DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
528
17 Haziran 2015 2 TL. sosyalistisci.org
PATRONLAR KOALİSYON PESİNDE ,
İSCİLER EKMEK VE , BARIS, İSTİYOR
n Tüm koalisyon önerilerine neden karşıyız? sayfa 3-6-7
DSİP EŞSÖZCÜLERİ MELTEM ORAL VE ŞENOL KARAKAŞ: AKP’DEN KOPUŞLARI HIZLANDIRMALIYIZ. sayfa 5
OZAN TEKİN: KIZIL EMMA’NIN HİKAYESİ
sayfa 8
TRANSLAR: NEFRETE VE ŞİDDETE KARŞI BİZE BİR YASA LAZIM! sayfa 11
2
GÜNDEM
‘KÖMÜR DERDİNE EVLATLARIMIZI YEDİNİZ’ TÜSİAD ELİNİ SİYASETTEN ÇEK! Milliyet gazetesi ekonomi yazarı Güngör Uras’a göre, TÜSİAD sahalara indi. TÜSİAD başkanı ve yönetim kurulu üyelerinin bir hükümet kurulabilmesi için CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, MHP’nin şefi Devlet Bahçeli ve AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’yla görüşecek.584 üyesi olan TÜSİAD telaşlı. Gazeteciler TÜSİAD’ın, mutlaka AKP liderliğinde bir koalisyon kurulmasını istediğini söylüyor. Uras, “deneyimli” TÜSİAD üyelerinin AKP-MHP, TÜSİAD çoğunluğunun ise AKP-CHP koalisyonundan yana olduğunu aktarıyor. Türk egemen sınıfının “amiral gemisi” olan TÜSİAD, 7 Haziran seçimlerinden sonra açığa çıkan siyasal istikrarsızlıktan rahatsız. Bu istikrarsızlığın ekonomiyi de etkilemesinden korkuyor. Ekonomik istikrar için “deneyimli” TÜSİAD üyeleri MHP’li bir koalisyondan yana. Patronların istikrardan anladığı, cumhuriyet tarihi kadar eskiye dayanan sömürü çarklarının aynen devam etmesi. Karlarının azalmaması, küresel sermayeyle rekabet gücünü kaybetmemek, devletten ihtiyaç duydukları teşvİkleri almaya devam etmek. Yoksulluğa, ücretlerin düşüklüğüne tepki duyan işçilerin grevlerinin yasaklanması, işsiz ordusunun kalıcılaşması ve işçi ücretleri üzerinde basınç oluşturmaya devam etmesi. TÜSİAD’ın istediği bu! TÜSİAD başka şeyler de istiyor. Özellikle MHP’nin AKP’yle koalisyon kurmasından yana olan üyeler, devletin daha da sertleşmesinden, özgürlüklerin daha da kısıtlanmasından, polis şiddetinin daha da artmasından yanalar. MHP şiddet, işçilerin baskı altına alınması, mevcut dar sendikal hakların törpülenmesi, grev kırıcılığının yaygınlaşması, sendikacıların kaçırılması, tehdit edilmesi, polis terörünün bugünküyle kıyaslanamayacak ölçüde tırmanması ve özgürlüklerin bütünüyle baskı altına alınması demektir. MHP’li bir koalisyon isteyen TÜSİAD üyeleri, bu ırkçı partiyi hükümet ortağı olmaya davet ederken, temel dertlerinin işçi maliyetlerini düşürmek için gerekli devlet şiddetini garanti altına olmak olduğunu da gösteriyorlar. TÜSİAD’ın ekonomik dertlerinin yoksulların ekonomik dertleriyle hiçbir ortak noktası yok. TÜSİAD’la arasında özde değil ama sözde olan tartışmaların birisinde, Erdoğan, “Aslında bunlar maalesef haddini bilmiyor. Çünkü bunlarda insaf yok. Sermayeleri 1’e 5 katladı bu dönem içerisinde, onun şımarıklığı içerisinde bunları yapıyorlar” diyerek patronlar örgütüne yüklenmişti. Erdoğan’ın çıkışı da garip ve her zamanki gibi tribünlere yönelikti. Başbakanlığı döneminde patronların bir dediğini iki etmeyen ekonomi politikaları uygulayıp sonra da patronları zenginliklerini beşe katladılar diye fırçalamak bir şaşkınlık göstergesi. Ama AKP’li yıllarda patronların servetleri arttı. Bu yüzden bugün TÜSİAD heyeti AKP’nin hükümette özellikle ekonomide sorumluluğu almaya devam etmesini istiyor.
Ermenek iş cinayeti davasına hiçbir sendika temsilcisi katılmadı. Ermenek madeni davası, ölen işçilerin ailelerinin katil patronlara öfkesiyle başladı.
Tutuklu sanıklar madenin ruhsat sahibi Cenne şirketinin Genel Müdürü Abdullah Özbey ve Uyar Madencilik sahibi Saffet Uyar’ı protesto eden aileler “Sizin evlatlarınız yok mu? Kömür derdine evlatlarımızı yediniz” dedi. Mahkeme salonundan ölen madenciler için feryatlar yükselirken, tutuksuz sanıklardan biri dışarı çıkmak istedi. Bunun
üzerine bir işçi yakını elindeki bastonla kafasına vurdu. İki oğlunu yitiren bir baba yumruklarla saldırdı. Kadınlar sanıkların üzerine pet şişe ve çanta attı. Hakim, öfkeli işçi aileleri hakkında tutanak tutturup, soruşturma başlattı. İddiname okunmaya başladı. Bu bitince sıra sanık ifadelerine gelecek. Mahkeme bir sonraki tarihe ertenirken acılı aileler yalnız girdikleri mahkemeden, yalnız ayrıldı.
SOMA’YA ADALET GELMİYOR 301 işçinin yaşamını yitirdiği Soma madeni iş cinayeti davası, mahkeme tarafından 16 Ağustos’a ertelendi. Erteleme kararı salon tarafından protesto edilirken, bazı madenci aileleri üzüntüden fenalaştı. Çok sayıda şirket avukatının aralarında menfaat çatışması bulunan çok sayıda sanığı aynı anda savunduğunu gerekçe gösteren mahkeme, her sanığın avukatını belirlemesi, tutuksuz sanıkların mahkmeye getirilmesi ve ifadelerinin alınması için ertelendi. Davada Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’ın da aralarında bulunduğu 8 tutuklu sanık, 37 tutuksuz sanık yargılanıyor.
BARIŞA BAKMAYAN AKP Yaklaşık üç ay önce başlayan ve kısa sürede sonlanan bir kampanya yapıldı. Bu kampanya, “her şeyi bırak barışa bak” sloganıyla örgütlendi. Kampanyanın bir aşamasında İstanbul’dan Kürdistan’a tren kaldırıldı. Bu kampanyayı örgütleyen sağcılar, barış sürecinden başka hiçbir konuyla ilgilenilmemesi gerektiğini savunuyorlardı. Çözüm süreci dışındaki her alanda AKP çuvalladığı, sağcı politikalar izlediği için tüm dikkatleri çözüm sürecine kilitlemek başlangıçta AKP açısından iyi bir fikir gibi görünse de kısa sürede barışa bakmayanın Erdoğan ve AKP liderliği olduğu açığa çıktı. 7 Haziran seçimlerinin ardından AKP’nin önde gelen sözcülerinden Hüseyin Çelik, çözüm sürecindeki aksamanın AKP’ye zarar verdiğini söyledi. Çözüm sürecini HDP değil AKP bozdu. Özellikle Erdoğan Dolmabahçe’de İmralı heyetiyle AKP’li bakanların birlikte yaptığı açıklamanın ardından çözüm sürecine saldırdı. “Kürt sorunu çözülmüştür” dedi. Kürt halkı ve barış isteyenler 7 Haziran’da Erdoğan ve AKP’yi cezalandırdı. n Geçen yılın bu ayına göre işsizlik 0.9 puan artışla yüzde 10.6 düzeyine yükseldi. İşsiz sayısı 322 bin kişi artarak 3 milyon 69 bin kişiye tırmandı.
#BarısKazanacak HDP mitinginde ayaklarını yitiren sinema yönetmeni Lisa Çalan için
Bu, işçilerin ve yoksulların tartışması değil. İşçiler ve yoksullar iş cinayetlerini, düşük asgari ücreti, grev hakkının yasaklanmasını, maden kazalarını, bütçeden emekçilere ayrılan payın azlığını tartışıyor. Patronlar karlarını artırmanın derdinde, bu yüzden koalisyon peşindeler. İşçiler ekmek ve barışın derdinde, bu yüzden işçi sınıfı açısından önemli olan koalisyon pazarlıkları değil. Önemli olan mücadele. Metal işçilerinin açtığı yoldan birleşerek, daha yaygın grevlerle devam etmek.
“Direnişimizin ardından fabrikalarda işçiye davranış bile değişti. Patronların Türk Metal eliyle yıllardır fabrikalarda hayata geçirdikleri baskıcı yönetim tarzı bugün işlemiyor. Patronlar eskiye dönmek istiyor. Onun için de kendi anlayışına yakın sendikalarla işçi iradesini kırmaya, mücadeleci anlayışı değiştirmeye çalışıyor.” Bursa’daki Renault fabrikasında direnen bir işçi
KARGA KAFASI
KEMAL GÖKHAN GÜRSES
GÜNDEM
DEVLETİN SINIR POLİTİKASI: KÜRT DÜŞMANLIĞI
3
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
ULUSALCILAR SEÇİMİ KAYBETTİ 7 Haziran seçimleri, AKP’yi yenmenin mümkün olduğunu gösterdi. AKP’yi yenmek mümkün ve bunun iki yöntemi olabilir. Büyük kitle hareketleri AKP’yi iktidardan düşürebilir ya da seçimlerde AKP yenilebilir. Bu iki süreç son iki yılda bir ölçüde birlikte işledi. Gezi direnişi AKP’yi geriletti ve çatlattı, 7 Haziran seçimleri ise AKP’yi yenilmez sandığı alanda seçimlerde sandıkta geriletti. AKP hükümetten düştü. 6 Haziran’a kadar kibirli konuşmalardan, meydan okumalardan vaz geçmeyen AKP liderliği bir gün sonra ne söyleyeceğini şaşırır duruma geldi.
Savaştan kaçan insanlar, sınırda, 45 derece sıcağın altında bekletildi. YPG ve Burkan El Fırat gruplarının ortak operasyonunun sonucunda IŞİD Suriye’de kontrolü altında tuttuğu en stratejik noktalardan birisi olan Tel Abyad’dan çekilmek zorunda kaldı. PYD ve ÖSO’ya bağlı birliklerin ortak hareketi ve ABD liderliğindeki koalisyonun hava bombardımanları IŞİD’in ağır bir mağlubiyet almasına neden oldu.
