DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
523
13 Mayıs 2015 2 TL. sosyalistisci.org
24 Nisan 2011’de askerdeyken katledilen Sevag Balıkçı’nın annesi öğretmen Ani Balıkçı, Kamp Armen’de Ermenice dersi verdi.
KAMP ARMEN ERMENİ HALKINA İADE EDİLSİN YILDIZ ÖNEN: İŞÇİLER VE BARIŞ MÜCADELESİ
sayfa 3
DURDE AKTİVİSTLERİ: SOYKIRIMIN PANZEHİRİ İNKAR ETMEDEN BİR ARAYA GELMEK sayfa 5
OZAN TEKİN: TİANANMEN, ÇİN’İ SARSAN AYAKLANMA sayfa 8
2
GÜNDEM
BALYOZ DAVASINDA GEREKÇELİ KARAR KOMEDİSİ Balyoz davasının gerekçeli kararı geçen hafta açıklandı.
DOMUZ ETİNDEN SEÇİM KAMPANYASI
Gerekçeli kararda bütün dijital delillerin sahte olduğuna, darbe teşebbüsünden yargılanan Çetin Doğan, Özden Örnek, Bilgin Balanlı, Dursun Çiçek gibi komutanların suçsuz olduğuna karar verildi.
Evet. Seçimler bütünüyle ayağa düştü. Her seçimde bel altı vuruşlar olur, seviyesizlik dille-
Teşebbüs ettiler ama başaramadılar
re destan haline gelir, seks kasetleri her yeri kaplar, bu kasetler nedeniyle genel başkanlar
Gerekçeli kararda darbecilerin beraat gerekçesi olarak darbe yapma girişiminde bulunmuş olmalarına rağmen bunu tamamlayamamış olmaları gösterildi. Kararda, “Çetin Doğan liderliğindeki cunta yapılanmasının suçun icrası için elverişli araç gereç ve personelle icra hareketlerini gerçekleştirmeye başladığı, ancak Çetin Doğan’ın kalp ameliyatı olması ve ardından Ağustos 2003 de emekliye sevk edilmesi, bazı sanıkların görev yerlerinin değişmesi, Genelkurmay karargahının öncelikle muhtemel darbeye karşı çıkması, sonrasında da günün şartlarının elverdiği ölçüde engellemek için çaba göstermesi sebebiyle cunta yapılanmasının darbe suçunu işleme elverişliliğini kaybettiği” ifadeleri kullanıldı.
ve milletvekili adaylarının siyasi kariyerleri sonlanır. Her seçimde, seçim meydanlarında atıp tutan, küfür eden siyasilere rastlarız. Ama bu sefer başka bir şey oluyor. Bu sefer, düzey diye bir şey kalmamıştır, düzey ölmüşür. Lenin parlamentoya burjuvazinin ahırı derken, Türkiye’de 7 Haziran seçimleri öncesi siyasilerin ve medyanın rezilliklerini görse, ahırlara hakaret ettiğini düşünürdü muhtemelen. Özellkle Erdoğan, AKP ve bu ikisinin canı gönülden amigoluğunu yapan medyanın iltihabı patlamış gibi ortalık. Son olarak Akşam gazetesi, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ı karalamak için domuz pastırması “argümanını” öne çıkarttı. Akşam gazetesi manşete çıkarttığı haberde şunları yazdı: “Seçim vaatlerinde Diyanet’i kaldıracağını söyleyen Demirtaş’ın 2014’te Köln’de domuz pastırması yiyerek aynı fetvayı verdiği ortaya çıktı.” Akşam gazetesi bekçiliğini yaptığı Erdoğan’ın bu seçimlerde özel olarak öne çıkarttığı politik takiğini gayet iyi kavramış durumda. Erdoğan, elinde Kur’an, seçim meydanlarında nutuk atıyor. Din kozunu oynuyor, HDP ve Demirtaş’ın dini değerlere karşı olduğunu anlatarak, seçmen kitlesinin en geri kesimlerinin en geri yanlarını okşayarak AKP oylarının, özellikle Kürt oylarının AKP tabanında birleşik kalmasını sağlamaya çalışıyor. Bir gazetenin görevi “beyefendilerinin” politik taktiklerini güçlendirmekten başka ne olabilir ki diye düşünenler tarafından çıkartıldığı çok açık olan Akşam gazetesi de görevini yerine getiriyor.
Dijital delillerin tamamı sahte Mahkeme ayrıca davanın en tartışmalı konusu olan dijital delillerin sahte olduğuna, Gölcük’teki Donanma Komutanlığı’nda bulunan kopyalarını da oraya başkasının yerleştirdiğine karar verdi. Mahkeme bu konuda “…Gölcük Donanma Komutanlığında arama yapılmasına neden olan ihbarda direkt olarak suça konu dijital verilerin bulunduğu yerin belirtilmesi şüpheli ve dikkat çekici bulunmuş, sanıkların dijital verilerin başkaları tarafından kasıtlı olarak sahte olarak düzenlenip buraya konulduğu yönündeki iddialarının ihtimal dahilinde olduğunu düşündürmüştür”
Bile isteye nefret söylemi kullanıyorlar. Bile isteye, Demirtaş’ı nefret söylemlerinin hedef tahtasına yerleştiriyorlar. “Domuz eti yemek”, akıllarınca, bir insanı günahkar kulların en günahkarı yapar. Bu manşetten sonra insanların camilerde ve kahvelerde, “Gördünüz mü, Demirtaş domuz eti yiyormuş” diye dedikodu yapmaya başlayacağını, “Madem domuz eti yiyormuş, ben o zaman domuz eti yemeyen, daha ziyade tavuk eti yiyen adaylara sahip olan AKP’ye oy vereceğim” demesi gerektiğini sanıyorlar. Yanılıyorlar! Domuz eti yemenin kul hakkı yemekten daha tehlikeli, daha yanlış olduğunu düşünen, bir kaç mezcup dışında kimse kalmadı memlekette. “Paraları sıfırla” diyenlerin ahlakını belirleyen, “bakara, makara” diye dalga geçenleri şımarıklaştıran, yolsuzluk yapanların, rüşvet olarak pahalı saatler alanların, Ergenekoncularla uzlaşanların, darbeci Evren’i devlet töreniyle gömmeye karar verenlerin, çözüm sürecini siyasi hırsları için bozanların sahtekar karakterlerini oluşturan şey, hangi hayvanın etini yedikleri ya da vejetaryen olup olmadıkları değil. Bunların siyasi karakterleri burjuvaca. İki yüzlü. İki oy için barış sürecini askıya alacak
ERGENEKONCULARI VE DARBECİLERİ AKLADI Yolsuzluk dosyalarını kapatma telaşı AKP’nin Ergenekoncularla ve darbecilerle anlaşmasıyla sonuçlandı. AKP yolsuzluk dosyaları ortaya çıkar çıkmaz, “bugün bize kumpas kuranlar geçtiğimiz yıllarda da ordumuza kumpas kurdular” diyerek darbe davalarını sil baştan başlattı. Darbeci ve katil olduklarından kimsenin şüphesi olmayan herkesi serbest bıraktı. Dünün eli kanlı katilleri ve darbeciler bugün Erdoğan sayesinde ellerini kollarını sallayarak rahatça aramızda dolaşıyorlar. İnsanlığa karşı suç işlemiş bu insan grubunu serbest bırakmak onların katliamlarına ve darbe planlarına ortak olmaktır. Dolayısıyla Erdoğan yolsuzluk dosyalarından kurtulabilmek için Ergenekoncularla ve darbecilerle kol kola girerek suç işlemiştir.
pastırmasından başka sığınacak bir limanları kalmamış durumda. Tehlikeli olan, HDP’ye karşı bu nefret söyleminin, sokakta HDP stant ve binalarına saldırıya dönüşmesi. Tehlikeli olan, AKP’nin, Erdoğan’ın ve gazete kağıdına basıldığı için gazete
Bu seviyesizliği de yenmek, siyasi alanda çaresiz kılmak için, toplumu dindar-dindar olmayan şeklide bölmeye çalışanları geriletmek için 7 Haziran’da oylarımız HDP’ye!
SEÇİM DEĞİL KARALAMA KAMPANYASI Ne kadar olduğu konusunda farklı veriler olsa da AKP’nin bu seçimden kan kaybederek çıkacağı konsunda hemen hemen kimsenin şüphesi yok. Kendisinin müdahil olmadığı bir seçim kampanyasında AKP’nin yeterince güçlü görünmeyeceğini düşünen Erdoğan cumhurbaşkanı olarak seçim kampanyası yapıyor, AKP’ye 400 milletvekili istediğini söylüyor, sanki bir başbakanmış gibi muhalefet partileri ile tartışıyor ve hatta Demirtaş’a “sen kimsin!” diyerek hakaret ediyor. Tarafsız bir cumhurbaşkanı gibi davranması gerekirken AKP için seçim kampanyası yaparak suç işliyor.
Darbeci öldü
Ve, Demirtaş’ın siyasi bir figür olarak parlamasından o kadar korkuyorlar ki, domuz eti
çalışmaları.
Sadece Balyoz dosyasını kapatma ve sanıkların tamamını aklama amacıyla başlatılan mahkeme nedense ordu içinde böylesine büyük bir sahtekarlığın nasıl işlenmiş olabileceğine, bu sahtekarlığı kimlerin yapmış olabileceğine dair bir soruşturma başlatma gereği duymadı. Böylece AKP’nin yolsuzluklarını örtbas etmek adına Ergenekon ile kurduğu ittifak sonucunda Türkiye tarihinin görevdeki subayların ve komutanların yargılandığı ilk darbe davası şimdilik hiçbir darbecinin ceza almamasıyla sonuçlanmış oldu.
kadar utanmaz bunlar.
olduğunu düşünmemiz istenen kağıt parçalarının toplumu din etrafından kutuplaştırmaya
dedi.
“Bu kampın her bir adımında biz çocukların emekleri var, anıları var. Bu anılara saygı gösterilmesini istiyoruz. Bu emeğin nasıl yoktan var edildiğinin farkına varılmasını istiyoruz. Ne acıdır ki kaybeden yine kendini ispatlamaya çalışıyor.”
