Si 524

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

524

20 Mayıs 2015 2 TL. sosyalistisci.org

METAL İSCİLERİYLE, HDP İLE , ,

YASAKLARI ASIYORUZ , BARAJLARI YIKIYORUZ!

Her gün bir direniş, her gün bir mücadele var. Metal işçilerinin hem patronlara hem de milliyetçi ve patrondan yana Türk Metal-İş yöneticilerine karşı mücadelesi yaygınlaşıyor. Patronların işçilere koyduğu barajları metal işçileri yıkıyor. Sendika bürokratları işçiler tarafından teşhir ediliyor. 12 Eylül darbesinin ürünü olan ve AKP tarafından kullanılan seçimlerde yüzden 10 baraj kısıtlaması da HDP tarafından yıkılıyor. Her gün saldırıya uğrayan, her gün provoke edilmeye çalışılan HDP’den korkuyorlar. İşçiler grev yasaklarını yıkıyor, HDP seçim barajlarını. Şimdi mücadeleyi büyütme zamanı! Metal işçileriyle dayanışma zamanı! Sokakta mücadele etmenin, sandıkta HDP’ye oy vermenin zamanı! Bütün mücadeleleri birleştirmenin zamanı!

HRANT İÇİN ADALET İÇİN KAMP ARMEN’LE DAYANIŞMA YÜRÜYÜŞÜ 22 MAYIS 2015 SAAT 19.00 TÜNEL MEYDANI


2

GÜNDEM

SEÇİMDEN SONRA “Ah şu seçimler bir bitse de rahatlasak!” hayıflamasını sık sık duymaya başladık. HDP standlarına yönelik saldırılardan sonra iki HDP binasının bombalanması, seçim meydanlarında yapılan nefret yüklü konuşmalar, dış poliikada, özellikle Suriye’yle yaşanan gerilimin tırmanması, ekonominin patinaj yapmaya başlaması. Gergin bir seçim sürcinden geçiyoruz ama hayflanmak gereksiz. Gereksiz çünkü gerginliğin kaynağı seçimler değil. Gerginliği kaynağı Türkiye’nin içine yuvarlanmakta olduğu istikrarsızlık ve bu istikrarsızlığın seçimlerin ardından sönümleneceği yönünde tek bir işaret yok. Bu nedenle, hayıflananlara, “Şimdi mücadele zamanı” olduğunu hatırlatmak zorundayız. İşçi sınıfının tepkisi yavaş yavaş açığa çıkıyor ve söz konusu işçi sınıfıysa, bu tepkinin ne kadar hızlı bir şekilde bir patlamaya dönüeceğini kestirmek imkansızdır. Bu mücadeleye bugünden hazırlanmak lazım ve özellikle metal işçilerinin patronlar kulübü ve patroncu ve milliyetçi sendikacıları sarsan eylemlerine yardımcı olmak çok önemli. Kürt halkının barış yönünde verdiği mücadele çok önemli. Hükümet çözüm sürecini bozdu. Seçimlerin ardından çözüm sürecinin akıbeti, HDP’nin barajı aşmasıyla yakından ilgili. Ama şimdiden, çözüm sürecinin yeniden başlamasını, Abdullah Öcalan’la görüşmelerin başlamasını ve sürecin Kürt halkı lehine kalıcı bir barış sürecine evrilmesi için mücadeleyi yükseltmek zorundayız. İklim değişimine, kentsel dönüşüme ve patronların çıkarına olan enerji politikalarına karşı mücadeleyi çok yönlü bir şekilde sürdürmeliyiz. Ağaçların, ormanların, derelerin ve göllerin savunusu bir yanda, kapitalist kar güdüsü ve gezegeni felakete sürükleyen fosil yakıt kullanımına bağlı kalkınmacılığın ürünü olan iklim değişimi tehdidi öte yanda, mücadele etmek zorunda olduğumuz alanlar. Erdoğan, ekonominin “patinaj” yaptığını söylemişti. Bundan, ekonominin seçimlerin ardından daha da zorlanacağı ve patronların hükümet aracılığıyla ekonominin tüm yükünü yoksullara yıkacağını çıkartabiliriz. Hükümet yetkilieri zaman zaman ağızlarından baklayı çıkartıyor ve Kıdem Tazminatı Fonu’na göz diktiklerini söylüyor. Aile Hekimlerinin Cumartesi günü mesaisini artırıyorlar. Elimizde kalan tüm ekonomik haklara saldırıyorlar, saldırmaya devam edecekler. Zira ekonominin büyüme hızı düştü ve pasta dilimleri küçüldü. Pasta dilimleri küçüldükçe ve Erdoğan’ın gemlenemez bir şekilde başkanlık yönünde, gerekirse AKP liderliğine rağmen çubuğu bükmesiyle, AKP içinde de çatlaklar derinleşti.

AKP KIŞKIRTIYOR FAŞİSTLER SALDIRIYOR Seçim süreci yaklaştıkça, başta Erdoğan, Davutoğlu ve Akdoğan olmak üzere AKP liderliğinin çeşitli sözcüleri panik içinde HDP’ye saldırıyor. 12 Eylül darbecilerinin Kürtler parlamentoya giremesin diye koyduğu %10 seçim barajını “istikrar” adına sahiplenen AKP’liler, HDP’nin barajı aşmasının “demokrasiye darbe” olacağını anlatıyorlar. AKP’nin bu saldırganlığı, Ağrı provokasyonunda olduğu gibi TSK’da ve sokakta faşistlerde karşılık buluyor. HDP’nin bürolarına şu ana kadar 60’dan fazla saldırı gerçekleşti. Standlar ve mitingler de saldırı girişimleriyle karşı karşıya kalıyor. Son olarak Akhisar mitingine ve Tekirdağ Saray’daki parti bürosuna faşistler saldırmak istedi. Saray’da AKP, Vatan Partisi ve MHP el ele “bayrak yürüyüşü” düzenledi. Son olarak HDP’nin Mresin ve Adana’daki binalarını eş zamanlı bombalı saldırılar gerçekleşti. Bir çok kişinin yargılandığı saldırılardan çok sayıda ölü çıkması karanlık odakların hedefiydi. Bütün bunlara rağmen HDP anketlerde barajı geçmeye çok yakın gözüküyor. Bütün provokasyon girişimlerine rağmen, HDP’lilerin başka partilerin seçim çalışmasına gerçekleştirdiği saldırı sayısı sıfır. Bu da HDP’yi terörle ve şiddetle ilişkilendirmeye çalışan AKP’nin yalanını açığa çıkarıyor. AKP, Kobanê’deki IŞİD saldırganlığına karşı tutum almadığı için Kürt illerinde miting yapacak insan dahi bulamıyor. Halk AKP’ye hak ettiği yanıtı veriyor. Faşist MHP görev başında HDP Eş Başkanı Demirtaş, MHP’ye, partilerine yönelik saldırılarla ilişkili olup olmadığını sordu. AKP’nin kalemşörlerinin ve liberal yazarların “ülkücüleri sokaktan çekti-

HDP’nin barajın altında kalması için bu partiye tüm olanaklarıyla saldıran AKP liderliği, diğer yandan da seçim sonrası için savaş hazırlığı yapıyor. Daha önce Dolmabahçe’de Öcalan’ın metninin okunmasıyla çözüm sürecinde atılan yeni adımlara karşı çıkan ve bu yüzden hükümete fırça atan “tarafsız” cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Devlet teröre karşı hazırlıklı olmalı” dedi. Kenan Evren’in ipine sarılarak seçim barajına güvenen Erdoğan, “‘Barajın altında kalınırsa şunu bunu yaparız’ diyenler bunun bedelini öder” diyerek Kürt halkını tehdit etti.

Alperenci faşistler de saldırganlığın bir parçası Saadet Partisi ile “Millî İttifak” kuran küçük faşist parti BBP de saldırılara katılıyor. Kırşehir’de bu partinin sokak çetesi olan Alperen Ocakları üyeleri, mitinge katılan kitleye taşlarla saldırdı.

Suriye ve Irak’taki gelişmelerden ötürü Kuzey Kürdistan’da zaten bir “hazırlıkları” olduğunu dile getiren Erdoğan, antidemokratik baraj nedeniyle HDP’nin parlamento dışı kalması durumunda bölgede gelişebilecek sivil itaatsizlik eylemlerine ve demokratik protesto gösterilerine savaş açacaklarını ilan etmiş oldu. AKP daha önce de Kobanê protestoları sırasında Kürdistan’da yurttaşlara terör uygulamış, polisin ve faşistlerin başlattığı şiddet olayları sonucunda toplamda 50 kişi hayatını kaybetmişti. Erdoğan’ın isteği gerçekleşmedi ve Kobanê düşmedi. Kürtlere düşmanlık yapan AKP ise bunun bedelini ödeyecek.

#SomayıUnutma

Seçimlerden sonra bizleri bekleyen istikrarsızlık.

İkinci adım ise, tüm mücadele başlıklarını tek bir mücadele başlığı altında toparlayacak Antikapitalist bir Blok kurmak.

Ekmeleddin İhsanoğlu ve Mansur Yavaş gibi adaylar üzerinden CHP ile kurduğu “AKP karşıtı” koalisyonlarla meşruiyet devşirmeye çalışan faşistler, şiddet ve kandan beslenmeye devam ediyor. Bazı yerlerde saldırılar sırasında MHP milletvekili adayları, saldırgan ülkücülere “HDP’yi ilçeden gönderecekleri” yönünde güvence veriyor. Demokrasinin tek bir kırıntısına dahi tahammül edemeyen faşist parti MHP kapatılmalı, terör yuvası ülkü ocakları dağıtılmalı.

SAVAŞ HAZIRLIĞI DEĞİL ÇÖZÜM İSTİYORUZ

Seçimlerden sonra, ne AKP içindeki çatlaklar ortadan kalkacak ne de ekonominin büyüme temposu 2001-2008 dönemindeki seviyeye çıkacak. Bu istikrarsızlığı kendi lehmize çevirmemiz mümkün. Bunun için iki adımı aynı anda atmak lazım. Birisi, Sosyalist İşçi’de aylardır yazıldığı gibi, 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin barajı aşması.

ği” gerekçesiyle övdüğü Devlet Bahçeli’nin Ülkü Ocakları, HDP’ye yönelik saldırılarda başrolde. Büroları yakmaya çalışanlar, mitingleri basanlar bozkurt işareti yapıyor.

“Biz fazladan bir şey istemedik. Bir sendikada iki sözleşmenin olmayacağını, aynı kardeşlerin, aynı eşit hakları alması gerektiğini söyledik. Taleplerimizi dikkate almadılar.” (Helim Gökdemir, direnişteki Coşkunöz Holding fabrikası işçisi)

KARGA KAFASI

KEMAL GÖKHAN GÜRSES


GÜNDEM

NEFRETE BASKIYA SON!

