu iddia ettiği söyleniyor. Sahi mi? İşçi sınıfı hareketinin Schulze--Delitsches ue benzerlerinin hayırsever yardımlarıyla burjuva dünya görüşüne çe kildiğini söylemedim mi? Ve kimdir bu 'benzerleri '? Ekonomistler den başkası değil, burjuva demokrasisinin Rusya'da bir hayal oldu ğunu söylemiş olanlardan başkası değil. Bugün, örnekleri herkese gö zükmeye başlayınca, burjuva radikalizminden ve liberalizminden böyle ucuzca bahsetmek kolay. Fakat daha önce böyle miydi? .... Lenin'in işçilerin de ideolojinin oluşmasına katkılan gerçeğini hiç dikkate almadığı söyleniyor. Sahi mi? O zaman ve daha sonra tam bilinçli işçilerin, işçi liderlerin, işçi devrimcilerin eksikliiinin ha reketimizin tam da en önemli eksikliği olduğunu söylemedim mi?
20
Böyle işçi devrimcilerin yetiştirilmesinin en önemli görevimiz ol· duğunu orada (Ne Yapmalı ? da, -L.K.) söylemedim mi? Biti· reyim. Hepimiz biliyoruz ki, Ekonomistler çubuğu bir tarafa büktü ler. Düzeltmek için öbür tarafa bükmek gerekiyordu, ben de bunu "2 8 yaptım. '
•
.
.
.
Ekonomistlerin kendiliitindencilik teorilerinin sonucunda vardıktan siyasal mücadele anlayışı da bu teori ile ister istemez ballantılıdır. İşçiler an.sındaki ajitasyon ve propaganda iktisadi teşhirler seviyesin de kalmalı, talepler 'gerçekçi' talepler, yani burjuva demokrasisi ko· şullarında elde edilebilen talepler olmalıdır. Açıktır ki, böyle bir mü· cadele için Marksist olmaya gerek yoktur. Zaten başlamış olan bü· yük kendililinden işçi eylemleri Çarlığa karşı burjuva demokratik muhalefetin siyasal önderliği altında (devrim gibi 'ütopik', 'gerçekçi olmayan' hedeflerle vakit kaybetmeksizin) pekala kısa zaman içeri· sinde gerçekleşebilir. Marksistlere göre ise, sosyalizm başka bir şeyi temsil eder: ''Sosyal demokrasi yalnızca işgücünün daha uygun koşul· larla satılmasını değil, aynı zamanda mülksüzlerin kendilerini zengin· lere satmaya zorlayan toplumsal düzenin kalkması için de işçi sınıfı mücadelesine önderlik eder. Sosyal demokrasi yalnızca belirli bir işverenler grubuyla ilişkilerde değil, modern toplumun bütün sınıfla· nyla ve örgütlenmiş bir siyasal güç olarak devletle de ilişkilerde işçi 29 sınıfını temsil eder." Sendikal mücadelenin günümüzün kapitalist ülkelerinde çok açık ça gözüken bir yanı daha var. O da sınıfı bölmesi. Belirli bir işkolun· da mücadeleye girişen işçilerin çoğu zaman diğer işkollanndaki işçi sendikalan tarafından yalnız bınkıldıklarını görmekteyiz. Aktif ola rak desteklemedikleri gibi (sempati grevleriyle, kısa süreli grevlerle vb.) dolaylı biçimlerde grev kırıcılığı da yapmaktadırlar. örnelin İn· giliz maden işçilerinin grevinde kamyoncular, grev gözcüsü işçilerin gözü önünde ve polis desteği altında depolardan kömür taşımaya de· vam ettiler. Dok işçileri ithal edilen kömürleri boşalttılar, enerji sant· rallerindeki işçiler fazla mesai yaparak çalıştılar. Sendikal mücadele· de işçiler toplumun kapitalistler ve işçiler diye ikiye bölünmüş oldu ğunu bilirler ve sendikalar işin bu kadannı anlatırlar. Ancak, kapita lizmi yok etmek gerektiğinin bilincine varmadıktan sürece, ister is temez grev yapan diğer işkollanndaki işçileri desteklemezler. Des teklemenin. kendileri için çıkarı nerededir? Bu çıkar mevcut top lumsal kuruluşun sınırlarını aşmaktadır. Devrimci Marksist parti sendikal örgütlenmenin sınıfın bütün ülke çapındaki birli&ini bozucu ve kendisinde içkin olan yanın düzelticisi olmak zorundadır. Bu özel· tik sendikal örgütlenmede içkindir, çünkü sendikalar işkolu esasına göre, belirli bir işveren grubuna karşı örgütlenirler. Ve zaman zaman bir işkolundaki işçilerin �nlık çıkarları, diğer bir işkolundaki işçile·
21
rin çıkarlanyla uzlaşmaz, uzlaşmayabilir ve burjuvazi greve çıkanla çıkmak istemeyeni pekala birbirine düşürebilmekte ve sendikalar da buna seyirci kalmaktadırlar. Burada elbette, sendikaların bürokra· tiklefmeleri, işçilere kıyasla pek çok ayrıcalığa sahip ömür boyu ye· rinde kalan yöneticilerin varlığı gibi faktörler de sözkonusudur. Ama bu faktörlerin de hepsi sendikal örgütlenmenin kendisinde içkin olan özellikten kaynaklanmaktadırlar. Sınıfın bütününün değil kesimleri· nin çıkarlannı savunmalan ve ücretli köleliğe karşı değil, onu yöne· ten kurallann iyileştirilmesi için mücadele etmeleri. Rus Marksist hareketinin proletarya içerisinde kısa bir zamanda ciddi mevziler ele geçirmesinin belki de en önemli nedenlerinden biri, bir yanda burju va demokratik alternatifin diğer yanda sendikalann kök salmasından önce veya aynı anda ortaya çıkması ve kısa bir zamanda berrak ve zengin bir teorik hat oluşturarak, yükselen kendiliğinden işçi hare· ketine müdaheleye hazır hale gelmesi, tarihsel fırsatı kaçırmamış ol· masıdır.
öRGüTSORUNUNDA KENDILIGİNDENCILIGE KARŞI MüCADELE Yükselen işçi sınıfı 'hareketinin getirdiği teorik ve siyasal sorunlar karşısındaki kendiliğindencilik, ııynı akımın parti örgütlenmesine yaklaşımlanna da yansır. Lenin'in dediği gibi, "Herhangi bir örgü tün niteliğini doğal ve kaçınılmaz olarak belirleyen şey o örgütün ey leminin içeriğidir."30 Devrimci Marksist teorinin işçi sınıfının kendiliğinden hareketi kar· şısındaki farkWığı ve önemi neyse, sınıf mücadelesi içindeki devrimci Marksist unsurlar da örgütlenme sorununda ortalama işçiden farklı bir öneme sahiptirler. Gene aynı şekilde kendiliğinden hareketin sonunda doğan ve taşıdıktan bilinç itibariyle türdeş olmayan işçile· rin oluşturduğu işçilerin oluşturduğu örgütlerle farklı bilince sahip olanlann ve dolayısıyla birincilerden farklı taleplere sahip olanların örgütleri birbirinden aynlmahdır. İkinciler sınıf bilinçli sosyalist öneli işçilerdir ve Lenin 'in bunları yığından altını dikkatle çizerek ayırdı· ğını görmekteyiz. " ...Yığının ortalama ögesi olan bu işçiler grevler· de ve polisle ve askeri birliklerle yapılan sokak çatışmalannda insan üstü bir enerji ve özveri gösterebilirler ve tüm hareketimizin sonucu nu belirleye bilirler (ve belirleyecek olanlar yalnızca onlardır); ama siyasal polise karşı mücadele özel nitelikler gerektirir, profesyonel devrimciler gerektirir. Ve biz, yığınlann sadece somut istemler de· ğil, işçi yığınlarının gittikçe artan sayıda profesyonel devrimciler de 'öne sürmesini' sağlamalıyız."31 22
Lenin'e göre parti örgütü profesyonel devrimcilerden oluşmalıdır. İddia ediyorum ki: 1. Sürekliliği saıtlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiçbir devrimci hareket varlığını sürdüremez; 2 . Ha· reketin temelini oluşturan ve ona katılan halk yıtınlan mücadeleye kendiliklerinden ne kadar büyük sayıda sürüklenirse, böyle bir örgü· te olan gereksinme o ölçüde ivedileşir ve bu örgüt o ölçüde sallam olmalıdır. 3. Böyle bir örgüt esas olarak devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerden oluşmalıdır; 4. Otokratik bir devlette, böyle bir örgütün üyelerinin devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerle ve si· yasal polisle mücadele sanatında profesyonel olarak eğitilmiş kimse· lerle ne denli ıınırlarırak örgütü açııta çıkarmak, o ölçüde zorlaşacak· tır; 5. Harekete katılabilen ve orada etkin olarak çalışabilen işçilerin ve öteki t�lumsal sınıflardan gelme üyelerin sayısı o ölçüde büyük olacaktır. 1 1
•
•
•
.
.
.
.
1 1
Alıntının uzun olduğunun farkındayım. Ama yukardaki satırlarda, katı formüllere indirgenmiş gibi gözükselerde, Lenln'in, parti anlayı· şının somut sonuçlan itlbariyle yapılabilecek en kısa özetini sundu· ğu inancındayım. Leninist parti bir bütün olarak, sınıf mücadelesinin önderlerinin ör· gütüdür. Fabrikalann önderlerinden başlayarak, sınıf mücadelesinin içinden süzülüp gelmiş bölgesel ve ülke çapındaki önderlerine kadar. Bu insanlar, otoriteyi, kendine güveni ve insiyatifi kendilerini tayin eden örgüt merkezinden değil siyasal temsilcisi oldukları gerçek işçi kitlelerinden alırlar. 'Yeknesak ve bilinçsiz' kitle içinde 'devrimci ba· sil' görevini görürler . Hareketin attığı her ileri adımın siyasal kazanç· larla bağlanmasında ve proletaryanın toplumsal hegemonyasını kur· masında uyancı, aydınlatıcı, yol gösterici görevleri yerine getirirler. Sınıfın ortalama ögesinden farklıdırlar ama yaşam bağlan ile sınıfın geniş kitlelerine bağlıdırlar, orada nefes alıp verirler. Bu insanlan ili· ke düzeyinde birbirine bağlayan, bir fabrikadaki deneyimi diler fab· rikalara, bir bölgedeki deneyimi diğer bölgelere aktaracak , bütün de· neyimleri bir araya getirip siyasal ve pratik sonuçlar üreterek tekrar deney sahiplerine iletecek merkezi bir örgüt gerekir. Açıktır ki, daha geniş yığınlann mücadeleye atılması ile böylesi unsurlara ve böylesi unsurlan bir araya getirecek olan örgüte gereksinim artacaktır.Çünkü, hareketin büyümesi demek devrimci Marksizme düşen müdahale görevinin büyümesi ve karmaşıklaşması demektir. 'Böyle bir örgüt devrimci eylemi meslek edinmiş ' kişilerden yani
profegyonel devrimcilerden oluşmalıdır.Profesyonel devrirnci kavra· mı,Lenin 'e,' Blankist', 'Jakoben' eleştirilerinin gelmesine yol açtılı kadar, gerçekten 'Blankist ', 'Jakoben' siyaset ve örgüt pratiline sahip olanlar tar_afından da 'LeniniZm 'lerinin ögesi olarak benimsenmiş bir kavram . B a n a kal ı r s.a , L en i n ' i n pr o f e syon el
d e vr i m c i s i k e s.in t i s i z . ..
•
ve 23
ö r ."; ü t -
lü olarak siyasi faaliyet sürdüren ve bu faaliyeti sürdürdüğü fiziksel a· !andaki diğer insanlardan siyasal olarak farklı olan, önder olabilen ki· şidir. Yani 'önderler örgütü' ile 'profesyonel devrimciler örgütü' aynı şeydir. Fakat 'meslek edinmiş' olmak , popülist ve terörist bir siyasal pratikle birleştiğinde, işçi kitlelerinden organik olarak aynşmış, on· lann günlük mücadelesi içinde olmayan ve işçi kitlelerinden farklı· lığını, onlann dışında kurulmuş bir örgütün mensubu olmasından, sı· nıf mücadelesinini koşullarını ve gereksinimlerini dikkate almadan saptanan talepler ve mücadele biçimlerini kitlelere ulaştırmaya çalı· şan (boşuna bir çaba !) devrimci tipine denk düşer. Bu tip bizim ıeç miş pratiğimizin devrimci tipinin aynısıdır. Dolayısıyla, siyasal baskı ve gericilik koşullannda örgütler darbe yediği zaman böyle bir siyasal pratiğin yarattığı devrimci tipi çoğunlukla kendini açıkta bu lur ve yeniden örgütlenebilmek, bu sefer doğru bir zeminde bile olsa olağanüstü zorlaşır. ·
Fakat bu anlatılanlardan, I.enin'in partisinde belirli örgütsel görevleri yerine getirmek üzere geçimi parti tarafından sağlanan ve bu anlam· da 'profesyonel' olan üyeleri yoktur demek istemiyorum. "Bu ala (Ishra Gazetesinin dağıtım ağı · L .K.) doğrudan bağlı olan ve örgüt tarafından geçimleri sağlanan devrimci militanların sayısı daima kü· çüktü. Gazete ilk başladığında on civannda, 1901 'de bir düzine ka· dar ve 1903'de en fazla otuz kişiydiler.Bu sayılar bile çok sık defişl· yordu, çünkü tutuklananlar lskra 'dağıtımcılarının ' saflarını imha ediyordu. 1902'nin sonunda hala tutuklanmayan sadece dört kişi kalmıştı."33 GİZLİ V E DAR AMA SINIF MüCADELESlNE öNDERLİK EDEN öRGüT
Lenln'in Ne Yapmalı ? 'da ısrarla yığın örgütü olmaya karşı çıktılını, parti üyeliğini profesyonel devrimcilerle, önderlerle sınırlamaya ça· lıştığmı ve buna gerekçe olarak da gizlilik koşullannı öne sürdülünü biliyoruz. Fakat bir yandan da bu partinin sınıf mücadelesine, yBDi nıilyonlann mücadelesine önderlik edeceğini anlatır. Bu iki özellifin birbiri ile çeliştiği çok sık söylenmekte ve tartışılmaktadır. 1906 devriminin patlamasından sonra yapılan ve RSDİP 'nin 3. Kongresi diye bildiğimiz, ama aslında RSDIP içindeki Bolşevik fraksiyonun delegelerinden oluşan kongrede, Lenin'in partinin kapılannın açılma· sını önerdiğini hatırlatanlar, 1 905'den önce söyledikleri ile çelişme di mi diye sormaktadırlar. 1 900'1ü yıllann başlannda, otokratik Rusya'da devrimci Marksist bir örgütün, sanıf mücadelesine önderlik etmeye hazırlanması ile dar ol-
24
masının çelişmediğini görmekteyiz. Ne Yapmalı ? 'dan sonra yazı· lan Bir Yoldaşa M ek tup ta , Lenin parti örgütlenmesine dair düşünce lerini somutlar. Anlatılan, partininSt. Petersbµrg'daki örgütlenmesi· nin nasıl olması gerektiğidir. Rus proletaryasının merkezi olan bu şe· hirde bütün parti örgütlerini yöneten şehir komitesinin kimlerden o· luşması gerektiğini anlatırken, iki olgunun nasıl bir arada bulunabile· ceği kavranabilmektedir. '
" . . . Mümkün olan en fazla sayıda işçinin tam sınıf bilinçli, profes yonel ve devrimci ve komite üyesi olması için gerekeni yapmalıyız.* iki değil tek bir komite olacağı için, komite üyelerinin şahsen pek çok işçiyi tanımalan özel bir öneme sahiptir. işçiler arasında olup biten herşeye önderlik etmek için, bütün mahallelere girip çıkabil· mek, pek çc. : işçiyi tanımak, her çeşit kanallara sahip olmak , vb. vb . gereklidir. Bu yüzden, komite, işçilerin kendi aralanndan çıkardıkla n, işçi hareketinin mümkün olduğunca çok, belli başlı liderlerini i· çermelidir. (*): işçi kitleleri ile en geniş ilişkiye ve onlar arasında en iyi 'üne' sahip olan de\'limci işçileri komiteye almaya gayret etmeli yiz . " 3 4 Parti örgütlerini oluşturan işçiler, alabildiğine çeşitli ve çeşitli örgüt· lülükteki işçi guruplannın içindeki ve önderi olan işçileridir. Okuma gurupları, sendika guruptan vb. gibi açık, yan açık gruplar gizli parti örgütlerini çevreler. Bir fabrika komitesinin başansı fabrikadaki ola· bildiğince çok işçiyi böylesi gruplarda biraraya getirmekte gösterdili başarı ile, parti probagandistlerinin bu guruplarla yüzyüze gelebilmesi ile, parti edebiyatının sürekli dağıtımının yapılması, bilgi toplanması ve mümkün olduğu kadar çok işçinin parti yayın organı ile yazışması ile ölçülür. önderliğin nasıl elde edileceği üzerine ise Lenin şunlan söylüyor: " ...Bütün hareketin liderlilini elde etmek şüphesiz güç sa· hibi olmakla değil, fakat otorite, enerji, daha fazla deneyim daha � fazla beceriklilik ve daha daha fazla yetenek sayesinde olur." 5 Bü tün bu özelliklerinin en parlak birleşiminin Lenin'in kendisi oldultJ· nu sanırım söylemeye gerek yok. Böyle örgütlenmiş bir partinin üye sayısının dar olmasına karşılık ne· den yığmlan temsil edebileceğini kavramak zor değil. Aynca 'dar' kavramı çok göreli bir kavram. örneğin 1906'da RSDIP'nin Bund ile beraber toplam üye sayısı yüzbin idi ve pekala bir yılın örgütü idi.36 Ama gene de sınıfın partisi olarak, &1nıf ile kıyaslandılında azınlığı oluşturuyordu. Yani ' kapılann açıldığı' dönemde de RSDIP dar olmaya devam etti. Bu noktada sorunun 'gizli mi ', 'açık mı', 'dar ve sıkı örgütlenmiş ç4f'lik disiplinli örgüt mü', 'yığın örgütü mü' vb. gibi teknik ve dönemsel kavram ve olgularla açıklığa kavuşturma25
nın olanaklı olmadıAını düşünüyorum. Bu tüı açıklamalar oldukça yüzeyseldir ve teorik bir açıklama olamaz, dolayısıyla başka ülkeler için de örnek olacağını iddia etmek, iddiadan öteye bir anlam taşı· maz. Açıklayıcı yanın, Lenininst partinin daima, örgütlü olarak ve bilfiil siyasal faaliyet sürdüren öncülerin partisi olması ilkesinde yat· tığı inancındayım. Siyasal baskı ve gericilik koşullarında böylesi unsurlar doğal olarak azalır, buna bir de gizlilik koşullarının kuralla· n eklendiğinde azınlık olan parti iyice azınlığa düşer, iyice daralır. Siyasal özgürlük koşullarında aynı unsurların sayısı doğal olarak u· tar, devrim şartlarında ise, yüzlerle, binlerle artarlar ve parti genişler, yığınsallaşır. Sonuç olarak, özellikle Türkiye solunda egemen olan anlayışta olduğu gibi, daima aynı darlıkta, başlangıcındaki darlıkta o lan bir parti değildir.
BOLŞ EVİZM-MEN Ş EVİZM AYRILIÖI 1903'teki İkinci Kongre'de Rus Marksist işçi hareketi Bolşevikler ve Menşevikler diye adlandınlan iki kanada bölündü. 191 2'ye kadar aynı parti içinde kalmalanna rağmen, bir daha gerçekten hiçbir zaman birleşmediler. 1906 'daki Dördüncü (Birleşme) Kongre 'de her iki fraksiyonun temsilcilerinden oluşan merkez komitesi seçilmesi ve ortak parti organının yayınlanmasının · karar verilmesine ralmen Bolşevikler Kongre'den sonra, bir yandan da kendi bağımsız yayın organlannı devam ettirirler. Merkez komitesi hakkında Zinoviev şöyle diyor:" . . . Fakat aynı zamanda, Bolşevikler, Kongre sırasında kendi iç ve Parti için gizli olan merkez komitelerini oluşturdular. "3 7 _ Aynlık Tüzüğün üyelik ile ilgili birinci maddesi üzerinde olur. Martov ve Lenin iki ayn üyelik anlayışına sahiptirler. Lenin'e göre üye ol· mak; programı benimsemek, aidat vermek gibi ölçütlerin yanında daha önemli bir başka şeyi gerektirir: Partinin bir örgütüne bizzat katılmak. Martov ise Kongre 'de kabul edilen önerisinde, bizzat ka· tılmak yerine, 'parti örgütlerinden birinin yönetimi altında partiye düzenli olarak kişisel yardımda bulunmayı' yeterli görür. Tartışma karşılıklı olarak eleştiri ve suçlamalarla sürer. Merkeziyetçi· lik ilkesinde anlaşmış olmalarına rağmen Ne Yapmalı ? ' ya Kongre 'de gelen eleştirileri Lenin ile birlikte karşılamış olmalarına rağmen ve Lenin parti örgütlenmesine dair ilkeleri Iskra 'da geliştirmiş olmasına rağmen farklılık nerede yatıyordu acaba? Veya bir başka deyişle iki ayrı parti üyesi tarifi , hangi teorik ve siyasal farklılıklara tekabül edi yordu? .Sınıfın öncüsü olarak, Partinin, olabildiği ölçüde 26
örgütlenmesi,
kendi saflanna, hiç delilse cugari ölçüde örgütlenmiş ögelerin girme· sine izin vermesi dileğimi ve i.stefimi açıkhkla ve kesinlikle belirtmiş 38 bulunuyorum." Muhaliflerinin, eğer Lenin'ln tüzük önerisi kabul edilirse partinin etki alanının daralacağı, zayıflayacağı iddialanna karşılık, "Tam tersine parti örgütlerimiz, gerçek sosyal demokratları bünyesinde toplayarak daha güçlü hale geldikçe, parti içinde yal· palama ve istikrarsazhk daha az olacak, partiyi çevreleyen ve parti tarafından yönlendirilen işçi sınıfı yılınlarının ögeleri üzerinde par· tinin etkisi daha geniş, daha çeşitli, daha zengin ve daha verimli hale gelecektir. İşçi sınıfının öncüsü olarak parti tüm sınafla karaştanlrna· mahdar . " 3 9 • . . , "• . • Bizim bir sınıf partisi olduğumuz gerçefin· den, partiye bağlı olanlarla kendilerini partiyle işbirlili içinde gören· ler arasında bir ayrım yapılmasının gereksiz olduğu sonucu nasal ve hangi mantıkla çıkanlabilir? Bunun tam tersi doğrudur. "40 Devrimci Marksist ile yığın arasındaki fark yada Lenin 'in deyimi ile 'gerçek sosyal demokrat' ile yığın arasındaki farkın somutlandılı yer, denenebileceği, gerçekliğinin somutlanabileceği ölçüt siyasal faaliyetini kollektif ve merkezi olarak ayna faaliyeti sürdürenlerle bJr· leştirmesidir. Partinin, örgütlerine bizzat katalarak tek tek sorumlu luk alan insanlardan oluşması ile böyleleri ve partiyi sadece destekle· yenlerin karışımından oluşmasının arasında büyük fark var. Bu du· rum, işi yapanlarla işi yapanlan destekleyenler arasında, genel olarak sınıf mücadelesinin sorunlanna ve partiye karşı farklı tutumlara yol açar. Partiye karşı eşit haklara sahip olmak durumunda olmalarına rağmen, parti karşısında eşit sorumluluk ve görevlere sahip delildir· Ier; ki bu , haklann kullanılmasındaki eşitliği sağlayıcı zemini de bo· zar. Bizzat görev alarak katılanların kendilerini, destekleyenlerden daha sorumlu hissedeceklerini açıklamak gereksiz. Dolayısıyla parti· ye karşı sorumluluktaki eşitsiz konum, parti içi demokrasinin teme· Iini bozar. Birazcık örgüt (herhangi bir örgüt) ve siyasal çalışma tec rübesi olan herkes bilir ki, örgütü sürükleyenler sorumluluğunu omuz layarak iş yapanlardır. üstelik sadece destekleyenlerin de üye olması halinde bile, durum gene değişmez, gene iş yapanlar olayı götürür· Ier. Ama örgüt aynılann örgütü olmaktan çıkar, demokrasinin zemini bozulur. Ve bence böyle bir örgütte katı disiplin kurallanna olan ihti· yaç daha da artar, çünkü sınıf mücadelesi karşısında farklı sorumlu luk sahibi olanları birarııda tutmak gerekir. Bu farklı sorumluluk ister istemez farklı anlayışlara yol açar. Tam da bu nnktada böylesi bir işçi partisinde sımf politiklabınnm pumlasmı şaşıracağı, bağamsızlığın kılybadlleceği �deme gelir. Çünkü, Mar· tov vıe yıında�lannm bizzat �atılmıyıcık �ma .desteldeyeceklere ver· dikleri örnekler ,hep prafesörleri, yüksek okul öğrencilerini, !kısacası gen:el nlarak aydınları !k'.'?31U'. Lımin'in ımlattığı ise, eğer bu •yıdm!ar
27
gerçekten kendi sınıf polltikalanm ve dünyaya bakaşlannı terk.ettiler· se 'gerçek bir sosyal demokrat' oldularsa, bunu , partiye bizzat katda· rak, proletaryanm sınıf mücadelesinin partisinde sorumluluk alarak kanıtlainalan gerektiğidir. Eğer bunu yaparlarsa, partinin böylesi un surlardan kazanacağı vardır. Fakat hem dışında kalır hem üye olur larsa, smıfm partisi onlann değişmelerine katkıda bulunamaz, ama onlar üyelik haklanna sahip olacakları için sınıfın politikalanm etki· leyebilirler. Çünkü, Parti organlan , parti örgütlerinden her· hangi birine bağlı olmayan parti üyelerini gerçekte yönlendirebilir mi? " 4 ı ".
•
.
Sorumluluk paylaşmaya, kollektif ve merkezi bir bütünün parçası ol· maya kendiliğinden eğilim gösterenlerle bunlara zıt eğilimler ta· şıyanlar arasında sanıf farkhhğı vardır. Daha doğrusu bu elilimler farkh sınıfiann davramşlanna tekabül ederler. Birinci eğilimi taşıyan· lar nesnel yaşam koşullanndan dolayı işçilerken, ikinci e�ilimi taşı· yanlar gene nesnel yaşam koşullanndan dolayı aydınlardll'. Bunun içindir ki, Lenin ikinci eğilimi taşıyanlan küçümsemeye, aşaldama· ya varacak şekilde eleştirir. Fakat, eğer Rus Marksist düşüncesinin ve işçi smıfı hareketinin teorik, edebi ve siyaset zenginlliinin ortaya çıkmadığı topraklarda bu eleştiriler aymsıyla devralmırsa, aydmlar karştsmda ikna edici- zemine sahip olmadığımızdan dolayı, pek bir işe yaramayacaklan gibi, sekterizm ve genel olarak aydan düşmanltlı gibi tehlikeli sonuçlara da yol açarlar. Bu aynhk ortaya çıktığı zaman, gerçek temeli, üçüncü tarafiar tara· fından anlıtŞılmaz. Alman Sosyal Demokrat Partisi 'nin önderlerinden olan Kautsky ve R. Luksemburg -aralarında önemli teorik anlaşmaz. lıklar olmasına rağmen- Menşevikleri desteklerler. Troçki de Men· şeviklerin safında yer alır. Ancak, çok değil bir buçuk yıl sonra 1905 devrimi karşısında, her iki akımın aldığı farklı tutum, parti taktikle· rinin ne kadar siyasal eylem ve taktiklerle bağlantılı olduğunu (Öste· rir. *
*
*
Bu makalede Bolşevizmin oluşmaya başladığı yıllarda, Leninist partinin arkasmda yatan teorik ve siyasal öncülleri açıklamaya çalış· tım. Amacım, bu parti anlayışını genellikle yapıldığı gibi kurallar açı· sından değil, ortaya çıktığı ülkeyi ve koşulları dikkate alarak, arka· smda yatan düşünee sistemini sergilemektir. örnek alacaksak , bu sis· temi kavramak geı1!ktiğine inanıyorum.
28
DiPNOTLAR
1. V.l.Lenin, Toplu Eserleri, İngilizce Baskı, Cilt 4, s. 210-1 1 . 2 . V.l.Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 4 , s. 215-16 3. V.l.Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 2, s. 341-42. 4 . V .1. Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 4, s. 2 26. 5 . V.I.Lenin, Bir Adım İleri iki Adım Geri, Ankara 1979, s. 267. 6. V.l.Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 2, s. 335 . 7. V .I.Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 6 , s. 1 7 1 . 8 . V.I .Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 2,s. 327-28. 9. V.l.Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 2, s. 328 . 10. V.l.Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 2, s.329. 1 1 . V.l.Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 2, s. 342. 12. V.I.Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 5, s. 24. 13. V.1.Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 4 , s.215. 14. V.l.Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 4, s. 215. 15. V.l.Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 4, s. 216. 16. V.l.Lenin, Ne Yapmalı?, Ankara 1977, s. 34. 17. V.1.Lenin, Ne Yapmalı?, Ankara 1977, s. 42-43. 18. V .I.Lenin, Ne Yapmalı?, Ankara 1977 , s. 54. 19. 1903, Second Ordinary Congress of the RSDLP Olağan Kongresi, Londra 1978, s.143. 20. 1903, s.148. 21. 1903, s. 149. 22. 1903, s. 150. 29
·
RSDİP İkinci
23. 1903, s. 1 5 1 . 24. 1903, s . 1 58. 25. -V.1.Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 5 , s.386 . 26. V.l .Lenin, Ne Yapmalı?, Ankara 197 7, s. 5 4 . 27. 1903, s. 1 58-59. 28 . 1 903, s, 169-70. 29. V.l.Lenin, Ne Yapmalı?, Ankara 1977, s.74. 30. V.1.Lenin, Ne Yapmalı? Ankara 1977, s.1 25. 3 1 . V.I.Lenin, Ne Yapmalı?, Ankara 1977, s. 137. 32. V.1.Lenin, Ne Yapmalı?, Ankara 197 7 , s. 153-54 . 3 3 . M. Liebman, Leninism Under Lenin Londra 1975, s.28.
•
Lenin'in Leninizmi,
34. V.l.Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 6, s.23 5 . 35. V.1.Lenin, Toplu Eserler, İngilizce Baskı, Cilt 6 , s.240. 36. L. Schapiro, The Communist Party of the Soviet Union Sovyetler Birliği Komünist Partisi, Londra 1970 , s. 73. 37. G . Zinoviev, History of the Bolshevik Party Tarihi, Londra 1973, s. 143.
·
·
Bolşevik Partisi
38. V.l.Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, Ankara 1979, s. 7 5 . 39. V.I.Lenin, Bir Adım heri İki Adım Geri, Ankara 1 979, s . 77 40. V.I.Lenin, Bir Adım tıeri İki Adım Geri, Ankara 1 979, s. 78. 41 . V.I.Lenin, B ir Adım ileri İki Adım Geri, Ankara 1979, s. 59.
30
Uç farklı kavraın cevdet harman
GİRİŞ Kendiliğinden eylem nedir? Kendiliğinden eylem -örgüt ilişkisi ne· dir? Gibi soruları gerek 12 Eylül öncesinde gerekse sonrasında bir çok sosyalist çeşitli şekillerde yanıtlamaya çabaladı. Bu çabalara bir katkıda bulunabilmek ve genel bir perspektif oluşturabilmek amacıy la soruna iki ayn yazıda yaklaştım. Bu yazı üç farklı durumu anlatan üç ayrı kavramı ele alıyor. İle· ride değineceğim bu üç farklı durum çoğunlukla ve yanlış olarak bir kavramda birleştiriliyor. İkinci yazı ise kendiliğinden eylemin dina· miğini ve komünist örgütle olan ilişkisini gerek tarihsel gerekse yaşa· dığunız an açısından ele alıyor. Tartışma bu koparılmaz ve diyalek· tik olan ilişkinin tanımlanması etrafında yoğunlaşıyor.
1 . NESNEL SINIF VEYA KENDİNDE SINH' İlk olarak Marks'da göründüğü şekli ile nesnel sınıf kavramını ele ala· lım. Bu kavrama göre bir toplumsal kesim . önce sahip olduğu bilinç düzeyinden bağımsız olarak üretim sürecindeki nesnel yeri ile belirle· nir. Almanca da 'Klasse an sich ' ingilizcedc 'class in itself' şeklinde i· fade edilen bu durum türkçeye çoğu kez kendinde sınıf şeklinde çevrilmiştir. Çoğu kez vurgu�nu yapmamın nedeni, bu kavram kimi kezde son . derece yanlış olarak 'kendiliğinden sınıf' şeklinde kulla· nılmasıdır. Bu yanlış kul�;tnma ileridede göreceğimiz gibi sınıf hare· 31
ketinin kaçınılmaz faktörü olan bir faaliyet biçiminin küçümsenmesi ne ve ona gereken ilginin gösterilmemesine yolaçmıştır. Kendinde sınıf kullanılır kullanılmaz akla bir başkası, kendisi için sı nıf kavramı gelmektedir. Her iki kavram bir süreçteki değişik durum ları ifade ederler. Bu süreçte sınıf oluşturduğu örgütlenmeler ve mü cadeleler yolu ile kendi bilincini geliştirmektedir. önemli olan ken dinde sınıf veya nesnel sınıf olma durumundan kendisi için sınıfa doğru yaşananın bir sınıf· tarihsel süreç olması; ve bu iki durumun bir bütünün birbirinden koparılamayacak parçaları olmalandır. Her iki kavramıda biraz daha somutlaştırmak için örneklere başvura lım . Marks'ın 1852 'de Fransa'daki küçük millk sahibi köylüler üzeri ne söyledikleri bir eğilimi göstermesi aç ısından ilginçtir. Marks şöyle demiş :
"(. . . ) Küçük mülk sahibi köylüler, birbirleriyle çeşitli ilişkilere gir meksizin aynı durumda yaşayan insanlardan oluşan muazzam bir yı lını oluş tururlar. Uretim tarzları, onları karşılıklı ilişkiye sokmak yerine birbirinden tecrit eder. ( . . . ) Onların üretim alanları, küçük mülkiyet , kendi kültürü içinde işin bölüşümüne, birikimin kullanıl masına yani gelişimin çok yönlülüğüne, yeteneğin çeşitliliğine top lumsal ilişkilerin zenginliğine izin vermez. Her köylü ailesi neredeyse kendi kendine yeter, kendi tüketiminin en büyük kısmını dofrudan kendi üretir ve böylece yaşam maddelerini toplumla ilişkisinden çok doğa ile vahşi alışverişinden kazanır. (. . . ) Milyonlarca köylü ailesi ya şam tarzlarını, çıkarlarını ve kültürlerini diğer sınıflardan ayıran ve onlara karşı düşmanca tutuma iten ekonomik koşullarda yaşamaları anlamında bir sınıf oluştururlar. " Marks'ın değindiği bu sınıf, yukarıda sözünü ettiğim kendinde sınıf dan veya nesnel sınıfdan başka birşey değildir. Yukandaki bölümde sorun üretim ilişkileri açısından ele alınmıştır. Aynı yazıyı okumaya devam ettiğimizde işin içine siyasi açının nasıl girdiğini görüyoruz.
"(... ) Küçük mülk sahibi köylülerin aralarında sadece yerel bağlantı bulunması, çıkarlarının aynılığının bir birlik telik, ulusal bağ ve siyasi örgütlenme doğurmaması açısından ise bir sınıf oluşturmazlar. Bu nedenle sınıf ç ıkarlarını kendi adlarına, parlamento veya kongre ara· cılığı ile dayatmaktan acizdirler. Kendilerini temsil edemezler, temsil edilmek zorundadırlar. Temsilcileri aynı zamanda onlann efendisi, onların üzerinde bir o torite, onları diğer sınıflardan koruyan, y ukarı dan onlara yağmur ve güneş ışığı yollayan sınırsız bir hükiimet gücü olarak görünmek zorundadır. Bu yüzden küçük mülk sahibi köylüle rin siyasi etkileri nihai ifadesini toplumu kendine tabi kılan bir yürü-
32
tücü güçte bulur. "2 Biraz uzunca olan bu aktarmayı yapmamın nedeni verilen ömelin bir anlayışı netleştirmek açısından son derece çarpıcı olmasıdır. üze· rinde durulması gereken nokta mülk sahibi köylülerin çıkar birliğinin siyasi bir bağda ifadesini bulmaması, kendilerini temsil edememeleri ve temsil edilmek zorunda olmalarıdır. Bir sınıf kendi çıkarlannı ifade . edecek bağımsız ve kendine yeten bir politika y"1a1madığı sürece, kendi.-lnia.� jçi ciiıflla' ·--- ' da en iyi temsil edjldiği hisİine kapılır. KapitaliSt toplumda düzen içi «üçler çeşitli burjuva partilerinde ve örgütlerinde cisimleşirler. Düzen içi nitelemesini hak etmeleri var olan burjuva egemenlik .ilişki· terini dönüştürmeyi hedenemlttri nedeniylediT. Bu his ifçi sınıA içinde geçerlidir. Ancak işçi sınıfı ile küçük mü)k sahibi köylüler ara· sındaki fark, ikincisinin kendi kendini temsil etme yeteneğine içinde bulunduğu iiretim ilişkileri açısından ulaşamamasıdtr. Kendi kendini bir sınıf olarak temsU edebilme ile temsil edilmek ara· sındaki fark ilk bakışta çoğumuzun dikkatini çekmeyebilir. Ancak hiç abartmadan belirteyim, bu sosyalist demokrasi ile burjuva de· mokrasisi arasındaki farka tekabill eder. Yine bu fark ikameci anlayış ile devrimci marksizm arasındaki aynhğıda kapsar. İkameci anlayış 'işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır' ifadesini kullansa bile bunun anlamını kavradığını ortaya koyamaz. Çünkü bu ifadenin i· ç inde barındırdığı bir özellik sınıfın kendini temsil etme yeteneği ve özelliğidir. Komünistler açısından vurgulanması teşvik edilmesi gere· ken nokta budur. Bu özellik açığa çıkmadığı ve yaşamda kendini ya· ratmadığı siirece toplumsal iş bölümünün birdaha geri gelmemecesine gittiği bir sürece ulaşmak o denli imkansızlaşır. İkameci anlayış sorunun bu kısmına önem vermediği ve işçi sınıfını kendisinin temsil ettiğine inandığı için, köylülüğün kendi kendisini temsil edememesinin yarattığı sonucu görmez. Bunun sonucu ola· rakda köylülük ile işçi sınıfı arasındaki en önemli farklılık gözlerden kaçınlır. Farklılığın tesbitinin koministler için onlarınhedefierinde or· taya çıkar: Proletaryanın sınıf olarak örgütlenmesi . Soruna bu açıdan yaklaşıldığında nesnel bir sınıfın, kendisi için sınıf olup olamayacağı noktası önem kazanmaktadır. Endüstri işçileri birbirlerinden tecrit edilmiş durumda değil, tam tersine kitleler halinde büyük işletmeler· de yoğunlaşmışlardır ve üretim &lireci içinde karşılıklı ilişki içinde· dirler. üretimde bilimin kullanılması ise yine büyük üretimin geliş· mesiyle artmakta, hergün yeni teknolojiler kullanıma girmektedir. Uzun alıntılarla bu özellikleri anlatmayı şu an için gereksiz görüyo·
33
rum. Ancak komünist manifestoyu okumut olanlar bu özelliklerin 'burjuvalar ve proleterler' bölümünde son derece net anlatıldılını ha· tırlıyacaklardır. Yine hatırlayalım, bu bölümde anlatılan kendisi için sınıf-olma sürecidir: Mücadele-örgütlenme- sınıfın birliğinin gelişmesi -sınıf mücadelesi ... vs. Bu süreçte işçi sınıfının her düzeydeki örgütlülüğü ve mücadelesi art· tığı oranda ve işçi sınıfı toplumdaki bir taraf olarak, toplumun SO· runlarına yanıt vermeye çabaladıtı ve kendini sınıfsal bir güç olarak eıemen sınıfa kartı koyduğu oranda kendisi için sınıf özellikleri gös teriyor demektir. Bu sürecin elbetteki yük&elif anlan olduğu gibi iniş ve yenilgi anlan da vardır. Böylesi zamanlarda bu özelliklerin bir bö· lümü yitirilebilir. İşte koministler tarihsel ve enternasyonal hafıza ol· ma görevlerini, sınıf içinde geniş bir örgütlülükle birleştirebildikleri ölçüde iniş ve yenilgi zamanlarında geçmişte kazanılmış olan kendisi için sınıf olma özelliklerini ve geleneklerini yaşatabilirler veya tekrar· dan canlanmasına katkıda bulunurlar. Kendisi için sınıf olma sürecinin en yüksek noktalanndan biride in· sanlık için sınıf olmadır. Yani artık işçi sınıfı kendi sınıf çıkarlarını tüm toplumun çıkarlan olarak ortaya koymuş, insanın insanı SÖ· mürmesi eylemine �n vererek sınıfsız bir toplum yaratma hedefi ile siyasi iktidarı ele geçirmiştir. Böylelikle 'sosyalizm veya barbarlık' ikilemindeki sosyalizm alternatifi insanlığın kurtulutu yönünde gün celleşmiştir. Artık işçi sınıfı, insanlık için sınıf olma iddiasını somut adımları ile ı;erçekleştirmeye başlamıştır. Buraya kadar yazdıklarım· danda anlaşıldığı gibi kendisi için sınıf olma bir sürecin ifadesidir. Her süreçte olduğu gibi bunda da yaşananlar kafalarımızda hayal et· tiğimiz gibi net ve düz bir hat izlemezler. Yaşamın tükenmez çeşitli· !iği ve zenginliği bu süreçte de karşımıza çıkmaktadır. Kimi kez sını· fın bir bölümü, bir başka kezde bir başka bölümü kendisi için sınıf olma özellikleri gösterirler. Kendi sınıfsal çıkarlarını toplumsal ve genel zorlayıcı güce sahip bir biçimde gerçekleştirmek hedefiyle ileri atılırlar. Yani kendilerini toplumsal bir taraf olarak burjuvazinin kar· şısına çıkarırlar. Bu eylem içinde örgütlülüğün ve birliğin anlamını kavrarlar. Bu kavrayış ölçüsündede toplumsal-tarihsel özne olurlar. işte koministlerin görevi bu anlarda ve yerlerde vazgeçilmez öneme sahiptir. Bu konuya ileride tekrar döneceğim. 12 Eylül öncesi türkiyede olanlara ilişkin bir hatırlatma yapmakta yarar var. Tarihsel-toplumsal süreçleri birbirinden koparamayız. işte böyle bir anlayışa düşmeden 1 5-16 Haziran'dan 1 2Eylül'e kadar olan süreci ele alalım. Başlangıcı 1 5·16 Haziran'a koymamın nedeni bu anı Türkiye işçi sınıfı açısından bir birikimin kendiliğinden eyleme dö nüşmesi olarak değerlendirmemdir. Bu andan itibaren yaşanan çeşit'34
U direnişler, grevler ve eylemler bir yükselişi izİeyerek sınıfın örgütlü· lüğünü ve kendisi için sınıf olma özelliklerini geliştirdiği kanısında· yım. Sınıf örgütlülüğü birkaç düzeyde gelişiyordu. Bunlardan biri sendikal düzeydi. Çeşitli istatistiklerinde gösterdiği gibi sendikalı iş· çllerin sayısında bir artış gözleniyordu. Bu istatistiklerde bazı yanılgı paylan ve abartmalar vardı . örneğin birkaç sendikaya üye olma du rumu bunlardan biri idi. özellikle DiSK- TüRK-IŞ rekabeti bu ol· guyu yaratıyordu. Aynca sınıfı bölme görevini yerine getiren bir dizi sendika üye sayılarını abartarak veriyordu. Ancak bu yanılgı payları· nı düşsekde sendikalaşma eğiliminin arttığını görüyoruz. öteki ıe· lişme ise her yaşanan grev veya direniş eylemiyle birlikte oluşan ör· giitlülüktü.. Eylemin sona ennesiyle birlikte yok olan örgütlenmeler doğuyordu. Bu sayede sınıfın elemanları örgütlenme deneylerini art· tınyorlardı. öncü işçilere düşen görev bu örgütlenmelerden oluşan deneyleri, gelenekleri ve hatta yanlışları sınıfın diğer kesimlerine ak· tarmalan idi. Çünkü bu tür örgütlenmeler kendisi için sınıf olma SÜ· recini zenginleştirmekte idiler.
