Sosyalist işçi 555

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

555

24 Şubat 2016 2 TL. sosyalistisci.org

CERATTEPE-CİZRE EL ELE

BİRLESİRSEK , KAZANIRIZ GIDA FİYATLARI NEDEN UCUZLAMIYOR? sayfa 3

VERGİLERİMİZ SİLAHA HARCANIYOR: SAVAŞ DEĞİL EKMEK! sayfa 5

GRAVİTİK DALGALAR VE DEVRİM: PARADİGMA DEĞİŞİKLİĞİ sayfa 8

YEŞİL ARTVİN DERNEĞİ BAŞKANI NEŞE KARAHAN’LA KONUŞTUK sayfa 10


2

GÜNDEM

AKP HEPİMİZİ SAVAŞA ORTAK ETMEK İSTİYOR KEMAL BAŞAK

CERATTEPE’YLE CİZRE ARASINDA KÖPRÜ Cengiz inşaat bir alçaklık firması gibi. Tarihi, ihaleleri, kuruluşu. Sosyalist İşçi’nin elinizdeki sayısında bu şirketin yapısı ve Artvin’de işlemeye çalıştığı ekosistem cinayetiyle ilgili çok sayıda yazı var. Devlet neredeyse kıskançça Cengiz inşaatın çıkarlarını kolluyor. Cengiz inşaat için doğayı katletmeye, Artvinlileri öldürmeye hazır! Şimdiden bacağı kırılan gösterici kadınlar var. Cerattepe’de kadınların bacağını kırarken, Cizre’de bodrum katında insanlar yakılıyor. Ölüm, yaralanma ve devlet şiddetini bir kenara bırakırsak, Kürt illerinde, Artvin’de, işçilerin arasında, dipten işleyen dalgalar halinde bir direniş duygusu güçleniyor. Bu dip dalga, Erdoğan ve Erdoğan’dan daha fazla Erdoğancı olanların asla anlayamayacağı bir nesnel mantığa sahip. O, birileri istediği, planladığı, liderlik ettiği için şekillenen bir dalga değildir, kendiliğinden bir karakteri, itici gücü vardır. Tıpkı Gezi gibi. Hala, Gezi direnişini birilerinin başlattığını, hatta Gezi direnişini kendisinin başlattığını düşünenler var. Direnişe ilk günden beri katılan herkesin, imza toplayan, önderlik edenlerin bir katkısı olmuştur mutlaka. Ama Gezi direnişi, insanların kendilerini neden Taksim’de bulduklarını kendilerine bile açıklayamadığı muazzam bir kendiliğinden kitlesel patlamaydı. Bunun çok basit bir nedeni var: Ne kadar gizlemeye çalışırsanız çalışın, ne kadar bulandırmaya çalışırsanız çalışın, gerçeklerin ortaya çıkmak, görünür olmak, fark edilmek ve en sonunda bilince çıkmak gibi bir özelliği vardır. Gezi birilerine ihale edilmişti, ağaçlar bu nedenle aceleyle gözden çıkartıldı; Cerattepe’de siyanürle altın arayacak olan şirketin sahibinin milletin anasıyla babasıyla ilgili dertleri olduğu zaten biliniyordu ve olay alt yapı zenginliğini ekonomiye katmakla ekosistemin dengeli gelişimini aynı anda sağlamak ütopik çabasından çok daha farklı bir içeriğe sahipti. Yırcalıların deneyimi çok yakın. Binlerce ağacı bir saatte kesti Kolin firması. Bu gerçeği Artvinlilerin bilmediğini sananlar yanılıyor. İşçiler, kıdem tazminatının gasp edilmek istendiğini biliyor, kiralık işçi uygulamasının işçi sınıfının örgütlülüğüne çok ağır bir saldırı içerdiğini biliyor, ek zamların işçilerin hakkı olduğunu biliyor. Tüm insanlar mevsimlerin, güneşin, yağmurun garipleştiğini biliyor. İnsanlar biliyor, kadınlar, köylüler, işçiler, Kürtler biliyor. Bildiği için mücadele ediyor. Bu mücadelelerin ne zaman nasıl birikeceğini kimse bilemez. Ama sarayların duvarları, meclislerin kaliteli deriden koltukları, hayatın her günkü başlangıcının mücadelenin de başlangıcı olduğunun görülmesini engelleyebilir. Görüş açısı bulanıklaşabilir insanların. Direnişler ve direniştekiler bu bulanık görüş açılarına aldırmazlar. Gidermemiz gereken acil sorun, direnişler arasında her gün köprüler kurmak için örgütlenmek. Kürt halkıyla Artvin halkı arasında barış ve direniş köprüsü kurmalıyız. İşçilerin bir çok saldırıya karşı başlayan dip hareketliliği, harekete katılan işçilerin düşüncelerinden bağımsız bir şekilde bu köprü olabilir. Tüm mücadelelerin birleşeceği popüler bir direniş platformuna dönüşebilir. İşçi hareketi yaygınlaşabilirse hiçbirimiz ne olduğunu anlayamadan politik iklim hızla değişebilir. Hazılarlanmalıyız, örgütlenmeliyiz! İşçilerle, Kürt halkıyla, Artvinlilerle dayanışmalıyız. Çok açık ki bütünüyle antikapitalist bir direnişin yasımalarıyla karşı karşıyayız.

AKP liderliği 2014 yılının başından itibaren tutuklu bulunan darbeci / Ergenekoncu unsurları serbest bıraktırmış ve bu şekilde iktidarını yeniden TSK ve Ergenekon ile paylaşmaya başlamıştı. 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından bu “milli iktidar”, yanına her dönemde devletin tetikçiliğini yapan ülkücü faşistleri de alarak, Kürt halkına karşı yeniden savaş ilan etti. Devlet güçlerinin, Cizre’de olduğu gibi, savaş suçu işleyerek gerçekleştirdiği katliamlara dayandırdığı yeni Kürt politikasına yönelik Türkiye içinden ve dışından tepkilerin artması, ama bundan daha çok, Suriye’de Kürt düşmanlığı ve IŞİD / El-Nusra yandaşlığı üzerinden inşa ettiği dış politikanın iflas etmesi, AKP liderliğini milli koalisyonu büyütmeye yönlendirdi. AKP yönetimi, solcu olmadığını ama “milli” olduğunu defalarca kanıtlayan CHP’yi de bu yeni koalisyonun bir parçası yaparak barış isteyenlerin üzerindeki tecridi arttırmayı amaçlıyor. Bunun için Başbakan Davutoğlu partisinin son grup toplantısında Türkiye’nin milli bir iktidardan çok milli bir muhalefete ihtiyacı olduğunu söyledi. Bu konuda örnek gösterdiği kişi ise milli iktidarın TSK ve Ergenekon kanadı tarafından çok sevilen ismi Deniz Baykal. Artvin’deki çevre mücadelesine bile “mil-

Savaş boruları ötünce, devletin “eski” ve “yeni” sahipleri birleşti.

li” duygularla bakan, Artvin’in Cizre olmadığını söyleyen bir CHP hükümetin bu isteğini fazlasıyla yerine getiriyor. İşçilerin ve mücadele halindeki kesimlerin ihtiyacı bugünkü veya Baykal’ın dönemindeki CHP değil, Kürt halkının taleplerini koşulsuz olarak destekleyen antikapitalist bir sol muhalefet.

HÜKÜMET KORUMASI ALTINDAKİ VAMPİR İktidar yandaşı gazete ve televizyonlarda boy göstererek her gün nefret suçu işleyen bu insan müsveddelerinin arasına son günlerde bir faşist eklendi. Diğer Ergenekoncu arkadaşları / şefleri ile birlikte serbest bırakıldıktan sonra Erdoğan’a methiyeler düzerek dikkat çekmeye çalışan ülkücü faşist mafya lideri Sedat Peker’den bahsediyoruz. Peker, kendisi gibi ırkçı biri olan İHH başkanı vesilesiyle muradına erip Erdoğan’la tanıştıktan sonra bol “kanlı” demeçler vermeye başladı. Rize’de Erdoğan’a destek mitingi düzenleyerek barış isteyen insanları “adeta dünyanın şah damarları kesilmişçesine oluk oluk hepsinin kanlarını akıtacağız, nehirler dolusu kanları aktıkları zaman anlayacaklar” sözleriyle tehdit eden Peker, Erdoğan’ın hainlikle suçladığı akademisyenleri de boş geçmemiş ve “kanlarınızla duş alacağız” demişti. Muhaliflerin hakaret içermeyen sosyal medya paylaşımlarını bile hapisle cezalandıran “adalet sistemi” hükümet destekçilerinin nefret söylemlerini görmüyor. Bundan cesaret alan Peker adamlarının kendisine “reis sen az bile söyledin, biz onların kanlarıyla duş almayacağız, onların kanlarını içeceğiz” dediğini iddia ederek yeni bir tehdit gönderdi. Aklını kan dökmekle bozmuş bu faşistin bir an önce tımarhaneye kapatılması, nefret söylemi yayan diğer “yandaşlar” ile birlikte yargılanması gerekiyor.


GÜNDEM

GIDA FİYATLARI NEDEN UCUZLAMIYOR? leri son tüketiciye ulaştıran ulusal veya uluslararası market zincirlerinin ürünü düşük fiyattan alıp pahalıya satma politikaları geliyor. Üretici ile son tüketici fiyatları arasındaki fark, çoğu zaman yüzde 300-400’lere varabiliyor. Piyasanın diğer aktörleri de marketleri baz alarak fiyatları belirlemeye çalışıyor. Kürdistan’da yürütülen savaş ise hayvancılığa büyük bir darbe vurmuş durumda. Yaklaşık bir yıldır Kürdistan’daki devlet terörü nedeniyle üretim ve ticaret faaliyetleri neredeyse durmuş bulunuyor. Hayvancılıkta yüksek girdi maliyetleri de temel bir sorun teşkil ediyor. Petrol fiyatlarında dünyada yaşanan büyük düşüşün Türkiye’ye çok az yansıması, maliyetlerin düşmesini engelliyor. Ayrıca yem hammaddesinin yaklaşık yüzde 50’sinin ithal ediliyor olması, dövizdeki her artışta maliyetin yükselmesini de kaçınılmaz olarak beraberinde getiriyor. Temel gıda maddelerinin fiyatları geçtiğimiz bir yılda, hükümetin asgari ücrete yaptığı zam oranını geride bırakarak, korkunç bir şekilde arttı. Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE)’ne göre son bir yılda 40 temel gıda maddesi ortalama yüzde 23,4 oranında zam gördü. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre

son bir yılda mercimek yüzde 25,8, dana eti yüzde 25,3, balık yüzde 21, yumurta 21,2, zeytinyağı yüzde 105,3 badem içi yüzde 33, kuru üzüm yüzde 21,4 oranında zamlandı. Gıda maddelerinin fiyatları neden artıyor sorusunun birden fazla cevabı var. Bunun en önemli nedenlerinin başında, gıda fiyatlarının ürün-

Gida fiyatlarında yaşanan fiyat artışının özellikle son bir yıldır korkunç boyutlara ulaşmasına, esas olarak AKP hükümetinin Kürt halkına açtığı savaşın ve Suriye’ye yönelik savaş politikalarının neden oluyor. Tüm enerjisini savaşmaya veren AKP hükümeti, halkın temel sorunlarını çözme konusunda en küçük bir çaba içine girmek niyetinde değil.