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

YALAN MAKİNESİ, ŞİDDET MAKİNESİ HDP seçim stantlarına yönelik saldırılar, sonunda HDP’nin iki ilde binalarına bombalı paket yollanmasıyla sonuçlandı. Beleme odasına alınan çözüm süreci boyunca, süreç açısından en tehlikeli, en gergin günlerden geçiyoruz ve bu gerginliğin temel kaynağı, Erdoğan’ın başkanlık hırsı. Erdoğan, başkanlığının önündeki en önemli engeli, HDP’nin barajı aşması olarak görüyor ve HDP’ye karşı tüm gücüyle saldırıyor. Cumhurbaşkanı olarak yaptığı seçim kampanyasının ana vurgusu, “Yeni Türkiye’nin kuruluşu” ve bu Türkiye’nin önündeki temel engel olarak HDP!

17 Mayıs Homofobi ve Transfobi Karşıtı Gün 8 ilde kutlandı. LGBTİ bireylere baskının yoğun olarak yaşandığı Ankara’da binlerce insan özgürlük için yürüdü. Heteroseksüeller ve farklı kesimlerden bireylerin destek verdiği LGBTİ aktivistleri nefretin son bulmasını istiyor.

HDP’nin “paralelle” ittifak yapmasından tutun da CHP-MHP-HDP ittifakının kurulduğuna kadar her türlü yalan AKP ve AKP-Erdoğan mitinglerinde miting kürsülerinden boca ediliyor.

“Aşk ve özgürlük için yürüyoruz” sloganıyla sokağa çıkan LGBTİ’ler gökkuşağı bayrakları taşıdı. Nefretin son bulmasını isteyen göstericiler, gey, lezbiyen, biseksüel, trans, interseks insanlara yapılan ayrımcılığa karşı mücadele çağrısı yaptı.

Eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecek.

İŞSİZLİKLE GERÇEK MÜCADELE Türkiye’de 5 milyon 779 bin kişi işsiz. Şubat 2015 iş gücü anketi sonuçlarını değerlendiren DİSK, şu tespitleri yaptı: n Geniş tanımlı işsizlik yüzde 18,4. Yeni işsizlerin yüzde 40’ı geçici bir işte çalıştığı ve iş bittiği için işsiz. Gençlerde geniş tanımlı işsizlik yüzde 30. Her üç kadın işsizden biri üniversite mezunu. İşsizlik verileri tarihi zirvesini zorluyor. n Haftalık çalışma süresi gelir kaybı yaşanmaksızın 37,5 saate, fazla mesailer için uygulanan yıllık 270 saat sınırı, 90 saate düşürülmeli. n Herkese en az 1 ay ücretli izin hakkı tanınmalı. n Herkes için iş güvencesi ayrımsız bir biçimde uygulan-

HAFTANIN IRKÇISI HDP’YE SALDIRAN IRKÇILAR Antalya’nın Gazipaşa ilçesinde stant açan HDP üyeleri, 15 Mayıs günü ırkçı bir grubun saldırısına uğradı. Saldırı sonucunda, aralarında HDP Antalya Milletvekili Adayı Aysel İbili’nin de bulunduğu 3 kişi darp edildi. Seçim çalışmaları kapsamında, Antalya’nın Gazipaşa ilçe merkezinde stant açan HDP’liler, yaklaşık 50 kişiden oluşan ırkçı bir grubun saldırısına uğradı. Standı dağıtan ırkçı grup, küfür ve hakaretler savurarak

malı. n Sendikal hak ve özgürlükler güvence altına alınmalı, barajlar kaldırılmalı, herkesin sendika hakkını özgürce kullanabilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı. n Taşeronlaşma ve kayıt dışı istihdam engellenmeli. n Kamu girişimciliği ve hizmetleri istihdam yaratacak şekilde yeniden ele alınmalıdır. Personel açığı derhal kapatılmalı. n Kadın istihdamının artırılması ve işsizliğinin azaltılması için işgücü piyasalarındaki cinsiyetçi uygulamalara son verilmeli, ev içi bakım hizmetleri devletin gereken nitelikli, yaygın ve ücretsiz bakım hizmetlerini sağlamalı.

HDP’lileri darp etti. Üç kişinin yaralandığı olayda, HDP Antalya Milletvekili Adayı Aysel İbili ile HDP Alanya Eşbaşkanı İsmail İşli de darp edildi. Irkçı saldırganlar HDP standının kurulduğu bölgenin etrafında toplanmaya başladığı esnada, civarda hiçbir polis olmadığı gibi, hiçbir güvenlik önlemi de yoktu. Irkçı grubun saldırısı üzerine ilçeden ayrılmak üzere araçlarla hareket eden HDP’liler, durdukları trafik ışıklarında ikinci kez ırkçı saldırıya maruz kaldı. Olay yerine gelen polisler ise ırkçı gruba değil, saldırıya uğrayan ve bölgeden ayrılmaya çalışan HDP’lilere biber gazıyla saldırdı. Biber gazından etkilenen HDP Antalya Milletvekili Adayı Aysel İbili baygınlık geçirdi. Bu 60 ilde gerçekleşen 120 saldırıdan biriydi. HDP’lilere defalarca saldıran ırkçılar, haftanın ırkçısı olmaya hak kazandı.

Bu yalan fabrikasının kurulmasının amacı, HDP’nin barajı aşmasının engelenmesi. Ama sorun sadece yalanlarla sınırlı kalsa, dert etmezdik, “Bunlar yalancı” der, geçerdik. Politikada işler böyle yürümüyor ne yazık ki! Bu yalanlar, doğrudan fiziki şiddete zemin hazırlıyor. Devlet ve hükümet bir partiyi, bir grubu bu kadar şiddetli bir dille hedef gösterdiğinde, bazı aklı evvellerin de çıkıp HDP’ye şiddet uygulaması çok kolay oluyor. Arkasında devletin, hükümetin ve cumhurbaşkanının olduğunu düşünen ırkçılar, milliyetçiler ya da arkasında devletin olduğunu bilen derin güçler durumdan vazife çıkartmaya her zaman hazırlar. Yalan ve şiddetin içiçe bu kadar girdiği başka bir seçim süreci yaşanmamıştır muhtemelen. Yine de, çözüm süreci bekleme odasına alınmış olsa da bu sürecin tek bir garantisi olduğunu biliyoruz ve bu bilgi, ne yapmamız gerektiğini de gösteriyor. Barışın garantisi, barışa ekmek kadar, su kadar ihtiyaç duyan Kürt halkı. HDP. Abdullah Öcalan. Barış sürecinin bir başka garantisi daha var. Sürecin kendi dinamiği, siyasetin savaş yerine devreye girmesinin yarattığı hava. Bu havanın önemini, en iyi Demirtaş anlattı. NTV’de, HDP’nin beklenmedik ölçüde kitlesel destek ve sempati toplamasının nedeni sorulduğunda, bu gelişmede silahların susması ve çözüm sürecinin belirleyici olduğunu açıkladı. Bu sürecin kendi iç mantığının bir yanı daha var. O da batıda da halk kitlelerinin savaş yerine barış sürecinin giriş adımlarının tadına varması. Çözüm sürecinin toplumsal meşruluğu yani. HDP’nin barajı aşması, bu meşruluğa güç katacak ve sürecin geri döndürülmesi teklif dahi edilemez bir evreye ulaşması anlamına gelecek.

KİTAPÇILARDAN İSTEYİN!

Kaos GL tarafından 10 yıl önce Ankara’da başlatılan Homofobi ve Transfobi Karşıtı Gün bu sene Antakya, Antep, Bursa, Denizli, İstanbul, İzmir ve Kocaeli’de yapılan gösterilerle kutlandı.

Ankara’da DSİP üyelerinin de destek verdiği eylem, son yılların en büyük LGBTİ gösterilerinden biri olarak tarihe geçti.

3


4

DÜNYA

YUNANİSTAN: SYRİZA’DAN TAVİZ SİNYALLERİ

DARBECİLERDEN MURSİ’YE İDAM KARARI Mısır’da 3 Temmuz 2013’te askeri darbeyle devrilen eski Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi idam cezasına çarptırıldı. Mursi’ye ceza Ocak 2011’deki devrim sırasında bir hapishanenin basılarak 3 subayın kaçırılması olayından dolayı verilirken Mursi aynı zamanda “Hamas, Lübnan’daki Hizbullah örgütü, İran Devrim Muhafızları’yla suç amaçlı iş birliği ve casusluk yapmak” iddiasıyla da yargılanıyordu. Mısır’daki cunta rejimi Müslüman Kardeşleri terör örgütü ilan etmiş, Mursi ve üyelerini “terör örgütü üyesi olmak” suçlamasıyla da yargılamıştı. 18 Mayıs’ta 6 idam cezasının infaz edildiği Mısır’da 3 Temmuz darbesinin ardından binlerce kişi öldürülmüş, on binlerce kişi tutuklanmış ülkede tam bir baskı rejimi kurulmuştu. Devrimin ardından işbaşına gelen Mursi ve Müslüman Kardeşler, eski rejimin unsurlarını temizleyip onlarla uzlaşmış, Tahrir Meydanı ve grevdeki işyerlerinin “Ekmek-sosyal adalet-özgürlük” taleplerine sırtını dönmüştü. Bu, Mübarek rejiminin kendini toparlayıp saldırıya geçmesine fırsat tanıdı. Devrimi kanla bastıran darbeciler şimdi Mursi’yi idam ediyor.

Syriza’nın vereceği tavizler 2008’den bu yana 36 kez genel greve çıkan ve hükümetler yıkan işçi sınıfını öfkelendirebilir. Yunanistan’da bu yılın başında iktidara gelen sol reformist Syriza IMF ve Dünya Bankası ile yürüttüğü müzakerelerde elini güçlendirmek için savunduğu ekonomik taleplerden önemli tavizler veriyor. Yunanistan’ın IMF’ye kısa vadede 2 milyar liralık borç ödemesi yapması gerekiyor ve bu finansal kurumlar Yunanistan’ın borcunu bu ülkeye neoliberal dönüşümleri dayatmak için kullanıyorlar. Emekli maaşlarının azaltılmasını, toplu işten çıkarmaları ve asgari ücretin düşürülmesini istiyorlar. Syriza hükümeti son dönemde IMF’ye önemli tavizler verdi. Emekli maaşlarında kesintiye gidilebileceğini açıkladı, düşük işçi maaşlarından vergi alınmamasından vazgeçti. Yunanistan devlet televizyonu ERT işçilerinin aşama aşama geri alınacağı söylendi. Atina’daki Pire limanının özelleştirilmesini kabul etti. Ancak AB kurumları daha fazla özelleştirme istiyor. Devlete bağlı petrol şirketinin özelleştirilmesini ardından rafinerilerde meydana gelen bir patlaKÜRESEL BAKIŞ Arife Köse

