DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
513
11 Şubat 2015 2 TL. sosyalistisci.org
Gezi Parkı direnişi forumu
BASKAN DEĞİL , DEMOKRASİ İSTİYORUZ!
n Mevcut parlamenter rejim bile demokratik değil, bir de Tayyip Erdoğan’ın tek adam yönetimini istemiyoruz. n Eşitlik istiyoruz.
n Kürt sorununa çözüm istiyoruz. n Yolsuzlukların üstüne gidilmesini istiyoruz. n Irkçılığa karşı yaptırım istiyoruz. n Grev hakkı istiyoruz.
n Kadınlara özgürlük istiyoruz. n LGBTİ’lere yönelik ayrımcılığa son verilmesini istiyoruz. n Ermeni Soykırımı’nın tanınmasını istiyoruz.
ALEX CALLINICOS: SYRİZA VE DEVLETİ ELE GEÇİRMEK
sayfa 8
ŞENOL KARAKAŞ: KAFAMDA BİR TUHAFLIK, TÜRKİYENİN AŞAĞIDAN TARİHİ
sayfa 9
YILDIZ ÖNEN: ÇÖZÜM SÜRECİNE İKİ YAKLAŞIM
sayfa
3
2
GÜNDEM
SOKAKTA MÜCADELE SANDIKTA HDP!
HDP’nin parti olarak seçime gireceğini duyurması seçimler etrafında gergin bir tartışma başlattı. HDP barajı geçemezse ne olacak? Herkes bunu konuşuyor. Gerçekten herkes. AKP’liler dahil. Bir gün Arınç bir açıklama yapıyor, ertesi gün Yalçın Akdoğan. Ne CHP’yle uğraşıyorlar bu kadar yoğun bir biçimde ne de MHP’ye bu kadar ilgililer. Hatta CHP bile HDP’nin yükselişini frenlemek için taktikler geliştirmeye çalışıyor. Bu, HDP’nin yükselen bir siyasi parti olduğunun açık kanıtı. Bu yükselişi oya tahvil etmek ise demokratların, sosyalistlerin, eşitlik ve adalet için mücadele eden herkesin birincil görevi olmalı. Bu nedenle, aslolan HDP barajı geçer mi geçmez mi diye zar atmak değil, barajı geçmek için atılması gereken adımlara yoğunlaşmak. Bu adımların ilki, anlatmak olmalı. HDP’nin meclise parti olarak girdiğinde yaşanacak değişimin demokrasi yönünde ne kadar keskin bir virajı almak anlamına geldiğini anlatmalıyız. Parti olarak barajı aşan bir HDP tüm ezilenlerin özgüveninin yükselmesi demektir. HDP meclise girdiğinde milletvekili sayısından bağımsız olarak 1980 darbesinden beri rejimin dayattığı yüzde 10 cenderesi, siyasi partiler yasası, örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller, sendikasızlaştırma yönündeki basınç, iş cinayetleri, polis cinayetleri, ırkçılık, milliyetçilik, din, inanç ve düşünce özgürlükleri üzerindeki kısıtlamalar gerilemeye başlayacak. Çözüm sürecinde Abdullah Öcalan eli çok daha güçlenmiş bir şekilde hareket edebilecek. Hükümetin oyalama taktiklerini püskürtmek çok daha kolay olacak. Devletin soykırım geleneği üzerinde yükselen kirli tarihiyle yüzleşmek için muazzam fırsatlar çıkacak karşımıza. 8 Haziran günü, HDP meclise girdiğinde, başka bir Türkiye olacak karşımızdaki.
ERDOĞAN’IN BAŞKANLIK DAYATMASINA HAYIR Erdoğan bulduğu her fırsatta Başkanlık tartışmasını gün-
deme getiriyor. Anlaşılan o ki Haziran ayındaki seçim kampanyası onun açısından Başkanlık kampanyası olacak. Gittiği her açılış törenini seçim mitingi gibi değerlendirmeye başladı bile. Geçen hafta ‘sarayında’ esnaflara konuşan Erdoğan’ın derdi yine aynı tartışmaydı. ‘ABD en ileri demokrasi, en ileri ekonomi. Niye? Çünkü Başkanlık var’, ‘Bir daha milli şef olmasın diye Başkanlık öneriyorum’ gibi garip argümanlarla da olsa konuyu gündemden düşürmüyor. AKP yönetiminin bu tartışmaya yaklaşımı bir süredir su yüzüne çıkan çatlağın sürdüğünü gösteriyor. Yolsuzluk soruşturması neticesinde dört bakanın Yüce Divan’a gönderilmesine dair meclisteki oylamada yaşananlar AKP içindeki çatlağı gösteriyordu. Oylamada onlarca AKP’li vekil bakanların aleyhine tutum almıştı. Çatlağın ciddice baş gösterdiği tartışmalardan biri de Bakanlar Kurulu’na Erdoğan’ın başkanlık edip etmeyeceğiydi. Bülent Arınç, Ahmet Davutoğlu, Binali Yıldırım’dan gelen ve birbirini ya-
Erdoğan kendisi başkan olursa Türkiye’de ‘en ileri demokrasi’ olacağını söylüyor. Fena halde yanılıyor. Demokrasi için başkanlık sistemine ihtiyacımız yok. Önemli olan siyasal demokrasinin sınırlarının genişletilmesidir. Devletin başında kimin, ne şekilde oturacağına dair idari bir düzenleme bugün toplumdaki adalet, demokrasi, özgürlük ve barış talebini karşılayabilecek bir adım olmaktan çok uzak. Demokrasinin yolu her türlü eylem, örgütlenme özgürlüğünü tanımaktan, grev yasaklarını sonlandırmaktan, barış sürecinde somut adım atmaktan, makul şüphe yasasından vazgeçmekten, seçim barajını kaldırmaktan, soykırımı tanımaktan geçiyor.
Erdoğan’ın dizginlenemez hırsı, aşırı gücü elinde biriktirmekten kaynaklanan sarhoşluğu, AKP’nin kurucu kadroları arasında hoşnutsuzluk yaratıyor. Daha önce seçimlerin ana konusu başkanlık tartışması değil yeni anayasa olmalıdır diyen Bülent Arınç, bu kez açık açık Erdoğan’la polemik yaptı. