Krizin Faturasını Patronlar Ödesin - DSİP Kriz Broşürü

Page 1

ekidir

KRİZİN FATURASINI PATRONLAR ÖDESİN


Sosyalist İşçi ekidir - Eylül 2018 Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org


Türkiye ekonomisine düzülen övgüler yerini telaşa bıraktı. Anlaşıldı ki, yönetenlerin övgüyle bahsettiği ekonomik büyüme aslında büyük bir borç yığınından ibaretmiş. Dolar karşısında liranın hızlı değer kaybedişi sürerken, gözler sonbaharda ve 2019'da yapılacak borç ödemelerine çevrildi. Tarihî müttefiki ABD'nin yaptırımlarıyla karşı karşıya kalan Türkiye yönetimi, şimdi bankaların, şirketlerin, Hazine'nin borçlarını ödemek için yeni adres arıyor. Patronlar ekonominin geleceğine güvenmiyor. Türkiyeli şirketlere yatırım yapan Amerika ve Avrupa fonlarının başındaki kapitalistler tedirgin. Türkiye'nin borçlarını ödeyememesi sonucu oluşacak batışların, borç verenleri de beraberinde götürerek başka ekonomilere bulaşacağından korkuluyor.

Yeni yoksullaşma dalgası Döviz cinsinden borçlar, doların her bir kuruş yükselişiyle katlanırken, başta temel ihtiyaçlar olmak üzere tüm ürünler insafsızca zamlanıyor. Gıda ürünlerinin fiyatları bir yılda yüzde 20 arttı. Son bir yılda mutfağa gelen ek yük 308 lira ve aile bütçesine gelen ek yük 1000 lira arttı. Lira değersizleşirken ücretleri değişmeyen milyonlarca çalışanın satın alma gücü azalıyor. 1


Acı ilaç kapıda Hükümetle kavgalı gibi gözüken TÜSİAD, şimdi Berat Albayrak'ın etrafında kenetlenmiş durumda. Patronlar "acı ilaç" dedikleri ekonomik saldırı programının uygulanmasını, yani kendilerinin kurtarılmasını istiyor. Erdoğan'ın ekonomiyi teslim ettiği Albayrak ise "tasarruf" diyerek kamu harcamalarında büyük kesintilere gidileceğini söylüyor. Milli Eğitim Bakanlığı'nın 2019 bütçesinde okulların onarımları ve yenilerinin yapımı için ayrılan fonlarda kesintiye gidilmesi, onların "tasarruftan" ne anladığını gösteriyor. Bankaları ve şirketleri kurtarmak için çırpınan yönetenler, kendi yarattıkları krizin faturasını işçilere çıkartmaya hazırlanıyorlar: Kâr özelleştirilirken, zarar toplumsallaştırılacak. Trump imdatlarına yetişti Yönetenlere göre ekonominin her yerinden gelen bozulma ve durma sinyalleri, dışarıdan gelen saldırıların sonucu. Bazıları olan bitenin "ekonomik sebebi yok" diyor. Trump'ın Pastör Brunson'un tutukluluğu gerekçesiyle ilan ettiği yaptırımlar, imdatlarına yetişti. Onlara göre yaşananlar Trump ve ABD'nin suçu. Bizden beklenen ise ABD emperyalizmine karşı birlik olmamız, yani acı ilacı yutmamız. Bizi "yeni millî kurtuluş savaşına" katılmaya davet edenlerin üstünü örtmek istediği, baştan aşağıya bozuk bir ekonomidir. Patronlar milliyetçiliği böyle zamanlarda pompalar. "Aynı gemideyiz" diyerek krizin faturasını ödemeyi kabul etmemizi isterler.

Hepimiz aynı gemide miyiz? Ekonomik kriz dönemlerinde her zaman aynı yaygara kopar. Bir yandan patronlar, bankacılar, iş dünyasının temsilcileri, bir yandan da hükümet sözcüleri ve medya, hep bir ağızdan aynı lafları 2


tekrarlar: “Hepimiz aynı gemideyiz. Vatanı ve ekonomiyi kurtarmak için hepimiz dişlerimizi sıkıp fedakârlık etmeliyiz.” Bu laflar birçok kişiye mantıklı gelir. “Türkiye bir bütündür, ekonomi kötüye gittiğinde herkes etkilenir, demek ki hep beraber fedakârlık etmeliyiz.” Değil mi? Değil. Niye değil? Birincisi, hepimiz aynı sınırlar içinde yaşıyor olabiliriz, ama ekonomide hepimiz aynı konumda değiliz. Bazılarının büyük servetleri var, bankalarda büyük paraları var ve en kötü ekonomik koşullarda bile büyük gelirleri var. Büyük çoğunluğumuz ise, zaten kriz olmadığında bile ay sonunu zor getiriyoruz. Ayda 1500 lira alan bir işçi için fedakârlık demek aç kalmak demektir. İkincisi, zaten krize karşı uygulanan politikalar hiçbir ülkede hiçbir zaman herkesi aynı şekilde etkilemez. Kamu çalışanları işinden atılır, patronlar atılmaz. İşçilerin ücretleri kesilir veya dondurulur, zenginlerin gelirine dokunulmaz. Devletin sosyal harcamaları kısılır, bu harcamalardan yararlanan emekçiler zararlı çıkar, patronların zaten umurunda değildir. Fiyatlar artar, evet, herkes etkilenir, ama geliri 1500 lira olan mı daha çok etkilenir, bankalarda milyonlarca lirası olan mı? Üçüncüsü de şu: Krizin sebebi, bankaların ve şirketlerin yıllardır dolar cinsinden borç alıyor olması. Şimdi fedakârlık yapması istenen herhangi bir işçi, emekçi veya yoksul kişi herhangi bir dolar borcu aldı mı? Alınan o borçlar bize mi harcandı? Hayır. O borçları alan patronlar ve bankalar yıllarca kârlarına kâr kattılar. Kârlarını bize mi dağıttılar? Hayır. Kâr ederken iyiydi de, borçlarını ödeyemez hâle gelince mi aynı gemide olduğumuzu hatırladılar! Aynı gemide değiliz. Borçları kim aldıysa, o borçları kullanıp kim kâr ettiyse, krizin faturasını da onlar ödemelidir. Vatan millet edebiyatına karnımız tok. 3


Liranın krizi Türk lirası, bu yılın ilk sekiz ayında dolar karşısında yüzde 40 oranında değer kaybetti. Türkiye kapitalizminin bu yılki dış kaynak ihtiyacı 236 milyar dolar. Bunun, 185 milyarı dış borç ödemesi. Bir yılda ödenmesi gereken dış borcun 104 milyar doları bankaların, 80 milyar doları şirketlerin, 6 milyar doları genel yönetimin ve 675 milyon doları bankaların. Dış ticaret açığının 50 milyar doların üzerine çıkmasıyla birlikte kaynak sorunu devasa bir duruma geldi. Lira'nın her 1 kuruşluk değer kaybı bu borca 1,1 milyar liralık yük anlamına geliyor. Dolar, dünya kapitalizminin temel para birimi. Yerli para birimleriyle ticaret yapanlar da hesaplamayı dolar üzerinden yapıyor. Doların yükselişi, maliyetleri ve fiyatları artırıyor. Dövizle borçlanan şirketlerin bu borcu ödeyebilmek için piyasadan durmadan dolar almasıyla, bankalar döviz nakit sıkıntısı çeker hale geldi. Rağbet görmeyen lira hızla değersizleşirken, azalan ve değerlenen dolar yükselmeye devam ediyor. Yönetime göre lira'daki düşüş, bütünüyle dışarıdan kaynaklı bir saldırının sonucu. Oysa, doları lira karşısında yükselten nedenlere bakıldığında, hem küresel hem yerel birçok ekonomik ve siyasi sebep var. Mart 2018: Ocak başında 3.75 lira olan dolar ilk kez 4 liraya çıktı. ABD merkez bankasının faizleri artırmasıyla, yatırımcılar Türkiye gibi "gelişmekte olan ekonomilerden" çekilip ABD'ye kaçtı. Trump'ın Çin'e karşı ek gümrük vergileriyle ticaret savaşı başlatması, doları yukarı çekti. Yereldeyse kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye'nin kredi notunu düşürmesi, ekonomik endişeler, artan dış ticaret açığıyla kendini gösteren kaynak sorunu lirayı değersizleştirdi. Nisan 2018: Lira'nın değer kaybı devam etti. AKP ve MHP'nin baskın seçim kararıyla gelişen belirsizlik doları yukarıda tuttu. Mayıs 2018: Dolar, lira karşısında rekor üstüne rekor kırarak 4,90 liraya ulaştı. Başlıca sebep, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yatırımcıları 4


ikna etmek için gittiği İngiltere'de söyledikleriydi. 15 Mayıs'ta Bloomberg TV kanalında konuşan Erdoğan, başkan olarak para politikalarında daha etkin bir oynayacağını söyleyerek faizleri düşüreceklerini vurguladı. Bu nedenle de İngiltere’den eli boş döndü. Yabancı yatırımcıların kaçışını durdurmak isteyen Merkez Bankası faizleri yüzde 13,5'ten 16,5’e yükseltti. Haziran-Temmuz 2018: Dolar 4,97 lira oldu. Erdoğan'ın faiz karşıtı söylemlerinin aksine 7 Haziran'da Merkez Bankası faizleri 17,5'e çıkardı. Böylece, Arjantin, Venezuela ve İran'dan sonra Türkiye dünyada en yüksek faiz veren dördüncü devlet oldu. Normalde seçimi kazanan hükümetler, sermaye sınıfına güven verir. 24 Haziran seçimleri sonrası düşmesi beklenen dolar, düşmedi. Yeni rekor, yeni kabinenin açıklanması üzerine geldi. Ağustos 2018: Ayın ilk haftasında dolar 5 lirayken, 10 Ağustos'ta 6,87 TL oldu. 13 Ağustos'ta da 7 liraya ulaştı. Bunun sebepleri, Brunson'un tutukluluğuna karşı Trump'ın iki Türkiyeli bakana yaptırım kararı, şirketlerin Eylül ve Ekim ayındaki borç ödemeleri için piyasadan dolar çekmesiyle yaşanan döviz sıkıntısı, Türkiyeli kapitalistlerin desteklediği Berat Albayrak'ın yabancı sermayeyi ikna etmekten uzak açıklamaları idi. Merkez Bankası’nın aldığı bazı tedbirler sonucu 5.80’e düşürülen, üstüne “saldırı bertaraf edildi” denilen dolar, yeniden tırmanışta. Sekiz ayda olanlar gösteriyor ki liranın değer kaybı, borçlanmaya dayalı ekonominin kaynak krizi ve siyasî krizlerle istikrarsızlıkların iç içe geçmesi sonucu hızlandı.

Borç bataklığı Liranın değer kaybedişi, dolarla borçlanıp lirayla satış yapan şirketleri ve borçlu oldukları bankaları etkiliyor. Borçların geri ödenip ödenemeyeceği, yeni borçların nasıl bulunacağı bugün yaşanan ekonomik gerilimin başlıca sebebi. Holdingler borçlarının yapılandırılması için kuyruğa girdi. Yirmi yıl boyunca elde ettikleri devasa serveti bir yana koymuşken, şimdi borçlarının maliyetini topluma ödettirmek istiyorlar. Milyonlarca emekçi ise bankalarla boğuşurken, şimdi işlerini kay5


betme korkusu yaşıyor. OHAL döneminde toplu işten çıkarmalar ve yeni yasalarla kurumlara üç yıl boyunca ihraç yetkisinin verilmiş olması işsiz kalma endişesini daha da artırıyor. Yaşanmakta olan, birçok güncel siyasî ve ekonomik gelişmeye bağlı olarak Türkiye kapitalizminin borç sorununun kronikleşmesidir. n 2017'de 3,1 trilyon liralık gayri safi yurtiçi hasıla elde edilirken, kapitalistlerin iç ve dış borçları 2,2 trilyon liraya ulaştı. n Dev holdinglerden orta ve küçük ölçekli işletmelere, şirketlerin bankalara olan kredi borçları da 1,8 trilyon lirayı buldu. n Bireysel borçlar, Mayıs itibarıyla 510 milyar lira oldu. 32 milyon kişi, kredi kartları yüzünden bankalara borçlu. 7 milyon kişi icralık olurken, 25 milyon kişi davalık durumda. n Türk şirketlerinin Eylül'de 6 milyar dolar, Ekim'de 9 milyar dolar dış borç geri ödemesi gerekiyor. Gelecek yıl sonuna kadar ödenmesi gereken borcun tutarı ise 69,5 milyar dolar. Bu borcun 51 milyar doları bankalara, 18,5 milyar doları ise kapitalistlere ait. n Hazine'nin iç borçları Haziran ayı itibarıyla yılbaşına göre 25,8 milyar lira artarak 561 milyar liraya yükseldi. Hazine'nin dış borçları ise 6 ayda 68milyar lira arttı ve 409 milyar liraya ulaştı. n Bugün itibarı ile kamu ve özel sektörün toplam borcu, 3,9 trilyon liraya çıkmış, yani Türkiye'nin millî gelirini aşmış durumda. n 2002'de 359 milyar lira olan iç ve dış borçlar, üç kat artarak 2009 yılında 1 trilyon lirayı aşmıştı. 2009'dan 2017'ye kadar toplam borç yine üç kat artarak 3,6 trilyona çıktı.

Krizin ekonomik temelleri Borç batağı, ABD-Türkiye arasındaki gerilimin doruğa çıktığı son iki yılda oluşmadı. Liranın düşüşüne yol açan sebepler de çok daha köklüdür. Bugün yaşananlar, Türkiye kapitalizminin yapısal sorunu olan "kaynak" krizinin kendini tekrar göstermesidir. Çok övülen ekonominin çarkları dışarıdan alınan borçlarla döner. Ne zaman borçların ödenmesi zora girse, dış kaynak bulunamasa, o 6