LİBYA’YA MÜDAHALEYİ SAVUNANLAR ŞİMDİ NE DİYOR? Birleşmiş Milletler Libya Temsilciliği’nin yayınladığı rapor, Libya’da günümüzde sivillere karşı işlenen savaş suçlarını anlatıyor. En çarpıcı tarafı, Libya’da savaşan silahlı kişi sayısının 200 bin ila 300 bin kişinin arasında olduğunu, bu sayının 2011 yılında devrik cumhurbaşkanı Muammer Kaddafi’ye karşı yapılan silahlı ayaklanmadaki silahlı kişi sayısının 10 katını denk geldiğini söylemesi. Libya’da 2011’de Muammer Kaddafi’nin devrilmesinin ardından siyasi istikrar sağlanamamış ve 25 Haziran’da düzenlenen seçimlerden sonra iki ordu, iki parlamento ve iki hükümet oluşmuştu. Kaddafi’nin devrilmesinden sonra Libya’da ‘ordu’ denebilecek bir askeri yapı kalmadı ve bağımsız silahlı milisler hâkim olmaya başladı. Şu an ülkede Milli Genel Kongre’nin desteklediği Libya Şafağı (Fecr) Koalisyonu ile Tobruk Temsilciler Meclisi’nin destek verdiği Hafter’e bağlı Onur Operasyonu Koalisyonu arasındaki çatışma-

mada altı işçi yaralandı, bu yüzden işçiler greve çıktı. Bunu Pire limanı çalışanlarının grevi izledi. İşçiler hükümetten sözünü tutmasını ve kesintilere son vermesini bekliyor ve bu isteklerini grevler ve eylemlerle gösteriyorlar. Çipras ise borç ödeme konusunu referanduma götürmeyi ve böylece buna benzer tavizleri halka onaylatmayı amaçlıyor. Syriza sadece ekonomik anlamda geri adımlar atmıyor. Çipras Kıbrıs’ta Kıbrıs Başkanı ve Mısır’ın darbeci cumhurbaşkanı Sisi ile el sıkıştı. IŞİD’e karşı savaşan “uluslararası koalisyon”u öven açıklamalar yaptı. Syriza gibi savaş karşıtı hareketten beslenen, Tahrir Meydanı’ndaki gösterilerin ardından Syntagma’daki başlayan eylemlere destek veren bir partinin başkanının böyle açıklamalar yapması gerçekten şok edici. Çipras aynı zamanda Yunan sermayesini de korumaya çalışıyor. Kıbrıs’ta katıldığı zirvede Kıbrıs açıklarındaki enerji kaynakları için Yunanistan İsrail ve Kıbrıs birlikte hareket edecekleri sinyalini verdi. lar devam ediyor. Tüm bunlara bakınca insanın aklına ister istemez 2011’deki insani müdahale tartışmaları ve herkesin Libya’da akan kanı durdurmanın bir yolu olarak batının insani müdahalede bulunmasını nasıl canhıraş bir şekilde savunduğu geliyor. O günlerde “insani müdahale” adı altında yapılan emperyalist saldırıya karşı itirazlarımıza karşı böyle bir müdahaleyi savunanlar “ama müdahale Libya’da işe yaradı, Kaddafi devrildi” diyerek yanıt veriyorlardı. Peki bugün devrimden, özgürlük mücadelesinden geriye ne kaldı? Her gün yüzlerce sivilin ölmeye devam ettiği bir ülke. NATO bombaları daha havada uçuşurken, Afrika’nın en büyük petrol rezervine sahip Libya’nın doğal kaynaklarını gaspetmek için koşarak ülkeye dalan petrol şirketleri, yani İtalyan şirketi ENI, İspanyol şirketi Repsol ve İngiliz şirketi BP. Ülkeden bir an önce kaçmaya çalışan ve çoğu Akdeniz’de ölüme terkedilen binlerce mülteci. Gerçekten NATO Libya’ya çok insani bir müdahalede bulunmuş! Nasıl olsa ülkede insan kalmazsa sorun da kalmaz diye düşünmüş olsa gerek. O günlerde “emperyalizm” diyenleri demode ilan edenler aradan geçen dört yıl sonucunda Libya’daki ‘insani’ durum hakkında ne düşünüyorlar acaba?

SOSYALİST AKTİVİST YENİDEN HAPİSTE Mısır’da Devrimci Sosyalistler örgütünün önde gelen üyelerinden insan hakları aktivisti ve avukat Mahinur El-Masri yeniden hapse atıldı. İskenderiye’deki bir mahkeme 11 Mayıs’ta yapılan bir temyiz duruşmasının ardından bu kararı verdi. El-Masri, Mart 2013’te İskenderiye’deki bir karakolun önündeki gösteri nedeniyle aldığı iki yıllık hapis cezasını temyize götürmüştü. Temyiz kararı ertelenirken hem Mahinur El-Masri hem de Devrimci Sosyalistler üyesi diğer sanık Yusuf Şaban’ın 31 Mayıs’a kadar gözaltına alındığı açıklandı. Mahinur El-Masri, Sisi cuntasının gösteri yasağına karşı çıktığı için aldığı altı aylık hapis cezası yüzünden dört ay hapiste kalmış, Mısır’da ve dünyada oluşan tepkilerin de etkisiyle hapisten tahliye edilmişti.

KÜRESEL MÜCADELELER Burundi: Üçüncü kez aday olan devlet başkanına karşı protestolar, askerlerin kalabaklılara ateş açmasına reğmen bitmiyor. Ülkede başarısız bir darbe girişimi yaşanırken üç general tutuklanmıştı. Devlet şiddetinden kaçan 70 bin Burundili Tanzanya’ya sığındı. Mültecilerin bulunduğu bölgede kolera salgını tespit edildi. ABD: Alaska eyaletinde yüzlerce çevreci Kuzey Kutbu’nda yapılması planlanan sondaj çalışmalarını protesto etti. Petrol devi Shell’in bölgede petrol arama faaliyetlerine başlaması bekleniyor. İsrail: Etiopyalı Yahudiler, ırkçılığın son bulması için Tel Aviv’de bir kez daha sokağa çıktı. Rothschild Bulvarı’ndan Rabin Meydanı’na yürüyen binlerce kişiye siyonist rejimin polisleri saldırdı.


METAL İŞÇİSİ DİRENİYOR

HAREKET YAYILMALI VE GENELLEŞMELİ

Sosyalist İşçi gazetesi metal işçileri hareketinin kazanması için yayılması ve genelleşmesi gerektiği düşünüyor. Renault, Tofaş, Mako ve Coşkunöz’deki grevci işçiler diğer fabrikalardaki işçilerle temasa geçmeli, daha fazla işçinin bu harekete katılmasını, eylemlere girişmesini sağlamalıdır. Çünkü direnen metal işçilerinin zaferi hem bütün metal sektöründe bir ücret artışının önünü açacak, hem de işçilerin koşullarını iyileştirmek için yürüttükleri mücadelede kendilerine daha güvenli hareket etmesini sağlayacaktır. Bütün fabrikalardan gelen temsilcilerin ortak kararları öne çıkarılmalı, Fabrikalar Arası Kurul’a daha çok fabrikanın katılması sağlanmalıdır.

5

DÖRT FABRİKADA GREV BİNLERCE İŞÇİ EYLEMDE

Türk Metal sendikası en çok milliyetçiliği kullanıyor, işçilere “aranızda kışkırtıcılar var”, “Birleşik Metal PKK destekçisi” diyor. Türk Metal’in sözleşmelerle ilgili, kazanımlarla ilgili söyledikleri nasıl yalan ise bunlar da yalan. İşçi sınıfı milletine, kökenine göre bölünemez, bir bütündür ve ancak birlik olduğunda güçlüdür. Milliyetçilik işçilerin çıkarının patronlarla aynı olduğunu söyleyerek mücadeleyi zayıflatır. Türk Metal işçilerin metal patronlarına karşı yürüttüğü mücadelesinin önündeki engeldir, bu engel kalktığında patronlara karşı mücadele de güçlenecektir. Türk Metal sendikası işçilerin sendikalara karşı haklı bir kuşku ve öfke duymasına neden oldu. Bu yüzden işçiler Kemal Sunal’ın oynadığı Kibar Feyzo filmine gönderme yaparak kendilerine “Harranlılar” diyorlar, sendikaya ihtiyaçları olmadığını ifade ediyorlar. Oysa işçiler arasında bugün olan birliğin uzun vadede de sürmesi, yasal ve kalıcı kazanımlar elde etmek için bir sendikaya ihtiyaç vardır. Sendikal bürokrasi tek tek kişilerin kötülüğünden kaynaklanmaz, işçilikten sendika profesyonelliğine geçenlerin sosyal durumlarından, sendikaların arabulucu niteliğinden kaynaklanır. Sendika bürokrasisinin varlığı nedeniyle sendikalardan vazgeçemeyiz. İşçiler kendi öz örgütlülüklerini kurduklarında, komite ve meclislerde örgütlendiklerinde bürokrasinin engellerini aşabilirler. Bu yüzden direnen metal işçileri genel bir sendika karşıtı ruh haline sürüklenmemeli, diğer sendikalardaki özellikle son dönemde greve giden Birleşik Metal İş’teki sınıf kardeşleriyle temasta olmalıdırlar. Birleşen işçiler yenilmezler.

TÜRK METAL: MHP’Lİ, ÇETECİ, ERGENEKONCU İşçilerin istifa ettikleri Türk Metal sendikası işçi hareketi içinde patron destekçiliği ve çeteciliği ile biliniyor. 1980 darbesinden sonra metal patronları tarafından DİSK’e karşı güçlendirilen bu “sendika”da sendikal demokrasinin zerresi bulunmuyor. İşyeri temsilcileri yönetim tarafından belirleniyor ve yönlendiriliyor, sendikacılar patronlara karşı mücadelede önde duran işçileri fişliyor işten attırıyor. On binlerce metal emekçisinden gelen aidatlarla sendika bürokrasisi lüks içinde yaşarken, işçiler sendikanın olanaklarından faydalanamıyor. Sendikanın Pevrul Kavlak’tan önceki başkanı Mustafa Özbek Ergenekon davasından tutuklanmış dava sırasında onlarca gayrimenkule ve muazzam bir servete sahip olduğu ortaya çıkmıştı. Türk Metal sendikası işçi hareketine en milliyetçi fikirleri dayatan, faşist MHP ile bağlantılı bir sendika olarak biliniyor.

ONUR DEVRİM ÜÇBAŞ

üzerine aynı gün işçiler geri alındı.

Bursa’da binlerce metal işçisi grev, eylem ve fabrika işgalleri ile hem işbirlikçi Türk Metal sendikasına hem de metal patronlarına karşı mücadele ediyor. İşçiler ücretlerinde iyileştirme yapılmasını, sendika temsilcilerinin doğrudan kendileri tarafından seçilmesini ve işçileri darp eden çeteci Türk Metal sendikasının gitmesini istiyorlar.

14 Mayıs gecesi Renault firmasının maaşlarda iyileştirmeyi kabul etmemesi üzerine içerideki işçiler dışarı çıkmadı, dışarıdakiler de içeri girmedi ve üretim fiilen durdu. 15 Mayıs’ta Renault’ta da aynı yöntemle grev ve işgal başladı. Coşkunöz işçileri de greve başladı. Bu fabrikalarda üretimin durması Renault’un diğer fabrikalarını da etkiledi, Romanya’da üretime ara verildiği söyleniyor. 14 Mayıs günü fabrikaya girenler hala (18 Mayıs itibarıyla) fabrika binasının içinde bulunuyor dışarıdan işçilere su ve yemek desteği yapılıyor. 18 Mayıs Pazartesi günü Renault, Tofaş ve Coşkunöz fabrikalarının yanı sıra Mako fabrikasında da grev başladı. Mako’daki grevin Ford ve Hyundai’deki üretimi de etkilemesi bekleniyor.

