DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
529
1 Temmuz 2015 2 TL. sosyalistisci.org
SURİYE’DE SAVASMA ,
KOBANE’YLE DAYANIS! , YUNANİSTANLI SOSYALİST PANOS GARGANAS: “HAYIR OYU ANTİKAPİTALİST BİR CEVAPTIR”
sayfa 5
BÜLENT SOMAY: KOMÜNİST MANİFESTO DEVRİMCİ PRATİĞİN TEMEL METNİ
sayfa 8
OYALAMAYA SON! KAMP ARMEN ERMENİ HALKINA İADE EDİLSİN!
sayfa 11
2
GÜNDEM
DÜZEN PARTİLERİ KİRLİ PAZARLIKLARDA SAVAŞA HAYIR! KÜRT DÜŞMANLIĞINA HAYIR! IŞİD’in Kobanê’ye saldırısında ölü sayısı 200’ü geçti. Bu çok vahim bir katliam. IŞİD aynı anda üç ülkede saldırdı. Bu IŞİD’in tüm ABD bombardımanına rağmen gerilese de, güç gösterisi yapmayı sürdüreceğini gösteriyor. IŞİD’e karşı mücadele çok önemli. Fakat aynı öneme sahip olan bir başka gerçek de Esad’a karşı mücadele. IŞİD ve Esad, birbirini besliyor. Birbirine bağlı. İkisi de Arap ayaklanmalarına karşı. İkisi de Kürt hallkının özgürlüğünden son derece rahatsız oluyor. Türkiye devleti ise “karmaşık duygulara” sahip. Bir yandan Esad’a karşı Türkiye, bir yandan IŞİD’e terörist diyor ama PYD’den IŞİD’den duyduğundan daha fazla rahatsızlık duyuyor. Öte yandan NATO üyesi, ABD’yle ittifak halinde. ABD’den bağımsız bölgede su içmeye bile gidemez. Ama aynı zamanda bölgesel güç olduğunu, güç gösterisi yaparak kanıtlamanın peşinde. Üstelik içeride büyük bir istikrarsızlık çukuruna yuvarlanmış durumda. Erdoğan’ın başkanlık hayalleri suya düştü ve düşmez kalkmaz sanılan AKP hükümeti 7 Haziran seçimlerinde yenildi. Artık hükümet değil. Sınırda, Küt Özgürlük Hareketi, Kobanê’yi kurtarmakla kalmadı, IŞİD’in önlenemez sanılan yürüyüşünü de önce durdurdu, sonra Kobanê’den söktü attı. Türkiye’nin sınırında kilometrelerce alan artık PYD’nin kontrolünde. Bu düğüm düğüm olmuş siyasi, askeri, coğrafi koşullarda Erdoğan savaş tamtamlarını çalmaya başladı. “Sınırlarımızın hemen yanı başında yeni bir devlet oluşumuna izin vermeyiz” açıklamasını yaptı. Sınırı geçip “güvenli bölge” adını verdiği askeri bir koridor açma tehdidinde bulundu. Bu satırlar yazılırken, güvenlik toplantısında Suriye’ye müdahale sorununun ele alınacağı açıklandı. Bu, Türkiye’yi ölümcül bir maceraya sokmaktır. Suriye’ye müdahale, çok açık ki IŞİD’e müdahaleymiş gibi gösterilen bir Rojava müdahalesi olacaktır. İki yıldır çözüm sürecinde elde edilen tüm kazanımlar buharlaşmakla kalmayacak, devlet, bütün Kürtlere savaş ilan etmiş olacaktır. ABD’nin onayı olmadan Türkiye’nin askeri bir adım atması mümkün değildir ve ABD’nin böyle bir gelişmeye onay vermesi düşünülemez. Yine de devletler bazen maceralara atılmak anlamına gelen akıl dışı politikaları uygulayabilirler. Erdoğan, dar siyasal çıkarlar için Türkiye’yi bölgesel bir meydan okumanın, kan ve barut gölünün ortasına atabilir. Bir kez daha hatırlatmak gerekiyor: Suriye’ye askeri müdahale, Rojava’ya askeri müdahaledir. Tüm Kürt halkına savaş açmaktır. Bu deliliktir ve sınır güvenliğiyle hiçbir ilgisi olmayan bir tutumdur. Sınır güvenliğini sağlamanın yolu, IŞİD’e karşı tedbir almakta samimi olanlar açısından basittir: Bu yol askeri müdahaleden değil, Kobanê’yle dayanışmaktan geçer. Savaşa hayır! Askeri müdahaleye hayır! Güvenli bölge adı altında sınır ötesi operasyonlara hayır! Kürt sorununda çözüm sürecine devam!
Genel seçimlerin ardından yeni meclis için yeminler edildi. Koalisyon görüşmelerinin öncülü olarak Meclis başkanlığı seçimi için temaslar yapılıyor. Daha önceden AKP ile MHP arasındaki yakınlaşma dikkat çekerken, büyük sermayenin de yönlendirmesiyle son günlerde öne çıkan seçenek AKP ile CHP arasında kurulacak bir “büyük koalisyon”. Seçimlerden önce CHP’liler ve basgeççiler sürekli olarak HDP’lilere “AKP ile anlaşacak mısınız?” diye sorarak basınç yaratmaya çalışıyorlardı. Şimdi kendi partileri AKP ile koalisyon kurmaya hazırlanıyor.
Patronlar AKP’yle devam etmek istiyor Hem TÜSİAD hem de MÜSİAD için AKP’siz bir seçenek hayal dahi edilemiyor. Patron örgütleri ekonominin AKP’nin liderliğinde sürdürülmesini istiyor. Tayyip Erdoğan’la zaman zaman atışan TÜSİAD’lılar, seçimlerde burnu biraz sürtülmüş bir AKP ile devam etmekten oldukça memnun olacaklar. Çünkü Erdoğan/Davutoğlu ikilisinin neoliberal politikaları sayesinde 13 yıldır zenginliklerine zenginlik katıyorlar. Muhafazakâr burjuvaların örgütü MÜSİAD ise zaten AKP’ye duacı. Onlar da yoksulların aleyhine, patronları kollayan bir koalisyonun AKP liderliğinde kurulmasını istiyorlar.
FAŞİZM İÇİN EKMELEDDİN MHP’nin meclis başkanlığına aday olarak gösterdiği Ekmeleddin İhsanoğlu, faşist lider Bahçeli’nin “HDP’yi yok saydıkları” söylemine paralel olarak, temasları sırasında HDP’yi ziyaret etmeyeceğini söyledi. Geçen yıl yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde, İhsanoğlu, MHP ile CHP tarafından ortak aday olarak çıkartılmış, kimi “solcular” ve ulusalcı sosyalistler bu isme oy vermişti. İhsanoğlu o dönemki sloganının aksine “ekmek için” değil Kürtleri ezmek için mücadele edenlerin safında ve 6 milyon kişinin iradesini görmezden geliyor.
YOLSUZLUKLARI UNUTMAYA HAZIRLAR! MHP’den Ümit Özdağ, "Erdoğan'ın Saray’dan Çankaya Köşkü’ne taşınması ile 4 bakanın Yüce Divan’a yollanması olmazsa olmazımız değil" dedi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise 17-25 Aralık gibi konularda AKP'ye karşı "rövanşist olmayacaklarını" söyledi. Bir dönem tüm siyasetini bu yolsuzlukların üzerine gidilmesi etrafında şekillendiren egemen sınıf partileri, AKP ile koalisyon hesaplarına başlayıp çark etti.
HDP’NİN KOALİSYON ŞARTLARI Demirtaş, Özgür Gündem gazetesinin kendisiyle yaptığı röportajda, HDP’nin koalisyon şartlarını açıkladı: Demokrasi, adalet ve barış. HDP Eş Başkanı ayrıca, “Artık AKP, CHP, MHP eskisi gibi bir araya gelip katliam politikalarını, inkârcı politikaları, yok sayma politikalarını hayata geçiremezler. Eskiye dönüş mümkün değil” diyor.
BARIŞA DEVAM!
Koalisyon ve istikrar tartışmalarının ortasında çözüm süreci ikinci plana atılmak isteniyor. Beşir Atalay, süreci seçimler sebebiyle AKP’nin durdurduğunu itiraf etmişti. HDP ise barışın garantisi olarak 80 vekille parlamentoya girdi ve sürecin devam ettirilmesini talep ediyor. AKP koalisyon tartışmalarında çözüm sürecinin devamını kırmızı çizgi olarak öne sürse de bununla neyi kastettikleri açık değil. Zira Tayyip Erdoğan seçim öncesi defalarca “Kürt sorunu yoktur” diye ilan etmişti. AKP’nin Dolmabahçe mutabakatına dönüp dönmeyeceği belirsiz. CHP, koalisyon ilkelerini sıraladığı 14 maddelik listede Kürt sorununa yer vermedi. Demek ki kemalist partiye göre, 50 bin kişinin öldüğü, on milyonlarca kişiyi ilgilendiren bu yakıcı sorun, ülke gündemindeki en popüler 14 konu arasında yok. CHP’nin “değiştiğini” iddia edenler 5 yıldır beklemeye devam ediyorlar. MHP ise koalisyon tartışmalarında Ak Saray ve yolsuzluk maddelerini geri çekebileceğini açıklarken, çözüm sürecinin bitirilmesi ısrarından bahsetmiyor. Faşistler, Kürtlere karşı topyekûn imha politikaları uygulanmasını istiyor. Bütün bu koşullarda, HDP’nin başarısının getirdiği havayı da arkamıza alarak, öncelikle Abdullah Öcalan üzerindeki tecride son verilmesi ve görüşmelerin yeniden başlaması, daha sonra ise Dolmabahçe’deki mutabakata dönülerek çözüm sürecinin bunun üzerinden inşa edilmesi ve somut adımlar atılması için kitlesel kampanyalar inşa etmeliyiz.
“Heteroseksizmin; homofobi, bifobi ve transfobinin; inkarcı genel ahlakın, ayrımcılığın, nefretin ve şiddetin kurucusu, sürdürücüsü normlara ve normallere inat biz normal değiliz!” İstanbul LGBTİ Onur Haftası Komisyonu
GÜNDEM
AKP’NİN SAVAŞ PLANLARINA GEÇİT YOK
3
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
BARIŞ SÜRECİ VE ÖCALAN Haftalardır Abdullah Öcalan’a tecrit uygulanıyor. Bu çok tehlikeli. Çözüm süreci, tamam, bozulmuş olabilir, Dolmabahçe mutabakatı Erdoğan ve dönemin hükümeti tarafından çiğnenmiş olabilir. Tecritin sürmesi, Abdullah Öcalan’ın son dönemde yaşanan tüm gelişmeler hakkında fikrini açıklayamaması, Dolmabahçe mutabakatını bozmaktan, çözüm süreci masasının etrafını boş bırakmaktan bile çok daha tehlikeli. Öcalan’ın koşulları, Kürt halkının sinir katsayısını belirleyen temel etken. Abdullah Öcalan, Kürt halkının lideri, Kürt Özgürlük Hareketi’nin bütün bileşenlerinin ortak sözcüsü ve temsilcisi.
