Si519

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

519

8 Nisan 2015 2 TL. sosyalistisci.org

SOYKIRIM KABUL EDİLSİN DEVLET ÖZÜR DİLESİN KAPİTALİZM VE IRKÇILIK

KEMAL BAŞAK: TÜRK DEVLETİNİN TEMELLERİNDE ERMENİ SOYKIRIMI VARDIR

ÜMİT İZMEN: PATRONLARA YENİ TEŞVİK VERMEK ÇÖZÜM DEĞİL

sayfa 4

sayfa 5

sayfa 11

ARİFE KÖSE:


2

GÜNDEM

BALYOZ DARBE PLANIDIR AKP DE HIRSIZDIR ŞİMDİ MARKSİZM ZAMANI Bu yıl Marksizm toplantıları hem çok keskin politik tartışmaların göbeğinde hem de tarihi bir seçim sürecinin tam başlangıcında gerçekleşecek. Sayısız politik soru var ve Marksizm 2015, her şeyden çok bu politik sorulara yanıt üreteceğimiz bir platform. Seçimlerde HDP’nin barajı aşması için neler yapmalıyız? Bir yandan HDP’ye oy çağrısı yaparken, öte yandan kitlesel yeni bir sol alternatifin inşasını nasıl ele almak gerekir? Çözüm süreci buzluğa mı kaldırıldı? Balyozcuların beraat etmesiyle darbe karşıtı hareket yenildi mi? Kanla biten Adliye eylemi gibi eylemleri nasıl değerlendirmemiz gerekiyor? Soykırımın 100. yılında neler yapacağız? Devletin tutumu ne olacak? 100. yıl etkinlikleri 24 Nisan akşam sona mı erecek yoksa yeni mi başlayacak? Ortadoğu’da, Suriye, İran, Suudi Arabistan, Yemen gerginliği, iç savaşlar ve çoklu bir kriz yaşayan ABD emperyalizminin müdahalesi. Türkiye egemen sınıfının rolü? Seçimlerde sosyalistler nasıl tutum almalı? Özgürlükçü sosyalizm anlayışı nasıl örgütlenmeli, kitlesel bir vücut bulması için hangi adımlar atılmalı? Dünyada yeni kitlesel solun gelişme dinamikleri neler? Kapitalizm küresel düzeyde 2008 krizinden çıkıyor mu? Türkiye’de ekonominin büyüme rakamlarındaki düşme hangi olasılıkları yaratıyor? İşçi hareketi nasıl örgütlenecek? Grev yasakları nasıl aşılacak?

2010’da Taraf gazetesi Balyoz belgelerini yayınladıktan sonra binlerce insan istanbul’da sokağa dökülmüştü. ARİFE KÖSE

argümanını da bitirdi.

Balyoz davasının Türkiye’nin darbeler tarihinde önemli bir

yeri vardı çünkü bu ülke tarihinde ilk kez geçmişte yapılan ya da planlanan bir darbe değil, şu an orduda görev yapan askerleri içine dahil eden bir darbe davası yaşanıyordu. Askerlerin yüzde 10’u tutuklanmıştı.

Ancak bu davayı itibarsızlaştırmaya çalışanlar ne bu gerçeği ne de Balyoz darbe planının kanıtlarının sadece dijital delillerden ibaret olmadığı, ses kayıtları, Hilmi Özkök-Aytaç Yalman arasında darbeyi kimin bitirdiğine dair tartışma gibi gerçekleri tamamen görmezden geldiler.

Dava en başından beri itibarsızlaştırma, delilleri geçersiz kılma çabaları ile karşı karşıya kaldı. En büyük tartışma dijital deliller konusunda yaşandı. Ancak Gölcük Donanma Komutanlığı’ndan bu belgelerin aynısının çıkması dönüm noktası oldu. Bu delillerin bizzat bir askerî birimde ele geçirilmiş olması savunmanın “bu deliller dışarıda üretildi”

Şimdi AKP hırsızlığını saklamak için sarıldığı ordunun kendisini affedeceğini ve müttefiki olacağını sanıyor. Yanılıyor. Darbecileri kırk dakikada aklayan AKP de, “ordunun en parlak subaylarının yargılanmasına” üzülenler de bilsinler ki şu gerçeği kimseden gizleyemeyecekler: Balyoz bir darbe planıdır, AKP de hırsızdır!

BALYOZ KONUŞUYOR

Seçimlerden sonra oluşacak siyasal iklimde hangi mücadele başlıklarını öne çıkartmalıyız?

Son Balyoz davası, muhtemelen darbe girişiminin en açık kanıtı olduğu için ses kayıtlarını delil olarak saymadı. O ses kayıtlarında şunlar vardı:

Sorular artırılabilir. Tüm tartışmalar arasında en önemli soru ise şu: AKP nasıl geriletilebilir? Son yıllarda kategorik AKP karşıtları güç kazandılar. Bu eğilim, AKP’nin yıkılmasını isteyen ulusalcıların merkezinde olduğu karmaşık bir siyasal zemin. Bu eğilimin özelliği, nasıl olursa olsun da AKP devrilsin politikasına sahip çıkması. Biz ise AKP’yi yenmek istiyoruz.

Çetin Doğan: “Bu plan çalışmasında yalnız şimdiye kadar olan plan çalışmalarının dışında belki de Türkiye’de ilk defa ordu çapında bizim planlarımız içerisinde yer almakla beraber ikinci plana ittiğimiz aslında günümüzdeki gelişmeleri dikkate aldığımız zaman birinci öncelikli ele almamız gereken iç tehdidi bu seminerde öne alıyoruz.”

Bu tartışmaları ve daha yüzlercesini yaklaşık 30 toplantının yapılacağı Marksizm 2015’te ele alacağız.

“Arkadaşlar bu plan seminerini, 1. konjonktürel gelişmelere göre dikkatlerimizi nerelerde yoğunlaştırmamız gerektiğini ortaya koymak için yaptığımı herhalde hepi-

Tartışacağız. Ama biliyoruz ki Marksizm sadece bir tartışma platformu değil, aynı zamanda bir örgütlenme platformu. Bu yüzden şimdi Marksizm zamanı, şimdi örgütlenme zamanı.

Eğer hala harekete geçmedilerse bile yakında harekete geçecekleri çok açık. Tüm demokrasi güçleri, tüm ırkçılık karşıtları Ergenekonculara karşı uyanık olmalı.

Albay Memiş (23. Piyade Alay Komutanı): “37. Yansı. Komutanım harekâtın 3. Safhasında geçmişte irticai yıkıcı bölücü faaliyetlere karıştıklar tespit edilen şahıslar gözaltına alınacaktır. Gözaltına alınan ve tutuklananlar başlangıçta Üsküdar bölgesinde Burhan Felek Spor Tesisleri’nde, Ümraniye’de Netaş Misafirhanesi’nde, Kadıköy’de Fenerbahçe Stadyumu’nda toplanacak bilahere sorgulanmak üzere Ümraniye Cezaevi’ne götürülecek jandarma ve polis sorgulama timleri vasıtasıyla sorgulanacaktır.”

ya siz?

ERGENEKONA KARŞI HAREKETE GEÇELİM Ergenekoncu Muzaffer Tekin’in cenazesi, kelimenin tam anlamıyla Ergenekoncuların gövde gösterisine dönüştü. Ergenekoncular toparlanıyor. Şimdilik AKP’yle uzlamış durumdalar.

niz anlamışsınızdır. Yani buradaki Yunanistan meselesi tali bir meseledir... Söylediğimiz her söz, atacağımız her adım evvela laik demokratik cumhuriyetin korunması ve kollanılması, kollanması için olmalıdır. Laik demokratik cumhuriyetten daha üstün, bundan daha büyük tehlikemiz yok mevcut durum içerisinde...”

“Alevilik tanımı yapmak devletin haddi değil” Selahattin Demirtaş, HDP Eş Başkanı

KARGA KAFASI

KEMAL GÖKHAN GÜRSES


GÜNDEM

REHİNE OLAYINDA POLİS YİNE “DESTAN YAZDI” Geçtiğimiz hafta Berkin Elvan davasına bakan savcının iki eylemci tarafından rehin alınması üzerine bir basın açıklaması düzenleyen Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Yurtdışından bazı odaklarla temas halindeydiler... Karşımızda bir şer ittifakı olduğunun farkındayız. Türkiye’nin seçime giderken bir kaos ortamına sokulmak istendiğinin farkındayız” diye konuştu. Böylece Davutoğlu, her zamanki dış mihraklar komplo teorisine bir kez daha sığındı. Hastane raporunda savcının üzerinde 10 kurşun deliği bulunduğu ortaya çıkarken, Davutoğlu bir çırpıda olayı Yunanistan ve Suriye’den tutun da, çözüm sürecine ve seçimlere bağlayabildi.

Gezi olayları sürecinde polisin destan yazdığını söyleyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise 3 kişinin ölümü ile sonuçlanan operasyonu gerçekleştiren polisleri tebrik etti. Otopsi yapılmadığı için savcıyı eylemcilerin mi yoksa onu gözden çıkararak operasyon yapan polislerin mi öldürdüğü bilinmemesine rağmen Erdoğan sorgusuz infaz yapan polisleri şu cümlelerle savundu: “Güvenlik güçlerimize de oradaki bu akılcı ve görevlerinin gereğini yerine başarılı şekilde getirdikleri için de teşekkür ediyorum”. Erdoğan ayrıca son yılların klişesine sığınarak yaşananları çözüm sürecine yönelik darbe girişimi olarak yorumladı.

DSİP’İN AÇIKLAMASI “DHKP-C üyeleri Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol’un Çağlayan Adliyesi’nde Berkin Elvan’ın polis tarafından öldürülmesiyle ilgili davaya bakan savcı Mehmet Kiraz’ı rehin almasının ardından yaşanan gelişmeler, bir devlet terörü uygulamasıyla sonlandı.

TERÖRİZM DEĞİL DEVLET TERÖRÜ Terör kavramının egemenler tarafından günümüzdeki kullanılışı son derece ikiyüzlü. Devletin silahlı güçlerine yönelik şiddet içeren eylemler devletlerarası veya egemen sınıf arası çıkar çatışmalarına göre kimi zaman terör eylemi, kimi zaman ise hak veya özgürlük mücadelesi olarak ilan ediliyor. Diğer yandan sivil halka yönelik şiddet eylemlerinde ise daha genel bir kabul görüyor terör tanımlaması. Fakat bu sefer de devletin kolluk kuvvetle-

rinin sivil halka yönelik uyguladığı şiddet, terör değil yasal güvenlik önlemi olabiliyor. Dolayısıyla günümüzde bizim açımızdan, bu kadar ikiyüzlü bir şekilde kullanılan terörizm kavramını kullanmak sorunludur. Egemenlerin elinde ideolojik bir silaha dönüşen bu kavram ancak onlara yönelik kullanıldığında bir anlam ifade edebilir. Yani terör kavramını sadece devletin uyguladığı şiddet eylemleri için kullanmak daha yerinde olacaktır.