İşçiler haklarını istiyor Türk Metal imzaladığı grup sözleşmesinde, patronların dayatmasını kabul etmiş, 2 yerine 3 yıllık sözleşme imzalamış ve ücretlerde önemli bir artış sağlanamamıştı. Fabrikaya yeni giren işçilerle daha eski işçiler arsındaki ücretlerde önemli bir uçurum oluşmuştu. Özellikle araba üreten ve binlerce kişinin çalıştığı Renault, Tofaş gibi fabrikalarla, bunların yan sanayisi olan Mako, Ototrim, Coşkunöz gibi fabrikalardan ücretlerde düzeltme yapılması yönünde tepkiler ortaya çıktı. İşçilerin temelde üç talebi vardı 1. Ücretlerde Bosch’ta yapılan sözleşme oranında artış 2. Türk Metal sendikasından çıkış 3. Bu süreçte kimsenin işten atılmaması İşten çıkarmaları durdurdular Bu tepkilerin dikkate alınmaması üzerine işçiler 27 Nisan’da Bursa Kent Meydanı’nda bir miting yaptı. 5 Mayıs günü ise internet üzerinden istifa etmek için toplanan işçilere Türk Metal “sendikacı”ları saldırdı ve işçileri darp etti. Bunun üzerine işçiler cep telefonlarını kullanarak istifa etmeye başladılar. 6 Mayıs’tan itibaren hareket diğer fabrikalara da sıçradı; Tofaş, Valeo, Mako ve Delphi fabrikalarında eylemler başladı. Renault’ta işten atılan (fabrika girişinde kartı basmayan) işçilerin olması üzerine diğer işçiler içeri girmedi, içerideki işçiler dışarı çıkmadı, bunun

Türk Metal eriyor Bursa’daki metal işçilerinin Türk Metal’den istifası başka illerdeki metal işçilerini de etkiliyor. Kocaeli’nden Beylikdüzü’ne Eskişehir’den İzmir’e pek çok fabrikada Türk Metal’den istifa etme seçeneği konuşuluyor tartışılıyor. Türk Metal yönetimi ise grevci işçileri suçlayarak onları “provokatörlerin peşine takılmakla” suçluyor. 6 Mayıs’tan bugüne Türk Metal’den yaklaşık 10.000 kişinin istifa ettiği tahmin ediliyor. Fabrikalarda birlik ruhu Metal işçileri arasında tam bir birlik ruhu hâkim. Renault fabrikasında yüzlerce işçi fabrika binası içinde, yüzlercesi ise dışarıda eylem yapıyor. İşçilerin eşleri fabrikalara yürüyüş yaparak işçilere olan desteklerini gösteriyor, işçilerin çocukları “Diren Renault, Diren Baba” dövizleriyle çektikleri fotoğraflarla babalarına desteklerini gösteriyorlar. İşçiler Renault logosunun üzerini siyah bantla kapattıkları arabalarıyla konvoy haline başka fabrikalara desteğe gidiyor, su, erzak ve battaniye desteğinde bulunuyor.


6

GÜNDEM

İSTİKRARSIZLIK ARTIYOR YOLU MÜCADELEDEN GEÇ ARİFE KÖSE

AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda toplumun tüm kesimlerine ama özellikle egemen sınıfa vaat ettiği ekonomik ve siyasi istikrar bir süreden beri çatlıyor. Üstelik bu çatlak her geçen gün daha görünür hale geliyor, eskiden kapalı kapılar ardında yaşanan gizli kapaklı tartışmalar artık medyanın önünde gerçekleşiyor. AKP birkaç alanda istikrar vaat ederek ve bu vaadini de gerçekleştirerek bugüne kadar devam eden gücünü korudu. Bunların başında ekonomi geliyordu. AKP’yi iktidara taşıyan 2002 seçimlerinin hemen öncesini hatırlarsak Türkiye 2001’de tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birisini yaşamıştı. Mevcut siyasi partilerin tabanları hızla erimiş ve 2002 seçimlerinde bu partilerin çoğu yok olma noktasına gelmişti. AKP, hepsine karşı yeni ve güçlü bir alternatif olarak ortaya çıktı. AKP’nin bir diğer istikrar vaadi, 28 Şubat 1997’den bu yana bir darbe atmosferi içinde büyük bir siyasi istikrarsızlık yaşayan, arka arkaya kurulan koalisyon hükümetlerinin bir türlü siyasi ve toplumsal alandaki memnuniyetsizliği gideremediği ülkede siyasetin taşlarını yeniden yerli yerine oturtmak oldu. Refah Partisi’nin teslim olduğu 28 Şubat darbesine direnen Müslümanlar için bir umut oldu. Kendisine yönelik darbe tehditlerini ve planlarını savuşturmak için askeri vesayete karşı yürüttüğü mücadele tarihi darbelerle dolu Türkiye bunlara açıktan karşı çıkan ve mücadele eden bir hükümete tanıklık etti. Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat, 12 Eylül darbe davaları başladı. 12 Eylül 2010’da gerçekleşen anayasa referandumunda yıllardır askeri vesayetin emri altındaki yargı ve bürokrasi yeniden düzenlendi. 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasının önü açıldı. Kürt sorununda başlatılan ve Çözüm Süreci olarak bilinen barış görüşmeleri yıllardır akan kanı durdurdu. Her alanda istikrarsızlık artıyor Ancak bir süreden beri bu istikrar bozulmaya başladı. Çılgın ve dizginlenemez bir neo-liberalizm ve büyüme hırsı sonuçlarını da beraberinde getirdi. Kentsel dönüşüm adı altında kentlerin neo-liberal bir zihniyet ile yeniden yapılandırılmasına yönelik tepkilerin simgesi Gezi Parkı ayaklanması oldu. İş cinayetleri AKP döneminde katlanarak arttı. Türkiye iş cinayetlerinde Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sırada yer alıyor. Soma’da 301 madencinin ölümüyle sonuçlanan maden kazası bu durumun en vahşi örneklerinden birisi oldu. İlk on yıllık iktidarı döneminde parmakla sayılabilecek kadar az sayıda görülen işçi direnişlerinin sayısı da son birkaç yılda hızla arttı. Üstelik bu direnişler küçük ve lokal iş yerlerinde değil Renault, Tofaş gibi binlerce işçinin örgütlü olduğu büyük iş yerlerinde binlerce işçinin katılımıyla gerçekleşmeye başladı. AKP açısından çizdiği istikrarlı görüntüyü kaybetmeye başlamasının dönüm noktası Gezi ayaklanması ve yolsuzluk dosyalarının ortaya çıkışı oldu.

Gezi ayaklanmasıyla birlikte karşısında hiç beklemediği bir anda güçlü ve kararlı bir direniş gören AKP ikinci büyük sarsıntıyı yolsuzluk dosyalarının ortaya çıkışıyla yaşadı. Her ikisine de bugüne kadar en iyi bildiği iki geleneksel yöntem ile yanıt verdi. Birincisi, güvenlik merkezli bir politika izledi. Bunun sonucunda sadece Gezi’de dokuz kişi hayatını kaybetti. Artık AKP her gösteriye binlerce kilo gaz bombası ve şiddet kullanarak müdahale etmeye başladı. İkincisi Gezi’den itibaren kendisine muhalif olarak gördüğü herkesi “darbeci” olarak adlandırmaya başladı. Yolsuzluk dosyalarında bu argümana daha da fazla sarıldı ve “bugün bize kumpas kuranlar zaten geçmişte ordumuza da kumpas kurmuşlardı, darbe davaları işte bu kumpasın sonucudur” dedi. Devlette dağınıklık AKP yolsuzluk dosyalarının üzerini kapatmak ve bundan sonra bir daha böyle bir riskin ortaya çıkmasını engellemek için ise iki şey yaptı: Birincisi bürokrasiyi hallaç pamuğu gibi dağıttı. 12 Eylül 2010’da gerçekleştirilen referandum ile demokratikleştirilen HSYK çıkarılan yeni bir yasa ile yeniden düzenlendi. HSYK bünyesinde Adalet Bakanı’na hakim, savcı ve adalet müfettişlerinin atanması, disiplin soruşturmaları, vb birçok konuda geniş yetkiler verildi. HSYK kurullarının yapısı değişti ve düzenlemenin yürürlüğe girmesiyle yönetim ve denetim kurulları ile Adalet Akademisi üyelerinin görevlerine son verildi. 166 hakim ve savcının yeri değişti. Emniyette yaklaşık 6 bin kişinin görev yeri değişti. Ergenekon ile uzlaşma İkincisi ve hepsinden daha tehlikelisi yolsuzluk dosyalarının üstünü örtebilmek ve bunu meşru gösterebilmek için “bugün bize kumpas kuranlar geçmişte kahraman ordumuza da kumpas kurmuştu” diyerek Ergenekon ile anlaştı. Bu anlaşmanın sonucu AKP döneminde ve öncesinde darbe yapmış ve planlamış olan, derin devletin özellikle Kürdistan’daki operasyonlarının mimarlığını ve tetikçiliğini yapmış olan yüzlerce darbeci ve katilin serbest bırakılması oldu. 28 Şubat darbesi dahil olmak üzere şu anda cezaevinde Ergenekon, Balyoz ve diğer darbe davalarından dolayı tutuklu olan kimse bulunmuyor. Çözüm sürecinde bir adım ileri iki adım geri AKP’nin “en büyük projesi” olarak sunduğu, Kürt hareketinin otuz yıllık özgürlük mücadelesi sonucunda devleti masaya oturtma başarısı olan Çözüm Süreci’ni de AKP son dönemde ‘bir adım ileri iki adım geri’ şeklinde özetlenebilecek bir tavırla sürdürmeye başladı. AKP, bu süreçte verdiği sözlerin hiçbirisini henüz yerine getirmedi. Üstelik izleme komitesi kurulması ile ilgili tartışmayı hatırlarsak, başbakan Davutoğlu’nun sözlerini bir gün sonra Erdoğan yalanlıyor, ertesi gün ona Bülent Arınç cevap veriyor bir hale gelmiş durumda. Şu haliyle AKP Kürt sorununu çözen değil, çözüme kavuşturulmasını engelleyen parti durumunda. Tüm bu konularda AKP içinde yaşanan tartışmalar artık partinin kapalı kapıları arkasında değil, hepimizin ve

#DirenReno #DirenTofaş medyanın gözü önünde yaşanıyor. İktidardaki bir partinin kolay kolay bölünmeyeceği bir gerçek ama artık AKP içinde farklı görüşler olduğu ve bu görüşlerin sahipleri herkes tarafından biliniyor. İstikrarsızlık ve mücadele Egemen sınıfların ve siyasi iktidarın her istikrarsızlık dönemi ezilenlerin kendi lehlerine kazanımlar elde etmeleri için fırsatlar doğurur. Çünkü egemen sınıf içindeki bölünmeler onun ezilenlere saldırma gücünü zayıflatır. Ancak böyle bir istikrarsızlığın varlığı otomatik olarak, doğrudan kazanım getirmez. Bunun için, aynı zamanda, mücadele etmek, egemen sınıf ve siyasi iktidarı içindeki bölünmeyi derinleştirmek ve bu durumun ezilenler açısından kazanımla sonuçlanacağından emin olmak gerekir.