12 Eylül'le beraber bu süreç kesintiye uğradı. Kendisi için sınıf ol· mayı birdenbire ortaya çıkacak dört başı mamur bir durum olarak kavramıyoısak dikkatimizi bu örnekler üzerinde yoğunlaştırmalıyız. 2. BACIMSIZ VEYA KENDiNE YETEN PROLETER HAREKET üzerinde duracağım kavramın daha önce başkaları tarafından tartı şıldığını biliyorum. Niyetim bu tartışmayı bütün boyutları içinde ele almak değil. Hele aradan yedi yıl geçtikten sonra bu tartışmayı ısıtıp sunmak hiç değil. Ancak kısada olsa M.Ali Aybar örneğinde görül· düğü gibi yanlış kullanılan bir kavrama açıklık getirmek istiyorum. Böylelikle kendiliğinden eylem ifadesini kendikullanımırn açısından tanımlamış olacağım. Kominist Manifestonun 'burjuvalar ve proleter· ter' bölümünde proletarya hareketi ile dünya tarihsel sürecinde orta· ya çıkmış olan diğer olan hareketler karşılaştınhr. Şöyle denmiştir:
"(. .. ) Daha önceki bütün tarihi hareketler, azınlık hareketleri, ya da azınlıklann çıkarları uğruna hareketler olmuşlardır. Proletarya hare keti, büyük i oğunlujun, büyük çoğunluk yararına, kendiliAinden ' hareketidir. ' Büyük çoğunluğun büyük çoğunluk yararına vurgusu işçi sınıfını bir takım komplocu küçük veya büyükçe azınlıklarca kurtarmak isteyen· ler için düşünülmüştür. Bu ifade doğal olarak hedefienen toplumun bir azınlık iradesi ve yönetiminin eseri olamayacağınıda içermekte· dir. Sosyalist lşçi'nin alt başlığını hatırlarsak 'işçi sınıfının kurtuluşu
35
kendi eseri olacaktır' , bir azınlılın eseri değil. Yukardaki aktarma· n111 sonundaki 'kendiliğinden hareket' ifadesi ise asıl değinmek iste· diğlm nokta. Bu ifadenin almanca karşılıtı . 'selbstaendge Bewegung' dur. lfuradaki 'selbstaendig' kelimesinin türkçe karşılıktan kendi kendine yeten , bağımsız, başkasının yardımı olmadan gibi ifadeler· dir. işte yukarıdaki aktarmayı bu gözle birkez daha okudutumuzda kurtuluşun kendi eseri olması fikri bir anlam kazanır. Yine Marks' dan bir aktarma ile kendi kendine yeten hareketin anlamını vurgula yalım diyoruz.
"(. .. ) işçilerin çok cahil olmahırı nedeniyle kendi kendilerini kurta ramayacaklarını, dolayısıyla tepeden hayır sever büyük ve küçük bur juvalar tarafından kurtanlmalan gerektilini açıkca söyleyen kişilerle birlikte yürüyemeyiz. 115 işte Kominist Manifesto 'da değinilen kendi kendine yeten proleter hareket ifadesini başka tarihlerde çeşitli fırsatlarda söylenmiş olan· tarla birlikte ele aldıtımızda Marks'ın bu konudaki anlayışı ortaya çıkmİlktadır. Manifesto 'nun türkçe çevirisinde kendi kendine yeten hareket yerine, kendiliğinden hareket ifadesinin kullanılmış olması bir talihsizliktir. Yanlış anlamalara ve yorumlara yol açmaktadır. Ko· münist Manifesto' nu� 1 888 İngilizce baskısında ise Engels'in ekleme· teri sonucu aynı bölüm "( ... ) büyük çoğunluğun büyük çoğunlulun çıkarma olan bilinçli, bağımsız hareketidir' ' şeklinde çıkmıştır. Bu eklemelerile almanca orijinalindeki ifade anlaşılır olmaktadır.
3. KENDILlôlNDEN EYLEM Son olarak değinmek istediğim latince kökenli olan 'spontan' keli· mesidlr. Bu kelimeyi türkçeye kendiliğinden şeklinde çevirmek mümkündür. Bu kelimenin 2. maddede anlattığım 'selbstaendig' ke· limesi ile arasındaki fark zamana oluşuma ilişkindir. 'Spontan' za man açısından birdenbire olma özelliğine sahiptir. Bu nedenlede ka· rar mekanizmaları eylemi gerçekleştiren insan topluluğunun ·sınıfın kendi iç dinamiğine bağlıdır. Tanıdık bir örnek olan 1 5-16 haziran eylemleri kendiliğinden eylemlerdir. Gelişmesi birdenbire olmuştur. Aynca talepler ve eylemi yönlendiren örgütlenmeler sınıfın kendi di· namiği ile gelişmiştir. Yukanda M.Ali Aybar'ın yanlışından söz etmiştim Aybar'ı örnek olarak seçmemdeki neden, onun 1 978 yılında sonderece iddialı bir şekilde 'spontan' ve 'selbstaendig', yani kendiliğinden ve kendi kendi ne yeten kelimelerinin aynı olduğunu ileri sürmesi idi. Böylelikle bir
36
çoklannca yapılan bir yanlış onun yazılannda cisimleşmekte idi. Blr çok dilde bir kelimenin değişik anlamlarda kullanılablldllini görilyo· nız. Ancak hiç bir dil iki kelimenin tamamen aynı anlama gelmesine göz yummaz. Böyle bir dunımvarsa kelimelerden biri kullanılmaz o· lur, veya farklı bir anlam yüklenir. Aybar'ın iddialan dil açısından son derece tutanızdır. Böyle bir yanlışa düşmenin nedeni bazen yabancı bir dilden aktanlan bir kelimenin anlamına benzer şeylerin kelimeyi alan kültürde bu· lunmamasıdır. bu açıdan ele aldığımızda her iki kelimenin işaret et· tiği türden geleneklerin Türkiye işçi sınıfı açısından çok köklü ol· madığını görüyonız. Ancak 15·16 Haziran'ın ertesinde böylesi yan� lışlara düşmenin başka gerekçeleri olabilir. Yazının konusu Aybar'ın marksizm anlayışını tartışmak değil. O nedenle bu gerekçelerin neler olabileceği üzerinde durmuyonım. Buraya kadar anlatılanları toplarsaml . Kendinde sınıf veya nesnel O· tarak sınıf 2. Kendi kendine yeten hareket ve 3 . Kendiliğinden eylem gibi üç ayn durumu ifade eden kavramların hepsi 'kendiliğinden' ke· limesinde birleştirilerek yanlış olarak kullanılmıştır. Bu kavramları tanımlamaya çalıştım.
DiPNOTLAR ı.
Kari
Marks,
Louls
( A l m a n ca ) c ı rt 8,
s.
Bonaparte'ın
1 8 . Brumerl, Marks-Engels toplu eserler
198
2.
agy
3.
M . A l l Aybar, Markslzm'de örgüt Soru n u , Ara l ı k 1 9 7 8 , s . 1 5 7-1 6 2
4.
K o m ü n i st Manifesto, S . 4 1 , Blllm v e Sosya llzm yay .
5.
K . Ma r ı<s- F.Engeıs, T o p l u .Eserler , ( A l m a n ca ) , cırt 1 9 , S . 1 6 5
37
kendiliğinden eyle111 ko111ünist örgüt ilişki si cevdet harman
örgütlü olanların kendiliğinden eylem ile kurmalan gereken ballar nelerdir? Neden kendiliğinden eylem üzerine özellikle örgütlü olan· ların düşünmesi, tartışması gerekmektedir? Bu ve benzer soruları ya nıtlayabilmek için bazı noktalan ele alıp anlayışımızı netleştirelim . işçi sınıfı kültürel ve sosyal kökleri, mücadele gelenekleri ve üretim sürecine katılımı açısından farklı özelUkler gösteren parçalardan olu şur. Sınıfın bir bölümü anaları ve babalarıda büyük şehirlerde yaşa· mış ve çalışmış olan işçilerden oluşur. Bir kuşak bir büyük şehrin kültürel ve sosyal yaşamı içinde gelişmiştir. Keza bu kuşatın ana·ba· baları da uzun yıUar büyük şehirlerde üretime katılmışlardır. Bir baş· ka bölümü ise mülksüz köylülükten veya tarım işçiliğinden yeni sa· nayi işçiliğine geçmiştir. Bu nedenle kırsal kesimle olan bağları ol· dukça sıkıdır. Bu bölüm yaşamının önemli bir kısmını kırsal kesimde geçirmiştir ve gelişimini etkiliyen faktörler ağırlıklı olarak Ancak kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle birlikte . bu özellik· lerde değişime uğrarlar.Türkiye'de de süreç bunu göstermektedir.İn· san sayını istatistikleri incelendiğinde şehir doğumlu işçilerin oranı·
nın köy kökenlilere göre düşük olmasına rağmen arttığı görülmekte· dir. Keza ana veya babaları işçi olanlarında oranı köylü olanlara göre düşük olmasına rağmen artış göstermektedir. Uzun yıllar büyük şehirlerde yaşamış olanlar okuyup-yazma alışkan· lığına diğerlerine görece daha fazla sahiptirler. Bunun ötesinde sen dikal örgütlenme ve birlikte mücadele gelenekleri, aynca politik kül· türleri ve bilgilenmeleri gelişkindir. Sık sık işçi dernekleri ve gaze·
38
teleri, eğitim guruplan ve benzeri şeylerle karşılaşırlar. Küçük şehir· lerde ve kırsal kesimlerde yaşayanlar son değindiğim özellikler açı· sından daha yetersiz ve geri bir konumda bulunurlar. Sınıfın bir bölü· mü büyük fabrikalarda üretim yaparken, bir başka bölümü orta ve küçük işletmelerede ve hizmet sektöründe çalışır. Büyük fabrikalar· daki üretim sürecinde ekonomik, sosyal ve politik sorunlann kollek· tif davranış ve örgütlenme sayesinde çözülebileceği bilinci daha hızlı gelişir. Büyük şehirlerdeki örgütlülük ve eylemler geliştili ölçüde kü· çük şehirleride etkiler. Tüm bunlara tek tek işçilerin yetenek atılganlık, enerji, kendi müca· delelerinden çıkardıklan deneyleri genelleştirme ve kendi bilinçlerini geliştirme konularındaki farklılaşan özelliklerini de ekleyebiliriz. işte tüm bu kaçınılmaz farklılıklar sınıf içerisinde farklı bilinç düzeyleri· nin varlığına yol açar. işçi sınıfının bazı kesimlerinin kendisi için sı· nıf olma özelliklerini daha hızlı geliştirebilmesinin nedenleri bu fark· lılıklardan kaynaklanır. Yiroa bu farklılıklar sınıf içinde öncii işçiler şeklinde· tanımladığımız mücadele ve örgütlenme bilinçleri daha gelişkin olan insanlarında varlığı ile kendini gösterir. Asıl üzerinde durulması gere· ken nokta öncü işçiler ile sınıfın çoğunluğunu oluşturan işçi kitlesi arasındaki kavrayış ve bilinçlenme konularındaki farklılıktır. öncü işçi yaşamış olduğu pratik mücadelenin değerlendirilmesinden edin· diği deneyim ile daha gelişkin bir bilinç düzeyine ulaşmıştır. O an· dan itibaren komünistler ile öncü işçiler arasındaki ilişki önem ka· zanmaktadır. Çünkü bu ilişki pratik deneyden edinilmiş olan sınıf bi· lincinin gelişmesine, sosyalist bilince yol açacaktır. Bu ilişkinin ku· rulması sonucu öncü işçiler için yeni eylemler gelişmiş bilinç ölesi i· le donanmış olarak gerçekleşecektir. Bu oluşumu göz önünde bu· lundurduğumuzda öncü işçilerin sayısının yaşanan her yeni pratik deney sayesinde artacağı gerçeğini de kavrarız. Yaşamın hareketliliği ve sınıfın mücadelesi her an yeni öncü yeni işçiler yaratacaktır ve ya· ratmaktadır. Geniş işçi kitlesinde ise kavrama-öğrenme ve bilinçlenme aslen pra· zik eylemler sayesinde olur yani pratik eylem önde gelir. Bu büyük çoğunluğun ancak kendi eylemleri sonucunda bilincini geliştireceii ve değiştireceği sınıf-tarihsel bir gerçekliktir. Pratik eylemin önemli bir kısmını ise kendiliğinden eylemler oluşturur. Kendiliğinden eylem kavramını kullanırken bir noktaya değinmekte fayda var. Bu kavram herhangibir merkezi güç tarafından öncedenı tasarlanmamış eylemleri tanJmlar. Birdenbire olma özelliiine sahip· tirler. Elbette bu birdenbirelik gaipten gelmez. Bir birikimin olgun laşması sonucu ortaya çık,ar. 39
Kendiliğinden eylemleri biraz yakından izledieimizde bunlann için· de o güne kadar politik mücadele ile ilgilenmemiş insanlann yanında, çeşitli siyasal akımların eski veya halen üyesi veya taraftarı olanlarla· da .karşılaşırız. Bunlar sahip oldukları politik kültür ve bilinçleri öl çüsünde çalıştıkları yerlerde gelişen pratiğe katılmışlardır. örgüt· lenme deneyimlerini bu eylemleri n düzenlenmesine aktarmaya ça· lışmışlardır. Bir yerde grev, başka bir yerde sokak gösterileri, daya· nışma grevleri , iş bırakma eylemleri veya akıllarına gelen herhangi bir eylem türü önermişler, çeşitli talepler formüle etmişlerdir. Böylelikle harekete seçmiş olan kitleye ivme kazandırmışlardır. İçinde böylesi ' IMidahelelerin olmadığı . bir kendiftğinden weket düşünülemez . Çünkü yukarda da değindiğim gibi sınıfın içinde farklı bilinç düzeyi· ne sahip bireyler bulunmaktadır. Tüm bireylerin aynı bilince Ahip o· lablleceğini düşünmek yaşamın çok renkliliğini redetmek gibi ger· çeklik dışı bir davranıştır. Dünya-tarihsel sürecine baktığımızda sık sık kendiliğinden eylemlerle karşılaşıyoruz. Sormamız gereken ana soru, kendiliğinden eylemlerin aosyalizm teorisi ile bir karşıtlık oluşturup oluşturmadığıdır. Bu so· ruyu yanıtlamak için kendiliğinden eylem ile örgüt arasındaki tarih · ae l diyalektik ilişki üzerinde durmak gerekiyor. Çünkü b u ilişkiyi kavradığımız ölçüde sosyalizm teorisi ile kendiliğinden eylemin bir karşıtlık oluşturmadığını ve her ikisi arasında karşılıklı ve sürekli bir iletim olduğunu göreceğiz. ilk olarak, kendiliğinden eylemin bUinci varmıdır?Sorusuna eliJelim . Bazılan, 'elbette yoktur çünkü o eylemi biz yönetiyoruz' yanıtını ve· rirler. Aocak bu yanıt pek doyurucu ve açıklayıcı değildir. Kendlli· ğinden eylemin bilincini iki ayn durum için iki ayn şekilde tanım· layabiliriz . Bu durumlardan birincisini olağan dönem, ikincisini ise devrim arifesi dönem ·olarak ele alalım. Sınü mücadelesinin ve sınüın örgütlenmesinin sürdüğü ve yükseldili olağan dönemlerde çalışanlann kendiliğinden eylemleri günün dayat tığı ani sorunlar çerçevesinde olur. Bu sorunlar çoğu kez ekonomik kökenlidir. Akla ilk gelenler ücret artışı istemi , işçi çıkarılmasına karşı protesto, çalışma koşullannın düzelmesi, istemi vs, dir. Çoğu kez vurgusunu yapmamın amacı bir yanılgıya değinmek içindir. Bu yanılgıya göre kendiliğinden eylemeler sadece ve sadece ekonomik sorunlar çerçevesinde kalırlar. Bunun böyle olmadığını &1nıf-tarihsel süreç çeşitli defalar göstermiştir. Kendiliğinden eylemler olalan dönemlerdede politik sorunlardan kaynaklanabilir hatta politik birer hareket olabilirler. Bu yanılgının kökü politik hareket tanımında yatmaktadır. Politik hareketi sadece politik iktidar istemini ileri &ii· ren hareket olarak biliriz. Ancak politik iktidar istemi mücadelenin
40
en gelişkin aşamasında sınıfın kendi iktidar organlannın cisiıtıleşmesi ile güncelleşir. Bu aşamaya kadar politik iktidann işçi sınıfı tarafın· dan ele geçirilmesi fikri binlerce kez ifade edilir. Ancak düşüncenin kendini gerçekleştirmek için çabalaması yetmez. O aşamada ise artık gerçeklik düşünceye doğru çaba göstermektedir. işte sınıfın kendini yönetme organlarının oluşması bunu işaretidir. Politik hareket ise iş çi sınıfının politik alana müdahelesi ile başlar Marks Bolte'ye ırıektu bunda politik hareketi tanımlarken şu örneği vermiştir:
"(. . . )ôte yarıdan işçi suııfuıırı, suııf olılırak efeM'NI Btlff(lM.a Jıart ı çıktığı ve onları dışarıdan baskı ile zorlamaya çalıştığı bir hareket politik bir harekettir. ôrneğin bir tek fabrikada ya da birtek işyerin · de grevler 11s. ile tek tek kapitelistleri çalışma saatlerini kısıtlamaya zorlama ç11bası saf ekonomik bir harekettir; buna karşın 8 saatin vb nin yasalaşmasını zorlayan hareket politik harekettir. Ve bu yolla iş çilerin tek tek ekonomik hareketlerinden politik bir hareket oluş· maktadır; yani sınıfın kendi çıkarlarını genel biçimde toplumsal ve genel zorlayıcı güce sahip bir biçimde gerçekleştirmeye çalışan hare kettir. Bu hareketler önce belli bir örgütlülüğü öngörse de kendileride bu örgütlülüğün geliş mesinde birer araçtırlar. "2 Olağan dönemlerde ani sorunlar karşısında gelişen kendiliğnden ey lemler kapitalist üretim ve egemenlik ilişkilerini köktenci bir şeklide sorgulamaktan uzaktır. Belirli sorunlarla kısıtlı kalması ve çoğu kez ulusal çapta olmaması nedeniylede geliştirdiği bilinç kısıtlı ve kısmi dir. Ancak en büyük özelliği işçi kitlesinin kendi eylemi sonucunda bu bilinci geliştirmesidir. Komünistler açısından önemi ise sınıfın eyleme çıkan bölümünün &a· hip oldutu bilinç düzeyini göstermesi açısındandır .Çünkü her ileri sürülen ve kitleselleşen istem, bu istemi yükseltenlerin bilinç düzeyini gösterir. Böylelikle koministler gelişen kendiliğinden eylemin için deki örgütlü ve bilinçli güç olarak bu eyleme daha ileri istemler ve ni telikler kazandırmıaya çalışırlar. Devrim öncesi döneminde ise kendiliğinden eylemler sınıf bilincini hızlı bir şeklide gelişmesine yol açar. Bu kez var olan ani sorun poli· tik iktidıırdır ve eylemlerin hedefi buraya yönelir. Her iki dönem ara sındaki farkı Lenin'in 1905 öncesinde ve sırasında kullandı�ı tanım· larda da görmek mümkün. Ne Yapmalı'da Lenin işçilerin kendililin· den sadece sendikal bilince ulaşabileceklerini söylerken, 1905 devri· mi sırasında işçilerin kendiliğinden sosyal-demokrat olduklanna işa· ret eder.
Yine Lenin 1905 Aralığındaki Moskova ayaklanmasını değerlendir·
41
dlğl bir yazısmda:
"(. . . ) Grevden ayaklanmaya geçişi gerekli kılan, mücadelenin nesnel koşullarındaki defişimi proletaryanın önderlerinden daha önce his settiğini"3 yazar. Kendiliğinden eylemlerin içindeki bu bilinç aynı zamanda bu hareketlerin dinamiğini de oluşturur. Bu eylemlerin bilince sahip olmadıklannı iddia etmek halen kendi kendine yetemeyen s ınıflar ta· rihini yaşadığunız anlamına gelir ki, o halde 'işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır' ifadesi tilin anlamını yitirir. Gramsci, yüzde ym bilinci kendileri ile tanımlayanlayanlara şu hatır· !atmayı yapmıştır:
"(. . . ) Sadece yüzde yüz bilinçli olan ve hatta önceden dakikası daki kasına hazırlanmış bir plan tarafından belirlenen, ya da soyut bir te oriye tekabül etmekle aynı anlama gelen, bir hareketi gerçek hareket sayan anlayış skolastik ve tarihsel-politik akademik tir. Gerçeklik alı şılmamış bileşimler açısından zengindir; ve teorisyen bu alışılmamış lığın içinde teorisinin kanıtını göstermek ue soy u t bir şemada düşün düğü gerçekliği değU, tarihsel yaşamın öğelerini teorik bir dile çe virmek zorundadır. , .4 Yasa örneği politik alana müdahaleye işaret etmektedir. "üretenlerin işi üretmek, yönetenlerinde yönetmek " burjuva anlayışı üretenlerin yönetmey� kalkışmamaları gerektiğini vurgular. işte üretenler, poli· tik alan olarak tanımlanan yönetime müdahale etmeye başladıkların· da politik bir hareket oluşturmaya da başlamış olurlar.Olağan dö· nemlerde ani sorunlar karşısında gelişen kendiliğinden eylemler kapi talist üretim ve egemenlik ilişkilerini köktenci bir şekilde sorgula· maktan ıızaktır. Belirli sorunlarla kısıtlı kalması ve çoğu kez ulusal çapta olmaması nedeniylede geliştirdiği bilinç kısıtlı ve kısmidir. An· cak en büyük özelliği işçi kitlesinin kendi eylemi sonucunda bu bi· linci geliştirmesidir. Kendiliğinden eylemlerin bir başka özelliği ise kitlesel olarak var o lan düzen kurallarının dışına çıkılmasıdır. Burjuvazinin ideolojik ve kiıltürel egemenliğinin teme! aı:ılayışını oluşturan resmi söylev bu e · gemenlik ilişkilerinin d'eğişmez olduğuna işaret eder. Bu resmi idea· lojinin sarsılması ve yıkılabilmesinin koşullarının gelişmesi ancak dü zen sınırlarının dışına çıkan davranışlarla gerçekleşir. Kendililinden eylemin patlaması anına kadar politik yaşamdan ve davranıştan uzak kalmış onbinlerce iı;ci bu andan itibaren politik bir durumla karşı karşıya kalırlar ve davranmaya başlarlar. Bu davranış, düzen sınırla·
42
nna her çarpışında ve onları aşışında resmi ideolojiye rağmen burju va egemenlik ilişkilerinin değişebileceği gerçeği ile karşılaşır. Kapitalist üretim ilişkileri veya bir başka deyişle kapitalist yaşam tanı gerek üretim içi, gerekse de üretim dışı süreçte insanlan yaptık ları işlere, birbirleri veya doğa ile olan karşılıklı ilişkilerine yabancı laştırır. insanın türüne yabancılaşması olarak ele alabileceğimiz bu olgunun aşılmaya başlandığı anlar sınıfın kendi girişimi, örgütlenme ve yönetme yeteneğini geliştirdiği, bir başka deyişle kendini eğittiği anlardır. Kendiliğinden eylemin kitleselleşmesi bir başka burjuva anlayışının sarsılmasına ve hatta yıkılmasına yol açar. Bu gerçeğe Rosa Lüxen burg kitle grevi makalesinde değinmiştir. Olağan dönemlerde politik mücadele çoğunlukla işçi kitleleri tarafından ve doğrudan değil, do laylı olarak yani temsil yoluyla yürütülmektedir. Ancak devrim önce si dönemlerde politik mücadelenin dolaylı parlementer şekli yerini doğrudan müdahale ye bırakır. işçi kitleleri kendi oluşturduklan organlan ile politik yaşama müdahele etmeye başlarlar. Proleter devrimini diğer devrimlerden aynştıran özelliğin onun bü yük çoğunluğun, büyük çoğunluk yaranna hareketi olniasıdır demiş tik. Rosa Lüxemburg bu özelliğin faaliyete dönüşmesini şöyle ele almıştır:
(... ) Sosyalizm mücadelesi her iş yerinde her proleterin kendi iş ve renine karşı, yani kapitalizm ile doğrudan göğüs göğüse savaşılarak kitlelerce verile bilir. Ancak bu sayede ıosyalist deurim ıerçekleşir. Soıyalizm kararnameler veya çok mükemmel bir iktidar yolu ile ya pılmaz, yapılabilir değildir. Soıyalizm kitlelerce, her proleterce yapı labilir. Sermayenin zinciri döküldüğü yerde, kınlmak zorundadır. "5 "
işte böylesi bir faaliyet anlayışı kitlesel olarak düzen sınırlarını zor lar ve her yıktığı yerde kendini geliştirir. İşçi kitlelerinin kendi ey lemi içinde bilincini geliştiniıesini ve örgütlemesini teşvik etmeyen her siyasi ve sendikal örgüt kaçınılmaz olarak bürokratik denetleyici ve disipline edici özellik kazanır. Bu anlayışın temel özelliği kendi tarafından denetlenmeyen ve geliştirilmeyen her türlü eylemin kendi varlığını tehtit ettiğini düşünmesidir. Bu düşünce sadece küçük siyasi akımlarda görünmez. 1,5 milyondan fazla üyesi bulunan İtalyan Ko münist Partisi'ni (PCI) izlediğimizde de aynı anlayışla karşılaşırız. PCI sınıf içinde gelişen ve işçi sınıfının kendi eylemini ve örgütlülü ğünü ilerleten her türlü eğilime karşı mücadele etmektedir. Bir örnek bu eğilimlerin örgütlü bir jekle bürünmüş olduğu fabrika konseyleri dir. PCI bu konseylerin faliyetlerinl denetleyemediği anlarda, bunla· .•
43
ra karşı mücadele etmekten kaçınmaz. Bu mücadelenin temel hedefi konseylerin yaratıcı ve girişimci dinamiğine sekte vunnaktır. Çünkü büro�!8tik anlayış kendi dışındaki böylesi varlıklara tahamül ede· mez. Ya bunlan kendi içine entegre etmeye çalışır, ya da onları or· tadan kaldırmaya. Sürekli olarak öne sürülen 'ya işçi kitleleri yanlış yaparsa ne olur? ' sorusudur. Bu ilk bakışta doğru hir soru gibi gelebilir. Ancak sınıfsal olaylann dinamiğini kavramaktan uzaktır. Çünkü bu sorunun arka planındaki anlayış sınıf mücadelesi sürecini tüm hatları ile önoeden belirlenebilir olarak aJıılamaktadır. Bu yolla sınıfın yapacağı yanhş· larm direktifler ile ortadan kaldırmayı planlar. Engels Amerikan işçi hareketi üzerine yazdığı bir mektubunda bu soruna şöyle bir açılım getirmiştir: ·
"(. . . ) Kitlelerin kendilerini geliştirecek zamanı ve fırsah olmalıdır, ve bu fırsata kendi yanlışları sayesinde ilerleyecekleri, zarar �olu ile a· kıllanacakları kendi hareketleri olduğu anda sahip olurlar. · i6 Engels b u satırlan yazarken elbette ki 'yenile yenile yenmesini ölre· nirler' anlayışı ile hareket etmiyordu. Yenile yenile olsa olsa yenilme öğrenilir. Ancak daba öncede değindiğim gibi tek tek bireyler ile işçi kitleleri arasında öğrenme ve bilinçlenme süreci açısından büyük farklılıklar vardır. Bu açıdan geniş işçi kitleleri bilinçlerini ancak kendi eylemleri ile geliştirebilirler. Şüphesiz bu eylemleri sırasında kaçınılmaz olarak yanlışlarda yaparlar. İşte bu noktada komünistle· rin varlığı sürecin akışına ivme kazandınr. Engels aynı mektupta ör· gütlü işçnerin kendi deneyleri sonucu eğitilmelerinin, onlara yanlış· !arının sonuçlarını önceden söyleyebilen teorik olarak olgunlaşmış sosyalistler tarafından hızlandınlabileceğine değinmektedir. Teorik olarak olgunlaşmış sosyalistlerin, proletarya hareketinin yürüyüş çiz· gisini, şartlannı ve en sonunda ulaşacağı genel sonuçlan, teorik ola· rak anlamadaki üstünlükleri bu işi yapmalarını kolaylaştınr. işçi kitleleri kendi eylemleri içinde öğrenirler ve bilinçleirini ıelişti· rirler dedik. Elbette ki bu eylemlerin hepsinin kendiliğinden olması gibi bir kural yoktur. Siyasi akımlarda eylemler önerirler ve önenne· lidirler. Ancak sorun bu noktada önerinin şekline ilişkindir. Merkezi· bürokratik akımların önerileri, bürokratik terbiye edilmiş, otoriteye ve amir mercilere inanan bir sınıfa kendi kendine yürümesini öptme hedefini taşımaz. Tam tersine onlar kendilerini amir merciği yerine koyarlar. Böylelikle bu öneriler sınıfın kendi örgütlülüğünü, girişimini ve kurtuluşunu teşvik etmekten uzaklaşır. Devrimci marksist akımla· rın önerileri ise bu eksikliklerin giderilmesi yönündedir. Sınıfın kendi yönetimi ve denetimi sosyalist demokrasinin vazgeçilmez ilkeleridir.
44
Bu ilkelerin yaşamda cisimlefmesi ve örgütlülüle dönüşmesi komü nistlerin en önemli hedeflerinden biridir. Sınıf-tarihsel sürecin hiçbir anında partinin sınıfın bütününü ya da ço ğunluğunu kapsaması gibi bir durumla karşılaşılmamıştır. Böylesi bir durumun arzulanır b irşey olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle bir siyasi akunm önerileri herzaman için üyeleri ve taraftarlan ile kısıtlı kalmak durumunda olacaktır. Çerçeveyi biraz genişletip birkaç siya si akımın birlikte hareket ettiğini varsaysak bile yinede sınıfın ço ğunluğu bu üyeler, taraftarlar ve etkiliyeblldikleri çevre toplamı i· çinde olmayacaktır Lenin bu duruma bir yazısında şöyle delinmiş· .
tir:
"(.. .) Genelde tarih, özelde de devrim tarihi en iyi partilerin en ileri sınıfların en sınıf bilinçli öncülerinin düşünebildiklerinden daha geniş kapsamlı çeşitli, çok yönlü, canlı, karışıktır. Bu anlaşılır birşeydir, çünkü en iyi öncüler onbinlerce insnın bilincini iradesini, acısını, fan tazisini dile getirir; ancak devrim özel yükseliş anlarında tüm insani yeteneklerin toplanması, en sert sınıf mücadelesinin ileri kamçıladığı milyonlarca insanın bilinci, iradesi, acısı ve fantazisi ile gerçekle. ,,7 şır. Bu durumda iki farklı anlayışla karşılaşırız. Birincisi bu gerçeklilin bilincindedir. Kendi faaliyeti ile ancak ulaşabildiği çevrenin bilincini, deneylerini ve ve girişimcili ğ ini dile getirdiğini bilir. Bunun yanında tüm faaliyetini sınıfın örgütlülüğünün gelişmesi yönünde genişletir. Sınıfın adına davranmak yerine, sınıfın kendi öz-yönetim organlan· nın gelişmesini hedefler ve sınıfın kendini temsil yeteneiinin olgun laşması yönünde çaba gösterir.
İkinci anlayış ise daha önceki birçok yazıda değinildiği gibi ikameci dir ve sekt ideolojisine sahiptir. Bir yanda sınıf adına hareket eder, Ö· te yanda kendi kendi sekt ideolojisine uygun kendine ait bir sınıf ha· reketi yaratmaya çabalar. işte bu nedenlerden dolayı önerinin şekli ve sahip olunan anlayış Ö· nem kazanmaktadır. Çünkü ikinci anlayış sahip olduğu bürokratik özellikler ile sadece kendiliğinden eylemlerin dinamijtini kavrama· makta kalmaz, ayrıca kendi önerilerindede sınıfın kendi faaliyeti i· çinde öğrenme ve bilinçlenme faktörünü küçümser. Komünistler ile kendiliğinden kitle eylemleri sınıf mücadelesi bütün lüğünün birbirinden koparılamaz iki parçasıdır. Bu parçalardan biri· ni küçümseyip ciddiye alrnıdığımız, ötekini abartarak değerlendirdi· ğimiz anda bu ilişkiyi zedeleriz . Bu zedeleme ise devrimci marksiz·
45
min çarpıtılmasına yol açar ve açmıştır. Devrimci marksizmln yerine ikame edilmiş olgu resmi marksizm, sınıf-tarihsel gelişmelerin sadece bir partinin girişimi sonucu gerçekleşebileceğini varsayar. Bu yolla baş_�nya utaşabilmiş tek bir sosyalist mücadeleyi göstermek mümkün değildir. üzerinde durulması gereken bir başka noktada işçi sınıfı mücadelesi sürecinde gelişmiş olan 'kendiliğindencilik teorisi'dir. Bu kavramı birbiri ile bağlantısı olan iki düzeyde ele almak gerekiyor. Bunlardan birini L.Karadeniz yoldaş Sosyalist İşçi'de ç ıkan 'örgütlenme üzeri· ne ' başlıklı yazısında anlattı. O yazıda sorun aslen sendikal düzeyde ele alınmakta idi. Kendiliğindencilik, işçi sınıfının mücadelesini eko· nomik mücadele ile sınırlayıp siyasi akımları bu mücadelenin dışında tutma anlayışı olarak tanımlanıyordu. Bu işin bir yanı. Ancak bunun ötesinde 'kendiliğindencilik teorisi' olarak adlandırılan ve bunun en tanınmış temsilcilerinden birinin Kautsky olduğu bir siyasi anlayış vardır. Kautsky, sosyalist devrimi değiştirilemez ekonomik yasaların bir sonucu olarak ele alan pasif ve kaderci bir yaklaşıma sahipti. Bu anlayışa göre kapitalizm günün birinde kaçınılmaz olarak çökecekti. İşte bu anı beklemek gerekiyordu. Onun kelimeleri ile sosyalist dev rim insanlar tarafından ne "yapılabilirdi " nede "engellenebilirdi ". "(. . . ) O nedenle bir devrim kışkırtmak veya hazırlamak hiç aklımıza 9 gelmez. " ·
Diyordu kautsky. Sanki tarihin gelişimi bir çeşit değiştirilemez alın yazısına göre oluyordu ve tarihi insanlar değil bu yazıyı yazan güç yapıyordu. . Bu anlayışın örgütlenme alanına yansıması ise güçlerin o yüce karar anına kadar hazır halde tutulması idi. Gerisi kendiliğinden olacaktı. O ana kadar işçilerin günlük çıkartan savunulacak, ücret artışı veya çalışma koşullaıının düzelmesi için gerekirse grevler yapılacaktı. Bu· nun ötesinde düzen sınırları içinde propaganda yolu ile sosyal-de· mokrat işçiler günbe gün artacaklardı. O gün geldiğinde de damlalar· dan bir göl oluşacaktı. Damlaya damlaya göl olur anlayışının dikkate almadığı nokta damla· Iann buharlaşmasına yol açan çevre koşullarıdır. Bu benzetmeyi de· vam ettirecek olursak, işçiler damla ise burjuvazinin ideolojik ve kül· türel egemenliğide çevre koşullarıdır. Egemen sınıf tüm gücü ile geli· şen işçi hareketini varolan sisteme entegre etmeyi hedefler. işte dil· zenin sınırları dışına çıkan eylemlerin anlamı ve geliştirici etkisi bu noktada ortaya çıkar. Karar gününe hazır tutulan güçlerin yıpranmaması için de elden gel·
46
diğince dikkatli davranmak gerekiyordu. Bu yıpranmayı engelleme nin yolu ise her türlü politik girişimden uzak kalmaktı. işte işçi sını· fının mücadelesini ekonomik düzeyle sınırlayan politikanın arka P· !andaki anlayış bu idi. Bu açıdan ele alındığında yukarıdaki anlayışa sahip olan bir akımın işçi sınôınm kendiliğinden eylemlerine neden karşı çıktığı da anlaşı· lır olmaktadır. Çünkü bu eylemler yazının deiişik yerlerindede de· ğindiğim gibi sınıfın kendi girişimini, örgütlülütünü ve bilincini geliş· tirme potansiyelini barındırmaktadırlar. Zannedildiği gibi kendili· ğindencillk teorisini savunanlar hiçte kendiliğinden eylemlerden ya· na değillerdir. Tam tersine bu tür eylemlerin hazır güçleri yıprataca· tını ileri sürerler. Böylelikle merkezci-bürokratik anlayışları doğrul· tusunda sınıfın her hareketini denetim altına almak isterler. Markı, devrimci eylemi "( . . . )gözlerimizin önünde cereyan eden tarihsel dö nüşüm sürecine bilinçli katılım " şeklinde tanımlarken özelllkle bi· linçli katılım ifadesini vurguluyordu. Çünkü ancak bilinçli katılım günlük mücadeleler ve hedefler ile asıl hedefler arasındaki ballann kopmamasını sağlamaktadır. Bu bağın kopması halinde ortaya iki türlü çarpıklık çıkmaktadır. Biri günlük mücadeleleri küçümseyen anlayıştır. Marksizmi vulgerleştiren bu anlayış genellikle sekt ideolo· jisinde şekillenir. Diğeri ise asıl hedefi, yani insanın insanı sömürüsü· nün ve toplumsal iş bölümünün bir daha geri gelmemecesine gittili sınıfsız toplum hedefini göz ardı eder. Kendini sadece günlük hedef· ler ile sınırlar, günlük hedefler bu anlayış için herşeydir. Bu anlayış da reformizm de şekillenir. Yukarıda sözünü ettiğim kendiliğindencilik teorisi bilinçli katılımı, politik girişimi veya bir başka deyişle aktif ögeyi dışlamakta, kapita lizmin çöküşünü beklemeyi önermektedir. Anlaşıldığı gibi kendiliğindencilik teorisi ile kendiliğinden eylemler arasındaki bağ hiçte zannedildiği gibi sıkı değildir. Ancak dikkat e· dilmesi gereken bir nokta daha vardır. Kendiliğinden eylemler bir direktifle ortaya çıkmadıkları gibi, ortaya çıkmamalarını dilemekle· de engellenemezler. Sosyal demokrasi bunun farkındadır. Keza ken· diliğinden eylemlerin dinamiği ile komünist örgütlenmenin balları nın kurulması sonucu gelişecek durumun taşıdığı potansiyellerinde farkındadır. Bu nedenle, özellikle işçi sınıfında gelişen kendiliğinden eylemleri denetlemeye ve komünistlerle olan bağın koparılmasına yönelik çabalanndan vazgeçmez. Komünistlerin kendiliğinden eylemleri önemsememeleri ve küçümse meleri tarihte olduğu gibi yarında son derece ciddi sonuçlara yol a çacaktır. Böylesi bir davranış sosyal demokrasinin çabalarına katkıda bulunmaktır. 47
DiPNOTLAR
1.