HAFTANIN IRKÇISI ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI MELİH GÖKÇEK Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, yazar Hayko Bağdat hakkında kendisine Ermeni dediği gerekçesiyle hakaret davası açtı.

Sekiz saat boyunca süren görüşmelerin aniden kesilmesi ve hem savcının hem de DHKP-C üyelerinin öldürülmesi, devletin ne rehine krizinden ne de müzakereden anladığını göstermiştir. Bu tür kriz anlarında, başarı, rehin alanların da rehinenin de burnu kanamadan sorunun çözülmesidir. Adliye’de yaşanan ise tam da bu nedenle başarısız bir operasyondur. Devletin başında bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Operasyon başarılıdır” demesi, bu açıdan tam bir saçmalıktır. Operasyon başarılı değildir. Olaya karışan herkesin öldüğü, öldürüldüğü bir operasyona başarılı diyebilmek

3

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

DEVRİMCİ OLAN BARIŞ İÇİN MÜCADELE ETMEKTİR Barış mücadelesini Türkiye gündeminin en önemli maddesi olarak görenler, uzun bir süredir Kürt halkının uzattığı barış elinin tuulmasının öneminin altını çiziyor. Bu hafta “Barışa söz ver” kampanyasının çağrısını paylaşmayı istedim. Çok önemsediğim çağrı metninin ana başlıkları şöyle: Umut veren gelişmelerle, karamsarlığı yayan olaylar yan yana gelişiyor. Ama bizim umuda ihtiyacımız var. Barışa yaklaştıran adımlarla kaos çağrısı yapanların hamleleri arka arkaya geliyor. Ama bizim barışa ihtiyacımız var.

için, ölümler karşısında vicdanı zerre sızlamıyor olmak gerekir.

Demokrasi çağrılarıyla nobranca öneriler aynı anda dillendiriliyor.

Devlet, yine bildiğini okumuştur.

Bizim özgürlüğe, kardeşliğe, adalete, eşitliğe, vicdana, hakkaniyete ihtiyacımız var.

Polis yine destan yazmıştır!

Bizim, geri dönüşü olmayan barış adımlarına ihtiyacımız var.

Erdoğan yine destan yazan polisi övmüştür. Operasyonun tüm ayrıntıları kamuoyuna açıklanmalıdır.” DSİP açıklamasında şu taleplerle bireysel şiddet eylemleri de eleştirildi: “Öte yandan biliyoruz ki, Adliye’de gerçekleştirilen türden eylemler ne hak kazanmaya, ne talepleri ifade etmeye ne de siyasal demokrasinin alanının genişlemesine yarar. Berkin Elvan’ın katillerinin açığa çıkartılması, ancak ve ancak Berkin Elvan’ın cenazesinde bir araya gelen kalabalıkların yeniden bir araya gelmesiyle, davanın kitleler tarafından izlenmesiyle, davaların kitleler tarafından izlenmesinin yollarının yaratılmasıyla mümkün olur.”

Ermeni yazar Hayko Bağdat’ın Gökçek’e dönük #melihgökçekermeniymiş hashtagi başlatması üzerine Gökçek’in avukatı 10 bin liralık tazminat davası açtı. Dava dosyasında Gökçek’in “ülkesini ve milletini seven, vatan aşığı bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” olduğu belirtilerek “Halk tarafından bu kadar sevilen, sayılan birine yönelik olarak tiksinti veren anlamında kullanılan bir kelime, müvekkilimin kişilik haklarının ağır şekilde ihlali olduğu gibi müvekkilime oy veren, destekleyen, seven, sayan herkese karşı yapılmış büyük bir saygısızlıktır” denildi. Böylece Hayko Bağdat şahsında tüm Ermenilere “tiksinti veren” denilmiş olundu.

Ama bizim demokrasiye ihtiyacımız var.

28 Şubat’ta Dolmabahçe’de okunana mektubun, o mektubun içerdiği demokrasi ve barış vurgusunun arkasındayız.Bizim, Dolmabahçe’de açığa çıkan umudun serpilmesine, tüm Türkiye’ye yayılmasına ihtiyacımız var. Bizim, barışa söz vermeye, barış için verilen sözlerin tutulmasına ihtiyacımız var. Sözlerin tutulduğu değil, güvensizliğin tırmandırıldığı koşullara doğru büyük bir hızla ilerledik ve ilerlemeye devam ediyoruz. Her geçen gün derinleşen kutuplaşmayı daha da derinleştirmek için yapılan konuşmalar barışa hizmet etmiyor. Demokrasiyi nasıl geliştireceğimizi, barış sürecinin kaçınılmaz adımların demokratik ilişkileri nasıl kalıcı hale getireceğini konuşmak yerine, İç Güvenlik Paketlerini, gösteri yapma özgürlüklerinin engellenmesini konuşur koşullara geliverdik bir anda. Yeni cinayetleri, cinayetleri pekiştiren siyasal atmosferi yaşamımızdan çıkartmalıyız. Hrant Dink’i, Roboski’de kaybettiklerimizi, Gezi günlerinde ölenleri hatırlamaya, perde arkasıyla perde önüyle bu cinayetlerde dahli olanların yargı önüne çıkacağı, herkese eşit mesafede işleyen bir adalet düzenine ihtiyacımız var. Bizim, tüm tarafların samimiyetine, en başta, halkların samimiyetlerini açığa çıkartmasına ihtiyacımız var. Bu yüzden, “Barışa söz ver!” diyoruz. Bu yüzden, seçimler, alınacak oylar değil, barış, kardeşlik ama eşit koşullarda kardeşlik önemli diyoruz. Bu yüzden İç Güvenlik Paketleri değil, sınırsız demokrasi, sınırsız özgürlük diyoruz. Biz barışın sesini gür bir şekilde çıkartmaya, barışın sesinin karamsarlığı dağıtacak kadar güçlü yankılanmasına, barışa odaklanmaya, barışın belirleyici olmasına hazırlanıyoruz. Daha iki hafta önce Diyarbakır’dan uzatılan barış eline doğru uzanmak, bu eli tutmak ve barışı geri dönülmez bir toplumsal kazanım haline getirmek istiyoruz. Barışa söz veriyoruz.


4

DÜNYA

YEMEN’DE EMPERYALİST SALDIRI 857 SİVİLİ ÖLDÜRDÜ

SYRİZA: IMF’YE BORCUMUZU ÖDEYECEĞİZ Avrupa emperyalist devletlerinin Yunanistan’a yaptığı kuşatma sürüyor. İşçilerin oylarıyla işbaşına gelen Syriza hükümeti, seçim öncesi vaatlerinden geri adım atarak 9 Nisan’da IMF’ye olan 450 milyon avroluk borcu ödeyeceğini açıkladı. Yunanistan Maliye Bakanı Yanis Varufakis, “kredi aldıkları herkese karşı yükümlülüklerini yerine Yunanistan’da bir işçi mitinginde borçların getirmek niyetinde olduk- ödenmemesini isteyen işçi. larını” söyledi. Borçları ödemek için Avrupa Birliği’nden ekonomik yardım isteyen Syriza hükümeti, buna karşılık yolsuzlukla mücadele edeceğini, özelleştirmelere devam edeceğini, içki ve sigarada vergileri artıracağını açıklamıştı. Avrupalı kapitalistler, Syriza’nın programını yetersiz buluyor ve tam kesinti uygulanmasını istiyor. Yunanistan sol hükümeti IMF’ye olan borcunu ödeyeceğini açıklarken, on binlerce emekli maaşlarındaki kesintiye son verilmesini istiyor.

Suudi rejimi ve 10 ülkeden oluşan koalisyon savaş uçaklarının bombaladığı bir köy. OZAN TEKİN

İran destekli Husi militanların ilerleyişini durdurmak için Suudi Arabistan öncülüğündeki 10 ülkenin Yemen’e yönelik başlattığı saldırılarda ölümler artıyor. Yemen İnsan Hakları Teşkilatı, şu ana dek aralarında 385 çocuğun da bulunduğu 857 sivilin katledildiğini duyurdu. Birleşmiş Milletler ise son iki haftada ülkede toplam ölü sayısının en az 519 olduğunu açıklamıştı. Öte yandan, BM’de görüşülen insani yardım önerisi “Husilerin eline geçebileceği” gerekçesiyle reddediliyor. Mısır cuntasının lideri Sisi, Körfez ülkelerinin inisiyatifiyle gerçekleşen saldırıya destek açıklaması yaparken, Yemen’deki devrik yönetimin dışişleri bakanı AKP’ye “tutumu” dolayısıyla teşekkür eden bir açıklama yaptı. KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse

KAPİTALİZM VE IRKÇILIK Bir çok insan ırkçılığın insanın doğasında bulunduğunu ve ezeli ve ebedi olduğunu düşünür. Yahudilerin dünyayı yönettiğini, Suriyeli göçmenlerin hırsız oldukları, Müslümanların dinlerinden dolayı potansiyel katil oldukları, Ermenilerin hain, Kürtlerin terörist oldukları, işsizliğin sorumlusunun göçmenler olduğu iddiaları bunlardan bazılarıdır. Ancak ırkçılığın kökleri ve kapitalizmin tarihi aslında iç içe geçmiştir. Irkçılığın ortaya çıkışı, 17. yüzyılda ulus devletlerin doğuşuna ve asıl olarak da Atlantik köle ticaretine dayanır. 16. yüzyıl ile 1870’ler arasında 13 milyon siyah şeker, tütün ve pamuk tarlalarında çalışmak üzere köle olarak Amerika’ya getirildi. Burjuvazi, ırkçılık sayesinde hem bağlı olduğu ulus devletin içindeki emek gücünü ırk temelinde bölme fırsatını buldu hem de Afrika’lı siyahları, Güney yarımküredeki yerlileri sömürüsünü “vahşi” “medenileşmemiş”, “insanlık dışı” gibi sıfatlar ve Afrikalıların köle olmak için yaratıldığı gibi fikirler altında meşrulaştırdı. Dünyanın zenginliğinin büyük çoğunluğu işte bu insan bile sayılmayan halkların emeğinin sırtından yaratıldı.

Yemen’de yaşananlar, ancak Ortadoğu’daki karşı-devrim sürecinin bir yan ürünü olarak anlaşıldığında anlamlı olabilir. Libya’da devrimin NATO müdahalesiyle boğulması ve keskin bir iç savaş, Mısır’da askeri darbe sonucu Mübarek rejiminin bir benzerinin Sisi tarafından kurulması, Suriye’de ise Esad diktatörlüğü katliamlara devam ederken karşı kutuptan IŞİD adlı canavarın yükselişi. Bölgede radikal değişim için girişilen mücadelelerin yenilgilerle sonuçlanmasından Yemen de payını aldı.