RAKEL DİNK
KARGA KAFASI
KEMAL GÖKHAN GÜRSES
GÜNDEM
GIDA FİYATLARI ARTMAYA DEVAM EDİYOR KEMAL BAŞAK
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine
göre, Dünya gıda fiyatları geçen ay Haziran 2010’dan bu yana en düşük seviyesine indi. Ortalama fiyatlar nisanda marta göre yüzde 1,2 düştü. Gıda endeksindeki yıllık gerileme yüzde 19,2 oldu. En yüksek düşüş yüzde 6,7 ile süt ürünlerinde gerçekleşti. Yüzde 1,3 ucuzlayan şeker altı yılın en düşüğüne gerilerken tahıllar ve bitkisel yağ fiyatları da azaldı. Dünya ortalaması bu şekilde düşme eğilimindeyken Türkiye’de rekor artışlar yaşanıyor. TÜİK verilerine göre gıda fiyatları nisanda önceki yıla göre yüzde 14,36 arttı. Meyve-sebzede yıllık enflasyon yüzde 26’yı geçti. Birçok temel
gıda maddesinde yüzde 100’leri bulan artışlar yaşandı. Mercimek 6, fasulye 7 liraya yükseldi. Zeytinyağı 25, süt 3,5 TL’yi gördü. Tarım alanlarının azalması ve ithalatın artışı AKP iktidarının inşaat ve madencilik çılgınlığı tarım alanlarının hızla azalmasına yol açıyor. 2005`den bu yana 30 milyon dekar yani Belçika kadar tarım alanı yok oldu. Tarım arazilerinin azalmasıyla birlikte tarım ürünlerinde rekolte düşmeye başladı. Ziraat Mühendisleri Odası verilerine göre, 1990-2013 döneminde baklagil üretimi yüzde 43 azalarak 2 milyon 13 bin tondan 1 milyon 148 bin tona düştü. Son 10 yılda nohut üretimi 150 bin ton, kuru fasulye 55 bin ton ve mercimek 105 ton geriledi. Azalan tarım üretimi sonucu gıda ihtiyacı daha fazla ithalat yoluyla karşılanmaya başladı. Türkiye bugün Mısır, Etiyopya, Bangladeş ve Çin`den kuru fasulye, Kanada`dan nohut ve yeşil mercimek, ABD, Ukrayna ve Kanada`dan ise bezelye ithal ediyor. Dünya genelinde fiyatlar düşmesine rağmen Amerikan Dolarının TL karşısında yükselişinin daha fazla olması fiyatları artıran bir etken. Doların artışı, aynı şekilde tarımda kullanılan ithal kimyevi maddelerin de fiyatlarının artmasına neden oluyor. İklim değişikliği İklim değişiminden kaynaklanan don, sel ve kuraklık tarımda birçok üründe rekoltenin daha da düşmesine neden oldu. TÜİK`in iklim şartlarına bağlı bitkisel üretimde düşüş verilerine göre 2014`de bir önceki yıla göre tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerde yüzde 6.6 ve meyvelerde yüzde 6.2 azalma görüldü.
2015 aşırı sıcaklarla geçecek, kuraklık kapıda.
HAFTANIN IRKÇISI DİKTATÖR KENAN EVREN 12 Eylül 1980’de darbe yaparak iktidara el koyan ordunun başında dönemin genelkurmay başkanı Kenan Evren vardı. Yükselen işçi muhalefetini bastırmak ve mevcut krizi burjuvazi lehine çözmek isteyen Evren ve suç ortakları, ülkedeki bütün demokratik kurumları kapattı, bütün siyasi partilerin faaliyetlerine son verdi, işçi
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
İŞÇİLER VE BARIŞ MÜCADELESİ Hükümet işi yokuşa sürüyor. Çözüm sürecini de tıpkı Erdoğan’ın parlamenter sistemin alındığını söylediği bekleme odası gibi, bekleme odasına aldı. Fakat hükümet yetkilileri de Erdoğan da bekleme odasında kurallara uyulacağından çok eminler. Herkes bekleme odasında sakin sakin durmak zorunda değil. Herkes bekleme odasının kurallarına uymak zorunda da değil. Hele bekleme odasına zorla sokulmuşsanız, bekleme odasında çıngar çıkartmak, hapishaneye dönüşen bir odada isyan etmek en doğal hakkınızdır. Hükümet, çözüm sürecini kendi başına, Erdoğan öyle istediği için bekleme odasına aldı. Oysa çözüm süreci sadece hükümetin kararlarıyla belirlenen, sadece hükümetin dediğinin olduğu bir süreç değil. Adı geçen çözüm süreci masasının diğer ucunda Abdullah Öcalan oturuyor. Kürt halkı, masanın diğer ucunda. Masanın etrafında Kürt halkının temsilcileri var. HDP heyeti var. Kürt halkı adına çözüm sürecinde sorumluluk alanlar, çözüm sürecinin gidişatını belirleyen özneler. Hükümet, bu öznelerle birlikte 28 Şubat’ta bir basın açıklaması yaparak bazı kararların altına imza atmıştı. Ve bugün, seçimlere kadar çözüm sürecini de bekle-
Aracılar
me odasına aldıklarını açıkladılar.
Tarım ürünlerinin üreticiden tüketiciye ulaşıncaya kadar fiyatları yedi – on kata kadar artabiliyor. Orta ve büyük ölçekteki gıda şirketleri ve büyük holdinglerin süpermarket şirketleri üreticiden çok ucuza satın alınan ürünler üzerinden devasa kârlar elde ediyorlar. Markette 5 TL’ya satılan 1 kg patates üreticiden 0,5 TL – 1 TL’ya alınıyor.
Çözüm süreci gibi bir süreç, bekleme odasına alı-
Tarım alanlarının inşaat ve madencilik şirketlerinin faaliyeti yüzünden azalması, yenilenebilir enerji yerine petrol-doğalgaz-kömüre dayalı enerji kullanımı yüzünden iklimin değişmesi, insan ihtiyacı yerine şirketlerin kâr hırsına terk edilmiş piyasa koşulları neoliberal politikaları azgınca uygulayan mevcut iktidarın birer tercihi.
naklanıyor. Bu çelişkiyi şöyle ifade edebilirim: Süreç,
Kâr değil insan diyenlerin tercihi ise mücadele. Neoliberal politikalar karşı antikapitalist mücadele. örgütlerini dağıttı. Yüz binlerce kişi gözaltına alınarak işkencelerden geçirildi, ülke bir bütün olarak bir cezaevine dönüştürüldü, yüzlerce insan sorgusuz sualsiz öldürüldü, binlerce insan vatandaşlıktan çıkartıldı, işten atıldı, ocaklar söndürüldü.
3
namaz, seçimlerden sonra geleceği hakkında karar verilecek sıradan bir olay gibi ele alınamaz. Erdoğan ve hükümetin bu kadar pervasız olmasının nedeni, çözüm sürecinin çelişkili karakterinden kaybir yandan çok büyük bir toplumsal desteğe sahip ama aynı zamanda batıda süreci savunan bir toplumsal hareket yok. Kürt halkı ve Kürt hareketi çözüm sürecinin kitlesel olarak arkasında. Batıda ise sürece destek verdiğini iddia edenler, bir hareket olarak örgütlenmiş değil. Bu nedenle, hükümet bir adım iler iki adım geri taktiğini uygulayabiliyor. Batıda, barıştan başka çıkarı olmayan, savaş koşullarından en çok çeken kesimlerin, hükümetin çözüm sürecinde sergilediği keyfi tutumlara son vermek için harekete geçmesi bir zorunluluk. Aşağıdan bir toplumsal basınç örgütlenmediği sürece, hükümetin
Kenan Evren, kendisi ve suç ortakları için anayasaya yargılanamayacaklarına dair bir madde koydurttu. İşlediği suçlar yıllar boyunca kovuşturulmadı bile. Tarihin bir cilvesi olarak yine bir 12 Eylül’de yapılan anayasa referandumuyla yargılanmaya başlandı ve darbecilikten suçlu bulunarak müebbet hapse mahkûm edildi.
süreçte izlediği kaypak tutum devam edecek. Çözüm
İşlediği insanlık suçlarıyla ismi sonsuza dek lanetle anılacak olan Kenan Evren, sadece bu haftanın ırkçısı olmayıp, tüm zamanların en büyük ırkçılarının arasında yer almaya çoktan hak kazanmıştır.
işçilerin doğrudan mücadelesiyle çözüm süreci için
süreci her kaypaklığın tehlikeli sonuçlar doğuracağı bir lişkiler ağı aynı zamanda. Bu yüzden, batıda işçilerin, sürece sahip çıkması bir zorunluluk. Bu yüzden batıda her barış hareketi, mücadele arasında köprüler kurmalı. Bu ertelenemez bir hedef. Ertelememeliyiz.
4
DÜNYA
MAKEDONYA’DA İSYAN
Devlet terörüne isyan rejimi sarsıyor ONUR DEVRİM ÜÇBAŞ
“darbe hazırlığında” olduğunu iddia etti.
Makedonya’da muhalefet lideri Zoran Zaev’in açıkladığı
Öte yandan ülkenin kuzeyindeki Kumanova kentinde Makedonya askerleri ile Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK) ile bağlantılı Ulusal Kurtuluş Ordusu mensupları arasında çıkan çatışmada en az 20 kişi öldü. İçişleri Bakanlığı sözcüsü “30’dan fazla terörist Cumartesi günü polis güçlerine teslim oldu” dedi. Ülkede 2001 yılında ayaklanan Arnavutlar daha geniş haklar talep etmişlerdi. 13 Ağustos 2001’de imzalanan Ohrid anlaşmasıyla çatışmaların durmasına rağmen gerilim devam etmişti. Makedonya Başbakanı 2006 yılından beri iktidarda bulunuyor.