Bir yanlış a n la maya meydan vermemek i ç i n olaOan dönem va devrim önce . dönem den ne anladıOımı bellrteytm . Hatırla naca Ilı gibi 1 2 Eylül öncesin
S1
d e çeşltll polltlk a k ı m lar varoıanı devrimci durumvs. gibi tanımıarıa a n lat maya çalışıyorlardı. Bu tanımlar bUyUk bir öznelllk içinde kullanılıyordu . taraftarlara heyecan vermek var olan durumu abartarak kendi gUcUnUde a bart mak v s . gibi nlyetıer r o l oynamakta i d i . Devrim öncesi dönemin b i r kargaşalık ve eyıem l l l l k döneminden d e li l s l k ö
zelll kler taşıdı!iını dUşUnUyoru m . Bu en kaba ifadesi ile topıumdakl i k i ana sınıfın karşı karşıya geldl!il ve polltlk iktidar sor u n u n u n gUncelleştlOI bir
dönemdir. Sınıf adına hareket eden ikameci örgutlenmelerln, sınıfın dışın daki eylemllllOlnden doQan hareketllllk böyle ta n ı m lanamaz kanısındayım . OlaOan dönem tan ı m ı n ı ise oıaııan Ustu bir dönem oıan devrim öncesini dl Oerlnden ayrıştırmak için kullanıyoru m . 2.
Kari
Marks,
Frledrlch
Bolte'ye
mekt u p , 2 3 Kasım
1 87 1 , Marks-Engels
Toplu Eserler (Almanca ) , Cilt 33, s.332-333 3.
Lenin__, Moskova
Ayaklanmasının
Derslerl
AO u stos 1 906, Toplu Eserıerl
(Alma n ca ) , cllt 1 1 , s. 1 59 4.
Antonlo Gramscl, PratlOln Felsefesl, Saçmalar (Almanca),
5.
Rosa Luksemburg, Polltlk Yazılar 2 , 5 . 1 9 0
6.
S.372
F. Engals, Marks-Engeıs seçilmiş mekt uplar S . 4 7 0 , aktaran l r ı n ıı Fetscher, Marks ve R. Luksem burg'da proleter sınıf blllncl 5. 48
7.
Lenin, Sol Radlkallzm KomUnlzmde Bir Çocu k l u k Hasta ııaı, Toplu Eserler (Almanca), cilt 31 , S. 82-83
B.
Resmi markslzmı tarihi yaşanan politik ama taktik
gereklerlne uydurabll
mek için her seferinde yeniden yazan bir sistem i tanO'l\lamada kullanıyo rum. Bu a n layl$a göre gUnden gUne deOlşen taktik durum blrlncll öneme
sahiptir ve böylellkle gerek strateji gereksede teori bu taktlD• göre şaklllen dlrlllr. Yani Marks'ın yönteminin ters-yllZ edllmlş hall. Bu kurumlafmış sis tem Stalln döneminde Sovyetıer blrllOl'nln devlet ldeoloJlsl hallne geldl. 9.
Karı Kautsky, i ktidar Vol u , aktaran N . Geras, Rosa Luklernburg,
48
s. 32
kapitalist devlet üzerine notlar behçet toprak
GİRİŞ Her devrimin temel sorunu siyasal iktldann ele geçirilmesidir. Siyasal iktidar ise, en kristalleşmiş ifadesini devlet aygıtında bulur. Her dev rimde kuu anı yaklaştıkça mücadele devrimci güçler ile devlet güç· leri arasında odaklaşır ve önce burada sonuçlandmlır. Kapitalist devlet ve genel oluak devlet Marksizmin en önemli teorik çalışma alanlanndan birini oluşturur. Muks ve Engels kapitalist dev let ve bunun burjuva sınıfı ile ilişkilerini eserlerinde bir çok defa tar· tışmışlar ve konuya ışık tutan geniş bir yazın bırakmışlar. Daha son· ra il. Enternasyonal liderleri Kautsky, Bemstein marksizrni gözden geçirmeye başladıkluında Uk el attıklan konular devlet ve iktidar konulan olmuştur. Devlete yönelik teorik politik tutum o günden beri marksislerin arasında önemli bir ayraç, reformculuk ve devrimci· lik arasındaki sınırı çizmekte en önemli kriter olmuştur. Görünüşteki tüm karmaşıklığına rağmen marksist devlet · tezi son derece yalın ve kolay anlaşılır bir tezdir: Devlet sınıf mücadelesinin ürünüdür, bu mücadele içinden doğarken egemen sınıfın iktidar "aracı " olarak doğar. Bir toplumsal fonnasyonda devletin muhteva sını o toplumsal formasyonun egemen üretim tarzının temel çelişkisi ve bundan kaynaklanan sınıf mücadelesi belirler. Demek ki kapitalist toplumda devlet herşeyden önce işçi sınıfı ve burjuvazinin arasındaki sınıf mücadelesi tarafından' belirlenir. Fakat kapitalist devlet tarihsel koşulların etkisiyle çeş!tli biçimlerde ortaya çıkar. Bu tarihsel ko· .
49
şullar sonsuz denebilecek kadar çok olmasına rağmen, bunların ara· sında diğerlerinden daha önemli olmaları .itibarı ile şunlar öncelikle sayılabilir. Sermaye guruptan arasındaki çelişkiler ve bunların birbir· terine göre durumları; işçi sınıfı ve burjuvazinin sınıf şekillenmesinde ulaşmış olduklan ekonomik ve kurumsal gelişmişlik düzeyi; burjuva· zi ile pre-kapitalist sınıflar (eğer varsa) arasındaki çelişkinin derecesi ve niteliği; üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi bu sosyal formasyonun dünya ekonomisi içindeki yeri ve işlevi ve nihayet sosyal formasyo· nun üzerinde durduğu tarihsel zemin içinde yer alan kültürel-ahlaksal ve dini unsurlar. Burada dikkat edilmesi gereken ve daha sonra tekrar ele alacalımız nokta devleti analiz ederken onu bir "araca " indirgememek gerekti· ğidir. önceki paragraflarda işaret ettiğimiz marksist devlet tezi en genel prensipleri ifade etmesi aç ısından geçerlidir, yüksek bir soyut· lama düzeyine aittir. Bu anlamda tek başına açıklayıcı değildir. Ken· disi açıklanmaya muhtaçtır. Tekrar dönmek üzere şunu söyleyelirnki indirgemecilik ve ampiriZm gibi hatalara düşmemek için devletin ku· rumsal/örgütsel bir tarifini inşa etmeye çalışmak gerekir. Böylece devleti bir araç olarak yorumlama tehlikesinin beraberinde getirdili onu nötr bir araç olarak anlama tehlikesi devre dışı bırakılabilir. Hemekadar geçmişte Türkiye solunda devletin tipi ve biçimi üzerin· de Kurtuluş Sosyalist Dergisi 'nin de önemli çabaları ile nisbeten açık bir anlayış geliştirildlysede, siyasal kaygılar ve kısa vadeli çıkarlann teoriyi hep ikinci plana itmesininde bir sonucu olarak çeşitli siyaset· ler hu tür. kategorileri birbirine kanttırmaya, canları istediği gibi kul· !anmaya devam ettiler. Devrimci Yol'un devlet biçimi, devlet yö· netme biçimi, hükürnet biçimi gibi kavramları açık-gizli faşizm teo· risini anlatabilmek için birbirinin yerine ama hemen hemen hiçbirini açıkca tarif etmeye yanaşmadan kullana geldiği herkesin malumu dur. Sonuçta 12 Eylül askeri diktatörlüğü kurulduğunda Dev Yol teorisi ile yola çıkarsak örtülü faşizm altında açık faşizme geçmek için mücadele eden faşist hareketin bizzat ordu tarafından saf dışı bırakılarak bir darbe ile açık faşizme geçilmiş olduğu görülür. Tabii bu durumun mizah yanı bir kenara bırakılırsa teorik olarak içinden çıkılmaz bir durumun söz konusu olduğu anlaşılır. Bu kanşıklılı ge nel seçimlerden sonraki durumun aynı bağlamda açıklanması çaba.. larında da izlemek mümkün. · Bir başka garipliğide İşçinin Sesi yazınında bulmak mümkün. 1 2 Ey lül'le başlayan dönemi faşizm olarak niteledikten sonra seçimleri ta· kiben önemli bir açmaza giren bu akım hem burjuva demokrasisinin seçimlerle ve parlemento ile eş anlamlı tutan il. Enternasyonal parti· leri devlet anlayışı ile baskı ve terörün her biçimini faş izmle eş an·
50
lamlı tutan devletin ultra sol ve indirgemeci yorumu arasında sıkış mış eklektik bir teoriye sahip. Dolayısıyla bu hareketin yazınında fa şizmin gelip gitmesi parlemento ve seçimlerin olup olmamasına in· dirgenmekten kurtulamıyor. Bu bağlamda· marksist devlet teorisinin biraz olsun anlaşılabilmesin de devletin tipi (muhtevası), biçimi gibi kategorilerin doğru kulla nılmasının önemi büyük. Ne yazık ki iş bu noktada da bitmiyor, sa dece teoriye ilişkin ilk adımlar atılmış oluyor. Ama başka türlüde i· lerlemek mümkün değil. Diğer taraftan devletin tipi ve biçimine ilişkin tartışmalar soyutluk düzeyinin yüksek olmasından dolayı siyasi hareketlerin genel teorileri içinde göreli bir bağımsızlığa ulaşıp zamanla bir kör döğüşüne yol a çabiliyor. Halbuki devlet teorisinin önemi, eğer doğru bir şekilde ge liştirilebilirse, sadece son tahlilde değil günlük ve orta vadede siyasi mücadeleye ışık tutabilecek olmasında yatmaktadır. Bu yüzden önümüzdeki en önemli görev devlet teorisinde daha alt soyutlama düzeylerine çalışarak kendimize yol açmak olmalıdır. Amaç pratikte kullanılabilirliği, hayata uygulanabilirlifi olan, ana letik·teorik araçlar üretmeye çalışmak olmalıdır. Bu görev söz konu su olduğunda Türkiye Solunun ne kadar geri olduğu su götürmez bir şekilde, içinde bulunduğu durum tarafından kanıtlanmıştır; 12 Eylül 1980'de dünya başına çöktüğünden beri Türkiye Solu, kendi yaşa· mında bukadar hayati öneme sahip bir olguya genel doğru bildikle·· rini , sağ duyu sandıklarını tekrarlamaktan öte bir açıklama getire memiştir. Literatürde 1 2 Eylül ile kurulan devletin ve bugün belli ki şu veya bu yönde evrinUeşmekte olan siyasal şekillenmenin analizi üzerine genel yüzey-biçimlerini tekrarlamanın ötesinde bir yazı üreti lememiştir. Bu yazılar da burjuva gazetelerindeki haberlari alıp , ken dine göre "ustaca" düzenleyip tekrar ileri sürmek gibi ampirist bir çabanın ötesine gitmemiştir. "Neler oluyor hayatta" şark16ı ağzında, sonderece de bariz durumları hergün yeniden tekrar etmekten,"niye oluyor ve ne olacak halimiz?"Gibi soruları sormaya fırsat veya istek bulamayan bir ' ' sol ' ' hareketin sonu kendine yakıştırdığı her türlü şaşaalı yaftaya rağmen kendini tarihin çöplüğünde bulmak olacak tır. Eğer çoktan oraya ulaşmış ve eşelenmeye başlamamış ise . Bu gün, devlet egemen sınıfın iktidar aygıtıdır lafının ötesine geçip , devletin nasıl ve hangi yollarla bu işleri yerine getirebildiğini ; ege men sınıfların nasıl olupta kendi çıkarlarını devlete yansıtabildikleri-· ni; devletin nasıl ve ne ölç\ide ekonomiye müdahale ettiğini ve niye ettiğini; · sınıf mücadelesin.in görülür görülmez biçimlerinin devlet politikalannı nasıl etki 1'diğini gerçek-somut temelinde tartışmak 51
gerekir. Bu yüzden biz yazımıza kapitalist devlet üzerine notlar adını verdik. başlangıçta anlatılanlar üzerine esas olarak durmayarak (bunlan var sayarak) devlet teorisinin bazı daha az soyut sorunlan üzerine fikirler ileri sürmeye niyetliyiz. Yazının amacı dört başı mamur tezler ileri sürerek ve sonrada bunlara sıkı sıkıya sanlıp teorik sistemler kurmaya çalışmak değil. Bu yazıyla konuyla henüz tanışmaya başlamaktan çok ötelere gidemeyeceğimizin farkındayız.
YöNTEM tlZERİNE Kapitalist devleti tartış]rkefl izlenecek yöntem söz konusu oldulun da iki önemli noktaya dikkat etmek gerekir. Birincisi, bilinmelldlrki Realite kolay ulaşılabilir bir şey değildir. Görüntü Realiteyi tüm vecheleri ile bize vermekten uzaktır. Realite çeşitli tabakalardan oluşur ve her biri farklı kavramlar, varsayımlar ve teorik sınırlamalan kendi izahı için gerekli kılar. Demek ki kendimize, konumuzu yani kapita list devleti en iyi bir şekilde incelememize izin verecek soyutlama-a naliz düzeylerini seçmekle ve bunlar arasındaki hiyaraşiyi tesbitle işe başlamalıyız. Bu baılamda biz başlangıç olarak en soyuttan en so muta ilerlemek üzere şu üç düzeyi seçiyoruz. 1 . üretim Tarzı (OT) . 2. Sosyal Formasyon (SF) 3. Dünya Ekonomisi/Sistemi (DE/S) Devletin üzerindeki belirleyici etkinin araştırmasını ise SF düzeyinde yapacağız. Bunun sebebi devletin sınıf mücadelesinin bir ürünü olma sı ve sınıf mücadelesinin ise günümüzde hala, esas olarak sosyal for masyon sınırlan içersinde hapsolmuş olması ve dünya sisteminin de politik olarak zaten devletlere bölünmüş olmasıdır. Bu ballamda emperyalizmi herşeye kadir tek yönlü merkezden çevreye işleyen bir vektör olarak değil kompleks ilişkiler içinde belirlenmiş bir hiyerarşi olara,k kabul ediyoruz. Dolayısı ile analizimizin merkezinde ulusal deulet yatıyor. İkinci olarak, devleti bir sermaye ilişkisi olarak kavrıyoruz (tlT dü zeyini ele alırken buraya tekrar döneceğiz). Sermaye ise dolası itiba rı ile hareketli bir ilişkiyi temsil eder. Bu anlamda sermaye birikim sürecini, bir sınıf mücadelesi süreci olarak, gittikçe gelişen, genişle· yen, değişen ama yaşamı sırasında düz bir yol izlemeyen bir muhteva olarak kavrıyoruz. Bu şu demektir : Gelişme süreci sırasında, kendi iç çelişkilerinin bir sonucu olarak krize giren ve bu krizden , kendini a dapte edebildiği oranda çıkabilen bir hareketlilik ve gelişme süreci iz.
52
·
ler sermaye. Buradan yöntem açısından çıkanlması gereken sonuçlu şunlar olmalıdır. Analiz tüm dönemlerin ortak özelliklerini dikkate almakla kendini sınırlayamaz. özgün dönemlerin kendine has özellik· lerini de dikkate almak gerekir. Bu ballamda her analiz düzeyinin yanı sıra analizin yürütüldüğü dönem de tarif edilmeli ve sınırlan çi· zilmelidir. Şu iki özelliğe dikkat etmek gerekir: Bir, kapitalizmin çe· şitli gelişme aşamalanna denk düşen dönemleri vudır (serbest reka· betçi ve tekelci gibi). İkinci bir dönemleme ise gelişme ve kriz aşa· malanna ilişkin olarak yapılmalıdır. Analiz bu iki dönemlemeyi bir şekilde bağdaştırmak ıorundadır.
KAPİTALİST ORE11M TARZI (KOT) VE DEVLET üretim tarzı bir kategori olarak zaman zaman yanlış kullanılan yan· lış tarif edilen bir teorik araçtır. Çoğu zaman bir soyutlama oldulu , herhangi bir zaman ve mekan ballamında ele alınmaması gerektill unutulur. OT bize toplumsal üretimin çeşitli özgül biçimlerini birbi· rinden ayırma imkanı sağlar: Feodal, kapitalist, komünist gibi. Bu baillamda üretim tarzı tarif edilirken içine düşülen en sık rastlanan yanlış onun. alt yapıya indirgenmesidir. Hem Stalin'in Tarihsel Ve Diyalektik Materyalizm adlı kitabında hemde Oskar Lange, Georıe Politzer gibi epigonlarının yapıtlannda bu ekonomist-teknisist anla· yış hakimdir. Şuaşağıdaki şemayı hepimiz nerede ise ezbere biliriz. O R ETICt Gtl'ÇLER I
/
-
ORETIM tLIŞKİLERl-tiST YAPI I URETIM TARZI
/
-------
SOSYAL FORMASYON
Bu anlayışın temel sakathklan şöyle özetlenebilir: a·) üretim Tarzı üretim birimine (burada kapitalist işletmeye) indirgenir ve toplum bu birimlerin mekanik toplamı olarak kavranır. b·) üretim Tarzı sadece üretim süreci olarak ele alınır, halbuki üretim yeniden üretim ile beraber mümkündür. Bu sonuncusu ise bir toplumsal yeniden üretim ilişkilerini zorunlu kılar. Yeniden üretim söz konusu oldufunda ise işin içine ideoloji ve politik&' girer. Bunlar olmadan doğrudan lireti· cinin artı ürününe sürekli el koyarak onu çalıştırmaya devam etmek
53
mümkün değildir. Kısaca üretim Tarzını toplumsal üretim ve yeniden üretim ili şkilerinin bütünü olarak kavramak gerekir . Tek tek üretim birimleri zaten ancak bu toplumsal yeniden üretim ilişkileri çerçeve sinde varlıklarını sürdürebilirler. Bu tesbit ise kapitalist devletin OT düzeyinde soyut politik biçim olarak analizinin meşru zeminini verir . Herşeyden önce kapitalist devlet kapitalist üretim ilişkilerinin yeni den üretimi i çin zorunlu politik biçim olarak kavranmalıdır. Kapitalizm bir meta üretimi dir, ama meta üretiminin çok özgün bir biçimini temsil eder : Kapi talizmde iş gücü meta olur. Demek ki doğrudan üretici i şgücünü pazarda satar. Bu duruma düş müş olmasının nedeni bu iş gücünün kullanım değerinden istifade e debilecek yani üretim yapacak üretim araçlarından mahrumı olması dır. Kapitalizmde doğrudan üretici mülksüzleştirilmiştir. Kapitalist, yani sermaye sahibi işgücünü satın alır, mülkiyetinde bulunan üretim araçları ile birleştirip harekete geçirir, ve üretim yaptırır. Sermayeda rın amacı başlangıçta işgücü ve üretim ara çlarının karşılıjı olarak pa zara sünnüş olduğu sermayeden, diğer bir deyişle birikmiş delerden , daha yüksek bir değer elde etmektir. Yani kısacası artı değer elde etmektir. Bilindiği gibi bununda bir tek kaynağı vardır oda iş gücü . Bu mal tüketi ldiğinde uygun koşullar gerçekleşirse kendi dejerinden daha yüksek değer yaratabilen yegane maldır. Kapitalizmin kendi sinden önceki üretim tarzlarından bir diğer önemli farkı da üretim a ra çlarının niteliğidir. önceki üretim tarzlarından farklı olarak kapita lizm esas plarak kırsal değil şehirsel bir olgudur. İkincisi üretimin hız la sosyalleşmesini beraberinde getirir . llk önceleri manifaktür ama .daha sorıra ve esas olarak kapitalizmin temel üretim aracı fabrikadır. Kapitalizmin liberal yorumu bize şunu anlatır: işçi ve kapitalist pa zarda iki eşit insan mal sahibi olarak karşı karşıya gelirler ve malları nı değiştirirler. Pazar ilişkisi ise görünüşte eşitlik ve özgürlük demek tir. Buradan hareketle sömürü gizlenmiş olur halbuki işçi ve kapita list arasındaki değişim ili şkisi eşi tler arasındaki bir ilişki dejildir. Ka pitalist üretim araçlanna sahip taraf olarak ortaya çıkar ve bu değiş meden zenginleşmeyi amaçlar. Söz konusu deği şim olmadığında ise uygun koşullan bekliyebilir. İşçi ise değişimden en iyi koşullarda i şgücünün yeniden üretimini bekler. Zenginleşmek gibi bir şansı ve beklentisi yoktur. Ve bu söz konusu değişimi erteleyemez, aksi hal de açlık ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Pazarda bu eşitsiz lik sözkonusu iken üretim sürecinde askeri disiplin, iş bölümü ve hiya raşi egemendir. Bu koşullar altında işçiyi sürekli i şgücünü satmaya zorlamak onun Ü·
54
retim araçlannı ele geçirmesini veya üretimi aksatmasını engellemek için 1·) işçi içinde yaşadığı koşullan doğal ve değişmez kabul et· melidir ve sömürüldüğünü farketmemelidir; 2·) Bu dunım aksadılı taktirde burjuva sınıfı zor kullanarak yeniden üretimi garanti altına a labilmelidir. Bunlardan birincisi ideolojik egemenliğe ikincisi ise poli· tik egemenliğe denk düşer. Ama bu ikisi arasında bir kopukluk yok· tur. ideolojik ve politik egemenlik birbirini besler ve güçlendirir. Bu· radan hareketle kapitalist devletin birinci özelliğini kavrayabiliriz: Sermaye ve emeğin karşılaştığı sosyal koşullann yeniden üretiminin aksamasını engellemek. Kapitalizmin meta üretimi olduiuna işaret ettik. Buradan kapita· lizmin tek bir sermaye olarak delil birbiriyle ilişki ve çelişki halinde bulunan bir çok sennayeler şeklinde var olacağı anlaşılır. Marks'ında işaret ettiği gibi bir yerde üretilen .ufr deler değişime girmek ve de· ğerlenmek üzere bir başka yerde üretilen bir artı değerin varlılını zo· nınlu kılar. KOT da artı değerin gerçekleşmesi, malın paraya çevrilip artı değerin ayrıştırılması esas Olarak kapitalistler arasındaki delişim temelinde gerçekleşir. Demek ki her kapitalist kendi sermayesinin• dolaşım alanını genişletmek ve başka yerlerde üretilen delerlerle kar· şılaşabilmek için kendisi ile aynı malı üreten diğer kapitalistlerle bir rekabet içinde olacaktır. Kapitalistlerin birbirleriyle rekabet halinde olmaları, aynı malı üreten kapitalistlerin birbirlerinin pazarlarına ulaşmalan birbirlerini pazar· lardan dışan itmeye çalışmak zorunlu iken tümünün hep birden ser· maye birikimine devam edebilmeleri için tümünün beraber ürettikleri artı değerin üretiminin artması gerekmektedir. Bu çelişkili dunım sermaye sınıfının bir bütün olarak, kendini bir sınıf olarak topluma dayatmasının önünde engel teşkil eder. Bu engel devletin dolayımı ile ıonactan kaldırılır. Demekki devletin ikinci işlevi sermaye sınıfın bü· tünlüğünün korunmasını sağlamaktır. Bunu ise tek tek kapitalistlerin özel çıkarlannm sermaye birikiminin genel çıkarlarının önüne onu aksatacak bir şekilde geçmesini engelllyerek yapar. Bu işlev ise diğer taraftan devlete ideolojik bir pelerin kazandırır ve sınıflar üstü bir gö· rüntü verir. Burjuva sınıfının bir diğer özelliğide kafa ve kol emelinin ayrışmasının bu tarihsel aşamasında feodal toprak sahibinden farklı olarak üretimin başında bulunması yönetimini ve düzenlenmesini üst· lenmiş olmasıdır. Rekabet halindeki kapitalistlerin, demekki esas o larak (yani çok özel koşullann dışında) devlet yönetimine özel bir vakit ayırmalan genel bir kural olarak söz konusu değildir. Bu bal· lamda devletin yönetiminden sorumlu bir sınıf veya bir insanlar top· tuluğu kaçınılmaz olarak s� konusudur. Fakat bu alan üretim tarzı ve sosyal formasyon soyutlama düzeylerinin birbirine karışmasının önlenmesi için sosyal fonnasyon bağlamında tartışılmalıdır. Konuya
tekrar döneceğiz. üretim tarzı bağlamında tartışmaya devam eder ken şu üç unsur arasındaki ilişkiyi açıklığa kawşturmanuz gereki yor. Sınü mücadelesi-ekonomik yapı· devlet aygıtı arasındaki ilişki yi ltoğru ele alamazsak devlet konusunda araççı, indirgemeci ve am prist sapmalardan birine düşmemiz işten bile değildir. Bunlan ele almadan önce üzerinde bir kaç söz söylenmesi gereken bir başka konu daha var. Buraya kadar kapitalist üretim tarzını hareket siz durumunda ele aldık . Halbuki yönteme ilişkin bölümdede işaret ettiğimiz gibi kapitalist devleti kapitalist üretim tarzının genel hare· ketliliği içinde ele almak gerekir. Marks, bir çok yerde dikkatleri sermaye birikim sürecinin dinamik Ö· zelliklerine çeker. Onu hareketli bir muhteva olarak anlamak gerek· tiğini belirtir. Buradan hareketle iki nokta üzerinde durabiliriz. Bi· rincisi, sermaye birikim süreci, sermaye ilişkisinin gelişme yaygın· laşma sürecidir. İkincisi ise sermaye ilişkisinin bu gelişme ve yaygın· lqması düz bir çizgi olarak değil sermayenin süreklibir kendini çev· resine uydurma süreci olarak gerçekleşir. Çünkü sermaye birikim SÜ· reci bir sınü mücadelesi sürecidir. Hatta bu esas olarak böyledir. Bu ttirincisi üzerinde daha fazla durmayacağım çünkü bu yönde daha fazla ilerleyebilmek için Sermaye Birikim Tarzı; Kapitalist Düzenle· me Sistemleri ; Sermaye Birikim Rejimi gibi kavramların yanı sıra serbest rekabetçi kapitalizm ve tekelci kapitalizm gibi konularıda tartışmak gerekmektedir. Bunlardan bir kısmına kaçınılmaz olarak dünya ekonomisi/sistemi analiz düzeyinde delineceğiz . Ama dilerle· ri esas ollrak bir başka yazının konusu . Bunda esas olarak sınıf mücadelesi süreci ve sermayenin kendini çev· resine uydurma �inin özelliklerine değinmek istiyorum çünkü bu süreç boyunca devlet önemli bir fonksiyon üstlenir. Kapitalizm meta üretimi tarihsel zemini üzerinde gelişti. Meta-Para· Meta ilişkisi olarak tarif edebileceğimiz bu zemin üretimin ve yeni· den üretimin kesintiye uğramasının yani bir krizin ön koşullannı po· tanslyel olarak içinde taşır. Bu alım satım ilişkisinin kesintiye utra· ması veya bir başka değişle bu alım satım zincirinin kopması ile or· taya cıkacaktır. MHyonlarca bağımsız üreticinin birbirinden balıın· sız üretim yaptığı bir pazarda bu tehlikenin heızaınan var olacatı kolayca görülebilir. üstelik herkesin istediği malı elde edebilmek için kendi malını alacak uygun bir alıcı ve satıcı bulmasıda son dece· de zordur. Alıcılar ve satıcılar arasındaki ilişkiler özel bir genel eş· değer PARA ile birbirine bağlanır . Bu ise bir başka kriz yaratma potansiyelini bağrında taşır. Kriz potansiyel olarak para'nm kendi . 66
iç çelikilerinde hem değer taşıyıcı hemde ödeme aracı olma özellik· terinde vardır. Parayı gerekil kılan, ödeme ve satın alma arasındaki zamanda ve mekanda aynhş kriz potatısiyallerini bağnnda taşır. Bütün üreticiler ve satıcılar bir borçlu· alacaklı zinciri ile birbirine bağlanmışt ır. Bu zincirin bir halkası koparsa tüm diğer halkalar da kopma tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Böyle bir dunımda ise M-P·M ilişkisi de kesintiye u frayacak ve meta üretimi bir yeniden üretim ya· şayamıyacaktır. Bu noktaya kadar, dikkat edilirse, kapitalizmeden değil sadece meta üretiminden bahsettik ve krizin alım ve satımın ayrılması/kopması ; satın alma ve ödemenin kopması· dolayısıyla eksik tükatir.ı veya fazla üretim biçiminde ortaya çıkacağına işaret ettik. Bu noktada Marx'ın bir uyansını hatırlayalım. O da şu : Bu kriz ihtimali mata ilişkisinde potansiyel olarak vardır fakat ne eksik tüketim ne de faz. la üretim kapitalist krizi açıklamaz. Bunlar krizin biçimlerinden baş ka bir şey değildir. Bu biçimlerin kapitalizmde nasıl gerçekleştiğini açıklamak gerekir. Bu ise kapitalizmin bir üretim Tarzı Olarak kendi ayırıcı özelliklerine atıfla yapılabilir ve yapılmalıdır da. Amacımız konuyu daha fazla uzatmadan Devlet'e geri dönmek. Dolayısıyla ka· pitallzmin genel özelliklerinin neler olduğuna çok kısaca değinelim. önceki bölümde KOT'nın bir tarifini vermiştik, dolayısıyla bunun z üzerinde değilde emek sermaye çelişkisinin bazı özellikleri üzerjn. de duralım. Emekle sermaye arasındaki çelişki kendini bir sınıf mücadelesi ilişkisi olarak gösterir. Bu ilişkinin gerçekleştiği yer üretim süreci dir. Bu arada işçi daha az sömürülmek, kapitalist ise daha çok artı değer ürettirmek için çabalar. Böylece sınıf mücadelesinin ilk alanı belirlenmiş olur: iş !Kireci. Bu mücadeleyi değer teorisi bağlamında ifade edersek, kar oranları düşme yasası ve bunun karşıt eğilimleri yasasına değinmiş oluruz.J lKar oranı sermayenin belli bir miktannın belli bir zaman dilimi içinde artı-değer elde etme kapasitesi olarak tarif edilebilir . c'yi sabitsermaye,v'yi değişken sermaye ve S'yi de artı�eğer olarak kabul edersek kar oranının formülü şöyle ifade edilebilir: S/c+v. Bir taraftan iş sürecindeki çelişki, diğer taraftan sermayeler arası çeliki(rekabet) yüzünden, dolayısıyla sınıf mücadelesinin bir sonucu olarak kapitalist üretkenliği arttırabilmek ve işçilerin direnişini en aza indirebilmek için makinalaşmayı teşvik eder .Daha fazla makina ve daha az işçi kullanarak artı değeri arttırma çabası sonucu serma· yenin organik bileşimi (c/v) artar. Org�ik bileşim artınca ise kar oranı eğer sömürü oranın da bu düşüşcten daha hızlı bir artış olmu yorsa, düşecektir. Bunu� matamatiksel ifedesini, kar oranı formülünu . 57
organik bileşimide irade edecek şekilde yazarsak 1örebiliriz (S/V)/(C/V p üstelik bu düşme eltliminln daha yüksek organik bileş!ın düzeylerinde güçleneceğine de işaret etmek gerekir. Bu kar oranlan yasası üzerinde daha fazla durmayacağız . Kriz üzeritıeı yaza cağımız bir başka yazıda bu konuya tekrar döneceğiz . . işte devletin bir diğer işlevinide bunda buluyoruz. Sermaye birikimi süreci boyunca devletin görevi kar oranları düşme efilinti ile bunun karşıtı eiilimleri arasındaki ilişkiyi düzenlemek· ve karşıt elilimlerin işlemesi önündeki engelleri kaldırmaya çalışmak.Burada dikkat e dilmesi gereken bir diğer noktada kar oranı düşme eğilimi ile bunun karşıt eğilimlerinin diyalektik bir bütünlük oluşturduğudur. Bazı marksistlerin düşündüğü gibi eğilimler ve karşıt eğilimler birbirinden ayrı değildir. Böylece bu marksistlerin iddia ettikleri gibi devletin gö revi kar oranı düşme eğiliminin karşıt eğilimlerini harekete geçirmek değildir. Kapitalist devlet bu ç elişkili-birliğin yarattıtı zemin üze rinde işlev kazanır. Şimdi sınıf mücadelesi, ekonomik yapı ve devlet ilişkisine dönelim. Sınıf mücadelesi , belli bir nesnel yapılanmaya ideolojik şekUlenmeye ve politik gelişmişlije sahip sınıflar arasında sürer. Sınıf mücadelesi ekonomik düzeyde artı değerin bizzat üretildiği üretim sürecinde ve iş gücünün satıldığı pazarda sürer ideolojik düzeyde egemen sınıfın fikirlerini üreticilerin gürılük yaşam faliyetleri ile bunları açıklamada çelişkiye düştüğü ve eleştiriye tabi tutulduğu her yerde ve anda SÜ· rer
Sınıf mücadelesi , belli bir nesnel ve ideolojik şekillenmeye ve politik gelişmişliğe sahip sınıflar arasında sürer. Diğer bir deyişle sınıf mü cadelesi ekonomik , politik ve ideolojik olmak üzere üç delişik bo· yuta sahiptir. Kapitalist devlet ise sınıf mücadelesinin bu üç boyutu na birden sadece burjuva sınıfı çıkarına müdahele etmekle kalmaz, zaman zaman kendiside sınıflar mücadelesinin doğrudan bir alanı ha· tine gelir. Burada hatırlatmak gerekir ki devi.et burjuva sınıfının frak· siyonlan arasındaki mücadelenin, her zaman için, dolaysız bir alanı· dır. Devlet sermaye birikiminin genel koşullarını sağlamak ve korumak i çin ekonomik ve politik tedbirler alırsada bu tedbirlerin hayata ne kadar geçebileceğini toplumun içinde sürmekte olan sınıf mücadelesi belirler. Kısacası devlet, ekonomi, sınıf mücadelesi üçgeni içinde dev letin fonksiyonu sınıf mücadelesi dolayımından geçerek gerçekleşe· bilir. Buna karşılık devlet politikalannın sınıf mücadelesi üzerinde bir etkisi söz konusudur. Sınıf mücadelesi devlet politikalannın etkisiyle
58
şu veya bu yana yönelebilir ve farklı sonuçlar doturabilir. Devletin kurumsal yapılil (ve öı.gülformu) sınıf mücadelesinin ulaşabilecefl sı nırlan çizer. Ama devletin biçiminin bu sınırlayıcı etkisi sınıf müca delesinin düzeyine ve mücadele eden sınıflann sınıf-şekillenmelerinin özelliklerine bağlı olarak anlaşılmalıdır. Çünkü sınıf mücadelesinin etkisi ile yani sınıf mücadelesinin düzeyinde ki bir yükselme ve mü cadele eden sınıflann sınıf-şekillenme özelliklerindeki deAişmelerin etkisiyle devletin biçimide değişibilir. Ekonomik temel ise hem sınıf mücadelesinde karşı karşıya gelen sı nıflann varlıklannın maddi temelidir, hemde bu mücadelenin belli bir anda ulaşabileceği sınD'lan çizer. Ancak sınıf mücadelesinin de uzun vadede ekonomik temel üzerindeki değiştirici etkisini kabul etmek gerekir. Burada hatırlatmakta yarar olan bir diğer noktada sınıf mü cadelesinin etkisiyle ekonomik temel değişikliğe uğrarken aynı süreç içinde mücadele eden sınıflann da bu mücadelenin etkisiyle kendi nesnel durumlannıda değişikliğe uğratabilecekleridir. Devlet ise üze rinde yükseldiği ekonomik temelin temel ilişkilerinin yeniden üreti mi doğrultusunda işlev sürdürür. Devletin faliyetinin değiştirici etki leri bu ekonomik yapı tarafından sınırlandınlır. Buraya kadar bütün söylediklerimizi toparlarsak devletin ekonomik yapı üzerindeki etkisi (üretici veya yıkıcı ) sınıf mücadelesi dolayımından geçer. Diğer bir deyişle devletin ekonomik temel üzerindeki etkileri sınıf mücadelesi tarafından sınırlanır. ·
özetle, kapitalist devlet emek ve sermayenin, işçi ve sermayedarın karşı karşıya geldiği sosyal kosuUarın yeniden üretimi doaıuıtusun da bir faliyet sürdürürken bu faaliyet sırasında kural olarak kollektif kapitalist olarak davranır. Devletin organik faaliyeti için gerekli enerji personel ve mekanizmasının yeniden üretimi, ekonomik yapı teme linde sağlanır. Böylece denebilir ki devletle sermaye arasında simbi yotik bir ilişki vardır. Tüm bu özellikleri bir arada değerlendirdili mizde kapitalist . devletin yapısının, bürokratik, ty yeraşik, gibi özel liklerinin sermayelerin hiyeraşik dizilişi arka pl8nı ö nünde şekillen· miş ve sadece sermaye ilişkisine uygun özellikler olduğu anlaşılacak tır.
