Sosyalist işçi 556

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

556

3 Mart 2016 2 TL. sosyalistisci.org

12 EYLÜL ANAYASASINA-28 ŞUBAT ZİHNİYETİNE

BASKILARA, ZORBALIĞA, SAVAŞA HAYIR!

CUMHURBASKANININ , TEPKİSİ DEMOKRASİYE

Cumhurbaşkanı Erdoğan Anayasa Mahkemesi’nin Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuksuz yargılanmasına ilişkin kararına saygı duymadığını, böyle bir kararı tanımadığını söyledi. 2010 yılında düzenlenen anayasa referandumunda yetmez ama evet kampanyasının sayesinde gerçekleşen önemli değişikliklerden birisi, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının gelmesiydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu hakkın kullanılmasına da mahkemenin demokratik kararına da tepki gösteriyor.

YILDIZ ÖNEN: CİNSİYETÇİLİK EN ÇOK KAPİTALİZMİN İŞİNE YARIYOR sayfa 3

AHLAKINIZ BATSIN! KADIN CİNAYETLERİNİ DURDURALIM sayfa 6-7

8 MART: BASKIYA KARŞI MÜCADELE KUTLAMASI sayfa 8

DİRENİŞTEKİ ŞİŞE CAM İŞÇİLERİYLE DAYANIŞMAYA! sayfa 9


2

GÜNDEM

HİÇBİR MAHKEME DARBECİLERİ AKLAYAMAZ AKP’yle Ergenekon’un anlaşmasının yeni sonuçlarıyla karşı karşıya kalmaya başladık. TSK mensuplarının siyasete müdahalesinin kapılarını aralayan daha önce AKP tatafından kaldırılmış olan EMASYA ptorokolüne benzeyen bir düzenleme yeniden devreye giriyor. Aynı zamanda teröre karşı “mücadele eden” TSK üyelerine dokunulmazlık zırhı kazandıran bir düzenleme daha geliyor. Buna göre bu askerlere yargının dokunması için başbakan ve Milli Savunma Bakanı’nın izin vermesi gerekiyor. Kısacası TSK mensupları bir yere, bir olaya müdahale ederken “orantısız güç “kullandığında, insan hakları ihlalleri gerçekleştirdiğinde, savaş suçları işlediğinde yargılanıp yargılanmayacakları başbakanın izin verip vermemesine bağlı olacak. Nereden nereye? Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanan askerlerden, yeniden iç siyasette bir figür haline gelen Genelkurmaya. Ulusalcı sosyalistler ise bu gelişmelerden memnun bir halde hala “yetmez ama evet” kampanyasını yapanlarla uğraşıyor. Yetmez ama evet kampanyası, Kürt halkının özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü bir miktar daha gelişebilsin, siyasal demokrasinin sınırları, bir adım daha genişlesin diye yapılan bir kampanya. Bu kampanyanın karşısında olanlar, Abdullah Öcalan’ın idamını savunanlar, Kürtlerin imhasını savunanlar, demokrasinin zerresine bile düşmanlık besleyenlerdi ve bugün AKP’yle apaçık bir ittifak halindeler. AKP’yle demokrasi düşmanlığı temelinde bir ittifak kurmuş olduklarını gizlemek, unutturmak için, AKP’ye demokrasi temelli bir basınç yapmayı, aşağıdan yükselen bir demokrasi hareketi örgütlemeyi amaçlayan yetmez ama evetçilerle uğraşmak, ulusalcı sosyalistlerin ve düpedüz milliyetçilerin şanındandır. Şimdilik, kampanyaları başarı kazanmış gibi görünse de, mücadelenin bitmemiş olduğunu hatırlatalım bu gibilere. Müthiş bir çaba harcadılar. Darbeci bütün askerler, onların bu çabaları sonucunda şimdi Vatan Partisi’nde, Doğu Perinçek’le kolkolalar. Darbecilere değil, darbecilerle mücadele eden sosyalistlere savaş açtıkları için, AKP’yle ordunun uzlaşmasına karşı çıkmak yerine AKP’yi orduyla uzlaşmaya iteledikleri için TSK mensuplarını koruyan, kollayan, insanlık dışı uygulamaları yargıdan muaf tutan düzenlemelerin devreye girmesinde hayati sorumlulukları var. Bu sorumluluklarını önümüzdeki dönemde daha gür bir sesle hatırlatacağız. Bir hatırlatma da AKP liderliğine: siz ordusuna aşık bir gelenekten gelseniz de ordunuz size aşık değil. Ordunun sizinle ilgili tahayyülünün ne olduğunu hatırlamak için, Balyoz semineri sırasında yapılan konuşmalara bir kez daha bakmanızda yarar var. AKP liderliği, ordunun kendisini devirme ihtimalinin azalmasıyla, çubuğu anti demokratik uygulamalara doğru büktü. Yolsuzlukların gerçek değil kumpas olduğunu kanıtlamak için “Milli orduya” da kumpas kurulduğunu kanıtlamaya çalıştı ve Balyoz ve Ergenekon davalarının kumpas olduğunu ilan etti. Böylece, TSK üyelerinin itibarlarının iade edilmesi süreci başladı. Ordu da boş durmadı. TSK üst kademesinin de talepleri oldu. İç siyasete yeniden müdahale edebileceği zeminlerin yaratılmasını istiyor, insanlık dışı uygulamalarından dolayı yargılanmak istemiyor, Kürt savaşının sürmesini istiyor, savaşan bir ordunun komutanı olarak iç siyasette yıldızının yükselmesini istiyor. Ulusalcıların, milliyetçilerin, TSK yöneticilerinin ve AKP liderliğinin unuttuğu bir nokta var: Darbecilere karşı aşağıdan mücadeleye yüz binlerce insan katıldı. Darbecilik utanç verici bir suçtur. Hükümet ve Erdoğan’ın yıpratmak istedikleri her grubu darbeci ilan etmesi bu yüzden. Ama insanlar biliyor, darbe yapmak için, ordu olmak lazım. Bu bilinç kırılamaz. Orduyu kışlasına gönderecek olan bu bilinç etrafında harekete geçmeye hazır yüz binlerce işçinin, emekçinin varlığıdır.

İKİ GAZETECİ SERBEST, YA HAKSIZLIĞA UĞRAYAN KÜRTLER? AKP liderliğinin ağzından çıkan talimatlara göre hareket eden mahkemeler artık yasalarda var olmayan gerekçelerle bile muhalifleri cezalandırıyor. Yargının bu derece iktidar partisine bağlı hale gelmesi, başta Kürt halkının temsilcileri olmak üzere pek çok muhalif siyasetçi ve yazarın üzerinde ağır bir baskı oluşturuyor. Geçtiğimiz yıl, AKP’nin Suriye’deki Ahrar-uş Şam gibi gruplara verdiği desteği ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından organize edilen silah sevkiyatını haber haline getiren Cumhuriyet gazetesi de bu baskılara maruz kalmıştı. Gazete temsilcileri Can Dündar ve Erdem Gül, AKP sözcüleri tarafından en ağır ithamlara maruz kaldıktan sonra tutuklanmıştı. 2010 yılındaki referandum ile kazanılan Anayasa Mahkemesine (AYM) bireysel başvuru hakkı bu iki gazetecinin serbest kalmasına olanak sağladı. Türkiye içinden ve dışından gelen tepkilerin büyüklüğü sonucunda AYM, yapılan başvuruyu tutuklular lehinde sonuçlandırdı, gazeteci Dündar ve Gül serbest bırakıldı. Şüphesiz AYM’nin bu kararı olumludur, ancak söz konusu Kürtler olunca yüksek mahkemenin sokağa çıkma yasakları ve yaşam hakkı ihlallerine dair verdiği kararlar ortadadır. Mahkeme kararları kimleri bağlar? Parlamento ve hükümetle birlikte yargının da bütünüyle kendi emrine girmesini isteyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, AYM'nin tutuklu gazeteciler Dündar ve Gül için verdiği tahliye kararını tanımadığını "Ben Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar ama onu kabul etmek durumunda değilim. Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum" sözleriyle ifade etti. Cumhurbaşkanının mahkeme kararları ile ilgili bu

Devletin çözümden vazgeçip savaşa başlaması ile 300 bin fakir Kürt göç etmek zorunda kaldı.

tutumu yeni değil. Çevre, işçi güvenliği, sendikal haklar, sosyal medya yasakları ile ilgili verilen yürütmeyi durdurma kararlarının hiç birini uygulamayan, bu kararlar çıktıktan sonra yasaları kendisinin (ve egemen sınıfın) görüşleri doğrultusunda değiştiren; öte yandan mahkemelerin kendi istediği yönde aldığı utanç verici kararları hukukun zaferi olarak duyurmaktan çekinmeyen, kibirli bir lider var karşımızda. Erdoğan’ın başını çektiği bu antidemokratik anlayışa karşı, yargı organlarının iktidar partisinin ve devletin “yüksek çıkarlarının” lehine karar vermesinin engellenmesi için daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi mücadelesi ekseninde şekillenen yeni bir anayasaya ihtiyacımız var.


GÜNDEM

SUR'DA KATLİAMA HAYIR!

3

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

BİR BİR 1 MART DAHA! Bundan 13 sene önce 1 Mart’ta sadece Türkiye açısından değil, küresel savaş karşıtı hareket açısında çok önemli bir zafere imza atmıştık. TBMM’de oylanan Irak savaş tezkeresi, yeterli çoğunluğu sağlayamadığı için reddedilmişti. Tezkerenin reddedilmesinde yaklaşık 200 örgütü bir araya getiren savaş karşıtı hareketin rolü belirleyiciydi. Savaşa Hayır Platformu’yla başlayan savaş karşıtı hareketin inşası, Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu’nun şekillenmesiyle zirve noktasına çıkmıştı. Müthiş bir hareket inşa etmiştik. Daha önceki hiçbir harekete benzemiyordu. Bu benzersizliğin iki nedeni vardı: Birincisi, Türkiye’deki savaş karşıtı hareketi inşa edenler, küresel antikapitalist hareketin aktif bir parçası olmak, o hareketten öğrenmek gibi temel bir enternasyonalist yaklaşıma sahipti. Küresel savaş karşıtı hareketin parçası olmak Türkiye’de işlerimizi çok kolaylaştırmış ve milliyetçi eğilimlerin hareketin belirleyici gücü olmasını engellemişti. İkinci neden ise, hareketin devletin temel saflaşmasına meydan okuyan niteliğindeydi. 28 Şubat darbesinin ardından inşa ettiğimiz yeni savaş karşıtı hareket Hürriyet gazetesi gibi yayınlar tarafından “İslamcı-manken-solcu koalisyonu” olarak nitelenmişti. Devletin toplumu yatay

Burası Gazze ya da Kobane değil Diyarbakır’ın Sur ilçesi.