Lockheed Martin’le 500 milyon avroluk anlaşma

Bugün Husilerin ilerleyişi sürüyor fakat bundan henüz dört yıl önce çeşitli muhalif grupların sağladığı birlik geçerli değil. Ülke mezhepçi bir iç savaşın içine sürüklenirken, Husiler ele geçirdikleri yerlerde sağı solu bombalayıp infazlar gerçekleştiriyorlar. Emperyalizmin ise bölgeyi kontrolünde tutma konusundaki krizi sürüyor.

İşbaşına geldikten kısa bir süre sonra borçları ödeyeceğini ve avro bölgesinden ayrılmayacağını ilan eden Syriza, Avrupa Birliği egemen sınıflarıyla uzlaşması ile kuşatma kırılamıyor.

Yunanistan halkı yoksulluktan kurtulmak isterken, Syriza hükümetinin 2009 yılında emekliye ayrılan Yunan Donanması’na ait 5 adet P-3 Orion tipi uçağın modernizasyonu için Lockheed Martin firmasıyla 500 milyon avroluk bir anlaşma imzaladığı ortaya çıktı. Anlaşmanın altında Başbakan Tsipras ve Savunma Bakanı Panos Kammenos’un imzaları var.

KÜRESEL MÜCADELELER

Zamanla kölelik sona erdi ancak ırkçılık bitmedi. Karl Marks bunun nedeninin ırkçılığın kapitalistler için çok faydalı bir ideoloji olması olduğunu söyler. Alex Callinicos’un da söylediği gibi ırkçılık kapitalistler açısından işçi sınıfının bölünmesi için son derece elverişli bir ideolojidir. Sınıf dayanışmasını engeller ve sınıf mücadelesini sekteye uğratır.

ABD: Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) adlı gizli istihbarat örgütünün küresel çapta casusluk faaliyetlerini ifşa eden eski istihbaratçı Edward Snowden’ın iki sanatçı tarafından yapılan bronz heykeli Brooklyn’de bir parka dikildi.

Marks ırkçılığın hala devam ediyor olmasının üç nedeni olduğunu söyler: Birincisi işçiler arasındaki ekonomik rekabet. İkincisi, kapitalist sınıfın ırkçılığı sürekli yeni argümanlarla yeniden üretmesi. Üçüncüsü, ırkçı fikirlerin işçilere çekici gelmesi. Bunun en açık örneği toplumda göçmenlere yönelik iddialardır.

Brezilya: Rio de Janeiro kentinde 10 yaşındaki Eduardo de Jesus Ferreira evinin önünde polis kurşunuyla öldürüldü. Berkin Elvan için olduğu gibi Eduardo için de halk sokaklara döküldü. Gecekondu mahallerinde gösteri yapan protestoculara polis biber gazıyla müdahale etti. Devletin uyuşturucu çetelerine karşı yürüttüğü savaşta 2007’den bu yana 18 çocuk öldürüldü.

Irkçı fikirler kapitalistlerin çıkarınadır ancak bu fikirleri dile getiren işçilerin çıkarına değildir. Eğer öyle olsaydı ırkçılığın yüksek olduğu yerlerde yaşayan işçilerin yaşam koşullarının diğerlerine göre daha iyi olması gerekirdi.

Filistin: Batı Şeria’da eğitim emekçileri, para kaynağı bulunmasına rağmen ücretlerinde kesinti yapılmasına karşı grevde. İki günlük uyarı grevi yapma kararı alan Öğretmenler Genel Birliği, Filistin yönetimine ekonomik yardım gelmesine rağmen ücretlerde yüzde 60 kesintiye gitmesine karşı mücadele ediyor.

Dolayısıyla ırkçılık ezeli ve ebedi olmadığı gibi insanların genlerinde bulunan doğal bir güdü de değildir. Irkçılık kapitalizmin insanları daha kolay sömürmek için keşfettiği, öğretilen ve öğrenilen, her dönemde farklı versiyonlarla yeniden ve yeniden üretilen bir ideolojidir ve yenilemez değildir.

İngiltere: Faşist PEGİDA’nın Londra’da Birleşik Krallık bayrakları ile düzenlediği ilk gösteriye 100 ırkçı katıldı. Yüzlerce anti-faşist ırkçıları enegellemek için yürüdü ancak önleri polis tarafından kesildi. Pegidalı faşistleri koruyan polis ile antifaşistler arasında gerilim yaşandı.


RÖPORTAJ

5

“Türk devletinin temellerinde Ermeni Soykırımının harcı vardır” DSİP Merkez Komite üyesi Kemal Başak’la politik gelişmeleri ve DSİP’in sosyalizm anlayışının ayırt edici yanlarını konuştuk. Sizin sosyalizm anlayışınızın farkı nedir? Kemal Başak: DSİP sosyalizmi, “işçi sınıfının kendisini devlet olarak örgütlemesi” olarak tanımlar. Bu devlet, işçilerin doğrudan temsilcileri aracılığı ile yönetim sürecine katıldığı, temsilcilerin istenildiği anda geri çağırabildiği, işçi temsilcilerine ortalama işçi ücretinden daha yüksek bir ücret verilmediği, inanç özgürlüğünün güvence altına alındığı, ezilen uluslara kendi kaderini tayin hakkının tanındığı, kadınların ve lgbti’lerin sosyal, ekonomik ve politik eşitliklerinin sağlandığı demokratik bir devlettir. İşçi sınıfı yerine onun adını kullanarak devlet olarak örgütlenen bürokrasinin iktidarda olduğu, işçi sınıfı üzerinde korkunç baskı koşullarının bulunduğu rejimlerin (1989 - 1991 yılları arasında yıkılan SSCB ve Doğu Avrupa rejimlerinin ve günümüzdeki Çin, Kuzey Kore gibi ülkelerin) ise sosyalizmle hiçbir ilgisi bulunmuyor. Bu nedenle DSİP, tek parti (ve onun tepesindeki genel sekreterin) diktatörlüğünü sosyalizm olarak gören stalinist partilerden ciddi biçimde ayrılıyor. DSİP aynı zamanda, parlamentoda çoğunluğu hedefleyen reformist sol partilerden de ayrılıyor. DSİP içinde yaşadığımız kapitalist sistemin reformlarla köklü bir şekilde değiştirilemeyeceğini, işçi sınıfı tarafından ele geçirilip kullanılamayacağını söyler. Çünkü, kapitalist devletin bütün kurumları, başta ordu olmak üzere, işçi sınıfına karşı sermaye sahiplerini korumak için oluşturulmuştur. Bu nedenle işçi sınıfına işçi konseylerinin ve işçi milislerinin üzerinde yükselen tamamen farklı bir devlet gereklidir. Bu devlet ancak, kapitalist devletin işçi sınıfının kitlesel ayaklanması sonucu devrilmesi ile kurulabilir. DSİP, Küba Büyükelçiliğine 1 Mayıs mesajı göndermeyi enternasyonalizm olarak anlatan örgütlerden tamamen farklıdır. DSİP, diğer ülkeleri “ulusal kurtuluş” günlerinde tebrik ederek hatırlayan, ama esas olarak kendi ülkesinin sınırları dışında olup bitenlere kendi burjuvazisinin gözlüğüyle bakan ulusalcı sosyalistlerden farklı olarak, Türkiye’deki sosyalizm mücadelesini dünya çapındaki işçi sınıfı mücadelesinin bir parçası olarak görür. DSİP’liler, kendi vatandaşlarını acımasızca katleden Suriyeli Esad’la dayanışmayı enternasyonalizm olarak gören sözde solculardan farklı olarak, Esad’ a karşı savaşan işçilerle dayanışır. Kürt sorununa nasıl yaklaşıyorsunuz? Kürt sorunu, cumhuriyetin kurulmasından bu yana ulusal kimlikleri yok sayılan Kürtlerin devletin bu inkarcı anlayışına karşı özellikle son 30 yıllık direnişinin ortaya çıkardığı sorunlar bütünü. PKK’nin önderliğinde ulusal birliğini sağlayan Kürt halkı on binlerce insanının canına mal olmasına rağmen yaşadığı toprakların Kürdistan olarak tanınması mücadelesinden, Türklerle eşit haklara sahip olma mücadelesinden, ana dilde eğitim mücadelesinden, halk önderi olarak gördükleri Abdullah Öcalan’ın ve cezaevlerindeki diğer PKK’li tutsakların özgürlüğü mücadelesinden vaz geçmiş değil. Bu mücadeleyi bastırmak, ezmek ve yok etmek için her yolu deneyen Türk devleti, Kürt halkının mücadelesi karşısında askeri çözümler (yani imha etme) ile bir sonuç alamayacağının farkına vardığı andan