GÜNDEM

R, KAZANMANIN ÇİYOR YOLSUZLUK, YAĞMA, TALAN Eylül 2012 ve Şubat 2013’teki bir dizi ihbarla başlayıp, 17 Aralık 2013 günü verilen gözaltı talimatları ve arama kararları ile kamuoyunun duyduğu, aralarında iş adamları, bürokratlar, banka müdürü, çeşitli düzeyde kamu görevlileri ve 61. Türkiye Hükümeti kabine üyesi dört bakan ile üç bakan çocuğunun olduğu kişiler hakkında “rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık” suçlarını işledikleri iddiasıyla yürütülen soruşturma. O dönemdeki İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, işadamları Ali Ağaoğlu, Rıza Sarraf ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in de aralarında yer aldığı 89 kişi gözaltına alındı. Bunlardan 26’sı tutuklandı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yaklaşık 11 ay süren incelemenin ardından, 17 Ekim 2014’te dosyayla ilgili takipsizlik kararı verdi. ‘Soruşturma kapsamında usulüne uygun delil toplanmadığı, suçun unsurlarının oluşmadığı ve herhangi bir örgüte rastlanmadığı’ belirtildi. Son olarak mecliste yapılan oylamada yolsuzlukta adı geçen bakanların Yüce Divan’a sevkedilmesine gerek olmadığına karar verilmesiyle yolsuzluk dosyası tamamen kapanmış oldu. Ancak yapılan kamuoyu araştırmaları halkın yüzde 70’inin yolsuzluk yapıldığına inandığını gösteriyor.

7

GÖRÜŞ Roni Margulies

KAPICI VE KAYINPEDERİN SEÇİM TAHMİNLERİ Seçim sohbetlerinde ansızın kamuoyu araştırmacısı kesilip şöyle tahminlerde bulunanlara bayılıyorum: “Bence AKP yüzde 41,5’ta kalır” veya “Yok abi, HDP yüzde 10,2 alır.” “Nereden biliyorsun?” Cevaplar şöyle oluyor: “Çünkü bizim apartmanın kapıcısıyla konuştum, bugüne kadar hep AKP’ye vermiş, bu sefer vermeyecekmiş. Eniştesi de öyleymiş.” Veya, “Bizim kayınpeder kaskatı CHP’lidir, geçen akşam benim hiçbir şey dememe gerek kalmadan HDP’ye vereceğini söyledi, iki tane arkadaşını da ikna etmiş.” Bu tür tahminlere zengin ve güzel Türkçemizde “geyik” denir. HDP’nin yüzde 9,8 mi, 10,1 mi alacağını hiçbir “hissiyat”, hiçbir kapıcı veya kayınpeder ve hatta hiçbir araştırma şirketi bilemez. Tüm arkadaşlara önerim, sakın bu tahminlerinizi kendiniz de ciddiye alıp gaza gelip bahse filan girmeyin. İngiltere’de daha iki hafta önce Muhafazakâr Parti’nin seçimleri kazanacağını bütün ülkede tek bir kişi veya kurum tahmin edemedi. Bizim yapabileceğimiz, ancak genel siyasî durumdan genel siyasî sonuçlar çıkarmak olabilir. Örneğin, AK Parti’nin oyları düşecek. Bunu iyi biliyorum. Şu nedenle biliyorum: Memlekette yaklaşık on yıl boyunca “İyi durumdayız ya” şeklinde özetlenebilecek bir “hava” vardı. Üstelik bu “hava”, bu “his” hükümete oy verende de vardı, vermeyende de. “İyiyiz be” havası, “Fena gitmiyoruz” havası. Bu havanın temelinde siyasî istikrar, ekonominin iyi kötü büyüyor olması, barış geliyor düşüncesi, çeşitli gerginlikleri yumuşatan kardeşlik söylemleri gibi unsurlar vardı elbet, ama tek tek unsurlardan daha önemlisi genel havaydı. Bu hava artık yok. En sarsılmaz AK Parti hayranında bile “İşler iyi gitmiyor” hissi var. Dünyanın bütün memleketlerinde bu his yayılmaya başladığında hükümet partisinin oyları düşer, ana muhalefet partisine destek yükselir. Bizde de hükümetin oyları düşecek.

AKP’NİN EKONOMİK PROGRAMI İŞÇİLERİ ÖLDÜRÜYOR

Ana muhalefet partisinin oylarında ise tık yok! Bu, CHP’nin artık tümüyle anlamsız ve gereksiz hâle geldiğinin, Türkiye siyasetinde artık yeri kalmadığının kanıtı.

AKP’nin gözü dönmüş ve dizginlenemez neo-liberal ekonomik programının sonucu artan iş cinayetleri oldu. AKP hükümetinin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 tarihinden bu yana esnek, güvencesiz ve kuralsız çalıştırma sonucunda 15 bin 70 işçi yaşamını yitirdi.

Kimse CHP’nin ne yapacağını tartışmıyor bile artık. Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil, herkes HDP’nin ne yapacağını tartışıyor ve etkilemeye çalışıyor. Bu durumda bize düşen, bahse girmek değil, önümüzde kalan 2-3 haftada HDP’nin barajı aşması için var gücümüzle kampanya yapmak.

İş cinayetlerinde Avrupa’da ilk dünyada ise üçüncü sırada yer alan Türkiye’de her saat 80 iş kazası yaşanırken, her gün 4 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitiriyor. 2002 yılında 380 bin olan taşeron işçi sayısı AKP Hükümeti’nin 13 yıllık iktidarında 1 buçuk milyona ulaştı.

Her görüşten ve halktan kadınlar doğanın yıkımına karşı mücadele ediyor.

İsteyenlerimiz seçim sonrasında “Ben zaten tahmin etmiştim” diyebilir, ama önemli olan şimdi ne yaptığımız, şimdi canımızı dişimize takmak.


8

GELENEK

DARBELELERDEN İLERİCİLİK BEKLEMEK #birdahaasla

27 MAYIS: BİR DAHA ASLA! 27 Mayıs 1960 sabahında milyonlarca insan, sonrasının faşist lideri Alpaslan Türkeş’in okuduğu bir bildiriye kulak kabarttı. Milli Birlik Komitesi adına okunan bildiride Türk Silahlı Kuvvetleri’nin iktidara el koyduğu ilan ediliyordu. Darbeciler halkın oylarıyla seçilmiş olan hükümeti devirdiler, anayasayı rafa kaldırdılar, ülkede bir kaos vea korku ortamının oluşmasına neden oldular. Yüzlerce kişi gözaltına alınarak hapse atıldı, onlarca kişi idamla yargılandı. Başbakan Adnan Menderes ve iki bakan idam edildi. Devrilen hükümet, Demokrat Parti (DP) hükümetiydi. Demokrat Parti aslında CHP’nin içinden kopmuş olan ticaret burjuvazini ve toprak sahiplerini temsil ediyordu. Yıllar boyunca tek parti rejiminin ağır baskısından bunalmış olan geniş halk yığınları, DP saflarına akın etmeye başladı. 1946 yılında yapılan ilk çok partili seçimleri CHP ancak “açık oy, gizli sayım” hilesiyle kazanabildi. 1950’de ise DP ezici bir üstünlükle iktidara geldi. Demokrat Parti iktidarının ilk yıllarında işler yolunda gider gibi oldu. Tek parti baskısından kurtulan ekonomi kısmi bir gelişme gösterdi, halkın yaşam koşullarında belirli bir iyileşme sağlandı. Asker/sivil bürokrasinin vesayetini kırmak için DP devlet memurlarına yönelik reformlar yaptı, Genelkurmay Başkanlığı’nı Milli Savunma Bakanlığı’na bağladı. DP’nin önlemleri ve destekleri sayesinde hatırı sayılır bir sermaye birikimi sağlamış olan toprak ve ticaret burjuvazisinin bir kısmı, bu birikimini sanayi alanına kanalize etmek istedi. Ancak DP sanayi alanına yatırıma ilgi göstermediği gibi, ticaret ve tarımı desteklemeye devam etti. Bu yeni durum karşısında sanayi burjuvazisi, bir zamanlar can düşmanı olduğu CHP’ye destek vermeye başladı. 1958 yılında yaşanan ciddi ekonomik kriz sonucunda, büyük şehirlerde DP aleyhtarlığı kitleselleşmeye başladı. Asker/sivil bürokrasinin çıkarlarının temsilcisi CHP, elindeki tüm imkânları kullanarak her türlü provokasyonu yaptı, ülkede bir çatışma ve kargaşa ortamının oluşmasını sağladı. Şartların oluşmasını bekleyen ordu ise 27 Mayıs’ta yönetime el koydu. Bu darbe, kendisini solcu zanneden, ancak gerçekte kemalist olan çevreler tarafından selamlandı. Oysa ülkenin demokratik seçimlerle işbaşına gelmiş olan hükümeti ortadan kaldırılmış, anayasa lağvedilmiş, yüzlerce kişi hapse atılmıştı. Skandallarla dolu sahte bir yargılama sonucunda Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu idam edildi. Onlarca kişi hapislerde çürütüldü. Üstelik yine kendisini sol zanneden çevrelerin ilerici olduğunu söyledikleri anayasaya “Milli Güvenlik Kurulu”nu sokularak halk iradesi üzerindeki güç çok uzun yıllar için kurumsallaştırıldı ve geniş halk kesimlerinin mücadelesinin önündeki en büyük engellerden biri oldu.

ŞENOL KARAKAŞ

yeniden yoksullar açısından cazibe merkezi haline getirdi.

Bugün, Türkiye’de darbeden yana tutum almak ayıplanır oldu. Ama bu her zaman böyle değildi. Daha 27 Nisan 2007’de verilen e-muhtırayı selamlayan ama bu arada kendisini komünist sananlardan geçilmiyor Türkiye’nin siyaset sahnesi.

28 Şubat darbesi, sol açısından aydınlanmacı bir toplum mühendisliğine meydan okumak, Refah Partisi’nin tabanında biriken kitlelerle bağ kurmak açısından bir fırsattı. Bunun için atılması gereken ilk politik adım, “amasız, fakatsız” bir darbe karşıtlığıydı. Fakat DSİP ve bir kaç sol parti dışında ne sosyal demokrat görünümlü CHP, ne sosyal demokrat görünümlü DSP ne de radikal sol, darbeye karşı net bir tutum alabildi.