Diyarbakır'ın Sur ilçesinde yaklaşık üç aydan bu yana so-

kağa çıkma yasağı sürüyor. Bu yasak bazen göz boyamak için birkaç saatliğine kaldırılıyor, sonra tekrar konuyor. Aylardan bu yana ilçede tam bir devlet terörü estiriliyor. İlçede yaşayanların büyük kısmı canını kurtarmak için evlerini terk ederek kaçmak zorunda kaldı. Kalanlar ise her gün ölüm yaşam mücadelesi veriyor. İlçede açlık, susuzluk, ilaçsızlık ve ölüm kol geziyor. Devletin resmi ve ne idüğü belirsiz sözde güvenlik güçleri, insanları pervasızca öldürüyor. Öyle ki, sokak ortasında yatan cenazeleri almaya gitmek bile mümkün olmuyor. Her gün aralıksız olarak tank, top, havan atışlarına tutulan Diyarbakır'ın tarihi ilçesi, yerle bir olmuş durumda. Devlet güçlerinin ablukası, hepinizi öldüreceğiz anonsları, kısa bir süre önce Cizre'de yaşanan katliamın benzerinin burada da gerçekleştirileceği endişesine neden oluyor. Cizre'de yüzlerce insan bodrumlarda mahsur kalmış, devlete yapılan bütün çağrıla karşılıksız kalmış ve yüzlerce insan devlet güçleri tarafından akla gelebilecek en vahşi yöntemlerle katledilmiş, cesetlerden geri kalan tek tük parçalar alay

olarak, laik-dindar biçiminde bölme girişimine savaş

edilircesine ailelerine teslim edilmişti.

karşıtı hareket son vermişti. 28 Şubat ilk darbeyi,

Sur'da da Cizre'deki katliamın yaşanmaması için yurttaşların oluşturduğu çeşitli inisiyatifler, demokratik kitle örgütleri ve siyasi partiler yoğun bir çaba içindeler. Devlete yapılan bütün çağrılar, Cizre'de olduğu gibi şu ana kadar karşılık bulamadı. Sur ilçesinin çeşitli bodrumlarında mahsur kalan 200 kadar insanın tahliyesiyle ilgili kriz henüz aşılmış değil. Bu insanların tahliye edilebilmesi için gereken en az 24 saatlik süre çağrılarına, devlet kurumları sessiz kalıyor. Yeni bir katliam beklentisi giderek büyüyor.

Savaşa Hayır Platformu’nu Müslümanlarla birlikte inşa

Sur'da da Cizre türü bir katliam yaşanması, Kürt sorununun çözümüne ağır bir darbe daha indirecektir. Oysa Kürt halkı ve Türkiye toplumunun ezici çoğunluğu barış istiyor. Devlet güçleri bunu dikkate alarak hareket etmeli, öldürerek sorunu bitireceği iddiasından vazgeçmelidir. Sur’da mahsur kalan tüm insanların tahliyesi için saldırılar durdurulmalıdır. Hükümet, ordu ve polis işbirliği, Kürt kentlerindeki sokağa çıkma yasakları ve abluka politikasını terk etmelidir. Müzakere masasına bir an önce geri dönülmelidir.

etmeye başladığımızda almıştı. 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinin bir başka sonucu daha olmuştu. Türk devleti tezkere reddedildiği için Irak Kürdistan’ına askeri müdahalede bulunamamıştı. Kürt halkının özgürlük mücadelesine, 1 Mart tezkeresinin reddedilmesini sağlayan savaş karşıtı hareket belirleyici bir yardımda bulunmuştu. Aradan 13 yıl geçti. Bugün, “İslamcı-manken-solcu Koalisyonu”ndan geriye çok fazla bir maddi kuvvet kalmadı. Bugün yeni bir saflaşma yaşanıyor ve bu saflaşmaya uygun yeni bir savaş karşıtı koalisyona ihtiyacımız var. Saflaşma, Erdoğan’ın ifade ettiği “milli ve yerli” olanlarla bu çizginin öbür tarafında kalanlar arasında. Bu savaşçı, militarist; dış politikada ve iç politikada Kürtleri en hafif tabiriyle dışlamayı ve etkisiz

Panelin en çarpıcı konuşmasını yapan Prof. Dr. Selçuk Kırlı, Ermeni ve Türk ağıtlarının mukayeseli araştırmasını yaptığını, Ermeni okullarındaki ırkçı söylemleri saptamak için çok çaba sarf ettiğini ancak okul kitaplarına ulaşamadığını anlattı.

bırakmayı hedefleyen bir saflaşma.

nen bir koalisyonun ürünü olarak inşa edilebilir.

Bursa Uludağ Üniversitesi ile Türk Ocağı’nın ortaklaşa düzenlediği “Hocalı Katliamı” konulu anma programı, baştan sona ırkçı ve inkârcı konuşmalara sahne oldu.

Ulaşamadığı, yani elinde olmayan kitaplarda Ermenilerin ırkçılık yaptığından emin olduğunu ifade eden Kırlı, aslında kendi ırkçı zihniyetini ortaya koymuş oldu. Kırlı’nın bu yaklaşımının arka planında, Türkiye’de okutulan ders kitaplarının inkârcı ve ırkçı ifadelerle dolu olması yatıyor.

Panelde konuşan katılımcılar, Hocalı üzerinden Ermeni soykırımı inkârcılığı yapmakta birbirleriyle yarıştılar.

Ulaşamadığı kitaplarda ırkçılık arayan Prof. Dr. Selçuk Kırlı, bu çabasıyla haftanın ırkçısı olmaya hak kazandı.

yerli saflaşması ancak milliyetçi olmayan geniş kala-

HAFTANIN IRKÇISI OLMAYAN KİTAPTA IRKÇILIK ARAYIŞI

Bugün etkili bir savaş karşıtı hareket, eğer 1 Mart’tan ders çıkartacaksak, milli ve yerli değil, demokrat ve evrensel bir eksende, savaşlara koşulsuz karşı çıkan, Kürt halkının eşit koşullarda kardeşlik talebini sahiple1 Mart nostaljik bir güne dönüştürülmeyecekse, şu deneyimlerine sahip çıkmalıyız: Milliyetçi, ulusalcı olmayan bir savaş karşıtı harekete ihtiyacımız var. 1 Mart bütün ulusalcıların liderliğinden dışlanmış olduğu bir hareketin başarı kazanabileceğini gösterdi. Milli ve balıkların bir araya gelmesiyle dağıtılabilir.


4

DÜNYA

28 ÜLKEDE MÜLTECİ HAKLARI İÇİN EYLEM Sosyal medya üzerinden ‘SafePasssageNow’ (Güvenli Geçiş Şimdi) sloganıyla örgütlenen mülteci hakları savunucuları, 28 ülke ve 115 şehirde eş zamanlı olarak sokağa çıkarak devletlerden mültecilere haklarını vermesini istedi.

SURİYE’DE ATEŞKES KARŞILIKLI SUÇLAMALARLA BAŞLADI

Göstericiler, Ege Denizi'nde devam eden mülteci ölümlerine karşılık Avrupa Birliği'nin güvenlik önlemlerini artırmasını, Avrupa'ya varan mülteciler için gerekli asgari yaşam standartlarının sağlanmasını ve geri göndermelere son verilmesini talep ettiler.

ABD ve Rusya’nın anlaşması sonucunda her iki devletin müttefiklerinin de katılımıyla Suriye’de muhalifler ve Esad rejimi arasında ateşkes 27 Şubat’ta başladı. Ancak ateşkes başlar başlamaz taraflar birbirlerini ateşkesi ihlal etmekle suçladılar.

Kısa sürede yayılan 'EuropeanMarchfortheRefugeesRights' (Mülteci Hakları için Avrupa Yürüyüşü Hareketi) Amerika, Kanada ve İsrail’de de yankı buldu. Türkiye’de ise, Ankara, Bodrum ve İzmir’de eylem yapıldı.

Zaten aslında taraflar bu sürecin adına hiçbir zaman resmi olarak “ateşkes” demediler; sürecin resmi adı “hasmane tutumların sonlandırılması” oldu. Ve bu süreç hiçbir zaman silahların tam olarak susacağı anlamına gelmedi. Karşılıklı ihlal şikayetleri

Eylemlerde farklı dillerde yazılmış 'Sınırlardan Önce İnsan Hayatı', 'Misafir Değil Mülteci' ve 'Savaşları Durdurun' yazılı dövizler taşındı. İzmir’de gerçekleştirilen basın açıklamasında konuşan, mülteci hakları aktivistlerinden İrem Somer, "Avrupa ve Türkiye, bir an önce güvenli geçişi sağlayacak çözümler bulmalı, sınırına gelen mültecilere herhangi bir şart aramaksızın kapılarını açmalı ve mülteciler için gerekli insani yaşam standartlarını sağlamalıdır. Daha fazla ölümün yaşanmaması için sınırları açın, güvenli geçişi sağlayın” dedi. Geçen yıl, 324'ü Ege Denizi'nde olmak üzere 418 mülteci insan onuruna yakışır bir hayat sürebileceklerine inandıkları Avrupa ülkelerine gittikleri sırada hayatlarını kaybetti.

IŞİD, Nusra Cephesi ve BM Güvenlik Konseyi tarafından terörist ilan edilen yapılara karşı operasyonların devam edeceği açık bir biçimde anlaşmada belirtiliyor. Rusya, bugüne kadar özellikle Halep ve civarındaki operasyonlarında Nusra Cephesi ve IŞİD’i hedeflediğini öne sürerek, Suriye muhalif silahlı örgütlerine yönelik bombalamalar gerçekleştirmeye devam ediyor. Muhalif gruplar, anlaşmadan sonra Rus uçaklarının bazı kentleri bombaladığını, Suriye hükümetinin ise yine Rusya’nın desteği ile 15 defa ateşkesi ihlal ettiği söylüyor. Rus ordusunun bildirdiği ihlaller arasında ise 'Türkiye'den sınır ötesine, Tel Abyad yakınlarına saldırıldığı' iddiası yer alıyor. Rusya olayla ilgili ABD'den soruşturma talep etti. Avrupa Birliği mültecilere karşı sınırlarını silahlandırıp, duvarlar örerken dayanışma da büyüyor.