IŞİD’in çekilişi sırasında yaşanan iki gelişme çok önemli. Birisi, AKP liderliğinin ve Erdoğan’ın sınırda yaşananlara ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne bakışını açığa çıkartıyor. Erdoğan’ın Azerbaycan dönüşü yaptığı, “Tel Abyad bölgesinde Araplar ile Türkmenlerin hedef alındığı gibi bir hava var. O bölgede yaklaşık 15 bin Arap ve Türkmen Türkiye tarafına geçti. Onların boşalttığı yerlere PYD ve PKK yerleştiriliyor. Bu pek hayra alamet değil. Zira bu sınırımızı tehdit edebilecek bir yapı oluşması demek. Bu konudaki hassasiyetlerimizi herkesin göz önünde bulundurması lazım” açıklaması AKP’nin sınırda IŞİD’in varlığından değil ama Kürt hareketinin varlığından rahatsız olduğunu ortaya seriyor. İkinci gelişme ise sınır kapısında yaşananlar. Türkiye, bölgedeki savaşın yoğunlaşmasından dolayı özellikle Akçakale sınır kapısına yığılan binlerce insanı zor koşullarda aç-susuz bekletti. Günlerce sınırda bekleyen insanlar korkuyla sınır tellerine yüklendiğinde ise jandarma biber gazı ve tayzikli suyla saldırdı. Sınırda sergilenen vicdansızlığa yönelik iç tepki büyüyün-
HAFTANIN IRKÇISI SURİYELİ ÖĞRENCİLERE AYRIMCILIK YAPANLAR 12 Haziran’da Türkiye’de okula giden çocuklar karnelerini aldı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi (ÇOÇA) tarafından yapılan bir araştırma ise Türkiye’de okula giden Suriyeli öğrencilerin ırkçı bir ayrımcılığa maruz kaldığını ortaya koydu. Yapılan araştırmaya göre Suriyeli öğrenciler okula kayıt sürecinden başlamak üzere pek çok ırkçı ayrımcılıkla karşı karşıya kalıyorlar. Kayıt yaptıramamaları için
ce geri adım atıldı ve savaştan kaçan Suriyeliler Türkiye’ye alındı. İstanbul’da protesto Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe platformu, Akçakale civarında devletin mültecilere yönelik tutumunu protesto ederek Suriyeli sığınmacılarla dayanışma çağrısı yaptı. İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda toplanan aktivistler, “Suriye halkı yalnız değildir” ve “Irkçılığa dur de” sloganları attı. DurDe adına açıklama yapan Gonca Şahin şunları söyledi: “İnsan haklarına duyarlı tüm kesimleri, mültecileri, Suriye’de ne zaman sağlanacağı belli olmayan bir barış ortamında gönderilecek fazlalıklar olarak değil; temel insan haklarını garanti altına alarak birlikte bir yaşamı inşa edeceğimiz kardeşlerimiz olarak görmeye çağırıyoruz. Türkiye devletini, korkunç bir savaş ortamından, Baas diktatörlüğünün bombardımanlarından ve IŞİD’in katliamlarından kaçarak buraya sığınmak isteyen insanlara üstten bakan, onları ölüme ve susuzluğa terk eden tutumunu değiştirmeye çağırıyoruz. Hangi etnik kimlikten veya inançtan olursa olsun, savaşların sürdüğü Suriye ve Irak gibi komşu ülkelerden Türkiye’ye sığınmak isteyen herkes için kapıların açık tutulması çağrısını yineliyoruz.” çocukların velilerinden kira sözleşmesi, elektrik faturası gibi ibraz etmeleri mümkün olmayan belgeler isteniyor. Ailelere çocuklarını okula gönderme konusunda sahip oldukları haklar konusunda bilgilendirme yapılmıyor ya da yetersiz yapılıyor. Öğretmenler, Suriyeli çocukların uygun bir şekilde eğitim alması için gereken donanım ve destekten mahrum bırakılıyor. Türkiyeli veliler çocuklarının Suriyeli çocuklarla aynı sınıfta ders görmesini, aynı sırada oturmasını istemiyor. Hatta Türkiyeli veliler, Suriyeli öğrencilerin kendi çocuklarından daha yüksek not almasından hoşlanmadığından, öğretmenlere Suriyelilerin karnelerine aldıklarından daha düşük notlar yazmaları için baskı dahi yapılıyor. Canlarını kurtarmak için ülkelerinden kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyeli ailelerin çocuklarının en temel insan haklarından biri olan eğitim-öğrenim hakkından yeterince faydalanmalarını ırkçı saiklerle engellemeye çalışanlar, haftanın ırkçısı olmaya hak kazandılar.
AKP’nin yenilgisi, bu partiye yönelik ulusalcı muhalefet anlayışının da sonunu getirdi. AKP liderliğiyle tabanı arasında fark gözetmeyen, orduyla işbirliğinden, darbelerden medet ummaya, dindar insanlara düşmanlıktan devletçi bir laikliği sol adına savunmaya kadar literatürde yer alan tüm saçmalıkları AKP’ye karşı mücadele taktiği olarak benimseyenler, AKP’nin bugüne kadar sürdürdüğü egemenliğin temel nedeni. Ulusalcı muhalefete bakanlar soluğu AKP’de alıyordu. CHP politikalarına bakanlar AKP’yi ehven-i şer olarak görüyordu. Askeri darbelerin acılarını çekenler, askeri vesayetin zirvede olduğu günlere geri dönmek istemiyordu. Halkı aşağılayan, yoksul halk kitlelerini “bidon kafalı” olmakla suçlayanlar, son 13 yılda AKP’nin ekmeğine yağ sürdü. 7 Haziran bu muhalefet anlayışının da sonu. Bu muhalefet anlayışı gerilediği ölçüde, ulusalcılık prim yapmadığı sürece, AKP düşman yaratmakta zorlandı. Zorlandı çünkü HDP düşmanlaştıran, AKP’ye oy veren yoksul kitlelere hakaret eden bir propaganda biçimini tercih etmedi. Toplumu müslüman-dindar olmayan şeklinde bölen politikalar geriledikçe, AKP liderliği bu kez kendisi toplumu müslüman-dindar olmayan şeklinde bölmeye çalıştı. HDP’nin dindar adaylarına hakaret etti. Yılardır kendi tabanını “bidon kafalılar” hakaretiyle aşağılayanlar gibi davrandı. HDP’nin müftü adayını sorguladı, HDP liderliğini din düşmanı ilan etmeye çalıştı. Bu kutuplaştırmadan medet umdu. Oysa, yıllardır bu kutuplaştırıcı dili kullanan ulusalcıların başına gelen ortada. Aynısı AKP’nin de başına geldi. AKP geriler ve hükümetten düşerken ulusalcı muhalefet de rezil oldu. Küsürat partileri haline geldi. Vatan Partisi ve onun daha solunda olduğunu sanan tüm ulusalcılar dibe vurmuş durumda. En başından beri ulusalcılar AKP tabanının toplumun en geri, en bağnaz kesimi olduğunu iddia etti. Bu tabana değil, orta sınıflara seslendi. Biz ise bu taban geri kazanılmadan AKP’nin geriletilemeyeceğini iddia ettik. Bu tabanın ana gövdesi Kürt ve Türk yoksullarından ve işçilerinden oluşuyor. HDP bu tabanın bir kesimini AKP’den koparttı. Şimdi, kopmaya hazır olan tüm işçi ve emekçilerin AKP tabanından bizim saflarımıza kazanılması için çok önemli bir deneyimimiz daha var. 7 Haziran. Üstelik bu kez kibirli ulusalcılar yerlerde sürünüyor. İşimiz çok daha kolay.
4
DÜNYA
YUNANİSTAN: IMF İLE BORÇ KRİZİ DERİNLEŞİYOR
168 MİLYON ÇOCUK İŞÇİ Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından yayınlanan “Çocuk işçiliği üzerine rapor” isimli araştırma dünyada milyonlarca çocuğun zor ve tehlikeli koşullarda düşük ücretlere çalışmak zorunda bırakıldığını gösteriyor. Rapora göre yoksulluk ve eğitime ulaşamama gibi sebeplerle okulu bırakıp işe başlamak zorunda kalan çocukların büyük bir çoğunluğu yoksul ülkelerden geliyor. Bu ülkelerde çocukların yaklaşık yüzde 30’u, 15 yaşında çalışmaya başlıyor. Çocuk işçilerin daha sonraki yıllarda (En az bir yıllık sözleşmenin olduğu) güvenli bir işe sahip olma şansları da düşük oluyor. Genellikle çoğu daha sonraki dönemde de kısa vadeli ve güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Bu süreci başlatan ise çoğunlukla okulu erken bırakmanın yarattığı dezavantaj oluyor. Raporda bu sürecin nasıl işlediği ile ilgili çarpıcı bir örnek de veriliyor. Hindistan’da daha eğitimli çiftçilerin daha verimli tohumlara ulaşması ve bunları kullanma şansı daha fazla olduğundan, bu çiftçiler daha yüksek gelire sahip oluyor ve böylece kendi çocukları da daha uzun bir süre okula devam edebiliyor.