Anayasa uzlaşma komisyonu neden dağıldı? Yeni anayasayı hazırlamak iddiasıyla kurulan “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” üçüncü toplantısında dağıldı. CHP, AKP’nin önerdiği başkanlık sistemi nedeniyle, anayasanın ilk dört maddesinden vazgeçmeyeceğini belirtmesi üzerine, Meclis Başkanı İsmail Kahraman “Böyle kırmızı çizgilerle başlanmaz” diyerek komisyonu dağıttı.

le devam etti: “Çünkü siyaset alanı son derece daraldı ve fikirler tartışılmıyor, kutuplaşma had safhada. En azından burada konuşulabiliyor olduğunu göstermek gerekiyordu topluma. İkincisi, AKP’nin önerisini ifşa etmek istiyorduk; nasıl bir başkanlık modeli öneriyorlar. Bizim önerimizi de toplumda tartışmak istiyorduk. Ancak maalesef olmadı.”

Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun dağılmasıyla ilgili konuşan HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan, CHP’nin sert bir şekilde kırmızı çizgilerini ortaya koyduğunu ifade ederek “Bunu net bir şekilde söylemek isterim ki masayı TBMM Başkanı devirdi. ‘Yarın istişare edelim’ diyebilirdi. Demedi” dedi. “Biz devam etmesini istiyorduk.” diyen Paylan, şöy-

CHP’nin kırmızı çizgi olarak belirttiği ilk dört madde, “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir” ilkesi temelinde, bugün Türkiye adı verilen topraklar üzerinde sadece bir etnisitenin bir dilin varlığını tanıyan ve bugün yaşanılan toplumsal sorunların kaynağını teşkil eden ırkçı formülasyonu tanmlıyor.

HAFTANIN IRKÇISI IRKÇI CERRATTEPE-CİZRE KIYASLAMASI YAPAN VEKİL CHP Yüksek Disiplin Kurulu Başkanı ve Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan, Cerattepe’ye yönelik saldırıları eleştirirken Kürt düşmanlığını dışa vurdu. Cerattepe’ye

neden müdahale edilmemesini anlatmaya çalışan Bayraktutan, “Müdahale etmek için her ortamı yaratıyorlar. Burası ne Cizre, ne de Şırnak. Burası bir cumhuriyet kenti Artvin” diyerek Kürdistan’a ve Kürt katliamlarına yönelik bakışını da gözler önüne serdi. Artvin’deki direnişçilere neden müdahale edilmemesi gerektiğini anlatmak için Artvin’i, Cizre ve Şırnak ile kıyaslayan Bayraktutan, “Temennim şudur bir tek kişinin burnu kanamasın Artvin’de. Eğer Artvinlinin burnu kanarsa bu bedeli ödeyemezler, bu kadar söylüyorum. Burayı başka kentlerle karıştırıyorlar. Bu insanlar altı aydır büyük bir direniş sergiliyorlar ve yirmi yıllık bir mücadele var” diyerek adeta Kürtlere yönelik Türk devletinin resmi politikasını dışa vurdu ve haftanın ırkçısı olmaya hak kazandı.

3

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

CHP’NİN SEFALETİ YA DA SEFALETİN CHP’Sİ Artvin Cerattepe’de süren direniş hepimize moral verdi. Devlet direnenlere bildiğimiz, artık alışık olduğumuz her yöntemi kullanarak saldırıyor. Kadınların bacağını kırıyor, gaz bombası atıyor, TOMA’lardan basınçlı suyla direnişçileri püskürtmeye çalışıyor, yollara barikat kurup, yürüyüşlere izin vermiyor. Devletin bütün baskı güçleri birleşmiş ve terbiyeden nasibini almamış, bütün milletin anasına küfür etmiş bir patronun hizmetine verilmiş. “Devlet ne işe yarar, kimin hizmetindedir” sorusunun yanıtını vermek için Marx ve Lenin’in devlet kuramlarına ayrıntılı bakmamıza gerek kalmadı artık. Soma’da da açığa çıktığı gibi devlet tüm yapılanmasıyla patronların hizmetçisidir. Bu yazıda tartışmak istediğim devletin sınıfsal karakteri hakkında devletin sergilediği hızlı eğitim kurslarının niteliği değil. Kısaca değinmek istediğim nokta, CHP’nin devletin Kürt illerinde uyguladığı şiddeti savunurken Cerattepe’de uyguladığı şiddete karşı çıkmaya çalışan politik yaklaşımındaki açığa çıkan, en hafif tabirle milliyetçilik diyebileceğimiz hastalığı. CHP Yüksek Disiplin Kurulu Başkanı ve Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan, Cerattepe’de polisin saldırılarını değerlendirirken şunları söyledi: “Müdahale etmek için her ortamı yaratıyorlar. Burası ne Cizre, ne de Şırnak. Burası bir cumhuriyet kenti Artvin.” Uğur Bayraktutan’ın cumhuriyetçi bilinçaltı devreye girmiş. Bizler sömürge analizleri yaptığımızda hakkımızda soruşturmalar başlatılıyor ama CHP’li vekil net bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde cumhuriyet kenti olan ve olmayan illerin, bölgelerin olduğunu söylüyor. Bu CHP’li vekile sormak lazım, örneğin Cizre neden cumhuriyet kenti değil diye. Ne yanıt verecek acaba? Oralarda Kürtler yaşadığı için mi? Kürtler Kürtçe konuştuğu için mi? Merkezi devlet aygıtı yerine yerel demokrasiyi savundukları için mi? HDP seçimleri ezici bir çoğunlukla kazandığı için mi? Ana muhalefet partisinin içinde, ırkçı ve milliyetçi yaklaşımları böylesine pervasızca sergileyebilenlerden geçilmediğini biliyoruz. Artvin direnişiyle Kürt halkının direnişi, aynı devletin farklı yüzlerine, politikalarına karşı direnişler ve kazanmak için ikisinin, birleşmese bile dayanışması gerekir. Devlet Cerattepe’de de Cizre’de de şiddet araçlarını kullanıyor direnenlere karşı. Cizre’de, direnenler Kürt olduğu için şiddeti sınırlamıyor, serbest bırakıyor ve onlarca insan öldürüyor. Artvin’i belli ki devlet de cumhuriyet kenti olarak görüyor CHP’liler gibi, orada bu nedenle şimdilik gaz bombası, plastik mermi ve basınçlı suyla idare ediyor. Sorun, bu CHP’yi sol muhalefetin parçası yapmayı tüm politik stratejilerinin temeli olarak belirleyenlerin, bu türden vekillerin CHP içinden çıkıvermesinin tesadüf olmadığını bilmelerine rağmen CHP aşkından vaz geçememeleri. Nedeni, onların da Cizre’yi bir cumhuriyet kenti olarak görmemesi olabilir mi?


4

DÜNYA

AVRUPA SINIRLARINDA POLİSLİK YAPAN NATO SIĞINMACI KRİZİNİ DAHA KÖTÜ HALE GETİRECEK ALEX CALLİNİCOS

Silik bir Norveçli politikacı olan Jens Stoltenberg, şu anda NATO genel sekreteri olarak görev yapıyor. Bu 1940’ların sonundan bu yana ABD tarafından domine edilen Atlantik düzenine sadık Avrupa’nın politik vasatlıkları için rezerve edilmiş bir görev. Geçen hafta Stoltenberg yıllık Münih Güvenlik Konferansı’na ağırlığını koyuyordu. Rusya’yı “Avrupa’nın güvenliğini bozmakla” suçladı. Rusya Başbakanı Dmitri Medvedev buna kurnaz bir vuruşla yanıt verdi. AB’nin sınırlarının dostluk sınırları olmaktan ziyade, ret sınırları olduğunu söyledi. Stoltenberg’in geçen Perşembe NATO’nun Kıbrıs’taki yerleşik filosunu Ege Denizi’ne kaydırdığını bildirmesi bunun ispatı oldu. Nedenini ‘göçmen ve sığınmacı akımını kesmede Yunanistan, Türkiye ve AB’ye yardım etmek’ olarak açıkladı. NATO Soğuk Savaş sırasında kendini özgürlük gücü olarak nitelemekteydi. Şimdi ise fakir dünyaya karşı kapılarını kapatmak için AB’ye yardım adına, Avrupa kalesinin sınıf muhafızı haline geldi. AB’nin bu konuda çok da iyi yapmadığını söylemek gerekir. Her gün yaklaşık 2 bin sığınmacının Ege Denizi aracılığıyla Türkiye’den Yunanistan’a geçtiği tahmin ediliyor. Bu durum geçen hafta Almanya şansölyesi Angela Merkel’in Türkiye’yi ziyaret etmesine ve NATO’nun konuya dahil olma talebini dile getirmesine neden oldu. Merkel Almanya’nın kapılarının sığınmacılara açık olduğuna dair söz verdiği Eylül’den bu yana çok yol kat etti. Ama elbette tüm Avrupa’da bariyerler kurulmakta. David Cameron AB’de sığınmacılara yardımı kesme girişimleriyle bu kötü ruhlu yaklaşımı özetliyor. NATO’nun girişimi insan tacirlerine karşı bir saldırı yapılmasını meşrulaştırdı. ABD Savunma Bakanlığı sekreteri Ashton Carter “şu anda zor durumdaki bu insanları sömüren bir suç çetesi var ve bu organize bir kaçakçılık operasyonu” diye açıkladı. Ancak insanların göç etmesinin suçunu insan kaçakçılarına atmak bilhassa aptal bir polisin zihniyetini ortaya koyar. İnsanların kış mevsiminde Akdeniz’in tehlikeli sularında hayatlarını neden tehlikeye attıklarını anlamak için, yalnızca Suriye hükümet güçlerinin Halep’te, Rusya tarafından desteklenen saldırılarına bakmanız yeterli. KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse

SAVAŞA VE IRKÇILIĞA KARŞI HAREKETE İHTİYACIMIZ VAR Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç, Ankara, Sultanahmet ve yine Ankara’daki bombalı saldırılarda 234 kişi hayatını kaybetti, bini aşkın kişi yaralandı. Her gün insanlar ölmeye ya da savaş yüzünden evlerini terketmeye devam ediyor. Hükümet her gün hem Kürtlere yönelik savaşa devam edeceğini ilan ediyor hem de Suriye’ye girmeye can attığını gösteren açıklamalar yapıyor. Tüm bunlar olurken ırkçılık sadece Avrupa’da müslümanlara yapılanlardan ibaretmiş, Suriye’deki savaşın tek sorumlusu Batılı devletlermiş gibi bir anlayış oluşuyor.