İSVİÇRE GÖÇMENLERİN SINIR DIŞI EDİLMESİNE KARŞI ÇIKTI Sağ kanattan İsviçre Halk Partisi’nin hazırladığı ve İsviçre’de hafif suçlar işleyen yabancıların doğrudan sınırdışı edilmesini içeren tasarı hakkında hafta sonu düzenlenen referandumda halkın yüzde 58,9’u İsviçre vatandaşı olmayanların hafif suçlar işlemesi durumunda sınırdışı edilmesine “hayır” dedi.

2010’da yapılan referandumda kabul edilen yasaya göre İsviçre’de cinayet, cinsel saldırı ve silahlı soygun gibi ağır suçlar işleyen göçmenler sınırdışı ediliyor. Eğer bu referandumda sunulan tasarı da kabul edilseydi, polis memuruyla tartışmak, hız sınırını aşmak

KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse

ABD: İKİ ADAY, İKİ KUTUP

gibi hafif suçlar da sınırdışı sebebi olacaktı. İsviçre Yeşiller Partisi'nden Basel milletvekili Sibel Arslan Deutsche Welle Türkçe'ye verdiği demeçte, “Hem vatandaş olarak göçmenler, hem de yerel halk referandumda 'ırkçılığa hayır' demiş oldu” dedi.

etmiş olacaklarını’ savundu. ABD’de bugüne kadar başkanlık adaylığı için yapılan ön seçimlerin iki kazananı var gibi görünüyor; biri Donald Trump diğeri ise daha çok gençlerden ve yoksullardan oy alan Barnie Sanders.

Neler söylemedi ki bugüne kadar?

Sanders ise şöyle açıklamalar yapıyor:

ABD’de yaşayan Müslümanların güvenlik güçleri tarafından sürekli olarak takip altında tutulması gerektiği ve bunun bir terörle mücadele konusu olduğundan, tutukluların su altında tutularak havasız bırakılmaları şeklindeki sorgulanma tekniğinin IŞİD militanları üzerinde uygulanmasına, Meksika sınırına duvar çekilmesinden, 11 milyon kayıtsız göçmenin sınırı dışı edilmesine kadar duyduğumuzda hepimizin “deli saçması” olarak nitelendirebileceği bir sürü açıklama yaptı Trump.

“ABD’de yalnızca 20 zenginin servet toplamı Amerikan nüfusunun yüzde 50’sinin birikiminden daha fazla. Bu adaletsizliğin devamı mümkün olamaz.” Ve örneğin ABD’nin en zengin ailesi olan Walmart perakende satış mağazalarının sahibi aile ile ilgili şöyle vaatlerde bulunuyor:

Son olarak ırkçı örgüt Klu Klux Klun’ın eski lideri David Duke, Müslüman ve yabancı karşıtı açıklamalar yapan Donald Trump’a desteğini sundu. Duke, Trump’a değil diğer adaylara oy veren ABD’lilerin, ‘miraslarına ihanet

Ayrıca kolej ve üniversiteleri bedava yapacağını söylüyor.

“Böylesine zengin bir ailenin çalışanlarının insanca yaşayabileceği saat ücreti olan 15 doları vermesini sağlayacağım”.

Wall Street’in yönetim üzerindeki etkisini azaltıp gelir dağılımı eşitsizliğini böylece azaltacağını iddia ediyor.

Tarafların talepleri Beşşar Esed, ‘terörist’ olarak tanımladığı muhalifler tarafından güç toplamak için kullanılmadığı sürece, savaşa ara vermeye hazır olduklarını söylemişti. Muhalifler ise hasmane tutumların bitirilmesi için üç şartları olduğunu söylemişlerdi: Rusya ve rejimin saldırılarının duracağına dair uluslararası garantiler, yardım koridorlarının açılması ve rejim hapishanelerindeki tutukluların serbest bırakılması. Görüşmeler devam edecek Birleşmiş Milletler'in Suriye özel temsilcisi Staffan Mistura ateşkese büyük oranda uyulması durumunda barış görüşmelerinin 7 Mart'ta devam edeceğini söyledi. Trump ve Sanders tüm dünyada varolan ve giderek güçlenen iki eğilimi temsil ediyorlar. Dünyada hem politika hem de ekonomi giderek sıkıştıkça siyaset de sağ ve sol olmak üzere iki kutuba doğru çekiliyor. Giderek can yakıcı hale gelen sorunlara radikal çözüm önerileri anaakım politikanın sonuçsuz vaatlerinden daha çekici geliyor. Trump muhtemelen ABD’de Cumhuriyetçilerin başkan adayı olacak. Hatta başkan olması da muhtemel. ABD herhangi bir ülke değil. Onun başkanlığı tüm dünyada sağ politikalar ve ırkçı politikacılar için moral olacaktır. Ancak Trump’a deli muamelesi yaparak onu durduramayız. Bugün hem Sanders’i hem de Trump’ı güçlendiren nedenler aynı aslında; ekonomik kriz, savaş ve mülteci sorunu etrafında gelişen ırkçılık. Dolayısıyla bunların hepsini kendisine dert edinen bir hareket ancak Trump’ı durdurabilir.


RÖPORTAJ

5

“CİNSİYETÇİLİK EN ÇOK KAPİTALİZME YARIYOR” Kadınlar gündelik hayatın her alanında cinsiyetçilikle yüz yüze. Kadın cinayetleri ve şiddet bir türlü son bulmuyor. Tüm dünyada kadınların neden kadın oldukları için baskıya maruz kaldıklarını, cinsiyetçiliğin kökenini ve mücadeleyi Yıldız Önen’le konuştuk.

Kadın işçiler erkeklerle aynı işi yapmalarına eşit ücret alamıyor ve kreş gibi temel haklardan yoksun.

Neoliberal politikalar çocuk bakımı ve ev işlerini kadınlara yüklüyor. Hükümetin yeni çıkardığı yasalarla kadının esas rolünün annelik olduğu söylemi pratikte dayatılıyor. Zaten bir de AKP’nin ‘ailenin güçlendirilmesi’ propagandası var. Bu politikaların kökeninde yatan şey nedir? Kadınları ailenin temeli gören, ‘yuvayı dişi kuş yapar’ sözünün altında yatan şey kapitalizmin düzenli bir şekilde devam edebilmesi için ailenin gerekli olmasıdır. Yeniden üretim süreci denilen çocuk doğurma, büyütme, ev işleri, hasta, yaşlı bakımı gibi işler aile içinde halledildiği sürece kapitalizm sorun yaşamamakta. Aileyi bir arada tutmak misyonu en çok kapitalistlere ve onların çıkarını savunmakla görevli devlet aygıtına düşüyor. Son yıllarda kadınların hem iş gücünde daha fazla yer almaları, devamında sosyal hayatta daha fazla yer almalarıyla birlikte kadının kendi yerini bir tek aile içinde görme devri en azından kadınların bir bölümü için değişti. Kadınlar artık hem çalışma koşullarında hem sosyal konularda daha fazla söz sahibi olmak istiyorlar. Bu sürece ket vurmak, kadınları yeniden aileye döndürmek için devlet, hükümet ciddi bir ‘aile kutsaldır, bir kadın için en iyi yerdir’ ideolojisini süsleyip püslemeye başladılar. Bu sadece Türkiye’de değil ekonomik kriz yaşayan Avrupa’da ve Amerika’da da yaygınlaşıyor. Ancak kadınlar yüzyılın başında, 1960’larda olduğu gibi bir kez çalışma hayatına, sosyal hayata atıldıktan sonra onları geri göndermek oldukça zor. Kadınlar koşulların kendi lehlerine değişmesi için verdikleri mücadeleye devam ettikleri sürece bu müdahalenin başarılı olma

ihtimali düşük. Türkiye’de şiddet ve cinayetler en can yakıcı sorun. Ancak cinsiyetçilik hayatın her alanında farklı yüzlerle karşımıza çıkıyor. Tüm bunlarla baş etmek nasıl mümkün? Cinsiyetçilikten nasıl kurtulabiliriz? Türkiye’de kadına şiddet maalesef uzun bir dönem normal göründü. ‘Dayak cennetten çıkmadır’ sözüyle şekillenen bir toplumda bunun yanlışlığını anlatmak çok zor. Ancak 1980’lerden itibaren başta kadınlar olmak üzere muhaliflerin kadına şiddete karşı başlattığı kampanyalar etkili olmaya başladı. Yasalardaki değişiklikler, büyük gösteriler toplumdaki algıyı yavaş da olsa kırıyor. Bunun daha keskin kırılmalarla sürebilmesi için kadına şiddete karşı ses çıkarmaya devam etmek gerekiyor. Bunun için toplumdaki kadın algısının değişmesi çok önemli. Bir yandan kadına şiddet her yönüyle psikolojik şiddet de dahil cezalandırılmalı, bir yandan kadının bu toplum içindeki yaşamı kolaylaştırılmalı. Tek başına yaşayan kadınlara gerekli sosyal yardım sağlanmalı. Devlet boşanan kadına maddi ve manevi her türlü desteği sağlamalı. Kendi geçimini sağlayana kadar destekler devam etmeli. Kadının tek başına çocuk büyütebilmesi için her türlü destek sağlanmalı. Bunların yanı sıra önemli olan toplumda kadına şiddet uygulanamayacak bir kültür oluşturmak. Kadına şiddet her yerde eleştirilen bir durum olmalı. Maalesef bu konuda hâlâ çok geriden geliyoruz. Geçen gün kayınpederini kendisine cinsel tacizde bulunduğu için öldüren gelinin

kocası babasının cenazesinde babasını savunuyordu. Bu durumun değişmesi gerekir. Kürtajı yasaklama girişimlerinde ve en son Özgecan cinayetininin ardından kitlesel eylemler oldu. Özellikle kadınların cinsiyetçiliğe karşı çok öfkeli ve politik olduğunu gördük. Ancak bu öfke cinsiyetçiliğe karşı sürekliliği olan bir harekette birleşmiyor, varolan kampanyalara bu kitlesellik yansımıyor. Neden böyle? Maalesef bu günlerde sadece kadına şiddete karşı değil pek çok konuda demokrasi mücadelesi vermek çok zor. Savaş ortamında her türlü muhalif hareket baskı altında zayıflatılıyor. Kadına şiddete karşı mücadelemizde karşımızda birkaç sorun var. Birincisi sokakta bir araya gelen çoğulcu kalabalığı örgütleyebilecek bir kampanya yok. Sokakta tek ses çıkarabiliyorken örgütlenmede yüzden fazla kampanya, örgüt, dernek var. Sokaktaki çeşitliliği örgütlenmede sağlayamadan büyük kampanyalar oluşturmak zor. Şiddeti ve ölümleri durdurmak için nasıl bir politika izlenmeli? Öncelikle yasal düzenlemelerin uygulanmasını sağlamak gerekir. Ama daha önemlisi cinsiyetçiliğe karşı mücadeleyi büyütmek gerekiyor. Kadının toplumsal rolü değişmeden şiddeti toptan yok etmek mümkün değil. Bunun için her türlü şiddete karşı mücadele, cinsiyetçiliğe karşı mücadeleyi kapsamalı. Kadına ‘eşit işe eşit ücret’ talebi gibi talepler de kampanyanın sloganları olmalı. Röportaj: Meltem Oral