itibaren PKK ile görüşmelere başladı. 2013 yılının başından itibaren PKK Lideri Abdullah Öcalan Türk devleti tarafından resmi muhatap olarak tanınıyor. Türk devletini temsil eden AKP, Kürt sorununu Türk egemen sınıfı lehine çözmek istiyor. Egemen sınıf kendisi için en az maliyetli çözümü, kabaca kültürel hakların ve kısmi yerel yönetim serbestiyetinin tanınması çerçevesinde bir çözümü öneriyor. Kürt halkı ise mücadele gücüne güveniyor ve yukarda saydığım taleplerden vaz geçmiyor. Bu sorunlar silsilesi, Kürt halkının lehine çözülmediği müddetçe Kürt işçi ve emekçi kitleleri ulusal sorunun çözümüne kadar özgürce sınıf mücadelesine katkı sunamaz. Bu nedenle DSİP, Kürt ulusal hareketini koşulsuz olarak destekler. Kimi konulardaki eleştirilerini koşul olarak öne sürmez. Türk işçi ve emekçi kitleleri ulusal sorunda “kendi” devletinden yana olmaya ve ulusal baskıyı desteklemeye devam ettiği sürece kendi kurtuluşunu kazanamaz. Bu anlamda Kürt sorununun çözülmesi Türk işçi ve emekçi kitlelerini de özgürleştirecektir. DSİP bu nedenle Türk milliyetçiliğine, karşı mücadele veriyor ve sol içindeki milliyetçi, ulusalcı örgütleri solun en önemli düşmanları olarak görüyor. Ermeni soykırımının gündeme getirilmesinde özellikle Taksim anmalarında DSİP’in belirleyici bir rolü var. Ermeni soykırımı tartışmalarını sosyalistler neden önemsemeli? Türk devletinin temellerinde Ermeni soykırımının harcı var. İki şekilde etkisi olan bir harç. İlk olarak, Cumhuriyet, Ermeni soykırımı sonucunda gasp edilen sermaye ile Türk burjuvazisini palazlandırdı. Bugün milyarlarca dolarlık servetlerin gerisinde Ermeni halkının birikimleri bulunuyor. İkincisi, soykırım deneyimine sahip olan Türk devleti bu deneyimini bütün cumhuriyet tarihi boyunca muhalif kesimlere karşı azgınca kullandı, hâlâ kullanmaya devam ediyor. Ermeni soykırımının tanınması mücadelesi çok açık ki devleti ve sermaye sahiplerini zor durumda bırakıyor. Devletin ve sermaye sahiplerinin aleyhine olan mücadele, işçi sınıfının ve onların çıkarlarından başka çıkarı olmayan sosyalistlerin lehine olan bir mücadeledir. Balyozcular kısa süren bir duruşmayla beraat etti. Darbe süreçlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan tarihleri bu ülkede TSK’nin siyasete darbe yoluyla müdahalede bulunduğu tarihler. Milli Güvenlik Kurulu’nda çoğunluk TSK üyelerinden oluşuyor ve generallerin MGK kararlarında ne derece etkili olduğunu söylemeye gerek yok. Bu kadar çok müdahalede bulunan, ülke yönetiminde bu kadar çok söz sahibi olan, bu kadar çok darbeci unsuru bünyesinde barındıran bir ordunun, bu kadar açık delillere rağmen “Balyoz” adında bir darbe planı hazırlamadığını iddia etmek, açıkça darbeciler için çalışmak anlamına geliyor. Ne yazık ki iktidar partisi de açıkça darbeciler için çalışmaya başladı. Darbe karşıtı mücadelenin yükselmesi ile cumhuriyet tarihinde ilk defa ceza alan generallerin ve Ergenekoncuların imdadına AKP yetişti. Yolsuzlukların üzerini darbecilerden özür dileyerek kapatma yolunu seçen AKP

bugün darbecilerin en büyük destekçisi konumunda. Uyduruk beraat kararına istinaden Balyoz’a darbe demeyen AKP, milyonlarca insanın antikapitalist öfkesinin simgesi olan Gezi eylemlerine darbe diyor. Bu durum, darbelere ve darbecilere karşı mücadelenin AKP’ye karşı mücadeleden ayrı düşünülemeyeceğini gösteriyor. Güncel sorunlara, iklim, kadın cinayetleri, iş cinayetleri gibi sorunlara bakış açınızdaki temel farklılık nedir? DSİP bu sorunları biri diğerinden daha az önemli, ötelenebilir sorunlar olarak görmüyor. Tam tersine, iklim değişikliğine karşı mücadele eden aktivistlerin iş kazasına maruz kalan işçilerin eylemine katılması için uğraşıyor, işçilerin kadın cinayetlerine karşı tepki vermesi için çabalıyor. DSİP bu birleşik mücadele hattını, reformlar için mücadelenin ekseni olarak görüyor ve işçi sınıfının devrimci kalkışma anında bu reform mücadelelerinden çıkardığı derslerin çok belirleyeceği olacağını, bu nedenle bu tür güncel sorunlar etrafında şekillenen mücadelelerin birleşmesi gerektiğini söylüyor.


6

GÜNDEM

EKONOMİ YÖNETİMİNDE KRİZ AKP, gücünü önemli ölçüde ekonomideki istikrara borçlu. Koalisyon hükümetleri döneminin aksine bazı göstergelerde iyileşme var. Ekonomik büyüme zenginler için geçerli ve yoksulların hayat şartlarında muazzam bir düzelme yok; ancak daha önceki dönemlerdeki gibi krizlere rastlanmıyor. Fakat bugünlerde ekonomi alanında da işler eskisi kadar iyi değil. “Dünya lideri” olma ve ilk 10’a girme hedefleri rafa kaldırıldı. Üstüne, Tayyip Erdoğan uzunca bir süre faiz kararları dolayısıyla Merkez Bankası’nı eleştirdi. Ali Babacan ise Davutoğlu’yla birlikte Merkez Bankası’nı destekledi. Seçimden sonra ekonomi alanındaki görevleri Yiğit Bulut ve Cemil Ertem gibi “millî” isimlerin alacağı yorumları yapılıyor. Bazı AKP’lilere göre Babacan da –tıpkı Geziciler ve diğer tüm “düşmanlar” gibi- küresel faiz lobisine hizmet ediyor.

YOLSUZLUKLAR AKLANAMADI Hükümet, 17 ve 25 Aralık 2013’te başlatılan yolsuzluk ve rüşvet iddialarının üstünü örterken, bunun bir “darbe girişimi” olduğu yalanına sarıldı ve “paralel yapıyla mücadele” adı altında Gülen cemaatine savaş açtı. Meclis’te yolsuzlukları araştırmak için kurulan komisyonun işlemesi engellendi ve AKP’li bakanlar Yüce Divan’a gönderilmediler. Fakat AKP liderliği, tabanını hırsızlık yapmadıklarına ve ceplerini doldurmadıklarına ikna edemedi. Birçok kamuoyu yoklamasında AKP’ye oy verenlerin yarısının yolsuzluk iddialarının gerçek olduğunu düşündüğü ortaya çıkıyor. Bu, bakanlar için yapılan Yüce Divan oylamasında bir kez daha ortaya çıktı. 50’ye yakın AKP’li vekil, Egemen Bağış’ın Yüce Divan’a gönderilmesi yönünde oy kullandı. Buna, daha önceden istifa eden Gülen cemaatine yakın vekiller de eklendiğinde, AKP’deki kopmaların 60 civarı milletvekilini kapsadığı görülüyor.

ERDOĞAN TSK’YA SARILDI Yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarını “kumpas” ilan eden AKP, bu iddiayı güçlendirmek için daha önceki darbe davalarında da TSK’ya kumpas kurulduğunu öne sürmüştü. Bu çerçevede Ergenekon ve Balyoz gibi darbe davalarında hüküm giyen herkes salındı. Hatta bugünlerde bu davaların açılmasını sağlayanlara yönelik soruşturmalar başlatılıyor. Erdoğan, içinde bulunduğu kriz hâlinde, Harp Akademileri Komutanlığı’nda yaptığı konuşmada “Aldatıldık” diyerek TSK’dan af diledi. Ancak Erdoğan umduğu karşılığı bulamadı. Muzaffer Tekin’in cenazesinde, İlker Başbuğ, bütün darbe davalarını kastederek bir hesaplaşma yaşanacağını ve bu süreçleri yaşatanların yargı önünde hesap vereceği tehdidini savurdu. Cenazede “Mustafa Kemal’in askerleriyiz”, “Askere uzanan eller kırılsın”, “Gün gelecek devran dönecek/ AKP halka hesap verecek” sloganları atıldı. Yıllar süren kitlesel mücadeleler sonucu siyasetin dışına itilen TSK, son dönemde Tayyip Erdoğan ve AKP’den aldığı cesaretle tekrar siyasi açıklamalar yapmaya başladı.

30 Mayıs 2013, aktivistler Gezi Parkı ağaçlarını kesmek isteyen iş makinalarını durduyor. Polisin vahşice saldırısına karşı direniş, AKP’de ilk kez çatlak seslerin çıkmasına yol açmıştı.

AKP’DE ÇAT OZAN TEKİN

Sosyalist İşçi sayfalarında uzunca bir süredir AKP liderliğinin yaşadığı kriz anlatılıyordu. Bugünlerde ortalık sakinleşmiş gibi gözükse de, Mart ayının ikinci yarısında, kolay kolay geri dönülemeyecek büyüklükte bir çatlak olduğu ortaya çıktı. Zaten epeyce bir süredir, partinin önde gelen isimleri ve medyadaki kalemşörleri, sık sık birbirlerine karşı, bazen de Tayyip Erdoğan’ı hedef alan açıklamalar yapıyorlardı. Cumhurbaşkanının çözüm sürecinde Dolmabahçe’de okunan ortak açıklamayı ve oluşturulan İzleme Heyeti’ni onaylamadığını açıklamasından sonra Bülent Arınç’ın hükümet adına yaptığı karşı hamle, hararetli günlerin yaşanmasına sebep oldu. Bakanlar Kurulu’nda saflaşma Arınç, çözüm süreci konusunda sorumluluğun kendilerinde olduğunu söyledi, ülkeyi yönetenin hükümet olduğunu hatırlattı. Buna “Konu mankeni değilim” diyerek yanıt veren Erdoğan’ın imdadına ise Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek yetişti, “Bülent Arınç seni istemiyoruz” diye tweet attıktan sonra başbakan yardımcısını “paralelci” ilan etti. Arınç’ın yanıtı sert oldu: Gökçek’in Ankara’yı “paralel yapıya” parsel parsel sattığını ve haysiyetsiz olduğunu açıkladı. Seçimden sonra daha fazlasını açıklayacağını söyledi. Bu kapışmanın üstü Davutoğlu’nun “iki tarafa da çağrısıyla” örtüldü. Ancak daha önce şeffaflık paketi, yolsuzluklarla ilgili Yüce

Divan oylaması, Kobanê’ye bakış, Merkez Bankası ve faiz indirimi, Başkanlık sistemi ve son olarak Hakan Fidan krizinde görülen anlaşmazlıklarla, Bakanlar Kurulu’nda var olduğu söylenen kamplaşma teyit edilmiş oldu. Basında yer alan AKP’lilerin bu saflaşmaya göre taraf belirlemelerinden, Star gazetesi başyazarının kaygılı olan çok sayıda kişiden bahsetmesinden ve Abdülkadir Selvi gibi bir ismin “AKP’nin büyüsü bozuluyor” yazılarından bunu kolayca anlamak mümkün. Bu noktaya nasıl gelindi? Hükümet, yıllar statükocu rejimin kendisini saf dışı bırakma girişimlerinden, askerlerin siyasete müdahale girişimlerinden beslendi. Türkiye toplumu son 10 yıldır bir değişim yaşıyor. Darbelerle hesaplaşma isteği, Kürt sorununda savaşın sürdürülemezliği, Ermeni meselesinde inkârın iflas etmesi, tüm bu alanlarda kitlesel mücadelelerin yaşanmasına neden oldu. AKP, orduyla dalaşmak zorunda kaldığı günlerde, bu başlıklarda değişim isteyenlere hitap eden bir dil kullandı. Darbecilerle mücadelesini kazanabilmek için başka güçlere de seslendi, bazı demokratik taleplerle ilgili vaatlerde bulundu. Fakat bütün bu dinamikler, bir anlamda şimdi AKP’nin sonunu getiriyor. Bu mücadeleler ve yaşanan değişim, TSK’nın darbe tehdidinden kurtulduğu anda eski Türkiye’nin alışkanlıklarına dönen, direksiyonu sağa kırarak otoriterleşen bir hükümetin bu şekilde devam etmesini


GÜNDEM

BAŞKANLIK HIRSI

7

GÖRÜŞ Roni Margulies

‘GEZİ RUHU’ KAÇ KİŞİYE KURŞUN SIKTI?

Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanı seçildiğinden beri, başkanlık sistemine geçerek ülkeyi yöneten kişi olmak istiyor. Davutoğlu ve AKP’deki diğer önemli figürler ise, bu hükümeti fiili olarak anlamsız hâle getireceği için karşı çıkıyor.

Taban da paralize oluyor Kamplaşma yalnızca tepede yaşanmıyor. AKP, Gezi’den beri, tabanını konsolide etmek için toplumu %50’ye %50 kutuplaştırarak devam etmeyi deniyordu. Bu plan kısa vadede başarılı oldu. Ancak şimdi kendi %50’sinin içinden de kayıplar veriyor. Neredeyse tüm anket firmalarının kamuoyu yoklamalarında AKP’nin oyu düşüyor. Barajın üstünde gözüken HDP, oylarının çoğunu AKP seçmeninden kazanıyor. Ve en önemlisi, tüm anketlerde, AKP döneminde genellikle %10 civarında olan kararsız seçmenlerin sayısı %22 ila %25’e çıkmış durumda. HDP barajı geçtiği takdirde, AKP’nin tek başına iktidar olamaması dahi gündeme gelebilir. AKP’nin mezar kazıcısı: Türkiye işçi sınıfı AKP’yi yenmenin yolu, ona destek veren yoksulları, Türkiye işçi sınıfının geniş kesimlerini kazanmaktan geçiyor. Son birkaç ayda yaşananlar, bunun ne kadar mümkün olduğunu gösterdi. 15 bin metal işçisi grev kararı aldı. Kayseri’de binlerce işçi

DSİP’in basın açıklamasında şöyle deniliyor: “Haklar ve özgürlükler, ancak kitlesel demokratik eylemlerin yaygınlaşmasının ürünü olabilir.

Erdoğan uzun süre şehir şehir gezip açılışlara katılarak veya AkSaray’a muhtarları toplayarak, başkanlık için halktan 400 milletvekili istedi.

Bireysel şiddet eylemleri ise devletin elini güçlendirir, demokrasinin mevcut sınırlarını bile geri çekmek isteyenlere fırsat sunar. Özgürlük mücadelesinin olanaklarını daraltır.”

Bu kampanyaya hükümetten hiçbir destek gelmedi. Erdoğan bugünlerde bu isteği revize etti, geri adım attı, referanduma gidilebileceğini söylüyor.

Bunlar DSİP’in görüşleri, ama Türkiye solunda pek de aykırı veya istisnaî görüşler değil. Solun her kesiminde bu görüşlerin altına imzasını atacak pek çok kişi olduğu kuşkusuz.

Arınç ise Erdoğan’ın önerdiği Türk tipi başkanlığa karşı olduğunu açıkla deklare etti. Davutoğlu’nun, başkanlığı seçim bildirisine kendisinin yazdığını ve Erdoğan’ın da onayladığını söylemesiyle sular durulsa da, başkanlık sistemi AKP’deki yarılmanın ana başlıklarından biri.

Ama hükümet medyası bu fırsatı kaçırır mı? Hükümete karşı çıkan herkesi derhal şiddet taraftarı ilan ettiler. “AK Parti’ye oy vermeyen herkes DHKP-C üyesidir” diyeceklerdi de, o kadarını diyemediler. Ama hepimiz silahlı, kanlı barbarlar oluverdik.

TLAK SESLER imkansız hâle getirdi. Gezi direnişi uzun vadede sarsıcı etkiler yarattı. Yolsuzluk ve rüşvet çarkının açığa çıkması karşısında Gülen cemaatiyle ittifakını bozan AKP, neoliberal programının Soma’dan Ermenek’e işçi katliamlarıyla çökmesi sonucu iyice zora düştü.

DHKP-C’nin Savcı Kiraz’ı öldürmesi solda coşku ve sevinç naralarıyla karşılanmadı. Olayı doğru ve haklı bulan tek bir solcu tanımıyorum. Sabah gazetesindeki söyleşisinde Cengiz Alğan’ın sözleriyle “savcının kafasına silah dayandığında ‘Sık kafasına sık!’ diye yırtınan” hiç kimseyi bilmiyorum. Olayın herhangi bir faydası olduğunu düşünen hiçbir solcu bilmiyorum. Aksine, olayı “manidar” bulan, etkisinin tümüyle olumsuz olduğunu düşünen pek çok solcu tanıyorum.

patrona karşı iş bıraktı. Bilecik’te seramik işçileri direnişe geçti. Yozgat’ta madenciler isyan etti. Kağıt sektöründe 7 fabrika grev kararı aldı. Sivas’ta Hak-İş üyesi demir çelik işçileri haftalarca eylem yaparak Başbakan Davutoğlu’nu protesto etti. Ermenek’te yakınlarını kaybeden madenci ailelerinin buluşmasında, başörtülü kadınlar “Neyle gurur duyuyorsunuz gerizekalılar?” diyerek AKP teşkilatının sloganlarına başkaldırdı. Bu işçilerin hepsi aynı şeyi söylüyor: “Kriz nedeniyle bizden fedakarlık yapmamız isteniyor ama patronlar büyüyorlar. Biz ise ayın sonunu zor getiriyoruz. Ekonomik büyümeden pay istiyoruz.” Daha önce 2008 yılında da AKP’nin tabanını oluşturan işçiler, sağlıktaki neoliberal dönüşüme karşı kitlesel eylemler gerçekleştirmeye başlamışlardı. Mücadele, AKP’ye kapatma davası açıldığında, siyasetin laik-dindar kamplaşmasına sıkışmasıyla bölündü. AKP’ye oy veren işçiler, bu hükümetin demokrasi dışı yollarla devrilmesini istemiyorlardı. Ancak bugün o günler geride kaldı. Çözüm süreci, askeri vesayetin gerilemesi, siyasetin normalleşmesinin yolunu açtı. Şimdi bu yolu açan dinamiği yaratan yoksullar, AKP’ye karşı mücadeleye atıldılar. Hükümetin sonunu getirmek için bakmamız gereken en önemli yer burası.

AK Parti’nin tüm paralı askerleri hemen “sol-şiddet-Gezi” deklemini kurdu. Denkleme Paralel’i de ekleyeceklerdi, ama DHKP-C’nin paralelci olduğunu söylemek onlara bile biraz komik geldi herhalde, söyleyemediler. Gezi’ye çamur atma fırsatını ise kaçırmadılar elbet. Alğan şöyle daldı: “DHKP-C Gezi’nin bileşenleriyden biriydi... Zaten DHKP-C’nin ‘Gezi ruhu’ denilen ruha aykırı olduğunu da söyleyemeyiz. Çünkü o ‘ruh’ta şiddete övgü var.” Alğan’ın ruh ikizi Hilal Kaplan ise şöyle buyurdu: “Katil devlet sloganlarıyla devletin her kademesi nefret objesine dönüştürülerek ‘katli vacip’ algısı yaratıldı...” İnsanda birazcık utanma olur yahu! ‘Gezi ruhu’ kaç kişiye kurşun sıkıp öldürdü? Sıfır. ‘Devletin her kademesi’ kaç kişiyi öldürdü? Sırf Gezi olayları sırasında sekiz. İki hafta boyunca Taksim Meydanı ve çevresindeki geniş bir alanda devlet kuvvetleri hiç yoktu, bölge biz Gezicilerin elindeydi. Kaç kişiyi öldürdük? Sıfır. Kaç tane adlî olay oldu? Sıfır. Kaç tane kurşun sıktık? Sıfır. Devlet ne yaptı? Bize kurşun sıktı. Alğan’la Kaplan şiddete karşıysa, önce devletin şiddet kullanarak öldürdüğü gençlere sahip çıkmaları gerekmez mi? Biz DHKP-C’nin yaptığını sahiplenmiyor ve savunmuyoruz. Alğan’la Kaplan’ın devlet şiddetine karşı tek bir laf ettiğini duyan oldu mu? Tutarlı olmanızı beklemiyoruz, ama bari dürüst olun be.


8

GELENEK

SOYKIRIMLA YÜZLEŞMEK

FATMA GÖKIRMAK

Ermeni soykırımının 100. yılı dolayısıyla kamuoyunda sıkça tartışılmaya başlanan yüzleşme resmi düzeyde; çeşitli diplomatik manevralarla 24 Nisan’ın geçiştirileceği bir süreç olarak algılanmakta. Erdoğan’ın bu konuya ilişkin açıklamaları göz önüne alındığında Çanakkale savaşı üzerinden acıların ya da arşiv belgelerinin yarıştırıldığı resmi bir tutum sözkonusu. Gerçeklerin ortaya çıkarılması yani soykırımın kabulü ve özür dilenmesi yerine sergilenen bu tutum 100 yıllık inkar sürecinin devamı niteliğini taşıyor. Ancak inkar politikasının devamı eskisi kadar kolay değil, cin şişeden çıktı bir kere. Ermeni soykırımı hakkında konuşmayı engelleyen, tabu haline getiren inkar politikalarının eski inandırıcılığı kalmadı. Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından yüzbinlerce kişinin “Hepimiz Ermeniyiz” sloganıyla yürümesi bu tabunun kırılma sürecinin başlangıcı oldu. Son beş yıldır Taksim Meydanı’nda gerçekleştirilen 24 Nisan anmaları, konuya ilişkin yapılan yüzleşme toplantıları, yayınlar, gösteriler toplumdaki değişim isteğinin bir göstergesi. Öte yandan Kürt sorununda başlayan müzakere süreci Cumhuriyetin kuruluşu sırasında yaşanan diğer etnik, dinsel ve mezhepsel kimliklere yönelik tarihsel baskı, imha ve asimilasyon politikalarının tartışılmasına ve taleplerin yükseltilmesine neden olmakta. Erdoğan’ın geçen yıl 24 Nisan öncesinde ilk defa utangaç bir şekilde de olsa geçmişte bir trajedinin yaşanmış olduğunu kabul etmek zorunda kalması tüm bu gelişmelerin ürünü. Ancak bu sene yapılan açıklamalar gösteriyor ki hükümet tarihsel gerçekleri kabul edip özür dilemek yerine içerde ve dışarıdaki baskıları ve 24 Nisan’ı bir şekilde atlatıp konuyu kapatmak niyetinde. Ama elbette ki 24 Nisan’ın geçip gitmesiyle konu kapanmayacaktır. Çünkü bu sorun, geçmişte yaşanmış bitmiş bir takım karanlık olayların “dış güçlerin” ya da diasporanın hükümete baskı uygulamak için gündeme taşıdığı suni bir sorun değil. Bizzat Cumhuriyetin kuruluşu ve üzerinde yükseldiği sınıfsal, kurumsal, kültürel ve toplumsal kodlarla ilgili. Bu kodlar Erdoğan’ın “affedersiniz Ermeni” sözünde olduğu gibi ya da Melih Gökçe’nin Ermeni olmayı hakaret olarak kabul ederek Hayko Bağdat’a dava açmasında olduğu gibi her fırsatta gün yüzüne çıkıyor. Bir halkın yok edilerek mallarına el konulması üzerinden kurulan Cumhuriyet rejimi bu kitlesel imhayı örtmek, yok saymak ve bastırmak için yüzyıldır çaba harcıyor. Vatandaş Türkçe konuş kampanyaları, yer isimlerinin değiştirilmesi, varlık vergisi, zorunlu askerlik, 1934 Trakya’da yaşayan Yahudilere dönük, 6-7 Eylül 1955’de istanbul’da gayrimüslimlere dönük saldırılar, 1964 İstanbullu Rumların sürgünü gibi olaylar hemen akla gelenler. Tüm bu süreçte nüfus kanunlarından, tapu kadastro, vakıflar kanununa, mesleğe kabul şartlarına varana kadar geniş bir mevzuatta Türkleştirme politikalarının izlerini sürmek mümkün. Tabii en başında ilkokuldan üniversiteye kadar okutulan eğitim müfredatının dayandığı “şanlı geçmişimiz” söylemine dayanan resmi tarih tezleri yer almakta.