2010 referandumunda ‘hata’ yaptıklarını söyleyen Erdoğan tutuklu darbeci generalleri serbest bıraktırmıştı. Basına sızan haberlere göre, AKP hükümeti, hem 7 Hazi-
ran seçimlerinden kısa bir süre önce hem de seçimlerin ardından Tel Abyad YPG’nin eline geçtikten sonra TSK’ya sınırın güneyine olası bir müdahale için talimat hazırlığı vermiş. Mesele ulusalcı basın organlarında “TSK, AKP’ye direndi” şeklinde, orduyu parlatmak için kullanılıyor olsa da, daha tehlikelisi AKP’nin Suriye’ye yönelik savaş politikası.
TSK’ya verilen talimatın, IŞİD ve PYD’nin Suriye’nin kuzeydeki bazı bölgeleri ele geçirmesi karşısında oluşacak “tehdide” yönelik olduğu bildiriliyor. Türkiye devletinin ve TSK’nın askeri olarak müdahale ettiği hiçbir yerde “güvenliği” sağladığı görülmemiştir. Ordunun tarihi Kürdistan’daki katliamlarla doludur. Kıbrıs’ın kuzeyinde Türkiye ordusu işgalcidir. Reyhanlı örneğinde veya Diyarbakır’da HDP mitingine bombalı saldırıda görülebileceği gibi, Türkiye devleti bırakın Suriye’yi, kendi sınırları içinde dahi güvenliği sağlayamamaktadır. Güvenlikten anladıkları ise “teröre karşı mücadele” kapsamında Roboski’de olduğu gibi katliam yapmaktır. Ayrıca, son dönemdeki gelişmelere bakıldığında, AKP’nin IŞİD’e “düşman” olmadığı ve sınırın diğer tarafında bu ör-
HAFTANIN IRKÇISI YALOVA’DA KÜRT İŞÇİLERİ İKİNCİ KATTAN ATANLAR 22 Haziran’da Yalova’da 100’den fazla sayıda ırkçı, Kürt inşaat işçilerinin kaldığı evi bastı. “Bu mahalleyi terk edin!” diye eve ateş açan ırkçılar, “Kürtleri burada istemiyoruz, burada terörist istemiyoruz” diyerek kapıları kırıp içeri girdiler. Altı işçiyi darp eden ırkçılar, 2 işçiyi de ikinci kattan
gütü bir tehdit olarak görmediği açık. AKP’ye yakın yayın organlarına göre PYD, IŞİD’den daha tehlikeli. Bunları Tayyip Erdoğan’ın son açıklamalarıyla teyit etmek mümkün. Erdoğan, bedeli ne olursa olsun Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulmasına izin vermeyeceklerini açıkladı. Erdoğan benzer bir açıklamayı 2007 yılında Irak’ın kuzeyi için yapmış, daha sonra Barzani ile müttefik olmuştu. PYD liderleri bir devlet kurmayı hedeflemediklerini ve Türkiye’ye tehdit oluşturmadıklarını, aksine IŞİD karşısında Türkiye için güvence olduklarını defalarca açıkladı. Ancak Erdoğan da tıpkı kendisinden önceki liderler gibi Türkiye devletinin genlerinde yer alan Kürt düşmanlığını bayrak edindi. Geçen yıl internete düşen tapelerde, AKP-TSK-MİT kurmaylarının Suriye’ye askeri olarak müdahale etmek için kirli planlar yaptıkları ortaya çıkmıştı. Egemen sınıfın temsilcileri, kendi çıkarları uğruna Türkiye’nin yoksul gençlerini savaşa sürmek istediğinde bunun karşısında durulmalı. Suriye’de Esad’a ve IŞİD’e aynı anda karşı çıkılmalı, Arap Baharı’yla birlikte ayaklanan halkın ve Rojava’da Kürtlerin özgürlüğünden yana olunmalı. Suriye’ye Türkiye devletinin müdahale etmesine ve TSK’nın “hükümete direnen” bir siyasi güç gibi parlatılmasına karşı savaş karşıtları harekete geçmeli. aşağı attılar. Ev sahibini de döven saldırganlar, polisin olay yerine gelmesinin ardından bölgeden ayrıldı. Yalova’da ilk kez böyle bir saldırıyla karşılaştıklarını belirten HDP Yalova İl Eş Başkanı Murat Amil, olayın şokunu yaşadıklarını söyledi. Yalova’da seçim döneminde Altıntepe bürosunun taşlı saldırıya uğradığını söyleyen Amil, Yalova’da bu boyutta ırkçı bir saldırıyla ilk kez karşılaştıklarını söyledi. Olay yerine gelen polis ise Kürtlere yönelik her saldırıda olduğu gibi olayı sadece izlemekle yetindi. Vücutlarının çeşitli yerlerinden yaralanan 6 işçi Yalova Devlet Hastanesi’nde tedavi altına alındı. Yaralı işçilerin sağlık durumlarının iyi olduğu ve taburcu edildikleri öğrenilirken, tek bir saldırgan bile gözaltına alınmadı. Klasik ırkçılığın bütün unsurlarını taşıyan bu saldırıya katılan ırkçılar, haftanın ırkçısı olmaya da hak kazandılar.
2012 yılında çözüm süreci ilan edilmeden önce süren açlık grevlerini hatırlamamız gerekiyor. Cezaevinde tutuklu bulunan Kürtler, DTK bileşenleri, HDP, HDK bileşenleri ve üyeleri, yaşlı, genç, çocuk, kadın Kürtler, PKK, özgürlüğü için mücadele eden bir halkın tüm bileşenleri ayağa kalkmıştı. O günlerde aklıselim galip gelmişti ve hükümet yeni ve köklü bir savaşı kaldıramayacağını düşünerek çözüm sürecine yeşil ışık yakmıştı. Çözüm sürecinin her bir evresinde, Abdullah Öcalan, hakkındaki tüm iftira ve yıpratma kampanyalarına rağmen, Kürt hareketine stratejik bir yeni yönelim sundu. Çözüm süreci varsa, esas olarak bu stratejik yönelimin Kürt hareketinin tüm bileşenlerince benimsenmesi sayesinde var. Hem Erdoğan, hem 7 Haziran’dan önce hükümette olan AKP liderliği, bu gelişmeleri, Abdullah Öcalan’ın koşullarının Kürt halkının hemem her mensubunun kendi koşulları gibi algılandığını ve Öcalan’ın bu nedenle Kürt hareketine stratejik yönelim önerme ve ikna etmek kabiliyetine sahip olduğunu unutmuş görünüyor. Bu sıradan bir unutkanlık değil! Bu, kabul edilmesi mümkün olmayan bir zorbalıktır ve hepimiz bilmeliyiz ki Kürt halkının sabrının da bir sınırı vardır. Üstelik ve esasen vurgulamak istediğim nokta, batıda yaşayan herkesin savaşsız, cenazesiz bir dönemin içinde olmasının nedeni de Öcalan’ın barışçıl siyasetidir. Bir barış ikliminden geçtiysek son iki yıldır, Kürt sorunu hemen her yönüyle tartışılabildiyse, bu, Abdullah Öcalan’ın yeni çizgisini hayata geçirmekte kararlı duran Kürt hareketi sayesindedir. Şimdi, borcumuzu ödeme zamanıdır ve zaman kaybına tahammülümüz yoktur. Öcalan üzerinde süren tecrit hemen kaldırılmalıdır. Çözüm sürecine kaldığı yerden, Dolmabahçe mutabakatından devam edilmelidir. Tekrar etmekten dilimizde tüy bitti ama batıda, barış için Öcalan’ın üzerindeki süren yasaklamaların son bulmasını da hedefleyen kitlesel bir barış hareketini örmek en acil ihtiyacımız. Tüm barış inisiyatifleri harekete geçmelidir. Hemen, şimdi!
4
DÜNYA
ERMENİSTAN HALKI: “TALANA HAYIR”
Yerevan’da başını genç aktivistlerin çektiği hareket, gaz bombaları ve tomalara direniyor! Ermenistan’da elektrik fiyatlarına %16 zam yapılmasına
karşı binlerce kişi sokağa çıkarak direnişe başladı. Ermenistan Cumhurbaşkanlığı önündeki caddede oturma eylemi yapan göstericiler zamların geri alınmasını istiyor. Ermenistan’da ülkenin elektrik şirketinin %100 hissesine sahip olan ve Akkuyu nükleer santralinin hissedarlarından Rus Inter RAO şirketinin zam talebi hükümet tarafından kabul edildi. Ancak 20 Haziran günü sokağa çıkan binlerce kişi Cumhurbaşkanlığı Sarayı önündeki Bagramyan Caddesi’ni trafiğe kapatarak eyleme geçti. Trafiğe kapatılan sokak Gezi direnişini hatırlatan görüntülere sahne oldu; kolektif bir şekilde sokak temizlendi, pankartlar asıldı, yemek yapıldı, güneşten korunmak için KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse
İSTİKRARSIZLIK ARTIYOR Sadece Türkiye’de değil dünyada da istikrarsızlık ve belirsizlik giderek artıyor. Bir yandan ekonomik kriz diğer yandan emperyalist bloklar arasındaki rekabetin ve mücadelenin yoğunlaşması dünyayı daha tehlikeli bir yer haline getiriyor. Geçen haftalarda Rusya nükleer başlıklı kıtalararası balistik füze envanterini genişletme kararı aldı. Rusya devlet başkanı Putin 40 adet nükleer başlıklı füze daha alacaklarını açıkladı. Bunun üzerine ABD Savunma Bakanı Yardımcısı Robert Work, Moskova’nın askeri avantaj elde etmesini önlemek konusunda son derece kararlı olduklarını söylemekle kalmadı, aynı zamanda, bu gerilimin tırmanmasının son noktasının nükleer silahların kullanılması olduğunu söyledi. Work, nükleer güçle komşuları sindirme politikasının geri teptiğini ve NATO üyelerinin birbirine daha yakın hale geldiğini ekledi. Bu arada NATO, Doğu Avrupa’daki askeri varlığını artırma kararı alarak, aynı zamanda, Rusya’nın nükleer cephaneliğini genişletme kararını kınadı. Obama, Putin’i arayarak Suriye’deki durum, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) tehdidi, İran nükleer müzakereleri ve Ukrayna hakkında konuştu.