ses kayıtları yüzlerce kişinin katıldığı gösterilere neden oldu. Ses kayıtlarında Başbakan Nikola Gruevski’nin 2011 yılında bir göstericinin polis tarafından dövülerek öldürülmesini örtbas etme planları bulunuyor. Gruevski İçişleri Bakanı ve İstihbarat Şefi ile cinayetin nasıl örtbas edilebileceğini konuşuyor. Başkent Üsküp’te hükümeti protesto etmek için sokağa çıkan yaklaşık bin kişiye polisin saldırması sonucu pek çok kişi yaralandı. Başbakan Gruevski ise ses kayıtlarını yabancı ajanların servis ettiğini ve Zaev’in
MAHABAD: KÜRTLER ADALETSİZLİĞE VE REJİME KARŞI SOKAKTA İran Kürdistan’ındaki Mahabah kentindeki bir otelde İranlı istihbaratçıların tecavüz girişimine karşı bir otelin KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse
KARŞI-DEVRİMİN MERKEZİ Ortadoğu bir devrim, karşı devrim ve savaş döneminden geçiyor. Bölgede Arap Baharı’nın geri çekilişi karşı devrimin önünü açarken, demokrasinin yerine daha saldırgan diktatörlüklerin ve mezhep savaşlarının görünür hale gelmesine neden oldu. Devrimlerin geri çekilişi ile birlikte öne çıkan Şii-Sünni bölünmesinde Suudi Arabistan ve Irak arasındaki mücadele önümüzdeki günlerde bölgede çatışmaların yayılması tehlikesini de beraberinde getiriyor. ABD, Çin gibi daha büyük güçlerin bu mücadeleye müdahaleleri, bir yandan IŞİD ile mücadelede Şii militanları desteklerken, diğer yandan örneğin Yemen’de Hauthi Şiilerine karşı Suudi müdahalesini desteklemeleri bölgedeki istikrarsızlığı daha da artırıyor. Bütün bu kargaşanın ve giderek artan istikrarsızlığın ortasında Suudi Arabistan’ın güvenli bir petrol kaynağı olarak önemi daha da artıyor. Irak umutsuz bir durumda, İran Batı’nın hep şüpheyle baktığı İslamcılar tarafından yönetilen bir ülke. ABD ise 1991’de Kuveyt’i Saddam Hüseyin’den korumak için Irak’a saldırmış ve Suudileri korumuştu. Artık koruma sırası Suudilere gelmişti. Bu arada Suudi Arabistan ve diğer Körfez şeyhlikleri,
dördüncü katından atlayarak hayatını kaybeden Farinaz Hosravani için başlayan ayaklanma sürüyor. Oteli ateşe veren halk, otel müdürü ve tecavüzcülerin yargılanmasını istiyor. Protesto gösterileri devam ediyor. Kürt ayaklanması, ekonomik kriz yaşayan ve 1 Mayıs’ta binlerce işçi tarafından protesto edilen İran rejimini sarsabilir. Ortadoğu’nun diğer bölgelerine yaptıkları yatırımlarla küresel kapitalizmin önemli bir merkezi haline geldiler. Ve Suudi Arabistan başta olmak üzere bu şeyhlikler dört yıl önce Tunus ve Mısır’da başlayan ayaklanmaların karşısında karşı devrimin merkezleri ve örgütleyicileri olarak konumlandılar.
İNGİLTERE: MUHAFAZAKARLARA KARŞI MÜCADELE
İngiltere’de 7 Mayıs günü yapılan genel seçimleri mevcut Başbakan David Cameron’un liderliğindeki Muhafazakâr Parti kazandı. Muhafazakârlar oyların %37’sini alırken, onları %30,4 ile merkez sol İşçi Partisi, %12,6 ile ırkçı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi(UKIP), %7,9 ile Liberal Demokrat Parti ve %4,7 ile İskoç Ulusal Partisi izledi. Daha önce Liberal Demokrat Parti ile koalisyon kuran Muhafazakâr Parti artık tek başına iktidar. Seçim öncesinde yapılan anketlerde İşçi Partisi’nin Muhafazakâr Parti ile başa baş durumda olduğu hatta iktidara gelebileceği düşünülüyordu. Ancak parti kemer sıkma politikalarına, işten çıkarmalara ve maaşlardaki azalmaya karşı net bir şekilde karşı çıkamadı, göçmenlere yönelik kontrollerin sıkılaştırılmasını savundu. İşçi Partisinin bu sağ politikaları seçmenlerin ona güvenmemesine yol açtı. Parti özellikle İskoçya’daki vekillerinin neredeyse tamamını, kesintilere net bir şekilde karşı çıkan ve sol politikalar savunan SNP’ye kaptırdı. Seçimlerden önce koalisyon ortağı olan Liberallerin oyu %15 azalırken, göçmen ve yabancı karşıtı ırkçı UKİP ülkedeki üçüncü büyük parti oldu. İngiltere’de geçerli olan seçim sistemi yüzünden oylarının coğrafi olarak dağınık olması nedeniyle UKİP sadece bir milletvekili çıkarabildi. Tek başına iktidar olan Muhafazakâr Parti şimdi daha sert kemer sıkma politikaları uygulayacak. İngiliz sosyalistler bu saldırı dalgasına karşı koyabilmenin tek yolunun solun birliği olduğunu vurguluyor.
KÜRESEL MÜCADELELER
Suudi Arabistan, Mısır’da devrime karşı gerçekleşen Sisi darbesini destekledi. Son olarak iki ülke Riyad’da ortak askeri tatbikat yapma konusunda anlaştı. Suudi Ulusal Muhafızları Mart 2011’de Bahreyn’e müdahale ederek devrimin buraya yayılmasını önlediler.
Burundi: Orta Afrika ülkesinde Devlet Başkanı Pierre Nkurunziza’nın üçüncü kez aday olmasına karşı başlayan isyan sürüyor. 25 Nisan’dan bu yana süren gösterilerde 18 protestocu devlet tarafından katledildi. Bunun üzerine sadece kadınlar sokağa çıkarak baskı, yolsuzluk, açlık rejimine karşı direnişi sürdürüyor.
Yine Suudi Arabistan Suriye’deki iç savaşı bölgede kendi etkinliğini artırmak ve en büyük rakibi olan İran’ın gücünü zayıflatmak için kullanmaya çalışıyor. Bunun sonucu IŞİD ve El Kaide gibi karşı devrimci örgütlerin güç kazanması oldu.
Peru: Arequipa bölgesinde yapılmak istenen bakır madenine karşı topraklarını savunan yoksul köylülerin mücadelesine devlet şiddetle saldırıyor. Şu ana kadar 2 protestocu katledildi. Halk geri adım atmıyor.
Yemen’de 2011’de başlayan ve devlet başkanı Ali Abdullah Saleh’in görevi bırakmasıyla sonuçlanan ayaklanma yine Suudi Arabistan’ın bölgedeki Şii hakimiyetinin yayılması korkusuyla Yemen’e askeri müdahalede bulunmasıyla sonuçlandı. Suudi Arabistan liderliğindeki bu müdahaleye katılan diğer ülkeler BAE, Ürdün, Kuveyt, Fas, Katar ve Sudan oldu. Bu karşı devrim ve savaş dalgasını ortadan kaldıracak tek şey Ortadoğu’da yeni bir devrim dalgasının ortaya çıkması olabilir. Bunun nasıl olacağını bugünden öngörmek çok zor. Şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki Ortadoğu’da 2011 ayaklanmalarına yol açan nedenler hala oldukları yerde duruyor.
Filistin: Gazze’de dört bakanlığa bağlı çalışan kamu emekçileri ücretlerinin gasp edilmesine karşı greve çıktı. 8 aydır düzenli olarak grev yapan işçiler öfkeli. Sendikalar tüm kamu kuruluşlarında genel greve gitmeye hazırlanıyor. Yunanistan: Yunanistan Radyo ve Televizyon Kurumu’nda (ERT) iki yıl önce işten çıkarılan emekçiler eylem yaparak işe iadelerini talep etti. Syriza hükümeti işe geri dönmeleri kararını vermişti, ancak şirket buna uymayı reddediyor.
RÖPORTAJ
5
“SOYKIRIMIN PANZEHİRİ BU İNSANLIK SUÇUNU İNKÂR ETMEDEN BİR ARAYA GELMEK”
Erivan’daki Soykırım Anıtı Ermeni soykırımının 100. yıldönümünde Türkiye’den Ermenistan’a giden heyetin içinde yer alan Gonca Şahin’in aktivistlerle yaptığı röportajların geçen sayıda yayınladığımız ilk bölümünde Ermenistanlı aktivistlerin soykırımın tanınması mücadelesine dair görüşleri yer alıyordu. Röportajın ikinci ve son bölümünde ise söz Ermenistan’a giden Dur De aktivistlerinde.
Türkiye’nin soykırımla yüzleşmesi neden önemli ve bu konuda 2015 sonrasında ne yapmak gerekiyor? Levent Şensever-Durde Aktivisti Soykırımla yüzleşme Türkiye’nin sadece geçmişiyle yüzleşmesi ve tarihi gerçeklerini ortaya çıkarması anlamına gelmiyor. Aynı zamanda, günümüzde mağduriyetleri hala sürmekte olan yüz binlerce diaspora mensubuna yönelik geçmişte Osmanlı vatandaşı Ermeni atalarına yaşatılan acılar, mağduriyetler, el konulan mal ve mülkler ile izleri hala silinmekte olan kültürel varlıklarının iadesi ve tazmini anlamına da geliyor. Soykırımın inkârı, soykırımın devamı demek. Bu nedenle yüzüncü yılı geride bırakırken, soykırımın tanınması, özür dilenmesi ve tazmin için mücadeleyi daha güçlü bir şekilde sürdürmek önemli. Akgün İlhan-Durde Aktivisti Türkiye inkâr etme ve yaptığı hataların sorumluluğunu almak yerine dış düşmanlar yaratma hastalığından muzdarip bir ülke. O nedenle faili olduğu soykırımla yüzleşmesi, bu ülkenin bu hastalıktan kurtulması için ilk adım olacak. Demokrasinin ve adaletin inşa edilmesi için bu yüzleşme
kaçınılmaz. Geleceğin kurulması için önce geçmişe bakmak ve hesaplaşmak gerek. Bu nedenle soykırım geçmişte bırakılması gereken bir mesele değil. Zira devletin inkârcılığıyla bu insanlık suçu katmerlenerek devam ediyor. 193738’de Dersim Katliamı, 6-7 Eylül 1955 Olayları, 1984-1999’de Kürtlerle savaş, 1993’te Sivas Katliamı gibi. Yeni bir milenyuma girdik ama 2007’de Hrant Dink, 2011’de Sevag Balıkçı ve 2013 Gezi direnişinde aralarında 14 yaşındaki Berkin Elvan’ın da olduğu gençler katledildi. Bir milenyum daha geçebilir ama bu hastalıktan kurtulmadığımız sürece cinayetler devam edecek. Üstelik kaybedenler sadece kadim Ermeni, Süryani, Kürt ya da Alevi halkları değil, bir bütün olarak hepimiziz. Biz sadece hayatlarımızı değil, kültürlerimizi ve kimliklerimizi de kaybettik. Türkiye’de soykırımın tanınması, özür ve tazminat mücadelesinde 2015 önemli bir tarihti ama bu daha başlangıç. Şimdi üzerine daha çok düşülmesi gereken Türkiye ve Ermenistan halkları arasındaki fiziksel ve zihinsel tüm sınırları kaldırmak için çalışmak olmalı. Çünkü o sınırlar ortadan kalktıkça halklar birbirine yaklaşacak; geçmiş geleceğe akacak; adalet ve demokrasinin inşası için halkların devletler üzerindeki tesiri güçlenecek.
Ermenistan sivil toplumu ile ilişkiler geçmişle yüzleşmede nasıl bir rol oynayabilir? Levent Şensever DurDe Platformu olarak 25-28 Nisan tarihleri arasında Erivan’a gerçekleştirdiğimiz ziyaret son derece önemliydi. Bu ziyaret sırasında Ermenistan sivil toplum temsilcileri, Soykırım Müzesi yetkilileri ve basın ile görüşmelerimiz oldu.