KAPİTALİST SOSYAL FORMASYON VE DEVLET Sosyal formasyon, üretim tarzına göre daha alt (daha somut) bir ana liz düzeyine tekabül eder. Zaman ve mekan boyutu ve çeşitli üretim tarzlannın birbiri ile ilişkisi (hem çelişerek, hemde birbirlerinin ye niden üretimine şu ya da bu .biçimde tabi olarak bir arada bulunması -yani eklemlenmesi) bu analiz düzeyinin konusudur. . �·
59
Konumuz açısından ise bu düzey kapitalist üretim tarzının diler üre· tim tarzları ile beraber bir eklemlenme içinde bulunması bajlanunda kapitalist devletin analizi anlamına gelmektedlr. Bu ise bir diler açı· dan Rapitalist üretim tarzının politik düzeyinin diğer üretim tarzlan· nın politik düzeyleri ile ilişkisinin göz önüne alınması demektir. Kapitalist üretim tarzı diğer üretim tarzlan ile üst düzeyde eklemle· nir: Ekonomik, politik, ideolojik. örneğin kapitalist üretim tarzının pre·kapitalist üretim taızlan ile eklemlenmesi kapitalizmin pre·kapi· talist üretim tarzı üzerinde giderek bu üç düzeyin hepsinde egemenli· ğini kurmasına yol açar. Fakat eklemlenmenin önce hangi düzeyde başlayacağı egemenliğin önce hangi düzeyde kurulacağı heın kapita· lizmin kendi iç çelişkilerine hemde eklemlendiği üretim tarzının Ö· zelliklerine bağlı olduğundan ancak somut ve özel koşullara ballı O · !arak tartışılabilir. Bizim incelediğimiz konu açısından önemli olan kapitalist üretim tarzının politik düzeyinin diğer üretim tarzlannın politik düzeyleri ile nasıl bir ilişki içine girdiği ve devletin -sözkonusu sosyal fonnasyon devletinin nasıl şekillendiğidir? Sorunu böyle koyunca, öne çıkan, farklı üretim tarzlarının sınıflan· nm karşılaşması iHşki kurması, ittifak içine girmesi , mücadele olmaktadır. Burada konu ister istemez burjuva devrimlerine ve kapi· talist devletin doğuş sürecine kadar genişlemektedir. Fakat biz yerimizin darlığı hemde bu konunun genişliği açısından kendimizi sınırhyacağız ve burjuva devrimleri ve kapitalist devletin doğuş süreci gibi konulara girmeyeceğiz. Kapitalist devlet açısından, üretim tarzı düzeyinde tartışırken ele al· dığımız işlevlerinin hayata geçebilmesi, burjuva sınıfının diğer üretim tarzlannın sınıflan ile olan ilişkisinde egemenliğini sağlayıp salla· maması ile yakından ilişkilidir. Hatta bu ilişki bir sosyal formasyo· nun içinde devletin karekterinin tarif edilmesinde anahtar rol oynar. Eğer devlet kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretim koşulları düzenliyor hatta yaratıyor ise, burjuva sınıfının çıkarlannı diler mülk sahibi sınıflann çıkarlanna karşı öncelikle dayatıyorsa bu dev letin kapitalist bir devlet olarak tarif edilmesi gerekir. Burada burjuva sınıfının egemenliğinin, diğer bir deyişle bir ittifaklar dizisi içinde ise bu ittifakın yönünü belirlemeyi, sağlamasının koşul· !arına kısaca değinmek gerekir. Bu sonınuı:ı tartışılması için maddi zemini sermayenin genişlemesi, sermaye ilişkisinin yaygınlaşması ve kapitalist üretim tarzının bu te·
60
melde başka üretim tarzlan ile eklemlenmesi ilişkileri verir.
HEGEMONYA -iTTiFA K VE DESTEK SINIFLARI Bir sosyal formasyonda farklı üretim tarzlannın var olacatını söyle· dik. Bu farklı üretim tarzlannın ise bir eklemlenme içinde var olduk· lanna işaret ettik. Konumuz açısından bu eklemlenme kavramı üze. rinde biraz durmak gerekir. Eklemlenme çelişkili bir şekilde bir ara da var olma durumunu anlatmak için kullanılır. örneğin kapitalizm feodal üretim tarzı ile eklemlendiğinde para ve mal sermaye devreleri dolaşım ilişkileri düzeyinde, bu feodal üretim tarzında üretilen artı Ü· rünü sermayenin dolaşım alanına bağlayarak sermayenin genel deler· lenme sürecinin bir destekleyicisi haline getirir. Böylece kapitalist Ü· retim tarzı kendini yeniden üretme koşullarını geliştinniş olur. Böy· lece burjuva sınıfının iktidarının maddi temeli gelişirken feodal sınıf ise kapitalist üretim tarzından gelen para ve mallan kendi egemenli· ğini sürdürmekte kullanır. Diğer taraftan para ve mal dolaşımının yaygınlaşması feodal ekonominin giderek dağılmasına yol açar. Bu zemin üzerinde hem kapitalist üretim tarzının egemen sınıfı ile feodal üretim tarzının egemen sınıfı arasında artı ürünün bölüşülmesine iliş· kin çelişki keskinleşirken hem de feodallerin serfler ve yarı-serfler üzerindeki baskısı da ağırlaşmaya ve dolayısıyla sınıf mücadelesi de keskinleşmeye başlar. Bu koşullar altında belli bir andaki sorun kapitalist açısından artı Ü· rüne el koyabilmesi için feodal üretim tarzının yeniden üretiminin devam etmesi yani korunması; süreçteki sorun ise bu üretim tarzının sermayenin serbest dolaşımının önüne koyduiu engellerin kaldml· ması yani tasfiye edilmesidir. Sonuç olarak böylece, feodallerie kapl· talistler arasındaki çelişkiye ve ilişkiye işaret etmiş oluyoruz. Bu ilişkiyi bir başka düzeyde iktidar bloku içindede yakalamak mümkün. Burjuva sınıfı veya onun bir fraksiyonu kendi çıkarlannı diğer egemen sınıfiann çıkarlan ile özdeş çıkarlar olarak sunabildili oranda bu sınıflarla kurduiu ittifakın içinde liderliği ele geçirebilir. Diğer bir deyişle egemenliğini kurar. Burada,Poulantzas'ın düştülü hataya düşüp bu egemenliği sağlama sürecini salt politik ve ideolojik bir süreç olarak saptamamak gerekir. önceki paragraflarda burjuva· zinin egemenliği için ekonomik temelde yani ekonoı,nik eklemlenme düzeyinde uygun koşullar var olmalıdır. Bu maddi koşulların heniiz olgunlaşmadığı koşullarda kurulan ittifaklar ve politik ilişkilerde son derece istikrarsızdır. Böylesi koşullarda burjuva devletinin çok özgün esas olarak geçici biçimlerinin ortaya çıkabildiğine laf arasında de· ğinmette · fayda var. örneğin yukarda işaret ettiğimiz maddi koşul·
61
lann henüz olgunlaşmamış olduğu bir aşamada feodallerin görece a ğırlığı söz konusu ise bir monarşi, burjuvazinin görece ağırlıfı söz konusu ise bir bonapartist devlet bu zeminde hayat bulabilir. Kapitalist devlet sözkonusu olduğunda bizim ilgilendiğimiz esas ola rak burjuva sınıfının işçi sınıfı üzerindeki hegemonyasıdır. Yani bur juva sınıfının kendi çıkarlarını tüm toplumun, ulusun çıkarlan olarak sunmasına karşılık, maddi koşullan aç ısından burjuva sınıfı ile uz laşmaz çelişkilere sahip bir sınıfın, işçi sınıfının, bu durumu kabul etmesi halidir. Bu sorunu ele alırken Gramsci esas olarak iki kavram kullanır : Kabul görme ue şiddet uygulama. Burjuvazi işçi sınıfından ve diğer sınıflardan bir lider ve yönetici olarak kabul görür. Yani işçi sınıfı kendi içinde bulunduğu koşullan doğal, değişmez, tek rnüm· kün koşullar olarak görür. Burjuva sınıfı açısından sömürülmekte ol· duğunu kavrayamaz, bu sınıfla devlet arasındaki ilişkiyi devletlede kendi sorunları arasındaki ilişkiyi kavrayamaz. Burada okuyucuya şöyle bir açıklama yapmak gerekiyor: "işçi sınıfı ..... Kavrayamaz" dediğimizde sınıfı bir özne olarak mütala etmiyor esas olarak sınıfı o luşturan bireyleri göz önünde bulunduruyoruz. Konumuza dönersek bu kabul görme ilişkisinde açıktırki ideolojik bir boyut vardır. Lucas ın tabiri ile işçi sınıfı açısından bir 'Yanlış-bilinç ' söz konusudur. Bu koşullarda 'banşcıl' denebilecek nisbeten istikrarlı bir burjuva iktida· rı söz konusudur. Parlemento ve genel seçimlerin yanı sıra sendikalar işçi sınıfının günlük çıkarlannı savu nur, çeşitli işçi partileri bu çıkar· lan parlementoda temsil ederler. Böyle bir durumda burjuva sınıfının iktidarına açık bir saldırı söz konusu değildir. Kabul gönnenin aksa· ması halinde ise burjuva sınıfı ordu, polis, mahkemeler vb . yolu ile şiddete başvurur. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta kabul ve şiddeti birbirinden kopuk olarak düşürimemek gerektieidir. Bunların arasındaki ilişki Gramsci'de açık değildir. Gramsci'nin zaman zaman bu ikisinin yer değiştirerek veya sırası ile hayata geçerek burjuva he· gomonyasını sağladıkları şeklinde bir anlayışa sahip olduğunu söy lemek yanlış olmayacaktır. Halbuki en banşcıl ve istikrarlı dönem lerde bile parlementonun kuvvetler ayrılığını vb, arkasında asker ve polisin yattığını düşünürsek ve en baskıcı devlet biçimlerinde bile şiddetin ideolojik bir kılıfa sarılmaya çalışıldığı göz önüne alınırsa hem kabul görme hemde şiddet in belli bir diyalektik ilişki içinde bir arada bulunduğu anlaşılabilir. Burjuvazinin proletarya ile olan çelişkisinin uzlaşmaz bir çelişki ol· duğuna işaret ettikten sonra hemen hatırlanması gereken bir noktada şudur. Proletarya bir sınıf olarak şekillenmeye başladığı andan itiba ren burjuvazi ile mücadeleye tutuşur. Bu bağlamda burjuva sınıfının tüm diğer mülk sahibi sınıflara kendi liderliğini kabul ettirebilmesi· nin arkasındaki en önemli etken, özellikle politik düzeyde, özel mül-
62
kiyetin savunulmasıdır. Bu boyut proletarya ile burjuvazi arasındaki ilişkide eksiktir. Bu anlamda kapitalist sömürü ilişkisi temelinde, me· ta fetişizmi burjuvazinin proletarya üzerindeki egemenlilinin ideolo· jik boyutunu yegane temeli olarak gözükür. Fakat açıktır ki ekono· mlk mücadelenin keskinleşmesi bu temeli fena halde sarsar. Meta fe· tişizminin yanı sıra burjuva sınıfı son derece güçlü ve yönetmeye en uygun sınıf olarak kendini sunmalı ve proletaryayı her zaman malu biyete uğratabileceği intibamı uyandırabilmelidir. Burada burjuvazi ile küçük-burjuvazi arasındaki ilişki önem kazanır. Tekelci dönem öncesinde, henüz burjuva sınıfı tekelci ve tekel dışı olmak üzere bö· lünmemiş iken tüm diğer sınıf ve tabakalar arasında en yaygın bir sı· nıf olarak yer alıyordu. Burjuvazinin bu koşullarda proletarya üze· rinde egemenliğini sağlaması, daha sonra tekelci ve tekel dışı olarak bölünüp tekelcilerin burjuvazinin bir azınlığını oluşturduğu dönem dekine nazaran daha kolaydı. Tekelcilerin burjuvazinin içindede bir azınlığı oluşturduğu çağımızda özel olarak tekelci burjuvazinin genel olarakta tüm kapitalist sınıfın proletarya üzerinde egemenlik koşulla rını oluşturması açısından burjuvazi ile küçük-burjuvazi arasındaki i lişki büyük önem kazanır. "Ekonomik olarak güçlü büyük burjuvazi ulusun son derece ufak bir azınlığını teşkil eder. Egemenliğini güç lendirmek için küçük-burjuvazi ile arasında belll bir karşılıklı ilişkiyi garanti altına almalıdır. Büyük burjuvazi bu ilişki dolayımı ile prole· tarya üzerindeki egemenliğini güvence altına alır."(Troçki: Tek Yol, 1932) Bu tesbitten hareketle burjuva sınıfının ittifakları, iktidar bloku 'nun destekçlleri kavramına geçebiliriz. önceki sayfalarda kapitalist ve pre-kapitalist egemen smıfların nasıl bir iktidar bloku oluştturdukla· nna değindik. Bu iktidar blok'u ittifak olgusunu da bünyesinde taşı malda birlikte daha süreli ve kalıcı ilişkiler ifade eder ve devlet hiçi· minin oluşması ile ilişkilidir. İttifak ise herzaman bir iktidar bloku oluşmasına yol açmaz. Burjuva sınıfı ittifak halinde olduğu her taba· ka ile bir iktidar bloku oluşturamaz. Yukarıda blok 'un oluşmasının maddi koşullarına de�inmiştik. Bu maddi koşullar her ittifak için var olmayabilir. örneğin burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf mü cadelesinin keskinleşmesi. halinde ara tabakalar-mülk sahibi sınıflar. bu mücadelede burjuvazinin yanında yer almaya başlarlar. Bunun tek temeli proletaryanın pratik-ideolojik baskısıdır. Bu ittifak esas olarak politik bir olgudur ve taraflardan birinin her hangi bir tav vermesini gerekli kılmayabilir.
�
İttifaka ek olarak iktidar blokunun destek sınıflarınden bahsedilebl· lir. Yeniden üretim koşulları kapitalizme tabii olan fakat ekonomik· politik güçleri iktidar bloku' içinde yer almalarına imkan tanımayanı sınıflar-örneğin tekel dışı burjuvazi, şehir küçük burjuvazisi vb. ikti· ,.
63
dar blokunu desteklerler. Burjuva sınıfının ( diyelimki tekelci burju· vazinin) yeniden üretim koşullan -özellikle ekonomik kriz dönemle· rinde· tekel dışı veya küçük burjuvazinin yeniden üretim koşulla· nyla; bunlan çözülmeye itecek şekilde çelişmeye başlayınca bu sı· nıflar iktidar·blokun'dan desteklerini çekip, bağımsız tavır almaya başlayabilirler. Bu bağımsız tavır giderek politik ifadeler kazanma· ya başlarsa yukarda Troçki 'den aktardığımız lliski bozulmaya başlar ve neticede proletarya iletekelci burjuvazi ve genel olarakta proleter· ya ile burjuvazi arasındaki egemenlik ilişkisinin sarsmaya başlar-za yıflatır.
DEVLET SINIFLARI Burjuva sınıfının egemenlik koşullarının tartışılmasını devlet meka nizması ve bunun sınır kompozisyonunu ele almadan bitirmemek ıerekir. Burjuvazi sınıf şekillenmesine politik ve ekonomik olarak bölünmüş coğrafi alanlar üzerinde başlar. Bulunduğu coğrafi alanı (devlet zaten feodal devlet olarak çoktan vardır) üzerinde kendi sınıf kontrolunu kurmak ve diğer coğrafi olarak farklı alanlarda sınıf şekillenmesini yaşayan burjuva sıiııflanna karşı korumak için devlete ihtiyacı oldu· ğuna değinmiştik (ilerki bölümde buna tekrar döneceğiz). Böylece kendi sınıf çıkarlannı bu coğrafi alan içindeki insanlara (sınıf ve ta bakalara) genel/ulusal çıkarlar olarak sunacağından da bahsettik. Bu· rada üzerinde durmak istediğim şey var olan devlete karşı tavrı ve ilişkileri 1:1lacak. Bu arada burjuva sınıfının doğrudan devlet aygıtı ol· maya, maddi konumu itibari ile uy�n ı bir sınır olnıadıtını da ha· tırlatalım. Böyle bir ortamda burjuva sınıfı feodal devlete karşı hal kın egemenliği ve genel temsil talebi ile ortaya çıkar. Amacı devlet mekanizması içinde kendi sınır çıkarlarının temsil edilmesi ve savu nulmasıdır. Bunun en mükemmel bir şekilde gerçekleşebilmesi için devlet hiyerarşisinin toprak mülkiyeti ve kan bağı gibi ilişkiler te melinde değil sermaye ilişkisinin, sermaye dolaşımının kurallarına göre örgütlenmesi gerekir: Kan bağı ve toprak mülkiyeti esası yerine burjuvazi yeteneklerine bilgisine göre seçilen bir devlet personeli profesyonel politikacı ve bürokrat isteminde bulunur. Doğaldırki bu özellikler esas olarak burjuva sınıfından ve küçük burjuvaziden gelmekte olan bireylerde bulunurlar. Burjuvazinin istemine ral men bu hemen gerçekleşmez. Çoğu zaman, başlangıçta, Prus ya' daı olduğu gibi, küçük aristokratlar ve Junker 'lerden oluşan bir kesim, yeteneği ve bilgisi olduğu için devletin mekanızmasının başı· na geçer. Fakat bu süreç aynı zamanda Burjuva devletin feodal devle· tin yerine geçiş sürecidir ve devletin yönetilmesini devralan sınıflar
64
devlet mekanizmasına ve buraya egemen ideolojiye
(bürokrasinin
geleneğine) damgalarını vururlar. Burjuva sınıfının dışındaki feodal karakterdeki sınıfın elemanlanndan oluşan devlet bürokrasisine karşı burjuva sınıfı yeniden bir mücadeleye girişir ve zaman içinde tümü ile burjuva gelenekle yetişmiş personelin bu prekapitalist ıelenekli personelin yerini alması için mücadele eder. Doğaldır ki bu süreç devletin içindeki feodal kalıntılarında ayıklanması sürecidir. Başlangıçta devlet yönetiminde görev alan ve esas olarak burjuvaziye hizmet eden pre-kapitalist tabakaların burjuvazi ile çelişkisi hem ideolojik hem de maddidir. İdeolojik olarak feodal mülkiyet tüccar çelişkisini ve feodalin iş adamına olan nefretini taşırlar. Pratik-mad di olarak ise kayıp olan toprak mülkiyeti ve asaletin yerini devlet ar palıklanna çaba göstermeleri yatar. Bu hem burjuva sınıfının devletin memurlannı satın almasına olanak tanır ama hemde devletin göreceli bağımsızlığını burjuvazi alehine güçlendirir. Devlet personeli ile bur· juva sınıf çıkarları arasındaki bu nisbi uyıımsuzluk burjuva üretim ilişkilerinin gelişmesi ve yeniden üretimi ile çeliştiği için eninde &o· nunda ortadan kaldınlmalıdır. Bu uyumsuzluk ortadan kaldınlana kadar burjuva ikitidan tam anlamıyla sağlamlaşmış sayılmamalıdır. Burjuva sınıfından orijin itibanyla farklı olan ve bu devlet meka nizmasını elinde tutanlar bunalımlı anlarda sınıflar üstü devranmaya ve gerçekte olmayan ulusal çıkarları savunmaya kalkabilirler. Unut mayalımki böyle bir anda küçük burjuvazi de bunların peşine takı· labilir ve aniden proletarya karşısında burjuvaziyi yanlız bırakarak devrimci bir duruma yol açabilir. Bu uyumsuzluk burjuvazi lehine çözüldükten sonra, ister istemez bu pre·kapltalist bürokrasinin yerini kapitalist bürokrasi alırken, fiiliyat· ta küçük burjuvazi devletin içine dolar. Yukanda Troçki den aktar· dığımız tesbiti hatırlarsak burjuvazinin hegemonyası açısından bu çok önemli bir kazançtır. Gene de unutmayalım ki bu dönüşüm bir anda olmaz bir süreç içinde olur. Pre-kapitalist (tüccar-burjuva düşmanı ) bürokratik ideoloji kolaylıkla yeni gelenlerde yankı bulur. Burjuva devletin kriz dönemlerinde, devlet içindeki küçük bujuvazi böyle bir ideolojik ve geleneksel�tki altında ise, bürokraside bir radi· kalleşme yani burjuva düzenine karşı küçük burjuva çıkarlarını savunmak üzere bir hareketlenme izlenebilir. Aynı şekilde bir faşist· leşme de mümkündür. Sonuç olarak, devletin yönetiminde/içinde bulunan sınıfın burjuva· ziye karşı durumu son derece önemlidir. Bu sınıfın (veya kesimin) burjuvaziye karşı tavır al�ya başlaması burjuva yönetimin bunalı· ma girmesine yol açar. Proletarya açtsından önemli olan:devlet için·
65
deki sınıf (lar) ile burjuvazi arasındaki çelişkiyi bilmek, bu ikisini birbirine kanştırmamak olduğu gibi bu ik isinJn ı tümüyle birbirinden ayn birbirine düşman, birbirinin'. iktidannı dıştalayan bir ilişki ol· madıimt da kavnmaktır. Böylece Sosyal Demokrasiye ve Refor mizm 'e olduğu kadar sol sekter indirgemeciliğe de karşı tedbir alın· nuş olur.
TEMSiL İLİŞKİSi Burjuva sınıfının esas olarak bizzat devlet içinde yer almadılını devlet içinde farklı sınıfiann bulunabileceğini, burjuva sınıfının· pre-kapitalist sınıflarla bir arade ve çoğu zamam pre·kapltalist egemen sınıfla bir iktidar bloku oluşturarak bulunduğuna dikkati çekmiştik. Tüm bu özellikleri, burjuva sınıfına, ve onun her bir frak· siyonuna devlet içinde çıkarlannı savunma ve temsil ettirme sorunu· nu dayatır. Bir başka deyişle, nasıl olmalıdır ki devlet, sınıf mücade· lesine, ekonomik ilişkilere vb bujuva sınıf iktidannın pekiştirilmesi doğrultusunda müdahele etsin. Burada söz konusu olan sadece perso nel sorunu değil devletin örgütlenme özellikleri ve aynı zamandada hukuksal çerçevesidir. ..
Burjuvazi açısından temsil ilişkisi sorunu, ilk önce feodal devlete kar· şı mücadelesi içinde ortaya çıkar. Bu hukusal çerçevenin delişmesi, devlet adamlannm seçimi , personelin gelirleri ve devlet gelirleri vb .. sorunlar olarak ortaya çıkar. Ve, burjuvazinin feodallere karşı müca· delesinde feodallerin, kişisel�ristokratlk ç ıkarına karşı ulusal çıkarı sunmak olarak kendini gösterir. Bu mücadele içinde burjuvazi genel seçimler ve siyasi partiler gibi mekanizmalara esas� Jlarak kendi için· deki bölünmüşlük nedeniyle ihtiyaç duyar. Bu bağlamda PARLA· MENTO ise burjuva sınıfının kendi içindeki çelfşkileti çözmenin bir platformu, temsil ilişkisinin hayata geçtiği bir kurum olarak do· ğar gelişir. Sorunu bu mantıksal ilişki içinde koyunca, parlamento· yu burjuva sınıfının iktidarının yıkmak için kullanmanın boşunalılı ortaya çıkar. 1· Parlamento iktidarın esas yeri değil temsil ilişki· sinin yansıdığı bir kurumdur. üstelik az aşağıda değineceğim gibi parlamento burjuva sınıfının tek temsil ilişkisi : kurumu da delil· dir. 2. Devlet bürokrasisi ve şiddet aygıtlan parlamento dışındadır· lar ve kolaylıkla ilişkilerini bu tür bir temsil ilişkisi ile kesip bir baş· kasına bağlanabilirler. 3 . Parlamento yasa yapar gibi görünürse de, kendisi esas olarak hem burjuva hukuku hem de kapitalist sistemin genel işleyiş yasalannm bir üriinüdür ve bunlarla sınırlanmıştır; Parlamento söz konusu olduğunda burjuva sınıfı burada partilerin temsilcileri yani kendi sınıf temsilcileri aracılığı ile yer alır. Partiler
66
söz konusu oldulunda ise, bunlar hem burjuvazinin doğrudan bal· Jantı halinde bulundulu ve görüşlerini ilettiği, yönetici yetiştirdiıi ve sermaye bağları ile kendine hatladığı kurumlardır. Fakat her halikar· da bu partiler sadece burjuva sınıfının oylan ile hükümet olamazlar. Burjuva hegemonyasının hem bir sonucu olarak bir sosyal (oy) ta· hanları vardır, hemde burjuva hegemonyasının yeniden üretimi ve güçlenmesinin aracıdırlar. Bütün bunlardan hareketle burjuva partilerinin homojen ol· duğu yani her burjuva kesimine bir partinin denk düşecelini beklememek gerekir. Genelde ittifak halindeki kesimler ve sınıflar aynı partide yer alabilirler.. Kapitalizmin istikrarlı dönemlerinde parti sayısında bir azlık ve yapılannda da bir süreklilik bulunması farklı kesimlerin bir arada bulunabilmesinin maddi kotullarının bu· hnmasından kaynaklanmaktadır. Ekonomik istikrarsızlık başlayıp giderek bir krize dönüşürken, bu zemin de sarsılır ve burjuva sınıfı· nm çeşitli kesimlerinin özel çıkarları tek tek öne çıkmaya başlar. Sonuç olarak ; 1 -Bir parti içinde hegemonik fraksiyonun temsilcisi· nin yerini bir başka fraksiyonun temsilcisi aldığında bu parti ile ikti· dar bloku arasındaki temsil ilişkisi aksar veya giderek kopar. 2-Parti içi fraksiyon çatışması partiyi politika üretmekten men eder veya, berrak tutarlı politikalar üretmesini zorlaştırır ve yine temsil ilişkisi tehlikeye girer. 3· Partiler bölünerek yeni partilerin doğmasına yol açılır. 4· Emekçi sınıfların burjuvazinin dolaysız partilerine verdikle· ri oy desteği azalmaya başlar bu partiler hegemonya aracı olmaktan çıkmaya başladıkları gibi sarsılan hegemonya ilişkisi . altında zayıf· lamaya ve ufalmaya başlarlar. Böyle bir durumda düzen sın ırları i· çinde kalmak üzere örgütlenmiş emekçi·işçi partilerinin dolmasına yasal olarak izin verilebilir veya bizzat kuruhnası teşvik edilebilir. Böylece emekçi sınıfların muhalafeti tekrar burjuva yasallığının içi· ne çekilebilir ve bujuva sınıfının hegemonyasının yeniden istikrar bulmasında kullanılabilirler. Parlamento ve genel seçimlerden ayrıca burjuva sınıfının başka tem· sil şekilleride vardır. Bunlardan sıkça rastlananı bizzat devlet meka· nizması içinde birçok kademede kurulan dolaysız ilişkiler aracıhlı ile yürütülen temsil ilişkileridir. Bu parlamenter sistemin ve siyasi partilerin yanı sıra onlara paralel olarak herzaman var ohnakla bera· her burjuva sınıfı parlementer sistem çerçevesi içinde temsil ilişki· sini kayıp etmeye başlayınca bu devlet içindeki dolaysız ilişkiler öne çıkmaya başlar. Bunun en göze batan şekli burjuvazinin egemen fraksiyonunun zayıflayan egemenliğini, parlamenter-yasama organı· na· ilişkin ilişkilerini terk ederek yürütme aygıtındaki ilişkilerine day11,11ara k sürdürmeye çalıŞması halinde ortaya çıkan Askeri Dikta tö rlüklerdir. Böylece tÜJ!l askeri bürokratik aygıt temsil ilişkilerinin i
67
ata'nı olur ve burjuva ordusu, bilhassa üst yönetim kadellİelerl, burju· va sınıfının kollektif partisi olma görevini üstlenir. Bu kadar çok yön· lü çeliş.kilerin üstelik te bunalımlı bir dönemde ordu içinde yolun· laştırılması son dereceı istikrarsız bir temsil ilişkisi yaratır. Askeri diktatörlüklerin geçici biçimler olması büyük ölçüde bu yüzdendir. Fakat bu sonuncu tesbiti ıenelleştirirken çok dik.katli olmak gerekir. Tekelci burjuvazinin hegemonyası söz konusu olduğunda bu kesi· min sayıca azlığı, örgütlenme düzeyi ve ekonomik gücü zaman zaman ordu içinde kurumsallaşmış ilişkiler yaratabilir ve öyle bir durumda ordu içi temsil tek mümkün biçim olarak ortaya ç ıkıp uzun zaman geçerli olabilir. Böyle bir süreç içinde ordunun da yeni yaratılan me· kanızmalarla bu duruma kendini adapte etmesi de ııarçekle· şebilir. _.
Temsil ilişkisi kavramı devletin görece bağımsızlığa kavramıyla ya kından bağlantılıdır. Burjuva sınıfı ne kadar böllinmüş ise temsil ilişkisi o derece karmaşıklıışır ve devletin görece bağımsızlılı artar. Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da temsil ilişkisi burjuva vazinin proletaryayı kollamak zorunda olmasından dolayı dahada kannaşıklaşır. Seçimlerden geçmek, oy almak ondan sonra da tek· rar seçim döneminde-oy isteyecek olan burjuva partileri ister istemez emekçi sınıfiann konumunu ve isteklerini göz önüne almak zorunda dırlar. işçi sınıfının mücadelesi yükseldikçe burjuva partileri temsil ilişkisi ile sosyal tabaıılan arasındaki bağı sürdürmekte zorluk çek· meye başlarlar. Bu sürecin sonu partinin temsil ilişkisini veya sosyal tabanını k!yıp etmesidir . . Ne varki, sosyal tabanın kayıp eden bir burjuva partisinin temsil ilişkisini dafa fazla sürdürmesi beklenmeme lidir. Sosyal tabanını kaybed!!n: parti seçimlerdenbaşanyla geçeml· yeceğinden yönetim aygıtı olarak işlevini yitirir. Buna bağlı olarak ele alınması gereken bir diğer nokta da genel se çimler, siyasi partiler, parlamento burjuvazinin doğasından kaynak· lanmaz, feodallere karşı mücadelesinde (eski rejime karşı) ulus tam geliştirmeye çalışırken proletaryanın.baskısıyla, bu sınıfı hegemonya altına almanın bir yolu olarak gelişir. Kapitalist devleti SF düzeyinde tartıştık. Şimdi biraz daha somuta inelim. Kapitalist devleti birçok SF'nun birarada bulunduğu ve üste lik birbirleriyle çeşitli ilişkiler içinde bir bütün, veya bir başka deyiş le bir "sistem' : oluşturduktan bir ortamda tartışmaya çalışalım. Bu düzeyde kapitalist devlet bir devlerlerarası ilişkilere ve bunun arka planını oluşturan SF'lar (bundan sonra basitleştirerek ı,ılus diye bah sedeceğiz, ama bir başka açıdan dünya ekonomisi-sistemi de bir sos yal formasyon olarak düşünülebilir) arası işbölümli ve özgün tarihsel
68
"sistem dinamikleri"ne batlı olarak tartışılmaya çalışılacaktır. Ce· vap aranacak soru şu olacaktır: Kapitalist devlet bu "sistem" içinde hang iişlevleri. yerine getirir ve hangi "dış" etkilere açıktır'?
KAPiTALİST DüNYA EKONOMiSi VE SiSTEMi Kapitalist üretim ilişkilerinin işpcünün meta oldutu özel bir meta üretimi aşamasına denk düştüğünü birçok defa belirttik. Bundan ç ıkarılması gereken iki sonuç var. Birincisi kapitalizmin yaygınlaşmış meta üretimi zemini üzerinde doğup geliştiti, ikincisi ticaretin ve meta üretiminin hiçbir şekilde kapitalizmle eş tutulamayacağı. Kapitalizm gelişirken, gerçekten de, ülkeleraşın, bölgesel bir pazar zemini üzerinde gelişti. Akdeniz etrafında oluşmuş ticaret ilişkileri ve giderek yaygınlaşan sömürgecilik ve talan bu yaygınlaşmış meta ilişkilerinin, yani o zamanki dünya pazarının somut tarihsel ifadeleri idi. Bir ikinci özellik kapitalizmin zaten varolan (merkezileşmiş·feo· dal) devletlerarası ilişkiler ortamında dotmuş olması. Sömürgeleri kontrollan altında tutmak için kıyasıya bir mücadele içinde olan bu devletler kapitalist sınıfın kendi çıkarları dotrultusunda önce etki· lemeye çalışacağı, sonra da kendi çıkarlarını feodallere ve kısmen de tüccarlarla mali aristokrasiye karşı korurken döniiştüreceti yapılardı. Nihayet, devletlerarası ilişkiler politik ilişkilerdi, yani egemenlik ve bağımlılık ilişkileri idi. Dolayısıyla devletlerarası hiyerarşi, kapitallz. min gelişmeye başlaması sırasındaki dünyanın bir başka özellili idi. Sanayileşmenin başlaması giderek kapitalist üretim tarzının bu bölge lerarası dolaşım ilişkileri içinde çeşitli SF 'tarda egemen olmaya baş· lamasını getirdi. Kapitalist üretimin giderek metaların üretimini ve dolaşımını belirlemeye başlaması ile bu bölgesel·ülkeleraşın pazarın prekapitalist niteliği kayboluyor ve bir kapitalist dünya pazarı doğu. yordu . Bu arada şuna işaret edelim ki 'dünya pazarı ' kavramı esas o· tarak coğrafi değildir. Yani tüm dünyayı kapsamayabilir, kavramdan amaç ülkeleraşırı bir sistemin varlığını işaret etmektir. Bir önceki bölümde çok kısaca da olsa kar oranları düşme eAilimin· den ve bunun karşıt eğilimlerinden bahsetmiştik. Dış ticaret ve ser· maye ihracı işte bu karşıt eğilimlerden ikisi ve esas olarak sermaye· nin iç çelişkilerinin dışsallaştırılması, diğer üretim tarzları üzerine veya başka ülkelerdeki sermayelere yansıtılması anlamına geliyor. Bunun altında yatan dinamiği ise, basitleştirme tehlikesini göze ala· rak, şöyle özetlemek mümkün: Bir ulusal sermayenin birikmeye de· vam edebilmesi için, faaliyet gösterdiği pazarda belli bir miktarda ar· tı·değerin dolaşmakta olı:nası gerekir. Halbuki sermaye birikimi
69
süreci sermayenin iç çelişkilerinin bir ürünü olarak giderek daha az artı-değer üretme, yani sermayenin kendi tabanınm daralması elili· mini taşır. Böylece bir ülkedeki bir kapitalist ürettirdiği artı-değeri değerlendirmek için gerekli artı-değeri iç pazarda bulmakta giderek zorluk çeker. Bu zorluğun üstesinden gelmek için ise, dış ticarete ve sermaye ihracına başvurur. Marks'ın dediği gibi, bir yerde üretilen ar· tı·değer gerçekleşebilmek için bir başka yerde üretilen artı-değerle karşılaşmak ve değişime girmek zorundadır. İşte tam da bu yüzden ülke temelinde sürmekte olan sınıf mücadelesinin bir ifadesi olan kir oranları düşme eğilimi ve karşıt eğilimleri diyalektiği sennayenin U· luslararasılaşması hareketini yaratır. Burada şunun altını önemle çi
zelim :Sermayenin uluslararasılaşması süreci iilke bazında sürmekte o la n sınıf mücadelesinin üriiniidit. Bu önermeyi aklımızda tutaiım, dev letin dünya ekonomisi içindeki yerini anlamamıza büyük ölçüde yar dım edecektir.
Kapitalizmin eşitsizce ve değişik yerlerde farklı özellikler kazanarak gelişmesi sermayelerin uluslararasılaşması temelinde bir uluslararası işbölümü yaratır. Kapitalizm gelişirken birbirine paralel iki süreç iz lemek mümkün. Bir taraftan sanayileşmeye paralel olarak çeşitli ulu sal kapitalizmler giderek daha çok birbirine benzerken, buna paralel olarak bir işbölümü ve de hiyerarşi gelişir. Bunun devletlerarası ilişki· tere yansıması prekapltalist dünya pazarı sistemi temelindeki hiyerar şilerin yerini giderek kapitalist dünya pazarı/sistemi temelindeki hi· yerarşllere bırakması oldu. Bu doğnlltuda daha fazla ilerlemeden biraz başa dönüp kapitalist devletin uluslararası ilişkiler temelinde gelişne bazı işlevlerine baka· hm. Daha önce kapitalist devletin sınıf mücadelesini bir ülke sınırları içerisinde bölgeselleştirmeslnden bahsettik . Aynca prekapitalist pazarın bir kesiminde gelişen burjuvazinin, pazann bu parçasını pa· zarın diğer parçalannda gelişen burjuvazilere karşı korumaya çalışa· cağını ve devleti bu yönde kullanacağına işaret ettik. Bunlara ek ola· rak şimdi de sermayenin uluslararasılaşmasında ulusal devletin, ulu sal se rmayenin bu yöndeki dinamiklerine destek olacağı ve bu dina miklerin yolunu açarken bu bağlamda diğer burjuva devletlerle ilişkilere geçeceği ve diplomasiden savaşa kadar çeşitli yöntemlere başvuracağına işaret etmek gerekir . Bu süreçte devlet kendisine te mellik eden sermayenin yeniden üretim ve gelişme koşullarını dünya pazannda egemen kılmaya çalışacaktır. Bu ise, devletlerarası ilişkiler temelinde bir hiyerarşik dizilmeye ve içlerinden birinin hegemonyacı pozisyona yükselmesine yol açar.
70
Kapitalizmin uluslararası-dünya sistemi olması, onun sistem olarak istikrannın sağlanması sorununu da getirir. işte devletlerarası hiye rarşik dizilmede ekonomik, teknik ve askeri üstünlük temelinde bir devlet sistemin istikrarını sağlamada liderliğini diğer devletlere de kabul ettirdiğinde, hegemonik bir pozisyona yükselmiş olur. Diğer taraftan sermayenin uluslararasılaşması, onun yeniden üretimi sürecini de uluslararasılaştıncaktır. Böylece kapitalizmin bir üretim tarzı olarak yeniden üretimi uluslararasılaşmış olur. Bu özellik tüın ulusal, uluslararası sermayelerin yeniden üretimini şu veya bu tahlil· de (�·ani ya dolaysız ya da son tahlilde) belirler. Kapitalizmin günü müzdeki özelliklerini, işçi sınıfının iktidar sorununa bağlı olarak ele alırken bu özelliği gözden kaçırmamak gerekir. Bu konuya bir başka yazıda dönmek üzere yukarıdaki tesbitin bir mantıki-teorik sonucu· na işaret edelim. Bugün, yani kapitalizmin bir dünya sistemi olma· sandan bu yana tek tek ülkelerde kapitalizmin ba(tımsız(yani dünya pazanndan bağımsız) gelişme koşullan ortadan kalkmıştır. Bu ise doğrudan doğruya, bir tek ülkede sosyalizmin gelişme koşullarının olmadığını söylemektir. Madem ki, kapitalizm bir dünya sistemidir, yerine geçecek sistem de bir dünya sistemi olacaktır.