Savaş boruları ötünce, devletin “eski” ve “yeni” sahipleri birleşti.

Bombardıman Türkiye kuzey Suriye’deki Kürtleri bombalıyor. Ayrıca Birleşmiş Milletler Afganistan’da 11 bin sivilin yaşamını yitirdiğini açıkladı ki, bu sayıların kaydedilmeye başlandığı 2009 yılından bu yana en yüksek rakam. Bu savaşların kurbanlarının huzurlu ve görece refah bir Avrupa’yı cennet gibi görmelerine şaşırmamak lazım. Neyseki Avrupa’da çok sayıda insan şimdi bunu anlıyor. Geçen yaz ortaya çıkan emsalsiz, sığınmacılarla dayanışma dalgası kırılmadı. Paris vahşetinden sonra göçmenliği terörizmle bir tutma çabası sonuç vermedi. Keza Almanya Köln’de yılbaşı gecesi yapılan saldırılarda erkek şiddetinin göçmenlerle ilişkilendirilmesi de başarılı olamadı. Duygudaşlık, Midilli’den Leeds’e kadar sıradan insanların para, yiyecek ve kıyafet toplamak ve bunları sığınmacılara ulaştırmak için gösterdikleri çabanın büyüklüğü ile ortaya konan, gerçek bir hareketle gösterildi. Bu durum sınırların açılmasını destekleyerek ilkeli bir pozisyon almış olan radikal ve devrimci solu dönüştürdü. Burada Kürtlere düşen pay ise Türkiye’nin düşmanları ile işbirliği yapan ‘tarihsel hain’ olmak oluyor. Hal böyle olunca AKP ve onun medyadaki sesleri Türkiye’deki ırkçılığa, Halep’ten kaçan sivillere sınırın kapatılmasına gözümüzü yummamızı bekliyorlar. Bir yandan sürekli Esad’ın kendi halkına yaptığı zulmü anlatırken ve onu kendi halkının sesine kulak vermemekle eleştirirken diğer yandan Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de yaşanan zulmü tamamen görmezden geliyorlar. Halbuki bu arada AKP hükümeti Sur’u bombalamaya devam ediyor, bodrumlardan cesetler çıkıyor, bu şehirler artık yaşanamaz hale geliyor ve onlar da tıpkı Suriye’de savaştan kaçan insanlar gibi savaştan kaçmak için evlerini terketmek zorunda kalıyorlar. Halep’teki bombardımandan kaçan sivilleri sınırdan almayan, onlara ateş ederek ölmelerine ve yaralanmalarına neden olan Türkiye. Mültecilere sahip olmaları gereken insani yaşam hakla-

Sosyalist İşçi daima tüm göçmen kontrollerine karşı çıkmıştır. 1970’lerde Enoch Powell ve Ulusal Cephe’nin saldırılarına karşı göçmenleri savunduk. Gururla ‘buraya hoşgeldiler’ dedik. Ama izole edildik. Faşistlere ve ırkçılara karşı bizimle birleşebilen insanlar, tüm göçmenlerin kontrolüne karşı çıkmaya gelince bir çizgi çekiyorlardı. Ama şimdi sığınmacıları bağrına basan çok daha büyük bir hareketin parçasıyız. Elbette hareketin büyük çoğunluğu sınırların açılmasını bilinçli olarak desteklemeyebilir. Ayrıca örgütlü faşistler ve baskıcı islamofobik devletler de bize karşı. Bununla beraber, Avrupa toplumu şu anda sığınmacıları hoş karşılayanlar ve reddedenler olarak iki kutba ayrılmış durumda. Bu ırkçılık karşıtı politikalara çok daha büyük sayıda insan kazanmak için tarihsel bir fırsattır. Irkçılığa karşı uluslararası eylem günü olan 19 Mart, sığınmacılarla dayanışma hareketini sağlamlaştırmak için çok önemli bir fırsat olacak. Irkçılığa karşı olanlar tüm güçleriyle bunun inşasına çalışmalıdır. rını tanımadığı için her gün denizde ölmelerine neden olan ve onları Avrupa ile arasında pazarlık malzemesi yapan Türkiye. Suriye’de devrimin yenilmesinden sonra ortaya çıkan savaştan pay kapmak, her ne pahasına olursa olsun Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını önlemek için savaşa girmeyi bile göze alan, kendi topraklarında yaşayan Kürtlere savaş ilan eden Türkiye. Burada Kürt halkına yapılanları görmeden Suriye halkının özgürlüğünden, burada mültecilerin hem Türkiye içinde hem de sınırda yaşadıklarını görmeden sadece Avrupa’da ırkçılıktan sözedilemez. Dolayısıyla hem savaşa hem de ırkçılığa karşı çıkan, bu ikisi arasındaki bağı kuran bir harekete sadece batıda değil Türkiye’de de ihtiyacımız var. Böyle bir hareket Ancak böyle bir hareket Türkiye de dahil olmak üzere tüm Orta Doğu’ya 2011’deki devrimlerin özlemi olan demokrasi ve özgürlüğün gelmesine yardımcı olabilir.


DÜNYA

5

VERGİLERİMİZ NEREYE HARCANIYOR? TÜRKİYE DÜNYANIN ALTINCI BÜYÜK SİLAH İTHALATÇISI!

SİLAH DEĞİL EKMEK! Hükümet yanlısı/karşıtı, tüm gazeteler ve televizyonlar, Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesinin “hepimizin” çıkarları için yapıldığını iddia ediyor. Hatta daha da ileri gidenler var. Erdoğan ve AKP’nin önde gelen kalemşörleri “milli mücadele, bağımsızlık savaşı” yaşadığımızı söyleyerek, ya savaşı desteklememizi ya da “hain” olduğumuzu yazabiliyor. Savaş, siyasetin şiddet araçlarıyla yürütülmesidir. Siyaset ise ekonominin yoğunlaşmış biçimi, yani her biri bir devlete yaslanan küresel tekellerin çıkarları üzerine yapılır. Biz savaşları getirdiği insani ve ekonomik yıkımla görürüz. Küresel tekelci kapitalizm için ise Suriye’nin 15’ten fazla ülkeye ait savaş uçaklarıyla bombalanması, Türkiye’nin Kürtlerle barışmak yerine savaşması bir kazanç kapısıdır. Silahlanma yarışı Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) 2011-2015 yılları arasındaki dönemin verilerini deşifre ettiği uluslararası silah ticareti raporu korkunç gerçeği kanıtlıyor:

Yılın başındaki zam dalgası ile derinleşen hayat pahalılığı savaş sürdükçe ve büyüdükçe artacak.

n Uluslararası silah ticareti, 2011-2015 döneminde 20062010 dönemine kıyasla yüzde 14 arttı. n Son beş içinde Orta Doğu'da, Türkiye ile İran arasındaki bölgede ağır silah satışı yüzde 61 oranında arttı. n Uluslararası silah ihracatının yüzde 74'ünü ABD, Rusya, Çin, Fransa ve Almanya gerçekleştirdi. En çok silah alanlar n Dünyada en fazla silah ithal eden ülkeler ise sırasıyla şunlar: 1. Hindistan 2. Suudi Arabistan 3. Çin 4. Birleşik Arap Emirlikleri 5. Avustralya 6. Türkiye 7. Pakistan. 8. Vietnam 9. ABD 10. Güney Kore En çok silah satanlar

Onlar savaşıyor, biz ölüyoruz, birileri kazanıyor SIPRI raporu, dünyada silahlanmanın boyutlarındaki artışın ne denli büyük ve tehlikeli olduğunu gösterirken, Suriye’deki savaşın biz emekçilerin ya da kardeş Suriye halkının çıkarları için değil küresel silah tekelleri ve silahlı birliklerden oluşan devletler arasındaki bir çıkar çatışması olduğunu gösteriyor. Ordu kışlaya Raporda en tedirgin edici kısım ise milyonların açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşadığı, kendi içinde bir savaş yaşanan Türkiye’nin dünyada en fazla silah alan altıncı ülke olması.

n En fazla silah satan ülkeler sıralaması ise oranlarına göre şöyle: 1. ABD 2. Rusya 3. Çin 4. Fransa 5. Almanya 6. İngiltere 7. İspanya 8. İtalya 9. Ukrayna 10. İtalya

Bu silahların parasının kime gittiği belli ama kimden geliyor? Tabi ki bizim daha elimize geçmeden ücretlerimizden kesilen vergilerden. Türkiye’de vergi gelirlerinin yüzde 65’inden fazlasını ücretli çalışanlar yani işçiler ödüyor.

n Silah tüccarlarının bir numaralı adresi ABD’nin en çok silah sattığı ülkeler Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye.

Emperyalist güçler, silah tüccarları ve onların “milli ve yerli” ortakları kasalarını doldururken, biz fakir kalıyoruz, emekçiler ölüyor.

marksizm SAVAŞA, MİLİTARİZME KARŞI MÜCADELEYE! TOPLANTILAR TAKSİM HİLL OTEL SALONLARINDA GERÇEKLEŞECEKTİR. www.marksizm.biz


6 GÜNDEM TAK’IN EYLEMİNE NASIL BAKIYORUZ? TAK, Öcalan’a bağlılığını ilan eden, ancak PKK’nin mücadele çizgisini doğru bulmadığını iddia eden ve son 10 yıldır Ankara saldırısına benzeyen çeşitli işlere imza atan bir örgüt. Kimileri ise örgütün doğrudan PKK’nin bir yan kolu olduğunu iddia ediyor. Her ne olursa olsun, sivilleri de hedef alan bombaların “intikam” adı altında patlatılmasının Kürt halkının ve Batı’da barış isteyenlerin mücadelesine yarar sağlamadığı açık. Biz dünyayı değiştirmek için sıradan insanların, geniş kitlelerin eylemliliğine güveniyoruz. Bireysel şiddet saldırılarının bu kitlelerde kendi güçlerine yönelik bir güvensizliğe, bu saldırıların yaratacağı devlet saldırıları karşısında moralsizliğe yol açacağını düşünüyoruz. Devletin ideologlarının “nereden gelirse gelsin şiddeti kınama” argümanlarına ise karnımız tok. Böyle diyenlerin sonu genelde Türk milliyetçiliğinin argümanlarıyla birebir örtüşmek oluyor.