6 GÜNDEM n ÇOCUK BAKIMI ORTAK SORUMLULUK Kadınlara sürekli doğurmaları gerektiği söyleniyor ama çocuk bakımı da tamamen kadınlara yükleniyor. Hükümetin neoliberal politikalarıyla kadınlar iş yerlerinden uzaklaştırılırken, toplumdaki rolleri evde çocuk bakmaya indirgeniyor. Meclis Genel Kurulu’nda yasalaşan yeni düzenlemeyle birlikte doğum yapan kadınlara esnek ve yarı zamanlı çalışma dayatılıyor. Yarı zamanlı çalışan kadınların yerine ‘kiralık işçiler’ çalıştırılacak. Kasım ayında da çalışan kadınların çocuklarını okul çıkışlarında alabilmeleri için, ‘öğlen çalış, erken çık’ düzenlemesi müjde olarak sunulmuştu. Doğum izinlerinin yeniden düzenlenmesi ilk bakışta olumlu gibi görünüyor. Oysa kadınlar için hiç de öyle değil. Çocuk bakımı sadece kadının sorumluluğu değildir. Niye çocuğu okuldan almak sadece kadının görevi olmalı? Kadınların onları iş yerlerinden eve ittiren yeni yasalara değil, kreş gibi mevcut hakların erişilebilir olmasına ihtiyacı var. Savaşa değil; işyeri ve mahallelerde ücretsiz, ulaşılabilir, güvenli, 7/24 açık kreşlere bütçe ayrılsın.

KADIN CİNAYETLER

n PARTİ YÖNETİMLERİ ERKEKLERDE Kadınlar için siyasette de eşitlik yok. Meclisteki partilerden HDP dışında hiçbirisi, parti üst yönetiminde yüzde 50 kadın temsili oranına ulaşamıyor. AKP’nin Merkez Yönetim Kurulu’ndaki 50 üyeden sadece 9’u kadın. MHP’de bu rakam 74’te 7. CHP’nin 60 kişilik Parti Meclisi’nde 19 kadın üye var. HDP 100 kişilik Parti Meclisi’ndeki 48 kadın üyeyle, üst yönetimde yüzde 48’lik bir kadın temsiliyetine sahip. Sürekli sol bir parti gibi gösterilmeye çalışılan CHP, her konuda olduğu gibi kadın temsiliyetinde de AKP’den farksız. CHP’nin il ve ilçe başkanlarının yüzde 97,5’i erkeklerden oluşuyor.

n ŞİDDETE DİRENEN KADINLAR Sistematik şiddete uğrayan kadınların öldürülmemek için öldürmek zorunda kaldıkları, meşru müdafaa davaları her geçen gün artıyor. Yıllarca kocaları tarafından şiddet gören, hatta devlete başvuran kadınlar kendilerini savununca ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyor. Oysa şiddet uygulayan erkekler ‘iyi hal’ ve ‘tahrik’ indirimlerinden faydalanıyor. Tecavüzcüsünü öldüren Nevin Yıldırım müebbet hapis cezası aldı. Sistematik şiddete uğrayan, hamileyken dövülen, üzerinde sigara söndürülen, kaburgaları kırılan ve kendini savunan Yasemin Çakal 7 kez hakim karşısına çıktı, dava yine ertelendi. Çilem Doğan, şiddete uğradığı için savcılıktan 9 kez koruma kararı almıştı, yeniden şiddet gördüğü sırada hayatını kurtarmaya çalışırken kocasını öldürdüğü için ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyor.

n AHLAKINIZ BATSIN Kadınların tecavüze uğraması için iffetli-iffetsiz olması, mini etekli veya başörtülü olması, genç, yaşlı, evli ya da bekar olması, gece 3’te dışarıda gezmesi veya evden çıkmaması fark etmiyor. Tecavüzü, öldürülmeyi hak eden veya hak etmeyen kadın diye bir ayrım yok. ‘Genel ahlak’ kuralları, dışarıda olma saati, ‘orada ne işi vardı’ gibi hiçbir gerekçe bir kadının tecavüze uğramasını meşrulaştıramaz. Hiçbir kadın, toplumun onu içine sokmaya çalıştığı kalıplara uymadığı için öldürülmeyi hak etmiyor. Kayseri’de öğretmeni tarafından tecavüze uğradığı için intihar eden lise öğrencisi için ‘okulda ne işi vardı’ denemeyeceği gibi Bağdat Caddesi’nde tecavüze uğrayan genç kadının gece sokakta olması da sorun olarak görülemez. Sorun tecavüzün kendisinde. Geceler ve sokaklar hepimizin. Özgecan öldürüldükten sonra neredeyse her ilde, binlerce insan sokağa çıktı. Eylemler kadın cinayetlerine karşı büyük bir toplumsal öfkenin yansımasıydı. Bu öfkenin; kadınların istediği saatte, özgürce ve güvenli bir şekilde sokakta olabileceği bir toplum talebiyle, ‘ahlakınız batsın’ diyen, şiddetin ve tecavüzün gerekçelendirilmesine karşı çıkan bir harekete evrilmesi için çabalamalıyız.

Eşitsizlik, yok sayılma, şiddet, yaşam hakkının elinden

alınması, ev işlerinin yükü, düşük ücret, iş yerinde, okulda, sokakta taciz ve tecavüz, herhangi bir konuda yeterli bulunmamak ya da ‘haddinden’ fazla yetkin görünmek, kısaca topyekûn bir adaletsizlik bu dünyadaki herhangi bir kadının hayatının sıradan parçaları. Bu dünya kadınlar için; cinsiyetçi duvarlarla örülmüş ve her köşeyi dönüşte yeni bir etaba başlamak zorunda oldukları bir labirent gibi, üstelik birden fazla can hakları yok.

na gömülen Yasemin, bileziklerini vermediği için asansör boşluğuna itilen Güler, 17 yaşında başında vurulan Bahar, kız çocuk doğurmadığı için doğumdan bir gün sonra şakaklarına elektrik verilen ve boğulan Mübarek geçen sene öldürülen kadınlardan sadece birkaçı.

Türkiye’de her gün kadına yönelik şiddet ve cinayet olayları yaşanıyor. Hükümetin patronların çıkarlarını kollamak için yaptığı muhafazakar açıklamalar ve uyguladığı politikalar şiddeti ve cinayetleri teşvik ediyor. Katiller korunuyor, ‘genel ahlak’ çerçevesine sıkıştırılmaya çalışılan kadınlardan ise kaderlerine teslim olmaları bekleniyor.

Kadınlara adeta, eğer boşanmak istiyorlarsa ölümü göze almaları gerektiği dayatılıyor. Yasalara göre kadınlar boşanmakta özgür. Ancak yüzlerce kadın boşanmak istediği, yeni boşandığı veya barışmayı reddettiği için kocaları tarafından öldürüldü. Üstelik kadınların büyük çoğunluğu failler hakkında defalarca suç duyurusunda bulunmasına, koruma tedbiri çıkartmış olmasına rağmen öldürüldü. Geçen Aralık ayında bir kadın kocasını tam 25 kere şikayet etmiş olmasına rağmen cinayet girişiminden ağır yaralı olarak kurtuldu.

Yargı katillerin arkasında

Ceza indirimine son

Sadece medyaya yansıyan haberlerle edinilebilen bilgilere göre, 2015’te 278 kadın öldürüldü. Çeyiz sandığıyla orma-

Peki öldürülen kadınların en az üçte biri, henüz hayattayken yargı kurumlarına başvurmuş olmasına rağmen bu


GÜNDEM

RİN DURDURALIM

7

GÖRÜŞ Roni Margulies

28 ŞUBAT’I ANLAMAK AKP ve Erdoğan’ın aldığı yüksek oyları, üst üste bilmem kaç seçim kazanmasını, yolsuzluk yapıldığına inananların gidip yine de AKP’ye oy vermesini, geçmişte oy vermişken şimdi mutsuz ve rahatsız olanların yine de başka partilere oy vermemesini anlayabilmek için, 28 Şubat’ı anlamak gerekir. Parti içindeki çalkantılara rağmen, partinin bazı ağır toplarının belirgin rahatsızlığına ve muhalefetine rağmen, parti tabanında bu ağır topların yansıttığı bir memnunsuzluk olmasına rağmen partinin bölünmemesinin, hatta fazlaca zayıflamamasının nedenlerini kavrayabilmek için, 28 Şubat’ın ve öncesindeki 70 yıllık tarihin dindar kitleler tarafından nasıl algılandığını anlamak gerekir. Kısacası, AKP’nin nasıl olup da “yenilmezlik” görüntüsünü kazandığını anlamanın sırrı 28 Şubat’tan geçer. 28 Şubat’ı anlamayanların varacağı tek sonuç, AKP seçmeninin aptal olduğu, kömür ve makarna karşılığında satın alınmış bir koyun sürüsü olduğudur. Ve zaten bu sonuç kafası normalden de az çalışan Kemalistler tarafından zaman zaman dile getirilir. Getirildiğinde de AKP seçmeninin düşünceleri teyit edilmiş olur, başka partiye oy vermeme kararlılığı pekişir. Müslümanların hissettiği ve toplumsal belleklerine kazılmış olan mağduriyet duygusunu, bu duygunun maddî temellerini anlamak gerek. Çok kez duyduğum “Ne mağduriyeti, ne olmuş ki onlara, onlar zaten çoğunluk, devlet zaten hep onların devleti” ifadelerini ancak Türkiye tarihini anlamayanlar kullanabilir. Cumhuriyet tarihi sadece Kürtlerin, Alevilerin, gayrimüslimlerin, muhaliflerin değil, dindar Müslümanların da bastırılma, ezilme, siyasetten ve iktidardan dışlanma tarihidir. Kemalizmin ideolojik zaferi o kadar kapsamlı olmuştur ki, dindar olmayanlar dindarların başına gelenlerin farkında bile olmamış, oldukları zaman da umurlarında olmamıştır. Dahası, dinin ve dindarların baskı ve kontrol altında tutulmasını doğru ve haklı bulmuşlar, baskı görenlere yakınlık duymak bir yana dursun, onları gerici bir sürü olarak resmeden devletin yanında durmuşlardır.