Askeri vesayet 27 Mayıs darbesi ilerici olduğu iddia edilen en önemli darbe. Oysa 27 Mayıs darbesi, öncelikle Türkiye’de darbeler geleneğini başlattığı için, en tehlikeli darbedir. Ordunun burjuvazi adına siyasete el koymasını meşrulaştırmasının ve halk kitlelerinin siyasal tercihlerini canı çektiğinde baskılama hakkını kendisinde bulmasının başlangıcıdır. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin de meşrulaştırıcısıdır. Aynı zamanda, idamlar ve siyasi cinayetler geleneğinin de yeniden bir devlet politikası haline gelmesi 27 Mayıs darbesinin ve onu ilerici bir darbe olarak görenlerin katkısıyla gerçekleşti. İlerici darbe, aydınlatılması gereken halk! Kemalizm, Türkiye’de işçi sınıfı ve yoksulların, özetle bir bütün olarak halkın kendisini beğenmediği için, ama halkı değiştirip yeni bir halk ithal etme şansına da sahip olmadığından, halkı devlet zoruyla aydınlatmayı amaçlayan bir toplum mühendisliğinin özetidir. Fakat toplum mühendisliği uçak mühendisliğine benzemediğinden, hiçbir halk, yukarıdan aşağıya aşağılanmaya sonsuza kadar tahammül etmeyeceğinden, başarısız bir mühendisliktir. İşçi sınıfı, Kürtler, dindar insanlar, Ermeniler sık sık devletin şiddetine maruz kalsalar da sürekli isyan halinde olageldi. 12 Eylül darbesiyle kesintiye uğrayan 1970’lerin bir dönemi dışında, işçi sınıfının ve yoksulların geniş kesimleri, muhafazakar partilere oy verdiler Türkiye’de. 1980 darbesinin ardından, hem küresel neo liberalizme yönelik tepki hem de bu tepkiyi örgütlemekten tümüyle uzağa düşen sol ve sosyal demokratların krizi, muhafazakar partileri

Bunun bedeli, işçi sınıfının laik-dindar olarak keskin bir şekilde bölünmesi, merkez sağ ve solun çökmesi ve 2000’li yılların başında bir ölçüde merkeze kayan AKP’nin iktidar olması oldu. Darbe karşıtı olmayan sosyalist olamaz! Darbelerde yobazlığa karşı ilericilik misyonu görenler, şimdi daha temkinli olsalar da, esas olarak işçi sınıfının darbeye maruz kalan bir kesiminin başına gelenleri, ilericilik, aydınlanma gibi maskeler kullanarak selamlamak durumunda kaldılar. Özetle, sınıflar üstü olduğunu düşündükleri bir aydınlanma sloganıyla, şu ya da bu şekilde egemen sınıfın bir kesimi adına davranan devlet şiddetinin, bu şiddetin cisimleşmiş hali olan ordunun bakış açısı içine hapsoldular. Oysa muhafazakar partilere karşı mücadelenin önündeki kilidi açmak çok kolaydı. Yoksullardan aldığı oyla burjuvazinin bir kesiminin stratejilerini uygulayan muhafazakar partilerin tabanını kazanmak, siyasal demokrasinin tümünü egemen sınıf adına boğan askeri darbelerin her türlüsüne karşı aralıksız bir mücadelenin ürünü olabilir. 28 Şubat darbesine karşı çıkmayarak bu fırsatı kaçıranlar, daha sonra Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde de bu fırsatı kaçırdılar. Kaçan, sadece basit bir politik fırsat değil, kaçan darbelere karşı öfke duyan, güçlü politik eleştirilere sahip olan işçi sınıfıyla bağ kurma fırsatıdır. 27 Mayıs darbesine yaklaşım, bu açıdan da hala bir turnusol kağıdı işlevi görmektedir.


SINIF MÜCADELESİ

SOMA’DA ÖFKE VE ADALET TALEBİ 301 madencinin hayatını kaybettiği Soma katliamının birinci yıl dönümünde kent meydanında bir miting düzenlendi. Sendikaların ve meslek odalarının çağrısıyla gerçekleşen yürüyüş sonunda buluşan binlerce işçi, patronlara ve hükümete öfke kustu.

AKP iktidarı süresince işçiler pek çok grev ve direniş gerçekleştirdi. Ama asıl yoğunluk son yıllarda yaşanıyor, 2013 yılının başlarından itibaren artan sayıda grev ve direniş yapıldı. İşçiler artık daha fazla hak talep ediyor, eylem yapıyor.

Şehit Madenci Aileleri, “Adalet istiyoruz, hesap soracağız” yazılı pankart arkasında yürürken, katliamda babalarını yitiren çocuklar sık sık “Hırsız katil Erdoğan” sloganı attı. HDP kortejinde ise sık sık “Roboski’den Soma’ya hesap sormaya” sloganı atıldı. DSİP İzmir İl Örgütü üyeleri de eyleme HDP kortejinde, “Kamp Armen Ermeni halkına iade edilsin” manşetli Sosyalist İşçi ile katıldı.

MÜCADELE HER YERDE! n Açlık grevindeki Elazığ Eyüpbağları Sulama Birliği işçilerine destek için yapılan yürüyüşte, işçilerin haklarının iade edilmesi istendi.

keti temsil eden Türkiye Kimya, Petrol, Lastik ve Plastik Sanayii İşverenleri Sendikası (KİPLAS) ise lokavt kararı aldı.

n Bağcılar’da bulunan Eras Nakış’ta işçiler, eksik yatan sigortoları ve patronun kendilerine yönelik baskılarına karşı greve çıktı.

n Kütahya’da özel bir maden şirketinde çalışan 80 işçi, 5 aydır gasbedilen ücretlerinin ödenmesi için iş bırakarak eylem yaptı.

n Antep’te 3 ay maaşlarını alamamaları üzerine fazla mesaiye kalmadıkları için patron tarafından işten atılan CMS işçilerinin fabrika önündeki direnişi sürüyor.

n Ankara’da PTT emekçileri iş yavaşlatma eylemi yaptı. Ağır çalışma koşulları altında ezildiklerini dile getiren postacılar, talepleri dikkate alınmasa greve çıkacaklarını duyurdu.

n Yozgat’ın Sorgun ilçesinde özel bir maden ocağında çalışan 60 işçi, 7 aydan bu yana maaş alamamalarına tepki göstererek iş bırakma eylemi yaptı. n BES üyesi büro emekçileri, yeni bir toplu satış sözleşmesine karşı “insanca yaşam, güvenceli iş, güvenli gelecek” talebiyle tüm Türkiye’de Soma katliamının yıl dönümünde greve çıktı. n Kastamonu’da Türk-İş’e bağlı Ağaç-İş sendikası üyesi SFC Entegre işçilerinin grevi, 109. gününde taleplerin kabul edilmesi üzerine sona erdi. n 18 Ocak tarihinde Petrol-İş Sendikası ile patronlar arasında yapılan Toplu İş Sözleşmesi (TİS) görüşmesinde anlaşma sağlanamaması üzerine Gübretaş fabrikasında grev kararı asıldı. Toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde şirMARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım

İNSANLAR DEĞİŞİR Sosyalizm insanların değişebileceği düşüncesine dayanır. Ekonomik, sosyal ya da siyasi talepler için verilen kolektif mücadelelere katılanlar dünya ile birlikte kendilerini de değiştirir. Türkiye’nin bir çok yerinde, farklı mezhep ve halklardan, her görüşten insan termik santrallere, HES’lere, nükleere, betonlaştırma ve ortak yaşam alanlarının talanına karşı mücadele ediyor. Çoğu bugüne kadar AKP’ye oy vermiş metal işçileri Gebze’den Bursa’ya, patronlara karşı mücadele ediyor. Hü-

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

İŞÇİ SINIFI AYAĞA KALKIYOR

Mitingde taşeron sisteminin kaldırılması ve Soma’nın sorumlularının cezalandırılması talepleri öne çıkarken “Soma’nın ateşi AKP’yi yakacak” sloganları atıldı.

n Sarıyer Belediyesinde çalışan taşeron park ve bahçe işçileri, yapılan yeni ihale, ekonomik ve sosyal haklarını gasbettiği için iş bıraktı.

9

n DİSK’e bağlı Genel-İş sendikasına üye işçiler, taşeron işçiliğin yasaklanarak özelde ve kamuda tüm işçilerin kadroya alınması talebiyle Çalışma Bakanlığı önüne yürüdü. n BEDAŞ işçileri, direnişlerinin 275. gününde bir kez daha BEDAŞ Genel Müdürlüğü’ne yürüdü, zafer kazanana ve işçi güvenliği sağlanana kadar direneceklerini dile getirdi. n Aylardır direnen Dora Otel işçileri bu hafta da pazar günü otelin önüne yürüyerek işlerini geri istedi. n Adana’da 3 ay önce işten çıkartılan İlbeyli Beyteks işçileri, hafta içinde Ceyhan merkezde eylem yaparak seslerini duyurdu. n TÜVTÜRK işçileri direniş kırıcılığına soyunan patrona karşı Sakarya Araç Muayene İstasyonu önünde eylem yaptı. kümetin “darbeci” etiketi vurduğu Gezi Parkı’nı savunan öğrenciler ve ofis işçilerinin dili, biçimi ve yöntemleriyle direniyorlar. Gezi Parkı direnişine katılanların çoğu hayatlarında ilk kez mücadeleye atılmıştı. On yıllardır MESS’in ve faşist sendikanın baskısı altında mücadeleden alıkonulan metal işçileri gibi.

2013 yılı Şişecam işçilerinin fabrika işgal eylemiyle başlamıştı. Kasım 2013’te başlayan Greiff direnişine 1500 işçi katıldı. 2013’ün son aylarında Fen-İş işçileri direnişe başladı. Kazova işçilerinin fabrikayı işgal ederek üretimi sürdürmeleri bu sürecin önemli deneyimlerinden biri oldu. Yatağan Termik Santralinde ve bağlı kömür ocaklarında 2013 Ağustos’unda 1500 işçinin başlattığı özelleştirme karşıtı direniş Aralık 2014’te sonuçlandı. İşçiler özelleştirmeyi engelleyemediler ama işverenle bir sözleşme yaparak işten atılmaların önüne geçtiler. Mayıs 2013’te başlayan THY grevi, işverenin yoğun baskısı nedeniyle başlangıçta düşük katılımla devam etti, sonrasında da sendika yönetiminin değişmesi ile Aralık 2013’te sonlandırıldı. Grev süresince THY işçileri ile dayanışma sürdü. 12 Mayıs 2013’te Soma’da maden işçilerinin katledilmesi son yılların en önemli işçi eylemlerini başlattı. Soma’da maden işçilerinin katledilmesine karşı işçiler sokaklara çıktı, çeşitli gösteriler yapıldı. Katliamın büyüklüğü kadar, madenlerdeki kötü çalışma koşulları da bu öfkeyi patlattı. Arkasından Eylül 2014’te Torunlar inşaatta ve Ekim 2014’te Ermenek madenlerinde yaşanan iş cinayetleri işçi sınıfının öfkesini en üst noktalara çıkardı. Hükümet iş güvenliği ile ilgili çeşitli yasal düzenlemeler yapmak zorunda kaldı. Metal grevi Ocak 2015’te 14 şehir, 42 fabrika, 15 bin işçi ile başladı, 25 yıl sonra ilk defa metal sektöründe bu kapsamda bir grev gerçekleşiyordu. Grevin bu özellikleri patronları da hükümeti de korkuttu. Patronların güvenliği yine devreye girdi ve grev milli güvenlik gerekçesi ile ertelendi. Şimdi yine Metal işçileri bu defa Bursa’da otomobil fabrikalarında ve yan sanayilerinde ayağa kalktı, haklarını istiyor. Sendikal örgütlenmeleri de aşan bu işçi direnişi, işçilerin kendi aralarında kurdukları Fabrika Kurulları aracılığı ile yürütülüyor. Reno, Tofaş ve Coşkunöz fabrikalarında devam eden direnişler göstermektedir ki, işçi sınıfı artık ayağa kalkıyor. Sosyalistler işçi sınıfının mücadelesine destek olmak için hazırlıklı olmalıdır. Tüm bunların temelinde kapitalizmin krizi var. 1970’lerden bu yana hükümetler tarafından dayatılan neo-liberalizm 2008’deki küresel ekonomik krizle iflasını ilan etti. Emperyalist devletler zayıflarken onların sultası altında ezilenler başlarını doğrultma fırsatı buldu. Krizin faturası kendilerine kesilen işçiler ‘yeter’ diyerek üretimden gelen gücünü kullanmaya başladı.