AKP VE ABD’NİN “TERÖRİZM” TARTIŞMASI AKP, Ankara’da askeri hedeflere yapılan bombalı saldırıyı Suriye Kürtlerine karşı saldırıya geçmek için fırsat bildi. Erdoğan-Davutoğlu, IŞİD’e karşı mücadele ettiği için YPG’yi destekleyen Batılı ülkelere kızıyor. YPG’nin PKK’den farksız olduğunu ve “terörist” olarak sınıflandırılması gerektiğini söylüyorlar. ABD ise PKK’yi “terörist” olarak tanımlıyor ve Türkiye devletinin Cizre’den Sur’a gerçekleştirdiği katliamlara “terörizme karşı mücadele” adı altında destek veriyor. Ancak YPG’yi terörist olarak görmediklerini ve destekleyeceklerini beyan ediyorlar. Türkiye devleti de, ABD de, uluslararası siyasetin “terörizm” ile yatıp kalkan tüm diğer aktörleri de ikiyüzlüdür. Irak işgali zamanında savaş karşıtı hareket George Bush’u “dünyanın bir numaralı teröristi” ilan etmişti. İşgal sonucunda bir milyondan fazla insan öldü. ABD ve Rusya’nın politikaları sonucunda Ortadoğu yeniden kan gölüne döndü. Bu devletler ve Mardin’de 59 yaşındaki bir kadını “teknik arıza” sonucu öldüren Türkiye terörizm konusunda ahkam kesemez. Gerçekten terörist olanlar bunlardır. YPG ise Suriye Kürtlerinin direniş örgütüdür.

KARA HAREKATI HEVESİ SÖNDÜ AKP’nin Suud rejimiyle ittifak yapararak Suriye’ye karadan girme çabaları sonuç vermedi. Suudi Arabistan, karadan herhangi bir operasyon olması durumunda, bunu “yalnızca IŞİD’e karşı” yapacaklarını ilan ederek, Baas rejimini ve YPG’yi de hedef alan bir emperyalist işgali kışkırtmak isteyen AKP’yi yarı yolda bıraktı. Bunun üzerine, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da “Koalisyonun ortaya koyacağı bir eylem planı olursa bununla ilgili bu değerlendirilir. Şu anda çok somutlaşmış, yarın hemen böyle bir operasyon hayata geçirilecek, böyle bir şey henüz söz konusu değil. Bizim dediğimiz, ‘Türk askeri Suriye’ye girsin, Amerikan askeri veya Suudi askeri girsin karadan, operasyon, oralar işgal edilsin’ değil, böyle bir şey biz hiçbir zaman söylemedik” demek zorunda kaldı. Kalın, Rusya devreye girince, AKP’nin istediği “uçuşa yasak bölge” planının da zora girdiğini itiraf etti.

ÖLÜMLERİ DUR

ÇÖZÜM MASASINA OZAN TEKİN

Ankara’da 17 Şubat Çarşamba günü askeri personelin servislerini hedef alan bombalı saldırıda 28 kişi hayatını kaybetti. Bir kez daha Türkiye’nin başkentinde, çeşitli ordu ve devlet kurumlarının göbeğinde bir bomba patlamış oldu. Hükümet her zaman olduğu gibi “güvenlik zaafiyeti” olmadığını öne sürdü ve saldırıyla ilgili haberlere yayın yasağı getirdi. Bombayı kimin patlattığı ilk iki gün boyunca belirlenemedi. AKP, Suriye politikalarına meşruiyet kazandırmak adına, henüz daha sadece ırçkı yayın organı Sözcü bunu iddia etmişken, eylemi yapanın YPG’li olduğunu ileri sürdü. Eylemi daha sonra TAK üstlendi. AKP’nin Yeni Türkiye’si kaosa girdi Türkiye, AKP’nin gerek içeride gerekse Ortadoğu’daki savaş politikalarının bir ürünü olarak, ne zaman nerede hangi bombanın patlayacağının beklendiği bir ülke hâline geldi. Ankara saldırısı, 7 Haziran seçimlerinin hemen öncesinde, daha sonra Suruç’ta, bunun ardından 10 Ekim’de barış mitinginde, son olarak ise Sultanahmet’teki turistik bir bölgede patlayan bombaların devamı olarak okunmalı. TAK, sivilleri hedef alan eylemlerinin devam edeceğini belirtti. Bırakın siyasi eylemlilik içinde olan aktivistleri, geniş kitleler dahi bu saldırılardan birinin hedefi olabileceği kaygısıyla yaşıyor. Hesabını hükümetten soracağız Bugüne kadar patlayan bombaların sorumlusu IŞİD’di, sonuncu saldırıyı ise bir Kürt örgütü üstlendi. Ancak AKP için fark etmiyor. Ülkede birkaç ay içerisinde yüzlerce kişi bombalı saldırılar sonucu yaşamını yitirmişken, hükümet bunlarla ilgili hiçbir sorumluluk üstlenmiyor, tek bir kişi istifa etmiyor. AKP’nin ideologları ise adeta bunca ölümü “normalleştirmeye” çalışıyor, Fransa’daki IŞİD saldırılarını örnek vererek hükümetin sorumluluğu olmadığını kanıtlamaya gayret ediyor. Oysa ülkeyi yöneten AKP’dir. Devletin “güvenlik” güçleri, istihbaratı, İçişleri Bakanı bu ölümleri durduramadığı için elbette ki sorumludur. Ölümlere öfkelenenler elbette ki bunun hesabını hükümetten soracaklardır. İstikrar masalı Bunun yanı sıra, AKP, sadece güvenlik önlemleri alamadığı için değil, ülkeyi bu kaosun içine soktuğu için de suçlanmalı. 7 Haziran’da oylarının beşte birini kaybeden iktidar partisi, 1 Kasım seçimlerinde bu durumu “istikrarı yeniden sağlayacağı” vaadiyle toparlamıştı. Ancak 1 Kasım’dan beri güvensizlik ve savaş ortamı derinleşiyor. Çözüm sürecinin bitirilmesi ve devletin savaş politikaları Kürt illerinde yüzlerce kişinin ölümüne yol açtı. Batı’da yaşayan sıradan insanlar ise Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin sözde “stratejik derinlik” içeren politikalarının yansıması olan bombalar sonucu hayatlarını kaybediyorlar. Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi, YPG mevzilerini bombalaması, Suudi Arabistan ile yaptığı ittifak sonucunda Batılı liderleri Suriye’ye kara harekâtına zorlaması, dışarıya yönelik savaş politikalarının en net göstergeleri. Bu manevralar, Türkiye’nin her yerini bu tür saldırılara açık hâle getiriyor.

Sözde “güvenlik” çözümleri Hükümet ise her saldırının ardından, bu bombalara zemin hazırlayan yeni ataklar yapıyor. “Güvenlik” önlemleri kapsamında GBT kontrolleri sıklaştırılıyor, Kürt aktivistler tutuklanıyor; barış politikalarının uygulanması yerine hem Kürt illerinde hem Suriye’ye yönelik savaşı derinleştirmeye yönelik hamleler yapıyor. “Terörle mücadele” adı altında her gün yeni bir Kürt kenti abluka altına alınıyor, sokağa çıkma yasakları ilan ediliyor. Temmuz ayı sonunda yeniden başlayan savaş sonucunda “terörist”, sivil, asker, polis, toplamda binden fazla insan yaşamını yitirdi. Hedef Kürtlerin kazanımlarını engellemek AKP liderliği, çözüm sürecinin bitirilmesinin Ceylanpınar’da öldürülen polislerle değil, Kobanê direnişi günlerinde Türkiye’de yapılan eylemlerle ilgili olduğunu, bu politikanın ilk sinyallerinin o dönem verildiğini itiraf etti. Zira hükümetin anlattığı, kendilerinin sorunu çözmek istediği,


GÜNDEM

RDURMAK İÇİN

A GERİ DÖNÜLSÜN!

7

GÖRÜŞ Roni Margulies

SAVAŞ VE BARIŞ Türkiye şu anda savaş hâlinde bir ülke. Bir yandan Kürt illerinde süren savaş, bir yandan Suriye topraklarının top ateşine tutulması, bir yandan da büyük şehirlerde patlayan bombalar. Yaz aylarından bu yana kaç kişinin öldüğünü hesaplamak bile mümkün değil. Ama Hürriyet’in bugünkü haberine göre sadece Sur’da, bir tek şehrin tek bir ilçesinde, ekim başından bugüne 281 ölü verilmiş. (Tabii, Hürriyet böyle ifade etmiyor: asker, polis ve korucular “şehit olmuş”, Kürtler ise “etkisiz hale getirilmiş”.) Savaş olan yerde başka her şey önemsizleşir, gündemden düşer. Siyasetin rengi değişir, insanların düşünceleri, bakışları başkalaşır. En başta, düşmana karşı bir kenetlenme, birlik olma duygusu güçlenir. Savaş açan hükümet, askerî alanda olduğu kadar propaganda alanında da faaliyet gösterir, düşmanı daha da düşmanlaştırmak, kendi halkının millî duygularını daha da güçlendirmek için yoğun bir çalışma yapar. Düşmanı kana susamış bir barbar olarak gösterir, “bizim” yaptıklarımızın meşruluğunu, doğruluğunu, iyiliğini tekrar tekrar anlatır. Bir savaşın ilk aylarında halkın bu propaganda fırtınasından etkilenmemesi, “kendi” devletini eleştirmesi zordur. Kaldı ki, yenilmekten korkmak, yenilginin sonuçlarından ürkmek doğaldır. Geçen gün esnafın biriyle sohbet ediyordum. Memleket meseleleri filan diye konuşurken, “Abi,” dedi, “şu komşu ülkelerin hâline bak. Nasıl bir felaket! Allah bizi korusun. Güçlü bir devlet olmak ne kadar önemli. Yoksa biz de onlar gibi olabilirdik.” Adam sağcı, AKP’li, devletçi filan değil, kesin politik görüşleri yok. Ama korkuyor. Dolayısıyla, düşmanlara karşı “devletimize” tutunuyor, “hükümetimizi” eleştirmek istemiyor. Savaşa girip de halkının böyle düşünmediği bir ülke örneği hiç yok.

Batıda barış eylemleri devlet baskısı ve saldırı tehditleriyle engelleniyor.