Troykanın kuşatmasındaki Çipras, orta yol bulmaya çalışıyor. ONUR DEVRİM ÜÇBAŞ
Yunanistan’da Syriza hükümeti ile Troyka (Avrupa Birliği,
Avrupa Merkez Bankası, Uluslararası Para Fonu) arasında yapılan görüşmeler kilitlendi. Ülkenin aldığı finansal kurtarma paketinin süresi 30 Haziran’da bittiğinden, bu tarihte Yunanistan’ın IMF’ye 1,6 milyar avro ödemesi gerekiyor. Daha önceki hükümetler döneminde kararlaştırılan maddi yardım paketinin son dilimi olan 7,2 milyar avroluk fonun serbest bırakılması için de bu ödemenin yapılması gerekiyor. Yapılması gereken ödeme bununla da sınırlı değil, Yunanistan hükümeti Haziran ayı içinde IMF’ye ayrıca 1 milyar avro, Avrupa Merkez Bankasına ise 2,5 milyar avro ödeme yapmak zorunda. Ancak bu ödemenin yapılması anlaşma sağlanması için yeterli değil, AB kurumları Syriza hükümetinden bir dizi “reform” yapmasını yani pratikte partinin Ocak ayında KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse
EL BEŞİR’E TUTUKLAMA YA BUSH? Sudan Yüksek Mahkemesi, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçu ve soykırımla suçlanan Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el Beşir hakkında tutuklama kararı aldı. Ömer El Beşir, 1956’da bağımsızlığını kazanan Sudan’da askeri darbe ile geldiği devlet başkanlığı görevini 20 yıl sürdürmüş ve son olarak bu ayın başında yeniden Sudan devlet başkanlığına seçilmişti. Sudan’ı kasıp kavuran kriz ise 2003’te ülkenin en yoksul bölgelerinden biri olan Darfur’da isyanın patlak vermesiyle başlamıştı. Sudan hükümetinin desteklediği milisler (Cancevidler) ile Darfur’daki kabileler arasında çatışma çıktı. Birleşmiş Milletler’e göre, çatışmalar sırasında 300 bin kişi öldürüldü ve nüfusu 6.2 milyon olan Darfur’da 2 milyon 700 bin kişi de evlerini terk etmek zorunda kaldı. Sudan’ı sarsan ikinci kriz ise 9 Temmuz 2011’de Güney Sudan’ın Sudan’dan tamamen ayrılıp bağımsızlığını
seçilirken dile getirdiği vaatlerinden vazgeçmesini istiyor. Sermaye kurumlarının talepleri arasında 3 milyar avroluk bir kesinti programı uygulanması, katma değer vergisinin artırılması, emekli maaşlarının azaltılması ve Syriza’nın işçiler lehine yapacağı reformlardan vazgeçmesi bulunuyor. Başbakan Alexis Çipras hala bir orta yol bulmaya çalışıyor. Çipras bir Yunan gazetesine verdiği röportajda “AB kurumları gerçekçi olmaya başlayana kadar sabırla bekleyeceğiz, Avrupa demokrasisinin doğduğu yerde onu gömmeye hakkımız yok” dedi. Sermaye kurumları Yunanistan’ı 30 Haziran’da iflas etme tehdidiyle korkutup kemer sıkma politikalarının yeniden uygulanmasını istiyor. Oysa bu politikalardan kopuş AB işçi sınıfı için tek geçerli kurtuluş yolu. Yunanistan’ın bir işçi sınıfı programıyla AB’den ve Avro’dan çıkması bütün Avrupa’da yeni bir mücadele dalgasının önünü açabilir. ilan etmesiyle sonuçlanan ve 2005 yılında başlayan 2. Sudan İç Savaşı oldu. 14 Temmuz 2008’de ise Lahey Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi Savcısı Luis Moreno-Ocampo, Ömer El Beşir’i, soykırım, insanlığa karşı suç ve Darfur’da savaş suçu işlediği gerekçeleriyle suçladı ve tutuklanmasını talep etti. 4 Mart 2009’da savcının soykırım talebi mahkeme tarafından yeterli delil olmadığı gerekçesi ile düşerek; savaş suçu ve insanlık suçu işlemekten hüküm verildi. El Beşir, Lahey tarafından, görevi başındayken hakkında dava açılan ilk devlet başkanı olmuştu. Sudan’da yaşanan insanlık dramının cezalandırılması gerektiği çok açık. Ancak savaş suçları söz konusu olduğunda ne yazık ki aklımıza gelen ilk ve tek isim Ömer El Beşir değil. 1990-2003 yılları arasında Irak’a uygulan ekonomik ve ticari ambargo ABD’nin Irak stratejisinin önemli bir parçasıydı. Ambargo süresince Irak’ta fakirlikten ve yetersiz sağlık hizmetlerinden dolayı 500 binden fazla çocuğun öldüğü tahmin ediliyor. Ambargo sonrası işgalde de bir 500 bin kişinin öldüğünü tahmin edelim. Yani sadece ABD’nin Irak işgali söz konusu olduğunda en az 1 milyon kişinin ölümünden bahsetmek gerekir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne duyurulur. Tabi eğer kendisi sadece El Beşir’in değil, George W. Bush’un öldürdüğü insanların cesetlerini de sayacaksa.
Rapora göre, Asya-Pasifik bölgesinde 78 milyon, Sahraaltı Afrika bölgesinde ise 59 milyon çocuk işçi çalışıyor. Latin Amerika ülkelerindeki çocuk işçi sayısı ise 13 milyon. Tarım sektörü, çocuk işçilerin en fazla çalıştırıldığı alanların başında geliyor. ILO’nun çocuk işçiliğine karşı çözüm önerileri ise okulu erken bırakmanın önüne geçilmesi, gençler için güvenceli iş imkânlarının yaratılması, kız öğrencilerin desteklenmesi olarak öne çıkıyor. Bu öneriler önemli olsa da çocuk işçiliğini yaratan temel sebebi görmezden geliyor. Çocuk işçiler kapitalizmin sürekli daha düşük ücretlere daha güvencesiz çalışabilecek işçi arayışının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Kapitalizmin ilk geliştiği 18. yüzyılda İngiltere’deki tekstil fabrikalarından bugünkü Iphone fabrikalarına çocuk işçiliği emek maliyetini düşürmenin bir yolu olarak görülüyor. Dolayısıyla çocuk işçiliği gerçekten bitirmenin tek yolu bu ekonomik sistemden tamamen kurtulmaktan geçiyor.
KÜRESEL MÜCADELELER Ukrayna: İki yılda 6 bin kişinin öldüğü savaşa sahne olan Ukrayna’dan özerkliğini ilan eden Donetks’de kadınların başını çektiği bir topluluk savaşı protesto etti ve barış istedi. Kadın bir gösterici “Bu savaş çok aptalca! Kimseye öfkeli değilim; Ukraynalı, Tatar ya da Rus farketmez. Burada önemli olan insan hayatı” diyor. Amerika: Aktivistler, Shell’e ait bir petrol sondaj platformunun Seattle limanından ayrılışı sırasında protesto eylemi yaptı. Kuzey Buz Denizi’ndeki sondaj faaliyetlerinin bir çevre felaketine yol açacağını savunan protestoculara sahil güvenlik ekipleri müdahale etti. Platformun önünü kesen küçük teknelerdeki 25 eylemci gözaltına alındı. İspanya: Hava kontrol kulesi çalışanları 26 yıl sonra ilk kez greve gitti. İspanya Hava Trafik Kontrol Kulesi Çalışanları Sendikası (USCA), İspanyol Havaalanları ve Havacılık İşletmesi ile arasındaki anlaşmazlık nedeniyle 10.00 -12.00 ve 18.00-20.00 arasında iş bırakmaya başladı. Kontrol kulesi çalışanlarının yüzde 70’inin üyesi olduğu sendika, Barcelona kontrol merkezindeki 61 üyesinin cezalandırılmasına, 113 üyesi ile 8 eski yönetim kurulu üyesi hakkında Madrid ve Palma de Mallorca kentlerinde devam eden davalara ve 2010 yılında hava sahası kapatılan yerlerdeki kule görevlilerinin başka yerlere kaydırılmamasına karşı çıkıyor.
RÖPORTAJ
5
AKP’DEN KOPUŞLARI HIZLANDIRMALIYIZ DSİP Eşsözcüleri Meltem Oral ve Şenol Karakaş’la seçimden sonra bizleri bekleyen yeni mücadele dönemini konuştuk. Seçim sonuçları ezilenlere hangi mücadele kapılarını araladı? Meltem Oral: Seçim sonuçları, öncesinde başlayan ve giderek artan istikrarsızlıktan ayrı düşünülemez. Biz seçimlerden sonra bu istikrarsızlığın tırmanacağını, şiddetleneceğini öngörüyorduk. Öngörülerimizi bile aşan bir düzeyde bu istikrarsızlık. Sadece AKP’nin hükümetten düşmesi değil istikrarsızlığın nedeni, AKP’nin uzun bir süredir çok başlı, çelişkili, kendi içinde gergin bir profil çizmesi. Allak bullak olmuş bir egemen sınıfla karşı karşıyayız. Seçimlerin ardından sıkıntısı artan bir egemen siyaset anlayışıyla karşı karşıyayız. Hükümet kuramıyorlar. Bir uzlaşma sağlayabilseler bile bu uzun ömürlü bir hükümet olmayacak. Çok açık. Geçici bir koalisyon olacak. AKP bölünmüş durumda, egemen sınıf bölünmüş durumda. İdeolojik düzeyde, siyasal düzeyde, ekonomi alanında, devlet bürokrasisinde tam bir dağınıklık içindeler. AKP’li yıllar şeklinde özetleyebileceğimiz, sınıflar arasında istikrar ve egemen sınıfla işçi sınıfı arasında dengeli bir ilişki olarak tarif edebileceğimiz dönemin sonuna gelip bambaşka bir döneme girdiğimizin ilanıdır 7 Haziran seçimleri. Şenol Karakaş: Bu istikrarsızlık, ekonomik büyümenin yavaşlaması, işsizliğin artışı, gıda fiyatlarının yükselmesi, Erdoğan’ın kendi tabiriyle ekonomide son üç yıldır süren patinajla doğrudan bağlantılı. Doğrudan bağlantılı olduğu bir etken de Gezi direnişi. AKP Gezi direnişiyle birlikte tabiri caizse çerçeveyi dağıttı. Gezi direnişi AKP’yi sarsarken egemen sınıf içindeki bölünmüşlüğü de derinleştirdi. Gezi kendisinden önceki tüm mücadelelerin birikiminin bir ürünü olarak istikrarsızlık yaratırken, istikrarsız Türkiye, Gezi direnişine benzesin benzemesin büyük mücadelelere gebe. Eski Türkiye sona erdi. Sadece AKP’li yılların Türkiyesi değil 1980 darbesinden beri şekillenen Türkiye sona erdi. Bu Türkiye’de söz hakkı, diğer toplumsal güçleri birinci elden etkileme şansı, örgütlü işçi sınıfının ellerinde. Son bir buçuk yıldır artan işçi eylemleri, “Yeni Türkiye’nin” AKP ideologlarının sandığı gibi bir yeni siyasi ortam değil, işçi sınıfının siyaseti ve güç dengelerini etkileyeceği bir mücadele dönemini işaret ediyor. Bu toplumda müthiş bir mücadele isteği var. Sayısız eylem, platform ve irili ufaklı direniş var. Bu sürece hazırlıklı olmayanlar politik zamanın dışına itilecekler. Peki bu gelişmelerin içinde Kürt sorununda çözüm sürecinde hangi adımlar atılabilir? Meltem Oral: Seçim sonuçları, özellikle Kürdistan’da HDP’nin AKP’yi tabela partisi haline indirgemesi, çözüm sürecinin güvenli ellerde olduğunu kanıtlıyor. Çözüm sürecine ihanet etmeye devam edenler, seçim sonrası Kürdistan haritasını dikkate almak zorundalar. Bizler, MHP’li bir koalisyon bile kurulsa, belki bir süre çözüm sürecinde sertleşme yaşanabileceğini ama egemen sınıfın süreçten
vazgeçemeyeceğini düşünüyoruz. Herkesin kırmızı çizgileri varken modaya uyup ben de bizim kırmızı çizgimizi ifade edeyim: Çözüm sürecine köstek olacak tüm hükümet ihtimallerine karşıyız ve herkesi şimdiden barış için mücadele etmeye çağırıyoruz. Şenol Karakaş: Bazı insanlar bu konuda hiçbir utanma duygusuna sahip değiller. Çözüm sürecini Kürt halkının önüne bir şantaj aparatı olarak getiriyorlar. Çözüm sürecinin garantisi AKP’ymiş gibi. Bunu yapanlar, Dolmabahçe mutabakatını kimin sonlandırdığını düşünmeliler. Kim o kadar süreç görüşmesinin ardından “Kürt sorunu çözülmüştür” açıklamasını yaptı? Kim seçim kampanyası boyunca Kürt hareketini aşağıladı, hakaret etti? Kısacası çözüm sürecini kim bozdu? Kürt hafeketinin bozmadığı açık. Kürt hareketi Abdullah Öcalan’ın belirlediği yönde ve yerde duruyor hâlâ. Bu yerin politik olarak ne kadar doğru bir yer olduğunu seçim sonuçları açığa çıkarttı. Kürt halkı çözüm sürecinden yana olan partiyi destekledi, çözüm sürecini bozan partiyi ise cezalandırdı. Çözüm sürecinin kaderini Erdoğan’ın başkanlık hayallerine endeksleyenler, işte şantajcılar bunlar. Bu süreç Erdoğan’ın herhangi bir hırsına endekslenebilir mi? Kürt halkı açısından sürecin nihaî amacı siyasal statüko elde etmek. Bunun ise siyasal demokrasinin sınırlarının genişlemesi anlamına geldiği çok açık. HDP’nin Diyarbakır mitingi bombalandı. Aynı saatlerde Erdoğan kendi mitinginde hâlâ Kürt hareketine öfke kusuyordu. Sadece Kürdistan’da yaşayan yoksullar değil Batı’da yaşayan yoksullar da Erdoğan’ı cezalandırdı. Çözüm sürecini askıya alanın başına neler geldiğini 7 Haziran gösterdi. Hangi koalisyon olursa olsun, ağırdan alarak da olsa süreci devam ettirmek zorunda. Yoksa bizim istikrarsızlık olarak tanımladığımız süreç bambaşka
biçimler alarak derinleşir. Devlet ve egemen sınıf karar verecek. Kazananı olmayacak bir savaşı tercih ederlerse savaşı başlatanlar olarak mağlup olacakları çok açık. Siz önümüzdeki dönemde hangi politikaları öne çıkartacaksınız? Meltem Oral: Kuşkusuz önce barış için büyük kalabalıkların sokağa çıkması için mücadele edeceğiz. Yeni dönemin dayattığı acil ihtiyaçlardan biri işçi sınıfı hareketinin birliği. Bir Antikapitalist Blok’un inşa edilmesi, tüm mücadeleler içindeki antikapitalist özün açığa çıkması ve hareketin temel niteliği haline gelmesi için çalışacağız. Şenol Karakaş: İklim değişimini durduran küresel hareketin parçası olmak, nükleer santral yapımını durdurmak, barış kampanyası yapmak, kıdem tazminatını korumak, grev yasaklarını engellemek, iş cinayetlerini durdurmak, kadın cinayetlerine karşı büyük bir hareket örgütlemek, emekçilerin bütçeden daha fazla pay almasını sağlamak için yeni bir Emek Platformu’nun örgütlenmesine yardımcı olmak, Ermeni soykırımıyla nihaî bir yüzleşmenin gerçekleşmesini sağlamak, ırkçılıkla, her türden Nazizm özentisiyle mücadele etmek ve tüm bu başlıklarda mücadeleyi birbirine bağlayacak bir Antikapitalist Blok’un, binlerce aktivistin hareketinin örgütlenmesine yardımcı olmak. Meltem Oral: Biz daima küresel antikapitalist hareketin bir parçası olduk. Her zaman dünya çapında mücadelelerden ilham aldık, bu hareketi etkilemeye çalıştık. İstikrarsız koşullarda dinamik, esnek, herkesle beraber bir kitlesel hareket örgütlemek ve radikal, yeni bir sol muhalefet inşa etmek bizim en temel hedeflerimiz.