Ermenistan ile Türkiye devletleri arasında sürmekte olan gergin diplomatik ilişkiler, Ermenistan toplumunda Türkiye’ye yönelik ön yargıların gelişmesine yol açıyor. Dolayısı ile Ermenistan sivil toplum temsilcileriyle ilişkileri geliştirmek ve soykırım konusunda Türkiyeli aktivistlerin devletten farklı bir yaklaşıma sahip olduğunu anlatmak önemli. Ermenistan toplumu, en küçüğünden en büyüğüne kadar soykırımın anılarıyla büyüyor ve yaşıyor. Eğer Türkiyeli halklar olarak soykırım ile yüzleşeceksek, öncelikle Ermenistan toplumunun hissettiği acıları anlamaya çalışmak, taleplerinin ne olduğunu öğrenmek gerekir. Yüzleşme, ancak mağdurlarla kurulacak empati ve diyalogla mümkün olabilir. Akgün İlhan DurDe aktivistleri olarak Ermenistan’da çeşitli kurumların temsilcileriyle bir araya geldik. Ve gördük ki biz aynı toprağın farklı ağaçlarıyız. Ancak birlikte bir ormanız. Van’dan baktığımız Ağrı Dağı Erivan’da “Ararat”, yediğimiz dolma “tolma”, dansımız hep halay. Bundan yüzyıl önce toprağımız zehirlendi. O tarihten bu yana aynı zehir milyonlarca kökten geçerek siyasi, dinsel ve dilsel sınırları tanımadan hepimizi zehirledi. Soykırımın panzehiri bu insanlık suçunu inkâr etmeden bir araya gelmek. Biz de bunu yaptık. Herkes için adalet ve demokrasi mücadelesi için bir araya geldik. İlerleyen yıllarda daha çoğumuz bir araya gelecek. Çünkü hepimiz farklılıklarımızı korkuya çevirip, tek tipliliği kutsayan bir faşizmin kurbanları olarak aynı mücadelenin içindeyiz.
6
KAMP ARMEN
KAMP ARMEN BİZİMLE ÖZGÜRLEŞECEK!
ADALET İSTİY
#ErmeniHalkıYalnızDeğildir İlk gününden itibaren Kamp Armen’de nöbette olan Nor Zartonk’tan Norayr Olgar’la direnişin önemini ve nasıl kazanabileceğini konuştuk. Kamp Armen direnişi 100 yıllık adalet mücadelesi için ne anlam ifade ediyor? Kamp Armen bu topraklarda yaşanan Ermeni soykırımının sürdüğünün bir göstergesidir aslında. Nasıl ki 1915’ten önce ve sonrasında bu topraklar Ermenisizleştirilmeye çalışıldıysa, nasıl ki Varlık Vergisi’yle, 36 beyannamesiyle, 6-7 Eylül’le bir halk sistematik olarak sömürüldüyse Kamp Armen de bunun bir devamıdır.Fakat buradaki direnişimiz artık bunlara Ermeni halkının ve diğer halkların müsaade etmeyeceğinin, bu yok eden, inkâr eden ve gasp eden devlet zihniyetinin karşılık bulmayacağının simgesidir. Direnişimiz dostarımızla birlikte talebimiz karşılanana kadar Kamp Armen devlet tarafından bir günde gasp edildiği gibi aynı şekilde Ermeni halkına iade edilene dek büyüyerek sürecektir. Direniş neleri değiştirdi? Direniş aslında birçok şeyi değiştirdi. İnsanların özellikle de Ermenilerin tekrar toprakla (topraklarıyla) buluşmasını sağladı, birlikte bir şey üretmenin ve bunu paylaşmanın getirdiği ortaklıkla Kamp Armen aslında bir komün haline geldi diyebiliriz. Diğer taraftan direniş devlete artık Ermenilerin sessiz kalmayacağını, sinmeyeceğini ve haklarını sonuna kadar arayacaklarını da gösterdi. Ermeniler in direnişi bu topraklarda yaşanan soykırımın sadece ortak acılar düzeyine indirgenemeyeceğinin, bunun sadece bir vicdan meselesi olmadığının kanıtıdır. Kamp Armen devletin gasp, haraç, inkâr ve asimilasyon kültürünün örneğidir. Kamp Armen belki de iki halk arasındaki barış köprüsü olacaktır. Bundan sonra mücadele nasıl devam etmeli, Sosyalist İşçi okurlarına çağrın nedir? Bundan sonraki mücadele talepler doğrultusunda örgütlenerek daha da büyümeli. Hem Sosyalist İşçi okurlarına hem de genele çağrım şudur: Gelsinler ve Ermenilerle Kamp Armen’de dayanışsınlar. Bu devletin artık soykırımla yüzleşmesini, inkâr politikalarına son vermesini buradan tekrar kuralım. Çünkü her zaman söylediğimiz gibi ‘kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz’. Kamp Armen ancak örgütlü bir mücadeleyle, bizimle özgürleşecek.
#KampArmenYıkılmayacak MELTEM ORAL
Anadolu’nun dört bir yanından gelen, bin 500’den fazla yetim ve yoksul Ermeni çocuğun yuvası olan Kamp Armen diğer adıyla Tuzla Ermeni Yetimhanesi’nin yıkımı şimdilik durduruldu. Ama tehlike devam ediyor. Çocukların her taşına, tuğlasına, ağacına emek vererek var ettiği ve yıllarca koruduğu kampın hikayesi Türkiye Devleti’nin Müslüman olmayan azınlıklara yönelik politikasının en somut örneği. 100 yıllık inkâr politikalarının bugünkü sürdürücüsü AKP bir yandan son iki yıldır 24 Nisan’da taziye mesajı yayınlarken diğer yandan Kamp Armen yıkım tehlikesi altında. Taziye mesajlarında ‘ortak acılardan’ bahsedilirken dünyanın dört bir tarafına dağılmış Ermeniler için sembol olan yetimhaneye kepçe vuruluyor. Devlet Ermeni halkına acı çektirmeye devam ediyor. Yetimhanenin kamulaştırılması ve Ermeni halkına iade edilmesi için başlayan direniş büyüyerek sürüyor. Kamp Armen’in hikayesi Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı önceleri kilisenin bodrum katında kalan çocukların sayıları artınca bir arazi satın almaya karar verir. 1962 yılında her türlü yasal işlem yerine getirilerek Tuzla’daki arazinin tapusu Vakıf adına tescillenir ve satın alma işlemi tamamlanır. 1974’te Yargıtay Genel Kurulu, 1936 Beyannamesi’ne dayanarak 1936-1974 arası Müslüman olmayan vakıfların bağış, vasiyet veya satın alma yoluyla edindiği tüm malların herhangi
bir karşılık olmadan eski sahiplerine iade edilmesi kararını alır. Yani vakıf tarafından boş bir tarlayken satın alınan arazi, üzerinde çocukların emeğiyle inşa edilen tesisiyle birlikte önceki sahibine iade edilir. Üstelik vakfa hiçbir tazminat ödemeden. Kısaca Ermenilerin mülküne bir kez daha hukuksuz bir şekilde el konulur. Arazinin pek çok kez el değiştirmesi veya 1962’de satın alınmış olan kampın 1936’daki vakıf malları listesinde yer almıyor olması gerekçe gösterilerek hukuki süreçler sürekli tıkandı. Yıllar boyu yüzlerce çocuğun evi olan kamp 1987’de boşaltılmak zorunda kaldı. Kampın şimdiki sahibi Fatih Ulusoy araziye apart otel yapmak istiyor. 6 Mayıs’ta iş makinalarının kampın tesisini yıkmak üzere gelişini civardaki komşuların ve inşaat işçilerinin haber vermesi üzerine ‘Kamp Armen yıkılmasın’ diyenler Tuzla’ya koştu. Yıkımı gerçekleştirmek için gelen taşeron firmanın işçileri kampın yetimhane olduğunu öğrenince ‘yetim hakkı yiyemeyiz’ diyerek yıkımı durdurdular. Bu satırlar yazılırken Kamp Armen’deki nöbet 6. gününe ulaşmıştı. Kampı korumak isteyenler gece gündüz nöbetteler. Tuzla’nın yerel halkından ve tersane işçilerinden direnişe büyük bir destek var. Her gün yüzlerce insan kampa destek vermeye ziyarete geliyor. Cumartesi gerçekleşen büyük buluşmaya yaklaşık bin kişi katıldı. Büyük buluşma 2011’de askerlik yaparken, ülkü ocaklarıyla ilişkisi olan bir asker tarafından öldürülen Sevag Balıkçı’nın annesi Ani Balıkçı’nın verdiği Ermenice dersiyle başladı ve gün boyu tiyatro, film gösterisi, Vomank konseriyle devam etti.
KAMP ARMEN
YORUZ
TUZLA HALKI YIKIM İSTEMİYOR Kamp Armen’in yıkım planı kentsel dönüşüme karşı kent hakkını savunma mücadelesinin de bir parçası. AKP’nin çılgın projeleriyle birlikte inşaat sektörü giderek şişen bir balon haline geldi. Tuzla da ranttan payını alan bölgelerden biri. Yıllar içerisinde milyon dolarlık villalarla dolan Tuzla’da sahili de kapsayan büyük bir kentsel dönüşüm projesi uygulanmak isteniyor. AKP ve CHP temsilcilerinden oluşan Belediye Meclisi’nin kararıyla Tuzla sahiline dolgu ve marina yapılmaya çalışılıyor. ‘Tuzla sahiline dokunma’ talebiyle bir araya gelen Tuzla sakinleri Kamp Armen’le de dayanışıyor. Yetimhanede büyüyen çocuklarla arkadaş olan Tuzla sakinleri Kamp Armen’in yıkılıp yerine apart otel yapılmasını istemiyor.
HRANT’IN MİRASI Kamp Armen’i savunmak Hrant Dink’in mirasını korumak için de önemli. Sekiz yaşında Tuzla’ya giden Hrant Dink yetimhaneyi inşa eden çocuklardan biri. 1980 darbesinin ardından yetimhanenin müdürü içeri alınınca yöneticiliği Hrant Dink üstlenir. Yıllarını verdiği kampın, kendi tanımıyla ‘Atlantis’in korunması Hrant Dink’in en büyük arzularından biriydi.