PKK’nin ise masayı devirdiği argümanı doğru değil. Kürt sorununun çözümüne yönelik, çözüm süreci ilan etmenin ve Abdullah Öcalan’ı muhatap almanın dışında hiçbir somut adım atılmasa da, iki buçuk yıl boyunca savaş yanlısı politikaları devreye sokan PKK olmamıştı. Devlet, bölgede kalekollar inşa ederek gerginliği tırmandırsa da, Kürt siyasi hareketi barış masasının korunması konusunda ısrarcı oldu. Devletin kırmızı çizgisi: Rojava Türkiye devletinin Kürt politikasıyla ilgili en kritik yerde duran olgu, Rojava’daki gelişmeler. Şu an TSK, Suriye’de YPG’nin ilerleyişini durdurmak için sınırın Türkiye tarafından bombardımana başladı. Gerekçe ise Suriye Kürtlerinin “ulusal güvenliğe” tehdit oluşturması. Bunun kabul edilebilir hiçbir tarafı yok. Sınırın Suriye tarafını Arap Baharı öncesinde Esad diktatörlüğü kontrol ediyorken AKP için bir ulusal güvenlik tehdidi yoktu. Devrimden sonra muhaliflerin kontrol ettiği bölge-

lere, El Nusra veya IŞİD gibi mezhepçi örgütlerin denetiminde olan sınır bölgelerine yönelik böyle saldırgan bir tavır sergilenmedi. Belli ki, AKP’nin “ulusal güvenlik” diye tanımladığı, aslında güvenlikle filan değil, Türkiye devletinin ulusal çıkarlarıyla ilgili. Savaşa karşı seferber olalım! Barıştan yana olan herkes, bu çılgınlığı durdurmak için harekete geçmeli. Hem Cizre, Sur ve benzeri yerlerde yaşanan katliamlara hem de TSK-AKP işbirliğinin Suriye’nin kuzeyine yönelik saldırganlığına karşı sesimizi yükseltmeliyiz. Erdoğan hâlâ, Türkiye devletinin ABD’nin Irak işgaline ortak olmasını ilk etapta engelleyen savaş karşıtı hareketi ve o hareketin 1 Mart 2003’te tezkereyi durduran kitlesel eylemini unutamıyor. Benzer bir hareketi yeniden inşa etmek ve ölümleri durdurmak için sabırlı ve kararlı bir faaliyet içerisinde olmalıyız.

Ama bu durumun çok uzun sürdüğünün örneği de yok. Bir süre sonra halkta “savaş yorgunluğu” başlar; hükümetin söyledikleri daha fazla sorgulanır, her dediğine inanılmaz; savaşın maliyeti millî duyguları törpülemeye başlar. Özellikle de “zafer” geciktikçe hükümetin propagandası etkisini yavaş yavaş yitirir. Türkiye’de henüz ilk aşamadayız. AKP hükümetinin işi belli ki geçen Haziran ayına kıyasla şimdi daha kolay. Barış isteyenlerin, muhaliflerin, hepimizin işi biraz daha zor. Muhalif saflarda genel bir karamsarlık ve moral bozukluğu var. Ama unutmamak gerek: Savaş başlamadan hemen önce 7 Haziran’da AKP oylarının beşte birini kaybetmişti. Ve tüm kamuoyu yoklamaları halkın büyük çoğunluğunun barış sürecini desteklediğini gösteriyordu. Evet, savaş bu durumu değiştirdi. Ama çok uzun süreliğine değil. AKP sağlam değil kaygan bir zeminde dans ediyor.


8

BİLİM (ŞİMDİLİK) TÜM ZAMANLARIN EN İYİ BİLİMKURGU DİZİSİ Işınlanma, anti-gravitik gemilerle evrenin bir ucundan diğerine seyahat, başka dünyaların varolduğunu; dolayısıyla yeryüzündeki kültürlerin de göreceli olduğunu. Sadece milliyetlere ve ayrı dillere bölünmüş insanlığın değil “insanımsı” olarak sınılandırılabilecek varlıkların farklılık içindeki eşitliği ve faydalı amaçlar için işbirliği. 70’lerin kült dizisi Uzay Yolu’nun (Star Trek) başarısı, klasik bilimkurgunun sınırları içinde gündelik hayattan bir anlığına kaçmak isteyenlere, basit ve heyecanlı bir macera sunmasıydı. Son derece kısıtlı, erkeksi ve savaşın sürdüğü bir galakside geçtiğini düşünürsek, kaba ve militaristti aynı zamanda.

Işınlanma hayalini dünya popüler kültürene sokan Uzay Yolu’du.

Star Trek: Next Generation’da çok daha fazlası var. Geçtiği 24. yüzyılda, bankalar, şirketler, özel mülkiyet tarihe karışmış. Militarizm, cinsiyetçilik, türcülük, sömürgecilik bütünüyle reddedilirken, macera derin felsefi ve politik tartışmalarla sürmekte. Atılgan’ın rotası bir barış elçisi olarak zarif evrenin bilgisini kavrayarak tüm türlerin özgürleşebileceği, farklılıklar içindeki uyumun peşinde. Elbette evrenin bir tarafında savaş var, hâlâ bir takım politik ayak oyunları da. Fakat 20. yüzyılın sürmekte olan korkunç tarihinin derin eleştirisi ve radikal reddi de var. Neden böyle? Seri 1987-1994 yılları arasında 7 sezon sürmüş. Neoliberalizmin en azgın olduğu dönemde, şimdiki kafaya çok benzer antikapitalist eleştiri var. Eh, bunu büyük ölçüde ikinci seriye hikayeleri, romanları ve Vakıf dizisiyle esin kaynağı olan Isaac Asimov’a borçluyuz. Onun bilimkurgusunda hiç hesaba katılmayan insanlar evrende her şey değiştirebilir.

GRAVİTİK DALGALARIN SAPTANIŞI: PARADİGMA DEĞİŞİYOR VOLKAN AKYILDIRIM

Biz savaşla yatıp kalkarken, dünyada büyük yankı uyandıran, evren ve bunun içindeki yerimizi farklı bir bakış açısıyla görmemizi sağlayacak büyük bir bulgu saptandı: Yerçekimi dalgaları. Bunlar nedir? Açıklamasını BBC’nin popüler bilim yazarlarına bırakırsak: “Uzay-zamandaki dalgalar. İki büyük kara deliğin çarpışması gibi şiddetli olaylarla doğuyor ve örneğin bir havuza taş atıldığında yüzeyinde oluşan halkalar gibi dağılmaya başlıyorlar. Işık hızıyla hareket eden bu dalgalar zamanla yalnızca galaksiye değil, uzay-zamanın tümüne yayılıyor. Başka açılardan da ışığa benzeyen bu dalgaların, ışıktan önemli bir farkları var: Onun gibi başka cisimler tarafından saçılmıyor ya da emilmiyorlar. Yani bozulmadan kalıyorlar... Bu dalgalarla gönderilen mesaj, aradan milyonlarca yıl da geçse ilk günkü gibi kalıyor.” Yani evrenin oluşmasına yol açan Büyük Patlama’dan bu yana olup bitenleri anlamak mümkün hale geliyor. Bu dalgalar insanlar tarafından denetlenebilirse ne olur? Kütleçekimini yenebilen dalgalar (anti-gravitik) yapabiliriz. Böylece yolculuk, uzay yolculuğu dahil, çok daha kolay, ucuz, konforlu ve fosil yakıt kullanmadan yapılabilir hale gelebilir. Kütleçekim dalgalarıyla bilgi iletmeyi başarabiliriz; bu dalgalar her şeyin içinden geçtiği için kesintisiz mesajlar yollayabiliriz. Tıbbi görüntülemeden, kütlelerin manipülasyonuna kadar pek çok şeyi bu dalgalar aracılığıyla yapabiliriz. ‘Uzay Yolu’ dizisinin hayal ettiği teleportasyon (ışınlama) ve ışık hızında seyahat bu dalgalar sayesinde hayal olmaktan çıkabilir.” (İsmet Berkan’dan özet, Hürriyet) Einstein’ın görmeden bilmesi Uzay-zamanda dalgaları, Fizikçi Einstein tarafından 100 yıl önce öne sürülmüştü. Fakat Einstein bu dalgaların fiziksel varlığını saptamanın hiç mümkün olmayabileceğini de yazmıştı. Bazı medya kuruluşları, Higgs Bozonu ve DNA’nın şifresinin çözümü belki onlardan da büyük çığırlar açacak bu keşfi sadece bir adamın dehası açısından verdi. Evet, burada bir deha var. Fakat kehanet yok. Einstein, 100 yıl önce eldeki bilimsel verilere ve teorilere dayanarak,

yeni bir teori ortaya koymuştu ve bunu yaparken deneysel ortamda gözlemle kanıtlaması teknolojik olarak imkansızdı. Burada kıymetli olan bilimcinin dehası değil, bir insanın görmeden, elindeki bilgiyle evrende olup bitenleri açıklaması; örüntüleri okuyarak bu sonuca varmasıdır.

mekanizmaları onarıp yokoluş tehlikesini bertaraf edecek bir düzeye ulaştık. Fakat 400 yıldır dünyada hakim olan ve canımıza okuyan kapitalist üretim tarzı; bunun etrafında kurulu uluslararası rekabete dayalı sistem ve ulus-devletler, insanlığın korkularını aşarak daha üst bir bilinç düzeyine sıçramasını engelliyor.

100 yıl sonra, dünyanın çeşitli yerlerine kurulan, ölçüm gücü yüksek laboratuarlarda, uzay zaman dalgalarının varlığı saptanmaya çalışılırken birden bire iki karadeliğin çarpışması iki ayrı laboratuarın ekranlarında belirerek saptandı.

Paradigma değişikliği ve ayaklanmalar

Peki bizim ne işimize yarayacak?

İşte gravitik dalgaların varlığının fiziksel olarak ispatlanmasının bizim gibi dünyayı değiştirmek isteyenler için (şimdilik) en önemli yanı. Bu keşif tarihin belli bir dönemine denk geliyor: 2011’de başlayan Arap ayaklanmaları ile dünya küresel bir protesto dalgasına. 30 yaşında altındaki dünya nüfusu, eski dünyada yaşamak istemiyor.