tenteler hazırlandı. Hükümetin eylemlere yanıtı da tanıdıktı. 22 Haziran gecesi tazyikli suyla eylemcilere saldıran polis 270 kişiyi tutukladı, 18 kişiyi yaraladı. Devlet medyası eylemlere çok az yer verirken, eylemcileri Rus karşıtı, Batı ajanları olmakla ve uyuşturucu kullanmakla suçladı, yaralı polislere vurgu yaptı. Ertesi gün alana daha fazla kişi geldi, eylemcilerin sayısı 15.000’e kadar çıktı. Eylemciler 26 Haziran’da kentin en merkezi caddelerinden olan Mashtots Caddesi’ni bir saatliğine trafiğe kapatırken talepleri kabul edilmezse bu süreyi uzatacaklarını söylediler. Eylemleri örgütleyenlerden “Voç Talanin” (Talana Hayır) grubu Cumhurbaşkanı Sarkisyan’la görüşmeyeceklerini, zammın geri alınmasını istediklerini ifade etti. Ayrıca ABD Savunma Bakanlığı, 10 yılda toplam 355 milyar dolara mâl olacağı tahmin edilen kapsamlı bir nükleer silah, denizaltı, bombardıman uçağı modernizasyonu programı başlatmaya hazırlanıyor. Bu programın 30 yıllık toplam maliyetinin ise 1 trilyon doları aşması bekleniyor. ABD Savunma Bakanı yardımcısı Work, sadece nükleer silah modernizasyonunun 2021 - 2035 yılları arasında yıllık 18 milyar dolarlık bir maliyet yaratacağını belirtti. Artık dünya her bir ucunda bir süper gücün yer aldığı iki kutuplu bir yer değil. Emperyalistler arası mücadele de bu iki kutup ve onların arkasına sıralanmış devletlerin birbiriyle mücadelesinden oluşmuyor. Artık ikiden fazla emperyalist blokun birbiriyle hem ekonomik hem de jeo-politik rekabet halinde olduğu çok kutuplu bir dünyada yaşıyoruz. Bir yandan ABD süper gücünü korumaya ve arttırmaya çalışırken, diğer yandan Rusya ona meydan okumaya devam ediyor, Çin yükselen bir güç olarak ortaya çıkıyor, Avrupa Birliği kendi çıkarlarını öne sürmeye çalışıyor. Yukarıda saydığımız bu karşılıklı restleşmeler ve hamleler bize bu bloklar arasındaki emperyalist rekabetin giderek arttığını ve dünyayı daha tehlikeli bir yer haline getirdiğini gösteriyor. Bugün sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada barışın sesini yükselten güçlü bir harekete her zamankinden çok ihtiyacımız var.
ABLUKA DAĞILSIN GAZZE’YE ÖZGÜRLÜK
11 Mayıs’ta İsveç’in Göteborg limanından Gazze’ye yardım götürmek üzere yola çıkan tekne İsrail askerleri tarafından engellendi. Tamamen barışçıl ve şiddet karşıtı bir eylemle Gazze’ye yardım ulaştırmak isteyen yirmi kadar İsveçli aktivisti taşıyan özgürlük filosuna müdahale edildi. Aktivistler İsrail’in Gazze üzerindeki illegal ve insanlık dışı ablukasını ilaç ve güneş paneli gibi yardım malzemeleri taşıyan barış teknesiyle aşmaya çalıştılar. İsrail’in işgalci güçlerinin ablukası nedeniyle her iki saatte bir elektriklerin kesildiği Gazze’ye sembolik olarak malzeme taşıyan aktiviStlerin esas amacı ablukanın dağıtılması. İsrail’in askerleri uluslararası sulardayken müdahale ettiği tekne yardım amacıyla yola çıkmış dört farklı teknenin öncüsüydü. Özglürlük filosu aralarında feministlerin, müzisyenlerin, yönetmenlerin olduğu bağımsız bir aktivist grubundan oluşuyor. Aktivistler müdahalenin ardından ‘Marmara teknesini unutmadık ama ambargo devam ettikçe biz de seyahatlerimize devam edeceğiz’ dedi. Mavi Marmara neydi? 2010’da Gazze’ye insani yardım malzemesi taşıyan, otuz iki farklı ülkeden aktivistin olduğu altı gemiye yine uluslararsı sulardayken İsrail askerleri tarafından saldırı düzenlenmişti. Dokuz barış aktivisti öldürülmüş, gemiler içindekilerle birlikte İsrail tarafından rehin alınmıştı. Gazze Filistin’in güneybatısındaki Gazze Şeridi’nin en büyük kenti. 2007’den beri İsrail ablukası altında. Sadece 20082009 arasında İsrail’in düzenlediği saldırılarda 1.434 kişi öldü.
KÜRESEL MÜCADELELER ABD: Amerika’da eşcinselllerin eşitlik mücadelesi kazandı! Amerika Birleşik Devletleri’nde Yüksek Mahkeme’nin ülkedeki bütün eyaletlerde eşcinsellerin evlenebileceğine hükmetmesinin ardından dünya çapında bir çok merkezde kutlamalar yapıldı. İngiltere: Seçimlerden sağcı Muhafazakâr Parti’nin zaferle çıkmasının ardından, ekonomik krizin faturasını emekçi sınıflara kesmeye çalışan kemer sıkma politikalarına karşı Londra ve Glasgow’da protesto gösterileri düzenlendi. Halkın Meclisi (The People’s Assembly) adlı politik birlik tarafından çağrılan gösteri kitleselliğiyle dikkat çekti. Organizatörlerden yapılan açıklamaya göre, İngiltere’nin her yerinden gelen toplam 250 bin kişi yürüyüşe katıldı. Londra’daki eylemi İşçi Partisi’nin sol kanadının yanı sıra Sosyalist İşçi Partisi (SWP), Yeşiller, Sinn Fein ve İskoç Ulusal Partisi de destekledi. Belçika: Ermeni Soykırımı’nın 100. yıl dönümünde, 1915’i soykırım olarak tanıyan ülkelerin sayısı artıyor. Belçika Başbakanı Charles Michel, hükümeti adına Ermeni soykırımını tanıdıklarını açıkladı. 2015’te soykırımı tanıyan ülkelerin sayısı 28’e yükseldi. Bu sene tanıyan ülkeler arasında Arjantin, Avusturya, Brezilya, Bulgaristan, Şili, Çek Cumhuriyeti, Almanya, Lüksemburg, Hollanda ve Rusya yer alıyor. Ayrıca, Avrupa Parlamentosu 1915’i soykırım olarak tanıdı, Papa bu yönde bir açıklama yaptı.
RÖPORTAJ
5
“HAYIR OYU ANTİKAPİTALİST BİR CEVAPTIR”
DSİP’in Yunanistan’daki kardeş örgütü SEK’ten (Sosyalist İşçi Partisi) Panos Garganas Yunanistan’da SYR/ZA hükümeti Troyka adı verilen IMF,
AB Merkez Bankası ve AB kurumlarıyla yeni bir kredi borcu anlaşmasını imzalamadı. Troyka kredi karşılığında emeklilerin ve kamu çalışanlarının maaşlarında kesinti başta olmak üzere yoksullara ağır yüklerin bindirilmesini dayatıyor. Başbakan Çipras kararı halkın vermesi gerektiğini söyleyerek 5 Temmuz’a referandum çağrısı yaptı. Hükümetin kararını, referandumu ve Avrupa’nın geleceğini Sosyalist İşçi Partisi’nden Panos Garganas ile konştuk. Troyka’yla görüşmelerde tavizler vermeye açık görünen SYRİZA neden anlaşmayı imzalamadı ve referandum çağrısı yaptı? Yunanistan’da şu anda durumu belirleyen iki faktör var. Birincisi, Troyka’nın uzlaşmazlığı. IMF, Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa Birliği’nin liderleri iki hafta önce Berlin’de bir araya geldiler ve Yunanistan’a, bu kurumların daha da berbat yönlerini bir araya getiren bir final teklifi hazırladılar: Borç üzerine hiçbir müzakere olmayacak, büyük kesintiler ve tüketime yüksek vergiler yoluyla önemli miktarda bütçe fazlası elde edilecek. Yunanistan’ın borcu sürdürülebilir değil, ancak Troyka Yunan ekonomisini daha da fazla sıkarak bu borcun ödenebilir olacağını iddia ediyor. İkinci faktör ise, Yunanistan işçi sınıfının kesintilere karşı yükselen direnişi. SYRIZA hükümetinin beş aydır Troyka’nın baskıları sonucunda verdiği tavizlerin ardından artık insanlar boyun eğmiyorlar ve bu duruma öfkeyle yanıt vermeye başladılar. Cuma günü, Çipras referandum ilan etmeden hemen önce, öğretmenlerin ve sağlık çalışanlarının da içinde olduğu kamu çalışanları sendikaları konfederasyonu (ADEDY) genel konseyinde 30 Haziran’da genel grev
çağrısı yapılması tartışıldı. Karar alınmadı ama bu, işçi sınıfının tabanından SYRIZA liderliğine yönelik basıncı gösteren bir tartışmaydı. ADEDY, 21 Haziran’da, kesinti anlaşmasına karşı parlamentonun önüne kitlesel bir yürüyüş çağrısı yaptı ve bu yürüyüş gerçekten çok büyüktü. AB ve IMF’nin referanduma tepkisi ne olur? Eğer insanlar referandumda ‘hayır’ derse bunun avro bölgesiden çıkış anlamına geleceği ve Yunan ekonomisine kaos getireceği yönünde bir korku kampanyası sürdürülüyor. Bu çok açık bir şantaj. Yunan muhafazakar partisi Yeni Demokrasi ve müttefikleri (PASOK, To Potami) insanları korkutmak ve böylece ‘evet’ oyu vermelerini sağlamak üzere işbirliği yapıyorlar. Eğer başarılı olurlarsa, müttefikleri olan sağ partilerle birlikte SYRIZA’yı zorlayacak bir hükümet değişikliği için baskı yapacaklar. Ama eğer başarısız olurlarsa ve ‘hayır’ oyu kazanırsa, ya geri adım atarak SYRIZA hükümetiyle uzlaşacaklar ya da Yunanistan’ı temmerüde düşmeye zorlayacaklar. TROYKA NE İSTİYOR Önceki hükümetlerin imzaladıkları kredi anlaşmaları nedeniyle, Yunanistan’ın Troyka’dan (Avrupa Birliği, IMF, Avrupa Merkez Bankası üçlüsü) aldığı borç karşılığında 30 Haziran tarihine kadar IMF’ye 1.6 milyar avro geri ödeme yapması bekleniyordu. Borcun geri ödeme süresini uzatmayı reddeden Troyka, yeni bir kredi anlaşması öneriyor. Yani Yunanistan’ın eski borcunu ödemesi için yeni bir borç almasını söylüyor. Yunanistan’a verilecek yeni 15.5 milyar avroluk ‘kurtarma paketi’ karşılığında emeklilerin ve kamu çalışanlarının maaşlarında kesinti yapılmasını, kamu harcamalarının düşürülmesini kısaca Yunanistan işçi sınıfının daha da kemer sıkmasını dayatıyor.