7
GÖRÜŞ Roni Margulies
ORGENERALLER, HRİSTİYANLAR VE AKP İki tane orgeneral hakkında güzel haberler aldık bu hafta. Önce, Kenan Evren gitmesi gereken yere nihayet gitti. Arkasından gözyaşı döken olduysa, ben farkedemedim. Zamanında herifi yere göğe sığdıramayan medya bile arkasından ağlamanın pek de makbul karşılanmayacağını tahmin etti, badem gözlü muamelesi yapma içgüdüsünü dizginledi. Yüce devletimiz ise kendisine sadakatle hizmet eden, son Türk devletinin bekası için binlerce Türk’ü öldürmekten kaçınmayan bir askerini yalnız bırakmayacaktı elbet. Evren’in cenazesi Genelkurmay’dan kalkacak ve devlet mezarlığına gömülecek. Bu haber bütün gazetelerde vardı. İkinci orgeneral haberi ise sadece Aydınlık’ta çıktı, nedense. Emekli Orgeneral Saldıray Berk, Vatan Partisi’ne katılmış. “Mustafa Kemal’in askerleri bu çatı altında bulunduğu için Vatan Partisi’ndeyim” demiş. Bir de, “Vatan sevgisi ve özveri timsali olarak gördüğüm Genel Başkanımız Sayın Doğu Perinçek’in bulunduğu çatı olduğu için.” Öncelikle, Saldıray ismini çok beğendiğimi belirtmek isterim. Sonra da, Genelkurmay’a önermek isterim: bu kadar çok emekli general üyesi olan bir partinin başkanına, özveri timsali Perinçek’e acaba ‘fahri orgeneral’ rütbesi verilemez mi? Hakiki generallerin bir sivil önünde selam durması doğru olmuyor bence. Orgenerallerin yanı sıra, Hristiyanlarla ilgili iki ilginç yazı da okudum bu hafta.
Millî Gazete’de, Saadet Partisi ile Büyük Birlik Partisi’nin seçim ittifakı “Millî ittifak” olarak tanımlanıyor ve AB, NATO gibi birliklere üye olmak isteyenler (herhalde AKP kastedilerek) suçlanıyordu. Deniyordu ki, “İnkârcı Yahudilerin ve müşrik Hristiyanların birliğine dahil olmaya çalışanlar onlardandır veya onların işbirlikçisidirler.”
KAMP ARMEN DİRENİŞİ NEDEN ÖNEMLİ? Tuzla Ermeni Yetimhanesi’nin hikâyesi Türkiye Devleti’nin azınlık politikalarının bir özeti. Ermeni soykırımı Cumhuriyeti kuran kadroların bir ulus devlet inşa projesinin en önemli halkası. Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1915’te soykırımda katledilen Ermenilerin kanları üzerinde yükseliyor. Türk burjuvazisi ve egemen sınıfı Der Zor’a sürgüne gönderilen, yok edilen Ermeni halkının geride bırakmak zorunda kaldığı mallarına el koyarak palazlandı. 100 yıldır sürdürülen inkâr politikasıyla hem Türk milliyetçiliği inşa edildi hem de başta Ermeni halkı olmak üzere Müslüman olmayan tüm halkların kültürü, dili, tarihi silinmeye çalışıldı. Kamp Armen devletin talan, gasp, yağma ve yok etme politikasının sürdüğünün güncel bir kanıtı. Hrant Dink’in ölüm emrini veren gerçek sorumluların cezalandırılmaması, Sevag Balıkçı için adaletin sağlanmaması ve Maritsa Küçük cinayeti ‘devlette devamlılık esastır’ sözünün gerçekliğini gösteriyor. Devletin soykırımı tanıması ve özür dilemesi inkâr, gasp, yok etme politikalarının son bulması için çok önemli bir adım. Bu yüzden Kamp Armen direnişi soykırımın tanınması için verilen mücadelenin bir parçasıdır.
#ErmenilerdenÖzürDile
“GÜNDÜZ İŞTE AKŞAM NÖBETTEYİM” Kamp Armen nöbetçilerinden biri olan Ercan’a neden direnişte olduğunu ve ne hissettiğini sorduk: HDP üyesiyim ve tersane işçisiyim. Kamp Armen’in yıkılmaması için buradayım. Buradaki mücadelemizi sürdüreceğiz. Kamp Armen’in yıkılmayacağını duyana kadar buradayız. Buraya gelen herkese teşekkürler. Görevimiz çok önemli ve çok güzel. Bu görevi herkesin almasını isterim. Dört gün burada kaldım. Beşinci gün işe gitmek zorunda kaldım, iş yerinde sıkıntı olmasın diye. Bundan sonraki süreçte gündüz işe gideceğim akşamları da sabaha kadar burada nöbette olacağım.
Yeni Mesaj gazetesinde ise, “Haçlı Siyonist odakların projesi” olarak tanımlanan dinlerarası diyalog fikrine karşı çıkılarak AKP politikaları eleştiriliyor ve deniyordu ki, “Bu aslında emperyalist Haçlı Siyonist odakların bir projesidir. Asıl amaçları saf İslam’ı tasfiye etmek ve Hristiyanlığı yaymaktır.” Siyonistler niye Hristiyanlığı yaymaya çalışıyor, bilemedim, ama belli ki mesele çok ciddi. Hristiyanlarla ilgili bir haber daha vardı bu hafta. Tuzla’daki Ermeni Yetimhanesi yıkılmaya başlandı. Yüce devletimiz kendi vatandaşının mülkünü gasp etmiş, satmış ve şimdi yıkılırken sırıtıyor. AKP yetimhaneyi kurtarmak için bir şey yapar mı? Milliyetçilik açısından Evren’den ve Saldıray Berk’ten farklı olsaydı, Müslüman Türk olmayanlara düşmanlık açısından Millî Gazete’den ve Yeni Mesaj’dan farklı olsaydı, belki yapardı. Var mı bahse girmek isteyen?
8
GELENEK
TİANANMEN MEYDANI: DEVLET KAPİTALİSTİ ÇİN’İ SARSAN AYAKLANMA OZAN TEKİN
17 Mayıs 1989’da, Pekin’in meşhur Tiannanmen Meydanı’nda açlık grevi yapan bini aşkın öğrenciye destek vermek için bir milyondan fazla işçi ve öğrenci toplandı. Bu, bahsi geçen yılın 15 Nisan’ından 4 Haziran’ına kadar ülkenin 400 farklı şehrine yayılan büyük bir ayaklanma dalgasının doruk noktalarından biriydi. Ayaklanma, reform yanlısı olan ve bu yüzden devlet yönetiminden uzaklaştırılan Hu Yaobang’ın ölümünden sonra patlak verdi. Batı dünyası, ayaklanmayı “komünizme karşı” olduğu için büyük bir coşkuyla karşıladı. Siyasal demokrasi ve özgürlüklerin yanı sıra, ayaklanmaya katılan milyonlarca işçi aynı zamanda ekonomik koşulların iyileştirilmesini istiyordu. Fakat bu, Batı’da anlatıldığı gibi “serbest piyasa” yanlısı ve komünizme karşı bir ayaklanma değildi. Meydanda toplananlar işçi marşı Enternasyonal’i söylüyor, geniş işçi yığınların eylemliliği devlet kapitalizmi ile piyasa kapitalizmi dışında başka bir alternatifin gerekliliğine işaret ediyordu. Mao’nun Çin’i ve tepedeki bölünmeler 1949’da Mao’nun liderliğindeki Çin Komünist Partisi iktidarı aldıktan sonra, emperyalizmin hegemonyasından kurtulmuş, dünya çapında büyük bir güç olmayı hedefleyen devlet kapitalisti bir rejim kurmuştu. Bu devlet, tıpkı Stalin ve sonrasındaki SSCB gibi, özel şirketlerin olmadığı ancak devletin kontrolündeki işçilerin “ulusal çıkarlar” adına sömürülmeye devam ettiği bir ekonomik model uyguluyordu. Çin’deki yönetici tek partinin içinde bürokrasinin farklı kanatları arasındaki kapışma, 1960’ların sonunda “Kültürel Devrim” adı altında kanlı bir dönemin yaşanmasına neden olmuştu. Mao’nun ölümünden sonra, bir tür serbest piyasayı savunan Deng Şiaoping iktidarı ele geçirdi ve Batı’daki neoliberal reformların benzerlerini uygulamaya başladı. Küresel piyasalara açılma durumu kötüleştirdi Girilen yeni yol, dünya ekonomisinden yalıtılmış bir şekilde gelişme çabasını değiştiriyordu. Bu stratejide büyüme kontrolün dışında hızlanınca enflasyon yükseldi ve kıtlıklar baş gösterdi. Karneye bağlama ve fiyat kontrolleri geri getirildi ama durum düzelmedi. Sanayileşmeye hızına uygun hammadde üretilemiyordu. Kırdan kente göç, ulaşım, konut ve atık sorunlarını beraberinde getirirken gelir dağılımındaki eşitsizlik gün geçtikçe artıyordu. Büyük bir ekonomik krizin sonucunda milyonlarca kişi işsiz kaldı. Tiannanmen’e gelinen koşulların arka planında, ağır bir siyasi baskı ortamı, özgürlüklerin olmaması ve bürokrasideki yolsuzlukların yanı sıra, bu ekonomik gelişmeler de vardı. Başka bir dünyaya adım Hu Yaobang’ın 22 Nisan 1989’daki cenaze törenine katılan 150 bin kişi, rejimin gösteri yasağını delmişti. Bir sonraki hafta yapılan büyük yürüyüşte, işyerlerinin önünden geçen öğrenciler “Yaşasın işçier” sloganları atıyor, işçiler yemek kaplarını birbirlerine vurarak “Yaşasın öğrenciler” diye yanıt veriyordu. İşçiler, meydana gelen ordu birliklerini durdurabiliyordu. Göstericiler, meydanda gıda, yardım ve diğer işlerini kolektif bir şekilde hallediyordu. Şehrin her yanındaki işçi ve öğrenciler, meydanla büyük bir dayanışma içindeydi. Pekin Bağımsız İşçi Federasyonu’nun merkezi Tiannanmen’de kurulmuştu ve binlerce işçi ücretler, siyasi temsiliyet ve işyeri demokrasisi üzerine yapılan toplantılara katılıyordu. Pekin’in merkezi neredeyse tamamen işçi ve öğrencilerin kontrolündeydi. Atmosfer oldukça
Dünya, diktatörlüğe karşı öğrenci ve işçilerin mücadelesini bu görüntüyle tanıdı. gergin olmasına rağmen hiçbir yağmalama veya şiddeti olayına rastlanmıyordu. Bu, Lenin’in deyimiyle ezilenlerin şöleniydi. Hareket nasıl yenildi? İsyan eden milyonlarca işçi ve öğrenci, Çin bürokrasisinde çatlaklar yarattı. Bu, aynı zamanda parti içi hizip kavgalarının da bir uzantısı oldu. Bir grup daha yumuşak davranmayı, liderlik ise hareketi sertçe ezmeyi öneriyordu. Rejimin resmi yayın organının her gün attığı manşetler farklı farklıydı. Fakat sonunda sertlik yanlıları kazandı. Devlet güçleri, muazzam büyüklükteki kitle hareketini ancak Haziran ayı başında şiddet kullanarak ezebildi. Hareketin liderliği ise reformizm ile milliyetçilik karışımı çelişkili fikirler tarafından domine ediliyordu. “Ulusal çıkarları” zedelememek adına eylemliliğe sınırlar getirenler çoğunluktaydı. Azınlık bir grup, doğru zamanı kaçırdıkları takdirde hareketin yenileceğinin farkına vararak açlık grevine başladı ve daha çok protesto eylemi yapma çağrısında bulundu. Liderliğin çoğunluğu ise bir genel grev çağrısı yapmayı reddediyordu. Hareket bu yüzden, başka birçok şehre sıçramasına rağmen, Pekin’de Mayıs ortasından itibaren zayıflamaya başladı. Rejim bu arada zaman kazanarak güçlerini toparladı. Gerçek bir odağın olmaması ve hedeflerin netçe belirlenmemesi hareketin yenilgisine zemin hazırladı. Sayısı tam bilinmemekle birlikte binlerce kişi öldürüldü, tutuklandı ve ağır bir baskı ortamı hakim oldu.