zaman kriz feryatları başlar. Bu kriz, dış kredilere dayalı ekonomik büyümenin, günümüz dünyasının siyasî koşullarında imkânsız hale gelmesi sonucu ortaya çıktı. Küresel sistemden gelen sıcak para sayesinde 2002-2013 yılları arasındaki dönemde bankalar kredi musluklarını açtı. En büyüğünden en küçüğüne kapitalistler dolar üzerinden borçlandıkça borçlandı. Kredi borcunu ödemek için yeni krediler alındı. Ellerinde çok büyük fonlar toplayan bankalar, bu parayı satmak için her türlü yola başvurdular. Çalışanlara verilen kredi kartları, tüketici ve ev kredileri ile borçlar tüm topluma yayıldı. Fakat 2013 yılından itibaren dünyada işler değişti. ABD merkez bankası doları güçlendirip faizleri artırdığında burayı "güvenli liman" olarak gören yatırımcılar, Türkiye gibi ülkelerden çekilmeye başladılar. 2018 yılı başından bu yana yabancı sermaye kaçışının artarak sürmesi nedeniyle Türkiye kapitalizminin dış kaynak bulması yeniden sorunlu hale geldi. Kur baskısı ve borç sorunu elbette Türkiye'ye özgü değildir. Güçlü dolar, ABD'nin yüksek faiz politikası ve ticaret savaşlarıyla keskinleşen rekabetten bir çok benzer ekonomi ve para birimi etkileniyor. Fakat en fazla etkilenen ve krize giren Türkiye.

Krizin siyasî temelleri Yabancı sermaye dünyada en yüksek faiz veren ülkelerden biri olan Türkiye'den niye kaçıyor? İlk elde şu sebepler sayılabilir: OHAL yönetiminden başkanlığa geçişin yarattığı belirsizlik, baskın seçimin yarattığı istikrarsızlık ve öngörülemezlik, Türkiye hükümetinin ABD ve AB ile kavgalı hale gelişi, baskıcı yönelimler; Kürt sorununda politika değiştiren devletin Suriye savaşına katılımı... Türkiye kapitalizminin bağımlı olduğu ABD ve Avrupa ile yaşanan siyasî kavganın maliyeti giderek kendini gösteriyor. Siyasi kriz liranın düşüşünü hızlandırırken, kaynak krizi daha da şiddetleniyor. Müttefiklerine ve düşmanlarına ticaret savaşları açan Trump yöne7


timinin "ulusal güvenliği tehdit eden ülke" gerekçesiyle iki Türk bakana yaptırım kararı ve metal sektörüne devasa ek gümrük vergileri ilan etmesi, bozulan ekonomiyi daha da berbat ediyor. Pastör Brunson'un tutukluluğunun devam ettirilmesi görünür sebep. Trump yönetiminin Türkiye'yi hedef tahtasına oturtmasının başlıca sebepleriyse Türkiye'nin Katar'a verdiği destek, İran'la ekonomik ve siyasî ilişkileri ve Rusya'dan S-400 füze sistemini alması. ABD'nin yaptırımlarına maruz kalan devletler ağır ekonomik darbeler yerken, oluşturulan abluka kredi kaynaklarını kısıtlıyor. NATO üyesi ve Batı kapitalizminin parçası olan Türkiye'nin ABD ile çatışması, yönetenleri başka kaynaklar bulmaya, yeni ittifaklara zorluyor. Bütün bunlar büyük bir belirsizlik yaratırken, yaşanan siyasî gelişmelerin ekonomide küçülme ve durgunluk getireceği kapitalistler arasında yaygın kanı haline geldi. Şimdi biri malî diğeri siyasî iki kriz iç içe geçmiş durumda ve ABD'nin yaptırımları malî krizi daha da derinleştiriyor. Evet, Trump saldırıyor, emperyalist ABD'nin yaptırımları toplumu hedef alıyor ve bunlar asla kabul edilemez. Fakat gelinen noktanın "yerli-millî" denilen yönelimin bir sonucu olduğu da inkâr edilemez.

Liyakat sorunu mu? 2001 ekonomik krizi, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Başbakan Bülent Ecevit'e anayasa kitapçığı fırlatmasıyla tetiklenmişti. 2018 krizini ise Erdoğan'ın Bloomberg TV'de yaptığı faiz karşıtı konuşmalar tetikledi. Buna rağmen, bugün yaşanmakta olan ekonomik kriz, basitçe bir liyakat sorunu, ekonomiyi bilmeyen, piyasalara güven vermeyen kişilerin bireysel yetersizlik ve beceriksizliklerinin sonucu değil. Merkez Bankası'nın başına "A" değil "B" kişisi geçseydi sonuç değişmeyecekti. Benzer bir krizi eş zamanlı yaşayan Arjantin yönetimi, faizleri ciddi oranda artırdığı halde kredi bulamadı ve kendi para birimi peso'nun düşüşü devam etti. Arjantin yeniden IMF ile anlaşmak zorunda kaldı. AKP, küresel sermayenin ekonomik politikalarını kapitalist sınıfın 8


tüm kanatlarının çıkarlarına uygun, kendi zenginlerini de yaratarak uyguladı. Bu yüzden yaşanan ekonomik durumun başlıca sorumlusu Erdoğan yönetimi ve AKP'dir. Fakat yıllardır uygulanan Kemal Derviş programı TÜSİAD'dan muhalefet partilerine kadar geniş bir yelpaze tarafından benimsendi. Türkiye'yi borç batağına sürükleyen, IMF'nin kapısına yeniden iten, bu politikalardır. Mesele liyakat sorunu değil, zengini daha zengin etmeye dayalı küresel kapitalizmin borçlanma kısır döngüsü. Sorunu liyakat meselesi olarak koyanlar, piyasaların insafsızlığını bir veri olarak kabul etmiş olurlar. İşçilerin çözümü piyasalarla bir olamaz.