2011’de Tunus’ta ve Mısır’da başlayan ayaklanmalar “cahil”, “geri”, hakim fikirlerin etkisi altında olarak damgalanan sıradan insanların dünyayı nasıl değiştirebileceğini ortaya koydu.

Bu kriz sıradan bir mali kriz değil. Burjuva ekonomistlerin teslim ettiği gibi, Karl Marx’ın sistemin kendi yapısından kaynaklanan ve çözüm bulamadığı bir bunalım. Kriz, aynı zamanda başka bir toplumsal düzene geçiş fırsatı. Şimdiki kuşaklar, acil talepleriyle kapitalizmin krizinin arkasında duran yeni dünyaya geçmeye çalışıyor.

Tahrir Meydanı’nda toplananların özgürlük çığılığı, ABD’den Yunanistan’a, İspanya’dan Gezi Parkı’na o güne kadar egemen sınıfın partilerine oy vermiş ve mücadele etmemiş milyonları sokağa döktü.

Kitapların yapamadığını mücadele gerçekleştirir. Değişim grevde, direnişte, sokakta başlar. Sosyalistler emekçileri suçlamaz. Onları dinler ve ortak taleplerini kazanmak için birleşmelerine yardımcı olmaya çalışır.

Bu mücadele dalgası, küresel isyanın parçası.


10 KAMP ARMEN

TOPLANTI DUYURULARI

SOKAKTA MÜCADELE SANDIKTA HDP!

ERMENİ HALKI YALNIZ DEĞİLDİR

Konuşmacılar:

Hüda Kaya HDP İstanbul 1. Bölge milletvekili adayı Şenol Karakaş DSİP Eşsözcüsü 21 Mayıs 2015 Perşembe 19.00 Cezayir Konferans Salonu (Hayriye Cad. No:12 Galatasaray, Beyoğlu) 0 (555) 637 24 50 28 Mayıs Perşembe 19:00

METAL İŞÇİLERİNİN HAKLI MÜCADELESİ Beyoğlu

Leyla Teras İstiklal Cad. Mis Sok. No:6 Kat:4 Beyoğlu Şişli

Nakiye Elgün Sok. No:32/3 Osmanbey Üsküdar

Daimler Cafe Tunusbağı Caddesi 46/B 29 Mayıs Cuma 19:00 Fatih

Beyrut Kafe At Pazarı Meydanı, No: 7

BİZİ ARAYIN:

Ankara 05324750150 Sincan: 05397440268 İstanbul Beyoğlu: 05368474650 Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099 Kadıköy: 05334479709 Üsküdar: 05075550272 İzmir 05544602111 Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445 Üniversiteler 05397980171 www.sosyalistisci.org

Kamp Armen direnişi, Ermeni Soykırımın 100. yılında adalet isteğinin her evde konuşulur olmasını sağladı. VOLKAN AKYILDIRIM

Soykırımın 100. yılında, Ermeni halkının hafızası olan Kamp Armen’i yıkma girişimi, direniş ile püskürtüldü. Kampta nöbet tutan bizler, burası gerçek sahiplerine iade edilene kadar buradayız. Bu satırlar yazıldığında direniş 14. gününe girmişti. Ermeni toplumunun temsilcileri ile devlet arasında Kamp Armen’in geleceği konusunda görüşmeler sürüyor. Zenginler istediği ya da kendini yolsuzluklarını aklamak için bir gecede yasalar çıkar. Arazilere ve binlara el konur. Milyonlarca lira harcanır. Söz konusu gasp edilen Ermeni malı olan Kamp Armen olunca bir gecenin yerini günler alıyor. Direnişimizin kazandığı açık. Ermeni toplumunun adalet mücadelesinde sonuna kadar haklı olduğu dünyada ve Türkiye’de milyonlar tarafından kabul ediliyor. Yapılması gereken belli ama hükümet, bu kazanımı gölgelemek, Ermenilerin ve dostlarının mücadelesi ile bağını koparmak, başka mücadelelere hukuki ve politik emsal oluşturmasını engellemek için zamana yayıyor. Ermeni yetimlerin kendi elleriyle inşa ettiği Kamp Armen’in tapusu vakfa bir an önce verilmeli. Seçimler gerçekleşmeden bu sorun çözülmeli. ‘Kamp Armen Yıkılmasın’ diyenler seslerini yükseltmeli, sokağa çıkmalı. Direnişin tek ihtiyacı şimdi budur. Kamp Armen, gasp edilen Ermeni varlıklarından

sadece biri. Bomonti Mıhitaryan Okulu gibi çok sayıda okul, kilise, Ermeni kolektif varlığının sahiplerine iade edilmesi için mücadele soykırımın 100. Yılına damgasını vurmalı. Artık yeter. Ermeni halkı daha fazla üzülmemeli, gözyaşı dökmemeli.

rımcıların ve ırkçıların isimlerinin kaldırılması; Ermenilere yapılan tüm saldırıların faillerinin yakalanması; Hrant Dink’in, Sevag Balıkçı’nın, Maritsa Küçük’ün katillerinin yargılanıp cezalandırılması; Ermeni okullarının kendileri tarafından yönetilmesi Ermeni halkının talepleridir.

Bu daha başlangıç

Kamp Armen’in geri alınması köklü bir değişimin başlangıcı.

Soykırıma uğratılmış halkın mücadelesine destek, Türkiyeli Kürdistanlı her sosyalist ve demokratın görevidir. 1915’le hesaplaşmadan hiçbirimiz özgür olamayacağız. Yüzleşme ve hesaplaşma mücadelesi, sadece Ermenilerin başlarına geleni kabul etmek, soykırımı tanımak, devlete özür diletmek için değil 100 yıllık acıyı telafi etmek için. Okullardan, sokaklardan, caddelerden soykı-

İşçi sınıfına soykırımı anlatmak Kamp Armen’de yıkıma direniş, Tuzla’da her evde 1915 ve cumhuriyet döneminde devam eden soykırım politikalarının konuşulmasına yol açtı. İşçiler ve emekçiler, Ermeni direnişçilerle tanışmak ve konuşmak için kampa akın ediyor. Kamp Armen etrafında örülen bu emekçi zinciri, yüzleşme ve hesaplaşma için işçi sınıfına gitmemiz

“DEVLETİN GASP ETTİĞİNİ ÖĞRENİNCE BURANIN BİR DEĞER OLDUĞUNU ANLADIM” Merhaba adım Gökhan. Örgütlü bir deri işçisiyim. Kamp Armen’e yıkım ekibi geldiği zaman fabrikada çalışıyordum. Arkadaşlarım haber verdi, buraya geldim. Kampın üçte birinin yıkılmış olduğunu gördüm. İş makinaları çekilmişti. Burası hakkında pek bir bilgiye sahip değildim. Kampı Ermeni çocukların kolektif bir şekilde, Rakel ve Hrant Dink’in burada büyüdüklerini öğrendim. Ermeni vakfına aitken devletin gasp ettiğini öğrenince buranın bir değer olduğunu anladım. Sahiplenmek gerektiğini düşündüm. Direnişin en başından beri buradayım. Başarıyla sonuçlanana kadar, elimden geldiğince bu mücadeleye katkı sunacağım çünkü burası benim için insani bir değer.


KAMP ARMEN 11 SİLVA ÖZYERLİ: BURASI BENİM, BEN BURASIYIM Neden burada oldugunuzu anlatır mısınız? Ailem beni 1970’de 6 yaşındayken ve ablam 9 yaşındayken Diyarbakır’dan bu kampa gönderdi çünkü 1915’den sonra Anadolu’da Ermeni kültürünü öğrenebileceğimiz hiç bir yer kalmamıştı. Ben burada kimliğimi, dilimi, kültürümü öğrendim. Bugün ben doğayla barışık yaşıyorsam, yaratıcıysam ve varolan değerlerime sahipsem hep burası sayesinde. Dolayısıyla burası benim için çok değerli. Burası benim, ben burasıyım. Buradayım çünkü artık atalarıma değilmesini istemiyorum. Atalarıma değen bana da değiyor ve ben artık bana değilmesini istemiyorum. Beni de yok etsin istemiyorum. O nedenle değerli benim için burada olmak. Burayı nasıl duydunuz ve nasıl bir tepki hissettiniz? Duyduğum an kaybedecek hiç bir şeyim kalmadı dedim. Ama çocuklarımın yarını adına kazanacak bir şeylerim var diyerek hemen buraya geldim. İlk gün geldim. Geldiğimde yıkım durdurulmuştu. Gördüğümde bir duvara yaslandım ve kalakaldım. Sanki benim bir parçam koparılmıştı. Sanki ben yıkıldım. Ben ve çocukluğum yok oldu diye hissettim. Peki isteğiniz nedir? İsteğim, nasıl devlet buraya el koyduysa aynı şekilde buranın tapusunu Ermeni halkına iade etmesidir.

AKTİVİSTLER NE DİYOR? AREV: ZATEN BİZİMDİ, YİNE BİZİM OLACAK

ZAFER: BU BÜYÜK SUÇUN ALTINDA EZİLMEMEK İÇİN BURADAYIM

Adım Arev. Öğrenciyim, 17 yaşındayım ve Nor Zartonk üyesiyim. Buraya geldim çünkü burada bir mücadele var. Kazanılması gereken bir yer var. Burası bize Hrant’tan miras. Buranın hiç bir talep ileri sürülmeksizin Ermeni halkına geri verilmesini istiyorum. Burası zaten bizimdi, yine bizim olacak. Bunun için mücadele etmeye sonuna kadar devam edeceğiz.

İsmim Zafer. 23 yaşımdayım ve öğrenciyim. Bunun aslında birçok nedeni var. Atalarımızın dahil olduğu ve Ermeni halkının uğradığı bu büyük haksızlığın ve suçun altında ezilmemek için buradayım. Bu gasp sorununun bir an önce çözülmesini ve haklının hakkını almasını istiyorum.

dair daha öncesinden beri planlarımız vardı ama yıkım tahminimizden erken başladı. Haber alır almaz buraya geldim. İlk günden beri buradayım. Burasının Ermeni halkına ait olmasına rağmen keyfi kanunlarla el koyup bir tasarrufta bulunmak istiyorlar. Buranın çevresine baktığımızda zaten burada öok ciddi bir mutenalaştırma sürecinden geçtiğini görebiliyoruz. Bu dönüşüm kapsamında da burası yıkılmak istendi. Biz de yıktırmamak için geldik. Buraya çok farklı kesimlerden gruplar geliyor. Bir anlamda burası bizi birleştirdi. Tuzla’daki kent hareketine de bir katkısı olduğu düşünüyorum. Onlar da bizim forumlarımıza geliyorlar. Bu ilişki geliştirilebilir diye düşünüyorum.