Kapitalizme ve sahte sosyalizme karşı… Tüm eksiklerine rağmen, Çinli işçi ve öğrencilerin gerçekleştirdikleri, kapitalizmin yarattığı yoksulluğa ve “sosyalizm” adı altında inşa edilen baskıcı bir diktatörlüğe karşı muazzam bir isyandı. Sağcı bir batılı politikacı, “Göstericilerin hedeflediği, bizim kafamızdaki demokrasi fikri değil” diyerek, Wall Street Journal ise hareketin ezilmesini “Piyasalar rahat bir nefes alıyor” diye karşılayarak bunu açıkça ortaya koydu. İşçiler kırmızı bayraklarla ve devrim marşlarıyla meydandaydı. Bir kamyon şoförü, ülkenin yöneticileri için “Bunlar komünist değiller. Halktan korkan ve nefret eden yaşlı feodal adamlar” diyordu. Tiannanmen ve sonrasında Doğu Bloku’nu baştan başa altüst eden devrimler, stalinizmin bir tür “sosyalizm” olduğu fikrini tarihin çöplüğüne gönderdi. Özgürlük işçilerle gelecek Çin bugün iyiden iyiye serbest piyasa kapitalizmine geçmiş bir ülke. Sadece Çin’de değil, dünyanın birçok yerinde işçiler kapitalizmin yarattığı yoksulluğa ve eşitsizliğe karşı mücadele etmeye devam ediyor. Uluslararası mücadele deneyimlerinden çıkan temel fikir ise işçi sınıfının kurtuluşunun kendi eseri olacağı. Özgürlük, parlamenter figürlerle, stalinist devlet bürokratlarıyla, “ilerici” subaylar veya gerillalarla değil sınıfsal çıkarları için harekete geçen geniş işçi yığınlarının kendi eylemleri ve örgütlülükleri sonucu kazanılacak.
SINIF MÜCADELESİ
MADENCİLER İÇİN MİTİNG: SOMA KATLİAMINI UNUTMADIK!
9
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
BURSA’DA METAL İŞÇİLERİ DİRENİYOR Metal işçileri Bursa’da ayağa kalktı. Daha önce 1998 yılında toplu sözleşme görüşmelerinde işçilerin haklarını savunmayan Türk Metal Sendikasına tepki göstermiş ve sendikaya karşı toplu eylemler düzenlemişlerdi. Bu defa Türk Metal’in işveren örgütü MESS’le imzaladığı 3 yıllık sözleşmeyi protesto ediyorlar. Renault‘da başlayan direniş Tofaş’a ve Coşkunöz’e sıçradı. Mücadele dalga dalga yayılıyor. Renault, Tofaş, Mako, Coşkunöz, Delphi, Valeo, SKT, Nobel Automotive, Arçelik Beylikdüzü, Ototrim, Arçelik Tuzla, Otosan, Borusan, Borçelik, Farba, Ford Otosan, Çimtaş, Ficaso, K motor işçileri Türk Metal’e tepki göstererek sendikadan istifa ediyorlar. Bir sonraki talepleri imzalanan 3 yıllık, düşük zam oranlı toplu sözleşmenin iptali ve yeniden toplu sözleşme imzalanması.
301 işçinin hayatını kaybettiği Soma’da, facianın birinci yıl dönümü yaklaşırken geçtiğimiz hafta kitlesel bir miting yapıldı.
miting gerçekleştirdi. Mitingde konuşan madenci aileleri, sorumluların yargılanması ve madenlerin güvenli hâle getirilmesi için mücadele edeceklerini ifade ettiler.
Sosyal Haklar Derneği’nin düzenlediği gösteriye, önceki maden kazalarında hayatlarını kaybeden macencilerin aileleri, çevre illerden gelen aktivistler ve öğrenciler katıldı.
AKP, katliamdan sonra bölgeye giderek Soma halkına tekme-tokat saldırmış, Tayyip Erdoğan madenci yakınları tarafından protesto edilmişti. Patronla ise nazikçe el sıkışan Erdoğan’ın AKP’si, ilerleyen zamanda da dava sürecinde
Sloganlarla Hükümet Konağı önüne yürüyen kitle burada
sermayeyi korudu.
FABRİKALARDAN, OFİSLERDEN HABERLER n Bursa’da haftalardır Türk Metal’in ihanet sözleşmesine karşı mücadele eden ve sendikalarından istifa eden işçiler, 17 Mayıs’ta bir kez daha Kent Meydanı’nda miting yapma kararı aldı. 7 fabrikayı temsil eden Fabrikalar Arası Kurul toplantısında ayrıca yönetiminde işçilerin olacağı yeni bir sendikanın kurulması eğilimi öne çıktı.
leşmesi görüşmelerinin sonuçsuz kalmasının ardından işçiler 7 Mayıs’ta greve çıktı.
n Kocaeli Körfez ilçesinde faaliyet gösteren Modül Çelik Fabrikası´nda işçiler iki aydır ücretlerini alamadıkları için iş bıraktı.
n TÜVTÜRK’ün Köseköy ve Gebze’deki araç muayene istasyonlarında çalışırken sendikaya üye oldukları için işten atılan 48 işçinin direnişi üç ayı tamamlamak üzere.
n Kastamonu’da Türk Metal Sendikası üyesi Abana Motor işçileri toplusözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanmayınca greve çıktı.
n Sağlık çalışanları, taşerona son verilmesi ve atamalarının yapılması için hafta sonu Taksim’de eylem yaptı.
n Kocaeli’nin Körfez ilçesinde bulunan Gübretaş Fabrikası’nda 206 işçiyi kapsayan toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine fabrikaya grev ilanı asıldı.
n Gebze’de kurulu Jokey Plastik İstanbul San. ve Tic. AŞ’de çalışan işçiler, toplu sözleşmeli sendika hakkı için 7 Mayıs’ta greve çıktı.
n Elazığ’da Devlet Su İşleri Elazığ Bölge Müdürlüğü’ne bağlı Eyüp Bağları Sulama Birliği İstasyonu’nda çalışan işçiler, AKP tarafından verilen sözlerin yerine getirilmemesi üzerine tekrar açlık grevine başladı.
n İzmir’de faaliyet gösteren Dr. OETKER Gıda San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdürlüğü ve bağlı işyerlerinde çalışmakta olan Tek Gıda iş sendikası üyeleri adına sürdürülen Toplu İş Söz-
n Sağlık meslek örgütleri, ASM ve TSM çalışanlarına esnek ve güvencesiz çalışmayı dayatan yönetmeliklere karşı 20-21-22 Mayıs’ta üç gün iş bırakacak.
MARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım
KAMP ARMEN’DE NÖBET TUTAN İŞÇİLER Sosyalizm adına keskin vaazlar veren bazıları “kimlik mücadelesi” diyerek soykırıma uğratılan ve ezilen halkların mücadelesini küçümsüyor. “Sınıfsal mücadele” diyerek işçi sınıfının sadece ekonomik mücadeleyle ilgilenmesini ve politik mücadele için kendilerine destek vermesini istiyorlar. Bu görüşler marksizme kökten karşı. Bugün çürümüş olan sosyal-demokrasinin başlatıcılarından biri olan Kautsky’e aittir. Kendisi dışındaki ezilenlerin farkına varmadan, onların taleplerine sahip çıkmadan, işçi sınıfı devrimci bir sınıf
olamaz. Toplumda tuttuğu yeri ve her şeyi kökten kolektif bir şekilde değiştirme fırsatı veren üretimden gelen gücünü kavraması, işyerinin dışına bakıp kapitalist toplumdaki sınıf tahakkümü ve ezme-ezilme ilişkileri görmesinden geçer. 1915 Ermeni soykırımını, 1937-38 Dersim katliamını, bu topraklarda Ermenilerin, Süryanilerin, Rumların, Yahudilerin, Kızılbaşların, Kürtlerin ve tüm ezilen grupların bugüne uzanan adalet mücadelelerini kavrayıp onlardan yana tutum almadan Türkiye işçi sınıfı devrim için mücadeleye atılamaz. Kapitalistlerin hegemonyasının harcı olan ezen ulus Türk milliyetçiliği emekçilere hakim olduğu sürece mücadele yükselemez. Milliyetçilik, ırkçılık, mezhepçilik, Yahudi ve Hristiyan düşmanlığı, laik-dindar saflaşmaları Türkiye işçi sınıfını bölmektedir. Bölünen bir işçi hareketi sermayeye karşı koyamaz. Reformistlerin “kimlik mücadelesi” dedikleri sınıf mücadelesinin ta kendisidir.