IMF çözüm olamaz Küresel finans sisteminin örgütü olan IMF'nin vereceği krediler ve uygulanmasını istediği ekonomik program, milyonlarca işçinin aleyhinedir. IMF, 1997'de Asya'da benzer şekilde malî krize giren ekonomilere bir çözüm olmadı. 1994 krizinden sonra uygulanan IMF programları Türkiye'de ve Arjantin'de başarısız oldu, Kemal Derviş'in IMF-Dünya Bankası programı yeni bir garabet yarattı. IMF'nin neler yapabileceğini Yunanistan gösteriyor. Yunanistan’da sekiz yıldır uygulanan "kurtarma paketi" sonucu borç yükü halkın sırtına yıkıldı. Krizin faturası kendisine çıkartılan Yunan halkı yoksullaştırıldı. Şimdi 2060 yılına kadar Avrupa Birliği ve IMF'ye borç ödeyecekler. Borçların geri ödenebilmesi için IMF'nin istediği gibi bütçeler yapılacak. Bu, işçilerin aleyhine ekonomik politikaların kurumsallaşması anlamına geliyor

Önceki krizler ve acı reçeteler Türkiye'nin 1994 yılında kredi notunun düşürülmesiyle başlayan malî kriz, dönemin hükümetini IMF ile anlaşmaya itti. Anlaşmanın bedeli, emekçiler için korkunç oldu. Başbakan Tansu Çiller, krize neden olan şeyin meyvelerinden za9


manında hepimizin faydalandığını ve şimdi bunun bedelini hep birlikte ödememiz gerektiğini açıklıyordu. Fedakârlık istiyordu, kemer sıkmamızı istiyordu. Bir yıl sonra patronlar örgütü TÜSİAD dönemin hükümetinin attığı adımların doğru ama yetersiz olduğunu söylemişti. TÜSİAD daha sert önlemler istiyordu. Krizi bahane olarak kullanıp, acı reçeteyle o güne kadar yapılmasını istediği ama gerçekleşmeyen yaptırımların uygulanmasını istiyordu. Yönetenler, "5 Nisan ekonomik kararları" ile krizin faturasını emekçilere çıkardı: n İşçi ve memur maaş ödemelerinin mevcut bütçe ödenekleriyle sınırlı tutulması kararlaştırıldı; n İşçilerin fazla mesai ücretleri yüzde 50 kısıldı; n Kamuda personel alımı donduruldu; n Emekliliğe hak kazandıran prim gün sayısının, belli bir geçiş süresi tanınarak, sigortalı kadın işçi için 7200, sigortalı erkek işçi için 9000 güne çıkarılması için çalışmalara başlanması kararlaştırıldı; n Bir yıl içinde Erdemir, TÜPRAŞ, Petrol Ofisi, Petkim, THY-Turban, Havaş ve Ditaş’ın kısmen veya tamamen özelleştirilmesine karar verildi; n Bir milyon işçiyi işten çıkartacak olan süreç başladı. İşsizlik çığ gibi büyüdü. Bir yıl içinde önce zorunlu ve erken emeklilik uygulandı. Hemen ardından emeklilik yaşı yükseltilerek işçilerin “mezarda emeklilik yasası” dediği uygulama devreye sokuldu; n Sendikaların gücü kırıldı ve üzerlerindeki baskı artırıldı; n Enflasyon yüzde 150’ye fırladı. n İşçilerin gerçek ücretleri yüzde 40’tan fazla değer kaybetti. 5 Nisan 1994 kararları “Acı reçete” laflarıyla devreye sokuldu, ama acı ilacı sadece işçi ve emekçiler içmek zorunda kaldı. IMF, patronlar ve hükümet, etkisi bugünlerde hâlâ süren özelleştirme gibi hamlelerle işçi sınıfının kazanılmış haklarına çok ağır bir saldırıda bulundu. 10