İşçi sınıfının ve solun referandum tutumu ne? İşçi sınıfının çoğunluğu Troyka’yla anlaşmaya karşı ve referandumda ‘hayır’ oyu kullanacak. ‘Hayır’ın kazanması mümkün. Biz ANTARSYA ve SEK olarak hayır oyu için kampanya yapıyoruz. SYRIZA liderliği, sonuç ne olursa olsun, hükümetin itaat edeceğini söylüyor. ‘Hayır’a destekleri çok isteksiz ve kafaları karışık. Aslında uzlaşmaya hazırlanıyorlardı, ancak son dakikada referandum çağrısı yapmak zorunda kaldılar. Komünist Partisi (KKE) kesinti anlaşmasına ‘hayır’ oyu vermenin yeterli olmadığını söylüyor ve parlamentoya referandumun ‘Avrupa Birliği’ne evet veya hayır’ sorusuyla olması gerektiğini teklif ediyor. Teklif parlamentoda reddedildi. KKE şimdi referandumda kendi oy pusulalarını basabileceğini söylüyor. Bu tutum ‘hayır’ oyunu bölüyor ve ‘evet’ diyen egemen sınıfın kampına hizmet ediyor. Referandum sonucuna dair öngörünüz ne? Hayır kazanırsa ne olacak? Biz ‘hayır’ın zaferinin işçi sınıfı mücadelesinin zaferi olacağını ve SYRIZA hükümetindeki uzlaşmacılara karşı işçilerin pozisyonunu güçlendireceğini söylüyoruz. Bu referandum, Troyka ve sağ güçler için yeni bir yenilgi olacak. Elbette bankacılık sisteminin mali kaynağını kesmek gibi sert önlemler uygulayarak tepki gösterebilirler. Bu yüzden işçilerin avroyu bırakmaya hazırlanmalarını tartışıyoruz, borcun iptalini ve bankaların işçilerin kontrolünde kamulaştırılmasını talep ediyoruz. Bankacılar ve patronlar işçilere karşı saldırılarını tırmandırıyor. Buna karşı verilecek cevap açık bir şekilde antikapitalist bir cevap olmak zorunda. Hayır oyu bu yönde bir adımdır.
6
GÜNDEM
BİRLEŞİK ANTİKAPİTALİST
MÜCADELEYE! ŞENOL KARAKAŞ
7 Haziran seçimlerinden sonra, egemen sınıf bölünmüş durumda. Egemen sınıf partileri arasında burjuva ikiyüllüğünün tüm versiyonlarına tanık olacağız. Meclis başkanı seçiminden koalisyon kurma çabalarına kadar her adımda bu bölünmüşlük daha belirgin hale gelecek. İstikrarsızlık derinleşecek. Egemen sınıfı en iyi ihtimalle kısa ömürlü bir koalisyon bekliyor. TÜSİAD’ın bazı üyeleri AKP-MHP koalisyonu peşindeyken, geri kalan üyeleri ve çoğunluğu AKPCHP koalisyonu peşinde, kulis çalşmalarını hızlandırdı. İşçilerin öfkesi patlayabilir Egemen sınıf ve partileri daha da derinleşen istikrarsız siyasi, ekonomik ve ideolojik döneme bölünmüş girerken, biz, HDP etrafında kampanya yapanlar boynumuz dik, kendine güvenli, kazanan ve daha büyük kazanımları elde edebilecek moral üstünlükle giriyoruz. Bu koşula üç dinamik daha eşlik ediyor. Birisi, işçi sınıfının son bir yıldır artan direniş ve eylem gücü. İşçi sınıfı yeniden sahne almaya başladı ve Gezi direnişinin bir dizi motifini kullanarak harekete geçiyor. Doğrudan üreticiler doğrudan eylemlerle, grev ve özellikle işyeri işgalleriyle toparlanıyor, silkiniyor. Her bir direniş, hemen başlayan bir sonraki direnişin tetikleyicisi oluyor. Metal sektöründe çalışan işçilerin küçük bir kesimini kapsayan grev dalgası, önümüzdeki ayların habercisi. İşçi sınıfının çok daha geniş kesimlerini etrafında birleştiren hareketin sınıfın hangi bölümünden geleceğini kestirmek güç ama egemen sınıfın ekonomik durgunluğun maliyetlerini işçilere yüklemek için başlatacağı daha genel saldırılar, örneğin kıdem tazminatı hakkını gasp et-
mek gibi, bütçede emekçilere ve sosyal haklara düşen payı daha da kısıtlamak gibi adımlar, işçi hareketinin daha keskin ve daha birleşik bir karakter kazanarak egemen sınıfı köşeye sıkıştırmasını sağlayabilir. Ağaçlar ve dereler için Bir diğer dinamik ise ekoloji ve çevre hareketleri. Türkiye ve Kürdistan’ın hemen her yerinde, her parkında, her deresinde, her ormanında, her ilçesinde, her şehir merkezinde Türkiye burjuvazisinin enerji ihtiyacının çılgınlık halini almasının ve inşaata dayalı ekonomik büyüme tercihinin birlikte yarattığı tahribata karşı inisiyatifler, platformlar, girişimler ve eylemler var. Egemen sınıfın istikrarsızlığı, bölünmüşlüğü, hem bu hareketlerin kendi iç birliğini sağlamak hem de bu hareketlerle genel bir işçi hareketinin iç içe geçmesini sağlamak açısından hayal bile edemeyeceğimiz kadar büyük bir fırsat sunuyor. Barışın kaybedeni olmaz Son dinamik ise her adımı bölgesel etkilere sahip olan çözüm ve barış süreci. Abdullah Öcalan’ın önerisi olarak şekillenen HDP, yine Öcalan’ın mimarı olduğu barış sürecinin dinamik sözcüsü olarak 80 milletvekiliyle mecliste. Abdullah Öcalan’ın yoldaşları mecliste. Bunun, egemen sınıf ve onun tüm sözcüleri açısından ne kadar ağır bir mağlubiyet anlamına geldiği, Türk milliyetçiliğinin tarihi gerilemesinin miladı olduğu daha net görülecek. 7 Haziran Ermeni soykırımını açıktan kabul eden bir par-
Direnip kazanan Tofaş işçilerine öncülük eden çalışma arkadaşları işten atıldı ve dayanışma bekliyor.
tinin yaklaşık 6 milyon oy almasıyla da Diyarbakır mitingi bombalanan HDP’nin ölü ve yaralılara rağmen barışa sarılmaktan vazgeçmemesiyle de Türkiye tarihinin en büyük barış eylemi oldu. Milyonlarca insan barışa oy verdi, barış için sandıklarda birleşti, oylarını barış için korudu. Barışa sırtını dönen Erdoğan ve AKP’nin arkasından neşeyle el salladı. Bütün halkları canından bezdiren ve hem Türkiye’nin içinde hem de sınırda Kürt öldürmeyi alışkanlık haline getiren IŞİD’i gerileten, yenen hareket, bir barış kalkışması olarak artık mecliste gözardı edilemeyecek bir güç. Yönetenlerin siyasi istikrarsızlığı, dış politika alanında en hafif tabiriyle “tutarsızlıkla” tanımlanırken, Kürt halkı “içeride ve dışarda” sergilediği birleşik direnişle yönetenlerin milliyetçiliğinin nefes borularını tıkıyor. Sorunumuz, bu zaferin geçici bir gelişme olarak kalmasına izin vermemek için neler yapacağımızda düğümleniyor. Bunun için HDP’nin oluşturduğu dalganın bir parçası olmak gerekiyor. Aynı zamanda, bu dalgaya set çekenlere karşı bu üç dinamiğin, işçi hareketi, ekoloj hareketi ve barış hareketinin bir ve aynı hareket haline gelmesi için antikapitalist mücadeleyi adım adım örmek gerekiyor Böyle bir mücadele, AKP’ye ulusalcı zihniyet ve alışkanlıkarla karşı çıkan ve ömrünü HDP’yi ulusalcılarla ittifaka zorlamaya adamışlarla arasına mesafe koymalıdır. Bu köhnemiş ve açık bir mağlubiyet alan gelenekle ayrışmayı hzlandırmak zorundayız. Bu gelenek, egemen sınıfın çatlaklarını derinleştirmeyi değil, egemen sınıfın geleneksel milliyetçi kanadının zafer kazanmasını istiyor. Biz ise bir bütün olarak kapitalizme, kapitalist sistemin şu ya da bu siyasi geleneğini temsil eden tüm temsilcilerine karşıyız!
GÜNDEM
DİRENİŞİMİZ KÜRESELDİR 1990’ların ortasında, işçi sınıfı ve yeni dönemin genç işçi ve aktivistleri, küresel kapitalizme karşı kelimenin tam anlamıyla taarruza geçti. 1999 yılında antikapitalist hareket Dünya Ticaret Örgütü’nü bloke etti ve karar almasını engelledi.
Fakat ustalığını da taktir etmemek elde değil. Sokak serserisi gibi öfkelenmesine rağmen attığı tekmeler düşünülerek atılmış. İnce ince hedef gözetmiş. En azından kendisi öyle zannediyor. Veya zaten zannetmiyor da, kendi okurunu kandırmayı amaçlıyor.
Arap Baharı, bu hareketin diktatörlüklere karşı devrimci isyan biçimini aldığını gösterdi. Arap Baharı, yıkılmaz sanılan zorba rejimleri devirirken tüm dünya ezilenlerine ilham verdi. 2009 yılında tüm dünyayı etkisi altına alan küresel krize ise en etkili tepki işçi sınıfından, gençlerden ve genç işsizlerden geldi. İşgal hareketleri, öfkelilerin eylemleri Hong-Kong’dan, ABD’ye, İngiltere’den, Gezi’ye, Brezilya’dan Ermenistan’a kadar tüm dünyayı etkisi altına aldı.
Tek bir cümle içinde, HDP’ye ve Demirtaş’a “Zenginlerden oy aldı” diyor, “paralel örgüte yakın” diyor, “İstiklal Marşı’mıza hakaret etti” diyor. Üçü de yalan, üçü de salakça. Ama ne önemi var? Star gazetesinin gazete olduğu da yalan zaten.
Syriza işçi sınıfının yolsulluğa tepkisinin ürünü olarak Yunanistan’da iktidara geldi. Podemos İspanya’da sırada bekliyor.
HDP, “Nişantaşı, Cihangir, Bebek gibi” semtlerde birinci parti çıkmış! Bu semtlerden alınan oylarla bir şey olunabilseydi, CHP bugüne kadar sadece Türkiye’de değil, dünyada hükümet olurdu!
Dünyanın herhangi bir yerinde her ay yüz binlerce, zaman zaman milyonlarca insan sokağa çıkıyor. Aktivistler ve işçiler birbirinden öğreniyor.
Anlaşılan, Star yazarı HDP’nin Avcılar’da, Esenler’de, Bahçelievler’de, İstanbul’un bütün emekçi semtlerinde aldığı oylara bakmayı unutmuş! Bursa’da, Kocaeli’de aldığı işçi oylarına bakmayı ihmal etmiş!