cinayetler nasıl işleniyor? Çünkü yargı katilleri, tecavüzcüleri, tacizcileri koruyor. Karısını, sevgilisini, kız kardeşini, annesini, kızını öldürenler hakim karşısına çıktığında ceza indirimi alacağını biliyor. Katillerin bazılarının cinayetten önce internette ne kadar ceza alacaklarını araştırdıkları biliniyor. Kadın cinayeti ve tecavüz davalarında ‘iyi hal’ veya ‘tahrik’ indirimi yeni cinayetlerin önünü açıyor. Verilen ceza indirimleri yargının zihniyetinin katillerden farklı olmadığını gösteriyor. İşte hakimlerin tahrik unsuru bulduğu örnekler; ‘bana kadınlık yapmıyordu, hakaret etti, başka erkekle telefonda konuşuyordu, tayt giyiyordu, cilveliydi, mini etek giymişti’. Devlet şiddeti ve cinayetleri önlemek için hiçbir adım atmıyor. Her 8 Mart’ta yapılan resmî açıklamaların kadınların yaşadığı gerçeklikle hiçbir alakası yok. Kadın cinayetlerinin önüne geçmek için tahrik unsurunun kabul edilmediği bir yargı şart. AKP’nin kadınlarla imtihanı Neoliberal politikaların yürütücüsü AKP’nin önceliği ka-

dınların hayatlarını kurtarmak değil, aileyi güçlendirmek. Kadın bakanlığını ‘aile’ bakanlığı yapan, cinayetlere karşı ‘telefon hattı’ kurmakla yetinen, boşanmadan önce ‘aile danışmanıyla’ görüşmeyi zorunlu kılan, kürtajı fiilen yasaklayan, doğum kontrolü kısıtlamaya çalışan hükümetin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu’na göre; ‘kadına yönelik şiddet yok, algıda seçicilik var’. Erdoğan’la özdeşleşen ‘3 çocuk’ propagandasıysa Türkiye’deki patronların zenginliklerini sürdürebilmeleri için bulunmuş bir formül. Patronların genç nüfusa, yani çalışabilecek, ucuz işgücü olacak yeni kuşaklara ihtiyacı var diye kadınlara esas işinin doğurmak olduğu söyleniyor. Devletin savaş politikalarının etkisiyle, çocuk doğurmaya bir de ‘vatani görev’ payesi biçildi. Erdoğan’ın ‘kadın erkek eşitliği fıtrata ters’ sözü başta olmak üzere, AKP liderliğinin inatla sürdürdüğü cinsiyetçi söylem toplumdaki kadın düşmanlığını, ahlakçılığı, şiddeti besliyor.

Geniş halk kitlelerinin sol allerjisinin nedenlerinden biri de budur. 28 Şubat öncesinde, Refah Partisi’nin İstanbul ve Ankara belediyelerini kazanması, sonra da Erbakan’ın Başbakan olmasıyla, Müslümanlar ilk kez siyaset sahnesine çıktıklarını düşünmüştür. Sahneye çıkanlar, yoksul ve emekçi Müslümanlar değil, onları temsil ettiği çok kuşkulu olan bir zümredir elbet, ama geniş taban ilk kez Ankara’da “bizimkiler” var diye düşünebilmiştir. 28 Şubat, Kemalist devletin bu kadarına bile izin vermediğini simgelemiştir tabanın gözünde. AKP’nin hemen beş yıl sonra devlete rağmen hükümet olması bu nedenle değerlidir o taban için. AKP’ye muhalefet ederken bunu anlamayanlar o tabanla, yoksul ve emekçi kitlelerle ilişki kurma şansına sahip değildir.


8

GELENEK

8 MART: BASKIYA KARŞI MÜCADELE KUTLAMASI

SARAH ENSOR

kullandı ve hemen ardından işten atıldılar.

de, sosyalistlerin kutlamak istedikleri bu mücadelelerdi.

Uluslararası Kadınlar Günü tüm dünyada 8 Mart’ta kutlanıyor.

Kendi işlerinin reklamı yapılırken, diğer işçiler yürüyüp gitti. Onlar ise 5 hafta boyunca şirkette nöbet tuttular ve şirket tarafından kiralanmış olan haydutların saldırılarına ve polis tacizine karşı koydular.

Tüm Avrupa’daki sosyal demokrat partiler diğer egemen sınıflara karşı, kendi egemen sınıfını desteklediğinden, Birinci Dünya Savaşı felaketi işçi hareketine büyük zarar verdi.

Sendika yetkilileri diğer işçileri de dışarı getirmek çalıştı. Ama sonra genç bir işçi olan Clara Lemlich, bir kitle toplantısı kalabalığına, çoğunun konuştuğu dil olan Yidiş dilinde hitap etti.

Ancak, savaş sırasında ‘ekmek ve barış’ için yürüyenler işçi sınıfının kadın ve erkekleriydi.

Bazıları için kadınlara yönelik baskıya karşı, kadın dayanışmasının öne çıkarılması gerektiği bu gün, bazıları içinse kadınların kazanımlarını kutlamak üzere değerlendiriliyor. Herkes 1911’deki ilk Uluslararası Kadınlar Günü’nden bu yana kadınların çok fazla yol katettiği konusunda hemfikir. Tarihi, bir kadın işçinin baskıcı işverenler ve sisteme karşı mücadele etmek için erkek işçilere katılmasından ibaret. Alman Sosyal Demokrat Parti’deki bir devrimci sosyalist olan Clara Zetkin, kadınlar gününü ilk olarak 1910’da önerdi. Kadınlar Bürosu’nun başkanı seçildi ve sosyalistlerin erkek ve kadın işçilerin oy hakları ile ilgili kampanya yapması gerektiği argümanını kazandı. Tarih olarak, 1908’de iğne sektöründe çalışan yaklaşık 15 bin kadının New York’ta yürüyüş yaptıkları gün olarak 8 Mart’ı seçti. Bu kadınlar, oy verme hakkı, daha iyi ücret ve yaşamaya değer bir hayat talep ediyorlardı. İlan edilme Daha sonra Amerika Sosyalist Partisi, ilk Ulusal Kadınlar Günü’nü ilan etti; ABD’de 28 Şubat 1909’da kutlamalar yapıldı. Aynı yıl daha sonra New York Shirtwaist işçileri ‘20 bin ayaklanması’nda gereve çıktı. Çok genç yaştaki göçmen kadınların bazıları bir sendika kurulması yönünde oy

Uzun çalışma saatleri, kendilerini aşağılayan patronlar ve mide bulandırıcı çalışma şartlarına karşı bir genel grev çağrısında bulundu. Tüm New York’taki 20 bin tekstil işçisinin yürüyüşüne ilham verdi. Grevde yapılanları destekleyen varlıklı reformistlerle tartışmaya müdahil olan sosyalistler arasında çekişme ortaya çıktı. Sosyalistler kadın tekstil işçilerinin sorunlarının erkek işçilerle aynı olduğunu söylüyorlardı. Bunun anlamı, işçi sınıfının erkek ve kadınlarının birleşik mücadelesinin gerçek bir değişimi kazanmanın tek yolu olmasıydı. Bir sonraki moda mevsiminde bir servet kaybetme olasılığıyla dehşete düşen işverenler sonunda çalışma haftasının kısaltılmasına, ücretli tatiller verilmesine ve tüm işçilerin aletlerinin parasını ödemeye ikna oldular. Bu muhteşem bir zaferdi. Felaket 1910’da Kopenhag’ta yapılan sosyalist kadınlar konferansında Zetkin, Uluslararası Kadınlar Günü’nü önerdiğin-

Sonra Rusya’da 1917’de, Çar’ın devrilmesine yol açan Şubat devriminin başlangıcı olan gösterilerde kadınlar yine ekmek ve barış istediler. Uluslararası Kadınlar Günü, 1970’lerde yeniden ortaya atıldığında, ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi gibi tüm baskılara ve emperyalizmin Vietnam savaşına karşı mücadeleden geliyordu. Ortadoğu’daki tüm devrimlerde de yoksulluk ve zalim diktatörlere karşı kadın ve erkeklerin birlikte greve çıktıklarını ve protestolar düzenlediklerini gördük. Son 30 yıldır Margaret Thatcher, Hillary Clinton, Condoleezza Rice ve Angela Merkel gibi Batı hükümetlerinde önemli roller oynayan kadınlar, bu Ortadoğu’nun tiranlarıyla işbirliği yapmaktan memnundu. Günümüzün mücadeleleri, geçmiş mücadelelerden öğrendiğimiz takdirde Uluslararası Kadınlar Günü’nün yeniden bir anlam taşıyabileceğini gösteriyor. Kadınların kapitalizmden ve baskıdan yararlanan egemen sınıfın kadın ve erkeklerinden kurtuluşuna yardım edebilecek olan şey budur. Çev. Fatma Ayça


SINIF MÜCADELESİ

ŞİŞECAM İŞÇİLERİ YALNIZ DEĞİLDİR! Şişecam firmasının Eskişehir ve Mersin fabrikalarından, işveren ve sendika yönetiminin işbirliği ile işten atılan 14 işçinin direnişi sürüyor. 70 gündür İstanbul’da, Beykoz’da bulunan Kristal-İş genel merkezi önünde direnen işçiler işe geri alınmak istiyorlar. Devrimci Sosyalist İşçi Partisi üyeleri de 28 Şubat Pazar günü direnişteki işçilere dayanışma ziyaretinde bulundu. Şişecam yönetimi “daralma” bahanesiyle onlarca işçinin işine son vermişti. Çoğu uzun zamandır fabrikada çalışan işçilerin bazıları daha önce kapanan fabrikalardan şimdi çalıştıkları fabrikalara geçmişti. İşçiler bir yandan Paşabahçe ürünlerini boykot etme çağrısı yaparak, diğer yandan direnişlerinin daha geniş kesimlere ulaşması için çabalayarak mücadeleye devam ediyorlar. Konuştuğumuz işçiler tarihinde önemli grev ve direnişler olan Kristal-İş sendikasının bürokratik bir anlayışla yönetildiğini, temsilcilerin seçimle değil atamayla geldiğini, sendika yönetiminin muhalif sesleri susturmak için Şişecam yönetimi ile işbirliği yaptığını anlattılar. Direnişçi Şişecam işçileri işçi sınıfının her kesiminden destek bekliyorlar.