Hiç. Eğer Einstein ve 20. yüzyılın fizikçilerinin çığır açan buluşları, kapitalist sınıfın ekonomik ve siyasi tercihleri sonucunda birinci ve ikinci dünya savaşı ile 20. yüzyıl boyunca sadece silahlanma için kullanılmasaydı belki şimdi biz de ışınlanabilecektik. Bilimcilerin “100 yıl sonra” genellemesi de, dünyadaki, kaynakları hızla tüketen insanların uzayda kolonizasyondan başka bir yol olmadığını söyleyen fizikçi Stephen Hawking ile aynı yanılgıdan kaynaklanıyor: Küresel tekelci kapitalizmi bir veri olarak kabul etmek ve sistemin sınırları içinde düşünmek. Bilimsel devrimi ne engelliyor? Kapitalizm için bilimsel keşifler, ancak tekellere yeni kârlar kazandırdığı, önemli bir kısmı aç 7 milyar insanın tüketimi ve refahını değil daha fazla sermaye kazandırdığı ölçüde fonlanır. Bu yüzden bilim, silahlanma temelinde gelişerek sadece teknolojik alandaki ilerlemelere sıkışmıştır. Tekellerin ve 21. yüzyılın yeni süper zenginleri şimdi uzayda madencilikle ilgilenmekte, 20-30 sonra devreye girecek proje ve teknolojilerin üretimine yatırım yapmakta. Bazı hükümetler ve BM, yeni uzay madenciliği yasaları hazırlayıp, üzerlerinde su ve kıymetli madenler üzerinde hak iddia etmeye başladı bile. Burada Karl Marx’ın gösterdiği çelişkiye varıyoruz. Üretici güçler gelişirken, kapitalist üretim ilişkileri (adeta bir deli gömleği gibi bağlanmış) olduğu gibi durmaktadır. Üretim ve teknolojik atılımlar hiçbir dönem bu kadar hızlı gelişmemişti. Fakat bolluk içinde yokluk yaşıyoruz. Tüm insanların refahını sağlayacak ve doğa ile uyumlu, mahfedilen

Fevkaleda zarif, hiçbir şeyin boşuna olmadığı mükemmel bir evrende yaşıyorsak; başka bir dünya ve bambaşka bir gelecek bir olasılık olarak duruyorsa, neden bu berbat çürümüş düzende yaşayalım?

Sadece gravitik dalgaların keşfi değil; Son 10 yılda ard arda gelen bilimsel saptamalar ve her birinin biz insanlar için pratik sonucu, bu düzende yaşamamızın bir kader değil, tercihler ve gelenekler olduğunu gösteriyor. Karl Marx ve Friedrich Engels, dünyayı değiştirmek için ortaya koydukları basit ve bir o kadar derin açıklama, bilimsel ve teknolojik devrimler çağı olarak anılan 19. yüzyılın ürünüdür. Tıpkı Paris Komünü gibi. Şimdi de paradigmanın değiştiği bir dönemdeyiz buradan çıkacak iki pratik sonuç: n Antikapitalistler pozitif bilimlerdeki son gelişme ve özellikle fizikteki devrim olasılığına dikkat etmelidir. Başka şeyler gibi, sadece dünya gerçeklerini değil evreninkileri esas ve ispat noktası olarak alan bütünlüklü bir bakış açısına ihtiyacımız var. n Paradigmanın değişmesi, üretici güçleri engelleyen üretim ilişkilerinin ortadan kalkmasına bağlı. Yani ışınlanma hayalimize, doğaya ve evrene zarar vermeden/tahribatı onararak müthiş işler başarabileceğimiz gibi yeni enerji kaynaklarına ulaşmak için kapitalist sistemi küresel ölçekte ortadan kaldırmak zorundayız. 21. yüzyıl bilimsel, teknolojik, politik ve sosyal devrimlerle insan türünün utanç dolu tarihini geride bıraktığı; madencilik için astreoridleri sömürgeleştirildiği değil bizi kısıtlayan korkularımızı aşıp evrenle bütünleşmemizi sağlayabilir.


SINIF MÜCADELESİ

EMEKÇİLER HAKLARI İÇİN DİRENİYOR!

9

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

O GENELGE YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILMALI Hükümetin, terör örgütleriyle ilişkili memurların tespit edilmesi ve işlem yapılmasına yönelik genelgesi, Kürt ve HDP’li kamu çalışanlarının, dolayısıyla KESK’in bütünüyle tasfiyesi anlamına gelir. Sadece KESK üyelerinin değil, işyerlerinde keyfi bir şekilde herkesin herkesi ihbar edebileceği bir düzenlemedir bu. Bu genelge ile özellikle barış çağrısı yapan başta akademisyenler olmak üzere çeşitli meslek gruplarından kamu çalışanlarının cezalandırılması hedeflenmektedir. Kendisi gibi düşünmeyen kamu çalışanlarına yöneticileri tarafından ceza verilmesi için hükümet tarafından emir verilmektedir. Bu genelge ile soruşturma açılamayacak kamu görevlisi kalmamış olacak, çoğu durumda sadece kişisel nedenlerle ortaya çıkan anlaşmazlıklar, ihbar haline gelecektir. İnsanların birbirini şikayet etmesi teşvik edilmektedir.

n Söke’de Elit Madencilik'te çalışan İŞÇİLER, 5 aydır ücretlerinin ödenmemesine ve sürekli 'fazla üretim' baskısı yapılmasına karşı üretimi durdurdu. n Kıdem tazminatının gasbedilme girişimlerine karşı DİSK'e bağlı Birleşik Metal-İş sendikasının açıkladığı eylem takviminin ilk ayağı olarak İzmir'de metal işçileri eylem yaptı. Yürüyüş ve basın açıklaması eylemleri, ay sonuna kadar Bursa'nın farklı bölgeleri ve Gebze'de sürecek, 1 Mart günü Eskişehir'de yeniden başlayacak ve 15 Mart'a kadar, hergün sırasıyla, Bilecik, Mersin, Hatay – Dörtyol, Çorlu, İzmit, Konya, Kırşehir, Manisa, Düzce ve Bursa-Orhangazi'de devam edecek. n Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) Batman Bölge Müdürlüğü bünyesinde çalışan işçiler “tasarruf” adı altında kendilerine dayatılan esnek ve güvencesiz çalışmayı protesto etmek için iki saat iş bıraktı. n Beşiktaş Belediyesi işçileri, ücretlerini düşürmek isteyen taşeron şirketi protesto etti. İşçiler, 4. Levent’ten Nispetiye Caddesi’ndeki belediye binasına kadar yürüyüş yaptı. n Antep’te önce Has Tektstil, daha sonra Nakpilsa ve Naksan işçileri ek zam talepleri için iş bıraktı ve kazandı. n Antep’teki ek zam için mücadelelerin kazanımla sonuçlanmasının ardından Gebze’deki Kroman Çelik’te de işçiler aynı taleple eylem yaptı.

lu forum düzenledi. n Aliağa Emek ve Demokrasi Platformu işçi ve emekçilere yönelik hak gasplarına karşı bir eylem yaptı. n Sağlık işçi ve emekçileri, İstanbul’da Çapa’da taşeron çalışmaya ve iş cinayetlerine karşı eylem yaptı. n Türk-İş’e bağlı sendikaların Adana Şubeleri tarafından kıdem tazminatının gasp edilmesi ve özel istihdam bürolarının yaygınlaştırılması politikalarına karşı eylem yapıldı. n İstanbul’da Sosyal-İş sendikasında örgütlü olan İSKOOP işçileri, kıdem tazminatı ve kiralık işçilik düzenlemelerine karşı eylem yaptı. n Soma’da İmbat Madencilik önünde direnişte olan işçiler pankart açınca jandarma ve polis saldırısına uğrayarak gözaltına alındı. n Enerji işçileri Cengiz Holding’in ortağı olduğu BEDAŞ önünde Cerattepe ve hakları için eylemdeydi. BEDAŞ önüne yürüyen işçiler, Cerattepe’de doğa katliamına ve işten çıkarmalara karşı uyardı. n DİSK, Türk-İş ve Hak-İş’e bağlı sendikaların üyeleri, İstanbul’da Esenyurt Meydanı’nda yaptıkları ortak eylemle kıdem tazminatına sahip çıkacaklarını duyurdu.

n Bursa’da Renault UET Sözcüleri Kurulu’nun toplantısında, fabrikada ek zam talebiyle eylemlere devam etme kararı alındı.

n İstanbul/Hadımköy'deki Haribo gıda fabrikası işçileri ek zam talebinde bulununca patron 2 işçi sözcüsünü işten attığını duyurdu. Bunun üzerine yaklaşık 300 işçi iş bırakarak fabrika önünde eyleme geçti.

n Zonguldak'ın Kilimli İlçesi Çatalağzı Beldesi'nde 1.5 yıl önce özelleştirilen Çatalağzı Termik Santrali'nde (ÇATES) çalışan 138 taşeron işçi, kadrolu işe alınmadıkları için santral önünde eylem başlattı.

n Mersin’de KESK kıdem tazminatının fona devredilmesine karşı ve “Savaşa değil emekçiye bütçe” ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Kurumu önünde basın açıklaması yaptı.

n Bursa’daki Cornaglia Metal Otomotiv fabrikasında Birleşik Metal-İş sendikası çalışması yürüten 7 işçinin işine son verilmesi sonrası fabrikada üretim durdu. n Zonguldak’ta Bereket Grubu’na bağlı Elsan Elektrik Gereçleri Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye 2014 Aralık ayında peşkeş çekilen ÇATES’te 138 taşeron işçisi dün iş bırakarak eylem yaptı. n Kristal-İş’in Beykoz’daki sendika binası önünde direnişlerini sürdüren Şişecam işçileri, “Nasıl bir sendika?” konu-

n Bursa ve Kocaeli’nde metal işçileri ek zam talebiyle 6 Mart tarihinde mitingler gerçekleştirecek. n Büro Emekçileri Sendikası İstanbul şubeleri, kamu emekçilerinin geçici olarak emniyette çalıştırılmak istenmesine tepki göstermek için eylem yaptı. n KESK İzmir Şubeler Platformu, 2016 yılı bütçe tartışmaları ve önerilen bütçe rakamlarıyla ilgili Konak Eski Sümerbank önünde “Savaşa değil emekçiye bütçe” pankartı arkasında toplanarak basın açıklaması yaptı.