İspanya: Öfkeli işçiler ve öğrenciler sokakta.
MÜCADELE BİZİ BEKLİYOR
AKP hükümeti döneminde 13 yılda 8 kez grev ertelendi. Grev yasaklarına karşı mücadele önümüzdeki dönemde de gündeme gelecek. Greve çıkan işçiler işten atılıyor. İşten atılmalara karşı mücadele edeceğiz. Soma’da, Torunlar inşaat alanında, Ermenek’te olduğu gibi yüzlerce işçi iş cinayetlerinde katlediliyor. Son 13 yılda iş cinayetlerinde 14 bin 455 işçi öldü. İş cinayetlerini durdurmak için kitlesel bir mücadele örgütlemeliyiz. Sadece 2015 yılının Mayıs ayında 167 işçi iş kazalarında öldü. Ölenlerin 7’si çocuk işçi. Asgari ücret seçimler boyunca tartışıldı ama hala 945 TL. Asgari ücret, asgari bir insanca yaşam için 2000 TL olmalıdır. Bütçeden en büyük payın savaşa, silaha, güvenlik hizmetlerine, polise, orduya değil emekçiye aktarılması için örgütlenmeliyiz.
IRKIMA YOKMUŞ İZMİHLAL!
Star gazetesinin cinleri tepesine çıkmış, gözleri kaymış, ağzından köpükler saçıyor.
Küresel hareket, küresel birleşik bir mücadeleyi, yeni birleşik cephe taktiklerini hayata geçirdi. Dünyanın her kıtasında çeşitli şekillerde bu hareketin katkısıyla örgütlenme ve mücadele için ilham alan milyonlarca insan sokaklara çıktı.
Birleşik bir antikapitalist mücadeleyi her an her saniye örgütlemek zorundayız. Bu mücadele işçi sınıfının mücadelesine yardımcı olmalı. İşçi direnişlerinin aktivistleriyle birleşmeli. Her direnişe destek olmalı ve direnişler arasında bağlantı kurmalı.
GÖRÜŞ Roni Margulies
“Nişantaşı, Cihangir, Bebek gibi semtlerde birinci parti çıkan HDP’nin Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, paralel örgüte yakınlığıyla bilinen bir TV kanalında İstiklal Marşı’nı ‘ırkçı’ olmakla eleştirdi.”
Bu hareket hem kapitalizmi hem de kapitalizmin doğrudan ürünü olan savaşları, savaşlarla şirketlerin ilişkisini teşhir etti. Hareket dev bir savaş karşıtı harkete dönüştü. ABD’nin Irak ve Afganistan’da yenilmesini sağladı.
Hem bu harekete deneyim aktarmak hem de bu hareketten öğrenmek için parçası olmak zorundayız. Çünkü kapitalizm küreseldir ama antikapitalizm küresel bir dayanışma hareketidir.
7
üzerine kurulmuş durumda.
2013 yılında Çevre Bakanı olan Erdoğan Bayraktar, “HES’lerle ufak dereleri mahvediyoruz” demişti. Ama HES yapımına ara vermediler. HES inşaatlarını durdurmak, HES’lere karşı yerel mücadelelerin aktif bir parçası olmak zorundayız. Nükleer santral inşaatını durdurmak, sadece Türkiye’de yaşayanlar açısından değil tüm bölgede yaşayan insanlar açısından bir ölüm kalım mücadelesi. Nükleer santralin yapımına karşı büyük bir tepki var. Bu tepkiyi kitlesel bir hareketin platformu olarak örgütlemeliyiz. Hâlâ Türkiye’yi kömür merkezine çeviren hükümetin tahribatlarıyla başbaşayız. İklim değişimine katkıda, Türkiye ilk sıralarda. Kömüre ve fosil yakıtlara yatırım yapan hükümet zenginlerin enerji ihtiyacı için yoksulları öldüren küresel ısınmayı teşvik ediyor.
“Paralel örgüte yakınlığıyla bilinen” ifadesi de çok güzel. Demirtaş hangi kanala çağrılırsa gider, görüşlerini açıklar, derdini anlatır, propagandasını yapar. “Şuna gitmem, buna gitmem” dese, zaten hiçbir televizyon ve gazetede görünmemesi gerekir. Memlekette ya ulusalcı ya Cemaatçi ya da hükümetçi olmayan yayın organı mı kaldı? Kaldı ki, Kürt hareketinin Cemaat ile herhangi bir yakınlığı olduğunu düşünmek için ya kırk yıldır Kuzey Kutbu’nda mahsur kalmış olmak ya da Star yazarı olmak gerekir. Gelelim “İstiklal Marşı’nı ‘ırkçı’ olmakla eleştirme” meselesine. Bu konulara Star gazetesinden biraz daha vakıf olan Nihad Sami Banarlı şöyle yazar: “Başlangıçta İslamî bir ümmet şairi vazifesini yüklenen Mehmed Âkif, giderek, İslamî Türk milliyetçiliği diyebileceğimiz bir imanın yegâne büyük şairi olmuştur.” İslamî Türk milliyetçiliğinin büyük şairi de İstiklal Marşı’nda şöyle yazar: “Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal.” “Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Sendikal örgütlenmenin önündeki tüm barajların kaldırılması için verilecek mücadele bizleri bekliyor.
Üçüncü köprü, Karadeniz yaylalarında ağaç katliamı anlamına gelen Yeşil Yol Projesi, inşaata dayalı ekonomik büyüme modeli, parkları AVM’lere çeviren mega projeler, İç Güvenlik Paketleri, yasakçılık, polis şiddeti, YÖK, eğitimin paralı hale gelmesi ve bir dizi sorun dünya kapitalizminin bir parçası olan Türkiye kapitalizminin yarattığı sorunlar. Patronların yarattığı sorunlar.
Kadın cinayetlerini durduracağız. Her ay onlarca Özgecan vakası, kadın cinayeti yaşanıyor. 2014 yılında 257 kadın öldürüldü. 2015 yılının altı ayında 144 kadın öldürüldü. Yargı sistemi kadınları öldüren erkekleri ödüllendirmek
Bütün bu sorunlara tek bir sorun gibi yanıt vermek zorundayız. Önümüzdeki dönemde bütün bu sorunlar tek bir sorun gibi karşımıza çıkacak. Bu sorunlara karşı mücadele birleşik bir mücadele olmak zorunda.
Benim düşüncem ise basit.
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?” Banarlı der ki, “Şairin burada kullandığı ‘ırkıma’ sözü de ayrıca manalıdır.” Doğru, bence de manalı. Demirtaş ne düşünür, bilmem. Irkçılıktan hoşlanmam. Bana ne senin kahraman ırkından?
8
GELENEK
KOMÜNİST MANİFESTO: DEVRİMCİ PRATİĞİN TEMEL METNİ Manifesto’nun yayınlanmasının 167. yılında Bülent Somay’ın Manifesto hakkında yapığı bir konuşmanın özeti
Manifesto’nun yayınlandığı 1848 Fransa’dan Avrupa yayılan ve işçi sınıfının ilk kez tarih sahnesine çıktığı devrimlere sahne oldu. BÜLENT SOMAY
Her metni içinde yazıldığı tarihsel dönemin koşullarıyla birlikte okuma alışkanlığımız ne yazık ki yok. Komünist Manifesto’dan bahsederken çok başka bir tarihsel dönem ve başka bir kültürel ortamda yazılmış bir metinle karşı karşıyayız. Manifesto’nun yazılmasından bugüne arada geçen sürede değişen koşullarla birlikte birçok farklı okuma yapıldı. Marx’ın Manifesto’dan sonraki yazıları, Engels’in katkıları, Rus sosyalist hareketinin yaptığı yorumlar, Rus devrimi deneyimi, Bolşeviklerin gerekçelendirmeleri ve muhaliflerinin eleştirileri, Komintern’in veya muhaliflerinin bambaşka yorumları, İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyalist hareket içindeki altüst oluşlar, Sovyetlerin çöküşü üzerine başlayan tartışmalar ve daha bir dizi gelişmede yeni okumalar yapıldı. Ön yargılardan bağımsız, tarihsel, kültürel, toplumsal bağlamıyla birlikte Manifesto’yu yeniden okuyabiliriz. Marx ve Engels Manifesto’yu bir örgütün programatik metni olarak yazdılar. Birden bire ‘komünizm hakkında bir kitap yazalım’ diye kalkıştıkları bir iş değil. Önce biraz bu örgütün kendisini anlamak lazım. Metnin içine örgütün nasıl bir şey olduğuna dair laflar serpiştirdiler. Bu laflardan bence en önemlisi ‘Komünistler kimdir’ bölümü. Çok önemli bir şekilde altını çizmemiz gereken bir bölüm. ‘Komünistler diğer işçi sınıfı partilerine muhalefet eden ayrı bir parti oluşturmazlar’ diye bir cümle var. Arkasından gelen cümle ‘bir bütün olarak proleteryanın çıkarlarından ayrı, bağımsız çıkarları yoktur.’ Üçüncü cümle ‘proleterya hareketini şekillendirmek amacıyla kendilerine has sekter ilkeleri yoktur’ diyor. ‘Sekter’ 1890’da eklenmiş bir laftır. Orijinal metinde ‘ayrı’ ifadesi geçer. Bu ifadeleri kelime değeriyle anlayacak olursak, komünist partisi kurmak abes bir şey. Peki neden ‘Komünist Parti Manifestosu’ başlıklı bir metinde çelişkili gibi görünebilecek bu ifadeler yer alıyor? Marx ve Engels bir proleterya hareketinden bahsediyor. Böyle bir hareket