En büyük kriz: 2001 Asya'da 1997'de yaşanan krizin bulaşıcı etkisi, 1999’da Türkiye’de hissedilmeye başlandı. Yüksek faiz oranları, yüksek enflasyon ve yüksek kamu açığı sorunu kendisini göstermişti. Bu sorunlar 2001 krizini tetiklemede başrolü oynayacaktı. IMF 1999 yılında yeni bir program başlattı. Tüm IMF programları gibi bu da "malî disiplin" adı altında kamu harcamalarının kısılmasını ve "yapısal reformlar" denerek işçi sınıfının haklarına saldırıyı hedefliyordu. Öncelikle emeklilik yaşı uzatıldı. Döviz kuru istikrarlı hale getirilerek enflasyonun düşürülmesi hedeflendi. Emeklilik yaşının uzatılması girişimi işçiler tarafından "mezarda emeklilik yasası" olarak adlandırıldı. Kitlesel protestolar örgütlendi. 1999 Temmuz'unda Ankara’da mezarda emeklilik yasasına karşı 500 bin işçinin katılımıyla miting gerçekleşti. Bu miting hükümete geri adım attırmayı başarmak üzereydi. Fakat 1999 Gölcük depremi, hükümete arayıp da bulamadığı fırsatı verdi. Depremde on binlerce insan ölmüşken, hükümet ölümleri, yası ve tüm yoksulların depremin hasarlarını atlatmak için içine girdiği dayanışma süreçlerini kendisi açısından fırsata çevirerek yasayı geçirdi. DSP-ANAP-MHP hükümeti, binlerce yoksul toprağın altındayken çalışanları mezarda emekli etmeyi amaçlayan yasayı geçiren fırsatçılığıyla tarihe geçti. 2001 yılına gelindiğinde dönemin başbakanı ve cumhurbaşkanı arasında yaşanan tartışma nedeniyle kriz patlak verdi. n Halk bir gecede yüzde 25 fakirleşti; n Gecelik faizler yüzde 7500 seviyelerine tırmandı, borsa çöktü.; n Haftalarca gösteriler, protestolar ve çatışmalar yaşandı. Esnaf eylemleri adı verilen eylemler tüm şehirlere yayıldı. Bunun üzerine, ekonominin yönetimi Kemal Derviş’e teslim edildi. Derviş, IMF’yle anlaşma imzaladı ve bu anlaşmaların şu sonuçları 11


oldu: n Türk parası ortalama yüzde 30 oranında değer kaybetti; n Millî gelir azaldı, halk yüzde 30 yoksullaştı; n Krizde toplumun çok büyük bir kesimi kaybetmesine rağmen, çok küçük bir kesim (elinde döviz bulunduran ve repo yapanlar) kazançlı çıktı.* Gelir dağılımındaki dengesizlik iyice büyüdü; n Kişi başına düşen borç miktarı 2000 yılı sonu itibariyle 2.500 dolar iken, liranın devalüasyonu sonucu yaklaşık 950 dolar daha kişi başına borç yüklendi ve kişi başına düşen borç miktarı 3.400 dolar oldu; n Yabancı sermaye kaçtı; n Dış ticaret açığı ve yüksek enflasyon devam etti; n Dolar bir gecede yüzde 40 oranında değer kazandı; n Faiz oranları yüzde 75’e fırladı. İki günde bankaları vuran yüzde 57’e varan devalüasyon yaşandı; n Enflasyon yüzde 70 oranında arttı; n Bankacılık sistemi çöktü. 21 Şubat 2001 krizi döneminde 23 banka battı ve tamamının yönetim ve denetimi TMSF kontrolüne geçti. 2001 bankacılık krizi devlete (kamu bankalarınınki hariç) 60 milyar dolara mal oldu. n Ekonomi yüzde 8,5 oranında küçüldü; n 15 bine yakın şirket iflas etti; n 1,5 milyon kişi işsiz kaldı. Kara Çarşamba, o güne kadar Cumhuriyet tarihinde yaşanan en büyük ekonomik kriz olarak sisteme çok büyük bir şiddetle çarptı. DSP-ANAP-MHP koalisyonu, koalisyonlar döneminin sonu oldu. AKP işte bu ekonomik, siyasal ve sosyal istikrarsızlık koşullarının bir ürünü olarak, siyasal alternatiflerin her birinin teker teker dağıldığı ve krize yanıt veremediği koşullarda, bir alternatif olarak öne çıktı ve 2001 Aralık ayındaki ik seçimlerde meclis çoğunluğunu kazandı. 12


Daha sonra IMF’yle bağı kopartmakla övünse de, AKP iktidarları Kemal Derviş’in IMF’yle yaptığı anlaşmaları, ekonomi siyasetinin merkezine aldı. 2018'de patlak veren borç krizi, AKP tarafından uygulanan sermaye politikalarının sonucudur. 1994 ve 2001'de yaşananlar gösteriyor ki yönetenlerin tercihi, ister IMF'li ister IMF'siz, krizin faturasını halka ödetmek olmuştur. Erdoğan yönetiminin, patronların istekleri doğrultusunda oluşturduğu program da bunu hedefleyecek.

Antikapitalist çözüm var! Patronların acı ilacından başka bir yol var. Bankaların ve 500 büyük şirketin bir yıllık geliri, Türkiye'nin acil döviz sıkıntısını çözmeye yeter. Emekçiler vergilerini tam öderken, kapitalistler bu yükü hiç paylaşmadı. Pek çok kapitalist zarar gösterip vergi vermekten kaçıyor. Erdoğan hükümeti kapitalistlerin vergi borçları ile ilgili af üzerine af çıkartıyor. Herkesten kazandığı oranda vergi alınsa, bu gelir devletin kasasını doldurmaya yeter. Kanal İstanbul, nükleer santraller büyük israflardır. Bu tür israflardan vazgeçilirse eğitim, sağlık ve ücretlerden kesinti yapmaya gerek kalmaz. Krizin faturasını şirketlere ve bankalara ödetmek için birleşmekten, çoğunluğun çıkarları için mücadele etmekten başka yol yok.