Türkiye’de özellikle 7 Haziran seçimleri sonrası yapılan uygulamalar ve yayınlanan bir yığın genelge, bu genelge de dahil olmak üzere ilan edilmemiş bir olağanüstü halin yansımalarıdır. Bunları bizler askeri darbe dönemlerinde yaşadık. 12 Eylül döneminde yaşadık, 28 Şubat döneminde yaşadık. Şimdi de benzer uygulamalar gündeme getiriliyor. İlan edilmemiş, adı konulmamış bir olağanüstü hal rejimi Türkiye’de uygulanmaktadır. Sokağa çıkma yasakları, diğer uygulamalar olağanüstü hal uygulamalarıdır ve bu genelge de o olağanüstü halin bir uzantısıdır. Bu genelge ile hükümet dilediği kamu çalışanını işten çıkarabilecektir. Söz konusu genelge sadece muhalifleri sindirmeyi içermemekte, aynı zamanda kamu çalışanlarının kazanılmış haklarını da elinden almakta, çalışanların iş güvencesini tehdit etmektedir. Bu genelge geri çekilmezse, başta örgütlü, sendikalı kamu çalışanları olmak üzere, taşeronlar dâhil bütün kamu çalışanları işsizlik tehdidiyle karşı karşıya kalacaktır. Hukuksuzluk ve fişleme yaşanacak, ihbarcılık teşvik edilecek, çalışma barışının tehdit edildiği bir süreç ortaya çıkacak, toplumda yaratılmakta olan kutuplaşma daha da derinleşecektir. Hükümet; darbeci zihniyetle tek tip toplum yaratmaya hizmet eden, farklı düşünenleri, kamudan temizlemeye yönelik uygulamalara dayanak olan bu genelgeyi derhal yürürlükten kaldırmalıdır. Emek ve meslek örgütlerinin demokrasi ve barış çağrılarına, baskı ile değil, demokrasi ve barış politikalarına sarılarak cevap vermelidir. Emek ve meslek örgütleri başta KESK olmak üzere bu genelgenin iptali için acilen eylemlere başlamalıdır.

DSİP ŞUBAT TOPLANTILARI 25 ŞUBAT PERŞEMBE 19.00 İSTANBUL Beyoğlu GÖÇMENLİĞİN KADIN HALİ Konuşmacı: Selda Kemaloğlu Şişli SAVAŞ KARŞITI HAREKET Konuşmacı: Yıldız Önen Kadıköy 657: İŞ GÜVENLİĞİNE SALDIRI Konuşmacı: Gülay Yaşar

Üsküdar ORTADOĞU’DA NELER OLUYOR? Konuşmacı: Emin Şakir Fatih BAŞKANLIK MI DEMOKRASİ Mİ? Konuşmacı: Esra Argış ANKARA BAŞKANLIK MI DEMOKRASİ Mİ? Konuşmacı: Atilla Dirim İZMİR Neoliberalizm ve taşeronlaşma

n Beyoğlu toplantı yeri: İkinci Kat, Çukurçeşme sok, No:11/2 – İstiklal Caddesi n Fatih Ehhiba Cafe, Zeyrek Mahallesi, Fevzi Paşa Caddesi, Haydar Bey Sokak, No 31 n Kadıköy: Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt., Kat:3 n Şişli yeri: Rumeli Cad., Nakiye Elgün Sok., İkbal Apt, No:32/3 - Osmanbey n Üsküdar: Daimler Pastanesi -Tunusbağı Cd. No:46 n Ankara: Konur Sokak 14/13 Kızılay n İzmir: Kıbıs şehitleri caddesi 1462 sok. no:20/1 Alsancak


10 DİRENİŞ

“HUZURUMUZU BOZMAK İSTİYORLARSA GÜÇLERİ YETMEYECEK” Artvin Cerattepe dünyanın 100 doğal ormanından biri. Adını sık sık madene karşı mücadelede duyduk. Son günlerde Cengiz Holding’in altın madeni çıkarmak için doğayı talan etme girişimlerine karşı yerel halk yeniden mücadele ediyor. Protestolar günlerdir sürüyor. Sosyalist İşçi olarak; Yeşil Artvin Derneği Başkanı Neşe Karahan’la görüştük, önce mücadeleyi selamladık ardından tanıklıklarını dinledik.

Cengiz Holding’e karşı Artvin halkı günlerdir tepkisini sokakta gösteriyor. Son gelişmelere dair genel değerlendirmeniz nedir? Halk sürekli direnişini sürdürüyor. Bizim buradaki yaşam mücadelesidir. Bir direniş değil sadece 20 senedir verdiğimiz yaşamsal mücadeledir. Biz bu mücadelede hiçbir siyasi ayrım gözetmiyoruz. Artvin halkı olarak hep beraberiz. Bugün de halk olarak adliyeye gidip, emniyet müdürü ve jandarma hakkında suç duyurusunda bulunduk. Siz de görmüşsünüzdür, dün kötü bir müdahale oldu burada. Yaralı arkadaşlar var. Hayati tehlikeleri yok. Onun dışında diğer etkinliklerimiz sürüyor. Bir yandan hukuksal alandaki mücadelemiz de sürüyor. Sadece yaşam alanını korumak için sokağa çıkan sivil halka neden bu kadar sert bir şekilde müdahale ediliyor sizce? Tepeden gelen talimatlar doğrultusunda bize böyle müdahale ediyorlar. Şehir dışından bize müdahale etmesi için kuvvet getiriyorlar. Artvin halkı olarak böyle bir şeyle biz ilk defa karşılaştık. Burası aynı zamanda bir dünya

mirasıdır. Artvin Cerattepe civarındaki ormanlık alanlar, dağlarımız dünya ölçeğinde bir mirastır. Bunun dışında Artvin’in de olmazsa olmazıdır, tepesindeki bu yerler. Bizim beynimizdir, o yüzden korumak zorundayız. Ormanlarımız beynimiz gibidir, korumak zorundayız! Protestolara katılım çok çeşitli görebildiğimiz kadarıyla. Genç, yaşlı, kadın, erkek ama özellikle de kadınlar öne çıkıyor. Artvin halkı olarak eşit bir şekilde, kadın, erkek hep birlikte mücadele ediyoruz. Artvin’de yıllardır biz böyle mücadele ediyoruz. Bizler huzurlu, barış içinde yaşamayı seven insanlarız. Huzurumuzu bozmak istiyorlarsa güçlerinin yetmeyeceğini görecekler. 20 yıldır mücadele ediyoruz dediniz. Tarihini biraz anlatır mısınız? Bu Artvin’e gelen üçüncü şirket. İlk olarak Cominko diye Kanadalı bir firma gelmişti. Halkın tepkisiyle gitmek zorunda kaldılar. Daha sonra yine Kanada merkezli ikinci şirket, Inmet Mining geldi. İkinci şirket hukuksal kaza-

nımla gitti. Ruhsatı 2008 senesinde iptal ettirildi sonra Danıştay kararı onadı. Cengiz üçüncü şirket. Ruhsatı daha önce iptal edilen alan, hukuksuz bir şekilde yeniden ihaleye çıkarıldı. Yeşil Artvin Derneği, 1995’te kuruldu. 60’tan fazla bileşenimiz var. Oldukça çeşitli yapımız var kararları birlikte alıyoruz. 20 senedir bu değişmedi. Şimdi Cengiz mücadelesini sürdürüyoruz. Buradan çekilip gitmeleri dışında bir talebimiz yok. Bilimsel, hukusal ispatlarımız var. 20 yılda kaç kere ÇED’ler, ruhsatlar iptal ettirildi. Eğer bunlar gitmezse Artvin tarihten silinecek. Bu anlamda yaşamsal bir mücadeledir. Burada madencilik olmaz. Mücadeleye destek nasıl? Özellikle belirtmek istiyorum, Artvin halkı bütün olarak mücadele ediyor. Bize şu anda tüm Türkiye destek veriyor. Almanya’da yaşayanlardan da destek var, her yerden destek var. Artvin’e herkesin sahip çıkması gerekir. Burası hepimizin. Röportaj: Meltem Oral


DİRENİŞ 11

HER YER ÖZELLEŞTİRME VE İHALE: HEPSİ CENGİZ’E

Artvin Cerattepe, Cengiz Holding’in yağmalamaya soyunduğu ilk yer değil. Esasen inşaat firması olarak kurulan ve bugün bünyesindeki 35 şirketle, enerji, maden, turizm, havalimanı gibi pek çok sektörde faaliyet gösteren, yıllık 4 milyar dolar ciroya sahip holding; sayısız ihaleyi kendisine kazandıran AKP’ye çok şey borçlu. Cumhurbaşkanı’nın hemşehrisi Cengiz kardeşlerin sahibi olduğu şirketin yönetim kurulu başkanı büyük ağabey Mehmet Cengiz. Mehmet Cengiz’in adını en çok 17-25 Aralık sürecinde yayınlanan yolsuzluk tapelerinden, Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’la yaptığı görüşmede ettiği küfürlerle duyduk. Oysa büyük ağabeyin başkanlık ettiği Cengiz Holding yaşam alanlarımızı yok eden bir dizi projenin arkasında olan bir güç.

Erdoğan, doğanın ve işçilerin katili holdingin sahibine ödül verirken.

On milyonlarca dolarlık jetleri ve helikopterini aynı zamanda ‘ticari taksi’ olarak kullanarak, her şeye kâr gözüyle baktığını kanıtlayan Cengiz, özellikle AKP döneminde yapılan özelleştirmelerden ve açılan ihalelerden en büyük kazancı sağlayan holdinglerden bir tanesi. 2004’te özelleştirilerek Cengiz Holding’in bünyesine katılan işletmelerden biri olan ve bugün Cerattepe’yi yok etmeye niyetlenen Eti Bakır A.Ş. Türkiye’nin en çok kazanan 500 şirketinin arasında 187. sırada. Holding Akkuyu’ya yapılması planlanan nükleer santralin 8 özel paydaşından biri. Cengiz kardeşlerin karnesi Neoliberal politikaların başarılı yürütücüsü, sermayenin temsilcisi AKP her yeri özelleştirirken, Cengiz Holding de fırsatları kaçırmamış. Özellikle Karadeniz’de otoyol ihalelerinin büyük kısmını almış olan holding, Ilısu, Tahtaköprü, Atasu, Menge, Kaleköy gibi baraj, HES ve sulama kanalları projelerinin de sahibi. İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde pek çok metro ve demiryolu ihalesi de yine Cengiz Holding’in elinde. Holding limanlara da gözünü dikmiş durumda. Alanya, Hopa, Ereğli, Giresun limanları yine hükümetin yaptığı özelleştirmeler sayesinde holdingin kâr kapısına dönüştürülmek isteniyor. Holding’in Antalya Beldibi’ne devletin ‘haberi olmadan’ diktiği, 40 bin metrekarelik kaçak yat limanı, villaları, oteli, havuzlarıyla diğer liman projelerinin ipuçlarını veriyor. Holding’in bünyesindeki Cengiz İnşaat; dünyanın en büyük 225 müteahhitlik firması içindeki, Türkiyeli 22 şir-