İŞYERLERİNDE NELER OLUYOR? n Geçen yıl metal fabrikalarında başgösteren mücadele dalgasının merkezi olan Oyak Renault fabrikasında, patronlar ek zam talebiyle eylem yapan 15 işçiyi işten attı. Bunun üzerine işçiler üretimi durdurup Birleşik Metal-İş sendikasına topluca yürüdü. Ortak talepleri işten atılanların derhal geri alınması. Mücadele devam ediyor. n DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş sendikasının kıdem tazminatının gaspına ve kiralık işçi yasasına karşı başlattığı eylemler, İzmir, Bursa ve Gebze’de yapılan yürüyüşlerle başladı. n TÜRK-İŞ, Başbakanlık tarafından Meclise sevk edilen ve kamuoyunda “kiralık işçilik” olarak tanımlanan “İş Kanunu ile Türkiye iş Kurumu Kanunu’nda değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısı” ile yapılmak istenen düzenlemelere yönelik işçilerin tepkileri duyurmak amacıyla imza kampanyası düzenliyor. n Özelleştirme sonucu Eksim Yatırım Holding’e devredilen, Diyarbakır, Urfa, Mardin, Batman, Siirt ve Şırnak illerinin elektrik dağıtım ağını kontrol eden Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş’nin (Dicle EDAŞ) Urfa’daki Arıza Bakım, Elektrik Onarım bölümünde çalışan işçiler, asgari ücrete yapılan zamla oluşan maaş farkları ücretlerine yansıtılmadığı, yol ve yemek ücretleri karşılanmadığı ve maaşları da ödenmediği için iş bıraktı. Suruç ve Harran’daki işçiler de sonradan direnişe katıldı. n Zonguldak’ta Çatalağzı Termik Santrali’nde asgari ücret farkının maaşlarına yansıtılması ve kadro için eylem yapan 138 işçi, işten çıkarılmasının ardından direnişe

MARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım

ARAP DEVRİMLERİNDEN DSİP Şubat ÖĞRENMEK

Toplumsal ayaklanma ve devrimler kitlelerinin kendiliğinayı lantıları den hareketi ile gelir. Fakat ayaklanmanın zaferi ve işçi

sınıfının kendisini egemen sınıf olarak örgütleyip devletle tüm sınıfları ortadan kaldıracak süreci başlatması için devrimci partiler gerekir. 2010 sonunda Tunus’ta patlak veren devrim, 2011 başında Mısır’da kendini gösterdi. Kuzey Afrika’dan başlayan isyan dalgası Ortadoğu’ya ulaştı. Ayaklanmalar tüm Arap Coğrafyasına yayılırken, diktatörler birer devrilirken, bölgedeki statüko ve insanlık suçlarının sorumlusu olan emperyalist devletler ve egemen sınıflar hızla toparlandı.

devam ediyor. n SCA-Ülker işçileri direnişlerinin 68. gününde Gebze Meydanı’nda gerçekleştirdikleri eylemle dayanışma çağrısı yaptı. n Esenyurt’ta bulunan Saadet Gıda fabrikasında çalışan işçiler asgari ücret farkının kendilerine yansıtılması için 45 dakika işe geç başladı. n Haribo fabrikasında çalışan 220 işçi patronun işyeri temsilcilerini işten çıkarması ve yüzde 30’luk zam talebi için fabrika önünde başlattıkları direniş devam ediyor. n Cerrahpaşa Tıp Fakültesi işçileri kıdem tazminatlarını fona devretme girişimlerine, Özel İstihdam Büroları ve kiralık işçiliğin gündeme getirilmesine karşı yürüyüş yaptı. n Antep Başpınar OSB’de Has Çuval, Nakpilsa ve Naksan işçilerinin kazanımla biten iş bırakma eylemlerinin ardından, Güler Sentetik Çuval işçileri de ek zam talebiyle iş bıraktı. n Üçüncü köprü inşaatında çalışan işçiler, paralarını alamadıkları için eylem yaptı. n Emekli-Sen maaşlara yapılan göstermelik zamları ve temel tüketim maddelerine bundan çok daha fazla zam yapılmasını protesto etti. n Sincan Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Termikel fabrikasında işçiler, iş bırakarak geç yatan ücretlerinin zamanında yatırılmasını sağladı. Evet, devrimler her zaman olduğu gibi, beklenmedik bir anda, hiç hesaba katılmayan emekçi insanlar tarafından kendiliğinden yapıldı. Fakat ne sendikaları vardı, ne de devrimci partileri. Örgütsüzdüler. Mısır’ın zengin ailelerinin devrime yanıtı darbe oldu. Suriye’deki despot rejim ise ordusuyla, polisiyle, faşist milisleriyle kanlı bir savaşla devrime saldırdı. Türkiye başta olmak üzere bölgedeki tüm haydut devletler bu savaşa daldı, savaşı büyüttü. Arap Baharı’ndan beş yıl sonra şimdi ABD/Rusya emperyalist kapışmasını, katil IŞİD’in mezhepçilik ve katliamlarla devletleşmesini, Mısır’da darbeye karşı çıkanların idam edilmesini konuşuyoruz. 2011 Arap devrimleri kendiliğinden patlak verdiğinde ayaklanmanın zaferini garanti altına alacak, diktatörleri devirmekle yetinmeyip, ayaklanmış kitlelerinin ortak talepleri olan “ekmek-sosyal adalet-özgürlük”ü hayata geçirerek bir sürekli devrime yol açacak devrimci partiler yoktu.

9

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

DİRENİŞLERİN BİRLİĞİ İÇİN

Savaş ortamının yoğun tozu dumanı içinde işçi sınıfı hakları çok ciddi saldırı altında. Hükümet emek piyasası sanki yeterince esnek değilmiş gibi daha fazla esnekleştirilmesi gerektiğini kamuoyuna açıkladı. Daha fazla yabancı sermaye girişini sağlayabilmek ve kar oranlarındaki düşüşü azaltmak için esnekliği artıracak yasaları bir an önce çıkarmak istiyor. Böylece işgücü maliyetleri düşecek, patronlar bir nebze olsun rahatlayacak. 12 Eylül darbesi sonrası hükümetler yıllardır emek piyasasını esnekleştirmek için çeşitli yasalar, yönetmelikler çıkardılar. Bu değişiklikler sonucu; • Kıdem tazminatlarına tavan sınırlaması getirildi. • Sendikal örgütlenmeye baraj sınırlaması getirildi. • Taşeron sistemi devreye sokuldu. • Kısa, esnek, kısmi zamanlı çalışma sistemleri geldi. • Başta sağlık olmak üzere pek çok ücretsiz hizmet, ücretli hale geldi. • Performansa göre maaş sistemi başladı. Ama bu değişiklikler elbette kapitalizm için yeterli değil. Sürmekte olan dünya ekonomik krizi kapitalizmi yeni esnekleştirmeler yapmaya sevk ediyor. Yeni esnekleştirmelerin Türkiye’de karşılığı üç temel yasa değişikliğidir. Birincisi kiralık işçi yasasıdır ki bu yasa tasarısı TBMM’ye sunuldu, komisyonlardan geçiyor, yakında yasalaşacak. İşçilerin modern köleler gibi kiralanmasını sağlayacak tasarıda ayrıca uzaktan çalışma gibi esnekleştirme ile ilgili başka ayrıntılar da var. İkinci önemli değişiklik 657 sayılı memur yasasında yapılacak, memurların iş güvencesi ortadan kaldırılacak, performansa göre maaş sistemi devreye girecek. Üçüncü önemli değişiklik kıdem tazminatı yasasında yapılacak. Kıdem tazminatları fona devredilecek, fonda biriken para patronlara kredi olarak kullandırılacak. Hem memur sendikaları, hem de işçi sendikaları iş güvencesini ortadan kaldıran, işçileri patronların saldırılarına karşı korumasız hale getiren her türlü düzenlemeye karşı olduklarını gerekirse genel grev yapacaklarını açıkladılar. Ama sadece açıklama yapmak yetmez, bütün bu yasa değişikliklerine karşı acilen sokaklara çıkmalı, yasaların parlamentodan geçmemesini sağlamalıyız. Bu hafta İstanbul’da üç sendikanın kiralık işçi yasasına karşı birlikte yaptığı eylem çok önemliydi. Bu birleşik eylem duygusunun yaygınlaşması için, sendika tabanlarında, işyerlerinde birlikte mücadelenin önemini anlatacak bir kampanyaya acil ihtiyacımız var. İşçi haklarına yönelik saldırılara karşı kolları sıvamamız gerekir. Boşluğu ya AKP gibi neoliberalizm ve global kapitalizmi kabul etmiş Müslüman Kardeşler gibi hareketler ya da IŞİD gibi silahlı cihatçı gruplar doldurdu. Politik İslam’ın “düzeniçi” kanadı, rejimler ve Batı emperyalizmi ile baştan işbirliğine girerek kolayca ezildi. El Kaide’den türeyen ikinci kanat ise tepeden tırnağa silahlı, örgütlü ve müdahaleye hazırdı. İki pratik sonuç: - Ortadoğu’da tek bir parçada kurtuluş yok. Ya hep beraber emperyalist kampları, rejimleri, IŞİD gibi mezhepçileri püskürtüp yeni bir düzen kuracağız ya da hepimiz savaşın içinde boğulacağız. Türkiyeli sosyalistler, özellikle Arap devrimcileriyle birlikte davranmalı. Bölgede, emperyalizme, IŞİD’e ve devletlere karşı olan tüm sol güçler ile birlikte davranmalıyız. - Türkiye’nin batısında parlamenter hayaller çöpe giderken, bugün Erdoğan’ın arkasında gibi duran ama vakti geldiğinde onun işini de bitirecek olan emekçi sınıflar içinde devrimci partiyi örgütlemeliyiz.