6
GÜNDEM
ERDOĞAN DEĞİŞTİ Mİ? Başkanlık hayali suyu düşen Erdoğan, 3 gün ortaya çıkmadı ve esip kükremesinden eser kalmamış bir halde herkese egolarını bir kenara bırakma çağrısı yaptı. Bir çok ajans ise AKP yöneticilerine dayandırdığı haberlerinde Erdoğan’ın seçim istediği ve ilk fırsatta iktidara gelme hamlesine hazırlandığını söylüyor. Erdoğan’ın çağrısıyla köşke koşan Deniz Baykal’a inanırsak uzlaşmacı bir tavır içerisinde. Erdoğan, yenilgisinden sonra yaptığı ilk konuşmada “paralel yapıya karşı mücadelenin” süreceğini vurgulayarak barışın tarafları olan PKK ve PYD’yi “terör örgütü” olarak andı. Sırf kendi iktidarı için ceberut devlet geleneğini dirilten, “parallele mücadele” adı altında kendi yolsuzluklarını aklayıp ittifak kurduğu darbecileri kurtaran, Kobane’nin düşmesini isteyip müzakere masasını deviren Erdoğan elbette değişmedi.
KOALİSYON DEĞİL MÜCA
ÇARE GÜL MÜ? Seçim yenilgisinin ardından AKP’deki çatlak bölünmeye dönüştü. Abdullah Gül’ün aslında ne kadar iyi ve demokrat bir insan olduğu fikri merkez medya tarafından yayıldı. Hakkında yazılan kitaba bakılırsa internet yasağı, Gezi ve 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları gibi pek çok önemli konuda Erdoğan’ın karşısında. Canavar Erdoğan karşısına çıkan hiçbir muhalifi elbette onun kadar kötü gözükemez. Eşi başörtülü olduğu için Çankaya’ya çıkması engelllendiği gün devrimci sosyalistlerin de arasında bulunduğu darbe karşıtlarının protesto için yürüdüğü Gül’ün Çankaya’daki yedi yılına baktığımızda ise sempatik öykü dağılıyor. Gül, Erdoğan liderliğindeki AKP hükümetinin gönderdiği 886 kanundan 882’sini onaylamış. Onayladıkları arasındainternet sansürü, nükleer santral kurulması ve MİT başkanına yargı dokunulmazlığı getiren kanunlar da var. Sadece dört yasayı veto etti: Yeminli Mali Müşavirlik, Elektronik Haberleşme, İşsizlik ve Şike kanunu. Erdoğan tarafından seçilmesi engellenmek istendiği iddia edilen Abdullah Gül’ün pratikte hükümetten hiçbir farkı yok. Abdullah Gül’ü çare olarak sunanlar AKP’yi makyajlayıp, güçlendirmek istiyor. Fakat Erdoğan ile Gül’ün kapışması AKP’yi tıpkı ANAP ve DYP gibi yok oluşa sürükleyebilir.
KILIÇDAROĞLU VE BAHÇELİ HESAP SORAMAZ Devleti kuranların partisi CHP, cumhuriyeti tarihi boyunca yolsuzlukların partisidir ve elinde tutttuğu yerel yönetimlerde (diğer partilerin yönetimindeki belediyelerinki gibi) rüşvet düzeni sürmektedir. Faşist parti MHP, 1999 depremi için toplanan yardımların hortumlanması ve sağlık sekötüründeki vurgunlarla DSP ve ANAP ile kurduğu koalisyondan halk tarafından indirilmişti. CHP ve MHP farklı siyasi akımlar olsa da tıpkı AKP gibi küresel sermayenin çıkarıları etrafında şekilnenen neoliberal ekonomik programın savuncusu. Rüşvet ve yolsuzluk, şirketlerin egemenliğini savunan bu ekonomik politikaların doğal sonucu. Askeri vesayeti savunan, Ergenekon ve Balyoz sanığı darbeci generallerin sözcülüğünü yapanlar (bunlar 1990’larda Kürtlere karşı savaşın katilleri) Roboski ve Berkin Elvan’ın katillerinden hesap soramaz. Mecliste hesap sorabilecek tek parti HDP’dir.
VOLKAN AKYILDIRIM
HDP’nin ve radikal sol politikaların zaferinin damgasını vurduğu genel seçimlerden taleplerimizi kazanmak için daha fazla mücadeleye cesaret ve imkan çıktı. Kürt halkı 40 yıl mücadele ederek 12 Eylül barajını yıktı ve Erdoğan’ı başkan yaptırmadı. Soykırımın 100. Yılında Ermeni vekiller mecliste. Ezidiler, Romanlar, Aleviler, ezilen halkların temsilcileri mecliste. Bursa’da otomotiv işçileri grev yapıp kazanmanın mümkün olduğunu gösterdi. İşçiler onları izleyip her yerde grev yapıyor ve kazanıyor. Dört bir yanda halk HES’lere, termik santrallere, betonlaşmaya ve nükleere karşı direniyor. Tapusu hala iade edilmeyen Kamp Armen’de direnişçiler nöbete devam ediyor. Kadıköy’de anti-faşistler Kilise’ye dokunma diye yürüyor. Hangi hükümet işbaşına gelirse gelsin karşısında korkmayan, kazanan ve daha fazlasını isteyen bir hareket var. Buna karşılık 13 yıldır tek başına iktidarda bulunan AKP yenilmiş ve şimdi kendi içinde bölünmüş durumda.
Egemen sınıfın bölünmesi, hükümetlerin zayıflaması ve yenilmesi, işçilerin ve ezilenlerin mücadelelerine kapı açıyor. Patron örgütleri ard arda çağrı yaparak bölünmüşlüğün giderilmesini ve kendi borularını öttürecek güçlü bir koalisyon kurulmasını istiyor. Sosyalistler, tek parti ya da koalisyon, kapitalist düzeni devam ettiren tüm burjuva hükümetlere karşıdır. İşçi sınıfının kendi iktidarından yana olan bizler, hangi sermaye partisi başta olursa olsun, işçi sınıfının ve ezilenlerin acil taleplerinin kazanılması için o hükümete karşı mücadele ederiz. Toplumun bir kısmını yok etmeyi ve solu dağıtmayı amaçlayan faşist partilerin hükümete gelmesini engellmeye çalışırız. Erdoğan’ı yendik. Karşımıza hangi sermaye hükümeti dikilirse dikilsin onu da yeneceğiz. Gezi Parkı direnişi, aşağıdan güçlü bir muhalefetin ne kadar gerekli olduğunu göstermişti. Özgürlükler ve işçi sınıfının talepleri için mücadele eden antikapitalist muhalefetin birleşmesi, güçlenmesi için mücadele ve örgütlenme. Şimdi işimiz bu.
GÜNDEM
N ADELE
PATRONLARIN RÜYASI AKP-CHP KOALİSYONU TÜSİAD’ın laik patronları AKP-CHP koalisyonu istiyor. Bunun için kapı kapı dolaşmaya başladılar bile. Küresel sermaye ve AB de aynı tercihten yana. CHP koalisyon için AKP dışındaki partilere işaret etse de uzlaşma kapısını Baykal ile çoktan açtı. Patronların öncelikli koalisyon tercihleri bu çünkü birbiriyle kavgalı ve farklı toplumsal tabanlara sahip bu iki partinin ortak noktası IMF ve Dünya Bankası tarafından belirlenen neoliberal ekonomik politikaları savunmaları.
7
GÖRÜŞ Roni Margulies
EMANETİNİZ KAYBOLMUŞTUR, GEÇMİŞ OLSUN! Gazetelerde “İlgi çeken diyalog” başlıklı haberi umarım kaçırmamışsınızdır. Kaçırmış olabilirsiniz, çünkü “diyalog” 12 kelimeden ibaret. Havaalanında Selahattin Demirtaş’la CHP milletvekili Şafak Pavey karşılaşmış, konuşmuşlar. “S. Demirtaş: Nasılsınız efendim? Ş. Pavey: Sağ olun siz nasılsınız? Kutluyorum, birlikte iyi salladık diye düşünüyorum.”