24 Nisan’da Taksim’de yapılan kitlesel anmalar bir tabuyu yıktı. Sonuçta inkar politikaları geçmişin üzerini örterken bugünümüzü ve geleceğimiz şekillendirmeye hala devam ediyor. Bu yüzden soykırımla yüzleşme çok katmanlı ve pek çok alanda değişiklik yapılmasını gerektiren bir mücadele alanı olmaya devam edecektir. Örneğin pek çok meslek örgütü kendi mesleki tarihlerini Osmanlı döneminden başlatmalarına rağmen bu dönemde yaşayan gayrimüslimleri görmezden gelmektedir. Avukatlar, gazeteciler, mimarlar vb. meslekler kendi tarihlerindeki ilkleri hep Türklük üzerinden tanımlamaya devam etmektedir. Meslek örgütlerinin adlarında neden bu kadar çok Türk kelimesi var? Türk Tabipler Birliği, Türk Maden Mühendisleri Odası vb. Demokrasi mücadelesinde çoğu zaman ön saflarda yer alan meslek örgütleri Türkleştirme ve inkar politikalarının mesleki alanda yansımaları olan bu düzenlemelerle yüzleşerek değiştirilmesi için de mücadele etmelidir. Bu mücadele demokrasi mücadelesinin temel bir parçasını oluşturmalıdır. Nasıl ki Kürt kimliğinin tanınması için verilen mücadele Kürtler ve Türkler arasındaki ilişkinin eşitlik temelinde gelişmesine neden oluyorsa aynı şekilde bu topraklarda yaşayan Rum, Yahudi, Ermeni ve diğer halkların eşitliği için de mücadele etmeliyiz. “Affedersiniz Ermeni” söylemi ile mum söndüren Aleviler ya da “Yine Kürtler” söylemi toplumda farklı etnik, mezhepsel kimliklere sahip olanları aşağılayan aynı zihniyetin ürünüdür. Geçmişinde kitlesel imha suçlarına, gaspa ve yağmaya dayalı bir devlet geleneği yatmaktadır. Bu nedenle bugün soykırımın tanınması için mücadele etmek; bu geleneğin değişmesi ve halkların kardeşliği mücadelesinin vazgeçilmez parçası olmalıdır.

ERMENİ SOYKIRIMI KURBANLARINI ANMA PLATFORMU’NUN DÜZENLEYECEĞİ 2015 ANMA PROGRAMI: Sevag Balıkçı Anması 24 Nisan 2011’de askerlik hizmetini yaparken ırkçı saiklerle öldürülen Sevag Şahin Balıkçı anılacak Saat: 15.30 Yer: Şişli Ermeni Mezarlığı Ermeni Soykırımı’nın Kurbanlarının Anılması 100’üncü yılda, tüm dünyadan Ermeni diyasporası mensupları ve insan hakları aktivistleriyle birlikte Ermeni Soykırımı’nın kurbanları anılacak Saat: 19.15 Yer: Taksim Meydanı Etkinliklerin Tarihi: 24 Nisan 2015, Cuma Yer: İstanbul


SINIF MÜCADELESİ

DİRENİŞSİZ GÜN YOK

9

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

KİTLESEL MUHALEFETİN GÜCÜ KAZANIR Bu hafta parlamentoda kabul edilen iş güvenliği yasası ile hükümet üç önemli konuda işçiler için olumlu adım attı. Birincisi, madenlerde yaşam odası kurulması gereğini kabul etti, ikincisi iş güvenliği kurallarına uymayan işçilerin işten çıkarılabilmelerini öngören maddeyi yasadan çıkardı, üçüncüsü 1000 TL’nin altında aylık alan emeklilere 100 TL zam yaptı. Bütün bunlarda hem muhalefet partilerinin hem de sendikaların çabaları etkili oldu. Hükümetin işçilerin aleyhine atmaya çalıştığı adımlara karşı kamuoyunun, sendikaların birlikte karşı çıkması ve taleplerini halka anlatması etkili oldu. Bu da kitlesel muhalefetin gücünü bir kez daha gösterdi.

n Eğitim-Sen, Yalova Valisi’nin hedef göstermesinin ardından yaşamını yitiren Halil Serkan Öz öğretmen için ilk derslere girmeme, kitlesel protestolar ve kokart takma kararı aldı. n Bakırköy Belediyesi’ne bağlı taşeron şirket Bakırköy Yapı İnşaat Ulaşım Hizmetleri A.Ş. (BYUAŞ), direnişte olan işçilere “ihtar bildirimi” göndererek, şirkete yönelik karalamalar yapıldığını ileri sürüp haklarında işlem başlatma tehdidinde bulundu. n Petrol-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu Toros Tarım Sanayi AŞ.’nin Mersin ve Adana fabrikalarında süren toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması nedeniyle iki fabrikaya da grev kararları asıldı. n Dersim Pertek Belediyesi’nde “bütçe yetersiz” gerekçesiyle işten çıkarılan 57 işçi direniş hazırlığında. n Bross tekstil işçileri 71 gün sonunda direnişlerini kazanımla sonlandırdı. İşçiler işverenle yaptıkları protokolde haklarının tamamını alırken iş yerinde de iş güvenliği iyileştirmeleri yapıldı n DİSK/Gıda-İş Sendikasına üye oldukları için işten atılan Koç Holding’e ait Divan Turizm AŞ işçilerinin direnişi sürüyor. 2 aya yakın süredir direnişte olan Divan işçileri, Cevahir AVM içinde ve Taksim Divan Otel önünde açıklama yaptı. MARKS DİYOR Kİ Volkan Akyıldırım

ENTERNASYONALİST YENİ SOL 1915 Ermeni Soykırımı üzerine kurulan Türk devleti, misak-ı milli sınırları ile sardığı halkları dünyanın geri kalanından izole etti. “Türkün Türkten başka dostu yoktur” diyen milliyetçilik toplumun hücrelerine baskı ve zorbalıkla enjekte edildi. Cumhuriyet kurulurken Ermeni, Rum, Yahudi bir çok halktan oluşan solun yerini milli bir sol aldı. Bu sol Moskova’ya bakıyordu. Ekim Devrimi çoktan yenilmiş, Stalin’in liderliğindeki bürokraktik sınıf iktidarı ele geçirmişti.

n Azerbaycan doğalgazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TANAP) şantiyesinde eksi 30 derece soğukta çalışan 20 işçi, 2 aydır maaşlarını alamadıkları gerekçesiyle iş bırakarak fiili greve gitti. n Büro Emekçileri Sendikası (BES) İstanbul 2 ve 3 No’lu şubelerin çağrısı ile 666 sayılı KHK ile gasp edilen ve Anayasa Mahkemesi tarafından KHK’nın ilgili hükümleri iptal edilmiş olmasına rağmen ödenmeyen ikramiye ve ilave ek ödeme hakları için Sosyal Güvenlik Kurumu İstanbul İl Müdürlüğü önünde toplanan SGK emekçileri, haklarını alana kadar mücadele edeceklerini duyurdular. n Limter-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atılan ve 39 gün direnen Adore işçileri, tüm haklarını kazandı. n Koç Üniversitesi’nde iki yıl önce taşeron işçilerin kovulmasına karşı başlayan ve kazanımla sonuçlanan direnişin yıl dönümünde yapılan eyleme yüzlerce öğrenc, akademisyen ve işçi katıldı. n Birçok ilden binlerce Kamu-Sen üyesi 2014 toplu sözleşmesindeki kayıpların karşılanması ve yüzde 12 ek zam talebiyle Ankara’ya gelerek eylem yaptı. n Ankara’nın Kazan ilçesinde çelik hasır üreten fabrikanın patronu İlhami Yılmaz’ın iflas bahanesiyle 2 aylık maaş, mesai ve kıdem tazminatlarını gasbettiği işçiler nöbet eylemine başladı. Dünya devrimi için mücadele rafa kaldırılmıştı. “Tek ülkede sosyalizm” adı altında Rus milliyetçiliği ile halkları baskı altına alan devlet kapitalisti rejim, kendilerine bakan dünya komünistlerinden kendi ülkelerinde devrimin zaferini değil Rusya’nın çıkarılarını savunmalarını istiyordu. Kemalizm ve stalinizm içiçe geçti. Hala “ O zaman biz kendimizi Türk, Kürt ya da Ermeni olarak görmezdik, devrimciydik biz. Hangimiz Türk, hangimiz Kürt hangimiz Ermeni bilmezdik bile” diyebilen milli bir sol yaratıldı. Onlar “Bağımsız Türkiye” için mücadele eder. Türk bayrağı taşır ya da yanı başlarında tutulmasından rahatsız olmaz. Kürdistan’ın ayrı bir ülke olduğunu kabul etmezler. 1915’e ‘Ermenilerle savaş vardı iki tarafta birbirini öldürdü’ diye bakarlar. Türkiye’yi dünyanın geri kalanından bağımsız, kendine özgü görürler. Arap Baharı sırasında kimileri Türkiye dev-