CERATTEPE DİRENİYOR ANIL YÜKSEL

Artvin halkı bir haftadır Cerattepe'de direniyor. Nedeni ise, çevre katili projelerle adını sıkça duyurmuş olan Cengiz İnşaat'ın Artvin Kafkasör Turizm Merkezi'ni çevreleyen alana altın madenleri açmaya çalışması. Peki, Cengiz İnşaat'ı ve onun madenlerini istemeyen halka en büyük engel kim? Polisi ve jandarmasıyla devlet güçleri. İş makinelerini yaşam alanlarından uzak tutmaya çalışan Artvinliler her gün devletin "güvenlik" güçlerinin saldırısına maruz kalıyor. Biber gazı ve plastik mermilere rağmen köylüsüyketten biri. Erbil’e havalimanı, Azerbaycan’a baraj ve HES yaparak sınırları da aşan Cengiz kardeşlerin, İstanbul’a 3. Havalimanı ve elektrik dağıtımı ihalelerini almasıyla, özelleştirmelerin kaymağını yemek konusundaki ciddi performansı epey dikkat çekmişti. Adını doğa katliamlarında sıkça duyduğumuz Kolin ve Limak şirketleriyle kurduğu ortak girişim grubuyla BEDAŞ, Uludağ, Çamlıbel ve Akdeniz elektrik dağıtımlarını alarak, Türkiye elektrik dağıtımının beşte birini kontrol etmeye başladı. Girişimin aldığı 3. Havalimanı ihalesi cumhuriyet tarihinin en büyük ihalesi olarak geçiyor. Yeşilköy

le, esnafıyla, genciyle, yaşlısıyla direnmeye devam ediyorlar. Aslında Cerattepe'deki direniş yeni değil. 20 seneden fazladır, yeşil alanları talan etmeye, su varlıklarını zehirlemeye, yok etmeye gelen şirketlere karşı mücadele içinde olmuş bölge halkı. Oldukça önemli zaferler de elde etmişler. Özellikle 1 senedir de Cengiz İnşaat'ın faaliyetlerine karşı nöbet tutuyorlar. Aralık 2015'te projeyi iptal eden mahkeme kararı, madencilik faaliyetinin yeşil alanları tahrip edebileceği gibi, hem su kaynakları üzerinden hem de zehirli gazların asit yağmuruna dönüşmesi suretiyle kenti doğrudan zehirleyeceğini söylüyor. Mahkemenin değerlendirmesini beklemeyen şirket, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'ndan 'ÇED Olumlu' raporu alarak harekete geçiyor. Bu denli kalabalık ve güçlü bir direnişi beklemeyen şirketin imdadına ise hükümet koşuyor. Havalimanının 3 katı büyüklüğünde olacak yani 76.5 milyon metrekarelik alana yapılacak olan havalimanı için ilk ÇED raporunda en az 657 bin ağacın kesileceği yazılmıştı.

SADECE DOĞANIN DEĞİL İŞÇİLERİN DE KATİLİ Kârının önemli bir kısmını inşaat şirketiyle elde eden Cengiz Holding için tutulan hesap defteri iş cinayetleri konusunda da epey kabarık. Holding sadece doğayı yağmalayarak değil işçilerin kanıyla da büyüyor. 2004’te bakır ocağındaki yangında 19, 2012’de 300 tonluk tank kapağının üzerlerine düşmesiyle 5, Adana’da baraj yapımında kapağın patlamasıyla sular altında kalan 10, Uludağ elektrik dağıtımda en az 10, Çamlıbel elektrik dağıtımda 3 işçi ; Cengiz Holding’e bağlı şirketlere ait projelerde iş güvenliği önlemlerinin alınmaması, ihmalkarlık, denetimsizlik, kâr hırsı ve iş yükünün arttırılması sonucu öldü. Ayrıca Boğaziçi elektrik dağıtımda çalışan ve holdingin ihalesini aldığı özelleştirmeden sonra işten çıkarılan 540 işçiden arasındaki Murat Göçmen, SGK ilaçlarını karşılamadığı için geçirdiği epilepsi atağının ardından kalp krizinden öldü.


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

BARIŞ VE İŞ GÜVENCESİ İÇİN

BİRLEŞELİM KAZANALIM ÇAĞLA OFLAS

AKP hükümeti 2023 yılında dünyadaki 10 ekonomiden biri olmayı hedefliyor. Bu nedenle ulusal ve uluslararası yatırım olanaklarının yaratılmasında maksimum sömürü ve kalabalık genç işçi nüfusunun kilit bir önemi olduğunun farkında. Başbakanken en az üç çocuk isteyen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve çocuk yapmayı, milliyetçi bir sosla “vatani görev” ilan eden Başbakan Davutoğlu da Çin ve Hindistan gibi büyüyen ekonomilerde kalabalık genç nüfusunun maksimum oranda sömürülmesinden geçtiğinin bilincindeler. Bu hedefle, AKP Hükümeti tarafından 2012-2023 yıllarını kapsayan “Ulusal İstihdam Stratejisi” adlı belge sermayenin diğer ülkelerin pazarlarıyla rekabet edilebilirliğini yükseltmek için işçi sınıfına yönelik kapsamlı bir saldırıyı planladığını gösteriyor. Kadro garantisi geçmişte kalıyor Hükümet tarafından 657 sayılı kamu çalışanlarına yönelik yapılmak istenen düzenleme de bu saldırının bir parçası. Hükümet kamuda çalışan 3 milyon işçinin iş güvencesini ortadan kaldırmak istiyor. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yapılmak istenen değişiklikler gerçekleşirse, kamu çalışanları için kadrolu çalışma maziden ibaret olacak. Onlar da özel sektör çalışanları gibi güvencesiz, esnek istihdam modellerine mahkûm olacaklar. Öte yandan bu düzenlemeyle birlikte zayıf da olsa, külfet olarak görülen kamu sendikaları da bertaraf edilecek ve sırada bekleyen bir dizi esnek çalışma modellerinin de gerçekleşmesi için gerekli sessizlik sağlanmış olacak. Kıdem tazminatının gaspı AKP hükümeti kıdem tazminatına el koymak üzere çalışmalarına başlamış durumda. Ayrıca kıdem tazminatlarına önemli bir darbe daha indirecek olan özel istihdam bürolarının kurulmasını sağlayacak yasayı da Meclis’e gönderdi. Kıdem tazminatının fona devredilmesi halinde işçilerin fondan yararlanması mümkün olmayacak. Öte yandan tazminat ödeme yükümlülüğü ortadan kalkan patron işçileri kolaylıkla işten atabilecek. Örneğin emekliliğine üç Hükümetin Türkiye’yi Suriye’deki savaşın bir parçası haline getirmesi ve buna paralel olarak Kürt halkına karşı yürüttüğü savaş, işçi hareketine yönelik bir dizi saldırının da iklimini yaratmakta. Hükümet bir yandan işçi sınıfını milliyetçilik ekseninde bölerken, diğer yandan da güvenlik politikalarıyla işçi sınıfının ifade, örgütlenme, grev, gösteri yapmak gibi bir dizi demokratik hakkını ortadan kaldırıyor. 10 Ekim tarihinde Ankara’da gerçekleşen katliam bu anlamda yaşanacakların ilk habercisi oldu. Barış isteyen akademisyenlere yöne-

Kamu emekçilerinn iş güvenliğinin ortadan kaldırılması, tüm çalışanlara yapılmış bir saldırıdır.

beş yılı kalmış 55 yaşında bir işçinin işten atılmaması için artık hiçbir engel kalmayacak. Sermayenin kıdem tazminatına el koyma hamlesine karşı sendikalardan ve sendika konfederasyonlarından şimdilik cılız bir ses yükseliyor. Hatırlanacağı üzere, daha önce Türk-İş kongresinde “Kıdem tazminatının gündeme gelmesi halinde genel grev kararı alan Türk İş yönetimi sessiz. Geçen hafta yapılan DİSK kongresinde ise DİSK yönetimi kıdem tazminatının gasp edilmesini “kırmızı çizgi” olarak ilan etti. Bu duruma aşağıdan yükselmekte olan bir mücadele talebinin olduğunu işaret ediyor. ÖİB:“Kullan at” sistemi Taşeron işçi çalıştırmayı kaldırdığını ileri süren hükümet, Özel istihdam bürolarıyla taşeron sistemini kalıcı hale getiren bir uygulamaya imzasını atıyor. Tüm dünyada taşe-

ron sistemini kalıcı hale getiren, uluslararası düzeyde işçi simsarlığına dönüşen özel istihdam büroları, bu alanda büyük karlar getiren yatırımlara olanak sunarken, iş gücü maliyetlerini minimum düzeye çekiyorlar. Uluslararası bir nitelik taşıyan bu istihdam biçimi, dünya çapında milyonlarca işçiyi pazarlayan Adecco, Randstad ve Manpower, Data-Expert, EPS, Datatist gibi dev küresel işçi simsarı tekelleri tarafından gerçekleştiriliyor. Özel istihdam büroları aracığıyla patronlar ek bir maliyete katlanmadan kolayca işçi alıp, işten çıkartabiliyorlar. Böylelikle maksimum düzeyde esnek çalışma ile işgücü maliyetleri minimuma çekilmiş oluyor. Özel istihdam büroları iş güvenliği açısından düzenlemeyi gerçekleştirenler açısından bile güvenlikli bulunmuyor. Öyle ki, hükümet Soma’da meydana gelen işçi katliamı sonrasında gelen tepkilerden korkarak maden dışında, nükleer, inşaat gibi hemen her alanda kiralık işçi çalıştırmayı uygun buluyor.

SAVAŞ İKLİMİ MÜCADELEYİ ENGELLİYOR lik başlayan tasfiye hareketi, Başbakanlık tarafından tüm kamu çalışanlarına yönelik yaygınlaştı. Geçen hafta yayınlanan bir genelgeyle hükümete karşı muhalefet eden, demokratik haklarını kullanan kamu çalışanları “legal görünüm altında illegal faaliyet yürütülen kişiler” olarak ilan edildi. Bu genelgeyle kamu çalışanları gösteri, iş bırakma gibi her türlü sendikal

haklarını kullanmaları halinde hiçbir hak kuku gözetilmeden işten çıkartılabilecekler. Davutoğlu şimdiden saldırı paketini önlemeye yönelik yükselebilecek işçi hareketini bastırmak için sopanın ucunu göstermiş vaziyette. 7 Haziran seçimleri öncesinde yükselişe geçen işçi muhalefeti hem patronlara

hem de hükümete korkulu zamanlar yaşatmıştı. Özellikle metal sektöründe aşağıdan yükselen, direniş, işgal ve grevlerle sokaklara taşan işçi hareketi hükümetin sermaye yanlısı politikalarını aşağıdan, birleşerek, fiili bir mücadeleyle durdurabileceğimizi, son altı aydır yaşadıklarımız da barış mücadelesinin, hak savunusu mücadelesinden de ayrılamayacağını gösterdi. Esnek, güvencesiz çalışmaya karşı iş güvencemiz ve barış için birleşelim kazanalım


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.