2002’de AKP iktidarı geldi ve önceki hükümetin Dünya Bankası bürokratı Kemal Derviş tarafından hazırlanan ekonomik programını aynen sürdürdü. Şimdi Derviş yeniden sahaya çağrılıyor.
Evet, biliyorum, diyalogdan ziyade, Pavey’in hüsnü kuruntusu.
AKP-CHP koalisyonu emekçi sınıfların acil sorunlarına çözüm bulmak ve ezilenlerin taleplerini karşılamak için değil sermayenin çıkarları doğrultusunda öneriliyor.
Dört yıl önce % 25,9 alıp bu seçimde % 24,9 alan CHP neyi sallamış?
Böyle bir koalisyon kurulursa uyguladığı ekonomik politikalarla karşısında büyük bir mücadele bulacak. AKP-CHP koalisyonunun sonunun, 90’lardakiler gibi olması kaçınılmaz.
CHP nasıl sallamış?
İktidar partisinin pişmiş tavuk gibi bir krizden çıkıp bir diğerine girdiği iki yılın sonrasında bile oylarını artıramayan bir ana muhalefet partisi neyi sallamış olabilir ki? Pavey’in ima ettiği, HDP’nin barajı “emanet” CHP oylarıyla aşmış olduğu. Rakamlar ise hiç öyle bir şey göstermiyor.
AKP-MHP KOALİSYONUNA
HAYIR!
Muhafazakar burjuvalar, AKP-MHP koalisyonu istiyor. AKP-MHP koalisyonu, hükümet senaryoları arasında kuşkusuz en kötüsü. Çözüm süreci ve bir dizi konuda farklı görüşlere sahip olsalar da iki partinin milliyetçi, muhafazakar, devletin sopasına sarılan, Türk ve Sünni olmayanlara nefes aldırmayan bir koalisyon kuracağı açık. AKP, MHP’ye giden oyları geri kazanma hesapları yapsa da böyle bir koalisyonun MHP’ye yarayacağı açık. Otomotiv fabrikalarında seçimlerden önce başlayan mücadele, sandık kapandıktan sonra bir çok iş koluna yayılarak devam ediyor.
Savaş, çözümsüzlük ve yolsuzluk getirecek bu koalisyona sonuna kadar hayır.
CHP-MHP-HDP KOALİSYONUNA NEDEN KARŞIYIZ? Seçim sonuçlarının açıklanmaya başlamasından hemen sonra eski darbeci yeni milletvekili Dursun Çiçek tarafından dile getirildi. AKP’nin hükümetten düşmesini takiben solcular arasında da konuşulmaya başlandı. TÜSİAD’ın ‘partiler uzlaşın’ çıkışının ardından yoğun bir şekilde dile getirilmeye başlandı. Son olarak bir dizi tanınmış isim bu öneriyi dile getirdi. CHP-MHP-HDP koalisyonu önerisine karşıyız, çünkü başta Kürt sorununun demokratik çözümü olmak üzere emekçilerin ve ezilenlerin mücadeleyle elde ettiği demokratik kazanımları gözden çıkarıyor. MHP çözüme karşı. CHP’nin koalisyon ilkeleri arasında barış süreci yok. HDP’nin seçim bildirgesi ise müzakerenin hemen başlamasını ve kalıcı barış için adımlar atılmasını içeriyor. Üç partinin koalisyonu ancak çözüm süreci ve demokratikleşme başlıklarının rafa kaldırılması ile kurulabilir.
Bu öneri kapatılması gereken MHP’ye meşruiyet kazandırıyor. Ulusalcılar sayesinde Gezi Parkı direnişine sızan ülkücüler iki yıldır sanki muhalifmiş gibi kendilerini pazarlıyor. Bunu yaparken Kürtlere ve HDP’ye karşı saldırıları aralıksız sürdürdüler. Nerede bir linç varsa orada elleriyle faşist işaretini yapanlar var. Kendini neredeyse solcu olarak yutturmaya çalışan MHP, demokrasinin ve barışın en büyük düşmanıdır. Faşist bir partinin kurtarıcı gibi hükümete taşınmasına sonuna kadar karşıyız. CHP-MHP-HDP koalisyonu önerisi, bu ve başka bir çok sebeple asla hayata geçmeyecek gibi görünse de Erdoğan ve AKP’ye kolay zafer sağlayacaktır. Erdoğan ve AKP liderliği, “bakın eski rejimin partileri ile sol bize karşı birleşti” diyerek tabanına kendini güçlü gösterecektir. İçinde işçilerin ve emekçilerin de bulunduğu AKP’ye oy veren yüzde 41’lik kesimi toptan Erdoğan’a emanet eden eden bu öneri toplumsal kutuplaşmanın ve işçi sınıfının bölünmesinin tarafı olmaktır.
Araştırma sonuçlarına göre, HDP’nin aldığı %13,1’in kaynakları şöyle: 5,7 geçen seçimde bağımsız BDP adaylarına oy veren; 4,2 geçen seçimde AKP’ye oy veren, 1,9 da geçen seçimde CHP’ye oy veren. (Kalanı da ilk defa oy verenler filan). Yani HDP’nin toplam oylarının %43,5’i eski oylar, %32’si AKP’den, %14,5’i CHP’den. Bu yüzdeleri rakamlara vurursak: AKP’den 1,9 milyon oy gelmiş, CHP’den 870 bin. Neymiş? “Emanet” oylar devede kulakmış. Neymiş? Geçen seçimlerde CHP’ye oy veren tek bir kişinin bile HDP’ye oy atmadığı durumda, hiçbir şey fark etmeyecekmiş. Ne CHP’nin oy oranında önemli bir yükselme olacakmış, ne de HDP barajın altında kalacakmış. Bu 870 bin oyun da “emanet” olduğu kuşkulu. Ben bile CHP’ye oy veren herkesin kazma Kemalist ve Ergenekoncu olduğunu sanmıyorum. Bunlardan bir kısmının, “emanet” olarak değil, HDP’nin politikalarını benimsedikleri için oy vermiş olmaları muhtemel. O zaman, salt AKP’yi engellemek için verilen “emanet” oylar devede kulak bile değil. Niye ortaya sürüp duruyorlar bu “emanet” meselesini? Birinci sebep, CHP’nin ne kadar kötü durumda olduğunu gizleme çabası. “Biz çok müthiş oy alacaktık,” demeye getiriyorlar, “ama Kılıçdaroğlu iyi ve solcu bir insan olduğu için oylarımızın HDP’ye emanet edilmesine izin verdi.” İkincisi, olası bir CHP-MHP koalisyonuna HDP’yi de çekme çabası. “Oylarınızın bir kısmı zaten bizim; siz de gelin” demeye çalışıyorlar. Bunlara verilecek cevap üç kelimeliktir: “Bi gidin ya!” HDP’nin başarısı emanetlerle açıklanamaz. Açıklama basit: Demirtaş’ın söyleminin ve savunulan politikaların Türkiye toplumunda karşılığı vardır. Milliyetçiliğe ve islam düşmanlığına ödün vermeyen, barışı ve adaleti savunan bir solun kitlesel tabanı vardır.
8
TARİH
KIZIL EMMA’NIN HİKÂYESİ Ozan Tekin
Anarşizmin tarihindeki en önemli isimlerden biri olan Emma Goldman, bundan 146 yıl önce, 27 Haziran 1869’da Litvanya’da dünyaya geldi. Çalışma hayatına atıldığı 13 yaşından itibaren Rusya’da radikal grupların fikirleriyle, o dönem Çar’a ve devlet görevlilerine yönelik suikast girişimleriyle popüler olan Nihilistlerle tanıştı. 16 yaşında ABD’ye göç etti. 20 yaşında New York’a taşındığında ise buradaki anarşist gruplarla ve ömür boyu yoldaşlık edeceği Alexander Berkman ile temasa geçti. Goldman, bu dönemden itibaren hayatını tamamını birçok farklı alanda özgürlükler için mücadele eden bir aktivist ve iflah olmaz bir antikapitalist olarak geçirdi. Mücadeleye adanmış bir yaşam ABD’de Haymarket Olayı’ndan sonra anarşistler büyük bir devlet baskısı altındaydı. Bu dönemde ancak göçmenlerin yaşadıkları gettolarda küçük çevreler hâlinde var olabiliyorlardı. “Kızıl Emma” olarak anıldığı bu dönemde, kendi grubuyla birlikte işçi hareketleri ve grevlerle ilişkilenmeye çalıştı. Goldman, bireylerin girişeceği şiddet ve suikast eylemlerinin, geniş kitleleri mücadeleye iteceği kanısındaydı. 1892 yazında, Pittsburgh yakınlarındaki Homestead Works çelik işçileri büyük bir grev başlatmıştı. Patronun anlaştığı bir dedektiflik ajansının çeteleri ve grev kırıcılar, işçilere saldırarak 9 kişiyi öldürdü, onlarcasını yaraladı. Goldman ve grubu bunun intikamı olarak fabrikanın yöneticisi Henry Clay Frick’e suikast girişiminde bulundu. Frick saldırıdan yaralı olarak kurtulurken, Berkman 14 yıl hapis yattı. Basın grevi kamuoyunun gözünde “çılgın anarşistler” ile eşleştirmeyi başardı ve 2500 kişi kovuldu. Grevin liderlerinden biri, Berkman’ın silahından çıkan kurşunun grevin kalbine saplandığını söylüyordu.