varsa eğer, bu harekete onu yönlendirmek, şekillendirmek için dışarıdan ilkeler veya örgütsel yapılar dayatmak abestir diyorlar. Proleterya hareketinin olmadığı veya görünürde olmadığı durumlarda ne yapmamız gerektiği konusunda bir şey söylemiyorlar. Marx ve Engels böylesi koşullarda yaşadı. 1848’den 1871 Paris Komünü’ne kadar ciddi bir proleterya hareketi yoktu. Paris Komünü yeni bir proleterya hareketi patlamasıydı. Komün yenildi ve devrimci dalga yine geri çekildi. Geri çekilme dönemlerinde ne yapıldığına cevap vermeliyiz. Proleterya ‘hareketi’ yok ama proleterya var. Hareket bir sürekliliği ya da sürdürülebilirliği içerir. Manifesto 1848’de Avrupa’da varolan bir hareketin en yüksek noktasında yazılmıştır. Marx ve Engels’in yayınlanmış ilk önemli metnidir. Biri felsefeci, diğeri iktisatçı iki arkadaş, toplasan 300 kişi olan Komünistler Birliği’nin programını yazdı ve birkaç entelektüel okudu diye bir durum yok. Manifesto’yu işçiler okudu, işçi sınıfı hareketinin varlığı bu demek. Tuhaf bir şekilde de en çok Amerikalı işçiler okudu. 1845’te Marx’ın Feuerbach Üzerine Tezler’i yazmasıyla birlikte ikisinin hayatlarında radikal bir değişim başlar. Manifesto’nun nasıl ve niye yazıldığını anlamak için bu tezleri de anlamak çok önemli. Manifesto tam da Max’ın Feuerbach gibi 18. yüzyılın kaba maddeciliğinden, materyalizmle idealizmi artık bu şekilde ayırmadğı bir döneme geçiştir. Marx Feuerbach için ‘devrimci ya da pratik eleştirel faaliyetin önemini hiçbir zaman anlamamıştır’ der. Çünkü materyalisttir, bu yüzden öznenin müdahalesini anlayamaz. ‘Bir partiye ihtiyacımız var mı? Biz olmasak da devrim olur mu?’ gibi soruların cevapları tam da burada yatıyor. Eğer 18. yüzyıl Fransız türü materyalistseniz ‘devrim nasıl olsa olacak, bize gerek yok , devrimin özneye ihtiyacı yok’ diye düşünürsünüz. 18. yüzyıl materyalizmi öznesiz süreçlerle düşünür. Marx birinci tezde öznelliğin önemini vurgular. ‘İnsanların koşulların ve yetiştirilme tarzının ürünü oldu-
ğunu söyleyen materyalist öğreti koşulları değiştirenlerin yine insanların kendileri olduğunu unutur’. Yani eğiticinin kendisinin eğitilmesi gerektiğini unutur. Tarihsel süreçler öznesiz değil tam tersine özneli süreçlerdir. Marx ve Engels hareket ve partiden söz ederken bu öznenin kendini ifade etme biçiminden bahsediyorlar Manifesto’da. 1845’te Marx’ın öznenin önemini kavrayıp bunu yazdığını görmezsek, 1848’de proleterya hareketi ve komünistlerin örgütlü gücü arasındaki ilişkiden bahsederken ne kastettiğini anlayamayız. Marx’ın bütün eserlerinde bundan daha açık söylenmesi mümkün olmayan bir cümlesi vardır. Üçüncü tezin son cümlesi: Koşulların değişmesiyle insan faaliyetinin çakışması ancak devrimci pratik olarak algılanabilir. Çakışma derken ‘aynı yere denk düşmesidir’ diyor. Yani bir yanda insan faaliyeti var diğer yanda maddi, objektif bir süreç olarak koşullar değişiyor. Bunlar hemhal olduğunda biz buna devrimci faaliyet diyoruz. Yani ne objektif koşullar kendi başlarına bir devrim yaratabilirler ne de bir özne ‘ben devrim yapacağım‘ diye olduğu yerde tepinirse devrim olur. Ancak bunların denk düşmesi tarihsel moment meselesidir. 1789, 1871, 1848 Şubat’la Haziran arası, 1917 Şubat’la Kasım arası gibi tarihsel momentlerde koşullar zaten kendi objektif süreçleri içinde değişmektedir. Ama bir yandan da koşullar değişsin isteyen ve kendi istedikleri gibi değiştirmeye çalışan öznel güç vardır. Bu ikisi kendi başına hiçbir şey ifade etmezken belli bir tarihsellikte bunların çakıştığı ana biz devrim diyoruz. Bu cümleyi anlamadan Manifesto anlaşılamaz. Manifesto’dan sonra basılmış bu metni okuyamamış olanlar nasıl anlayacaklardı diye sorabilirsiniz. Anlayacaklardı çünkü onlar bir devrimin içinde yaşıyorlardı. Maalesef hiçbirimiz bir devrimin içinde yaşamadık. Bunun için hem uğraşacağız hem bekleyeceğiz. İkisini bir arada yapmak zorundayız. İkisini birlikte yapmamız gerektiğini bilirsek ancak devrimci bir pratik içinde olabiliriz.
SINIF MÜCADELESİ
İŞTEN ATILMALARA KARŞI MÜCADELE!
9
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
G-20 ZİRVESİ İÇİN HAZIRLANMALIYIZ Dünyadaki kapitalist devlet ve kurumların en önemli toplantılarından olan G-20 zirvesi bu yıl 15-16 Kasım tarihlerinde Antalya’da yapılacak. Türkiye’nin dönem başkanlığındaki zirveye ABD, Çin, Hindistan, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya, Rusya, Kanada, Meksika, Arjantin, Brezilya, Güney Kore, Endonezya, Avustralya, Güney Afrika, Suudi Arabistan ve Avrupa Birliği yöneticileri katılacak.
İşten çıkartılan TOFAŞ direnişçileri Bursa şehir merkezinde imza kampanyasına başladı. n TOFAŞ’tan MESS sözleşmesini protesto eden slogan attıkları gerekçesiyle işten atılan işçilerin geri alınması için imza kampanyası başlatıldı.
n Bursa’da Er Metal’de yoğun baskı ve tehditlere rağmen iki gün grev yapan işçiler, yapılan anlaşmanın ardından grevlerini sonlandırdı.
n Gebze’deki Opsan fabrikasında iş bırakan işçiler, 3. günün sonunda taleplerinin bir bölümünü kazandı.
n İzmir Çiğli Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Schneider Elektrik ve ZF Lemförder fabrikalarında çalışan işçiler yaptıkları eylemlerle TOFAŞ, Ford Otosan, Mako ve Türk Traktör başta olmak üzere yaşanan işçi kıyımını protesto ederek MESS’i uyardı.
n Polimer işçileri 17 Haziran sabahı başlattıkları grevlerinin 9. gününde sendika ile patron tarafı arasında anlaşma sağlanması üzerine grevlerini sona erdirdi. n Bir eyleme katıldığı için Eskişehir Valiliği tarafından açığa alınan Beylikova Atatürk Ortaokulu İngilizce öğretmeni Hatice Yüksel’in direnişi sonuç verdi. Yüksel işe geri alındı. n Gebze’de iş bırakan ZF Sachs işçileri direnişin ikinci gününde kazandı. n Bakırköy Belediyesi Tiyatro Müdürlüğü'nde çalışan 26 oyuncu ile 3 müzisyenin işten çıkarılması protesto edildi.
n Cam Keramik-İş Sendikası’nda örgütlenmek istedikleri için işten atılan ve fabrika önünde direnişte olan SeraPool işçilerinin direnişi sürerken, patron direnişçi işçileri savcılığa şikâyet etti. n SES İzmir Şubesi ve Türk-Sağlık-Sen, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde çalışan sağlık emekçilerinden yapılan döner sermaye kesintilerini protesto etti.
n İzmir’de Gaziemir Ege Serbest Bölge'de kurulu bulunan Sf Leather Deri fabrikasında Türk-İş’e bağlı DERİTEKS Sendikası’na üye oldukları için işten atılan işçilerin direnişi 100. gününe yaklaşıyor.
n Türk Telekom’da 15 Nisan 2015 tarihinde başlayan 11. dönem Toplu iş Sözleşmesi görüşmelerinde 17 maddede yaşanan anlaşmazlık nedeniyle işçiler Türk Telekom İstanbul Bölge Müdürlüğü önünde eylem yaptı.
n MESS’in saat ücretlerine zam yapmak yerine metal işçilerine sadaka vermesinin protesto edildiği Bursa’da Mako fabrikasında en az 80 işçi işten atıldı. Mako işçileri direnişe geçti.
n İSDEMİR’de işten atılan işçilerin fabrikaya yakın bir yerde kurdukları direniş çadırında verdikleri mücadele 100. gününe yaklaşıyor.
n ODTÜ’de Eğitim Sen’in işyeri temsilcisinin ardından iki eğitim emekçisinin daha işten atılma tehdidine karşı emekçiler rektörlük önüne çadır kurarak direniş başlattı. MARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım
n Ankara Üniversitesinin, Didim’de yaptırdığı, Öğrenci Eğitim, Spor, Uygulama ve Rehabilitasyon Merkezi inşaatında çalışan taşeron işçiler ücretlerini alamadıkları için iş bıraktılar. kez PKK’nin kardeş partisi PYD’ye ve YPG gerillalarına bağladı. Kobanê direnişine bakarak şimdi ‘IŞİD’i laik-demokratik güçler durdurur’ diyorlar.
Kobanê, Tunus, Kuveyt, Fransa... Son olarak dört ülkede eş zamanlı saldırılar gerçekleştiren IŞİD yine sivilleri katletti. Irak ve Suriye’nin ABD liderliğindeki koalisyon güçleri tarafından durmadan bombalanmasının işe yaramadığı ortada. Türkiye’de ve Batı’da “insani gerekçelerle” emperyalizmin savaşına destek verenler “düşmanımın düşmanı dostumdur” diye bakarak NATO’ya bel bağlamıştı.
Evet. İşgalci çetelere karşı topraklarını savunan Kürt gerillalar, her inançtan ve mezhepten halkın bir arada yaşadığı demokratik ve dini siyasete alet etmeyen bir düzeni savunuyor. Fakat YPG, Rojava’nın silahlı gücü. IŞİD, dünyanın 16 ülkesinde taban bulup savaşırken, Batı’dan kolayca savaşçı çıkarabiliyor. IŞİD’in sadece YPG gerillarıyla, sadece “laik demokratik” olarak tanımlanan güçlerle yok edilemeyeceği açık. Kendinden başka kimseye yaşam hakkı tanımayan bu örgüt başta Irak ve Suriye olmak üzere Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya uzanan coğrafyada yenilmek zorunda.
İşgalcilerin kuklası Irak hükümetine bağlı ordu IŞİD taaruruzuyla dağılırken, Rojava’da Kürt direnişçiler IŞİD’e kök söktürmeye başladı. IŞİD’den korkanlar, tüm umutlarını bu
Önce El Kaide sonra IŞİD belalarının üremesinin iki önemli nedeni var Halklar mezhepçilik ve suni sınırlarla bölünmüş durumda. Sol ise emperyalizmin kuklası
IŞİD NASIL YENİLECEK?