DONY A EKONOMİSİ iLE BOTONLEŞME VE ULUSAL DEVLET Kapitalist dünya pazarının-sisteminin gelişmesine değinirken bunun arkasında sermayenin uluslaransılaşmasının yattığına işaret etmiş tim. Ancak, dikkat edilmesi gereken bu süreci tek yönlü, sermayenin merkezden çevreye doğru her türlü gelişmeyi belirleyerek ilerledlli bir süreç olarak anlamanın yanlış olacağıdır. Lenin'in de işaret ettlli gibi, kapitalizm tüm prekapitalist yapılan eninde sonunda kapitalist· !eşmeye zorlayacak ve kendine benzetecektir. Ama, her kapitalist Ü· retim ilişkisi de kendi iç dinamiklerinin özgül yanlannın etkisiyle farklı biçimlerde ve farklı hızlarla kapitalizme ilerleyecektir. Dolayı sıyla, dünya pazarının şekillenmesinde ve sermayenin uluslararası laşması sürecinde "ulusal" dinamiklerin de büyük önemi vardır. Her sosyal formasyon kapitalist dünya pazarıyla uluslarasılaşmış ser mayenin uluslararasılaşma biçimleriyle uygunluk halinde olmak üze re bir ticari, mali ve sınai bütünleşme içine girer. Bu ilişkilere ifadede kolaylık sağlaması için dünya pazarı ile bütünleşmenin ekonomik biçimleri demek istiyoruz. Bu ekonomik biçimlerin yanı sıra politik ideolojik biçimlerin de sözkonusu olduğunu unutmamak gerekir. Uluslararası sermaye ile ul'tısaJ;senmye arasındaki ilişki bu bütünleşme biçimlerinin dolayımından geçer. işte bu ilişkiler alanında kapitalist
71
devlete önemli bir işlev düşer: "Olke ekonomisinin " dünya pazarı ve sistemiyle ilişkilerini hem ülkenin uluslararası işbölümündeki yerine uygun olarak hem de ülke içindeki sermaye birikimi sürecinin ihti· yaç.ları doğnıltusunda yeniden üretimi için gerekli hukuksal ve poli· tikkurumlaşmasınındüzenlenmesi ve yaratılması. Dolayısıyla devletin bu bağlamdaki rolü, büyük ölçüde varolan bütünleşme biçimlerinin özelliklerine göre belirlenecektir. Çeşitli sermayeler (yerli veya ulus· lararası, tekelci veya tekel dışı) arasındaki çelişkilerin bu bütünleşme biçimlerinde de yansıyacaklannı burada hatırlatmakta fayda var. Kapitalizm zaman zaman dünyasal-sistemik (veya yapısal) krizlere giriyor. Bu krizler sırasında uluslararası işbölümü değişmeye zorlanı· yor. Buradan anlaşılır ki, tek tek ülkelerin dünya pazarı ile bütünleş· me biçimleri böyle bir kriz sırasında istikrarsızlık kazanacak, giderek işlemez hale gelecektir. Kriz yönetimi açısından demek ki devletin bir diğer işlevi de bu bütünleşme ilişkilerinin düzenlenmesidir. Hatta devlet dış ticaret rejimi, sermaye hareketleri, diplomasi ve savaş gibi araçlara başvurarak bu ilişkileri yeniden örgütlemeye çalışmak zo· runda kalabilir.
ULUSAL DEVLET VE ULUSLARARASI SERMAYE 1960 'lardan itibaren hızla gelişne çok uluslu şirketlerin (ÇUŞ) ıe· lişme sebepleri ve bunların yaratacağı çeşitli etkiler tartışılırken, bu tartışmanın bir yan ürünü olarak ÇUŞ 'un ulusal devletler üzerindeki etkileri de araştırılmaya başlandı. Aralarında E. Mandel 'in de oldulu bir grup. Marksist,devlet ÇUŞ ilişkisini incelerken belirleyicillğin ÇUŞ 'dan yana geliştiğini savunma eğilimi geliştiriyorlardı. Bu tar tışmalara en önemli uyan, Poulantzas trafından yapıldı. Poulantzas' a göre devlet sınıf mücadelesinin ürünüydü. Dolayısıyla ulusal devlet sözkonusu olduğunda, bunun belirlenmesinin ulusal sınıf mücadelesi. olduğunu kabul etmek gerekirdi. Bence Poulantzas bu ntüdahelesin· de son derece haklıydı. Şimdi bunun nedenleri üzerinde buraya ka· dar anlattıklanmız çerçevesinde ele alalım. önce, ÇUŞ ile ilgili tartışmayı kısaca kendi tartışmamızdan ayırıp bizimle ilişkisini yakalamaya çalışalım : ÇUŞ sermayenin bir örgüt· lenme biçimidir. Sermayenin uluslararasılaşmasının özel bir aşama· sında üretken sermayenin devrelerinin uluslararasılaşması aşamasında ortaya çıkan bir örgütlenme biçimidir. ÇUŞ 'un hareketleri ve poli· tikalan kiir oranlarının düşme yasası ve onun karşıt eğilimleri dina· miğince belirlenir� Bunun ise, sınıf mücadelesinin bir ifadesi olduğu nu söylemiştim. Sınıf mücadelesinin de hala esas olarak ülke sınırları ile çevrili bir alanda sürdüğünü hatırlatalım.
72
Ş imdi dönelim kapitalist devlete. önceki bölümlerde kapitalist dev· Jetin bir sennaye ilişkisi olduğunu işaret ettik. Devletin sermaye bi· rikimi sürecinin ve sermayenin yeniden üretimi sürecinin bir biçimi olduğunu anlatmaya çalıştır. Devletin ulusal sınırlar veya bir başka deyişle, SF düzeyindeki işle· vinin sermayenin yeniden üretim ilişkileri ve çelişkilerinden kaynak landığını tesbit ettik. Sermaye birikimi süreci ise, dedik, esas olarak sınıf mücadelesi sürecidir. Daha sonra SF düzeyindeki sermaye birikim sürecinin, uluslararası sermaye birikim sürecinin bir parçası olduğunun altını çizdik . Ve devletin, SF'un dünya ekonomisi ile bütünleşme biçimleri karşısında ki durumunu tart!ftık. Şimdi, devletin SF'un içindeki sosyal sennayenin genel çıkarlarını temsil ettiğinden yola çıkarsak, devletin uluslararası sermaye ve ÇUŞ karşısındaki durumunun da bu temelde belirlendifini anlayabi· liriz. Ulusal sermaye birikimi ve yeniden üretimi, uluslararası serma yeye ve Ç U Ş 'un faaliyetlerine bağlandığı oranda devletin de bunla nn etkilerine açılacağı açıktır. Ancak, ister yerli ister uluslararası ol· sun, sermaye işçi sınôı ile esas olarak ulusal temelde karşılaşır. Ve, ulusal devletin bu bağlamdaki rolü birincildir. Denebilir ki, iktidar bloku içinde Ç U Ş ile bağlaşık bir burjuva sını· fı vardır. Dolayısıyla bu şirketler, yani uluslararası burjuva sınıfının bir kesimi de bu blokta yer almaktadır. Birincisi, uluslararası bir bur juva sınıfından bahsetmek beraberinde önemli sorunlan da getirmek· tedir. Tarihsel ve kültürel farklılaşmaların yanı sıra sermayeler arası ve ulusal sermayeler arası çelişkilerin önemini ikinci plana atarak ger çekçi olmayan bir tablo sunma tehlikesi böyle bir çözümlemede kuv vetle muhtemeldir. Aynca ulusal sermayeler arası çatışmaların bu ka dar keskinleştiği günümüzde, böyle bir iddiayı en azından şüphe ile karşılamak için gerektiğinden çok fazla malzeme vardır. İkincisi, işçi sınıfı -devlet-ekonomik yapı ilişkisi bağlamında belirleme etkisinin uluslararası şirketler düzeyine konması hem emperyalizm oleusunun abartılmasını hem de böyle bir abartmanın dolaysız bir sonucu ola· rak, yerli burjuvazi ve 'anti-emperyalist ' mülk sahibi sınıflann işçi sı nıfı ile ittifak potansiyellerinin abartılmasına yol açacaktır.
SONUÇ YERİNE işçi sınıfı açısından edinilrifesi gereken en önemli bilgi, devletin kapi· tallst sınıfın bir baskı aracı olduğudur. (Tüm anlattıklanmız balla·
73
mmda araçcı bir anlayışa hepten karşı olmamıza ratmen) Bugün propaganda sözkonusu olduğunda delnetln bükülmesi gereken yön ve anlatılması gereken esas olarak devletin bu özelliğidir. Diğer taraf· tan bu a ra ç çok özel bir araçtır: O sermaye ilişkisine tabi olarak örgütlenmiştir. Yapısı onu sadece sermaye çıkarlanna hizınet etmek durumunda bırakır. Ama, zaman zaman devlet sınıf ınücadelesinln bir alanı olur ve bu sözkonusu yapısı istikrarsızlık kazanır. Ama her halükarda bu yapının en istikrarsız kılınmış ve felce uğratılmış halinde bile özel mülkiyeti ortadan kaldırmak yolunda kullanılabilme potansiyelleri son derece sımrhdır. Bu kapitalist devlet yıkılmalı ve proletarya kapitalist üretim tarzının merkezi ilişkisinden farklı bir ilişki etra(ında kendini devlet olarak örgütlemelidJr. "
"
KAYNAKÇA
ORETIM TARZI-SOSYAL FORMASYON Rey P.P. (f973), Les Alliances de Classes, Maspero, Paris. Althusser L. and Balibar E. (197'1), Reading 'Capital ', NLB,London. Foster,Carter A. (1978), 'The Modes of. Production Controversy' NLR. Wolpe (ed) (1 980), The Articulations of Modes of Productions
DEVLET VE SINIF MOCADELESt Gramsci, A. (1971) Prison Notebooks LW, London. Poulantzas, N. London.
(1973) Political Power and Social Clas11es NLB
74
Holloway, J. and Picciotto, S. (1 978) State and Capital London . Wright, E.O. (1 979) Class Crisis and State Verso, London. Therborn, G. (1980) What Does the Ruling Class Do When lt Rules Verso, London. Trotsky, Leon. (1971) The Struggle Against Fascism in Germany Pathfinder, New York.
DONY A EKONOMiSİ VE SiSTEMİ Palloix, C. (1 973) L 'economie Mondiale Capitaliste et Les Firmes Multinationales, Paris. Wallerstein, 1. (1974) The Modern World System New York Radice, H. (ed) (1 975) lnternational Firms and Modern lmperialism Penguin, London. Brenner, R. (1 977) 'The Origins of Capltalist Development a critique of Neo Smlthian Marxism ', NLR, London. Frank A G (1978) Dependent Accumulation and Underdevelopment NLR, London. Amin, Arrighi, Frank, Wallerstein (ed) (1982) Dynamics of Global
Crisis London.
KAPİTALIZMİN KRiZi Fine, B. and Harris j. (1 979) Rereading 'Capital' London. Mattick, P. (1981) Economic Crisis and Crisis Theory London .
76
geliş111e ve tasfiyecilik r. kasam
GİRİ Ş Sosyalizmin gelişebilmek için bir sıçrama yapmak zorunda oldufu bugün, gelişmenin özelliklerinin incelenmesi, bence, hem genel ola· rak sosyalistler açısından, hem de örgütümüz açısından özel bir önem t:1şı maktadır. Bu nedenle, bu yazıda amacım gelişmenin özelliklerini vurgulamak ve konunun önemine dikkat çekmeye çalışmak. Geliş· menin do ğ_ru kavranmasının gelişmeye hizmet edeceği inancındayım. HAREKET Bireysel olsun, tarihsel olsun, oluşum halindeki bilincin ilk algılama· ları, harekete ilişkindir. Bebekliklerinden başlayarak insanlar, önce değişikliklerin farkına varırlar. Nesnelerin özelliklerini delişimlerin· den, çeşitli etkiler karşısındaki tepkilerinden öğrenir, kavramlarını değişikliklere dayanarak türetirler. İnsanlığın bilincinin tarihsel geli· şmesi de benzer bir süreçtir. Gerek genel olarak doğa üzerine, gerek özel olarak insan yaşamı, toplum üzerine, ilk kavranan harekettir, değişimdir. İlk edinilen kavramlar en belirgin değişiklikler üzerine olduğu gibi, karmaşıklığın ve çeşitli etkenlerin yarattığıdelişiklikle· rin gözlenmesi kavramlannda gelişmesini sağlar. Gerçekten de hareket doğanın en temel bir özelliğidir. Hareket, mad· denin varoluş biçimidir. Bu, doğanın bütününün ve onun herhangi bir parçasının heran hareket halinde olması, her an hem kendisi hemde
76
başka bir şey olmasıdır. Materyalist kavrayışa göre, bilinçten balım· sız nesnel gerçeklikten başka bir şey olmayan madde, uzayın her noktasında ve zamanın her anında varolduğu gibi, aynı şekilde, hare· ketin bulunmadığı bir uzay parçası veya an da mevcut detlldlı. Uza· yın ne kadar seyreltik bir noktası aranırsa aransın, ya da maddenin ne kadar küçük bir parçası alınırsa alınsın, hareketsizlik bulunamaya· caktır. örneğin teorik olarak hareketin sıfır düzeyine tekabül eden ve mutlak sıfır olarak isimlendirilen ·273 C 'a ulaşılamaması bu neden· den kaynaklanmaktadır. Yine aynı şekilde, hareketin bulunmadılı bir zaman olmamıştır ve olmayacaktır. Madde ve hareketi sonsuz miktarda bulunduğu gibi, sonsuz zamandan beri varolmakta ve son· suz zamana kadar varolmaya devam etmektedir. Buna parelel olarak, madde ve hareket yaratılamaz ve yok edilemez; buna karşılık biçim değiştirir, çeşitli biçimler alır. Diğer bir deyişle madde ve hareket mutlaktır. Hareketsizlik ise, nisbi ve geçicidir. Hareketsizlikten, dengeden bahsedildiği zaman , yapılan başka bir harekete göre değerlendirmedir, nisbi olarak eşit miktarda hareketin bulunması durumudur. öte yandan madde toplam olarak sonsuz miktarda olduğu gibi, sonsuz bileşenden de oluşmaktadır ve birbiriy· le karşılaştırılan iki nesnenin bütün öğelerinin, özelliklerinin eşit ol· ması mümkün değildir. Eşitliğin nisbi, eşitsizliğin mutlak olması so· nucunda, nisbi hareketsizlikte geçicidir. Karşılaştınlan iki hareket arasındaki nisbi eşitlik, nisbi denge yani nisbi hareketsizlik, defer· lendirme dışı bırakılmış (ihmal edilmiş)olan ö ğelerdeki eşitsizlilin, buna bağlı olarak eşitsiz gelişen hareketin sonucunda bozulur. Nisbi dengenin durgunluğun yerini açık dengesizlik hareket alır.
NiCEL DEôl Ş IKLlK VE NlTEL DEGİŞİKLİK Hareketin incelenmesi, onun iki aç ıdan değerlendirilebilecefini orta· ya çıkarır: Nicel de ğişiklik ve nitel değişiklik. Nicel değişiklik , ince· lenen nesnenin özelliklerindeki miktar olarak değişiklikleri ifade ederken, nitel değişiklik, incelenen nesnenin tanımlanan niteliğinin yerini başka bir niteliğin almasın ı ifade eder. Burada önemli olan, nicel ve nitel değişiklik arasındaki bağlantıdır. Daima nitel delişik· likler, nicel değişikliklere tekabül eder. Hareket hangi biçimde olursa olsun, nitel değişiklik daima nicel değişikliğin ürünüdür. Atom çe· kirdeğinin niteliğinin değişmesi, yani parçalanması, çekirdekteki parçacıkları birarada tutan enerjinin üstesinden gelebilecek nicelikte enerjinin çekirdeğe verilmesiyle mümkündür. Belirli nitelikte bir nes· nenin kimyasal niteliğinin d,eğişmesi, atomlarının belirli moleküller meydana getirmesi için gereken kimyasal enerji miktanna eşit nice· likte bir enerji alışverişir,Je mümkündür. Belirli fiziksel nitelikte bir
77
nesnenin bu niteliğinin değişmesi, moleküllerinin birbirlerine göre titreşmesi, birbirleri üzerinden kayması, ya da birbirlerinden uzakla· şabilmesi, yani katı, sıvı, ya da gaz durumunu alabilmesi, her niteliğe tekabül eden yeterli nicelikte enerjiye sahip olmasıyla mümkündür . Bir canlı türündeki değişiklik, kromozomlarında bulunan DNA mo· leküllerinin yapısındaki nicel değişikliğe tekabül eder. Belirli bir has· talığa yakalanmak için o hastalığın mikrobundan belirli bir miktarda bulunması gerekir. Parti olmak, sınıfın belirli bir niceliğinin örgüt· lenmiş olmasını getirir, vs, vs, vs. Nicel değişiklik • nitel değişiklik ilişkisinde, daha önemlisi, bu etki· Ieşimin gerçekleştiği süreçtir. Yukandaki örneklerde, nitelik delişik· liği için gereken yeterli nicel değişiklik oluncaya kadar, bu noktaya ulaşıncaya kadar, hareket yanlızca nicelik değişikliği şeklinde ol· makta, nitelik ise değişmemektedir. Yeterli nicel birikim olunca da, nitelik değişikliği ortaya çıkmaktadır. Hareket, nisbi olarak uzunca bir nicel birikim döneminden geçtikten sonra, nisbi olarak kısa nitel değişikliğe ulaşmaktadır. Sürecin bütününe oranla nitel değişiklik , çoğu zaman, bir andır, bir patlama biçimindedir . Kendisi nicel değişikliğin ürünü olan nitel değişiklik bu defa nicel de· ğişikllk üzerinde etkili olur. Farklı nitelikler, nicel değişikliğin içeri· sinde gerçekleşeceğt koşulların farklı olması demektir ki bu farklı koşullarda nicel değişikliğe farklı etki ederler. örneğin belirli nicel değişikliklerin sonucunda gerçekleşen belirli bir toplumsal devrim, belirli nicel değişiklikleri hızlandırmak yönünde etki ederken çözüm· leyerek gündemden kaldırdıkları üzerinde de ters yönde etkide bulu· nur. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, nitelik değişikliğinin tes· bit edilmesinin belirli bir görelilik içermesidir. incelenen konuya bağlı olarak, bir durumda nicel değişiklik durumunda olan bir deli· şiklik diğer durumda nitel değişiklik ve tersine bir durumda nitel de· ğişiklik diğer durumda nicel değişiklik durumunda olacaktır.Toplu mun bütünü açısından bir fabrikadaki grev nicel bir değişikliktir, a ma bu grevin kendisi açısından bu eylem kendisi de nicel değişiklik· lerin sonucu olan bir nitel değişikliktir. Ama bu, genel olarak nitelik değişikliği ile nicelik değişikliği arasındaki ilişkiyi değişitirrnez.
HAREKETİN KAYNACI : ÇELİŞKİ Hareketin kaynağı ise çelişkidir. Karşıtların mücadelesi, hareketi ve değişimi yaratır. Hareketin mutlaklığı , çelişkinin de mutlakhlı, her an ve her yerde bulunması anlamına gelir. Aynı zamanda da her ha·
78
rekete özgü, onu belirllyen bir temel çelişki bulunur. Çelişkiyi oluşturan karşıtlardan her birinin mutlak anlamda.güçlen· mesi , karşıtının kendisine göre nisbi anlamda zayıflaması anlamına gelirken, aynı zamanda onu mutlak anlamda güçlendirici etkide bu· Iunur. örnek olarak, kapitalizm ile küçük üretim arasındaki çelişki e· le alınırsa, kapitalizmin bir yandan küçük üretimi tasviye ettili, yok ettiği, bir yandan da kendine bağlı bir küçük üretimi gellştirdili gö rülür. Ya da, her zaman üzerinde duruldutu gibi, demokratik merke· ziyetçillk söz konumysa, demokratik yönün güçlenmesi, merkezi yapı üzerinde, merkeziyetçiliğin, merkezi yapının güçlenmeside, de· mokratik işleyiş , demokrasi üzerinde güçlendirici etkide bulunacak· tır. Mutlak güçlenme açısından konu incelendiğinde bu ifade ortaya çık.tığı gibi, nisbi güçlenme açısından konu incelendiğinde karşıtlar· dan birinin nisbi olarak güçlenmesinin diğerini nisbi olarak zayıflattı· ğını yani merkeziyetçiliğin nisbi olarak güçlenmesinin demokrasiyi nisbi olarak zayıflattığını, veya demokrasinin nisbl olarak güçlenme· sinin, merkeziyetçiliği nisbi olank zayıflattığını söylemek gereke· cektir. Burada inceleme açısına bağlı olarak bir görelilik oldutu gibi, inceleme konusunun kendisine bağlı olarak da, aynı olıu kendine özgü bir biçimde ortaya çıkacaktır. Bu yüzden her çelişkinin kendl karşıtlarının arasındaki etkileşimi kendi özgüllüğü içinde incelemek gerekecektir. Gerçek daima iki yönlüdür, ama bunlardan biriside ağır basan yön· dür. örneğin emperyalizmden söz edildiğinde onun iki yönü akla gelmelidir: Gerici ve ilerici yönü. Ama tabii ki, asıl olarak gerici yönü; çünkü emperyalizmin ilerici yönü talidir, izafidir. Emperyalizmin ile rici yönünü hesıba katımmak yanlıştır, ama ağırlık olarak gerici oldu· ğunu unutmak da yanlıştır. Bu anlamda gerçeğin tek yönlü delil, çok yönlü olduğunu tesbit etmek gerekir. Ama bu yetmez, bu yönle· rinin ağırlık ölçülerini de doğru tesbit etmek gerekir. Bu da yetmez bu yönlerin gelişmelerini ve birbirlerine olan ağırlık oranlannın de· ğişmesini de göz önünde tutmak gerekir. Bu anlamda hareketin kay nağı olan çelişkinin, karşıtlığın doğru olarak kavranabilmesi, çeliş· kinin onu oluşturan karşıtlann da kendl hareketleri, bağlantı ve gelişmeleri içerisinde kavranmasıyla mümkündür, ancak. Hareketin ve çeıış.ıunın mutıaklığı, ıncelenen belirli bir çelişkinin karşı yönlerinin de kendilerinde çelişkiler taşıması ve bu çelişkilerin sonucunda değişmesi demektir. Madde doğanın sınırsız olması anla· mında sonsuz olduğu gibi, sayısız parçaya bölünmesi anlamında da ,.
79
sonsuzdur. Kelime anlamı "bölünmeyen en küçük parçacık" olması· na ralmen, atomun da, proton, nötron , elektron, pozıtron vb. çefitll parçacıklardan oluştuğu uzun zamandır bilinmekte ve bölünmesiyle bu parçacıklar elde edilmektedir. Bu parçacıklar da mutlaka sonsuz başka parçacıklardan oluşmaktadır ve "bölünmeyen en küçük parça· cıla" hiç bir zaman ulaşılamayacaktır. Aynı zamanda her çelişkiyi oluşturan iki karşıt da kendi içlerinde sonsuz çelişki banndırmakta dır ve "içinde çelişki taşımayan temel ötelere " de ulaşmak mümkün değildir. Bu nedenle, hareketin durduğu koşulları elde etmek müm _kün değildir; yani hareket mutlaktır. Maddenin hareketinin özellikleri , maddenin yansıması olan bilincin hareketinde de ortaya çıkar. Yansıyan, yani madde, sürekli sonsuz etkileşim ve değişim içinde olduğu gibi , ve bu nedenle, onun yansı· dığı düşüncede sürekli karşılıklı etkileşim ve değişim durumundadır. Sürekli böyle bir hareket içinde olan gerçekliği doğru olarak kavra· yabilmek için ise, düşüncenin de şeyleri bağlantı ve gelişmeleri için· de ele alması, yani diyalektik olarak incelemesi gerekmektedir. Aksi· ne şeylerin birbirlerinden yalıtık, durağan olarak ele alınması, ger· çektiğin dolru bir biçimde kavranamamasına yol açacaktır. Bu ba· kundan maddenin hareketini doğru olarak kavrayabilmek için, bu hareketi açıklayan -kavramlann kendileri de, hareketleri izafilik ve değiş imleri içinde ele alınmak zorundadır. Yoksa kendileri, deliş· mez ve dışındakilerle ilişkisiz olarak alınan kavramlarla, gerçeklifin hareketini kavrayabilmek imkansızdır. Kavram laıın kendileri de diyalektik olarak ele alındığı taktirde çeliş· kiyi, değişik inceleme açılanna bağlı olarak, farklı farklı sınıflandır· mak mümkün olacaktır . .Bu şekilde, bir ve aynı çelişkinin, genel içe· risindeki -diğer özellerden ayrı olarak belirli bir özeli ayırd etmesi açı· sından değerlendirildiğinde, "özgül çelişki " ve bir geneli oluşturan tek tek özellerdeki ortaklığı ayu-dederek bu geneli belirlemesi açısın· dan değerlendirildiğinde "evrensel çelişki" olarak isimlendirilmesi mümkündür. örneğin kapitalist toplumun evrensel çelişkisi, yani dünyadaki her kapitalist toplumda mevcut olan ve onlann kapitalist olaralt isimlendirilmesine neden olan, hepsi için genel olan çelişki, Ü· retimin toplumsallaşması ile, kapitalist mülk edinme arasındaki çeliş· kidir. Ama bütün insan toplumları açısından bakıldığında, bu aynı çelişki, kapitalist toplumu diğer insan toplumlarından ayırdeden öz· gül çelişkidir. Aynı açıdan, evrensel çelişki, insanla doğa arasındaki, üretici güçlerin gelişmesini sağlayan çelişkidir. Bütün canlı varlıklar açısından bakıldığında ise, bu son çelişki, insanlığın özgül çelişkisi ; canlılığın evrensel çelişkisi ise, yaşam ile ölüm arasındaki çelişki ola· caktır. Bu şekilde, evrenin evrensel çelişkisine, minimum entalpi (e·
nerji) ile maksimum entropi (karmaşıklık) arasındaki çelişkiye kadar ulaşılabillr. Ama elbette, evrenin <!ışında başka evrenler olamayaca ğından eVl'fnin özgül çelişkisinden sözedilemez . •
Genel ve özel ilişkisi açısından evrensel veya özgül çelişki diye isimlendirilen aynı çelişki, başka bir açıdan incelenen konunun içerdiği çelişkiler açısından, başka bir şekilde, bu defa temel çelişki olarak isimlendirilecektir. Bu açıdan, üretimin toplumsallaşması ile, kapita list mülk edinme arasındaki çelişki, kapitalist toplumun temel çe lişkisi, toplumdaki diğer bütün çelişkilerin kendisinden kaynaklan dığı ve kendisine bağlı olduğu çelişkidir. Bu açıdan, temel çelişkinin dışında.ki çelişkiler, tali çelişkilerdir. Süreçte o an öne çıkan ve çö zülmesi gündemde olan çelişki ise baş çelişkidir. Baş çelişki, tali çe lişkilerden biri olabileceği gibi, temel çelişki ile de çakışabilir. Eler baş çelişki, temel çelişki ise, baş çelişkinin çözümü, sürecin çözüm lenmesini ve yerini yeni bir sürece, farklı bir temel çelişki ile belirle nen yeni bir sürece bırakmasını getirecektir. Eğer baş çelişki, tali çe lişkiden biri ise, çözümlenmesi ile sürecin içerdiği çelişkilerden bir diğeri baş çelişki olma durumuna geçecektir, taa ki temel çelişki baş çelişki oluncaya ve çözümlenmesi ile yerini bir sürece terk edinceye kadar. Çelişkinin başka bir açıdan sınıflandırılması ise, onun karakteri açı sından sınıflandırılmasıdır. Karakterleri açısından çelişkiler antago nist çelişkiler ve antagonist olmayan çelişkiler olarak isintlendirilebi· lirler. Antagonist çelişkiler, her koşulda birbirini dıştalayan karşıtla ra sahip olan ve çelişkinin deyim yerinde ise, karşıtlardan ikisininde "yaranna" bir çözümün olmadığı çelişkilerdir. Buna karşıt olarak da, antagonist olmayan çelişki karşıtların ' 'uyum ' ' içinde var olabile cekleri , mücadeleyi sürdürebilecekleri koşullann bulunduğu, çeliş kinin, karşıtların ikisinin de "yararına" çözüldüğü çelişki olarak i simlendirilebilir. Karakteri antagonist olan çelişkinin karşıtlarının her koşulda birbirini dıştalaması, karşıtların mücadelesi sonucu da ha önce tali durumda olan karşıtın üste çıkması ile çelişkinin çö zümüne tekabül eden nitelik değişikliğinin, ani bir değişiklik bir patlama biçimini almasına neden olur. Bu patlama anında, çelişki, açık bir antagonizma (uzlaşmazlık) kazanır. Buna karşılık, karakteri antagonist olmayan çelişkinin ise, karşıtlann nisbi "uyumlarını" (elbette bu karşıtların mücadelesinin ortadan kalkması anlamını ta şımaz) koruyabilmeleri sonucunda, dereceli bir geçiş biçiminde çö zümlenmesi mümkün olur. Bu durumda, nitelik değişikliği, yine bir sıçrama olmakla birlikte, bir patlama biçiminde değil, dereceli nite lik değişikliği biçiminde gerçekleşir. Antagonlst çelişkilere örnek olarak, genel olarak fiziksel ya da kim·
81
yasal reatsiyonlann kaynatı olan çelişkiler ele alınabilir. Mesela sivı durumundan gaz durumuna geçiş, sıvı moleküllerini bir arada tutan çekim kuvvetine ilişkin enerji ile moleküllerin ısınarak kazandıkları kinetik- enerji arasındaki çelişkinin sonucudur. Moleküllerin kinetik enerjisi, aralanndaki çekim kuvvetinden doğan potensiyel enerjiye üstiln geldiği anda, sıvı gaza dönüşmekte, nitelik değişikllli gerçek· leşmektedir. Karşıtlar arasında yanlızca birisinin diğerini ' 'yenmesi'', biçiminde bir ilişki bulunmakta, nitelik değişikliği de patlama şek· linde olmaktadır. Burada, kaynama dışında, kaynama noktasmdan önce sıvının kendi buharıyla dengeye gelinceye kadar buharlaşması olgusu gözönüne alınarak, bu durumda, patlamanın değil dereceli ni· tel değişikliğin olduğu, halbuki çelişkinin karekterinin değişmedill düşünülebilir. Ama bu durumda da söz konusu olan anlık bil' nitelik değişikliği, yani patlamadır, dereceli nitel deeişiklili değildir. Çünkü nitelik değişikliği, sıvı durumuyla gaz durumu arasındadır ve başka ara derecelerden geçmeden sıvı (ama belki molekül, molekül) gaz du rumuna geçmiştir. Yanlızca değişiklik , bütünü açısından tek bir an· da olmamış, farklı parçalan farklı anlarda değişiklik geçirmişlerdir. Dolayısıyla, çelişkinin karekteri değişmediği gibi, nitelik delişikli· ğinin biçimi de değişmemiştir. Antagonist olmayan çelişkinin neden olduğu hareket biçimine, canlı türlerinin evrimi örnek gösterilebilir. Canlılann genlerinde meydanı gelen sayısız değişiklikle, doğaya uyum arasındaki çelişkinin sonu cunda, canlı türler evrilmekte, yeni türler ortaya çıkmaktadır. Bu çe· ıişkiııin karşıtlan arasındaki ilişki, doğal denge denilen nisbi bir "u· yuma" izin v�tdiği gibı, çelişkinin çözümü de patlama değil, derece· li nitel de�şikliği biçiminde olabilmektedir. Kadın . erkek çelişkisi içinde benzer şeyler söylenebilir. Bu karşıtlar birbirlerini dıştalayan karşıtlar değildir, bu çelişkinin iki karşıtında çıkarına çözümü var dır ve bu çelişki antagonist olmayan bir çelişkidir. Çelişkinin karakteri gereği, çözümünün patlamalı ya da dereceli ni· tetik değişildiği ile gerçekleşmesi yanında, karakteri antagonist olmayan bir çelişkinin belirli koşullar altında açık uzlaşmazlık, pat· lama biçimini atabileceğine ve buna karşı karakteri antagonist olan çelişkinin de her an açık bir antagonizma biçiminde görünmeyeceli· ne dikkat etmek gerekir. Bu nedenle, antagonist olmayan bir çelişki· nin karşıtlannın "uyum" koşullan, çelişkinin karakterinden kaynaklanmayan nedenlerle bozulursa, çelişki açık antagonizma ka· zanacak fakat çelişkinin iki karşıtında "yararına"çözüınü sağlanama· yacaktır. öte yandan, örneğin proletarya ile burjuvazi arasındaki çe· lişki antagonist karakterde bir çelişkidir, ama bu, bu çelişkinin her an açık antagonizma durumunda olduğu anlamına gelmez. Bu yiiz. den prolaterya koşullar henüz kendi zaferi için uygun değilse, açık 82
antagonizmadan, patlamadan kaçınmak için taviz vermeyi tercih e debilecektir. Ama patlamadan kaçınarak, bu çelişkiyi çözmesinin mümkün olmadığını, prolaterya burjuvazi çelişkisinin çözümünün mutlaka açık antagonizmadan geçtiğini de unutmayarak. HAREKETİN DOGRULTUSU Yukanda ifade edildiği gibi, çelişki ve ürünü hareket mutlaktır, yani hareketin bulunmadığı, durduğu bir yer, ya tta -zarnan olamaz. Ama "her yokuşun bir inişi mi vardır?" ya da bir sağa bir sola salınan sar· kaç gibi, hareket bir bir yana, bir ters yana mı yönelmektedir, yoksa hareketin belli bir yönü mü vardır? Bu soru, daha örneklerin kendi· sinden cevaplandmlabilir. Dünya eğer hareketsiz, değişmez olsaydı, dünya yüzeyinde hareket eden bir cisim, çıktığı bütün yokuştan aynı miktar inerek sonunda harekete geçtiği ilk noktaya dolayısıyla aynı yüksekliğe ulaşırdı. Ama bu mümkün değildir, çünkü hareketsiz hiç birşey olmadığı gibi, dünya da hareket halindedir, değişmektedir. Kısmi bireysel gözlemle bunun bilincine varmak mümkün olmasada, yer kabuğu sürekli hareket etmekte, dolayısıyla dünya yüzeyindeki yüksekliklerde değişmektedir. Aynca dünyanın uzaydaki hareketi düşünülürse, başlanılan noktaya dönülemeyeceği başka açıdan da anlaşılabilir. Sallanan sarkaçın ise hareketini sonsuza kadar aynı şe kilde sürdürmesi mümkün değlldir. Çünkü sürtünme hiçbir zaman sıfıra indirilemez. Bu sürtünme yüzünden sarkaç sürekli , enerjisinin bir kısmını ısı enerjisi biçiminde kaybetmek durumundadır. Bu da sarkaçın gittikçe daha az yüksekliğe çıkabilmesi ve salınımının gide· rek sönmesi demektir. Bir yumurtanınyere düşüp saçılması, ama yere saçılmış yumurtanın toplanıp yumurta olarak yükselmesi ve sarkacın salınunının giderek sönmesi, ama giderek daha fazla salınmaya başla maması (dışandan harekete geçirilmesi hariç) ya da kanştırılan sıcak ve soğuk suyun ortalama bir sıcaklığa gelmesi ama bu ortalama sıcak lıktaki suyun sıcak ve soğuk su olarak birbirinden aynlmaması vb . vb. hep hareketin belirli bir yönü olduğunun, basit bir şekilde ken disini tekrarlamayıp, belirli bir doğrultuya yöneldiğinin göstergele· ridir. Bu yönelim, tek tek her hareketin kendi özgül çelişkisinden doğ makta ve özgül biçimini almaktadır. Ama bütün hareketlerin belli bir doğrultuya yönelmesindeki ortaklık, evrenin evren.sel çelişkisi olarak yukarıda sözü edilen, minimum enerji ile maksimum entropi arasın· daki çelişkiden kaynaklanmaktadır. Sistemler, hem minimum enerji durumuna hem de maksi�um entropi durumuna, yönelmektedir. çelişkinin sistemde aldığı özgün biçim, karşıtlar arasındaki özgün a· ğır.lık oranı bu karşıtları'} mücadelesinin her andaki bileşkesi sistemin
83
özgün hareketini ortaya çıkanr. Bu çelişkinin minimum enerji yönü, çelişkinin verimliliği arttıran, "düzen" yaratıcı yönüdür; maksimum entro11i yönü ise, çelişkinin karmaşıklık yaratan yönüdür. Burada, -yanlızca basit kanşıklık olarak görülmemesi gereken· karmaşıklık, mevcut durumu belirlemek için gereken etken sayısı olarak tanunla· nabilir. örneğin bir damlanın küre biçimine yönelmesi, minimum enerjiye yönelmekten dolayıdır. Çünkü küre moleküller arasındaki uzaklılm en az olduğu durumdur ve moleküller arasındaki çelişkiden doğan potansiyel enerji, aralarındaki uzaklık azaldıkça azaldıltndan, bu du· rum en az enerji durumudur.Bir kap içerisindeki gazlar birbJrlerine karışmaya yönelirler, çünkü böylece en fazla karmaşıklık ,ınakslmum entropi durumuna yönelirler.Canlı türlerin evriminde,genlerin deliş· mesi maksimum entropiye, karmaşıklığa yönelmeye,bu değişiklikler· dendoğayla uyumlu olanların kalıcı olması minumum enerjiye, ve rimliliğe yönelmeye tekabül eder. Sanayi ürünlerinin standartlaşması, verimliliğe yönelmeye, ürün çeşidinin artması da karmaşıklıla yönel· meye örnek gösterilebilir. örgütün merkezileşmesini yaratan etken· ler verimliliğe yönelmeye,taban örgütlenmesini, tabana "yayılmasını" yaratan etkenler ise karmaşıklığa yönelmeye tekabül eder. Çünkü merkezileşme, belirli bir enerji miktanyla en fazla ürünü yani en yüksek verimi sağlar; tabana "yayılmak " ise, her alana her katmana, nihai olarak toplumun her bireyine ulaşmayı, yani en yüksek karma şık.lığı sağlar. Bu çelişki.minimum enerji, maksimum entropi çelişkisi, evrenseldir. Ama bu çelişkinin varlığının tek tek her durumda mevcut olduğu· nun tesbit edilmesi, onun tek tek her durumda ne türden bir hareke· te yol açacağını kavrayabilmek için yeterli değildir. Çünkü her du rumda , bu çelişkinin alacağı özgün biçim, karşıtlarının birbirine gö· receli olarak hangi oranda ağır bastıkları, ortaya çıkan hareketin yönünü belirleyecektir. Dolayısıyla özgün hareketi bilebilmek için onu yaratan özgün çelişkiyi ve karşıtlarının her andaki bileşkelerini çözümlemek gerekecektir. Bununla birlikte, yani incelenen sürecin özgün çelişkisi yanında, çev reyle karşılıklı etkileşimi de daima göz önünde bulundunnak gerekir� Çünkü, ytikanda ifade edildiği gibi, hareket kapalı bir çember üze. rindeki hareket değil , ama belirli bir doğrultuya, yönelen bir hare· kettir. Bu doğrultuyu belirliyebilmek için süreci etkileyen bütün fak· törler hesaba katılmalıdır. Ama bu gerçekte imkansızd'ır. Çünkü dai· ma herşey, herşeyi etkilemektedir, dolayısıyla sonsuz faktör bulun maktadır. Bu yüzden incelenen süreci etkileyen önemli faktörlerin dışındakiler , dış etkenler olarak aynca ele alınmak ve onların ince •
84
!enen süreç üzerinde hiçbir etkisi olmadıtı bir dunım farzedilerelr., sürecin hareketi incelenmek zorundadır. Fakat evrenin kendisi dışın· da, dış etkenlerin etkisinin sıfır olduğu bir durum mümkün delildir. Buradan, incelenen sürecin hareketinin doğrultusunu, kendi özelllk· lerine bağlı olarak çözümlemekle birlikte, dış etkenlerin varlılınm da unutulmaması gerektiği, bu dış etkenlerin süreç üzerinde hareke· tin doğrultusuna paralel, ya da karşıt yönde etkide bulunabileceli sonucu çıkartılabilir . Sarkaç örneğinde oldutıı gibi. Sarkaçın salı· nımı sürtünme nedeniyle sönümlenmeye yönelir. Ama vunna ya da titreşim gibi bir dış etken, salınımın artmasına neden olabilir. Evrenin ise dışında hiç bir etken bulunamayacağından, hareketinin doğrultusunun dış etkenler tarafından etkilenmesi imkansızdır, top lam olarak evrenin hareketi, hep bu aynı doğrultuya doltudur. Ev· renin toplam enerjisi sabit kalmakta, ama toplam entnopisi artmak· tadır. Evrenin hareketinin doğrultusunu , ileriye doğru hareketini, bu çelişki belirlemektedir. Evreni oluşturan parçalarının hareketlerinin kaynatı da, bu çelişkinin her parçada aldığı özgül biçimdir ve bu parçalann hareketlerinin belirli bir andaki doğrultusu da, eğer parça ların kendileri ansmdaki etkileşim, belirli bir parçanın kendi özgül çelişkisinin sonucunda ileriye doğru yönelmesini yenecek kadar bü· yük, o parça üzerinde karşıt yönde bir etki yaratmıyorsa, yine bu çe· lişki tarafından belirlenir . Diğer bir deyişle, hareket daima ileriye doğrudur. Bu evrenin bütünü için mutlak bir anlam taşır, parçalan için ise nisbi olarak doğrudur. Yani parçanın üzerindeki etkenler, sıfır olarak kabul edilebilirse, ya da bu etkenler hareketin doirultu sunu tersine çevirebilecek kadar kuvvetle karşıt yönde etkide bulun muyorlarsa, parçanın hareketi de ileriye doğrudur. Aynca parçalann birer birer her biri üzerinde dış etken aracılığıyla etkide bulunarak bunlann hepsinin hareketini geriye çevirmekte mümkün delildir. Çünkü mümkün olsa, toplam olarak evrenin hareketinin geriye çevri lebilmeside mümkün olurdu, ama bu mümkün değildir. Dolayısıyla, bir parçadaki hareketin geriye çevrilebilmesi mutlaka, bu karşıt yöndeki karşıyı yapan parçadaki, dahada büyük miktarda ileriye dö nük hareket eşlik etmek zorundadır. Böylece, sonuç olarak toplam hareket ileriye doğrudur. Bu anlamda, hareketin ileriye doğru olması, tek tek parçalar için izafidir. Toplam hareketin ileriye doğru olması belirli bir parçanın, belirli bir andaki hareketinin mutlaka ileriye doğnı olması demek değildir. Beilirli özel koşullarda bir parçanın o andaki hareketi geriye doğru olabilir. Ama geriye doğru hareket, parçal,ann çoğunluğunda olamaz , istisnai ve geçicidir ve mutlaka başka parçalarda kendisinden büyük miktarda ileriye doğru hareket aynı ,anda gerçekleşmektedir. 85
Aynca incelenen belli bir süreç açısından, onun gelişmesi genellikle onu oluşturan parçaların da gelişmesi demektir. Ama bunun mutlak olarak onun bütün parçalan için böyle olması gerekmeyebilir. Hatta, sürecin bütün gelişmesinin, ancak bazı parçalannın diğerleri aleyhine gelişmeleriyle, bazı parçalarının gelişmesinin durması ya da eerile mesiyle gerçekleşebilir olması mümkündür. Bu durumda sürecin bü tününün gelişmesi, onun bütün parçalarının gelişmesi değil, aksine bazı parçalarının gerilemesi ya da yok olması anlamına gelecektir. ileriye doğru hareketin tek tek parçalar için mutlak olmaması, tek tek parçaların hareketinin daha yakından incelenmesini gerektirir. Toplam olarak evrenin hareketinin ileriye doğru olması, onun. parça larının hareketlerinin ileriye doğru olmasını otomatik olarak salla madığı için, tek tek her parçasının hareketinin ileriye veya geriye doğru olmasının koşullan her süreç için aynca değerlendlrllmelldir. Diğer bir deyişle incelenen belirli bir konuda, her değişiklik ilerleme anlamına gelmez, gerileme anlamınada gelebilir. Bu değişiklili, hare keti özgül olarak incelemek gerekir.