20. yüzyılın ilk yıllarında ABD’de işçi hareketi yükselirken, Goldman 1906 yılında kendisine asıl şöhretini kazandıracak olan Dünya Ana (Mother Earth) adlı aylık dergiyi çıkarmaya başladı. 12 yıl yayın hayatını sürdüren dergi en iyi döneminde 10 bin satıyordu. Goldman bu yıllarda ABD’yi baştan başa gezerek binlerce kişiye anarşist teori, modern tiyatro, kadınların özgürlüğü gibi konularda konuşmalar yaptı. Savaşa karşı sesini yükselten bir enternasyonalist 1. Dünya Savaşı’na gidilirken, savaşa karşı netçe tutum aldı. Dergiyi savaş karşıtı bir platform hâline dönüştürdü. Hapisten çıkan Berkman ile birlikte zorunlu askerliğe karşı kampanya örgütledi. Goldman, devletlerin savaş çıkarmaya hakkı olmadığını ve bütün bu savaşlardan kapitalistlerin çıkar elde ettiğini söylüyordu. Emperyalist paylaşım savaşı başlarken birçok ülkede olduğu gibi ABD’de de milliyetçi atmosfer hakimdi. Bu ortamda Goldman ve arkadaşları gibi antimilitaristler solun geniş kesimleri tarafından da yalnız bırakıldılar. Emma Goldman iki yıllığına hapse atıldıktan sonra sınırdışı edilerek Rusya’ya gönderildi. Hayatının bundan sonraki döneminde iki gerçek işçi hareketinin ve dünyayı sarsan devrimlerin, Ekim Devrimi sonrası Rusya’nın ve İspanyol Devrimi’nin içinde yer aldı. Bu dönemdeki siyasi hayatı ve gelişmeleri yorumlayışı ise anarşizmin kısıtlılıklarıyla çevrelenmiştir. Rusya dönemi ve Bolşeviklerle ilişkisi Bütün hayatı boyunca marksizme karşı tartışmış olmasına rağmen, Goldman, 1917’yi izleyen iki yıl boyunca Bolşevikleri destekledi. Rusya’ya sürgün edildiklerinde devrimci hükümet tarafından kahramanlar gibi karşılandılar. An-
cak politik ömrünün en başlarından itibaren hep ultrasol tutumları savunan Goldman, Rusya’da hayalkırıklığına uğradı. İç Savaş’ı Bolşeviklerin gerçek ajandalarını gizlemelerine yarayan bir bahane olarak gördü. Rusya’da örgütlenen karşı devrimcilerle devrime saldıran emperyalist ülkelerin birliğine karşı mücadele etmeyi öncelikli gören Victor Serge gibi birçok anarşistin aksine, Goldman, Lenin’e suikast düzenleyen Sol Sosyal Devrimciler ile birlikte hareket eden ve Moskova’da Komünist Parti bürosunu bombalayarak öncü işçileri öldüren anarşistlerle birlikte tutum aldı. Kronstadt’taki isyanın bastırılmasından sonra ise Rus Devrimi’nin savunusundan bütünüyle koptu. İspanya Devrimi dönemi Goldman, 1936-1939 arasında İspanya’da Franco’ya karşı yürütülen işçi mücadelesine aktif olarak katıldı ve anarşist sendika konfederasyonu CNT’nin uluslararası ilişkiler sözcüsü oldu. Bu yıllar, Goldman’ın prensiplerinin ve siyasi görüşlerinin gerçek bir devrim içinde sınandığı olaylara tanıklık etti. Devrimin erken dönemlerinde Katalonya’da hükümeti devirerek bir işçi iktidarı kurma fırsatını “İktidarı, almayı başaramayacağımız için değil, almak istemediğimiz için almadık. Çünkü biz her tür diktatörlüğe karşıyız” diyerek reddeden CNT liderliği, daha sonra liberaller, reformistler ve stalinistlerle birlikte kurulan kapitalist “Halk Cephesi” hükümetine katıldı. Goldman, CNT’nin bütün geri adımlarını ve ihanetlerini, “faşist güçlerin yenilmesi” gerekçesiyle savundu. Yani, Victor Serge ve benzerlerinin Rus Devrimi için, bir işçi iktidarının savunulması için kullandığı argümanları, bir kapitalist hükümetle işbirliğini meşrulaştırmak için öne sürmeye çalıştı. CNT liderliğinin anarşist ideolojiden çok uzaklaştığını kabul etmekle birlikte, İspanya’da anarşistlerin yanan bir evin içinde bulunduğunu ve eleştiri yapmanın anarşistlerin “yanan bedenlerinin üzerine asit dökmek” gibi olacağını söylüyordu. Kitlelere güvensizlik Ömrü boyunca kapitalizmi yıkmak için uğraşan; kadın haklarının kazanılmasından ifade özgürlüğüne, ücretli köleliğin kaldırılmasından savaşların durdurulmasına birçok alanda ezilenlerden yana olan Emma Goldman’ı bu yönleriyle yüceltirken, onun mücadelesinin bugüne fayda sağlayabilmesi için siyasi zayıflıklarını da anlamak zorundayız. Goldman her zaman kitlelere güvensizlik duydu ve bunun yerine bireyciliği koyarak aydınlanmış bir grubun toplumsal değişimi sağlayacağını düşündü. Bu yüzden, erken dönemlerde 8 saatlik işgünü için mücadele eden işçilerin aptallığıyla dalga geçerken, 1910 yılındaki bir makalesinde anarşist suikastçileri “başkalarının günahını ödemek için kendilerini feda edenler” olarak kutsadı. “Çoğunluklara karşı azınlıklar” makalesinde, tarihin her döneminde toplumun küçük bir kısmının özgürleştirici çabalarda bulunduğunu, çoğunluğun ise bununla ilgilenmediğini yazdı.
Emma Goldman
Bu elitizmi yüzünden, hayatı boyunca mücadele içinde ve kitle örgütleriyle ilişkide olmasına rağmen, belli bir doğrultudaki siyasi görüşleri yaymak için disiplinli bir örgüt inşası yerine diğerlerine danışmanlık veya akıl hocalığı yapmayı seçti. Bu durumun geçerli olmadığı tek dönem, CNT’de görev aldığı İspanya Devrimi’ydi. Ancak o devrimin yenilgisini açıklarken de “Böyle kitlelerin köklü toplumsal değişim getireceğine dair inancımızın bedelini ödüyoruz. İspanya’dakinden daha proleter bir devrim hiç görülmedi ama burada bile aklın büyüklüğü ve karakterin güçlülüğü konusunda muazzam bir yoksulluk vardı” diyordu.
SINIF MÜCADELESİ
GREVLER YAYILIYOR
9
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
METAL İŞÇİLERİ DİRENMEYE DEVAM EDİYOR Yıllardır ilk defa gerçekleşen metal işçilerinin eylemleri sonrasında patronlar saldırılarına başladı, Tofaş’ta iki işçi temsilcisi işten çıkarıldı. Bu duruma tepki gösteren işçiler iş bıraktı, yapılan görüşmeler sonrası işten çıkarılan işçiler işe geri alındı, eylem şimdilik sona erdi. Metal patronlarının örgütü MESS (Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası) tüm işçi önderlerini işten attırmak üzere harekete geçti. 14 Mayıs’ta Renault fabrikasında başlayıp hızla diğer işyerlerine yayılan işçilerin hak arama eylemlerine karşı, patronlar en bildik tavırla karşı koymaya başladılar: İşçi önderlerini işten çıkarıyorlar.
Sançim Çimento işçileri, sendika hakkı için grevde.
n Tekirdağ Çorlu’da bulunan EGO-Elektrikli Ev Aletleri AŞ’de Türk Metal sendikasını eleştirdikleri için 5 işçinin işten atılmasının ardından üretimin durdurulmasıyla başlayan grevin 2. gününde işçiler kazandı. n Renault yönetiminin fiili grevin ardından verdiği sözleri hayata geçirmemesi ve işçilerin seçtiği sözcüleri tanınmamasını protesto eden işçiler, vardiya çıkışı eylemlerini sürdürdü. n İstanbul Pendik’te havuz kaplama malzemeleri üreten SeraPool fabrikasında 1 işçinin işten atılması üzerine işçiler iş durdurarak işten atılan arkadaşlarına sahip çıktı. n ORS işçilerinin seçtikleri sözcü adaylarının tanınması talebiyle başlattığı üretimi durdurma eylemi 2. gününde anlaşma ile sonuçlandı. n Bu hafta greve çıkmaya hazırlanan Polimer Kauçuk işçileri, patronu son kez uyardı. Petrol-İş sendikasında örgütlü olan 2 bin 200 işçi, Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesinden Çerkezköy’e uyarı yürüyüşü yaptı. n Sançim Çimento işçileri Cam Keramik-İş sendikasında örgütlenerek çoğunluk sağlamalarına ragmen patronun baskısıyla karşılaşınca iş bıraktı. n İşten atılan Ford Otosan işçileri, üyesi oldukları Birleşik Metal-İş Sendikası ve yöneticileriyle fabrika önünde eylem yaparak mücadeleye devam mesajı verdi. n DİSK Gıda-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atılan Divan Pastanesi işçileri, bir kez daha Taksim’deki Divan MARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım
FAYDALI İŞBİRLİKLERİ Şu ana dek hep HDP’nin zaferinin burjuva siyasetini alt üst edişi ve parlamenter sonuçları konuşuldu. Asıl önemli olan her yüz seçmenden 13’ünün radikal sol politikalara oy vermesinin yarattığı moral üstünlük, yayılmakta olan mücadelelere etkisi ve bilinçlerdeki değişim. Gezi Parkı’nda direnişin kendi sorunlarını çözen mükemmel işleyişine dayanışma diyorduk. İktidar araçlarından ve medyadan yoksun eylemciler, yoğun devlet terörüne karşı ortak talepleri etrafında bir araya gelerek müthiş bir iş başardı. Ortak hedefleri kazanmak için mücadele etrafında gelişen aktivistlerin faydalı işbirliğiydi bu. HES’lere, termik santrallere, doğanın ve yaşam alanları-
Otel önünde eylem yaparak “Sendika haktır, engellenemez” dedi. n Çerkezköy’de kurulu Eaton’da Petrol-İş üyesi yüzlerce işçi, patronun sendikayla masaya oturmamasına karşılık fabrika önünden Çerkezköy merkeze yürüdü. n Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’nde çalışan Genel-İş üyesi taşeron işçileri kadro hakları için eylem yaptı. n Tuzla’da bulunan Çan Ortak/Norm Sanayi fabrikasında Petrol-İş sendikasına üye oldukları için işten atılan 12 işçinin direnişi ikinci haftasını doldurdu. n Adıyaman Üniversitesi’nde çalışırken ihalenin değişmesi ile birlikte işsiz kalan taşeron işçileri eylem yaparak kıyımı protesto etti. n DİSK, 15-16 Haziran 1970’teki işçi direnişini Bursa’da kutladı. Kent Meydanı’nda bir araya gelen DİSK’e bağlı sendikalara üye işçiler, buradan Fomara Meydanı’na yürüdü. n Kocaeli’de ‘Toplum Yararına Program Projesi’ kapsamında güvencesiz olarak çalıştırılan işçiler 4 ay sonra ‘proje sona erdi’ denilerek işten çıkarılmalarına tepki gösterdi. n Adana PTT Başmüdürlüğü’nde çalışan Nakliyat-İş üyesi taşeron işçileri, eylem yaparak çalışma şartlarının düzeltilmesini istedi. n Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulu bulunan dünyaca ünlü Ferrero çikolata fabrikasının işçileri, sendika seçme haklarının tanınması için kokart takma eylemine başladı.