Ama işçi haklarına yeni saldırılar sırada. Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni anayasada memurların iş güvencesinin olmayacağını ilan etti. Seçimlerden sonra memurların iş güvencesi hakkına yönelik büyük bir saldırının işaretini verdi. Türkiye’de 657 sayılı kanun kapsamında çalışan ve kendilerine yasal olarak memur denilen kesim, diğer işçilere göre iş güvencesi açısından bazı avantajlara sahiptir. Sayıları 3 milyonu bulan memurları devlet kolaylıkla işten çıkaramaz. Hâlbuki işçiler ister devlette ister özel sektörde olsun işverenler tarafından pek çok bahane ile kolaylıkla işten çıkarılırlar. İş güvencesinin ortadan kaldırılması memurlar için çok olumsuz bir durumdur, mutlaka karşı çıkılması gereken bir konudur. Hükümetin işçilere yönelik bir diğer önemli saldırı konusu da kıdem tazminatı. Hükümetin kıdem tazminatını fona devretmek için ne kadar ısrar ettiğine sürekli tanık oluyoruz. Tasarruf oranı düşük olan Türkiye kapitalizmi, tasarruf ihtiyacı için işçilerin kıdem tazminatlarına gözünü dikmiş durumda. İşçilerin net ve somut bir kazanımı olan kıdem tazminatını türlü formüllerle, türlü hikâyelerle ellerinden almaya çalışmak, düpedüz onları isyana teşvik etmek demektir. Bütün bu saldırılara karşı işçilerin örgütlü mücadelesi şart. İşçiler güçlerini birleştirmeli, dosta düşmana bu güçlerini göstermelidir. Emek Platformu geçmişte işçi sınıfının en önemli mücadele örgütlerinden biri olmuştu, şimdi de acilen, ama sadece laik, seküler işçi örgütleri olarak değil en geniş bir şekilde toplanmalıdır. Seçimlerden sonra hem memurların iş güvencesi konusunda hem de işçilerin kıdem tazminatı konusunda kararlı bir mücadeleye şimdiden hazırlık yapılmalıdır. riminin dünya devriminin başlangıcı olacağını yazmıştı. Stalinist-kemalist eski Türk solu, Türkiye gibi kendine özgü değildir. Uluslararası sosyalist hareketin tarihinde hep bir milliyetçi kanat ortaya ÇIKAR, buna karşı enternasyonalizmi savunan devrimci bir kanat şekillenir. 21. yüzyılın Türkiye’sinde milli eski sol ile yeni antikapitalist sol arasında çok hayırlı bir bölünme yaşıyoruz. Milli bir sosyalizm, gerici bir ütopyadır. Küresel kapitalizm ancak küresel bir devrimle alt edilebilir. Bulunduğumuz ülkede yürüttüğümüz mücadelede önce uluslararası işçi hareketinin çıkarlarını gözönüne alırız. Yerel düşmana karşı mücadelemizin zaferi, her yerde neoliberalizme isyan eden milyonların zaferine bağlı. Sosyalist İşçi, Doğan Tarkan ve yoldaşları tarafından kurulduğu 1984’ten bu yana her türden milliyetçiliğe karşı mücadele etti: Egemen sınıfın en yaygın hakim fikri geriletilmeden, Türkiye işçi sınıfı devrim için mücadeleye atılamaz.


10 MEKTUP&DUYURU

HER ŞEY DEĞİŞİR DEVLET AKLI ASLA! sosyalist işçi iletişim:

Ankara 05324750150 Sincan: 05397440268 İstanbul Beyoğlu: 05368474650 Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099 Kadıköy: 05334479709 Üsküdar: 05075550272 İzmir 05544602111 Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445 Üniversiteler 05397980171 Arşivimize buradan ulaşabilirsiniz: www.sosyalistisci.org

ONLİNE DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HABER:

www.marksist.org

Gazetelerden okuduğuma göre Milli Güvenlik Siyaset belgesinin 2015 yılı taslağında yeni ulusal riskler, yani yeni iç düşmanlar tanımlanmış. Türkiye’de devlet, her yıl, her dönem yeni iç düşmanlar tanımlar. Kürtler, dindarlar, komünistler, Müslüman olmayanlar. Liste uzar gider. İlk kez bu yıl yeni düşmanlar eklenmiş liseye. Önceliği “paralel yapı”nın aldığını düşünmüştüm ama öyle olmamış. Milli Güvenliği tehdit den en büyük tehlike olarak, Gezi gelmiş devlet yöneticilerinin aklına. Bu yüzden de “ayaklanmaya karşı koymak” diye bir madde uydurup, bunu en başa koymuşlar. Buna göre, “sivil itaatsizlik ve halk ayaklanmaları çıkartmaya yönelik girişimler, eylemler, kışkırtıcı faaliyetler” öncelikli düşman.

TOPLANTI DUYURULARI

düşünce, ifade, örgütlenme ve gösteri özgürlüğünden geriye ne kalır? Belge’nin hala PKK’ye terörist diyen bölümü var ki, çözüm sürcindeki muhatabını böyle adlandıran bir devlete ne desek yeridir. Değişmeyen tek şey değişim değilmiş ne yazık ki, bir de devlet aklıymış! Ahmet Rıza-İstanbul

DSİP NE SAVUNUYOR? BEYOĞLU

Konuşmacı: Şenol Karakaş Leyla Teras İstiklal Cad. Mis Sok. No:6 Kat:4 Beyoğlu KADIKÖY

Konuşmacı: Tolga Tüzün

Bu ne anlama geliyor? Hükümet parklara AVM dikecek ama parkları korumak için ellerinden gelen tek şey sivil ve barışçıl eylemler örgütlemek olanlar, Milli Güvenlik Siyaset belgesine göre öncelikli düşman muamelesi görecek.

Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt.,

İkinci sırayı “Paralel yapı” almış belgede. Hükümetin kendisini aklamak için her kapıyı açan maymuncuk muamelesi yaptığı paralel. Bu madde karışı biraz. Hem devlet içindeki illegal oluşumlar, gizli örgütlenmeler öncelikli düşman ama bu düşmanların arasında “Paralele yap” ilk sırada.

Konuşmacı: Roni Margulies

Dördüncü sırada sosyal medya tehdidi geliyor. Evet! Okuyunca inanamadım. Belge, öncelikli tehdidi şöyle tanımlıyor: “Sosyal medyadan halkı kışkırtmaya, maniple etmeye, etkilemeye ve algı oluşturmaya yönelik tehditler.” Kışkırtma bir yana da, sosyal medyada insanların sadece en sevdikleri yemek tariflerini mi paylaşmasını bekliyor bu belgeyi hazırlayanlar. İnsanları etkilemeye çalışmanın öncelikli tehdit haline gelmesi nasıl bir tehlikedir? Nükleer santral inşaatına karşı, “Haydi arkadaşlar, nükleer santral çatlar-patlar” diyerek erkesi demokratik gösteri yapmaya çağırmak nasıl öncelikli tehdit olabilir. Olursa

SANDIKTA HDP SOKAKTA MÜCADELE!

NÜKLEER SANTRAL İS-TE-Mİ-YO-RUZ

DSİP, ilk seçim stantını İstanbul’da açıyor: 15 Nisan 2015 saat 17.00 İstiklal Caddesi, Mis Sokak girişi Yürüyüş:

16 Nisan Perşembe, 19:00

23 Mayıs

Tünel’den Galatasaray Meydanı’na

Küresel Eylem Grubu, Çernobil felaketinin 29. yıldönümünde, Türkiye’ye iki nükleer santral yapmak isteyen AKP hükümetini protesto ediyor. 26 Nisan 2015 saat 14.00 Galatasaray Meydanı - İstanbul

Kat:3 ŞİŞLİ

Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey ÜSKÜDAR

Konuşmacı: Nuran Yüce Daimler Cafe Tunusbağı Caddesi 46/B 17 Nisan Cuma, 19:00 FATİH

Konuşmacı: Ozan Tekin At Pazarı Meydanı, No: 7

www.dsip.org.tr

BARIŞ, ÇÖZÜM VE KARDEŞLİK İÇİN 9 NİSAN PERŞEMBE SAAT 12.00’DE TAKSİM HİLL OTEL’DE BASIN TOPLANTISI DÜZENLİYORUZ.


EKONOMİ POLİTİK 11

PATRONLARA YENİ TEŞVİK VERMEK ÇÖZÜM DEĞİL

ELEKTRİKTE ÖZELLEŞTİRMEYE HAYIR 31 Mart’ta Türkiye’nin bir iki ili dışında her yerde elektrik kesildi. Yaklaşık on saat süren kesinti sırasında büyük bir kaos yaşandı, sayısız büyük felaketin kıyısından dönüldü.

Gıda fiyatlarındaki artış, enflasyonun iki katı

Geçen hafta açıklanan ekonomik büyüme rakamlarının ne anlama geldiğini ekonomist Ümit İzmen’le konuştuk: Geçen hafta açıklanan büyüme rakamları ne gösteriyor? Türkiye ekonomisi 2011’in başından itibaren durağanlaşmış durumda. 2011 yılında kişi başına gelir 10428 dolardı, 2015 yılında ise 10404 dolar oldu. AKP’nin 2007ye kadar olan dönemi ekonomik olarak oldukça başarılıydı. 2001-2007 döneminde ortalama büyüme hızı %7 gibi cumhuriyet tarihi ortalamalarının bir hayli üzerindeydi. Ama AKP ekonomide de artık aynı başarıyı gösteremiyor. 2008-2014 döneminde büyüme hızı %3.6. Bu bir önceki dönemin ancak yarısı kadar. Tabii bir de nüfus artış hızını dikkate almak gerekiyor. Ayrıca son zamanlarda TL’nin değer kaybı da fakirleşmemize yol açıyor. Bunları da hesaba katınca 2008 yılından beri halkın satın alma gücünde hiçbir iyileşme yok, hata az da olsa bir bozulmadan söz edebiliriz. 7 Haziran’da seçimlere gidiyoruz. AKP’nin seçim başarısı şimdiye kadar hep geçime bağlandı. Ama büyüme düşüyor ve geçim zorlaşıyorsa, bu durum sandığa nasıl yansıyacak?