10 GELENEK

‘BÜTÜN DÜNYANIN İŞÇİLERİ BİRLEŞİN’ ÇAĞLA OFLAS

Sosyal şovenizme karşı mücadele

Kapitalizmin küreselleşmesi bugüne ait bir durum değil, kapitalist sistem tarih sahnesinde yer aldığı ik günden itibaren küresel bir sistemdi.

2. Enternasyonal Avrupa’da kitleselleşen işçi hareketinin üzerinden yükseldi. İşçi sınıfı mücadelesi artık güçlenmiş, kitlesel işçi partileri ortaya çıkmıştı. Ancak bu avantajlı durum zamanla Alman Sosyal Demokrat Partisi saflarında parlamentarizme dönüştü. Alman Sosyal Demokrat Partisi 1. Dünya Savaşı’nda sınıf çıkarları yerine milli çıkarları savunarak, Enternasyonal’in sonunu getirdi. İkinci Enternasyonal reformist partilerin örgütü haline geldi. 3. Enternasyonal savaşa ve sosyal şovenizme karşı mücadele etrafında kuruldu. O dönemde Enternasyonalizmin bayrağını yükseltenler 1917 Rus Devrimi ve 1918-23 Alman Devrimleri gibi toplumsal altüst dönemlere damgalarını vurdular.

Marx Komünist Manifesto’da burjuvazinin dünya pazarını sömürmek yoluyla tüm ülkelerin üretim ve tüketimini ulus aşırı hale getirdiğini belirtir. Kapitalizm bir dünya sistemidir. Kapitalist üretim sürecinin bir parçası olan işçi sınıfı nihai zaferine ancak dünya ölçeğinde ulaşabilir. Marx’a göre bir dünya sistemi olan kapitalizmi aşan üretici güçler düzeyine, sınıfları ve dolayısıyla sınıf savaşını yok edecek bir bolluk, refah ve özgürlük toplumuna küresel düzeyde ulaşılabilir. Ekonomik büyüklüğü ne ölçüde olursa olsun, tek bir ülkede kapitalizmin yarattığı uluslararası üretici güçler düzeyi aşılamaz. İşçi sınıfı tek bir ülkede siyasal devrimleri gerçekleştirebilir. Üretim ilişkilerinin değişmesi, kapitalizmin yok olması ancak uluslararası bir devrimle mümkün olabilir.

Dünya devrimi savunusu Rusya’da devrim sonrası iç savaş işçi sınıfının atomize olmasına ve karşı devrime yol açtı. İktidarı ele geçiren Stalinist bürokrasi “Uluslararası devrim” perspektifini terk etti. “Tek ülkede Sosyalizm”in mümkün olduğunu savundu. Birinci Dünya savaşı esnasında “Anavatan Savunusu”na dönüşen milliyetçilik uluslararası işçi hareketine ölümcül zararlar verdi. Stalinizmin ardından yeni bir enternasyonal kurma mücadelesi Troçki’nin başını çektiği bir dizi girişimle devam etti. Ancak Dördüncü Enternasyonal İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni duruma uyarlanamadı. Sosyalist İşçi’nin de parçası olduğu Uluslararası Sosyalist Akım, böylesi bir ortamda Tony Cliff’in etrafındaki bir avuç sosyalist tarafından kuruldu.

Gerçek marksist gelenek Komünist Manifesto’da Marx işçi sınıfının toplumsal değişimin öznesi olduğunu ortaya serdi. İşçi sınıfı mücadelesi, kendisiyle birlikte tüm ezilenlerin kurtuluşunu gerçekleştirme potansiyeline sahiptir. Gerçek Marksist gelenek bu iki yaklaşımla şekillendi. İşçi sınıfının uluslararası birliğinin inşası sosyalistlerin en önemli önceliği oldu. Farklı ülkelerde sürmekte olan işçi mücadeleleriyle bağ kuran, aynı zamanda uluslararası sınıf mücadelesinin deneyimlerinin hafızasını mücadele eden yeni kuşaklara taşıyan, bir dünya partisi. Bu perspektif sosyalist hareketin gelişmesinde önemli tarihsel kırılmaları da beraberinde getirdi. İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır Komünist Manifesto’nun yayınlanmasından 20 yıl sonra 1. Enternasyonal kuruldu. Dünya çapındaki politik gelişmelere yanıt verme ihtiyacı işçi sınıfını birleştirdi.

ANTİKAPİTALİST FORUM: KADINA ŞİDDETE KARŞI SES ÇIKAR! Konuşmacılar: Arın Gül Yeniaras, Funda Ata, İdil Ügüt, Nebiye Arı, Nil Mutluer Yer: Cezayir Salon Hayriye Cad. 12 Galatasaray-Beyoğlu

1. Enternasyonal, ücretlerin yükselmesi, çalışma saatlerinin düşürülmesi, sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin yok edilmesi mücadelesi üzerinden şekillendi. Amerikan İç Savaşı’nda ırkçı Güney’e karşı savaşan Kuzey’in desteklenmesi, Polonya’nın Rus despotizmine karşı ulusal kurtuluş hareketinin yanından yer alınması, İtalya’nın birliğinin sağlanması, göçmen

DSiP MART TOPLANTI

işçilerin grev kırıcı olarak kullanılmasının uluslararası dayanışmayla engellenmesi gibi siyasi talepler Enternasyonal’in gündeminde yer aldı. Marx tarafından kaleme alınan Kuruluş hitabı “Bütün dünyanın işçileri birleşin” ifadesiyle son buldu. 1. Enternasyonal sürecinde yaşanan tartışmalar “aşağıdan Sosyalizm” anlayışının önemli bir başlangıç noktası oldu.

4 Mart 19.00 İzmir: Mültecilik ve Kadınlar 5 Mart 19.00

HERKESİN KATILIMINA VE KATKISINA AÇIKTIR

Ankara: Cinsiyetçiliğe Karşı Mücadele

n Beyoğlu toplantı yeri: İkinci Kat, Çukurçeşme sok, No:11/2 İstiklal Cad.

Beyoğlu: Devlet Nedir?

n Fatih: Ehhiba Cafe, Zeyrek Mahallesi, Fevzi Paşa Caddesi, Haydar Bey Sokak, No 31 n Kadıköy: Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt., Kat:3 n Şişli yeri: Rumeli Cad., Nakiye Elgün Sok., İkbal Apt, No:32/3 - Osmanbey n Üsküdar: Daimler Pastanesi -Tunusbağı Cd. No:46

10 Mart 19.00 Şişli: CHP Kime Hizmet Ediyor? Kadıköy: Cerattepe’den Cizre’ye Üsküdar: Ergenekon-Balyoz, Gerçekler Fatih: CHP Kime Hizmet Ediyor?

n Ankara: Konur Sokak 14/13 Kızılay

11 Mart 19.00

n İzmir: Kıbıs şehitleri caddesi 1462 sok. no:20/1 Alsancak

İzmir: Egemenlerin yeni düşmanı

Geçmişte olduğu gibi bugün de işçilerin uluslararası birliğini sağlamak önemli ve anlamlı. Kapitalizmin dünya çapında krizi hemen her coğrafyada istikrarsızlığa yol açıyor. Yoksulluğa, işsizliğe, güvencesiz çalışmaya, sosyal hakların gaspına, iklim değişikliğine karşı mücadele işçi sınıfının dünya çapında bir araya gelme ihtiyacını yakıcı hale getirmekte.

12 Mart 19.00 Ankara: Türkiye’de darbeler ve darbe karşıtı mücadele 18 Mart 19.00 İzmir: Suriye, savaş ve emperyalizm 19 Mart 19.00 Ankara: Newroz ve Barış Mücadelesi 24 Mart 19.00 Beyoğlu: Barışı Nasıl Kazanacağız? Şişli: Savaşa ve Irkçılığa Karşı Mücadele Kadıköy: Barışı Nasıl Kazanacağız? Üsküdar: Savaşa-Irkçılığa Karşı Mücadele Fatih: Barışı Nasıl Kazanacağız?

25 Mart 19.00 İzmir: Irkçılığa ve milliyetçiliğe karşı mücadele 26 Mart 19.00 Ankara: Suriye’de Çözüm Ama Nasıl? 31 Mart 19.00 Beyoğlu: CHP Kime Hizmet Ediyor? Şişli: Devlet Nedir? Kadıköy: CHP kime hizmet ediyor? Üsküdar: CHP kime hizmet ediyor? Fatih: Devlet nedir?


11

KÖMÜR ÖLÜMDÜR

NURAN YÜCE

Türkiye’nin bir Rus uçağını düşürmesi ve iki Rus askerinin ölümüne yol açması ile tırmanan kriz Şubat ayından beri Rusya’nın doğalgaz satışını azaltması ile devam ediyor. Türkiye yıllık doğalgaz ithalatının yüzde 50’den fazlasını Rusya’dan yapıyor. Enerji devi Gazprom “alıcılarla fiyat anlaşmazlığı nedeniyle Türkiye'deki özel şirketlere sattığı doğalgazı 10 Şubat’tan itibaren yüzde 10 oranında azalttığını bildirdi. 2014 yılında Türkiye’nin birincil enerji talebi 123,9 milyon TEP olarak gerçekleşti. AKP hükümeti bu enerji talebinin 2023 yılında iki katına çıkacağı (218 milyon TEP) ve talep artışının yerli enerji kaynakları üzerinden karşılama hedefi olduğunu tüm ulusal kalkınma stratejileri içinde dile getiriyor. Ve AKP bu enerji talep artışının neredeyse tamamını her biri birbirinden sorunlu enerji kaynakları ile sağlayacağım diyor. 2014’te %29,2 olan kömürün payı

AKP-TSK ORTAKLIĞI: EMASYA PROTOKOLÜ TEKRAR GÜNDEMDE

2007 seçimlerinden AKP’nin statükocu devlet anlayışına karşı ezici bir zaferle çıkmasının ardından generaller eski güçlerini kaybetmeye başladılar. Bu süreçte gündeme gelen ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) komuta kademesinin 2003-2007 dönemindeki hükümet karşıtı faaliyetlerini sorgulayan Balyoz ve Ergenekon davaları sonucunda aralarında eski genelkurmay başkanları ve kuvvet komutanlarının da olduğu çok sayıda muvazzaf generalin tutuklanması, siyasi iktidarlar üzerindeki askeri vesayetin önemli ölçüde kırılmasına yol açtı.