Buna karşılık işçiler de ilk saldırıya karşı birlik olup direndiler, işten çıkarılan arkadaşlarına sahip çıktılar. İşte bu duruş çok önemli. İlk saldırının arkasından elbette başka saldırılar da gelecek. İşten çıkarmalar, işyerinde mobbing uygulamaları patronların ilk elde yapabilecekleri. İşçi hareketinin Mayıs ayında başlayıp yirmi gün devam eden direnişleri, patronlarda büyük bir korku yarattı, ihracat rakamları düştü, üretim ve gelir kayıpları yaşadılar. İşçi taleplerinin karşılanması durumunda patronların kendi kazançlarından daha büyük kayıplar yaşayacakları ortada. İşte bu durum patronları alabildiğine saldırgan yapıyor. İşçileri bu süreçte zor günler bekliyor. Patronların saldırısına uğrayan tek bir işçiye bile sahip çıkılmazsa, mücadele kaybedilmeye başlar. Her işçi diğer arkadaşından sorumludur. O nedenle Tofaş’ta yaşanan işten çıkarmalar, işçilerin kırmızı çizgisidir. İşçiler bu saldırılara direnmek zorundadır. Hiçbir işçi patronların karşısında yalnız bırakılmamalıdır. Patronlar bu süreçte işçileri tek tek yenmek için uğraşacaktır, buna izin verilmemelidir. İşçi örgütleri, sendikalar metal işçilerinin direnişine sahip çıkmalıdır. Şimdiye kadar işçilere verilen destek çok sınırlı kaldı. Seçim sürecinin sıcaklığı da bu desteğin sınırlanmasına yol açmış olabilir. Ama artık seçimler sonrası başka bir Türkiye ortaya çıkmıştır. Patronların, kapitalistlerin yenildiği, emekçilerin kazandığı bir seçim yaşadık. HDP’nin zaferi sonucu, uzun yıllardır ilk defa Meclise emeğin çıkarlarını savunacak bu kadar çok milletvekili girdi. Bu avantajımızı da kullanarak, metal işçilerinin direnişinin başarı ile sonuçlanması, patronların saldırılarının püskürtülmesi için birlik ve dayanışma içerisinde olmalıyız. Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber, ya hiç birimiz.
nın yıkımına karşı dört bir yandaki direnişlerden Kamp Armen’e uzanan, Bursa’da otomotiv fabrikalarında ses bulup oradan bir işyerine yayılan ve devam eden işçi hareketinin sahiplendiği bu anlayış yeni mücadele dönemini belirliyor.
Yeni hareket, parti bayrakları ve flamaları, uzun ve bıktırıcı analizlerle dolu masa başı toplantıları, türlü isimler adı altında sol partilerin şu ya da bu aritmetik birliğine değil kazanmak isteyen aktivistlerin faydalı işbirliğine dayanıyor.
12 Eylül ve 28 Şubat darbeleriyle perçinlenen 35 yıllık neoliberalizm hakimiyet bitti.
HDP’nin seçim zaferi, Gezi’yi takip ederek yayılan, 40 yıllık Kürt özgürlük mücadelesi ve Kobane direnişiyle birleşerek Erdoğan ve AKP’yi yenen Batı’daki mücadelelere yarayacak. Her bir mücadelede birleşmek, ayrı süren mücadeleleri birleştirmek ve kazanmak için harekete geçme zamanı.
Küresel kapitalizme tam entegrasyonla geçen bu uzun dönemde ne güçlü sendikalarımız ve demokratik örgütlenmeleriz ne de ekonomik ve siyasi taleplerini savunacak kitlesel partilerimiz vardı. Bursa’da işçi sınıfını ayağa kaldıran direniş, fabrikalardaki taban örgütlerinin üzerinde yükseliyor. İşçiler her yerde ya mevcut sendikalara üye olmak ya da işbirlikçi sendika yönetimlerinden kurtulmak için ayağa kalkıyor. Protestodan somut talepleri kazanmak için örgütlenmeye ve mücadeleye, işgale, greve, direnişe geçtik.
İktidar, devlet ve paradan yoksun sıradan insanların, ezici çoğunluğun yararına bilinçli eylemleriyle yeni bir dünya yaratabileceği fikri sosyalizmin özüdür. Renault fabrikasındaki işçi komitesinde, Kamp Armen’deki direniş forumunda, Yırca’da holdinge karşı zeytin ağaçlarını savunan köylü-aktivist ağındaki bu öz beliriyor.
10 MEKTUPLAR
KADIKÖY IRKÇILIĞA GEÇİT VERMEDİ TOPLANTI DUYURULARI 18 Mayıs Perşembe 19:00
SURİYE HALKI YALNIZ DEĞİLDİR Akçakale sınır kapısında sıcakta aç suzuz bekletilen Suriyelilerle dayanışmak için hemen kolları sıvadık. Irkçılığa Ve Milliyetçiliğe DurDe platformu tarafından bir basın açıklaması çağrısı yapıldı. Basın açıklamasına katılım çok geniş olmadı. Eylemi internetten duyan ve katılan aktivistlerden birisi, binlerce insanın katılmasını beklediğini söyledi. Oysa Suriye devrimiyle dayanışma eylemleri de Suriyeli sığınmacılarla dayanışma eylemleri de hiçbir zaman büyük kalabalıkların desteklediği eylemler olmuyor. Bunun nedenlerinden birisi, sanırım, kemalizmin yaygın görüşlerinden olan Arap düşmanlığı. Bir başka neden, Suriyeli sığınmacılarla dayanışmanın AKP’yle dayanışmak olarak algılanması. Diğer bir neden, İslamofobi ve sığınmacıların büyük çoğunluğunun dindar insanlar olması. Son olarak Esad’ı Suriye halkına tercih eden bir siyasi görüşün Türkiye’de sol olarak yansıtılması. Yine de bütün bu engellere rağmen, Suriyeli sığınmacılarla dayanışmak çok önemli. Dayanışmayı sürdürmemiz, büyütmemiz gerekiyor. Sadece sosyalist olmanın değil, insan olmanın da gereği bu. Şemsi Dinç
ŞİŞLİ ÖZGÜR EĞİTİM YOLUNDA FARKLI ARAYIŞLAR Konuşmacı: Serbun Behçet Nakiye Elgün Sok. No:32/3 Osmanbey
ÜSKÜDAR SEÇIM SONUÇLARI VE ANTİKAPİTALİST SEÇENEK Konuşmacı: Şenol Karakaş Daimler Cafe Tunusbağı Caddesi 46/B
Kadıköy’de anti-faşistler yakılan kiliseye yürüyor. Kadıköy’de son bir yıldır artan ırkçı saldırılara karşı bir araya gelen Irkçılığa Geçit Yok İnisiyatifi geçen hafta Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi’ne yapılan saldırı sonrası bir eylem düzenledi. Seçim sürecinde hükümet yetkilileri ve Erdoğan’ın nefret söylemleri sonrası ülke genelinde yaşanan ırkçı saldırılardan bir tanesi de Kadıköy’de yaşanmıştı. Akşam saatlerinde kilise kapısını ateşe veren saldırgan tekbir getirerek Yahudilere karşı slogan atmıştı. Ertesi akşam için eylem çağrısı yapan İnisiyatif ırkçı saldırıyı protesto etti. Caferağa ve Yel değirmeni dayanışmaları, Lambda İstanbul, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De, AKA-DER ve Halkların Demokratik Kongresi bileşenlerinden oluşan İnisiya-
tif’in eylemine Kadıköy halkından büyük destek geldi. Eylem boyunca “nefret sizin insanlık bizim”, “kiliseye, havraya, komşuma dokunma”, “geçit yok geçit yok ırkçılığa geçit yok” sloganları atarak yürüyen ırkçılık karşıtları son aylarda Kadıköy’de arka arkaya gerçekleşen ırkçı saldırıları protesto ederek emniyetin her defasında saldırganları “akli dengesi yerinde değil” ve “münferit bir olay” diyerek geçiştirmesini protesto etti. Yürüyüş sonrası Aya Triada önünde bir basın açıklaması düzenleyen İnsiyatif saldırılara karşı tüm halklarla dayanışma içerisinde olmayı sürdüreceklerini ilan etti. Özdeş Özbay
SOSYALİST İŞÇİ’Yİ ARAYIN: Ankara 05324750150 Sincan: 05397440268 İstanbul Beyoğlu: 05368474650 Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099 Kadıköy: 05334479709 Üsküdar: 05075550272 İzmir 05544602111 Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445 Üniversiteler 05397980171
KAMP ARMEN DİRENİYOR, DİRENECEK Bugün 41. gün. Kamp Armen hala vakfa iade edilmedi. İadenin gerçekleştirileceğine dair çıkan haberlerle kamuoyunda dolayısıyla da Kamp’a gelen dayanışmacılarda bu mücadelenin kazandığına dair bir izlenim uyandı. Bu haberlerin ardından hiçbir somut adım atılmadığı gibi uzun bir süre süreçle ilgili haber de alınamadı.
yız. Herkesi Tuzla Kamp Armen’e direnişi yükseltmeye bekliyoruz.
Kamp, Ermeni Halkı’na iade edilene kadar biz burada-
İdil Ügüt
Gelemeyenlerin de bulundukları yerlerde, sokaklarda, sosyal medyada bu dayanışmayı büyütecek adımlar atması gerekiyor.