G-20 toplantısına katılan ülkeler, dünya ekonomisinin yüzde 90’ını, ticaretinin yüzde 80’ini ve nüfusunun yüzde 70’ini oluşturuyor. Toplantıda dünya kapitalizminin ana sorunları, özellikle iklim değişikliği ve gelir adaletsizliği konuları konuşulacak. İlk toplantısı 2008 yılında yapılan G-20 zirveleri asıl olarak 2007 yılında başlayan ve halen sürmekte olan dünya ekonomik krizinin tartışıldığı bir ortak masa işlevi gördü. G-20 zirvelerine karşı dünyada şimdiye kadar emek örgütleri, yoksullar, ezilenler önemli kitlesel protesto gösterileri düzenledi. Çünkü G-20 zirvelerinin asıl işlevi “krizin yükünü emekçilere nasıl yükleriz, kapitalizmi nasıl kurtarırız” tartışmasıdır. Son bir yıldır Türkiye’deki sınıf mücadelesinde, işçi direnişlerinde artış yaşanıyor. Ayrıca HDP’nin zaferi ile birlikte işçilerin, yoksulların ve diğer tüm ezilen dışlanan kesimlerin daha özgüvenli bir mücadele yürütmesinin önü açıldı. Türkiye’de yapılacak olan G-20 zirvesinde de kapitalistlerin dünyayı kendi çıkarları için şekillendiren adımlarına dur demek için işçiler, yoksullar ayağa kalkmalıdır. G-20 protestoları Türkiye’deki sınıf mücadelesini yükseltecek, işçileri, yoksulları birbirlerine yaklaştıracak bir işlev görebilir. Bu eylemlere Müslüman, laik, Türk, Kürt, Alevi, Sünni tüm işçilerin, yoksulların katılması için en geniş ittifaklar oluşturulmalıdır. Bu tip konularda şimdiye kadar yapıldığı gibi DİSK, KESK, TMMOB, TTB’nin örgütleyeceği bir eylem yeterli kitleselliği ve işçi sınıfının en geniş birliğini sağlayamaz. Şimdiden çok daha geniş, içinde Türk-iş, Hak-iş, Memur-Sen vb. her türlü işçi örgütünün bulunduğu bir platform, işçi sınıfının şimdiye kadar düzenlediği en kitlesel hareketi oluşturabilir. Son büyük işçi eylemlerini Türk Metal üyesi işçilerin gerçekleştirdiğini unutmamalıyız. İklim değişikliğine karşı tedbir almayan, gelir adaletsizliğini umursamayan, eğitime, sağlığa, beslenmeye değil savaşa para harcayan kapitalizme ve onun en önemli platformu G-20’ye karşı etkili bir eylem yapabiliriz, yapmalıyız. rejimler tarafından her dönem imha edildi. Müslüman toplumlarda solun devlet tarafından kolayca silinmesi, bugün IŞİD’e karşı önerilen “laik-demokratik güçlerle” sınırlı olması, dindar işçi ve yoksullardan bütünüyle kopuk varlığından kaynaklandı. Anti-emperyalizmin bayrağı solun elinden cihatçılar tarafından alındı. Ortadoğu’yu kana bulayan emperyalizme öfkeli kitleler ve sünni burjuvaların bir kanadı tarafından desteklenen IŞİD sadece askeri yöntemlerle yenilemez. Çözüm IŞİD’in örgütlendiği geniş coğrafyada yaşayan emekçilerin birlikte mücadelesi ve solun güçlenmesinden, emekçi sınıflara umut veren bir alternatif olmasından geçiyor. Dindar kiteleleri kazanmadan IŞİD’i yenemeyiz. Mücadeleyi “laik-demokratik güçler” ile sınırlamak yenilmeye mahkum bir strateji.
10 MEKTUPLAR
KADIKÖY'DE FAŞİZME KARŞI DİRENİŞ SÜRÜYOR
TOPLANTI DUYURULARI 2 Temmuz Perşembe 19:00 ŞİŞLİ
YUNANİSTAN’DA KRİZ VE REFERANDUM Konuşmacı: Meltem Oral Nakiye Elgün Sok. No:32/3 Osmanbey
ÜSKÜDAR
YUNANİSTAN’DA KRİZ VE REFERANDUM
BASIN TOPLANTISI
ÇÖZÜME DEVAM! 4 TEMMUZ CUMARTESI SAAT 11.00 CEZAYİR TOPLANTI SALONU FİRUZAĞA MAHALLESİ, HAYRİYE CD. NO:12, İSTANBUL (GS LİSESİNİN ARKASI)
Konuşmacı: Roni Margulies
Kadıköy kilise meydanı Ergenekon tutuklusu Sedat Peker serbest bırakıldığından beri Kadıköy'de faşistler örgütlenmeye başladı. Peker'in yıllardan beri kontrol bölgesi olan Kadıköy'de içerisinde Peker'e bağlı bir grubun da olduğu Turancı Hareket Platformu ortaya çıkmaya başladı. Önce Hocalı katliamını bahane ederek Kadıköy’de ırkçı bir miting düzenlediler, bu sırada Kadıköy sokaklarını ırkçı sloganlarla doldurdular, stantlarını kiliselerin önünde açtılar. Özellikle Yeldeğirmeni'ni mesken tutan faşistler esnafa dağıttıkları bildirilerde Kadıköy'de yükselen sol muhalefete karşı esnafı kendilerine katılmaya çağırdılar. Bu bildiriler dağıtıldıktan kısa bir süre sonra Yeldeğirmeni'nde Sedat Peker hayranı oldukları sonradan ortaya çıkan iki esnaf Nuh Köklü'yü öldürdü. 24 Nisan'da, Kadıköy Haydarpaşa Tren Garı’nda yapılan Ermeni soykırımı anmasına karşı eylem düzenlediler. Seçimlerden önce platform üyesi bir grubun bürosunda iki Kürt
Geçtiğimiz hafta sinemalardaki gösterimi biten, şimdi korsan yollarla bilgisayar ekranlarımızda beliren Çılgın Max: Öfkeli Yollar şirket egemenliği, nükleer felaket, doğanın yıkımı, su savaşları ile çökmüş bir toplumsal düzende, yani en karanlık koşullarda bile mücadelenin ve kazanmanın mümkün olduğunu söylüyor.
Özdeş Özbay
Ankara 05324750150 Sincan: 05397440268 İstanbul Beyoğlu: 05368474650 Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099
Üsküdar: 05075550272
BU DİSTOPYADA UMUT VE DEVRİM VAR Kapitalist toplumun çöküşü, enerji kıtlığı, vahşi motosiklet çeteleri, karanlık bir dünya... Neo-liberalizmin hakimiyetindeki 80'lerin en önemli distopik aksiyon serisi Mad Max, küresel kapitalizmin iflas ettiği günümüz dünyasına devrim önerisiyle geri döndü.
Kadıköy’de bir araya gelen sosyalist örgütler, Gezi direnişi sonrası kurulan dayanışmalar, LGBTİ ve feminist örgütler bir süredir faşistlere karşı Kadıköy Irkçılığa Geçit Yok İnisiyatifi altında mücadele ediyorlar. Kendisine boyun eğmeyen herkesi fiziksel olarak yok etmeyi amaçlayan ve bu amaç etrafında silahlı paramiliter örgütler kuran faşistler ancak bütün demokrasi güçlerinin birleşik mücadelesi ile durdurulabilirler.
SOSYALİST İŞÇİ’Yİ DÜZENLİ OLARAK OKUMAK İÇİN BİZİ ARAYIN
Kadıköy: 05334479709
SİNEMA
VOLKAN AKYILDIRIM
Daimler Cafe Tunusbağı Caddesi 46/B
genci kaçırılıp işkence gördü. En son Aya Triada Kilisesi kundaklandı. Turancı faşistler LGBTİ onur yürüyüşünde de bayraklarını açarak meydan okudular. Birkaç haftadır da yine Kadıköy Kilise Meydanı'nda stant açarak bayrak ve ırkçı kitaplar satıyorlar.
İzmir 05544602111 Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445
Mad Max'in yaratıcısı yönetmen George Miller, dünyadaki isyan ve protesto dalgasıyla birlikte ana akım sinemaya sızan yeni devrimci filmlere bir başyapıt eklemiş: Bu filmin içinde antikapitalist hareketin halet-i ruhiyesini taşıyan, insanların değişebileceğine güvenen sağlam bir dünya görüşü var. Dört nala sürüklendiğimiz felaketi şimdiden önlemek!
Üniversiteler 05397980171
Avustralya'nın çöllerinde geçen film, anti-kahramanı, kadın savaşçıların öne çıkışı, savaş karşıtlığı gibi derin ögeler barındırıyor.
19-23 Ağustos Küçükkuyu
Bir Mad Max hayranı iseniz yaşadınız, değilseniz de buyrun politik sinemaya.
DSİP Yaz Kampı Bilgi ve katılım için arayın: 05334479709
AKTİVİZM 11
AŞIRI SICAKLAR YOKSULLARI ÖLDÜRÜYOR
KAMP ARMEN ERMENİ HALKINA İADE EDİLSİN
OYALAMAYA SON!
Pakistan ve Hindistan’da aşırı sıcaklar nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 5 bine yaklaştı. Sıcak çarpması sonucu ölenler yoksul ailelerden yaşlılar, evsizler ve açık havada çalışmak zorunda olan işçiler. Sıcaklığın Hindistan’da 50, Pakistan’da 45 dereceye ulaşması sonucu Mayıs’ın son haftasından bu yana toplu ölümler devam ediyor. Pakistan’da aralarında Türkiyeli holdinglerin de bulunduğu şirketlerin kontrolünde olan elektrikte yaşanan kesintiler halkı sıcaklar karşısında savunmasız bırakıyor. Pakistan hükümetine öfke artarken, devlet başkanı olağanüstü hal ilan etti. Bu insanları kurtarmaktan çok, öfkeli halkın protestolarını önlemek için. 2008 Haziran’ında darbeci Pervez Müşerref halk ayaklanması ile devrildiğinde termometre 45 dereceyi gösteriyordu. Büyük şehirlerde günlerce süren elektirik kesintilerinin yarattığı öfke protestoların temel nedenlerinden biriydi. Hindistan ve Pakistan’da küresel ısınmada hiçbir sorumluluğu olmayan emekçiler ölürken, dünya devletleri Aralık ayında Paris’teki iklim zirvesinde toplanacak. Gündemlerinde gerçekçi ve acil bir çözüm yok.
ALTINCI YOKOLUŞ SÜRECİ BAŞLAMIŞ OLABİLİR Bugüne kadar dünyada beş kez tüm bitki ve hayvan türlerinin kitlesel olarak yok oldu. Uluslararası bir araştırma ekibinin, saygın bilim dergisi Science’da yayınlanan raporu, altıncı toplu yokoluş sürecinin başlamış olabileceğini söylüyor. - İnsan etkisi nedeniyle hayvanların yok olma hızının neredeyse 1000 kat arttı - 1500 yılından bu yana karada yaşayan 320’den fazla omurgalı hayvanın yok oldu, omurgalı hayvan türleri yüzde 25 azaldı. Böyle bir kayıp normalde on binyılda gerçekleşebilirdi. - Kabuklular, solucanlar, kelebekler ve daha birçok omurgasız canlı türünün sayılarının da azaldı. - Son 50 yıl içinde insan nüfusu iki katına çıkarken, omurgasız hayvanların oranı yüzde 45 azaldı. Bu azalmanın en büyük nedenleri, iklim değişikliği ve yaşam alanlarının daralması. - 65 milyon yıl önce dünyaya hükmeden dinozorlarla birlikte kitlesel ölüme neden olan meteor çarpmasının aksine, altıncı kitlesel ölüm insan kaynaklı. Araştırma sonuçları 15. yüzyılın sonunda ticaret ve sömürgecilikle dünyaya hakim olmaya başlayan küresel kapitalizmin altıncı yok oluş sürecinin sorumlusu olduğunu gösteriyor.