Mücadeleyi tetikleyen, Bosch işçilerinin MESS’in dayattığı toplu sözleşmeyi kabul etmeyerek kendi işverenleri ile daha iyi bir toplu sözleşme imzalamayı başarmaları oldu. Bu sözleşme ile ücretlerine yüzde 60’a yakın zam alan Bosch işçilerinin mücadelesi diğer işçilere örnek oldu. Birleşik Metal-iş’in grev kararının işçilerde yarattığı umut, grevin yasaklanması ile geri çekilir gibi olmuştu, ama şimdi Türk Metal üyesi işçilerin eylemleri ile yeni bir çıkış yakalandı, böylece hem patronları hem de patron yanlısı sendikaları dize getirecek eylemler süreci başladı. İşçi sınıfı ve emekçiler metal işçileriyle dayanışma içinde olursa, sınıf mücadelesinde yepyeni bir dönem başlamış olacaktır. Bursa metal işçilerinin eylemi Beylikdüzü, Gebze, Trakya, Çerkezköy, Eskişehir, Kayseri, İskenderun, İzmir gibi metal işçilerinin yoğun olduğu bölgelere yayılabilir. Bunun ilk işaretleri görülüyor. Türk Metal’in fabrikalarda kurduğu baskı düzenine karşı taban örgütlenmelerini hayata geçiren işçiler Fabrika Kurulları adı altında örgütlendiler. Ve Türk Metal’den istifa eylemini kendi oluşturdukları bu Fabrika Kurulları aracılığı ile yapıyorlar. Bursa’daki metal fabrikalarında kurulan Fabrikalar Arası Kurul’un, direnişin başlamasında ve yaygınlaşmasında çok büyük rolü var. İşçiler, hem hakları için mücadelede hem de sendika bürokrasisine karşı mücadelede sahip oldukları yaratıcılığı bir kez daha gösterdiler. Bu deneyimi öğrenmek, tüm işçi direnişlerinde değerlendirmek gerekir. Muhtemelen seçimlerden sonra daha da gelişecek bu direniş, metal işçilerinin mücadelesinin merkezi olabilir. Gasp eden devlete, aç gözlü bir kapitaliste karşı direnen Kamp Armen’de Tuzla tersanelerinde ve deri imalathanelerinde çalışan Kürt işçiler nöbet tutuyor. Kartal’dan her halktan eğitim emekçileri toplanıp geliyor. Hepsi sendikalı. Tuzla ve çevresinde sendikası olmayan Kürt inşaat işçileri, Ermeni halkının adalet mücadelesine destek oluyor. Gündüz işe gittiklerinde Kamp Armeni’i anlatıp tersanede iş güvenliği, okullarda insanca yaşayacak ücret ve demokratik eğitim, deri tabakhanelerinde işlerini kaybetmemek için mücadele ediyorlar. Son iki yılda şantiyelerden, madenlerden, fabrikalardan feryatlar ve mücadele sesleri yükseliyor. Gezi Parkı direnişinin özgürlük çığlığını izleyerek mücadeleye atılılıyorlar. Barış süreci başladığı, 1915 Ermeni Soykırımı hakkında tabular yıkıldığı, Dersim’in ve devletin işlediği tüm insanlık suçlarının hesabı sorulduğu için artık kendine güvenip ayağa kalkan bir işçi sınıfı var.
10 MEKTUP&DUYURU
KAMP ARMEN’LE AKTİF DAYANIŞMAYA!
TOPLANTI DUYURULARI 14 Mayıs Perşembe 19:00
KAMP ARMEN’E OMUZ VERELİM
Beyoğlu
Ermeni yetimhanesi Kamp Armen’de direniş sürüyor. Direniş çok önemli ama yeterli değil. Daha büyük kalabalıkların direnişe katılmasını sağlamalıyız.
Leyla Teras İstiklal Cad. Mis Sok. No:6 Kat:4 Beyoğlu
Özgür Kıbrıs mümkün! Konuşmacı: Meltem Oral
Şişli
Özgür Kıbrıs mümkün! Konuşmacı: Deniz Güngören Nakiye Elgün Sok. No:32/3 Osmanbey
Daha genel çağrılar yapmalıyız. Vicdanlara seslenen, tarihe seslenen, bugüne seslenen çağrılar yapmalıyız.
Kadıköy
Kapitalizmden sonra yaşam Konuşmacı: Ferda Keskin Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt., Kat:3
Solculuğun kriteri bugün Kamp Armen’e sahip çıkmaktır. Demokratlığın kriteri de öyle.
Üsküdar
Hukuk: Kimin için, neye göre? Konuşmacı: Volkan Akyıldırım
Herkes gözünü bir anlığına parlamento seçimlerinden alıp Kamp Armen’e bakmalıdır. Kamp Armen Tükiye tarihidir. Kamp Armen bugün neler yaşadığımızı ve neden böyle yaşadığımızı anlatan bir kılavuz.
15 Mayıs Cuma 19:00
Şimdilik yıkım durdurulmuş durumda ama yetmez. Devlet bir daha yıkımı aklınının ucundan dahi geçirmemeli. Bunu sağlamak için daha büyük bir harekete ihtiyacmız var. Kamp Amen’e omuz vermenin tek bir yolu yok. Sadece Tuzla’ya gitmek değil yapmamız gereken. Ankara’da İstanbul’da, İzmir’de ve okullarda dayanışma bildirileri dağıtabiliriz.
1968’den 2015’e: ABD’de ırkçılığa karşı direniş
Merkezi noktalarda stantlar açıp basın açıklamaları yapabiliriz. Ermeni soykırımını devlete tanıtıp özür dileteceksek, Kamp Armen’i yaşatmak zorundayız. Şenol Karakaş
Fatih
Özgür Kıbrıs mümkün! Konuşmacı: Faruk Sevim Beyrut Kafe At Pazarı Meydanı, No: 7 28 Mayıs Perşembe 19:00 Beyoğlu
Sosyalist İşçi yazarları ilk günden beri #KampArmen’de Geçen hafta sonu Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Platfor-
mu olarak Kamp Armen’le dayanışmak için yayınladığımız açıklamayı bildiri olarak dağıttık.
Beyoğlu’da yaptığımız bildiri dağıtımı muazzam bir ilgi gördü. Çok farklı kesimden insanlardan büyük bir destek vardı. En etkileyicisi ‘ben de Ermeniyim’ diyerek bildiriyi alanlardı. Bildirilerimizi afiş haline getirip sokaklara astık. Esnaf afişlerimiz için yer gösterdi ve korudu. Birkaç saatlik deneyim Kamp Armen’in korunması için verilen mücadelenin ne kadar ilgi uyandırdığını ve direnişin daha da bü-
Çağla Oflas
MESELE SADECE BİR BİNANIN KADERİNİN NE OLACAĞI DEĞİL Kamp Armen olarak bilinen Tuzla Çocuk Kampı, gayri-
müslimlerin devlet tarafından gasbedilen mallarından sadece biri. 1500 yetim çocuğa ev sahipliği yapan ve onların emekleriyle inşa edilen bu yere şimdi villalar yapılmaya çalışılıyor. Mesele sadece bir binanın kaderinin ne olacağı değil. Kampın Ermeni toplumunun belleğindeki yeri düşünüldüğünde, binaya vurulan her darbe, soykırımı yaşamış bir halkın torunlarına aynı acıyı bir kez daha yaşatıyor. Kamp Armen, Hrant Dink’in emanetidir.
KİTAPÇILARDAN İSTEYİN!
yüyebileceğini gösterdi. Kamuoyunda oluşan bu destek umut verici. Kamp Armen’in esas sahiplerine verilmesi talebi kazanılabilir. Bunun için sadece dayanışmaya gitmek yetmez. Kamp Armen’in dışında da bu talebin kazanması için kapsamlı ve birleştirici bir kampanya örülebilir. Bu adalet mücadelesinin kazanması özellikle 100. yılda soykırımın tanınması ve gasp edilen tüm malların iade edilmesi için var olan hareketi daha da güçlendirecektir.
Soykırım bir asırdır, devlet ve onun hükümetleri tarafından korkunç inkâr ve imha politikalarıyla devam ediyor.
Levon Ekmekçiyanların, Hrant Dinklerin, Sevag Balıkçıların, Maritsa Küçüklerin katledilmesiyle, Ermenilerin mallarının gaspıyla ve hafızalarının yok edilmesi girişimleriyle sürdürülüyor. 1915’in 100. yılında yaşanan yüzleşme, ancak bu süreç durdurulduğunda anlamlı hâle gelebilir. Tuzla’daki bina acilen kamulaştırılmalı ve hak sahibi olan Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’na iade edilmelidir. Irkçılığa ve inkârcılığa karşı mücadele eden herkesi, Kamp Armen’de yıkıma karşı direnen aktivistlerle dayanışmaya çağırıyoruz. Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Platformu
Konuşmacı: Doğan Kansız Leyla Teras İstiklal Cad. Mis Sok. No:6 Kat:4 Beyoğlu Şişli
Özgür eğitim Nakiye Elgün Sok. No:32/3 Osmanbey Üsküdar
Akdeniz’in mültecileri: Avrupa’nın krizi Konuşmacı: Rengin Ergün
Daimler Cafe Tunusbağı Caddesi 46/B 29 Mayıs Cuma 19:00 Fatih
Kriz ‘teğet’ mi geçecek? Beyrut Kafe At Pazarı Meydanı, No: 7
BİZİ ARAYIN:
Ankara 05324750150 Sincan: 05397440268 İstanbul Beyoğlu: 05368474650 Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099 Kadıköy: 05334479709 Üsküdar: 05075550272 İzmir 05544602111 Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445 Üniversiteler 05397980171 www.sosyalistisci.org
BİR DAHA ASLA 11
12 EYLÜL’ÜN GENERALİ SUÇLU OLARAK GÖMÜLDÜ
EVREN’İN SUÇLARI NEYDİ? n 650 bin kişi gözaltına alındı. n 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. n 30 bin kişi işten çıkarıldı. n 230 bin kişi yargılandı. n 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. n 7 bin kişi için idam istendi. n 517 kişiye idam cezası verildi. n 36 kişi asıldı. n 43 kişinin ‘intihar ettiği’ bildirildi. n 217 kişi kuşkulu biçimde öldü. n 14 kişi açlık grevinde can verdi. n 16 kişi ‘kaçarken’ vuruldu. n 95 kişi ‘çatışmada’ öldü. n 171 kişinin ‘işkenceden öldüğü’ belgelendi.
DARBECİLER YENİLDİ 12 EYLÜL REFERANDUMUNA KADAR KİMSENİN ÜZERİNE GİTMEDİĞİ DARBECİ BAŞI EVREN,’İN DEVLET TÖRENLİ CENAZESİNE MECLİSTE 4 PARTİ KATILMAYACAK. DARBECİLİK GAYRİMEŞRU!
1980 yılında gerçekleştirilen kanlı darbenin lideri Kenan Evren, 97 yaşında öldü. Milyonlarca kişiye hayatı zehir eden cunta, Türkiye’de yıllar boyu verilen mücadeleler sonucunda çoktan itibarsızlaştırılmıştı. 2010 yılındaki referandumda “Yetmez ama Evet” diyen aktivistlerin sıkça vurguladığı üzere darbecileri koruyan geçici 35. madde kaldırılınca Kenan Evren’e yargı yolu açıldı. 2014 Haziran’ında diktatör Evren müebbet hapis cezası aldı. Tutuklanmasa ve hapse atılmasa da Evren, bu uzun mü-
cadele ve yargılanma döneminin ardından Türkiye halklarının mezarına tükürmek istediği bir darbeci olarak öldü. Fakat 12 Eylül’ün YÖK’ü, yüzde 10 seçim barajı ve birçok kurumu, “askeri vesayete karşı” olduğunu iddia eden AKP tarafından sahiplenildi ve işçileri baskılamanın aracı olarak kullanılıyor. Kenan Evren’in ölümüne sevinmekle kalmayacak, bu rejimin yıkılması için mücadeleye devam edeceğiz.