Gerçekten de halkın gelirinde herhangi bir artış olmazken, hayat pahalılığı artıyor. Enflasyon, özellikle de geçim açısından en önemli olan gıda kalemlerindeki fiyat artışı çok yüksek. Gıda fiyatlarındaki artış, genel enflasyonun iki katı. Bir de üstüne üstelik işsizlikteki hızlı yükselme var. İş bulmak çok zorlaştı. Son altı aydır işsizlik %10’un üzerinde. İş bulanları da bin bir sorun ve baskı bekliyor. Yatırım yapılmıyor. Bu demektir ki gelecek sene iş bulmak bugünden de zor olacak. Son yıllarda ekonomiyi sadece inşaat sektörü götürüyordu. Son rakamlar artık inşaatın da teklemeye başladığını gösteriyor. Bu durum mutlaka sandığa yansıyacak. Zaten kamuoyu araştırmaları AKP’nin oylarında düşüş olduğunu gösteriyor. AKP bu durumu değiştirmek için ne yapabilir? AKP bu konuda geç kaldı. Petrol fiyatlarındaki düşüş, ekonomide biraz nefes alma imkanı sağlayabilirdi; ama bu fırsat kullanılamadı. Şimdi patronlara yeni teşvikler vererek durumu düzeltemeye çalışıyorlar. Ama bu teşvikler sadece birilerine ilave rant yaratmaya yarıyor; yoksa ekonominin üretici güçlerine bir katkı sağlamıyor.

n Ermeni soykırımımın 100. yıl dosyası n Bu seçim bir başka Şenol Karakaş n Devlet, derin devlet, darbe Roni Margulies n Devletçi, milliyetçi bir masal Murat Belge n Geçmişe yönelik sözde fetihleri Mete Tunçay n Gelenek kimlik fıtrat - Ferda Keskin n Daha bir çok yazı ve yazar 15. sayıda

ALTÜST’DE YENİ SAYI MARKSİZM 2015’TE VE KİTAPÇILARDA!

31 Mart’ta Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı’nın yaptığı açıklama “kesintinin neden olduğunu bilmiyoruz, araştırıyoruz” idi, dört gün sonra da aynı cümleler söylenip duruyor. Kesintin nedeni hakkında spekülasyonlar çok çeşitli ama kesinti ile birlikte açığa çıkan tablo çok net; Türkiye’nin elektrik sisteminin bırakın deprem, sel gibi doğal afetlere, teknik aksaklıklara bile hazırlıklı olmadığı. Kesintinin nedeni özelleştirmeler Şimdi tüm yetkililer hep bir ağızdan teknik açıklamalarla hiç de normal olmayan bu durumu normalleştirmeye çalışacaklar, gerekli tedbirleri aldıklarını, bundan sonra bu tür bir sorunun yaşanmayacağından bahsedecekler. Ama bu tür açıklamalar ortalıkta dolaşan spekülasyonların önüne geçemeyecek. Çünkü kesintinin teknik altyapısını oluşturan neden; kamunun elinde olan elektrik santrallerinin özelleştirilmesi, elektrik sisteminin ihtiyaç temelli değil piyasa temelli çalışıyor olması. Ve yetkililer bir tek bu gerçekten bahsetmeyecekler. Kâr ve daha çok kâr Kullandığımız elektrik, bize ulaşana kadar özel şirketler arasında alınıp satılıyor. Elektrik hizmetlerinin kendi içinde ne kadar fazla ve ayrı aşamada farklı şirketler üzerinden sürdürülürse, fiyatların tüketici lehine o kadar cazip olacağı ve sistemin de o kadar sorunsuz çalışacağı iddia ediliyordu. 31 Mart’ta işte bu sistemin hiç de anlatıldığı kadar kusursuz işlemediği açığa çıkmış oldu. Elektriğin son kullanıcıya kadar ulaşması, her aşamada şirketler arasında fiyat uyuşmasına bağlı. Her bir şirketin daha fazla kâr elde etmesi ve diğer şirketlerle rekabet edebilmesinin tek koşulu da kapitalizmin fıtratında olan; maliyetleri düşürmekten, yani altyapı hizmetlerinde gerekli yatırımı yapmamaktan geçiyor. Hizmetin kalitesine değil de kâra odaklı çalışan sistemin sonucu; ister iletim sistemlerinde altyapıya gerekli yatırımların yapılmaması olsun, ister günlük satış fiyatlarını beğenmeyen üreticilerin sisteme elektrik vermemeleri, isterse de şirketlerin piyasa üzerinde hâkimiyetlerini belirlemek için attıkları adımlar olsun, her durumdamilyonlarcainsanınmağduriyetiilesonuçlanıyor. Elektrik hizmetlerinin kesintisiz ve kaliteli verilmesini istiyorsak bu hizmetlerin kamu eliyle yürütülmesini, altyapı hizmetlerinde gerek duyulan finansmanın da, kamu finansmanıyla karşılanmasını savunmalıyız. Ne kadar enerjiye ihtiyaç duyulduğunun belirleyicisinin piyasa değil de insanların ihtiyaçlarının olduğu, enerjimizi hangi kaynaklardan elde edeceğimize de yine piyasanın değil de bizlerin karar verdiği bir koşulda ancak kaliteli, kesintisiz ve güvenli ekolojik ayak izi daha az bir elektrik sistemine kavuşabiliriz.


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

OYUM NEDEN HDP’YE? Dansçı ve aktivist Zeynep Tanbay, Sosyalist İşçi’ye seçimlerde neden HDP’ye oy vereceğini yazdı: Oyum HDP’ye çünkü; - Şu an parlamentoda gerçekten demokrasiyi savunan tek siyasi parti. -Eşitliği, özgürlüğü ve adaleti savunan tek siyasi parti. -Bu toprakların tüm halklarını, tüm dillerini, tüm dinlerini, tüm mezheplerini, tüm kültürlerini, tüm inanç fikirlerini, tüm renklerini, tüm cinsiyetlerini kucaklayan tek siyasi parti. - 12 Eylül darbe anayasasını değiştirme vaadi vererek, eşitliği ve çoğulculuğu temel alan, toplumun tüm kesimlerini ve bireylerin hak ve özgürlüklerini kapsayan, hukuka ve demokrasiye değer veren bir anayasa taslağını sunmuş tek siyasi parti. Oyum HDP’ye çünkü; - Kadının adı olan, yeri olan, sözü olan tek siyasi parti. - Çevreye, doğaya verilen zararlara, kötü kentleşmeye, talana karşı duran, çözüm üreten ve bunların parçası olmamış tek siyasi parti. - Parlamentoda eşbaşkanlık sistemi olan tek siyasi parti. - Eş genel başkanının bir sanatçı seviyesinde türkü söyleyip saz çaldığı tek siyasi parti.

ZEYNEP TANBAY

Oyum HDP’ye çünkü;

Oyum HDP’ye çünkü;

- Kürt siyasetinin bugüne kadar oyunu çalan tüm siyasi partilerin bu utanmazlığına son vermek için.

Bir toplumun haklarını talep etmesinden ve bir devletin bu hakları yok saymasından 30 yıllık bir savaş doğdu ve 40 bin insanın ölümüne neden oldu ve ismi de “Kürt sorunu” kondu. Bu topraklar birçok katliam, inkâr ve adaletsizlik yaşadı. Bunlarla yüzleşmemek, temel hakları inkâr etmek artık Türkiye toplumunun 21. yüzyılda kabullenebileceği bir durum değil.

-Kürtlerin temsiliyetine izin vermeyen bu sisteme demokrasi dersi vermek için. - Yüzde 10 barajını yıkarak dayatılan bu antidemokratik seçim sistemine artık yeter diyebilmek için. - Kürt halklarının mücadelesine parlamentoda yer açmak için. -Barışın sürmesi elzem olduğu için. SOSYALİZM SOHBETLERİ Meltem Oral

ŞİDDET EYLEMİ Mİ KİTLE MÜCADELESİ Mİ Berkin Elvan’ın devlet şiddetiyle öldürülmesinin intikamını almayı istemek çok haklı bir tutum. Ama o hesabı sormak nasıl mümkün olacak? Bireysel intikam eylemleri yaşadığımız baskıların, emeğimizin sömürülmesinin, kayıplarımızın, yasaklanan grevlerin, gasp edilen protesto hakkımızın, berbat çalışma koşullarımızın hesabının sorulması ve bu koşulların değişmesi için başarılı olabilir mi? Yaşadığımız düzeni, yani ayda bin 200 lirayla dört kişi geçinmemizi bekleyen, buna karşı öfkemizi gaz bombasıyla, copuyla, yasaklarıyla bastırmaya çalışan

celere, köylerinin yakılmasına, on binlerce faili meçhullere, adaletsizliklere rağmen hep barıştan yana tutum alan Kürt halklarına duyduğum sevgi ve saygıdan. - İçlerinde kin, nefret ve intikâm duyguları değil, ısrarla umut taşıdıklarından. - Onlar mutlu olmadan geriye kalanların mutlu olamayacağından.

Oyum HDP’ye çünkü;

Mutlak özgürlük, mutlak eşitlik ve mutlak adalet için,

- Yaşadıkları tüm katliamlara, gözaltında kayıplara, işken-

OYUM HDP’ye!

‘Halk için bireysel intikam eylemlerinin gerekliliği’ fikri önceki yüzyıllardan günümüze farklı ülkelerde çok sayıda örgütün temel savunusu oldu. Bu akıma göre şiddet eylemleri; devlet başkanını veya onun bir subayını ya da bakanını vurmak rejimin iki yüzlülüğünü ortaya çıkarır. Böylece halkın rejime karşı ayaklanmasının önünü açar. Şiddet eylemlerinin gerekliliği fikrinin hatalı olduğu birkaç nokta var. Birincisi intikam eylemleri işçi sınıfına kendi özgücünün anlamsız olduğunu söyler. Yani kitlelerin mücadele etmesine gerek yoktur nasıl olsa onlar için kavga edenler vardır. Bu anlayış işçi sınıfı mücadelesini geliştirmez aksine ona zarar verir. Devlet aygıtının baskısının artmasına neden olduğu gibi kitleleri de pasifize eder.

lem yapan birkaç devrimci tarafından sağlanabileceği iddiasıdır. Bu doğru değil. İstediği kadar bilinçli, teorik olarak gelişkin veya silahlı olarak donanımlı olsun hiçbir örgütün, partinin veya devrimcinin eylemi milyonların kurtuluşu olamaz. Bunlar kendisini işçi sınıfının yerine koyan yani ikame eden eylemlerdir. Oysa kapitalizmin zinciri ancak dövüldüğü yerde kırılabilir. Kapitalizmi yenecek olan güç işçi sınıfının örgütlü mücadelesidir. İşçi sınıfının elindeki silah olan grev, sistemin efendilerine doğrultulmuş en etkili araçtır. Şiddet eyleminin yarattığı ‘etki’ diner, gündem değişir, devlet kademesinde bir savcının yarattığı boşluk başka bir savcıyla doldurulur ve hiçbir zaman biz yoksullardan yana olmayan hukuk sisteminin ‘adaleti’ saraylardan dağıtılmaya devam eder. Gerçek adalet talebimizi ancak kitlelerin eylemiy-

Diğer sorun işçi sınıfının kurtuluşunun onun adına ey-

le kazanabiliriz.

kapitalist sistemi yenmek bir savcıya, bakana, patrona intikam eylemi düzenlemekle mümkün mü?


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.