Ben Beyhan Demir. Diş Hekimleri Odası’nda çalışıyorum. Tatavlalıyım. Şişli HDP’liyim. Yıkımı duyduğumdan beri buraya gelmek istedim. Mümkün olduğunca da gelmeye çalıştım çünkü soykırımın yüzüncü yılında sanki inadına yapıyormuş gibi gerçekleştirilen bu yıkımı hazmedemedim. İkincisi, Kamp Armen’in tarihi bir önemi var. Bugün için bir önemi var. Geleceğe yönelik taşıyacağı bir umuda da sahip olduğunu düşünüyorum. Yok olmasını istemedim ve buraya gelen insanlarla beraber bir şeyler yapmak için geldim. Kampın Ermeni halkına iade edilmesi gerektiğini düşünüyorum ve buranın herkesin birarada yaşama umudunu yeniden yeşerttiği bir yer olmasını istiyorum.

BEYHAN DEMİR: SOYKIRIMIN BURAK: BURASI BİZİ BİRLEŞTİRDİ 100. YILINDA BU YIKIMI HAZMEDEMEDİM Ben Yeryüzüne Özgürlük’ten Burak. İşsizim. Buraya

Kardeş Türküler Kamp Armen’de.

NECO BALCI: 1915’DEN SONRA TEK KAZANIMIMIZ Siz bu yetimhanede yetişen öğrencilerden birisiniz. Burası sizin için neden önemli? 1915 Ermeni soykırımından sonra Ermeni halkının elde ettiği ilk yer burasıdır. İlk kazanımdır burası. O dönemde kendi kendine yetebilen bir yerdi burası. Ayrı bir cumhuriyet gibiydi burası. Onu bizden aldılar. Yani savaşların, harabelerin içerisinden çıkan bir filizdi. Onu aldılar. Siz hangi yıllarda buradaydınız? Biz Bitlisliyiz. Bitlis’ten Kumkapı’ya geliyoruz. Oradan buraya gönderildim 1972’de. 4 yaşındaydım geldiğimde. Çıktığımda ise 11 yaşındaydım. Buradaki yıkımı ne zaman duydunuz ve ne zaman geldiniz? Geçen hafta Cumartesi günü geldim ben. Yıkımın durdurulduğunu, insanların buraya geldiğini öğrendim. Önceki hafta yıkılacağına dair haberleri okumuştum. Talebiniz nedir buraya dair? Burayı geri istiyoruz tabi. 2500 kilise, 2000 okul gasp edilen birçok mal var. Erdoğan arşivleri açtık diyor da aslında açmadılar. Ama burası diğer hepsinden önemli bizim için. Çünkü burası 1915’den sonraki tek kazanımımız. Burada anılarımız var. Burası kendi kendine yönetilen bir cumhuriyetti. O nedenle çok önemli ve geri verilmeli.


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

ASGARİ ÜCRET SEFALETİ: KAYNAK DEĞİL TERCİH SORUNU KEMAL BAŞAK

Seçim tarihi yaklaştıkça partilerin “vaatler” üzerinden sürdürdükleri tartışmalar alevlenmeye başladı. Bu vaatler içinde en çok tartışılan konu ise asgari ücretin yükseltilmesi. CHP’nin 1.500 TL, HDP’nin 1.800 TL net olarak deklere ettiği asgari ücret ile başlangıçta alay eden iktidar partisi, toplumda karşılık bulan bu vaat karşısında köşeye sıkıştı. Bu zor durumdan kurtulmak için AKP ideologlarının sarıldığı argüman ise eskimiş “kaynağı nereden bulacaksın, biz ekonominin geleceği adına popülist yaklaşımlardan uzak durmaya devam edeceğiz” söylemi. İlk olarak AKP’nin fiili lideri tarafından çok pişkin bir şekilde ifade edilen bu söylem, başbakan ve ekonomiden sorumlu bakanlarca her gün tekrarlanmaya başladı. Muhalefetin geri adım atmaması ve AK Saray’ın maliyeti başta olmak üzere kamudaki israfı ısrarlı bir şekilde gündemde tutması, AKP’lileri seçim zamanı yapılabilecek en aptalca hareketi yapmaya, patronlara sığınmaya mahkum etti. Artık kartları açık oynamak zorunda kalan AKP, hangi sınıfın hizmetinde, hangi sınıfa karşı olduğunu gizleyemiyor. AKP patronların partisidir Bu açıdan, Denizli’de işveren temsilcileri ile bir araya gelen Ekonomi Bakanı İlhan Zeybekçi’nin açıklamaları AKP’nin bir egemen sınıf partisi olduğunu tescil ediyor. Zeybekçi işadamlarına yaptığı konuşmada, “şimdi diyorlar ‘asgari ücret şu kadar olacak’. Devletin cebinden bir kuruş çıkacak mı? Allah aşkına soruyorum, burada sanayi temsilcilerimiz var, sanayici, iş adamlarımız var. Devlete dokunan bir şey var mı arkadaşlar? Yok. Bunun muhatabı kim? Sizsiniz, özel sektör. Soruyorum şu rakam olduğu zaman bir şirketin gelirleri sabitse, yaptığı işin maliyeti sabitse giderleri değiştiği zaman o şirket ne yapar? 300 kişi ile yaptığı işi 200 kişi ile yapmak zorundadır. Yapamadı mı batar. Bu muhalefet partilerine hadlerini bildirin” diyerek ne kadar aciz durumda kaldıklarını da itiraf ediyor. Ama öte yandan, bütün AKP yöneticileri gibi yalana sarılıyor, asgari ücret sadece özel sektörün problemi değil. Kamu kesiminde taşeronlara bağlı olarak çalışan 840 bin işçi asgari ücret alıyor. Bakan, patronların asgari ücret artışından hoşlanmayacağı konusunda ise doğruyu söylüyor. Çünkü ücret artışı için kaynak var, üstelik bir değil pek çok kaynak var, ama bu kaynaklaSOSYALİZM SOHBETLERİ Meltem Oral

CİNSİYETÇİLİK Kadın cinayetleri ve en son Yasemin Çakal davasında gördüğümüz gibi kadınların şiddete, tecavüze karşı direndiği için cezalandırıldığı yargı süreçleri cinsiyetçiliğe ve kadına yönelik ayrımcılığa karşı mücadelenin aciliyetini gösteriyor. Bir yandan mücadeleyi örgütlerken diğer yandan cinsiyetçiliğin ne olduğunu tartışmalıyız. Sorunu çözmenin yolu kökeninin ne olduğunu anlamaktan geçiyor. Cinsiyetçilik erkeklerin kadınları ‘aşağı’ görmelerinden ibaret değildir. Kapitalizm bizzat cinsiyetçi fikirleri inşa eder, bunun etrafında örgütlenir ve kendi varlığını süreklileştirir. Kadınların ikinci cins olarak görüldüğü ayrımcı

Kapalı kapılar arkasında, anti-demokratik bir şekilde tespit edilen asgari ücrete isyan büyüyor. rın patronlardan ve onların koruyucusu silahlı güçlerden alınıp işçilere verilmesi lazım. Bir nevi modern köle tüccarlığı işlevi gören taşeronluk sistemi (hem kamuda hem özel sektörde) kaldırıldığında, taşerona ayrılan para ile ücret artışı için gereken kaynak yaratılmış olur. Vergi kesintisine hayır! Asgari ücret de dahil olmak üzere işçilerin ücretinin yaklaşık % 35’i aylık vergi olarak kesiliyor. Oysa patronlar kendilerine tanınan sınırsız ayrıcalıklara rağmen % 20’den fazla vergi vermiyor. Vergi politikalarının işçilerden yana değiştirilmesi ile de ücret artışı için kaynak yaratılmış olur. AKP Liderinin 2.000 odalı sarayı, AKP’nin propaganda bakanı olarak çalışan Diyanet İşleri Başkanının jakuzili fikirler sistematik olarak yaygınlaştırılır. Kısaca cinsiyetçilik tek tek erkekler değil bir sistem sorunudur. Kapitalizmin cinsiyetçi fikirlerden çıkarını açıklayabilecek anahtar kelime ailedir. Aile zalim dış dünya karşısında her zaman birbirini kollayan insanların dayanışması olarak görülür. Bugünkü modern aile yaşanan, toplum ve devlet içinde hakim olan bütün çelişkilerin minyatür halidir. Aile kapitalist toplumun uzlaşmaz karşıtlıklarının hücresidir. Aile içinde kadın ve erkeğin arasındaki işbölümü kadınları baskı altında tutan bir işbölümü olmasının yanı sıra kapitalizmin sürekliliğini sağlayan ve onu güvence altına alan bir işbölümüdür. Aile kapitalizm için hem iş gücünün korunması, sermaye birikimi için ihtiyaç olan emek gücünün karşılanması hem de doğan yeni çocuklar sayesinde iş gücünün sürekliliğinin sağlanması açısından değerlidir. İşçilerin çalışmadığı boş zamanlarında emeklerinin sömürüleceği ertesi iş gününe hazırlanmaları gerekir. Kut-

evleri, üst düzey bürokratların milyon liralık makam araçları gibi saymakla bitirilemeyecek israf kalemleri ortadan kaldırıldığında da ücret artışı için kaynak yaratılmış olur. Kaynak tartışmalarında pek dile getirilmeyen ama en önemli kesimi oluşturan kalem ise bütçeden silahlı güçlere ayrılan pay. Toplumsal muhalefeti bastırmak, özgürlükleri boğmak için 2015 yılı bütçesinden Savunma Bakanlığına 23 milyar TL, Emniyet Genel Müdürlüğüne 18 milyar TL, Jandarma Komutanlığına 7 milyar TL, İçişleri Bakanlığına 4 milyar TL, MİT’e 1 milyar TL, toplam 53 milyar TL aktarıldı. Bu 53 milyar TL ile tam 2 milyon 450 bin kişiye ayda 1.800 TL asgari ücret verilebilir! Dolayısı ile kaynak sorunu yok, tercih sorunu var. Tercihini açıkça patronlardan yana yapan AKP ilk kez bu kadar sıkışmış durumda. AKP’nin sıkışmışlığının işçi sınıfı için umuda dönüşebileceği bir seçim bekliyor bizi. sanan aile kurumu içerisinde kadına biçilen roller yani cinsiyetçi ideoloji sayesinde ertesi iş gününe hazırlık yükü kapitalizmden alınır ve kadınların omzuna yüklenir. Böylece kadının aile içindeki emeği sayesinde sınıfın devamlılığını sağlamak için gereken ihtiyaçların giderilmesi bedavaya getirilir. Cinsiyetçilik, heteroseksizm, kadına ve erkeğe dair ayrımcı cinsiyet rolleri aynı zamanda işçi sınıfının bölünmesini sağlar. Tıpkı ırkçılık, milliyetçilik gibi cinsiyetçilik de kapitalizme karşı işçi sınıfının birleşik bir mücadele yürütmesinin önündeki engellerden biridir. Cinsiyetçiliğin kökeninin sınıflı toplumlar olması, kadınların ezilmesinden kapitalizmin çıkarının olması bu fikirlerden kurtulmak için kapitalizmin devrilmesini beklememiz gerektiği anlamına gelmiyor. Cinsiyetçi fikirler aile, medya, eğitim gibi kurumlar aracılığıyla her gün yeniden üretilir. Bu yüzden cinsiyetçiliğe karşı mücadele her günün mücadelesidir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.