KADIN CİNAYETLERİ VE YARGI
Orgeneral Kenan Evren bir insanlık düşmanı olarak tarihe karıştı. Bu son 10 yılda Türkiye’deki muazzam darbe karşıtı mücadelenin ürünü. DSİP’in inşacısı olduğu Darbeye Karşı 70 Milyon Adım koalisyonu bu mücadeleye öncülük etti. Askeri vesayet rejimi geriletildi, TSK’nın siyasete müdahale etme olanakları sınırlandı. Kendisini devirmeye çalışan generallere karşı bu harekete seslenen AKP, bugün ise yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarını durdurmak için darbecilerle anlaşmış ve hepsinin sokağa salınmasını sağlamış durumda.
NE İSTİYORUZ? n Boşanmayı değil cinayeti engelle n Kadın ve trans cinayetlerine indirim uygulanmasın! n İtaat etmiyoruz, haddimizi bilmiyoruz, geceleri de sokakları da terketmiyoruz! n Aile değil kadınız! n Genel ahlak kimin ahlakı?
CEZASIZLIĞA HAYIR! n Sivas E Tipi Cezaevinde tutuklu M.A., 19 Mart tarihinde kendisini ziyarete gelen karısı Leyla Avcı’yı, eşlerin görüştüğü “pembe oda”da öldürdü. M.A. hakkında, ‘Eşini kasten öldürme’ ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle hazırlanan iddianame Sivas 2’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edildi. Ancak iddianameyi hazırlayan savcı suçun “Haksız tahrik altında” işlendiğini öne sürerek erkek hakkındaki cezanın indirilmesini talep etti. Sanık M.A. 4 yıl önce amcasının oğlu Engin Avcı’yı öldürmüştü.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun hazırla-
dığı rapora göre, nisan ayında 22 kadın erkekler tarafından öldürüldü. 2015 yılının ilk dört ayında bu sayı 99’u buldu. Hayatını kaybeden kadınların yüzde 23’ü kocası, yüzde 9’u eski kocası, yüzde 14 erkek arkadaşı tarafından katledildi. Rapora göre, kadınlar en çok ayrılmak ya da boşanmak istediği, kendi hayatına dair karar vermek istediği için öldürüldü. Tarsus’ta vahşice öldürülerek kadına şiddete karşı mücadelenin sembolü haline gelen Özgecan Aslan cinayetine karşı yapılan eylemlerin taleplerinden birisi ‘kadın katillerine ağırlaştırılmış müebbet’ idi. Kadın cinayetlerine karşı toplumsal tepki giderek artmasına rağmen yargıda ana eğilim erkek faillere daha az ceza verilmesi yönünde. Eylemin hâksiz tahrik altında işlenmiş olması iddiasıyla veya
“iyi hal” nedeniyle uygulanan indirimler yargıdaki cinsiyetçi bakışın somut göstergesidir. Son dönemdeki yargı kararları üstelik sadece ilk derece mahkemeleri değil Yargıtay kararlarında; kadınları boğarak, defalarca bıçaklayarak, ya da silahla öldüren erkeklere kadının başka bir erkekle ilişkisi olması, bu konuda söylenti çıkması halinde dahi indirim uygulandığını gösteriyor. Devlet, yasalar ve genel ahlak adı verilen cinsiyetçi değerlere göre önemli olan birey olarak kadın değil “kutsal aile”dir. Çizilen sınırların dışına çıkan kadınları bekleyen baskı, şiddet veya ölüm olmaktadır. Üstelik katillerinin yargılanmasında uygulanan adalet erkeği destekler niteliktedir. Özgecan cinayeti sonrasında ortaya çıkan öfke kadınların artık bunu kader olarak kabul etmek istemediğini açıkça gösterdi. Hem cinayetleri engellemek hem de adaleti sağlamak için sokağa, eyleme, özgürleşmeye diyoruz.
n Adana’da 7 Eylül 2014’de H.Y. (47) karısı Halime Yelmez’i (44) kendisini aldattığı şüphesiyle boğarak öldürmüştü. Adana 5.Ağır Ceza Mahkemesi’nde H.Y. hakkında açılan davada Savcı mütalaasını verdi. Duruşma Savcısı mütalaasında sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmasını istedi. Ayrıca, haksız tahrik ve iyi halden indirim uygulanmamasını da talep etti. Karar duruşmasında Mahkeme heyeti, H.Y.’yi önce ağırlaştırılmış ömür boyu hapse mahkum etti. Erkeğin cinayeti tahrik altında işlediğine kanaat getiren mahkeme heyeti, iyi hal indirimi de uygulayarak cezayı 19 yıl 2 aya düşürdü. n Tekirdağ’da karısı Necla Kaplan’ın kendisini aldattığını öne sürerek bıçakla öldüren ve yerel mahkeme tarafından ömür boyu hapse mahkum edilen N.K.’nin cezası Yargıtay tarafından bozuldu. Yargıtay 5. Ceza Dairesi, otopsi raporuna göre de sanığın son 20 gündür maktule ile ayrı yaşamalarına rağmen vajinal sürüntü örneğinde meniye rastlandığını kaydetti. Bu nedenle mahkeme dosyayı geri göndererek, haksız tahrik indirimi yapılmasını istedi.
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
OYUMUZ HDP’YE
DEMOKRASİ GÖZ BAĞININ ÇÖZÜLMESİ İÇİN TOLGA TÜZÜN
7 Haziran seçimlerinde HDP’nin % 10 barajını geçmesinin işçi sınıfı açısından anlamı büyük. Varolan politik sistemde egemen sınıfın sözcülerinin hakim olduğu meclisin ülkenin büyük çoğunluğunun, %99’unun çıkarları için çalışmayacağı aşikar. Çoğunluğun çıkarlarının güvenceye alacak bir toplumsal sistem ancak çoğunluğun kendi öz yönetimiyle sağlanır. Bu ise ancak gerçek bir demokrasi mücadelesi ve radikal bir değişimle gerçekleşebilir. HDP’nin meclise girmesi böyle bir demokrasi mücadelesinin ilk adımlarından biri olacaktır. Bunun iki sebebi var: 1-HDP’nin dile getirdiği talepler bu ülkenin egemen sınıfı SOSYALİZM SOHBETLERİ Meltem Oral
BİRİKİM Neden dört bir tarafımız inşaat? Neden otel yapmak bir yetimhaneyi yıkmayı göze alacak kadar önemli? Her yerin otel, avm olmasına çok mu ihtiyacımız var? Cevap; daha fazla para için para. Başka bir ifadeyle sermaye birikimi. Kapitalist üretim ilişkilerini anlamak için iki önemli kavram var: kâr ve rekabet. Kapitalistler yani patronlar için her şey kâr elde etmeye odaklıdır. Çünkü sermaye birikimi sağlamanın yolu daha fazla kâr elde etmektir. Bunun yoluysa işçilerin emeğine el koymaktır. Herhangi sektördeki bir işçi kendi emeğinin karşılığını alması
için bu ülke halklarına lüks olarak addedilmiş, toplumsal mücadelelerle bu taleplere ulaşılabilme ihtimali oluştuğunda darbelerle sistem bypass edilmiştir. İlk defa işçi sınıfının özgürleşebilmesi yolunda bu derece ileri talepleri dile getirenler meclise savundukları program aracılığıyla girme başarısını gösterebilirlerse, bu başarı işçi sınıfının demokratik bilincini kazanması ve bu sayede kendi gücünün farkına varması yolunda çok önemli bir adım olacaktır. 2-HDP’nin barajı geçerek meclise girmesi, AKP, CHP ve MHP’nin Türkiye egemen siyasi paradigmasında temsilcisi oldukları en çarpık ve en kanlı fikir olan milliyetçiliğin de ağır bir darbe almasını sağlayacaktır. 40 senelik bir mücaiçin birkaç saat çalışması yeterli olabilecekken en iyi ihtimalle 8 saat çalışmak zorundadır. Fazladan çalıştığı her saatte artı değer üretir. Yani patron için kâr üretir. Patronlar elde ettikleri kârla kendilerine lüks evler, son model arabalar ve dünya turu bileti alırlar. Ama onlar için esas önemli olan diğer patronlarla rekabet etmektir. Patronlar birbirleriyle yarış halindedir. En az yatırımla en fazla kârı elde etme yarışında geride kalan iflas eder. Rekabetin basıncı yüzünden kapitalistler her zaman daha fazla sermaye biriktirmek zorundadır. Diğer rakiplerini yenmek için en son teknolojilere yatırım yapacak sermayeyi biriktirme dürtüsü içindedir. Bu dürtüyü Karl Marx şöyle özetler; “Biriktir, biriktir! Musa da peygablerler de bu. Birikim uğruna birikim, üretim uğruna üretim.” Dünya çapında gerçekleşen bu birikim patronlar için ayakta kalmanın tek yoluyken biz yoksullar için daha
deleden sonra kitlesel bir siyasi hareket haline dönüşen Kürt Özgürlük Hareketi, sadece Kürt halkı için değil bütün ülkedeki sıradan insanlar için bir umudu temsil eder hale geldi. Politikanın devletin bize seneleridir yaşattığı gibi korku, terör ve baskıyla değil umutla yapıldığını kanıtladı. Gezi direnişinden beri yeşermekte olan umudu gelecekteki günlere tercüme edebilmek için, burjuva devlet mekanizmasının tepetaklak edilmesi yolunda, işçi sınıfının demokrasi mücadelesinde bir ilk adım olacak HDP’nin meclise girmesi. %99’un kendi çıkarları için örgütlenebileceği bir sol parti için önümüzde daha çok yol var. HDP’nin barajı aşması demokrasi göz bağına son vermek ve gerçek demokratik mücadeleye atılmak için bir fırsat. fazla sömürü, baskı, yoksulluk, adaletsizlik demektir. Sermaye birikimi döngüsünün en hızlı ve yoğun yaşandığı yerler kentlerdir. Bu birikimi sağlama almak için toplumsal hafıza, tarih, ekoloji, barınma, kent hakkı çiğnenir ve kent rant alanı haline gelir. Devletler özel sektörün yani patronların yararına kâr alanları yaratır. Kent içinde yaşayan işçi sınıfını ve yoksulları atomize edecek, parçalayacak şekilde yeniden düzenlenir. Yoksulların hakkı gasp edilirken sermaye kârını büyütür. Rekabet dürtüsü nedeniyle sürekli olarak el konulacak, yatırım yapılacak yeni rant alanları yaratılır. Kapitalist rekabet kenti yıkıcı bir şekilde kendi döngüsüne dahil eder. Bugün hükümetin onur madalyası olarak taşıdığı kentsel dönüşüm, patronların sermaye birikimi ihtiyaçlarının karşılanmasından ibarettir.