Bu değişikliğin ilerleme doğrultusunda olması ancak ele alınan ko nunun kendi özgül _verimlilik ve karmaşıklık çelişkisinin yönelttili doğrultuda olmasıyla mümkündür. Bu anlamda incelenen konu açı· sından ilerleme, bir yandan verimliliği, bir yandan kannaşıklılı art tırmanın mevcut koşullardaki optimumu (uyumu) doğrultusundaki değişikliktir. Verimliliği arttırma doğrultusundaki etken , iç çelişki· lerin belirli bir düzende yerleştirilmesini getirirken karmaşıklık doğrultuılındaki etken ise bu ilişkilerin daha yoğunlaşması yönünde etkide bulunur. Dolayısıyla gelişme hem düzen doğrultusundadır, hem de oluşmuş düzenin karmaşıklığı arttıracak şekilde bozulması ve ulaşılan yeni karmaşıklık düzeyine tekabül eden düzeyde yeniden kurulması doğrultusunda. Bu yüzden gelişme ne tek başına mevcut öğeler değişmeden yanlızca verimliliğin artmasıdır, çünkü bu şekil de hareketin bir yüksek biçime sıçraması mümkün değildir; ne de tek başına öğelerinin hiç bir düzene bağlı olmadan gelişmeleri, son suz ilişkilere sahip olmasıdır. Çünkü bu durumda da hareket dalılmış bir üst düzeye yükselmemiş aksine gerilemiş olur. Kumaşıklılın artması çoğu kez daha fazla enerji gerektirir. Halbuki dış etkenler sı fır kabul edildiğinde mevcut enerji sabittir. Bu ytizden ancak verimin artması, karmaşıklığın artmasına olanak sağlayabilir. öte yandan karmaşıklığın artması yeni iç düzenleme olanaklan yaratır. Böylece karmaşıklığın artmasıyla verimliliğin sıçramalı bir biçimde arttıtı yeni bir sistemin oluşması ve verimliliğin eski &istem içinde olama yacak ölçüde gelişmesi mümkün olabilir. Bu anlamda iki faktörde sıkı sıkıya birbirine bağlıdır ve birbirlerini etkilerler. 86
Yani gelişme daha gelişkin (öteleri, iç ilişkileri daha gelişkin, daha düzenli, karmaşıklığın ve verimliliğin daha artmış olduğu) yeni sis· temin eskisinin yerini alması şeklinde olur. Bu gelişme özgül çeliş· kisinin karekt.erine batlı olarak dereceli ya da patlamalı bir nit.ellk değişikliğiyle gerçekleşir. Ya artan karmaşıklıkta en yüksek verimli· lili sağlayacak yeniden iç örgütlenme , karmaşıklığın artmasına pa· ralel olarak dereceli bir biçimde gerçekleşir, ya da çoğu kez olduğu gibi bu değişiklik belirli dönüm noktalarında bir patlama biçiminde gerçekleşir, eski sistem yıkılır onun yıkıntılan üzerinde , onu oluştu ran ama şimdi daha gelişmiş olan ötelerinin daha gelişmiş bir örgüt· lenme şeklinde oluşturduğu yeni gelişkin sistem ortaya çıkar. Aynı çelişkinin gelişme açısından diğer bir görünümü , mevcudu ko· ruyan öte ile değişim öğesi arasındaki çelişki biçiminde ortaya çıkmaktadır. Burada delişim ölesi mevcut durumdan çıkılması,kar· maşıklığm artması, dolayısıyla gelişmenin mümkün olabilmesi dol· rultusunda etkide bulunurken, koruyucu öğe ise sistemin dağılmasını engelleme, dolayısıyle verimin korunması, değişikliğin gerileme şek· linde olmaması yönünde etkide bulunmaktadır. Bu çelişki, hem aynı durumda kalmamayı, hem de dağılıp yok olmamayı ve böylece de, ileriye doğru hareketi, gelişmeyi, daha gelişkin sistemin eskisinin ye· rini almasını sağlar. Bu çelişki, her gelişmede gözlemlenebilir: Bir ör· nek türlerin gelişimidir. Burada kalıtım, koruyucu öğe, mütasyon (genlerin değişimi) ise değişim ötesidir . Kalıtım, ulaşılmış olan ge lişmişliğin nesilden nesile aktanlmasını, türün korunmasını sallar, mütasyon ise türde değişikliklere yol açarak, onun gelişebilmesini mümkün kılar. üretimde, uygulanmakta olan üretim yönteminin ıe· rektirdiği iş bölümü araçlanndan iş gücünün bölünmesi, koruyucu Ö· ğe, yeni yöntemlerin araştınlması, değişim ötesidir. örgütsel hayat· ta, kurumlar, gelenekler, koruyucu öğe, özgürlükler, tartışmalar deli· şim ötesidir, vb. Bu çelişki, hareketin ulaşmış olduğu düzeyin korunarak, oradan da· ha da ileriye doğru olmasının, yani gelişmenin sağlanmasının kayna· ğıdır. özgül çelişkinin karakterinin antagonist, ya da antagonist olmayan bir çelişki olmasına bağlı olarak gelişme, patlamalı ya da dereceli bir biçim alır. Çelişkinin karakteri antagonist ise, gelişme, mevcut sistemin bir patlama ile da�ılması ve eski sistemin malzemesi üzerinde daha gelişkin sistemin kurulması biçiminde olur.Eski sistem ancak değişim öğesinin, koruyucu ötenin üstesinden geldiği anda yı· kılır. Koruyucu öğe ise, yeni sistemin kurulmasını ve korunmasını sağlar. Eğer çelişki antagonist olmayan bir çelişki ise, koruyucu öğe ile değişim ötesi arasındaki çelişkinin sürekli yeniden ve yeniden bir üst düzeyde çözümlenmesi verböylece mevcut sistemin yıkılmak hiçi· minde değil de, parça parça değişerek dereceli bir nitelik deiişiklili
i
87
ile gelişmesi, dönüşmesi mümkün olur. ister patlamalı, ister dereceli nitelik değişikliği biçiminde olsun, ge· lişme daima ulaşılmış olan hareket düzeyinin korunması ve ondan daha ileri bir düzeye sıçranması biçiminde olur. Bunu sallayan ve hareketin değişim ögesi tarafından parçalanıp atomize olmasını, ge· rilemesini engelleyen öge koruyucu ögedir. Buna bağlı olarak, deli· şimin, yatsımanın iki biçimi ayırdedilebilir: Yıkıldıktan sonra sis· temin parçalanarak dağılıp gitmesi ve karşıt olarak yıkılan sistemin üzerinde daha gelişkin yeni sistemin oluşması."Yatsımak, diyalek· tikte yalnızca hayır demek, ya da birşeyin var olmadığını söylemek, ya da onu, her hangi bir biçimde yok etmek anlamına gelmez . . . ve aynca yatsımanın tüıii , burada siirecin önce genel sonra da özel doğa· sı tarafından belirlenir. Yalnızca yadsımamalı, ama yadsımayı yeni· den ortadan kaldırmalıyım da. öyleyse birinci yadsımayı ikincisi ola· naklı kılacak ya da olanaklı bir duruma gelecek bir biçimde var et· mek gerekir . . . Demek ki şeylerin her türünün ortaya bir gelişme çı· kacak bir biçimde kendi özgül yadsınma türü vardır ve her fikir ve kavram tüıii için de bu böyledir." (F. Engels, Anti·Dühring, s.241) Bu anlamda iki tür yatsımayı ayırdetmek için kullanılan red ve inkar terimlerinden, red, mevcudun dağılarak ortadan kalkması biçiminde yadsınmasını ifade-ederken, inkar ise, mevcudun yerini daha gelişkin yeninin alması biçiminde yadsınmasını ifade eder. Yani, gelişmeyi sağlayan yadsıma, red terimi ile değil, inkar terimi ile ifade edilen bi· çimdeki yadsımadır. Engels'in sözlerinden de anlaşılacağı gibi inkar, yeniden yadsıma imkanının mevcut kaldığı yadsımadır. Dolayısı ile, gellşme,_yadsımanın yadsınması ve yeniden ve yeniden yadsınması biçiminde siirer. Bu zincirin koptuğu, yani son yadsımanın yeniden yadsımayı mümkün kılan bir yadsıma olmadığı anda, gelişme sona e rer. Elbette burada gelişmenin sona ermesi, incelenen süreç açısm dandn-. Süreç ögelerine ayrışarak, dağılıp yok olur, ama dağılmış Ö· geler başka süreçlerde yer alırlar ve ileriye doğru hareket başka SÜ· reçlerde devam eder. Toplam gelişme, ileriye doğru hareket hiçbir zaman durmaz. Yadsımanın yadsınmasının, bir bir yöne , başka bir yöne, kapalı bir çember üzerinde durmadan kendini tekrarlayan bir hareket olmadı· ğmın kavranması, hareketin belirli bir doğrultusu olduğunun hatır· lanması ile mümkündür. Dolayısı ile, gelişme söz konusu olduğunda biıbirlerini takip eden yadsınmalar bir ileri, bir geri bir tekrar hareke· ti değil her defasında daha gelişkin niteliğin elde edildiği ileriye dö· nük hareketlerdir. Her inkarda meydana gelen gelişme çok yönlüdür; bu gelişme yanlızca basit bir nicelik değişikliği değil, aynı zamanda nitelik değişikliğidir, daha gelişkin ni�liğe ulaşılmasıdır. 88
BİLİMİN GELİŞMESi Yadsımanın yadsıması biçiminde somutlaşan ve iç çelişkilerin ürünü olan gelişmenin özellikleri, evrensel bir karekter taşır. Bu özellikler, maddenin her parçası, incelenen her süreç için, geçerliliğe sahiptir. Aynı zamanda madde ve hareketin yansıması olan bilincin hareketi ve gelişmesinde de aynı özellikler geçerlidir. Bilincin ve bilimin geliş· mesi de, yadsımanın yadsıması biçiminde bir süreç izler ve iç çelişki· !erinin ürünüdür. Bilimin gelişmesinin kaynağı olan çelişki, insanın maddeyi kavraya· bilme yeteneği ile belli bir andaki bilgisizliği arasındaki çelişkidir. insan öğrenme yeteneği ile yeni şeyler öğrenir, sürekli bilmedili şey· leri, bildiği şeylere dönüştürür. Yeni öğrendikleri ise öğrenebilmesini dahada kolaylaştınr ve bilgi hazinesini giderek daha hazla genişletir. Materyalizm açısından, hiçbir zaman bilinmeyecek, erişilmeyecek kendinde şeyler yoktur, yanlızca henüz bilinmeyen, ama bilim geliş· tikçe öğrenilmesi mümkün olan şeyler vardır. Aynı zamanda da, madde sonsuz olduğu için bilgi hiçbir zaman bütün gerçekliği kav· rama noktasına bir nihai sona ulaşmaz. Yani insan bilgisi mutlak de· ğil, izafidir; sonsuz olan maddeyi giderek daha fazla kavramaya, son· suza kadar devam edecektir. Bilgi daima izafidir, eksiktir, kısmidir; mutlak gerçeğin ancak belli bir parçasını kavramaktadır. Fakat öte yandan bilginin giderek geliştiği ve mutlak gerçeğin daha büyük bir parçasını kavradığı da mutlaktır. Bu anlamda bilgi, her an eksikler ve yanlışlar taşımaktadır. Hiçbir zaman öğrenme süreci sonuna varamayacağı ve tamamlanmış bilgiye ulaşılanw:yacağı için_ sahip olunan bilgilerin tam olarak doğru olduğun· dan emin olmak mümkün olmayacaktır. Anıa bu durum, her şeyin belirsiz olması, hiç bir şeyin bilinmemesi ile eşit bir durum değildir. Tam tersine mevcut bilgilere uygun olarak uygulama ve öğrenme sü· reci gerçekleştirilecek, böylece mevcut bilgilerin biraz daha doğru· lanması, genişlemesi, netleşmesi, eksiklerin tamamlanması, yanlışla· rın düzeltilmesi sağlanacak, bu şekilde bilgi gelişirken insanlığın maddi hayatı da gelişecektir. Dolayısıyla eğer uygulanabilmek için bilgilerin doğruluğunun mutlak olarak belirlenmesi şartı koşulsa; bu şart hiç bir zaman sağlanamayacağı için, bilgilerin uygulanması ve insanlığın ilerlemesi mümkün olmazdı. Güneşin yann yine doğacağı· nı mutlak olarak bilmek imkansızdır, ama insanlık giliıeşin yann yine doğacağını kabul ederek eylemini sürdürmek zorundadır; aksi halde varlığını bile koruyamaz. Bu yüzden, insanlığın ilerleriıesi ile uyumlu felsefi bakış açısı, mad· denin hiç bir zaman büt üyle tam doğru olarak bilinemeyeceğinden .
�
89
kalkıp, maddenin tanınamayacağını, bilinemeyeceğini sawnmaya va ran bilinmezcillk değil, maddenin bütünüyle tanınabilir, bilinebilir olduğunu, bilgimizin giderek mutlak gerçeğin daha büyük bir parça· sını kfiradığmı sawnan materyalizmdir. öte yandan, bilginin her an eksikler, yanlışlar taşıyor olması, bunların düzeltilebilmesi için var olduklannın göz önünde tutulmasını gerektirir. Aksine bunlar göz ö nünde tutulmaz, mevcut bilgiler mutlak doğru olarak kabul edilirse, eksiklerinin, yanlışlarının düzeltilebilmesi mümkün olmaz. Dolayısıy la gelişmeyle uyumlu bakış açısı, şeyleri değişmez, yalıtık ve mut lak olarak ele alan metafizik değil, onları hareketleri ilişki ve çelişki· leri, izafilikleri ve gelişmeleri içinde ele alan diyalektiktir. Daha dol· ru olarak çelişkinin iki yönü, ileriye doğru hareketi sağlayan, koru yucu ve değişim öğeleri birlikte ele alındığında, gelişim ile uyumlu felsefe, diyalektik materyalizm olarak ifade edilecektir. Diyalektik materyalist yaklaşım , bütün bilimlerin gelişimiyle oldulu gibi, nmıksi-zm lerünizm diye isiniendiıilen proletaryanın ideolojisinin ge· lişimiyle de uyumludur. Proletarya ideolojisi de bütün bilimler gibi ulaşmamış, tamamlanmamıştır; sürekli eksiklerini mutlak doğruya tamamlamakta, netleşmekte , böylece gelişmektedir. Dolayısıyla önü ne çıkan ve çıkacak bütün soruların cevaplarını içinde hazır olarak taşımadığı gibi, mutlaka bazı yanlışlara da sahiptir. Ama pratik için· de önüne çıkan sorunlara yeni cevaplar verdikçe, hatalarından ders çıkardıkça, mutlak gerçeğin giderek daha büyük bir parçasını kav rayacak ve sürekli gelişecektir. Proletaryanın ideolojisi bilimsel ko minizmin, yani marksizm-leninizmin mevcut gelişmişlik düzeyi ise, bu yeni cevaplan otomatik olarak üretmemekle birlikte, doğru cevap· ların bulullllt asına yol gösterecektir. Doğru cevaplar, kominist ideolo· ji marksizm-leninnizmin ışığında, gerçekliğin incelenmesiyle buluna· cak; doğru cevapların bulunmasıda, kominizmin gelişmesini sallaya caktır. Fakat her hareket ileriye doğru olmadığı, her değişiklik gelişme an lamına gelmediği gibi her yeni cevap da doğru cevap değildir, komü nizmin gelişmesi demek değildir. Komünizm otomatik olarak doğru cevaplan üretmediğinden, gündemdeki sorunlara yanlış cevaplar verilmesi de mümkündür. Bu yanlışlar kısmi yanlışlar olarak kal.ırtma,. r� ç içerisinde düzeltilebilirler, ve komünizm gelişmeye devam ede· bılır. Ama bu yanlışlar bütünün niteliğini değiştirecek bir ölçüde o lurlarsa komünizmin gelişmesi değil, ondan sapma söz konusudur. Bundan sonra, değişme ters yönde olacak, sapma kendisi ile uyumlu cevaplann verilmesi doğrultusunda etkide bulunacak komünizm de' ğil, sapma gelişecektir.
�
Bunlara bağlı olarak kısmi noktalarda farklı cevapların birbirleriyle
90
ve komünizmle birlikte (ama süreç içinde bunlardan yanlış olanlar terkedilmek üzere) bulunmalan mümkündür. Fakat bu farklı cevapla rın, farklı çizgiler haline dönüşmeleri durumunda, bunlardan en çok biri (bunun hangisi olduğunu "mutlak olarak bilmek" imkansızsa da) komünizmle uygunluk taşıyacak, onun koşullara uygun gelişmesinin ifadesi olacaktır. Çünkü komünizm proletaryanın genel çıkarlarının bilimsel ifadesi olan ideolojidir, onun maddi çıkarlar lıiitüıliiliRin yalı· sıması olarak, iç tutarlılığa sahiptir, bir sistemdir. Dolayısıyla iki kar· şıt görüş iki farklı sistem oluşturduğu noktadan itibaren yanlızca bu nedenle bile, tek bir sistem olarak bulunamazlar demektir. Aynı za· manda da karşıt görüşler, karşıt eylemlere tekabül ettiklerinde, bu uygulamalardan en fazla biri proleteryanın çıkarlarının gerektirdiği uygulama olacaktır. Son tahlilde proletaryanın çıkarlarına tekabül e den görüşler komünizmin gelişmesini ifade ederkeı:ı proletaryanın çı karlanna tekabül etmeyen görüşlerde komünizmden saparak başka sınıfların ideolojilerine dönüşmeyi ifade edecektir. Bu anlamda ideoloji sınıfsal bir karektere sahip olduğundan, delişi minin gelişme yönünde olması ancak bu belirli sınıfsal karekterinin korunmasıyla mümkündür. Değişimin sapma yönünde olması ise, aynı zamanda ideolojinin sınıfsal karekterinin değişmesi demektir. Yani ideoloji ile sınıfsal karekter birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Ama bu ilişkininyansıma ilişkisi biçiminde gerçekleşmesi, çözümlemenin de dolaylı olmasının, farklı görüşlerin, farklı ideolojilere ve farklı sı nıfsal çıkarlara tekabül etmesinin, son tahlilde olmasını getirir.
Son derece ayrıntıya, ya da tarihsel olarak uygulamaya en uzak bir noktaya ilişkin olan görüşlerin değerlendirilmesinde, bu dolaylılık azami miktardadır. Bunlann ideolojik ve sınıfsal . karekterlerinin de ğerlendirilebilmesi için, belkide oldukça uzun bir sürecin geçmesi ee rekecektir. Temel noktalara ya da tarihe mal olmuş uygulamalara İ· lişkln görüşlerin değerlendirilmesinde ise, tersine, bu dolaylılık en a za inecektir. Bu durumda, komüniz min mevcut gelişmişlik düzeyi el· bette hiç bir zaman dotruyu mutlak olarak göstermeyecek olmakla birlikte, yine� bu görüşlerin komünizme ve proletaryanın çıkarlarına uygun olup olmadığını göstermeye yeterli düzeydedir. ömelin, Le· nin'in ve Kautsky 'nin yeni bir olgu olan emperyalizm üzerine görüş leri çatıştığında, komünizmin o ana kadarki gelişmişlik düzeyi, hangi sinin komünizme ve proletaryanın çıkarlarına uygun olduğunu mut lak olarak gösteremez ama yine de Lenin'in çözümlemesinin komü· nizmin geliştirilmesini buna karşılık Kautsky'nln görüşlerinin ise ko· münizmden aynlmayı ifade1ettiğini, dolayısıyla proletaryanın eyle· mine Kautsky'nin değil, Lenin'in görüşlerinin yolgö&termesi gerek· tiğini göstermeye yeterli �üzeydedlr.
91
Komünizmin gelişmesinin de, gelişmenin genel özelliklerini taşıdı· ğından , koruyucu öğe ile değişim öğesi arasındaki çelişkinin aldılı özgül.. .biçimden kaynaklandığı görülebilir. Komünizmin gelişmeside, bu iki karşıtın o anki koşulların gerektirdiği "uyumunun" ürünüdür. Bu uyumun olmaması, bir yana doğru bozulmuşsa, yeni sorulara ce· vap vermeyip, ideolojiyi donuklaştırarak doğmatizme, diler yana doğru bozulmuşsa da, özünü koruyamayarak revizyonizme kaymaya ama iki durumda da, komünizmden ve proletaryanın sınıf ç ıkarların· dan ayrdmaya yol açar. Doğmatizm ve revizyonizm, birincisi ilkeleri korumak adına, ikincisi, yeni koşulları değerlendirmek adına, komünizmden karşıt yönlerde saparlar. Ama karşıtlar olarak da birbirleri üzerinde birbirlerini güç· lendirici etkide bulunurlar. Bu nedenle doğmatizme ve revizyonizme karşı mücadele birbirinden ayrılmaz. Bu mücadele daima bütünlük içinde olmalı, bunlardan birine karşı mücadele, diğerine karşı müca· deleyide içermelidir. Bugün komünizmin temel ilkeleri açıkca geçer
siz ilan edildiğinden, komünizmden sapmanın ağır basan yönü, reviz· yonizmdir. Bu revizyonizmin, komünizmden ayrılmış olduğu, Marks, Engels, Lenin'in eserlerine baş vurularak gösterilebilir. Ama revizyo nizmin fiilen yenilebilmesi , doğmatizme karşı da mücadele ederek ve bugünkü yeni sonınlan, komünizme uygun cevaplar verilerek milin· kün olabilir ancak. Bu da hem komünizmin özünün, temel ilkelerinin korunması, hem de yeni cevaplarla onun değişmesi, dolayısıyla ileri· ye doğru hareketinin, gelişmesinin sağlanması demektii. Sürekli oljrak, kendinde-şeyleri ; bizim için şeyler haline dönüştüren mutlak gerçeğin daha büyük bir parçasını, bilinen gerçetin sınırları içine sokan, bilimin gelişmesinin, tarih boyunca geçirdiği bazı evre ler ayırdedilebillr. İlk kavranan bir bütün olarak, doğanın sürekli de· ğiştlği, hareket ettiği olmuştur. Bu evre esas olarak ilk çağ Yunan felsefesi tarafından temsil edilir. Dikkatlerini tek tek öğelerden çok, bunlann toplamı , karşılıklı etkileşimi üzerinde toplayan Yunan filo zoflan, diyalektiği geliştirdiler. Bilimin daha sonraki gelişmesi ise, dikkatlerin bütün içindeki parça lara yöneltilmesiyle oldu. Kabaca ortaçağdan sonra gelişen bu evrede doğadaki ayrımlann kavranması ve sınıflandırmalara gidilmesi müm kün oldu. Doğanın sınıflandınlması bilimlere ve alt dallara ayrılması, bilimin eşsiz ölçüde gelişmesini getirdi. Ama bu aynı zamanda da, şeylerin birbirlerinden yalıtık, mutlak olarak farklı ve değişmez ola· rak görüldüğü metafizik düşünce biçimini geliştirdi. Bilimin bir sonraki gelişme evresi ise, diyalektik materyalizme uygun olarak sınıflandırmaların, var olduğunu, ama bu ayrımların mutlak
92
delil nisbi olduğunun, sürekli birbiriyle karşılıklı etkileşimde bulu· narak değiştiklerlnin,belirli koşullarda birbirlerine dönüştüklerinin kavrarimuma tekabül eder. Böylece , canlılann esas olarak bitkiler ve hayvanlar olarak bölünmekle birlikte, ne bitki ne de hayvan olan çe· şitli canlıların varlıklarının ya da, kütle ve enerjinin birbirlerine dö· nüşebilmelerinin kavranabilmesi mümkün olur. Belirli bir konumun incelenmesinde de aynı evrelerin izlenmesi mümkündür. Her inceleme konusu sonsuz faktörün etkileşimi altın· dadır. Bilimsel yöntem, sonsuz faktörü aynı anda değerlendiremeye· ceği için, önce incelenen konuyu tanımlar onu sistem ve çevresi ola· rak ayırdeder. Böylece sonsuz faktörlerin önemli bir kısmı dış fak· törler olarak ayrılır ve incelenen konu çevresinden yalıtılarak onunla ya hiç etkileşimi olmadığı, ya da kontrol edilen, ölçülen belirli bir etkileşimi olduğu varsayılır. Bundan sonra konunun analiz edilmesi, iç faktörlerine aynştırılması ve bunlar arasında belirleyici unsur yada unsurların tesbit edilmesi gerekir. Daha sonra ayrıştırılan faktörlerin yeniden senteziyle koşullann, çevrenin ve sonsuz faktörün hesaba katılması mümkün olur. Bu şekilde somutun soyutta incelenmesi ve yeniden somuta uygulanması sağlanabilir. Burada da bilimlerin gelişmesinde görülen mutlak ile izafi arasındaki aynı ilişki vardır. Gerçeklik, sonsuz faktörün ürünü olduğu için onun belirli sayıda faktörle izzah edilmesi mutlak değil, izafi bir dol· ruluk taşımaktadır. Yani bütün faktörler bilinemediği, hesaba katıla· madığı için gerçekliğin mutlak olarak çözümlenebilmesi, kavranması mümkün değildir. Ama, bu, onun hiç kavranmaması demek. delildir. Onun bütün faktörleri tek tek hesaba katılamaz, ancak belirleyici faktörleri tesbit edilebilir ve geçmişi bugünü, geleceği bu belirleyici faktörlerin bir ürünü olarak ifade edilebilir. Ama üzerinde etkili olan faktörler, bu belirleyici faktörlerle özdeş olmadığı, onlardan çok daha geniş olduğu için, bu çözümlemenin belirli koşullar içinde ge· çerli olduğu, belirli esneklikleri, taşıdığı ve çeşitli sapmaların orta· laması biçiminde gerçekleşeceği de daima göz önünde tutulmalıdır. Belirleyici faktörlerin ürünü olarak gerçekliğin çözümlenmesi ile, bu çözümlemenin sonsuz faktörün ürünü olan gerçekliği bütünüyle açık· lamayacağı gerçeğinin arasındaki , koşullara uygun uyumun bozul· ması , ya tek yönlülüğe , ya da aksine çözümsüzlüğe yol açacaktır. Burada da aynı çelişki söz konusu olduğundan, sonsuz karmaşıklığın varlığının unutulması, tek yönlülüğe ve metafiziğe varacak; belirle· yici faktörlere bağlı olarak çözümlemeye gidilmemesi, çözümsüzlüğe ve bilinemezciliğe ulaşaca!ctır. Gerçekliğin pratiğe yol gösterecek . doğru çözümlenmesi , yine ancak uyumun korunması ve diyalektik materyalizm aracılığıyla �ümkündür.
93
SOSYALİSTLER AÇISINDAN KONUNUN öNEMI Yaşadığımız dönemde dünya sosyalist hareketinde, revizyonizmin egemen olmuş olması, sosyalizmin eelismesi konusunu. önemle ince· lenmesi gereken bir konu olarak öne çıkartmaktadır. Revizyonizmin , proletaryanın komünist partilerinin dönüşmesi sonucunda doğması, komünizmin değişmesi olgusuna özel dikkat gösterilmesini gerektir· mektedlr. Sosyalizmin dünya çapındaki bunalımının aşılabilmesinin en önemli koşullanndan biri, bu dönüşümlerin, değişikliklerin izah edilmesi olarak görülmektedir. Komünist partilerin revizyonist partilere dönüşmelerinin izahı,: her bir örneğin kendi içinde incelenmesini gerektirse de, bu olgudan bazı genel sonuçlar çıkartılabilir. Genel olarak bütün bu değişiklikler, ko· şullann değişmiş olduğu ve yeni koşullann yeni politikalar gerektir· eliği gerekçesi üzerine temellendirilmiştir. Acı bir şekilde defalarca tekrarlanmış olan bu gerçek, her değişikliğin ilerlemeyle, gelişmeyle özdeş olmadığını bir kere daha hatırlatmaktadır. Değişikliğin bir ge· rilemeye tekabül ettiği, komünist partilerin revizyonist partilere dö· nüşmesi örneği, koruyucu öğenin önemini vurgulamaktadır. Bu olgu, komünizmin revizyonizme karşı mücadelesinin ve kendi varhtını ko· rumasının daha fazla güçlendirilmesi gerektiği sonucunu doğunnak· tadır. Bu anlamda, komünizme , onun ideolojisine, örgütlenmesine, kurumlanna, geleneklerine sımsıkı sahip çıkılması, her türlü bozul· maya karşı korunması, savunulması son derece önem kazanmaktadır. Komünizmin korunmasının somutlanacağı bir biçim, önerilen deli· şikliğin komünizmin ilerlemesine, gelişmesine mi, yoksa ondan ay· rılmaya ve gerilemeye mi tekabül ettiğinin çözümlenmesidir. önceki bölümde ifade edildiği gibi , komünizm hiç bir zaman bu çözümleme· nin mutlak olarak yapılabilmesini sağlamayacaktır; ama yine de, komünizmin mevcut düzeyi, revizyonizmin tesbit edilmesine ve ona karşı mücadele edilmesine yeterlidir. Bunu sağlayacak olan, sonsuz faktörün arasında belirleyici olanlann yakalanabilmesidir. Bu temel· de, bir siyasetin komünizmin devamı mı olduğunu yoksa ondan ayn· lıp bir başka şeye mi dönüştüğünün tesbiti mümkün ve aynı zamanda da, revizyonizme karşı mücadelenin büyük önemi açısından mutlaka gereklidir. Komünizmin gelişebilmesi, gelişmesini koruyabilmesi, aynı zamanda revizyonizme karşı mücadelenin başarısına bağlıdır. Gelişmenin özellikleri, 12 Eylül sonrasında kendisini değerlendir· mekte olduğu için, Türkiye ve Kuzey Kürdistan sosyalist hareketinin gündeminde siyasi hareketin gelişmesi biçiminde bulunmaktadır. Sosyalist hareketin gelişmesi de, bu değerlendirmenin bilimsel yön· teme uygun olmasıyla mümkün olabllecektir. 94
12 Eylül sonra&1nda sosyalist hareketin kendisini delerlendinneslnin gündeme gelmiş olması şaşırtıcı değildir. 12 Eylül askeri diktatörlülü siyasi hareketlerin içinde faaliyet yaptıklan hemen bütUn koşullan de· ğiştirdiği gibi onlann bu yeni koşullarda yeni tavır almalarını da ııe· rektirmiştir. Daha da önemlisi, toplumsal hayatı ifade etmeyen poli· tikalar iflas ederek açık diktatörlük koşullarıoa uyum ııösterecek ye· teneği içermeyen siyasi hareketler yenilmişler, siyasi faaliyetlerine son vermek zorunda kalmışlardır. Genel olarak sosyalist faaliyetin ye· nilgisi olarak isimlendirilen bu durum, kendi kendini deterlendirme· yi, özeleştlriyi, geçmişten ders çıkarmayı gündeme getirmiştir. So· nuçlan açıkca ortaya çıkan yanlışlann, daha derinlerdeki nedenleri· nin araştmlması, böylece bu yanlışlardan annılarak doğrunun geliş· tirilmesi gerekmiştir. Hemen herkez bu çabaya girişmiş ve fakat her· kezin aynı sonuçlarda birleşmediği, aksine bu değerlendirmelerde yönelinen ayn doğrultulann belirdiği görülmüştür. Elbette bunun nedeni, son tahlilde, aynı olguya farklı açılardan, farklı sınıf perspek· tiflerlnden bakddığında, onun farklı değerlendirileceğidir. Ancak son tahlilde, farklı bak.ışlann farklı sınıflara tekabül ettijini bilmek , mev· cut andaki tartışmada han(i değerlel\dirmenin komünizmle uyum taşıdığını anlamaya yetmeyece ğinden, bunlann kominizmin geliş· mesiyle doğrudan ilişkileri içinde ele alınmaları daha fazla önem ta· şır. Bu ilişkilerin doğru bir izahı gibl, değeriendinnenin kendisinin komünizme uygun olması da bilimsel yönteme bağlı kalınmasını ge· rektirir. Bilimsel yöntem herşeyden önce, toplumsal koşullann sürekli de· ğişmesine paralel olarak, siyasi hareketin de clelişn&İDİ , gelişmesini gerektirir. Siyasi hareket değişen koşullara uygun faliyet sürdüre· bilmek için örgütsel değişiklikleri gerçekleştirirken, önüne çıkan ye· ni sorunlara verdiği cevaplarla, ideolojik-politik hattını geliştirmek durumundadır. Aynı zamanda da, sürekli gerçekleştirmiş oldulu kendi faaliyetini gözden geçirerek, bundan ders çıkartmalıdır. Böyle· ce teorinin pratikte sınanması, onun doğrularının bir kere daha dol· rulanması, yanlışlarının ise bulunabilmesi ve düzeltilmesi mümkün o· lacaktır. Bu sürekli kendini yenileyen faaliyet , her zaman gerekliyken, hem toplumsal koşullar açısından, hem sosyalist hareketin faaliyeti açısından bir dönüm noktası olan 1 2 Eylül 'le birlikte defalarca önem kazanarak öne çıktı. Bir yandan cunta koşullan incelenirken , bir yandan da yenilginin nedenleri araştırılmaya çalışıldı, 70'1i yıllar, bir bütün olarak gözden geçirilmeye başlandı. Burada bu değerlendirmelerin herbirinin ulaştığı sonuçlann komü· nizmle uygunluk ölçüleri bir yana bırakdmakla birlikte, izlemeleri ge. reken yöntemin ,gelişmenin genel özellikleri aç,ısından tartı t ılması mümkün. önce genel ol k siyasi hareketin gelişmesi ele alınırsa,
�
95
burada, koruyucu öge ile değişim ö gesi arasındaki çelişki görülecek tir. Hareketin,örgiitlenmesi, kurumları, gelenekleri, dolayısıyla huku ku, programı, tüzüğü, alınan kararların bağlayıcılığı, vb, onun sürekli· liğini-yani mevcut gelişme düzeyini koruyarak , amacından başka yönlere doğru savrulmasını, dağılmasını ve gerilemesini engelleme yönünde etkide bulunur. Buna karşılık, onun demokratik mekaniz maları, tartışma özgürlüğünün bulunması , kararların kollektif olarak alınması, seçimler, ögelerinin nisbi özellikleri, vb, onun delişebil· mesini sağlayarak, yanlışlannı düzeltebilmesini, yeni cevaplarla ken dini geliştirebilmesini mümkün kılar. İşte siyasi hareketin gelişmesi bu çelişkinin mevcut koşullara uygun dengesinin kurulabilmesini, bu karşıt öğelerin uygun bileşiminin sağlanabilmesini gerektirir. Bunun alacağı biçim, her yanlışlık iddiasının, değişiklik önerisinin mutlaka demokratik olarak tartışılması; ama bu tartışma sonuçlanıncaya, muğlaklık belirginliğe dönüşünceye kadar, bu süreç sırasında da, sta· tükonun, yani mevcu t programın , yapının, hukukun, tüzülün ko runması ve uygulanması olmalıdır. Bu dengenin bozulması ise ya o nun koşullara uyamamasına, yanlışlarını düzeltememesine ve top lumsaltabanından kopmasına, ya da perspektifini koruyamayarak ni teliğini kaybetmesine ve yine dayandığı tabandan kopmasına yol açacaktır. işte bu iki yöndeki sapmayı da, keskin bir dönüm noktası olması ne deniyle 12 Eylül 'ün gündeme getirmiş olduğu değerlendirmelerde gözlemek mümkün. Bir uç, yenilgiyi askeri teknik bir yenilgi olarak gören, hatta yenilginin mevcudiyetini dahi kabul etmeyen deterlen dirmeler. Diğer uç ise, yenilginin nedenini sosyalizmin kendisinde arayan , sosyalizmin kendisini sorgulayan değerlendirmeler. Bu nok· talara kadar ulaşan değerlendirmeler, büyük bir miktar oluşturma makla beraber, arada yer alan değerlendirmelerin bu u çlara yönelme· leri ölçüsünde önem kazanıyorlar. Sonuçta, iki uca doğru kayma da, yenilgiye neden olan anlayışların kavranamamasına, yenilginin ger çek nedenlerinin anlaşılamamasına, dolayısıyla doğrulann buluna mamasına neden oluyor. Bunlardan yenilginin yanlış anlayışlardan kaynaklandığını göremeyen değerlendirmede, değişim öğesinin ek .sikliğini, yanlışın sosyalizmde olduğu yargısına ulaşan değerlendir mede ise koruyucu ö ğenin eksikliğini tesbit etmek mümkün . Tek tek örneklerde ise değişim öğesinin eksikliği, özeleştiriden kaçınmak, kendini haklı çıkarmak, vb biçimlerde somutlanabilir. Koruyucu Ö· ğenin eksikliğinin somutlanması ise, "herşeyi gözden geçirmek", sor gulamaya, ortaya ç ıkan sorunlarla uyumsuz bir noktadan başlamak biçiminde olabilir. Bir uçta hiçbir hatanın varlığını kabul etmeyen, diğer uçta da tasviyeciliğe varan kaymalar, ağır baskı ve yenilgi ortamının yarattığı manevi bunalımla bağlantılı olarak bir uçta ma· eeracılığın, diğer uçta teslimiyetciliğin ideolojik yansunalan olarak
96
törülebilirler. Ama sonuçta birbirlerine dönüşerek bir noktada bu luşmalan da şaşırtıcı değildlr. Burada, ' 'sorgulamaya ortaya çıkan sorunlarla uyumsuz bir noktadan başlamak" kavramının pek tartışılmamış olduğu için açılması gere kebllir. Genel olarak teori-pratik ilişkisi açısından konuya yaklaşılır sa, teorinin pratikle sınandığı, yanlışlannın pratikte görüldükçe dü zeltildiği hatırlanacaktır. Ancak burada önemli olan teori pratikte doğrulanmadığı zaman, onun bütünün değil, onun doğrulanmayan parçasının sorgulanması üstelik bu sorgulamanın da teorinin geri ka lanı, yani hemen hemen bütünü açısından yapılması gerektiğidir. Te orinin sorgulanması da yine bir teori açısından yapılması gerektili gibi, böyle yapılmassa her bulunan yanlışta, herşeye yeni baştan başlamak, herşeyi yeni baştan keşfetmek gerekir ki, bu şekilde ge lişme ve ilerleme mümkün değildir. öte yandan teorininsorgulanacak parçasının tcsbit edilmesi de, açıktır ki belli bir izafiliğe sahiptir. Bu parça, teorinin yanlışlığını gösteren pratikle arasında neden sonuç i lişkisi bulunan öğelerini içerecektir. Ama bu, teorinin geri kalanının dokunulmaz kabul edilmesi demek değildir. Yanlışlığı gösteren pra tikle, sorgulanan parçasının, teorinin bütünü açısından incelenmesi, ortaya ç ıkan durumu izah edebilirse, teorinin yanlış olan parçası de ğiş tirilip yerine doğrusu konularak teorinin gelişmesi saflanabilir. Ama izah edemezse, teorinin daha üst düzeyleri de bütünlüklü bir i zaha ulaşılıncaya kadar sırasıyla sorgulanmak durumunda olacaktır. Bu şekilde, her aşamada teorinin sorgulanan parçası biraz daha ge nişlemekle birlikte hiçbir zaman da bütünle özdeş olmayacaktır. Burada teorinin bütünü deyimiyle kastedilen, insanlığın toplam bilim sel birikimidir. Ama eğer belirli bir alana ilişkin teorinin bütünü söz konusu olursa, bunun bir bütün olarak (elbette yine diğer alanlardaki teorilerin bütünü BCISlndan) SOIJ Ulanabileceği, yanlış bulunabileceli ve doğrusuyla değiştirilebileceği görülebilecektir. Yine bu konuyla ilgili olarak, bütünü oluşturan parçalann kendi içlerinde bütünlükleri olmasına paralel olarak, teorinin sorgulanan parçasının sınırlarının keyfi bir şekilde belirlenemeyeceğini, belirli bir bütünlük taşıması gerektiğini de unutmamak gerekir. Aksi takdirde tek tek bazı yanlış lar görülmekle birlikte, bunlann iç bütünlüğü kavranamayacağından köklü bir şekilde düzeltilmeleri mümkün olmayacak, dolayısıyla ken dilerini yeniden ve yeniden üretebileceklerdir. özellikle, deliştirile .cek ve yerine konulacak ıırasındJI uzlaşmaz bir karşıtlık bulunuyorsa, birbirlerini sistem olarak dıştaladıklanndan, bu değişiklilin parça parça değerlendirilmesi mümkün değildir. Sosyalizm açısından , defi· şiklik, burjuva sosyalizminin: yerini proletarya sosyalizminin alma sıysa, bu, parça parça değil aricak bir sistemin dilerinin yerini alması biçbninde gerçekleşebilir . ,� • aynı zamanda, teorinin , yanlışhjı gös-
97
teren pratikle en fazla dolrudan ilişklU noktasından sorgulanmaya başladıktan sonra, ulaşılan sonuçlara bağb olarak iç tutarlılılt salla· yacak şekilde diğer noktalannında düzeltilmesi demektir. Değişiklik, düzeltme, birbirini daştalayan sistemlerin J>irbirinin yerini alması bi çiminde olmasa da, teorinin iç tutarhlılını sallamak durunıundadır. Böylece, yanlışın düzeltilmesi ilk göriildüiü noktayla sınırlı kalmaz, bağlı olarak, teorinin başka nokta veya ilanlarda da gelişmesi sağ lanmış olur. BİR öRNEK: KURTULUŞ 'UN GEÇMİŞİNİN DEGERLENDİRİLMESI 12 Eylül yenilgisi karşısında, dolru ders çıkarabilmek için, deler lendirmenin uyması gereken yöntem yanlışların varlığının kabul e dilmesi ve bunların kaynaklandığı anlayışlann tesbit edilebilmesi ve düzeltilebilmesi için, ortaya çıkan sonuçlarla uyumlu bir noktadan sorgulamanın başlatılmasıdır. Bu dengenin iki uca doğru bozulması· nın örneğini de kendi geçmişimiz içinde, Kurtuluş hareketinin 1 2 Eylül sonrasında.ki kendisini değerlendirmeleri sırasında yaşadık. Merkez hizip önce "hareketimizin yenilmediği dimdik ayakta oldu· ğu ' ' tesbitleriyle bir uca savruldu. Hemen aynı anda da yanlışların farkına vararak, bu yanlışları içeren bütünden bütünüyle kurtulma mantığım geliştirdi. Bütün yanlışlardan bir anda arınabilmek için, üyeleri askıya alıp, yeni proğram ve tüzükle, yeni örgüt kurarak her· şeye "temiz, temiz" yeni baştan başlamak yolunu seçti ve böylece bu defada tam ters uca savruldu. Böylece sapmaların birbirini do· ğurmasınırr güzel bir örneğini verdi.