AKTİVİZM 11
“NEFRETE VE ŞİDDETE KARŞI BİZE BİR YASA LAZIM”
AYLA DEREN
6. Trans Onur Haftası 22-28 Haziran 2015 tarihleri arasında gerçekleşecek. LGBTİ Dayanışma Derneği’nin trans hakları mücadelesini görünür kılmak amacıyla düzenlediği Trans Onur Haftası’nın programı 15 Haziran’da yapılan basın toplantısıyla açıklandı. 21 Haziran’da Taksim’de yürüyüşle sonlanacak Onur haftası boyunca paneller, filmler, atölyeler, gösteriler ve partilerden oluşan programda "Türkiye’de LGBTİ Bireylerin Sosyal ve Ekonomik Sorunları", "Akran Zorbalığı- Beden Eğitimi Dersine Queer Bir Bakış", "Lezbiyenler İçin Cinsel Sağlık", "Hapiste LGBTİ", "Seks İşçiliği Özelinde LGBTİ Hakları ve Şiddet", "Ermenistan’da LGBTİ Mücadelesi", "Yerel Yönetimler ve LGBTİ", “Sakatlık ve LGBTİ” gibi konular tartışılacak. Onur Haftası’nın en önemli
özelliği, LGBTİ’lerin deneyimlerinin paylaşılacağı etkinliklerle deneyimleri ve kimlikleri baskılayan toplumsal yapıyı birlikte değiştirmek isteyen herkese seslenmesi: hafta boyunca yaşamın her alanında “normal” kavramını sorgulayanlar buluşacak. Bu seneki Trans Onur Haftası’nın temel mesajı “Bize Bir Yasa Lazım”. Bu mesajla bir süredir çalışmalarını sürdüren İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği’nden Deniz Tunç tüm basın toplantısında insan hakları savunucularını haftaya katılmaya çağırdı. Tunç’un çağrısı şöyle “Uzun süredir üzerinde çalıştığımız ‘Bize Bir Yasa Lazım’ kampanyamızla tüm insan hakları savunucuları hem hafta etkinliklerinde bizle olmaya hem de yürüyüşe katılmaya
NÜKLEER ANLAŞMA İPTAL EDİLSİN! NURAN YÜCE
Türkiye’nin “gelişmiş” ülkeler gibi nükleer santrale sahip olma isteğinin tarihi eskilere dayanıyor. Türkiye’nin 1970’lerde başlayan nükleer macerası farklı hükümetlerce defalarca gündeme getirildi. Her bir hükümetin girişimi başarısız oldu. Bu girişimler sırasında yüklü miktarlarda komisyonların rüşvetlerin verildiğini açıktan ilk kez eski başbakanlardan Mesut Yılmaz’dan duymuştuk. Mesut Yılmaz 2000 yılında iptal edilen nükleer ihalesinin ardından, ihaleye katılan 3 firmanın “masrafları” için, her birine 30 milyon dolar ödeme yapılmasını talep etmişti. Nükleer ihalelerinde havadan dağıtılan paraların projenin maliyetinin %10’u civarında olduğu hep söylenirdi, 2000 yılında iptal edilen nükleer ihalesinin ardından talep edilen para da bu oranı doğruluyordu. Üç santral dayatması AKP hükümeti iktidara geldiği günden beri nükleer santral kurma konusunda ısrarcı oldu. Daha önceki hükümetlere göre çok daha kararlı olduğunu sık sık dile getirdi. Bir nükleer santral yetmez iki, üç santral yapacağız dedi. Hükümetin şu anda yapımı kesinleşen iki nükleer santral
yatırımı bulunuyor. 2020 yılında faaliyete girmesi planlanan, Rusya nükleer kamu şirketi Rosatom tarafından inşa edilecek ve işletilecek olan Akkuyu Nükleer Enerji Santrali için kazma vurulmuş durumda. İkinci santral için de Sinop seçilmiş durumda. Bu santralin yapımına 2017 yılında başlanıp 2023 yılında faaliyete girmesi planlanıyor. Japonya ile devletlerarası bir anlaşma ile Sinop’ta kurulması planlanan santralin maliyeti de 20-22 milyar dolar civarında. Üçüncü santral müjdesi de Tayyip Erdoğan tarafından Türkiye genelinde yaşanan elektrik kesintilerinin ardından “Türkiye’nin enerji ihtiyacı her geçen gün artıyor” denilerek verilmişti. Nerede yapmak istediklerini henüz bilmiyoruz ama yine Japonya tarafından yapılacağı söyleniyor. Bu santralin maliyeti de diğerleri gibi 20 milyar dolar olması durumunda, üç nükleer santralin bütçesi 6065 milyar dolara ulaşıyor. Nükleer santrallerin yapımında hep yaşanan bir durumu; inşa sürelerinin uzaması, güvenlik testlerinden bir türlü geçememelerini ve bunların maliyetleri artıran unsurlar olduğunu da dikkate alırsak, Türkiye’nin kurmak istediği üç santralin bütçesi 65 milyar dolardan çok daha fazla olacak. Bu büyük yatırımın %10’unun bir kısmı şimdiden birilerine verildi ya da veri-
davet ediyoruz. Biz yıllardır nefret cinayetlerinin önüne geçmek için bize nefret suçları yasası lazım olduğunu söylerken, tüm toplumu baskı altına alan bir yasayla karşılaştık. İç Güvenlik Yasası adı altında hepimiz tehdit altındayız. Bu sene de özellikle bu yasaya dikkat çekeceğiz ve hem yasanın kaldırılmasını hem de nefret suçları yasası çıkmasını talep edeceğiz.” İzmir’de 3. gerçekleşen Onur Yürüyüşü ise geçen seneye göre daha fazla kitleseldi. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına karşı birlikte mücadele çağrısında bulunulan yürüyüşte;”Velev ki ibneyiz, alışın her yerdeyiz”, “Ay ayol her her yer ibne her yer ibne”, “Devlet kaç kaç ibneler geliyor”, “Nerdesin aşkım? Burdayım aşkım” sloganları en çok atılan sloganlar oldu. leceği sözü verildi. Çernobil, Fukuşima nükleer patlamalarının sonuçlarını biliyoruz. Nükleer enerjinin en pahalı, en tehlikeli enerji türü olduğunu da biliyoruz. Yüzlerce yıl hiçbir canlı türü ile hava, su ve toprakla temas etmemesi gereken tehlikeli atıklar üreten nükleer enerjiye mahkum olmadığımız da çok açık. AKP hükümetinin ilk planlamasına göre şimdiye kadar Türkiye’nin ilk nükleer santralinin bitmesi gerekiyordu. Yapamadılar, nükleer karşıtlarının mücadelesi, nüfusun büyük kısmının nükleer santral istememesi nükleer santral yapmalarına engel oldu. 7 Haziran seçimlerinden sonra şimdi işimiz daha kolay, meclis çoğunluğu var diye gayri hukuki, gayri meşru yollarla imzaladıkları nükleer ihalelerini tek tek iptal ettirebiliriz. Anlaşmaları iptal etmek için verilmesi gereken rüşvetleri de anlaşmayı imzalayanlar kendi ceplerinden versinler. Böylece paraları sıfırlama konusunda zorluk yaşamazlar ve sadece Türkiye için değil tüm dünya için hayırlı bir iş yapmış olurlar.
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
FAŞİST PARTİ KAPATILMALI
MHP’NİN KANLI TARİHİ MHP her zaman devletin en derin güçleri tarafından desteklenen bir çetedir. On binlerce Kürt’ün öldüğü 30 yıllık savaş ülkücü faşistlerin eğitim sahası oldu. MHP 1980 öncesinde sokakları kana bulamakla kalmayan Çorum ve Maraş katliamlarının bizzat faili olan bir geleneğin devamcısıdır. Şimdiye kadar beş kere MHP’den milletvekili adayı olan ve son seçimlerde meclise giren Mustafa Mit bir katliam faili. 1978’de Abdullah Çatlı’nın da aralarında olduğu bir grup faşist, Türkiye İşçi Partisi üyesi üniversite öğrencilerinin kaldığı eve silahlarla zorla girmiş ve öğrencileri katletmişti. Öğrencilerden biri havluyla boğularak geri kalanı başlarından vurularak öldürülmüştü. Şimdi MHP milletvekili olan faşist Mustafa Mit bu planlı katliamda kullanılan aracın sahibiydi. 16 Mart Beyazıt katliamından yüz on bir Alevi’nin öldürüldüğü Maraş’a MHP’nin tarihi Kürtlere, Ermenilere, Alevilere, sosyalistlere ve bütün ‘ötekilere’ dönük saldırıların, cinayetlerin, katliamların tarihidir.
KENDİLERİNDEN BAŞKA HERKESE DÜŞMANLAR Erzurum: İçinde şoför varken ülkücü faşistler tarafından yakılan Koalisyon denklemleri arasında MHP adlı faşist partinin
adı sanki sıradan, merkez bir partiymişcesine anılıyor. Hangi partilerin koalisyon oluşturup hükümeti kuracağı değil sokaktaki mücadele bizi ilgilendirmeli. Ancak koalisyon tartışmalarında önemli olan tek şey faşist partinin yer alıp almayacağı. Çünkü MHP sıradan bir parti değil. MHP tarihi boyunca elinde Kürtlerin, Müslüman olmayan azınlıkların, LGBTİ’lerin kanı olan ve kan dökmekten de hiçbir zaman vazgeçmemiş olan bir faşist partidir. Son yıllarda Devlet Bahçeli özellikle medya tarafından ‘sakin lider’ olarak lanse edilmeye çalışılıyor. Oysa Bahçeli ne zaman konuşsa devleti arkasına alarak yüzlerce ocakta örgütlenmiş ülkücüler saldırıyor.
Egemen medyada MHP’nin merkez parti gibi görülmesini sağlayan şey faşist partideki değişim değil merkezde artan milliyetçilik. AKP sağa kaydıkça, Kürt sorununda çözüm masasını devirdikçe, Ergenekoncu katilleri sokağa saldıkça, HDP’yi ve Kürtleri hedef gösterdikçe MHP’ye yaklaşıyor . Sonuçta kazanan faşist parti oluyor. Koalisyon seçeneği haline getirilerek MHP meşrulaştırılıyor. MHP meşrulaştırılamaz. MHP’yle ancak mücadele edilir. Faşist partinin seçim sonuçlarının açıklandığı andan itibaren söylediği tek şey çözüm sürecinin bitirilmesi oldu. Varlık nedeni Kürt halkına düşmanlık olan MHP savaştan, çözümsüzlükten yana. Koalisyonda MHP’nin olması demek savaş demektir.
AVRUPA: NAZİLERE GEÇİT YOK
Avrupa’da göçmen düşmanlığı yaparak örgütlenen ırkçı, faşist hareketlere karşı sürdürülen mücadele ilham verici. Almanya, Yunanistan, İngiltere gibi ülkelerdeki anti faşist hareketler faşistlere geçit vermiyor. Almanya’da ırkçı Pegida örgütünün gösterileri sokağa çıkmaya çalıştıkları her şehirde ırkçılık karşıtları tarafından engelleniyor. Birkaç yüz ırkçının eylemi ‘mülteciler hoşgeldiniz’ diyen onbinler tarafından bloke ediliyor. İngiltere’de ırkçı UKIP geçen Mayıs ayında anketlerde yüzde 25-30 oy oranında görünürken, ırkçılık karşıtlarının izolasyon ve teşhir kampanyası sayesinde seçimlerde yüzde 12’lere düştü. Yunanistan’da Altın Şafak’ın kapatılması için verilen mücadele örgütün göçmenlerin öldürülmesi dahil olmak üzere işlediği suçlardan yargılanmasının yolunu açtı.
MHP’nin kapatılması gerektiğini savunanlara ‘ama bu demokratik değil, onlardan ne farkınız kaldı’ diye eleştiri yöneltenler yanılıyor. MHP sıradan bir parti değildir faşisttir, Nazi’dir. Derin devletin kirli işlerinin tetikçileri faşist kadrolardır. MHP Türk olmayan herkese yönelik ırkçı nefreti örgütlüyor. Irkçılık düşünce özgürlüğü olamaz. Irkçılık bir insanlık suçudur. Demokraside ırkçılığa, faşizme yer yok. Esas anti demokratik olan eli kanlı bir çetenin örgütlenmesinin meşru görülmesidir. MHP’nin kapatılması halkların kardeşliğine düşman organize suç çetesinin Kürtlere, Alevilere, Ermenilere, LGBTİ’lere, sosyalistlere dönük yeni saldırılarını önlemenin ilk adımıdır. Faşistlerin örgütlenmesi engellenmeli, hiçbir platformda söz hakkı tanınmamalıdır.
YÜKSELİŞİ ÖNLENEBİLİR MHP’nin yükselişi dikkatle gözlenmeli ancak abartılmamalıdır. Son 30 yıldır faşist partinin örgütlenmesinin temel motivasyonu Kürt sorunu oldu. Çözüm süreciyle birlikte varlık nedenini kaybetmek üzere olan faşistler bir yandan yeni düşman olarak Suriyeli mültecileri hedef gösterirken diğer yandan son gücüyle Kürtlere saldırmaya çalışıyor. Ancak saldırıları kitleselleşemiyor. MHP savaşı kışkırttıkça toplumdaki barış isteğinin ne kadar güçlü olduğu ortaya çıkıyor. Faşistleri geriletebileceğimize dair güven veren ilk şey seçimlerde HDP’ye oy veren altı milyondan fazla insandır. 7 Haziran Türkiye tarihinin en büyük barış eylemlerinden birine dönüşerek milliyetçilere oynamak için sağa kayan AKP’ye de sağ politikaların kaymağını yemeye çalışan MHP’ye de yanıt oldu. MHP’yi engellemenin yolu her türlü milliyetçi, ırkçı fikre karşı istikrarlı bir şekilde mücadele etmektir. Şimdi barıştan ve halkların kardeşliğinden yana olan milyonlardan alınan güvenle MHP’nin meşru olmadığını savunan anti faşist bir kampanya için kolları sıvama zamanı.