Acı ilacı içmeyeceğiz! Liranın dolar karşısında yaşadığı hızlı değer kaybının, fakirleşmenin, kurdaki oynamaların sorumlusu işçiler değildir. Cirosu 53 milyar 948 milyon 110 bin lira olan TÜPRAŞ’la 1063 lira asgari ücret alan bir işçi neden aynı faturayı ödesin ki? Krizi kim çıkardıysa faturayı onlar ödemelidir! Taleplerimiz: n Dev şirketlerin gelirleri, borçları ödemeye yeter. Fedakârlığı hol13


dingler yapsın. n Herkes servetine göre vergi ödesin. Zenginler vergilendirilsin. Yoksulluk sınırının altındakilerden gelir vergisi alınmasın. n Temel gıda ürünleri için tavan fiyat belirlensin, gıda ürünlerinin fiyatları düşürülsün. n Temel ihtiyaç maddelerindeki KDV kaldırılsın. n Ücretlere derhal enflasyon oranında zam yapılsın. n Emekçilerin banka borçları silinsin! Fedakârlığı bankalar yapsın. n İşten çıkarmalara hayır! n Sağlık ve eğitimde, kamu çalışanları ve emeklilerin maaşlarında kesintilere hayır! Sosyal harcamalarda kesintilere hayır! n Tazminat hakkına hiçbir şekilde dokunulmasın. n Grev yasaklarına hayır! n Dış politikada gerilim yerini barışçıl politikalara bıraksın. Silahlanmaya değil emekçiye bütçe! n İşçileri bölen kutuplaştırıcı siyasetlere hayır!

Birleşen işçiler yenilmez! n Sendikalar ortak taleplerimiz için birleşin. Emek Platformu hemen şimdi kurulsun! n Patronların isteklerinin ortalığı kapladığı bugün, işçilerin talepleri de duyulmalıdır. İşyerlerinde, işkollarında, her sektörde birleşik mücadeleye!

14


Göçmen işçiler krizin sorumlusu değildir Suriyeli göçmenlerin düşük ücretlere çalışarak bizi işsiz bıraktığı yönündeki fikirler, patronların fakirleşmemizdeki rolünü görmemizi engelleme, bunun yerine farklı halklardan emekçileri birbirine düşman etme amacı güdüyor. Evini ve tüm hayatını geride bırakarak savaştan kaçıp Türkiye’ye gelen Suriyeliler, yaşayabilmek için en kötü işlerde en düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakılıyor. Onların çaresizliğinden faydalanan patronlar, Türkiyeli işçilere vereceklerinden daha düşük ücrete, güvencesiz ve kayıt dışı olarak Suriyeli işçiler çalıştırıyor. Burada suçlu, göçmen işçiler değildir. Türkiyeli işçilerin yerine onlar işe alınıyor, ancak onlar da Türkiyeli işçinin alacağından daha düşük fiyata, daha kötü koşullarda çalışmak zorunda kalıyor. Hem Türkiyeli hem Suriyeli emekçi kaybederken, patron kazanıyor. Çözüm, Suriyelilerin de Türkiyelilerle aynı statü ve haklara sahip olmasından geçiyor. Böyle olduğunda Suriyelilerin de emek pazarına eşit koşullarda katılması sağlanacak. Türkiyeli ve Suriyeli emekçiler arasındaki ayırım yok olurken, patronlara karşı ortak bir mücadele yürütebilmemizin yolu açılacak. Türkiye ekonomisinde ve çalışma hayatında meydana gelen sorunların sorumlusu, canlarını kurtarmak için kaçtıkları bir ülkede sefalet koşullarında yaşayan insanlar değildir. Suçlular, kriz ortamından hemen önce, 2017’de şirket kârlarını yüzde 52 oranında artıran zenginlerdir. Türkiyeli işçileri de Suriyeli göçmenleri de sömüren onlardır. n Sigortasız, kaçak çalıştırmaya hayır! n Eşit işe eşit ücret! n Sendikalarda birleşelim! n Irkçılığa karşı göçmenlerle dayanışmaya! 15


609

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

HAFTALIK GAZETE DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST

20 Aralık 2017 3 TL. sosyalistisci.org

612

1 Şubat 2018 3 TL. sosyalistisci.org

BARISI , N OHAL KAYBEDENİ ZENGİNLERE OLMAZ YARIYOR , S AMA BİZ FAKİRLESİYORUZ EKONOMİ YÜZDE 11 BÜYÜMÜ ,

n

n 30 MİLYON KİŞİ BANKALARA BORÇLU n 4.5 MİLYON KİŞİ BORÇ BATAĞINDA n BİR KEREDE BANKALAR FEDAKARLIK YAPSIN

sayfa 9

n

İsten , ra cıkarmala , grev yasağına hayır!