2023’te %37’ye çıkacak. Temiz kömür yoktur

Bu ülkenin en önemli sorunu olan Kürt sorununa askeri yöntemler dışında çözüm aranmaması, 2007 yılı öncesinde TSK’nın siyaset üzerinde bu denli ağırlığı olmasının birinci nedenini oluşturuyordu. Milli Güvenlik Kurulu (MGK) içindeki orgeneraller, “bölücü terörün önlenmesi” gerekçesi ile bütün kritik kararları alıyor, hükümetlerin bu kararları uygulamak dışında sadece “yol-su-elektrik” gibi konularda söz hakkı bulunuyordu. MGK’nın 1997 yılında bu şekilde aldığı kararlardan biri de EMASYA (Emniyet, Asayiş, Yardımlaşma) Protokolü’ydü. İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı arasında imzalanan protokole göre, valilik talep etmese bile askere toplumsal olaylara müdahale yetkisi veriliyordu. 2008-2010 yılları arasında darbecilere karşı verilen mücadelenin bir sonucu olarak generallerin tutuklanmaya başlamasıyla birlikte MGK’nın eski kararları da gözden geçirildi ve 2010 yılında EMASYA protokolü kaldırıldı.

AKP kömür madenlerinin sayısını artırmayı hedefliyor. Konya Karapınar-Ayrancı, Eskişehir-Alpu ve Afyon-Dinar dahil olmak üzere 12 adet yeni linyit rezervi ile Türkiye’nin linyit rezervinin yaklaşık 15,5 milyar tona çıktığı ifade ediliyor. Tüm bu linyit rezervleri yeni açılacak termik santrallerin yakıtı olacak. İklim değişikliğine neden olan, insan sağlığı ve ekosistem üzerine kara bulut gibi çöken bu santrallerin neredeyse Türkiye’nin her bir noktasına inşa edilmesi planlanıyor. Kahramanmaraş, Hatay, Adana, Mersin, Muğla, İzmir, Manisa, Balıkesir, Çanakkale, Tekirdağ, Kırklareli, Bursa, Kütahya, Afyon, Eskişehir, Ankara, Zonguldak, Bartın, Amasya, Şırnak, Silopi… Tüm bu yerellerde Yırca ve Artvin Cerattepe’deki gibi direnişler olacak. Çünkü insanlar kömürle ormanlarının, sularının, geleceklerinin yok edilmesine izin vermeyecek.

GÖRÜŞ Kemal Başak

TSK, Balyoz ve Ergenekon davaları sonucunda kaybettiği mevzileri adım adım geri alıyor.

Yatağan Termik Santrali = Ölüm

AKP liderliği, 2014 yılının başından itibaren tutuklu bulunan darbeci generalleri serbest bıraktırmaya başladı. Bulaşmış olduğu büyük yolsuzluk dosyalarını örtbas etmek, ama daha önemlisi yeniden başlattığı Kürt savaşında TSK’nın deneyimlerinden yararlanmak için buna ihtiyaç duyan iktidar partisi yeni süreç ile birlikte TSK’nın “yasal isteklerini” de yerine getirmeye başladı. Yeniden yargılanmak istemeyen generallerin dayatmasıyla hükümet yeni bir EMASYA protokolü için kolları sıvamış durumda. Yakın tarihimiz TSK güç kaybettikçe çözüm sürecinin hızlandığını, generaller güç kazandıkça sürecin tıkandığını ortaya koyuyor. Bu ülkede yaşayan bütün ezilenlerin ve işçi sınıfının çıkarı, Kürt halkının haklı taleplerinin savunulmasını, askeri vesayetin bütünüyle ortadan kaldırılmasını gerektiriyor. Bunun yolu, askeri operasyonların durdurulması, yeni güvenlik kararnamelerinin iptal edilmesi ve İmralı-Kandil-Meclis eksenli yeni bir çözüm sürecinin başlatılması için hükümete baskı yapmaktan geçiyor.


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

ANTİKAPİTALİST MÜCADELEYİ BÜYÜTMELİYİZ #dayanısma , Önceki hafta gerçekleşen Cerattepe direnişi, son birkaç aydır bir yandan patlayan bombalar, bir yandan ise Kürt illerinde uygulanan yoğun savaş politikaları altında umutsuzluğa kapılan herkese büyük bir moral oldu. Somut bir talep etrafında mücadele imkanı olduğunda, geniş kitlelerin seferber olacağını gösterdi. Cerattepe halkı tüm unsurlarıyla direnişe katıldı.

NASIL YAPMALI? Antikapitalistler, 2016 yılında mültecilerle dayanışma eylemleri örgütledi, Kürt halkına uygulanan baskılara karşı barış talebini öne çıkarttı. Farklı direnişlerden işçileri ortak bir kürsüde buluşturduk ve Şişecam işçilerinin direnişine destek olduk.

Artvin’deki altın madeni inşa etme girişimi ve buna karşı hükümetin takındığı tutum, aynı zamanda, AKP liderliğiyle AKP’ye oy veren yoksullar arasındaki çıkar çatışmasını da netçe ortaya koydu. %70’i AKP’ye oy veren bir bölgede, insanlar yaşam alanlarına sahip çıkmak için kendi destekledikleri iktidarın arkasında durduğu bir projeye karşı sokağa çıktılar. Kürt illerinde ise devlet baskısına karşı direniş tüm hızıyla sürüyor. Sur’da bir binanın bodrum katında mahsur kalanların tahliyesi ve katliamı engellemek için binlerce kişi eylem yaptı. Çatışmalar ve ölümler sürse de Kürt halkı pes etmiyor.

Yeni mücadele dönemine hazırlanmak için 3 Mart’ta İstanbul’da kadına yönelik şiddete karşı bir forum düzenliyoruz. 23 Mart Çarşamba yine İstanbul’da “Umudumuz barışta” kampanyası için buluşacağız.

Son iki haftadır yaşanan bir diğer önemli gelişme ise hepimiz için kritik önemde. Sosyalist İşçi’nin geçen sayısında, Cerattepe ile Cizre’nin el ele vermesinin önemi vurgulanmıştı. Bu birlikteliği sağlama potansiyelini taşıyan işçi hareketinde yeniden bir kıpırdanma gözlemleniyor. Metal sektörü başta olmak üzere birçok şehirde işyerlerinde ek zam talepleri için eylemler yapılıyor. Sendikalar kıdem tazminatının gaspına ve kiralık işçi düzenlemesine karşı harekete geçti. Kamu emekçileri ise hem “paralelci” veya “terörist” denilerek işten atılmalarına sebep olabilecek düzenlemeye hem de 657 değişikliğiyle iş güvencelerinin bütünüyle ortadan kaldırılması ihtimaline karşı öfkeli. Böylesi bir ortamda DİSK’in yanı sıra Türk-İş de kıdem tazminatı için çeşitli şehirlerde eylemler yapmaya başladı. İstanbul’un bir ilçesinde, DİSK, Türk-İş ve Hak-İş’e bağlı sendikalar hakları için ortak eylem yaptı. İşçi hareketinin, içinde yer alan işçilerin bireysel bilinçlerinden bağımsız, ortak bir ruh hâli ve dinamiği vardır. Ve işçi sınıfı, mücadeleye atıldığında, milliyetçilik gibi saflarını bölen egemen sınıf fikirlerinden hızla koparak toplumu değiştirme yeteneğine sahip olan tek güç. Devletin, egemen sınıfın ve hükümetin saldırıları karşısında, Cerattepe’deki doğa için direniş ile Kürt kentlerinde katliamlara karşı verilen mücadelenin birleşmesinin ve kazanmasının yolu, böylesi bir işçi hareketinin güçlü bir şekilde kendini var etmesi. Bunun için işçilerin birliğini sağlamalı ve tüm emek örgütlerinin ortak talepler etrafında bir araya gelmesi için mücadele etmeliyiz.

BİRLEŞİRSEK KAZANIRIZ

Antikapitalistler kampanyası, Türkiye’deki siyasi ve ekonomik istikrarsızlık koşullarının analizinden yola çıkılarak, sert bir mücadele dönemine ezilenler lehine yanıt üretmek için inşa edilmeye başlandı. Gezi’den beri, insanlar tek bir konu etrafında harekete geçmekten çok daha fazlasını istiyor. Üstelik, farklı mücadelelerin aktivistlerini birleştiren platformlar inşa etmek her zamankinden daha önemli. Çünkü bütün bu başlıklardaki siyasi sorunlar birbiriyle bağlantılı. Hükümetin sınırları mültecilere kapatması, doğrudan Suriye’ye yönelik savaş politikalarıyla ve bu doğrultuda Batı emperyalizmiyle yaptığı anlaşmayla ilgili. Suriye’ye yönelik savaş politikası, Kürtlerin kazanım elde etmesini engelleme amacı taşıyor. Sur, Cizre ve diğer Kürt kentlerindeki ölümler bu planın bir parçası. Kürt savaşına harcanan para emekçilerin cebinden çıkıyor. Ve savaş politikaları etrafında yaratılan milliyetçilik, patronlarla işçilerin çıkarlarının bir ve aynıymış gibi görünmesini sağlıyor. Savaşı derinleştirenler, bir yandan gezegeni mahvetmek için kirli enerji politikalarını devreye sokuyor. Her yeri HES’lerle, termik santrallerle donatıyor ve nükleere yönelmek istiyorlar. Kâr için üretim işçi ölümlerini artırırken, aynı mekanizma kadınların ezilmişliğinin sürmesini sağlıyor. Kapitalizmin hayatımızda yarattığı bütün bu tahribata karşı bir araya gelmeliyiz. Hem iklim için hem Kürt halkının hakları için mücadele etmeliyiz. Irkçılara karşı mültecileri savunurken iş cinayetlerine karşı çıkmalıyız. Antikapitalistler, bütün bu mücadeleler arasındaki bağları kuran ve hepsine karşı ortak bir direniş hattını örmemizi sağlayacak bir platform.

9 Nisan Cumartesi günü savaş karşıtı mücadeleyi ve mültecilerle dayanışmayı tartışacağımız uluslararası bir toplantı düzenleyeceğiz. 16 Nisan’da ise Ermeni Soykırımı etrafında bir forumda buluşacağız. Diğer yandan, Antikapitalistler’in İstanbul dışındaki yerellerde de inisiyatiflerini kurmak için adım atıyoruz. Siz de katılın, antikapitalist mücadeleyi hep birlikte inşa edelim!

ANTİKAPİTALİSTLER İLETİŞİM: İletişim: 05362196341 antikapitalistler2016@gmail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.