Merkez hizbin hareketimizin faliyetini, örgütlenmesini ve teorik ede· biyatında dile gelen resmi ideolojisini tasfiyeyi içeren üç yönlü tasfi· yeciliği, onun yanlışları sonuçlar düzeyinde görmesinden ama bun· ların kaynaklannı araştırmaya çalışmak yerine, bütünü yok etmeye kalkışmasından kaynaklandı. Merkez hizip herşeye sıfırdan başlaya rak, eski hatalardan bağımsız kalabileceğini sandı; halbuki bu , hare· keti başlangıç noktasına, "taş devrine" geri götürmek, üstelik ders çıkarmadığı içinde aynı hataları yeniden üretmek demekti. Hareke· tin geçmişinden ders çıkartarak bir üst düzeye gelişebileceği yöntemi ise, onun bir bütün olarak reddedilmesi değil, mevcut gelişmenin Ü· retmiş olduğu doğrular temeli üzerinde ve bu doğrular açısından yanlışların tesbit edilip, yerlerine doğruların konması, yani onun in· kar edilmesiydi. Bugün Kurtuluş örgütlenmesi ismini taşıyan örgütlenmemizin üzerin· de yükseldiği temel ise, ikinci değerlendirme biçimi, yani geçmişin 98
inkar edilmesi, olumluluklanna sahip çıkılıp olumsuzluklarının aşıl ması anlayışı oldu. Siyasi faaliyetin sürdiirülmemesinin, yenil&inin or taya ç ıkardığı sonuçlardan kalkarak, buna kaynaklık eden, proletar ya dışındaki sınıflar arasında yaygınlaşma, güç olma anlayışının kü çük burjuva, popülist karakteri tesbit ediliyor ve onun yerine, prole tarya içinde Leninist örgütlenme anlayışı benimseniyordu . Kurtuluş Hareketinin 1980 öncesi pratik faaliyetine damgasını vurmuş olan bu yanlış anlayışın tesbit edilerek doğrusunun konulması, Kurtuluşun teorik edebiyatında ağlİ' basmış olan doğru anlayış açısından ve ona sahip çıkılarak yapılıyordu . Merkez Hizibin ve örgütlenmemizin, hareketimizin geçmişini deAer lendirme biçimleri iki karşıt yönteme tekabül ediyordu . Merkez hi· zip, açık özeliştiriden kaçıyor hatta özeleştirinin gereklili�ini savu nanları atıyor, buna karşılık yaptığı gizli özeleştiri temeli üzerinde hareketi yeni baştan inşaya ·girişiyordu. Hareketi bir bütün olarak tasfiye yolunu seçtiği için de, hareketin bir üst düzeye ilerlemesini sağlamıyor, tersine başlangıç noktasına gerilemesine neden oluyor du . inkar yerine red örrteğinin seçilmesininbu örneğinde, yanlışların düzeltilebilmesi için değişiklik amacının güdüldüğü, ama koruyucu öğenin eksikliği yüzünden hareketin ulaşmış olduğu düzeyin koru namadığı görünmektedir� Burada, "eğer, hareket bütün olarak yanlış bulunuyorsa ne yapılma lıdır, bütün olarak reddedilmemelimidir?" sorusu tartışılabilir. Sosya list hareketin yenilgisinin proletarya sosyalizmi açısından dej!erlen dirilmesi, küçük-burjuva ya da burjuva sosyalizminin bütünüyle yan lış olduğu, dolayısıyla terkedilerek proletarya sosyalizminin benim senmesi gerektiği sonucuna ulaşacaktır. Küçük-burjuva ya da burjuva sosyalizmi, siyasi hareketin bütünü açısından kısmi ölçüde mevcutsa, bunun yerini proletarya··sosyalizminin alması, hareketin bütünü açı sından kısmi bir değişiklik olacaktır; ama tersine, hareketin bütünlü ğü böyle bir karekter "taşıdığı tesbit ediliyorsa elbette proletarya sosyalizmine değişme gerektiği hareketin bütünü açısındandır. Burada önemli olan, yine bu değişikliğin gerçekleşeceği yöntemin red değil inkar biçiminde olmasıdır. Bu yöntemin inkar biçiminde olması hareketin gelişme düzeyine uygun olarak, onun iç sisteminin karşıtı olan sistemin , y�ni pr-0letarya sosyalizminin, her alanda ona alternatif olacak düzeydcr sunulması, dolayısıyla proletarya sosyaliz mine değişikliğin hare�etin mevcut birikiminin ürünü olarak, nicel ve nitel en üst düzeyde &:e rçekleşmetiidir. Somut örnekte ise, bunun tersine olarak, merkez h�ip; açık bir özeleştiriden kaçtığı gibi hare ketin bütün bir birikimin) ya da daha doğrusu , ona karşı kendi alter natifini, cuntaya karşı bi) mücadele programına indirgemeye kalkış-
99
mıştır. Bu programı üyelik kriteri olarak getirmiş ve bu temel üze. rinde, yeni örgüt kurmuştur. Bu program ise hiçbir şekilde hareke· timizin teorik birikimini içermediği veya ona alternatif olrnadılı, böyle-bir düzeyde olmadığı için, merkez hizbin yöntemi inkar delil reddir. Burada elbette alternatif olabilecek düzeyden, sayfa miktarı ya da hacim kastedilmiyor; kastedilen özdür, tanımlayacak temel gö rüşlerdir. Zaten merkez hizbin programına bir göz atmak, onun cun taya karşı mücadeleyle sınırlı olduğunu görmeye yeter. Hareketimi· zin teorik birikimi ise, açıktırkl böyle bir düzeyle karşılaştınlamaz bile.
Buna karşılık, Geçici örgütlenme olarak oluşan örgütümüzün izlediği yöntem, bunun tersine hareketimizin inkar edilerek biri ki m in bir üst düzeye geliştirilmesi biçiminde olmuştur. Red değil inkar yöntemi ben imse nd i ği nden örgütsel süreklilik açısından , her şeye rağmen , merkezi örgütlenmeden ayrılmamaktan ve örgütsel birliği sağlamak tan yana olmuştur. İdeolojik olarak ise, proletarya dışında.ki sınıf ve tabakalar arasında yaygınlaşma faaliyeti ve bunun kaynaklandılı, 70
öncesi dö nem den örgütlenme ve çalışma tarzı alışkanlıktan biçimin· de taşınıp getirilen esas olarak sözlü biçimdeki teori, küçük burjuva sosyalizmi mahkum edilmiş, bunun yerine proletarya içinde Leni· nizme uygun örgütle(lDle ve çalışma tarzı benimsenerek, oluşum sü recinden itibaren de buna uygun bir pratik faliyet içinde olunmuş· tur. Demokrasi temeli üzerinde ve sınırları ve iç ilişkileri tanımlana· rak örgütlenilmiş, bütün siyasi faaliyet proletarya içersinde sürdürül· müştür. Böylece proletarya sosyalizmi açısından daha ileri bir düzeye ulaşmayı ifade eden değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Aynı anda da değişim öfesi ile koruyucu öğenin hareketin karekterinin gerektirdi· ği dengesi kurulabilmiştir. Küçük-burjuva sosyalizminin kendisi açı sından mahkum edildiği, Kurtuluş'un teorik edebiyatında ağır basan hatta da sahip çıkılmıştır.
Yukarda değinildiği gibi, sorgulanan parçanın bütün aç ısından izahı mümkün olmazsa sorgulanan parçanın daha üst düzeyleri de i çererek genişleyeceği açıktır. Kurtuluş 'un geçmiş pratiğinde ağır basan an layışın eleştirisi, pratiği ile .teorisi arasında oi:taya çıkan çelişkinin izahı, onun teorisinde ağır basmış olan anlayış tarafından yapılma· mış olsaydı, muhakkak ki, teorisi de sorgulanmak durumunda ola· caktı. Ama bunu başarabilmiş olduğu için, süreklilik korunmuş, a yırdedici, tanımlayıcı özellikte olan bu teorik hatta sahip ç ık ıl mış tır . Bu hattın korunup geliştirilmesi, çalışma proğramında ve yayınlanan hemen bütün yazılarda ifade edildiği gibi benimsenmiş ve siyasi fail· yet de bu hat doğrultusunda yürütülmüştür. Bu şekilde hareketin i· çersinde barındırdığı proletarya sosyalizminin ve ulaşmış olduğu dü· zeyin korunması, aym zamanda da, küçük-burjuva sosyalizminin tas· 100
fiye edilerek yerine proletarya sosyalizminin geçirilmesi, böylece ha· reketin bir üst düzeye gelişmesi sağlanabilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, bu ifadenin gelişmenin sona ermesi anlamına gelmediği, yanlızca belirili bir noktadaki bir sıçramaya, bu sıçramanın yönüne ve yöntem açısından biçimine işa· ret ettiğidir. Gerçekten de gelişme, ağırlıklı olarak örgütlenme ve ça· lışma tarzı açısından, örgütsel hayat ve pratik faaliyet açısından ol· muş, aynı konuyla doğrudan bağlantılı olarak, küçük-burjuva sosya· lizminin Kurtuluş 'un teorik hattında yansıdığı en önemli nokta olan 71 değerlendirmesi, özetle, 7 1 hareketinin organik ve ideolojik ola· rak, proletarya hareketi olmadığı için proleter devrimci sayılamaya· cağı ve 7 1 hareketinden ç ıkarılması gereken dersin, onunmevcut kit· lelerden kopmamak değil, proletaryaya gitmek olduğu biçiminde a· şılmıştır. örgütlenme ve çalışma tarzı anlayışı konusunda yoğunla· şan bu noktalar, eleştirinin kaba başlıklarıdır, ama onun tamamlan· mış olması demek olmadığı gibi, gelişmenin sona ermesi demekte değildir. Bundan sonra yapılması gereken küçük-burjuva sosyalizmi· nin gerek teorideki gerek pratikteki, geleneklerdeki kalıntılarının tes bit edilerek bunlardan arınılması, böylece gelişmenin sürdürülmesidir. Diğer önemli bir nokta da, geçmişin bu kalıntılarından mutlak ola· rak arınmanın imkansız olduğudur. Bu kalıntıları taşıma tehlikesin· den tamamen, mutlak olarak kurtulma isteğinin ürünü ise, redciliktir, herşeye sıfırdan başlamaktır. TKK.Kö ismini taşıyan örgütün üzerin· de yükseldiği, merkez hizibin tasfiyeciliği, işte böyle bir eğilimden kaynaklanmıştır. Aynı eğilim, Geçici örgütlenme olarak örıütümü· zün ortaya ç ıkışıyla sonuçlanan süreçte, merkezi örgütlenmenin dı· şında kalan yoldaşların bazılarında da belirmiş, o dönemde, bu yol· daşlarla, Geçici örgütlenmeyi oluşturan yoldaşların yollan aynlmış· tır.
KONUNUN KURTU L U Ş ö RGüTONDE BUGU'N KAZANDIGI öNEM örgütümüzün oluşumu sürecinde, değişim öğesi ile koruyucu öğe arasındaki denge bu şekilde somutlanmışken,aynı konu, 1 . Kongre tartışmalan sırasında farklı bir biçim kazanmıştır. l .Kongre Kararları sonucunda , örgütün resmi ideolojik-politik hattının bulunmaması diye isimlendirdiğim bir durum ortaya çıkmıştır. Sosyalist Tartış· ma'nın 1 . sayısındaki yazımda, bu durum ve bunun ne bi çimde ger· çekleştiği üzerine görüşleriD}i özetlemiştim.Bu durumu, Kurtuluş'un geçmiş teorik hattının da yanlış olduğu şeklinde görüşlerin gündeme gelmesi ve örgütümüzün o, an geçerli ideolojik-politik hattının bu gö-
101
rüşler doğrultusunda siyasi faliyet yürütülmesine izin vermemesi so nucunda, mevcut ideolojik-politik hattın yürürlükten kaldırılması ola rak gördüğümü söylemiştim. Burada ise, bu durumu neden yöntem açısıftdan yanlış bulduğumu açıklamaya çalışacağım. Açıktır ki, bu tavra , tartışmayı, değişmeyi engellemek.gelişmenin önüne çıkabilecek bir engele baştan izin vermemek gibi bir kaygı ne den olmuştur. Ama bu kaygı, koruyucu öğe ile değişim öğesi arasın daki dengeyi bozacak bir boyuta vardığı için de, kanaatimce gelişme yerine gerilemeye, örgütümüzün, resmi ideolojik-politik hattı olma yan bir örgüt durumuna düşmesine neden olmuştur.Çünkü onun biri kimi ne Kongre kararlarıyla ifade edilebilir, ne de Sosyalist İşçi "nin 1 . sayısındaki Çıkarken başlıklı yazıya indirgenebilir. Bu yüzden ör gütümüzün ideolojik-politik hattının, örgütümüzün değişiklikleriyle birlikte Kurtuluş 'un temel görüşlerini içerdiğini ortaya koymayan her durum onun ulaşmış olduğu düzeye göre bir gerileme anlamını taşımaktadır. örgütün ideolojik-politik hattının yürürlükte olması ise, onun tartı şılmasını engellemez. Tartışmayı garanti altına alan işleyişler, tüzük teki çeşitli haklar, tartışma yayın organı, vb kurumlardır. ideolojik politik hattın mevcudiyeti tartışma alanına değil, uygulama alanına ilişkindir. Bir yandan tartışılsa da, değiştirilinceye kadar ideolojik politik hat uygulanmalı, siyasi faaliyetin yürütülmesinde bağlayıcı ol malı ve eylem birliğini sa ğlamalıdır. Geçmiş zemine basmak ifadesi· de bu nedenle örgütün ideolojik-politik hattını ifade etmemekt.edir. Bu geçmiş zemin bağlayıcı olarak tanımlanmadığından, yanlızca ne· reden gelindiğini ve tartışmaya hangi noktalardan başlanacağını gös termekte, fakat kendisine uygun olarak siyasi faliyet sürdürüleceei, örgütün resmi kişiliği açısından tanımlanmış bir hat oluşturmamak· tadır. Bu anlamda, aynı geçmiş zemini mesela proletarya sosyalizmi olarak değerlendirenler de, küçük burjuva sosyalizmi olarak değer lendirenler de aynı zemine basarlar, ama bu isimlendirme farklılıeı değilse, ortak bir ideolojik-politik hatta sahip olmadıkları için ortak bir siyasi faaliyet sürdürmeleri mümkün değildir. Bu yüzden bence ör gütün siyasi faaliyetinin ortaklığını zorunlu kılan koşulu ortadan kal· dırarak, 1 . Kongre kararlan örgütün gerilemesine neden olmuştur. Böyle bir gerilemeye neden olmadan gelişmenin sağlanabilmesi, ko ruyucu öğe ile değişim öğesi arasındaki dengenin bozulmamasıyla, yani , örgütün mevcut ideolojik-politik hattının bağlayıcılığıyla yürür· lükte kalarak ulaşmış olduğu düzeyin korunması ve aynı zamanda tartışma ve demokratik karar alma araçları garanti altına alınarak değişebilmenin olanaklarının her an varolması ile mümkün olabilirdi . .Bu kısmi bir değişikliğin olduğu gibi, bütünü kapsayan bir değişikli·
102
ğin ele, inkar biçiminde olabilmesinin, ulaşılmış olan birikimin koru narak, ileriye doğru gelişebilmenin gerçekleşebileceği biçimdi. Kur tuluş 'un teorisinin de yanlış olduğu şeklindeki görüşlerin giindeme gelmesi, bu görüşlere uygun değişikliğin, örgütümii'zün ideolojik-poli tik hattının bütünüyle değişmesi biçiminde olması da, örgütiin ideo lojik-politik hattının siyasi faliyete uygulanmak açısından ballayıcı olması ama aynı zamanda tartışılması tartışmanın sonucu gerektirirse değiştirilmesiyle çelişmez. Yanhzca yukanda değinildiği gibi, ideolo jik-politik hattın bir bütün olarak tartışmaya getirilmesl ve eleştirisi nin her alanda onun altamatifini içeren bir düzeyde olması gerekir; farklılık buradadır. Bu biçimde, aynı zamanda bu değişikliğin bir ile· ri sisteme geçmeye tekabül etmesi koşuluyla, ulaşılmış olan düze yin de korunması ve bu birikime uygun bir gelişme sağlanmış olur. öte yandan bence ideolojik-politik hattın yanlış olabileceği gerekçe· siyle uygulanmaması, siyasi hareketin gelişmesine uygun düşen bir yaklaşım değildir. İdeolojik-politik hat, hiçbir zaman mutlak olma yacak, i çinde yanlışlar taşıyacaktır. Ama doğruluğundan emin olu· namayacağı düşiincesiyle uygulanmaması, siyasi faliyetin gerçekleşti rilmemesi demektir. Bu durumda geriye sadece hiçbir zaman hedefi ne ulaşamayacak olan bir mutlak doğrunun araştınlması faliyeti ka lır ki, buda diinyayı yorumlamakla yetinmek, dünyayı değiştirme fa· liyeüne girişmemekle özdeştir. Böyle bir yaklaşım bir siyasi harekete değil, bir tartışma gurubuna denk düşecektir. Siyasi hareketin tavrı i· se, siyasi faliyetini kendisine uygun olarak sürdürmesi gereken ideolo· jik-politik hattının olması, bir yandanda bu ideolojik-politik hattını yanlışların ı düzelterek, eksiklerini tamamlayarak geliştirmesi biçi· minde olmakıdır. örgütümüzün, Kurtuluş 'un geçmişteki örgütlenmesinin örgütsel ola rak doğrudan devamı olmaması, bu anlamda yeni bir örgüt olmasıda, Kurtuluş'un temel görüşlerine sahip çıkmamak için bence bir gerek çe oluşturmaz. Red değil inkar yöntemine bağlı kalmak siyasi hare· ketin sıfırdan oluşturulmasına kalkışılması değil, aksine geçmiş biri kimin üzerinde, onun olumsuzluklannın olumluluklarla değiştirilme sini ve olumluluklarının da benimsenmesini ve sürdürülmesini gerekti rir. Bu anlamda, Kurtuluş hareketinin geçmiş pratiğinde hakim olan proletarya dışındaki sınıf ve tabakalar arasında yaygınlaşma biçimin deki örgütlenme ve çalışma tarzı anlayışının ve bunun teorik edebi yattaki en önemli yansıması 7 1 değerlendirilmesinin değiştirilmesi ama hareketin diğer birikimlerinin savunulması inkar yöntemiyle uy gunluk taşır. Hareketin örgqtsel sürekliliği, Geçici örgütlenmeyi o luşturan yoldaşlann elinde olmayan, aksine mücadele ettikleri ne denlerle kesintiye uğramış , ama ideolojik sürekliliği korumaya, pra tiğe ilişkin sonuçlar çıkar�p netleştirerek ve yanlışlan değiştirilerek
103
geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu olgu, yani olu mluluklara sahip çıkılıp, olumsuzluklann yerine o lumlukıklann geçirilmesinin biçiminin kabaca somutlanm: ., siyasi hareket, örgüt aç ısından, belirli bir tartışma süreci sonucunda belir ginleşse de, bence, tek tek kişiler açısından bile, bir gerçeklik taşır. Eğer örgütsüz dahi olsak bireylerimizi dünyayı yorumlamakla yetin· meyip, dünyayı değiştirmeye girişecek bilince sahip olarak tanımlı· yorsak , her an, bu eylemimize yol gösteren, belirli noktalarını tartış sak da uygulayacağımız bir hattımız var demektir. Dolayısıyla bu hattın gelişmesi, bazı noktalarının, hatta belkide, bütününün değiş· mesi biçiminde olabilir. Ama bu hattın mevcut olmadığı bir an ol mamalıdır ve mesela bütünüyle değişmesi, eskinin yerini yenisinin al ması biçiminde olmalıdır. Burada, tabii, tam bu değişme anını tar tışmaya kalkmıyorum . Bu değişim anı, kendisi açısından bir süreçtir, ama bütün gelişimi açısından yanlızca bir andır. Benzer şekilde, bence, örgütümüzün ideolojik-politik hattını, onun tartışma süreci boyunca gündem getirdiği ve gerçekleştirdiği defişik· liklerle tanımlamaya çalışmak da, sürekliliğin korunamaması demek· tir. Bu değişiklikler, Kurtuluş'un bütününü kapsayacak,ona bütünüy· le alternatif olacak düzeyde olmadığı için ideolojik-politik hattın yanlızca bu değişikliklere indirgenmesi , Kurtuluş 'un birikiminin bir üst düzeye geliştirilememesi , aksine çok daha geri bir düzeye dlişü riilm esi, hatta ortak siyasi faliyet sürdürmeye yeterli bir hattın bu lunmaması ile eş değerlidir. Gelişme ve süreklilik konusunun, Kurtuluş hareketi örnelinde SO· mutlanabileceği diğer bir nokta, bugün bu kökenden gelen iki örgü· tün, K.ö ve TKKKö'nün, onun devamı olup olmadıkları tartışması . dır. Kurtuluş hareketinin geçmiş örgütlenmesinin tasviye edilmesi ve iki örgütün de yeni örgütler olmalan nedeniyle, örgütsel süreklilik söz konusu değildir. Elbette, çoğunluğun hangi tarafda olduğu da sorunun çözümünü vermez. Bir örgütün çoğunluğu o örgütü terk et· mişse, o örgütün devamı, örgütü sürdürenlerdir azınlıktır. Ya da, bir örgüt kendi ideolojisinden aynlmışsa, o ideolojinin sürdürücüsü, sa vunucusu , o örgüt değildir; örgütün dışında, o ideolojiyi savunanlar varsa onlardır. Dolayısıyla sorunun çözümü ideolojiktir. Bu açıdan, Kurtuluş örgütünün, Kurtuluş 'un resmi ideolojisinin, teorik hattının bir gereği olarak, proletarya içinde Leninizme uygun örgütlenme ve çalışma tarzını savunması, Kurtuluş'un geliştirilmesine tekabül et· mekte ; buna karşılık, TKKKö'nün, Kurtuluş'un temel görüşlerine aykırı olarak, anti faşist görevlerin belirleyiciliğini benimsemesi ise, onun, Kurtuluş'tan sapması anlammı taşımaktadır. Bunlar daha be· lirgin olarak tesbit edilebilen öğeler olmakla birlikte, TKKKö 'nün
104
anti faşizm diye isimlendirilebilecek sapmasının bütünü açııır Urleyici önemde olup olmadığı ve Kurtuluş örgütünün ideolo. tik hattının uygulanamaması durumu gibi öğelerin hesaba k ise, sorunu karmaşıklaştıracaktır. önemli olan, bu ayrımın, i nin geliştirilmesi ya da ondan sapılması açısından, yapıl: mümkün ve aynı zamanda da gerekli olduğudur.
SON SöZ Yazıyı bitirirken bir noktayı vurgulamak istiyorum. Bu yazı ç sinde, "Kurtuluş'un geçmiş teorik hattının doğru mu, yanlı� duğu" tartışmasına hiç girmiyorum. Yanlızca, böyle bir tarı izlemesi gerektiğine inandığım yöntemi savunmaya çalıştım. bu konuda Kurtuluş örgütü, ! . Kongre kararları Ue bir hata ve inkar yerine red yöntemine sapmıştır. Yöntem açısından ı hata, nelerin tartışıldığı konusundan bağımsızdır. Dolayısı) tışmalar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın ortadan kalkmış olmı tır. Bu yüzden, örgütümüz bu hatanın bilincine varmalı, ve özı sini yapmalı görüşündeyim . Gelişmenin doğru yöntemine, örı zün oluşumundaki gibi sahip çıkılması, gelişmenin bir koşulu gelişme yönünde etkide buhınacaktır.
•
• •
YENI GUN YAYINLARI
2.00 DM 2.00 Gulden
5.00 FF
.50 pence
isteme adresi : . Box: 5737, London WClN 3XX, INGILTERE
BM
105
r. kasırn'a kısa bir cevap recep gök1rmak
R. Kasım yoldaşın Dergimizin geçen sayısında yayınlanan " 1 . Kon gre Kararlan ve Yayın Politikamız" başlıklı yazısından sonra bu sayı mızda ikinci bir yazısı çıkıyor. "Gelişme ve Tasfiyecilik " . Her iki ya zıda da yoldaş aynı iddiayı tekrarlamakta: örgütümüzün 1 . Kongre sindeki bazı kararlar yanlıştır, düzeltilmelidir. Yoldaşın bu sayıda çıkan yazısı uzun uzun metod anlatmakla başlı· yor ve sayfalar sonra asıl sorunu olan ' 'Kurtuluş'un Geçmişinin De· ğerlendirilmesi' ' başlığına geliyor. Yoldaşın metod üzerine söyledik· leri üzerini çok şey söylenebilir. Yazısı önemlice felsefi yanlışlıklar taşımaktadır. Ancak, bence Sosyalist Tartışmada metod üzerine tartışma yanlış birşeydir. Hangi metodu izlemek gerektiğinden çok, uygulanmasını istediğimiz metoda göre eleştirilerimizi ve önerilerimi· zi tartışmak ve böylelikle metodumuzu soyut ve didaktik bir biçim· de anlatmak yerine somut pratik içinde sınamak daha doğrudur. Bu nedenle, ben, bu kısa yazımda yoldaşın metodu ve felsefe hatalarını onun yöntemi ile göstermek yerine, yani metod tartışmak yerine, ge çen sayıdaki yazısında ve bu sayıdaki yazısının ikinci bölümünde öne siirdüğü, örgütümüzün 1 . Kongre Kararları'na llişldn görüşlerine ve bu arada yoldaşın bazı yanlış kavrayışlarına da değineceğim.
Yoldaş, ' 'Genel olarak teori-pratik ilişkisi açısından konuya yaklaşı lırsa, teori pratikte sınandığı, yanlışlannın pratikte görüldükçe düzel· tildiği hatırlanacaktır. Ancak burada önemli olan, teori pratikte dol rulanmadığı zaman, onun bütününün değil, onu doğrulanmayan par çasının sorgulanması, üstelik bu sorgulamanın da teorinin geri kalanı,
106
yani hemen hemen bütünü açısından yapılması gerektiltdlr" diyor. Şimdi, bizim, Kurtuluş Hareketi içinde Tasfiyeci Merkez Hizib'in ih· racı ile karşı karşıya geldilimiz noktadan itibaren yaptıklanmıza bir bakalım. Bilindili gibi, Kurtuluş Hareketi içindeki bölünme bir komitenin tar· tışılmasını lstedili bir yazısının ortaya çıkması ile başladı. Komite, yazısmda geçmişin deterlendirllmesl gerektiğini belirtiyor ve tartışıl· masmı istediği bir liste yayınlıyordu . Bu yoldaşların tartışmayı baş· latma biçimleri yanlıştı; Onlar, teorinin bütününü değil, tek tek tüın ögelerini, tüm açılımlarını sıra ile tartışmayı istiyorlardı. Bunun bir nedeni yoldaşların teoriyi bir eklektik yapı olarak görmeleriydi, di· ğer yandan ise Kurtuluş 'un teorisinin eklektik yapısına teslim olma· larıydı. Doğrularla yanlışlar iç içe girmiş olduklan için, yoldaşlar, doğru larla yanlışları bir arada tutan zamkı, yani R. Kasım 'ın deyi· miyle "çizgiyi" göremiyorlardı, gerçekte onunla hesaplaşmak gerek· tiğini anlayamıyorlardı . Bölünmenin temellerini atan ikinci olay ise gene hatırlanacatı gibi di· ğer bazı yoldaşların örgütümüzün pratiğini, &iyasal faaliyetini eleştir· meye başlamaları ve ihraç edilmeleridir. Bu olaydan kısa bir süre son· ra ihraç edilen, tasfiye edilen yoldaşların bir kısmı Geçici Komite a· dıyla bir araya geldiler ve başlatılan eleştiri kampanyasını geliştirdi· ler. Bu yoldaşların başlattıkları ve Geçici Komite'nin daha düzenli o· larak devam ettirdiği eleştiri esas olarak pratiğin , yani siyasal tutum· lann eleştirisinden yola çıkıyor ve geçmiş örgütlenmemizin teorik görüşleri ile karşı karşıya geliyor ve doğal olarak onlarla da hesaplaş· maya çalışıyordu. Daima tekrarladığımız gibi Geçici Komite'nin baş lattığı iki tartışmadan biri Tasfiyeci Merkez Hizib'in uygulamalan i· di, böylelikle örgüt üzerine, örgütlenme anlayışı üzerine tartışmaya başladık. İlk kaba, basit tartışma , daha çok tüzük, örgütün var olan kurallarına ilişkin tartışmalar giderek örgüt anlayışımızın gelişmesine neden oldu. Tuttutumuz yol geçmiş örgütlenmemizin örgütlenme Ü· zerine söylediklerini red etmek, tamamiyle bir yana itip, yeni, yep yeni görüşler bulmak, keşfetmek olmadı. Tam aksine, önce, tartışma tüzük, pratik tutumlar üzerine olduğu dönemde biz Geçici Komiteci· ler TaSfiyecllere karşı örgütün eski literatürünü hatırlatmaya çalıştık, ancak bu arada tartışma (tek taraflı, yani sadece kendi aramızda, Tasfiyecilerin katılması olmaksızın) devam ettikçe yavaş yavaş ör· gütlenme üzerine daha gelişkin görüşler geliştirmeye başladık ve gene yavaş yavaş örgütlenme üzerine söylediklerimizle diler sorunlar üze. rine söylediklerimiz, ve' yaptıklarımız arasında bir belirleyici "çizgi" olduğunu görmeye başladık ve dotaı olarak bu belirleyici "çizgi" ile çatışmaya başladık . örgütlenme sorununda, ve, diler sorunlarda. .
;.
107
Aynlık sırasında ilk ortaya çıkan ikinci tartışma konusu geçmiş bir· !eşik Kurtuluş örgütlenmemizin,o günlerin terimi ile, "güç olma anla· yışı" ile . tartışmaktı. Bu anlayış Tasfiyeci Merkez Hizip tarafından, veya -daha ihtiyatlı davranırsak onun bir kısmı tarafından, kendi de· yimle-' ile, "mantıki sonuçlarına kadar götiiriilmeye" başlandı. Do· !ayısıyla tartışma gene siyasal bir tutumdan, bu siyasal tututmun ele alınmasından başlandı. İlk tepki son derece basit, pratik oldu. "Güç olma anlayışına" karşı çıkıldı. Ama bu ilk açılım en kısa zamanda bi· zi örgütlenme sorununuda birlikte tartışmaya götürdü. Bir yandan hareketin geçmiş pratiğinin popülist karakterini ortaya çıkarmaya başladık, bir yandan ise bu popülist karakt.erin öne sürdüğü, uygula· dığı örgüt anlayışı ile tartışmaya başladık, bu arada bir başka tartış· ma bu iki sorunun bir bileşkesi olarak ortaya çıktı: İkamecilik. Göriildüğü gibi, Geçici Komite örgütlenmesinin ayrılık boyunca ve aynldıktan sonra üzerinde yürüdüğü tartışma hattı tam anlamı ile pratiğin , siyasal gelişmelerin zorlaması ile oldu . Bırakalım ağır bir mağlubiyet koşulu yaşamakta olmamızı ve bu nedenle mağlubiyetin teorik nedenlerinin bulunmasının gerekliliğini, biz daha basit, daha pratik olan önümüzdeki siyasal sonuçlardan yola çıktık. Ve bu arada daima mağlubiyetin teorik nedenlerinin araştırılması gerektiğini U· nutmadık. R. Kasım yoldaşın yukarıya aktardığım paragrafına dönersek tam da yoldaşın önerdiği yöntem izlendi. Teori-pratik ilişkisi nedeniyle ön· ce pratikten yola çıkıldı. Zaten tersi akademisyenlere ait bir tutum· dur. Karşımıza dikilen siyasal tutumları ele aldık ve tartışmaya baş· ladık. Yoldaşın önermesinden farklılığımız onun tutuculuğu içinde kalmamış olmamızdır. Dergimizin alt başlığında belirttiğimiz gibi eleştirimizin kendi sonuçlarından ve de var olan güçlerle düşeceği çelişkiden çekinmeden tartışmaya başlamamızdır. Yoldaş "teori pratikte doğrulanmadığı zaman bütün değil, doğrulanmayan parça· sı sorgulanmalıdır" diyor, tam da böyle başladık ama tutucu davran· madığımız için gördük ki parçanın eleştirisi, parçanın tartışılması mevcut siyasal durumu açıklamıyor. Mevcut siyasal durum askeri diktatörlük karşısinda gerek proletarya hareketinin . gerekse küçük burjuva sosyalist hareketinin darmadağın olması, belki de atomize olmasıdır. örgütümüz özelinde, Kurtuluş Hareketinin de benzer bir sonuçla karşı karşıya gelmesi, dağılması, atomize olması, tasfiyeci· !iğin ortaya çıkmasıdır. Bu siyasal sonuçlar karşısında sadece "ih· raçların tüzüğe aykırı olduğu", veya Tasfiyeci Merkez Hizib'in Kur· tuluş Sosyalist Dergi'lerde çıkmış olan yazılardan bazılannda ifade edilen "demokratik merkeziyetçilik" üzerine olan görüşlere ters davrandığını söylemek yetmiyordu. Bunları söylemeye başlayınca, yani eleştiri başlayınca, sonuçlan, bizi her tartışmaya başladıtımız
108
(siyasal sonuçlan nedeniyle) sorunun altında bütün bu noktalan bir· birine bajlayan belirleyici bir "çizgiyi" hedef olarak gösterdi. Eleş tirimizin sonuçlanndan korkmadığımıza göre de bu belirleyici "çiz· gi" ile hesaplaşmaya girişmekten kaçınmadık. Dolayısıyla karşımıza çıkan "doğrulanmayan parçadan" başladık ve belirleyici "çizgi"ye uzandık. örgütümüzün çeşitli yayın organlannda ortaya çıkan çok sayıdaki yazı bu nedenle esas olarak bu belirleyici "çizgi" ile hesap laşmaktadır. Bu tutumumuzla yoldaşın düşündüğü gibi "herşeye yeni baştan mı başladık ?" Açık ki hayır. Her şeye kaldığımız yerden devam ediyo· ruz. Başka türlü olması zaten mümkün değil. Bir yandan geçmişi tar· taşıyoruz, belirleyici "çizgisinin" yamukluğunu doğrultmaya çalışı· yoruz, ve kanunca bunu büyük ölçüde yapmaya başladık. Bir yandan ise geleceği inşaa etmeye çalışıyoruz, yani siyasal tutumlar alıyoruz. Bu yeni siyasal tutumlanmız geçmişten çıkarılan derslerin üzerine inşaa oluyor. Bir yandan örgütümüzün belirleyici "çizgisi" olan popülizmle müca· dele ediyoruz, onun tamamlayıcısı olan ikamecilik ve sonuçlan ile u ğraşıyoruz, diğer yandan ise bu çizginin temel direği olan ve ulus· lararası bir boyutu olan "resmi sosyalizm"le çatışıyoruz. Şu anda kabul etmek zorundayız ki kendi somut koşullanmızın bir ürünü O· lan popülizme, ikameciliğe karşı oldukça yol almış olmamıza, esas olarak rotamızı doğrultmuş olmamıza rağmen, başlattığımız eleşti· rilerin bir sonucu olarak karşımıza bir tartışma sorunu olarak çıkan "resmi sosyalizme" karşı aynı ölçüde yol alabilmiş değiliz. "Resmi sosyalizmin" hareketimiz üzerindeki etkileri ile geniş kapsamlı bir mücadeleye girmiş değiliz. Açık ki, bu mücadele bir an önce başla· malıdır. R. Kasım yoldaşın teoriyi kavrama biçimindeki hata da onun Kongre kararlarımızı kavrayamamasına neden olmaktadır. Yoldaşa göre "te· ori " , kendisinden dahaküçük parçaların birleşiminden oluşmaktadır. Adeta, aritmetik bir toplamdır. Bu nedenle, pratikte, yani siyasal mü cadelenin bir aşamasında, bir alanında "teori" bize doğru adımı attır· mayınca yapılması gereken teorinin o alana ilişkin "parçasını" ele al maktır. O "parçadan" yukarıya doğru tırmanmak mümkündür. örne· ğin Kurtuluş'un 71 değerlendinnesi R. Kasım 'a göre genel teori için de bir parçadır ve Geçici Komite bu parçayı ele almış, onu eleştir· miş ve "aşmış"tır. Burada önemli bir sorun yatıyor.