URSULA LE GUİN: HEDEF VE YÜRÜNEN

BÜLENT SOMAY YAZDI

YOL İLİŞKİSİNİN YAZARI

FİLİSTİN HALKI YALNIZ DEĞİLDİR

BORÇLAR SİLİNSİN!

Roni Margulies yazdı: Demokratik,

sayfa 10

613

HAFTALIK GAZETE DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

19 Nisan 2018 3 TL. sosyalistisci.org

DELEYE BAK!

OHAL'E SON BARISA , EVET

, ÖZGÜRLÜKCÜ , N ALTERNATİF İCİ BİRLES, ELİM

IRKCIL , IĞA, SAĞA VE YOKSULLUĞA KARS, I İSC , , İLERİN BİRLİĞİ!

BİRLEŞİK METAL-İŞ

“İSCİLER HAKKINI ALMA KONUSUNDA KARARLIYDI” --

DÜNYA SAVAŞINA KARŞI ÇIKAN SOSYALİSTLER NASIL KAZANDI?

sayfa 9

HAFTALIK GAZETE DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST

BU ACI HEPİMİZİN 24 NİSAN

FİLİSTİN’E ÖZGÜRLÜK

19:15 TÜNEL MEYDANI

617.indd 1

19.04.2018 08:49:21

1 Ağustos 2018 3 TL. sosyalistisci.org

GÖC, MENLERİ DEĞİL , ARI DURDURUN! IRKCIL sayfa 3

sayfa 5

YUNANİSTAN HALKININ YANINDAYIZ

TROÇKİ: KARANLIKTA PARILDAYAN YILDIZ sayfa 10

HAFTALIK GAZETE DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

5 Ekim 2017 3 TL. sosyalistisci.org

ENFLASYON %11

AÇLIK SINIRI 1.500

İŞSİZLİK %13

ZAMLARA HAYIR n Hükümetin orta vadeli planından, zamlar çıktı. n Başbakan, ‘ciddi sorunlarımız ve savunma sanayi için kaynağa ihtiyaç var’ diyor. n Bizim en büyük sorunumuz artan hayat pahalılığı ve işsizlik.

n Sadece MTV değil tüm zamlar geri çekilsin! n Vergi yükü çalışanların sırtından ler servetine göre vergilendirilsin. kalksın! Zengin-

n Kaynaklar, işsizliği ve yoksulluğu yok etmek için kullanılsın.

sayfa 2

604

EN VAR

, DÜNYADA 70 MİLYON GÖCM

606

623

HAFTALIK GAZETE DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST

2 Kasım 2017 3 TL. sosyalistisci.org

BİZDEN ALINAN VERGİLER , İN YÜZDE 86’SI n BÜTCEN LARA KAYNAK AKTARILIYOR n AZ VERGİ ÖDEYEN PATRON ARTIRILIYOR n ASKERİ HARCAMALAR %31,24 YOK ADALET NDE , n 2018 BÜTCESİ

, DEĞİL SAVASA , E BÜTC, E EMEKCİY MELTEM ORAL:

ALEX CALLINICOS:

KATALAN MÜCADELESİ PATRONLARI SARSIYOR4

#bende TACİZE KARŞI KÜRESEL TEPKİ

sayfa 11

sayfa

KRİZE KARŞI ANTİKAPİTALİST MÜCADELE İÇİN BİZİ ARAYIN ANKARA Konur Sokak No:14/13 Kızılay İletişim: 05358842122 İSTANBUL Nakiye Elgün Sokak, İkbal Apt, No: 32/3, Osmanbey İletişim: 0555637 24 50 İZMİR 1462. Sokak (Yüzbaşı Şerafettin Sokak) No:20/1 Alsancak İletişim: 05073044567 TEKİRDAĞ İletişim: 0335929157

sayfa 6-7

7 Aralık 2017 3 TL. sosyalistisci.org

TRUMP ELİNİ , K KUDÜS’TEN CE

HAYDİ 1 MAYIS'A!

sayfa 6-7

YOLSUZLUKLARIN FATURASINI ÖDEMEYE HAYIR

ABD MAHKEMESİNDE DEĞİL İŞÇİLERİN MÜCADELESİNDE

DEMEK İCİN ,

sayfa 3

UZMANI İRFAN KAYGISIZ ANLATIYOR:

sayfa 11

608

, CEPHE’YE HAYIR! MİLLİYETCİ

KARAMSARLIĞI BIRAK, MÜCA

eşitlikçi bir Ortadoğu için

ÇÖZÜM

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

15 Şubat 2018 3 TL. sosyalistisci.org

617

622

28 Haziran 2018 3 TL. sosyalistisci.org

Enflasyon %13 , 6 milyon issiz


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.