Kamp Armen ile dayanışma için yapılan ikinci yürüyüş, kalabalık ve kararlı. ANIL YÜKSEL
Kamp Armen direnişi ikinci ayını doldurmak üzere. Devletin yıllar önce haksız bir şekilde el koyduğu vakıf arazisinin şimdiki sahibi olarak görülen Fatih Ulusoy seçimlerden önce araziyi vakfa iade edeceğini söylemişti. Ancak hala iade etmedi. Direnişin hem Türkiye hem uluslararası kamuoyunda gündem olması sonucu hükümet Ulusoy’dan araziyi “bağışladığını” açıklamasını istemişti. Başını Markar Esayan’ın çektiği AKP sözcüleri de arazinin iade edildiği yalanını yaymıştı. Fakat ortada iade falan yok. Ulusoy, oldukça değerlenen araziye aslında bir otel yapmak derdinde. Belediyeden “fuhuş yapılan ve uyuşturucu kullanılan bir yer” diyerek yıkım izni alan Ulusoy, yıkım için dozerlerini gönderdiğinde direnişle karşılaşmıştı. Nor Zartonk, HDP Tuzla, DSİP ve bağımsız aktivistlerden oluşan Kamp Armen Dayanışması haftalardır eskiden Tuzla Ermeni Yetimhanesi olan kampta kalmaya devam ediyor. Her haftasonu çeşitli etkinlikler yaparak hem gündemde kalmaya hem de toplumun çeşitli kesimlerinden destek bulmaya devam ediyorlar. Geçen hafta direnişin 50. günü de sosyal medyada #soykırımınbelgesidirkamparmen hastag’i ile kamuoyu oluşturan Dayanışma, direnişin 52. gününde de Taksim Tünel’den Galatasaray Meydanı’na bir yürüyüş gerçekleştirdi. Binlerce kişinin destek verdiği yürüyüşte “Soykırımın
belgesi Hrant’ın yetimhanesi”, “soykırım Kamp Armen’de sürüyor”, “Kamp Armen’i alacağız” sloganları atıldı. HDP milletvekili Garo Paylan da bir konuşma yaptı. Kamp Armen direnişi Türkiyeli Ermeni toplumunun 100 yıl sonra gelişen ilk politik direnişi olması nedeniyle oldukça önemli. Daha önce Hrant Dink yürüyüşleri ve soykırım anmaları gerçekleşmişti ancak ilk kez başını Nor Zartonk Ermeni öz örgütlenmesinin başını çektiği bir direniş yaşanıyor. 6 yıldır gerçekleşen Ermeni soykırımı anmalarının en büyüğü bu yıl yani soykırımın yüzüncü yılında gerçekleşmişti. Yine yüzüncü yıl içerisindeyken, se-
çimlerde HDP listelerinden meclise Ermeni sosyalistleri girmeyi başardı. Tüm bunlarla eş zamanlı gelişen ve Ermeni toplumundan da önemli oranda destek bulan Kamp Armen direnişi, Ermeni toplumunun artık kendisini gizleyerek yaşamak istemediğinin, artık haksızlıklara sessiz kalmak istemediğinin bir kanıtı oldu. Bu direnişin kazanması ile soykırımın yüzüncü yılında ilk kez Ermeni vakfına ait bir arazi bizzat Ermeni halkının direnişi ile kazanılmış olacak. Bugün bütün sosyalistlere düşen görev Kamp Armen’in Ermeni halkına geri verilmesi için bu mücadeleye destek vermektir.
DİRENİŞİ BÜYÜTELİM 26 Haziran’da Taksim Tünel’den başlayan Kamp Armen yürüyüşü çok etkili ve amacına ulaşan bir eylem oldu. Bir önceki yürüyüşten çok daha katılımlı olan son yürüyüş sadece katılımıyla değil politik içeriğiyle de bir önceki eylemden daha farklıydı. Yürüyüş boyunca Kobanê’de IŞİD saldırısı sonucu yaşamını yitirenler anıldı, Ermenistan’da elektrik zammına karşı direnenlerle dayanışma duyguları ifade edildi. Ama daha da önemlisi, “Soykırımın belgesi, Hrant’ın yetimhanesi” sloganında da görüldüğü gibi, eyleme katılan insanlar 1915 yılıyla Kamp Armen arasındaki, Kamp Armen’in yıkılması girişimi arasındaki bağlantıyı kuran bir gösteriye katıldı. Kamp Armen dayanışması, 52 gün değil 500 gün de olsa direnişten vaz geçmeyecek. Yetimhanenin yıkılması engellendi ama tapu hâlâ alınamadı. Yetimhanenin Ermeni halkına geri iade edilmesi için Kamp Armen Dayanışması’nı büyütmek gerekiyor. Daha fazla sendikayı, daha fazla akivisti, daha fazla inisiyatifi, daha fazla milletvekilini Kamp Armen’le dayanışma içine girmeye ikna etmek zorundayız.
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
SUSMA HAYKIR ESCİNSELLER VARDIR , 1969 Stonewall, 2015 Beyoğlu #direniş #özgürlük On iki yıldır barışçıl kitle gösterisi olarak kutlanan LGBTİ Onur Yürüyüşü, bu sene devletin saldırısına ve polis şiddetine karşı direnişe sahne oldu. ‘Biz varız’ demek için sokağa çıkan ve eşit haklar isteyen binlerce lezbiyen, gey, biseksüel ve trans, polis barikatlarını aşarak yasaklanan İstiklal Caddesi’nde gaz bombalarına rağmen yürüdü.
Geçen hafta Trans Onur Yürüyüşü’nün yapıldığı Beyoğlu, LGBTİ Onur Yürüyüşü’nde çok sayıda çevik ve sivil polis ile tomalarla ablukaya alındı. Önce Taksim’de toplanan kalabalığa müdahale eden polis şiddeti Harbiye, Tarlabaşı ve İstiklal Caddesi boyunca yayıldı. Plastik mermi ve tazyikli coşkulu kalabalığa geri adım attıramadı. Neredeyse her sokakta kalabalık LGBTİ aktivist grupları polise direndi. İstiklal Caddesi yürüyüşe kapatılmaya çalışılırken tüm Taksim direniş alanına dönüştü. 1,5 saat süren büyük direniş sonucu, polis barikatı kalktı ve HDP milletvekilleriyle LGBTi örgütleri temsilcilerinin içinde bulunduğu bin kişilik grup Onur Yürüyüşü güzergahından Tünel’e sloganlarla ilerledi. Meydandaki müdahalenin ardından Cihangir’de toplanan binlerce insan polis ablukasına rağmen İstiklal’e çıktı. ‘Susma haykır, eşcinseller vardır’, ‘Homofobik devlet yıkacağız elbet’, ‘Faşizme karşı bacak omuza’, ‘velev ki ibneyiz, alışın her yerdeyiz’, ‘Nerdesin aşkım?...’ sloganlarını polisin yüzüne haykıran grup Tünel’de diğer gruplarla birleşmişken polis tekrara saldırıya geçti. Toma zoruyla ve iterek kalabalığı dağıtmaya çalışan polislere rağmen İstanbul Onur Haftası Komisyonu Tünel Meydanı’nda basın açıklamasını okudu. Direnişin ardından birçok yerde sloganlarla kutlamalar
başladı. Geceyarısına kadar eğlenen ve protesto eden LGBTİ gruplarına gaz bombalı müdahalede bulunan polis, Onur Haftası etkinliklerinin kapanış partisinin yapılacağı mekana da ses bombası attı. 12 yıldır yapılıyor, Ramazan’da da olmuştu Dasha önce Onur Yürüyüşü yine engellenmeye çalışılmıştı ve barikat trans kadınların öncülüğünde aşılmıştı. Taksim’de gösteri yasağını kaldıran da bu yürüyüş olmuştu ve sonraki sene Taksim 1 Mayıs’a açılmıştı. Gezi direnişinin ertesinde Taksim’de süren eylem ve gösteri yasağında bile şimdiye kadarki en kalabalık Onur Yürüyüşü yapılmış, polis hiçbir müdahalede bulunmamıştı. Saldırının ertesinde devlet kaynaklı ilk açıklamada yasak “Ramazan hassasiyetleri” ve “dışarıdan gelebilecek provokasyon” ile gerekçelendirildi. Onur Yürüyüşü daha önce de Ramazan ayına denk gelmiş,
NE İSTİYORUZ? n İstanbul Onur Yürüyüşü’nde insanları yaralayıp, sakatlayan polisler yargılansın ve cezalandırılsın! n Vali istifa! n Saldırı emrini kim verdi? Açıklansın! n LGBTİ bireylere karşı nefret söyleminde bulunanlar, nefret suçu işleyenler yargılansın ve cezalandırılsın! n Yeni anayasada LGBTİ bireylerin eşit haklarının tanınmasını istiyoruz.
hiçbir sorun yaşanmamıştı. Üstelik daha geçen hafta aynı yerde Trans Onur Yürüyüşü yapıldı. Provokasyonu sıradan insanlar değil devletin kendisi yaptı. İstanbul Valiliği 24 saat sonra yürüyüş “izinsiz” olduğu için müdahale edildiğini açıkladı. Oysa LGBTİ Onur Yürüyüşü artık gelenekselleşmiş ve uluslararası nitelikte bir etkinlik. Şiddetin ve nefretin sorumlusu kim? İstanbul Valiliği böyle bir yürüyüşe kendi başına müdahale edemez. İçişleri Bakanlığı hâlâ AKP’li Efkan Ala tarafından yönetiliyor. Onu da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yönettiği bilinen bir gerçek. LGBTİ Onur Yürüyüşü’ne yapılan insanlık dışı saldırının sorumlusu AKP ve Erdoğan’dır. Çok kötü bir şey yaptılar. Dini bahane ederek ve en geri ahlakçılığı göreve çağırararak eşcinsellere karşı nefreti körüklediler. Sadece bedenlerinden onur duydukları ve sokak ortasında soyunup dans ettikleri için hedef haline getirilen transların hayatı bugün itibariyle daha fazla tehdit altında. Devlet, homofobik ve transfobik şiddeti körüklediği kadar içini boşaltığı İslamofobiye de güç verdi. DSİP üyelerinin aralarında bulunduğu binlerce insan, bizler direnerek çok iyi bir şey yaptık. Dünya çapında gelenekselleşen ‘Onur Yürüyüşü’ 1969’da Amerika’da Stonewall adlı bir gey barın polis tarafından basılmasına ve eşcinsellerin dövülmesine karşı büyük isyanla başlamıştı. 2015’te Beyoğlu’ndaki Onur Yürüyüşü, homofobik devlete karşı özgürlük için direnişi büyütürken şimdi aktivistler burjuvazinin iki yüzlü ahlakına ve devletine karşı mücadelede daha da kararlı.