7 1 eleştirimiz , popülizmin çeki dü·
zene sokulmasıdır, ama esas olarak korunmasıdır. 71 eleştirimiz her hangi bir siyasal olay kaFş ısındaki eksik tutumumuz, yanlışımız de·
109
fil, tüm dünyayı kavrayıştaki, yani, genel teorideki çarpıklığımızın bir ürünüdür. Genel teorideki bu çarpıklığa ek olarak literatürümüzde bazı ��nularda dofnı tezler ileri sürmüş olmamız ise hareketin genel "çizgisini" değiş tirmeye yetmemiştir. Aynı şekilde, popülizmin ve "resmi sosyalizmin" bir ürünü olan ikamecilik te gene bazı konularda ki doğru/doğruca tezlerimizin siyasi yaşamda çarpılmasını sağlamış tır. Buna karşılık, marksisit bilim açısından doğru/doğruca tezleri· miz ise popülist, ikameci "çizgi"nin, "70 öncesi dönemden örgütlen me ve çalışma tarzı alışkanlıkları biçiminde taşınıp getirilen ( . . . ) küçük burjuva sosyalizminin ' ' siyasal davranışlanmızı yönlendirme· sine engel olamamıştır. Bu durumda nasıl oluyor da marksizm açı· sından doğru/doğruca teorik parçalar,slyasal pratiği belirleyememe sine ve yanlışları geri itememesine rağmen hala ' 'belirleyici ' ' olabili· yorlar ? Bu karışıklı�ın cevabını bulabilmek mümkün değil. Sadece R. Kasım yoldaş gibi "inançlı" olmak gerek. Marksist-leninist örgüt siyasal kararlarını alırken marksizmin bilimi kendisine yol gösterir. Ancak, bir sosyal bilim olarak , marksizm bir formliller yığını olmadığına göre, onun parti tarafından bir kollektif yorumu siyasal tutumu saptar. Siyasal karann yaşama geçirilmesi ise partinni pratiğidir. Eğer siyasal karar/tutum ve onun pratiği yaşama, sosyal olaylann gelişimine cevap veriyorsa, o takdirde sorun yoktur. Yok e ğer cevap venniyorsa o takdirde ise ya karann uygulanışında, ya da karann/tutumun kendisinde bir hata vardır. Uygulamadaki ha· ta gene pratik bir sorun olmasına rağmen, karann batası önce siyasal, ardından ise teorik bir sorundur. Siyasal tutumlan anlık ve devrevi o· tarak ayıredebiliriz. İkincisi birincisine oranla açıktır ki daha ciddi bir teorik yanılgı taşımaktadır. Anlık bir hatanın da ciddi bir teorik yanılgı taşıması elbette ki mümkündür. örneğin; "1 Mayıs 1979 Yol Ayrımımız " gibi. (Bakınız Soı;yalüıt işçi, sayı :l4, '1 Mayıs 'da Hatırla dıklarımız ', L. Karadeniz.) Devresel bir hata ise örneğin; Kurtuluş'un örgütlenmesi, çalışma alanı olarak fiilen seçtiği sınıflar, anti-faşist mücadelesinin sınıfsal karakteri, vs.dir. örgütümüz açısından hemen , hemen tüm yaşamımızla eşit olan, ve tüm siyasal tutum alışımız olan böylesi siyasal adımlar, açıktır ki ciddi, belirleyici teorik hatalann Ü· rünüdürler. Doğru bir belirleyici teorik "çizgi"ye rağmen yıllar süren popülist bir pratik, (üstelik edebiyatımıza da ginniş teorik açılımları ile birlikte düşünülmelidir) poülist bir örgüt yapısı ve ikanıecilikle do· nanmış bir faaliyet tarzı, çeşitıi yanlış siyasal tutum alışlar birbirleri· ni red ederler. özetlemarksist olmayan "çizgi" genel teorinin bir parçası değil, o· nun belirleyici yanıdır. Peki, bunlan söylemekle geçmişimizin (sade· ce Kurtuluş'un değil, öncesinin de) tüm birikimini1 red mi etmekte· yiz . Kesinlikle hayır. Ancak burada bir noktayı derhal belirtmek ge110
ıekir. Kurtuluş'un gerek teorik edebiyatı, gerekse siyasal geçmişi,
marksizmin zentinlill içinde son derece küçük, önemsiz bir yer it· gal eder. işte bu noktayı unutmadan, biz, gerek tüm teorik açılımla· rımızla, gerekse de bunların siyasal ifadeleri olan Kongre Kararları· mazla başlanııç noktamız olarak Kurtuluş'un birikimini seçtik, onu kendimize ' 'zemin ' ' olarak kabul ettik.
Kurtuluş 'da kendisine THKP-C 'yi "zemin" olarak seçmişti. Bu , iradi delil doğal bir seçimdir. Ancak Kurtuluş THKP·C'nin "çiagi"slni red etmedili için üzerinde yilkseldili "zemin"e bazı yeni, dofru mark&ist eklemelerde bulundu, aynı "zemin"i göreceli olarak daha doiJu bir eleştiriye tabii tuttu, fakat sonunda THKP·C'nin belirleyici çizgisi ile çatışmadığı için onun gerçekten bir devamı oldu. THKP·C Kurtulut için "ayrılmak zorunda olduğumuz, aynlamadıiımız" bir harekettir. Ama bu kez ayrılmakta kararlıyaz. R. Kasım yoldaş Kongre Kararlarındaki bu ' 'zemin' ' terimini de eleş· tirmekte ve böylece "ideolojik-politik bir hattan mahrum kaldık" de· mektedlr. Yoldaş bu noktada da "teoriyi" yanlış kavramaktadır. Teori "ideolojik-politik hat" delildir. Teori, marksist teori, bilimsel sosyalizm bir yöntemdir. Bize dünyayı kavrayışın sosyal bilimler a· çısmdan da yolunu gösterir. Onu kavrayışdaki dolrululumuz ölçü· sünde ise aldığımız siyasal tutumlarla hayatı çözümlemeye ve yön· lendirmeye çalışmz. Bu nedenle doğru, ya da yanlış, teori, daima ' 'zemin' 'dir. O ' 'zemin' ' üzerinde ise pratik, siyasal kararlar alınır. Sl· yasal karar, örgütün marksizmi kollektif kavrayışının kristalleşmiş bi· çimidir. Bağlayıcı olan odur. Hiçbir örgüt işe başlarken, veya varhlı· nın herhangi bir noktasında, sosyal yaşamın tüm sorunlarına cevap veren bir reçeteler dizisine sahip değildir. Burada reçeteler, kongre, Merkez Komitesi gibi yetkili organların aldığı siyasal kararlardır. Bir örgüt, sınıfın hareketinin her koşulunda bilimsel sosyalizmi kavra· mışlığı ölçüsünde doğru ya da yanlış kararlar alır. Eğer yanlış adım attıysa, önce siyasal karannı, onun bir sonucu olarak ise sosyalizmi kavrayışını gözden geçirir. eleştirir. Bu, elbette ki her hatanın ardın· dan tüm anlayışının, tüm teorisinin eleştiri süzgeçinden geçirilmesi demek değildir. Kasım yoldaşın ifadesi ile "parça" doğal olarak ilk olarak ele alınır. Ancak hiçbir zaman bütünle olan ilişkisi, yani tüm sosyalizm anlayışı ile "parça" arasındaki ilişki gözden kaçırılmaz . Dolayısıyla özeleştiri mekanik bir sorun değildir. "Parçadaki " hata .daima bütün aç ısından ele alınmak zorundadır, yoksa, bir "parçayı" düzeltip sonra bütün iç indeki yerine oturtmakla olmaz . Böylesi bir yöntem bana biraz arabanın motorunun tamirini hatırlatmakta ! Kongre Kararlarımız ve tiim tıdebiyatımız bu yönteme uygundur. Ge· rek geçmiş teorik birikimimiz, gerekse halen üretmekte olduğumuz
111
görüşler örgütümüz için teorik bir zemin oluşturmaktadır. Bu zemin siyasal kararlanmızın şekillenmesini sağlamak tadır. R. Kasım yoldaş için ise teori bağlayıcıdır. Çünkü teoriyi adeta gene aritmetik olarak kavramakta ve siyasal kararlarla karıştırmaktadır. Bu nedenle örgütümüzün politik hattınınkalmadığını sanıyor,ve bu nedenle yazıların imzasız olmasını istemektedir. Madem ki teori eşit· tir siyasal kararlardır, öyle ise tüm örgütün imzasını taşımalıdır. Dün· yada böyle bir tutumun örneği yoktur. Yoktur çünkü, teorik açılım· lar bireysel ürünlerdir. Bu nedenle bireylerin imzasını taşımak zorun· dadır. Bireysel olduklan için bağlayıcı değil, yönlendiricidirler. örgü tü bir siyasal karar alışa yönlendirirler.
Teori oylanmaz ! Teori . yani bilimsel sosyalizm, çeşitli örgüt yazar· lannca sosyal olayları ve karşımıza çıkan her türden sosyal siyasal sorunu çözmek için yorumlanır. Bilimi doğru kavramış olanlar dol· ru, yanlış kavrayanlar ise yanlış yorumlar getirir, yanlış siyasal öner· melerde bulunurlar. örgüt, kollektif irade ise doğruyu yanlıştan ayı· rıp kendisine siyasal karar olarak kabul eder ve uygular. Dolayısıyla , bilimsel sosyalizm daima bir zemindir. ·
Teoriyi bağlayıcı görmek R. Kasım yoldaşda teoriyi daha küçük teori parçalarının adtmetik bir birleşimi olarak görmekle birleşince altı çizili bir dogmatik tutum ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, Kasım yoldaş kendi marksist bilgilenmesi çerçevesinde kendisine ait olan görüşleri örgütün, yani bir kollektif oluşumun bağlayıcı görüşleri o· lara.k ileri sürmektedir. Oysa gerek Kurtuluş Sosyalist Dergilerdeki yazarlan belirsiz ama gene de bireysel yazılarda, mevcut örgütlenme· mizin yayınlarında çıkan imzalı yazılar da bizim için sadece ve sade· ce siyasal karar alışlanmızı yönlendirmektedirler. Bundan öteye bir işlevleri yoktur, olamaz . Bilimsel sosyalistler için bir Kuran-ı Kerim yoktur. Kaldı ki Kuran dahi tefsir (yorum) edilmektedir. Oysa din, körü körüne inanç üzerinde yükselen bir doktrindir ! Son olarak, R. Kasım yoldaşın " koruyucu öge"si üzerine bir · iki not eklemek gerek . Yoldaşın "koruyucu öge"si "komünizm ideolojisi, örgütlenmesi, kurumları, gelenekleri"dir ve bunlara sımsıkı sarılmak gerekir. "örgütlenme, kurumlar ve gelenekler, dolay115ıyla hukuk, program, tüzük, alınan kararlann bağlayıcılığı" hareketin &ilreklilill· ni, mevcut gelişme durumunu korur. Eğer örgütte tartışma varsa, ' 'bu tartışma sonuçlanıncaya, muğlaklık belirginliğe dönüşünceye kadar, bu süreç sırasında da, statükonun (abç), yani mevcut progra· mm, yapının, hukukun, tüzüğün korunması ve uygulanması' ' gerekir. Yoldaşın bu önermeleri içinde ciddi yanlışlar vardır. örneğin "ko·
1 12
munazmin kurumlan, örgütlenmesi, gelenekleri" olmaz, bugünden komünizmin kurumlannı, örgütlenmesini, geleneklerini hayal etmek sadece ütopyalar kurmaktır. Komünist partisinin, uluslararası komü nist hareketin örgütlenmesine, kurumlarına, geleneklerine vs. gelince, bütün bu siyasal tutumlar sapmalara karşı korunabilir veya terk edile· bilir. Bir - iki basit ve çok bilinen örnek verirsek; RSDJP'in, 1. ve il. Enternasyonallerin terk edilmesi gibi. Narodnik geleneğin reddedilmesi gibi. örgüt, onun kurumlan, kuralları, gelenekleri hep siyasal olıular· dll'. Siyasal tercihler sonucu kurulurlar, siyasal gelişmelerle şekillenir ler ve yok olabilirler veya terk edilebilirler. Kendi yakın geçmişi· mizde,bizler de,aynlık sırasında, böylesi deneyler yaşadık. öte yan dan, "hukuk, program, tüzük" gibi olgular ise mutlak olarak koşul larla birlikte değişmek, gelişmek zorundadırlar. Tersi halinde, orta da mutlak olarak son derece çarpık bir durum vardır. Burada yoldaşın "statüko"ya bağlılığı doktriner bir hukukçuluk, muhafaza etme çabasıdır. Tek başına "statükonun korunması"nı is temek bile oldukça ciddi bir sorundur. Komünistler genel bir elllim olarak yoldaşın korunması gerekir dediği tüm kurumlara karşıdırlar. Elbette komünistlerin bu tutumu ile anarşistlerin kurum tanımazlılı arasında da kesin bir fark vardır ancak komünizmi tutuculula indir· gemek, din gibi bir doktrin halinegetinnek terk edilmesi gereken va him bir tutumdur. Komünist örgüt, bilimsel sosyalizmin teorisi ile yönlenen siyasal bir adımdır. Kapitalizm ve onun her türden anti·komilnist, anti-bilimsel kurumlan ve gelenekleri ile çevrilidir. Bu nedenle, R. Kasım yoldaşın tezlerinini tam tersine, statükoya karşı ç ıkmak , hukuta, tiizü k vs.'ye daima geçici olarak bakmak zorundadır. Bütün bunlar nihai olarak yok etmek için çalıştığımız olgulardır. Komünist parti için "koruyucu öge" kurumlar, hukuk, statüko, tü· zük vs. değil, komünizmin bilimselliği ve örgütün gönüllü bir birlik olmasıdır. Bilimi kavramış bir örgüt veya onun bir parçası için siya sal kavramlar olan örgüt tüzülü, kuralları vs. daima ikincildir. Oluşan yeni siyasal duruma göre karşısında veya yanında tavır alınabilir. örneğin TKKKö1ü Tasfiyeciler ' 'merkez konferansından' ' sonra bazı Geçici Komitecileri örgütlerine '' geri çağırdıklarında" R. Kasım yol daşda dahil hiçbir Geçici Komiteci bu çafmya uyulmasında tered· düt etmedi.Teorik görüşlerimize ve siyasal tutumumuza güvendiği· miz ve siyasal çıkarlar gördütümüz için ne TKKKö 'nün ne de Geçici Komite'nin kurumlanna, geleneklerine, hukuğuna ve 'nizüiüne uy· gun olmaınasma raAmen "ieri çatınlan" yoldatlar TKKKö 111fla · rında da faaliyete başlad ar. Ama karşımızda "statükoyu" korumak·
�
118
tan yana olan ve ' 'statükoya itaat etmemizi" isteyen dinsel bir dok trin vardı ve ' 'statüko' ' adına hepimizle ballar bir kere daha koptu.
örgütümüz o gün, marksizmin dolru önermeleri ile doğru bir siyasal
adım attı. R. Kasını yoldaş da bu adımın bir parçasıydı. (Burada R. Kasım yoldaşın biz hizip kurarsak dolrudur, başkası hizip kurusa bu yanlıştır, şeklindeki görüşüne, Sosyalist Tartışma'nm birinci sa· yısındaki öıgötlenme üzerine Notlar da değindiğim için üzerinde bir daha durmuyorum.)
R. Kuuo'm "koruyucu öge"si kurumlar, "delişim öge"sl ise tartış· madır. Oya, tartışma, yani eleştiri, marksizmin en önemli silahıdır. Bu "koruyucu"luk; doktrincilile, dogmatizme, revizyonizme ve o portünizme karşı marksizmin korunmasıdır. Ancak tartışarak, eleştirerek ve bunlann sonuçlarından korkmaya· rak, markslzml leninizmi koruyacağız, yani yaşatacaıız. •
114
YAYIN ÜZERİNE TARTIŞMALAR
' •. � .
.
'
115
soeyalst işçi uzerıne ..
--
.
necdet seçer
Yıldönümleri , ilgili olduğu olay ya da süreçlerin deferleadiıilmesine vesile oluştunır. Bu ballamda Sosyalist lşçi'nin çıkmaya bqladılı tarihten bu yana bir yıl geçmiş olması dolayısıyla, onu, çıkarken önüne koydutu amaÇ ve hedefler çerçevesinde, bir delerlendlrmeye tabi tutmak gerekmektedir. Biz bu değerlendirmeyi yaparken, bir yandan Sosyalist lşçi'nin kendisi hakkında yaptığı tanımlamayı tar tışacak, öte yandan bu tanımlamada ifadesini bulan içerllinin ne öl· çüde gerçekleştiğini saptamaya çalışacatız. ·
Sosyalist işçi, "Çıkarken" ve "Sosyalist işçi Gazetesi Nedir" başhk· lı yazılarla, çok genel bir ülke tahlili ile birlikte ayırdedici siyasi pers pektifini açıklamakta ve somut siyasi görevler çerçevesinde Sosyalist lşçi'nin işlevlerini tanımlamaktaydı. Sosyalist işçi "kollektif bir ajl· tatör, kollektif bir propagandist ve kollektif bir örgütleyicidir." Bu işlevlerini gerçekleştirmek için her somut olay ve gerçeklik va&1tuıy la kapitalizmi teşhir eder, sosyalizmin propagandasını yapar. Bu fail· yet çerçevesinde ise bir yandan kendi etrafında toplanan siyasi kad· rolan, öte yandan ulaştıtı sınü bilinçli işçileri örgütler. Sosyalist İşçi'nin propaganda ve ajitasyon faaliyetinin malzemesini, doğal olarak, günlük olay ve olgulann marksist bir perspektifte yo rumlanması, sınıf mücadelesinin üretim birimlerinde (fabrikalarda) ortaya çıkan yansımalannın aktanlıp yorumlanması ve işçi sınıfı mil· cadelesinin tarihsel deneyimleri ile kimi teorik konulann tartışılması oluşturuyordu. Ancak bu malzemelerin ağırlıklannın, gazetede, be· lirli bir denge içinde bulunmasının, gazetenin niteliğini belirlemede
1 16
etkin oldufunu unutmamak ıerek. Çünkll, birincisinin hakim olma· sı, ıazeteyi bir sosyalist haber·yonım dergisi, ikincisinin aıartıkta ol· ması, yazdann düzeyine göre, ya blr sendika gazetesi ya da dar pra·. tikçi ekonomist bir yayan ortanı, Uçlincilsilnün atarlıkta olm88l ise te· orik yayın oıganı görünümüne sokar. Bunlar ise, Sosyaliıt l9çi'yi, ifa· de ettlli i9levlerini gerçekleştirmede, en azından giidükle9tlriı. Sos yalist ltçi'nin son bir yalanı irdeledilimizde, mnlfın IÜftlllk yqam ve mücadele pntillpe ilitkin deneylerin aktanlmasmda yetersi& kaldllt gözlenebilir. Bunun bir nedeni, ülkede amıf mücadelesi ve hareketll· lilinin düzeyinin düşüldütü ise, diler nedeni de Sosyalist l9çi 'nin ulaşabildili sınıf bilinçli işçilerin sayasının azhltdar. Ama en azmdan bunlar kadar önemli olan neden, işçilerin yazmak konusunda yete rince ahşkanhk sahibi olmamalm, bu konuda tutukluluklandar. Sos yalist lşçi 'nin işlevi, sosyalist hareketin önüne koydutu görevler ve kendini bir işçi gazetesi olarak tanunlaması dikkate almdılında bu eksikliğin giderilmesi ve herhalukarda yukarıda belirtilen dengeye özen gösterilmesi zorunludur. Sosyalist İşçi 'nin işlevini yerine. getirmesinde sadece yukanda belir· tilen dengenin sağlanması yeterli dellldir. Aynca ve çok önemli ola· rak yazılann konusu ve içeriği özel önem arzetmektedlr. Şimdi de bu ölçütü esas alarak Sosyalist tşçi'nln son bir yılını irdelemeye çalı· şacağız. Bu ölçüte göre Sosyalist ltçi ' de görmüş olduğumuz eksiklik· ler şunlardar : Birincisi konular bakımından yetersizlik göstermektedir. Bu yetersiz· lik, bir; konulann darlığı, iki; konuların canalıcı bir şekilde tesblt edilememesinden ileri gelmektedir. Yazıların konulan sınırlıdır, bu konuda bir çeşitlilik yoktur. Eğer kapitalizmin teşhiri, sosyalizmin propagandası için toplum yaşamının her bir kesitinden faydalanacak· sak, konulan mutlaka zenginleştirmek, çeşitlendirmek gerekir. Çün kü nasıl kapitalizmin çürümüşlüğü yaşamın her alanında yansıyorsa aynı zamanda işçi sınıfının yaşamın her alanına ilişkin bir görüşü vardır. Propaganda ve ajitasyonu kısırlaştırmaktan kaçınacaksa.lı: bun lardan yararlanmalıyız. Aynca konu seçiminde işçi sınıfının ve top· lumun nabzı elde tutulamamaktadır. Bu konuda günlük siyasi yqa· ma kısmen de olsa, yabancılaşılmaktadır. ömefin Creteil de Ermeni· lerln yargılandılı ay içinde bu konuya ·Ermeni sorunu· ilişkin yazı çıkmamıştır. Bulgarlstan'da yqayan Müslümanlann isimlerinin de· liştirilmesi, toplumun -bizim irademiz dışında· dikkatini çeken önemli bir olayken bu konuya hiç değinilmemektedir. Yine SosyaUıt lşçl 'nin Ocak sayısında, 12 EylW ile diyalektik ilişkisi içinde 24 Q. cak kararlan ve manblını �,bire yönelik tek bir satır yoktur. ikincisi ; el� alınan konul'nn işlenme biçimi, büyük oranda, sald11, ·• .
117
·
doyurucu ve çarpıcı olmaktan uzaktır. Kimi periyodik legal sol ba· mnda aynı konular çok daha doyurucu bir biçimde işlenebilmekte· dir. Sosyalist lşçi'nin niteliği ve işlevi ile hedef aldılı toplum kesim· leri, -tabii ki, onlardan farklıdır. Onun en güçlü ve ayırdedici yanı, ulaştığı yerden, özellikle işçi sınıfından, ses getiren devrimci mark· &ist perspektiftir. Ancak bu perspektif, içi iyi bir biçimde doldurula· rak ortaya konulmalıdır. Aksi halde ortaya konan doğru siyasi pers· pektif, sunulmuş iyi niyetten daha ileri bir nesne olamaz ve ulaştılı yerlerde gerelince etki yaratamaz. Onun için konular iyice incelene· rek, jişüjn .körü Q)mQtan-uıal( bir tekilde kaleme alınmalıdır. Bu ay· nı zamanda gazetenin ulaştığı kitlelere saygının da bir geretidir. Oçüncü olarak; bir·iki örnekten daha ileri yansıması olmamakla bir·
ilkte, polemik yazılannın Sosyalist işçi de yer alması, gazetenin ni· tellk ve i9leviyle çelişen bir olumsuzluktur. Bu yönde gelişebilecek
bir elilim Sosyalist lşçi'yi bir iç sirkilasyon yayını olma noktasına getirebilir. Polemiklerin platformu "Sosyalist Tartışma" dır, Sosya· list İşçi delildir. Tabii ki Sosyalist işçi de farklı, hatta çelişik görüş· lertn ifadesi olan yazılar yayınlanabilir. Görüşlerin farklıhtının bo· yutu, Kurtuluş örgütü 1. Kongresi kararlannda ifadesini bulan ·Sos· yalist İşçi, Kurtuluş örgütü'nün yayın organıdır· ortak teorik zemin· le sınD"h olmalıdır. Bu sınırları Sosyalist işçi de yer alacak yazılar çerçevesinde belirleme yetki ve insiyatifi Yazı Kurulunda bulunmalı· dır. Sosyalist lşçi 'nin biçim yönünden delerlendlrilmesine gelince; önce· tikle birinci sayıdan sonra düzelen baskısının son dört·beş sayıdır bo· zulduğunu- söyleyebiliriz. Gazetenin çekici ve kolay okunabilir olma· sının, onun, kolay anlaşılabilir ve daha verimli olabilmesinin ön ko· şulu olduğu akılda tutulursa, bu aksaklılı düzeltmenin gereli ortaya çıkar. Aynca yazılann puntolarının küçüklülünün, genelde ötrenim düzeyi düşük olan işçilerin dergiyi kolayca izleyebilmesinde bir han· dikap olduğu açıktır. Harf puntolarının büyümesinin ister istemez beraberinde gazetenin hacminin kabarmasını getireceği düşünülürse , öncelikle, sadece orta sayfa yazılannın harf puntolarının büyütülmesi (orta sayfa yazılarının içeriği de gözönünde tutularak) önerilebilir. Ayda bir çıkan gazete olarak Sosyaist İşçi'nin 12 sayfalık hacmi ye· tersizdir. Bu, ilk adımda, biç olmazsa 16 sayfaya çıbnlmahdır. Tabii ki bundan önce yukarıda açıklanıı.n, ele ıılman konuluın lfleniş blçi· mindeki olumlR!Zluklar aşılmalıdır. Yoksa, ııynı üaklıklar Ü8rken, sayfa sayısını arttırmak fazla bir anlam ifade etmeyecektir. Arttmla· cak dört aayfa, ya da onun bir bölümünün, o ıayın :i>nem!i dış ve iç olaylannm, 5zet olarak, hııber·yonam şekUnde �nulmuın�a kulla· nJlması düşünülebilir.
118
iirldye Sosyalist Yazınında sahip oldutu siyasi penpektif ve önüne ı>ydufu görevler açıaından, özel bir yeri olan Sosyalist İşçi yi daha ıUkemmelleştinnek ancak daha fazla kişinin daha fazla emek har· unaaıyla mümkün olabilecektir. Daha iyi bir Sosyalist işçi yarat· ıak tarihsel gelişimin, Türk ve Kürt proletaryasının önüne koyduğu yasi örevlerini yerine getirebilmelerine katkısı açısından , işçi sınıfı ısyalistlerinin ihmal edemiyecefi bir görevdir.
'i
O�u, okut
'
•
us
yayın değerlendirınesi s. ateş
GiRiŞ 12 EylUl ile bl!'fikte bir çok örgütün çökertilmesi veya alır darbeler yemesi üzerine yayın faaliyeti ya bütünüyle durduruldu veya arahk· farla çıkartılarak kesintiye utradı. Bu olumsuz durum sonucudur ki, 12 EyliU öncesinde yayının niteliği ve daha çok insana ulaştırılması önemliyken bugün düzenli çıkması ve kesintiye uğramadan çıkması diğer özellikleri ile birlikte önem kazanmaya başladı. Bu dolat bir dunfm muydu'? Bunun tartışılmasının yeri burası değil kanısındayım. Fakat turuıda bir gerçek ki insanlarımızda şöyle bir eğilim pek açık olmasa da geU şti. Yayın düzenli kesintiye uğramadan çıksın da, nasıl oluna olsun. Elbette böyle açıkca söylenmiyordu. Fakat yayına kar· şı duyarsızlık (Sosyalist işçi'nin bir çok sayısında haber yazılması üzerinde ısrarla durulmlBlna raeınen durum ortadadır) başka şeylerin yanında bu anlayışında bir sonucuydu. Buradan elbette yayının dü· zenli ve kesintiye uğramadan çıkmasının önemini yadsımıyorum. Tenine dönemin özellikleriyle de düşünürsek daha da önemlidir. Ta· bil yukanda bahsettiğim başka şeyleri (niteliği ve fonksiyonları) at· lamamak kaydıyla.
YAYININ öNEMI
Tüm kurum ve örgütlenmelerde yazılı basının önemi tartışılamaz. Bu
burjuva kurum ve örgütlenmeleri için ne kadar geçerli ise devrim· ci-demokrat, kominist kurum ve örgütle için de daha da geçerlidir. 120
Yayının tüm bu kurum ve örgütlenmelerin gözü ve kulağı olma espl risi nasıl bir önem taşıdığının göstergesidir. Çünkü, yayınlar, sözlü it· !evden çok daha büyük etkiye sahiptir. Sözlü işlevi gibi dar bir çer· çevede kalmaz. Etkinliğini ulusal . ve uluslararası çapta duyurur ve tabii ki kollektif bir ajitatör, propagandistve örgütleyici olması özel· !iği yayının öneminin temelini oluşturur.
İŞ LEVLERi VE KAPSAMI Her yayının sınıfsal bir fonksiyonu vardır. Ve hitap ettiği sınıf, taba· kalann çıkarlarını korur ve savunur. Bizim yayının fonksiyonu da buna tabidir. Yayınımızın yerine getirdiği fonksiyon proletaryanın sınıf çıkarlanna hizmet etmesidir. Bunun somuttaki ifadesini ile konferans kararlannda bulmak mümkündür. Yani : 1· Kısaca teorik eğitim, 2·Proletaryanın öncülerinin birliği, yayın bunu yeterince ye· rine getirmişmidir, bence yeterli değildir. Bunun somut ifadesi de yayının daha yeterli hale gelmesi için bir tartışma kunpanyası aç· mak olmuştur. Bu yetersizlik bir yanıyla da kapsamına bafhdır. Her şeyden önce yayının kapsamı genişletilmelidir. Bu yanhz başına say· fa adedini çoğaltmak değil, aynı zamanda seçilen konulann derinteı· tirilmesi ve zenginleştirilmesi demektir. DU'ŞU'NCE - öNERİ - ELEŞTİRİLER Yayınımızın en önemli ve olumlu yanı sınıfsal bir lçerite sahip olma· sıdır. Gerek 12 Eylül öncesi gerekse 12 Eylül sonruı tüm örgütler ta· rafından çıkartılan yayınların da elbetteki sınıfsal blr içerili vardı. Bunu genel olarak sınıflandırırsak bir tarafta esas olarak burjuva ve küçük burjuvaya hizmet edici yayınlar, diğer tarafta da esas olarak sınıfa hizmet edici yayınlar mevcuttu. Bunların siyasi arenadaki tem· silcileri ise birincilerin küçük burjuva ihtilalcileri ve ıeformlstler, ikincilerin ise sosyal reformistlerdlr. Burada hemen şöyle bir soru ak· la gelecektir. Bizim yayınımızda proletaryaya hizmet ediyor, o halde sosyal reformistlerle aynı kefedemiyiz. Bence konunun en önemli ve can alıcı noktası burasıdır. Çünkü sosyal reformistlerin sınıfa bakıtı ile bizim sınıfa bakışımız temelden farklıdır, şöyleki, onlar 11nıtı kendilerine destek-yardımcı güç yani nesne olarak görüyorlar, bizler ise fiili güç ve özne olarak görüyoruz. işte temel farklılık diler tüm özelliklerden daha öne�lidir. Yayınımızın bu özelliğini sürekli ko· rumalıyız. Çünkü bu özellik örgütümüzün varlık nedenidir. Bundan en küçük sapma felak,ttir. Yayının önemli bjr özelliği
de dilinin sade ve anlaşılır olmasıdır. 121
Çünkü bu geçmişte ve hala bugün proletarya ve diğer tabakalar tan· fından en çok eleştirilen ve sıkıntı çekilen sorunlardan biri olmuştur. Yaymüinzda esas ağırlık haber ve haber-yorum yazılan olmuştur. Yer yer teorik yazılara da yer verildiyse de bence yetersizdir. Bunu süratle aşmalıyız. Belki olanaksızlıklar (sayfa adedini çolaltma vs. gibi) yüzünden böyledir denilebilir. Fakat yine de bir çözüm buluna· bilir kanısındayım, hiç olmazsa şimdilik yayındışında ekler veya teo· rik eğitim buroşürleri çıkartılabilir. Yayında çıkan haberler o ayın en önemli ve sınıfın en fazla dikkati· nin yoğunlaştığı konulardan seçilmelidir. Bu konuda da yayınımız yetersizdir. Şöyle ki, o ay içinde önem arzeden bir çok olay olması· na rağmen bunlar içinden çok azı oda sığ bir şekilde yazılıyor. Ayn· ca sınıfın en fazla dikkatinin yoğunlaştığı bazı konular ömelin (Bul· garistan olayı vs. gibi) henüz yazında gerek haber gerekse haber-yo· rum olarak çıkmış değil. Yayınımız kollektif bir ajitatör, propagandist ve örgütleyici olmalı· dır. Bu ne anlama gelir? Binz açmaya çalışalım. Gerek geçmişte ve gerekse bugün Türkiye' de çıkan bir çok yayında bu özelliklerden biri daha ağır basmıştır. �lbeteki proletaryanın ve diğer tabakaların so mıt koşulu buna elverişli ise bu doğrudur. Fakat bugün tüm örgütler ve burada bizim örgütümüzde bu üç özelliğin hepsine birden hemen hemen aynı ağırlık verilmelidir. Çünkü bu yanlızca bizim niyetimize bağlı değildir. Hem proletarya ve hem de diğer tabakaların somut konumlarının sonucudur. Yani proletarya ve diğer tabakaların somut konumu h�r üç özelliğe aynı ağırlıkta muhtaçtır. Çünkü bilinçli, du· yarlı, hareketli değil , o halde propaganda ajitasyona ihtiyacı var, ör· gütlü değil örgütlenmeye ihtiyacı var. Şunuda hemen ekliyeyim ki yayınımız bu üç özellikten ajitasyon ve propaganda yanı temel olup, somut konumuna gôre örgütleyici yanı talidir. Yani örgütleyici yanı belirleyici değil etkileyicidir. Yayınımız , okuyucuları tarafından tüm konuları okunur hale gelmeli· dir. Hepimiz hatırlardık 12 Eylül öncesinde kitlelere binlerce yayın dağıtırdık. Bu yayınları kitleler ya korkudan ya da bizlere sempati duydukları için alırlardı. Bizlere sempati duyanlar dahi ya hiç oku· mazdı veya korktuğundan okuduğunu söylerlerdi. Biraz daha ileri olanlar da kendisi için önemli gördüğü konulan okurdu. Elbetteki bu belirtmem içinde istisnalarda vardı, fakat bence genel eğilim buydu kanısındayım . Oysa yayınımız başta proletarya olmak üzere tümtaba· katar tarafından bilinçli ve amacı kavranmış bir şekilde, tüm konuları okunur hale ıetmelidir. İşte yayınımız kendi fonksiyonlarını böyle yerine getirebilir ve başta proletarya olmak üzere diğer tabakaların
122
örgütlenmesine katkıda bulunabilir. Elbetteki yayınımız dar bir çev· reye, esas olarak da kendi insanlarına bitap ettiği için yukarıdaki be· lirlemenin yayınımızı kapsamadığı iddia edilebilir. Fakat daha geniş bir çerçeveye hitap eder hale geldiğinde yayınımızın yetersiz (bu· günkü haliyle) kaldığı görülecektir kanısındayım. Bir başka konu da yayın dağıtım olayıdır. Yayını istediğimiz şekilde basmak ne kadar önemli ise, ondan dahada önemlisi düzenli, sistemli, siyasi polise karşı korunaklı bir şekilde dağıtma becerisini göste· rebilmektir. Belki bugün az sayıda insana ulaştırıldığı için sorunu· muz yok, fakat yarın ilişkilerin geliştiği ölçüde bu konu yakıcı bir şekilde karşımızda duracaktır. Şimdiden bu konuda hazırlıklı olma· lıyız. Hele bu dönemin özellikleri bu konunun ciddiyetini bir kat da· ha arttırmaktadır. Unutmayalımki bir çok örgütün ciddi darbeler yemesi yayından olmuştur. Kurtuluş hareketi geçmişte bu konuya gereken önemi vermiş olup, en iyi insanlanmızı bu alanda istihdam etmiştir. O halde geçmişteki deney ve tecrübelerimiz avantajı ile dö· nemin özelliklerini de göze alarak dünya devrimci tarihinin deney ve tecrübelerinden de yararlanarak yukarıdan aşağıya, kendi içinde bile gizli organize olmuş en iyi insanlardan oluşan bir dağıtım ağı yarat· malıyız.
YENİ GÜN YAYINLARI
2.00 DM 2.00 Gulden 5 .00 FF .50 pence
İsteme adresi : BM Box : 5737, London WC l N 3XX, İNGİLTERE
123
•
•
•
SOSYALiS T iŞÇi YAYINLARI *
KOMONISTLERIN BIRLICi ENGELLENEMEZ
Recep Gökırmak
2. 5 DM / 2.5 Gulden I 7. 5 FF I 75 pence
*
i ŞÇ i LER VE SOSYALISTLER
Behçet Toprak
2. - DM 1 2. · Gulden / 6. - FF / 60 pence
*
ÇARPIK TEORi KOMONiSTLERlN YOLUNU AYDINLATAMAZ
M.Sefa
ANTIFAŞ IZM R. Kasım KONFERANS KARARLARI VE GÖREVLERİM iZ B. Şeref 5.- DM / 5. - Gulden / 1 5 . - FF / 1 . 5 Pound
tURTULUŞ ÖRGÜTÜNÜN GEÇMi Şi VE BUGÜNÜ F. Yıldız
3.5 DM / 4. - Gulden / 1 0. - FF / 1 . - Pound
*
PROLETARYA PARTISI VE KOMONiZM F. Yıldız
3.5 DM / 4.- Gulden 1 1 0. - FF / 1 . - Pound
""
KURTULUŞ ÖRGOTO 1. KONGRE BELGELERi VE TOZOC O
3.-
DM 1 3.- Gulden 1 9. - FF I 75 pence 124
7 . 路 DM 7.路 Gulden 20.路 FF 2.路 Pound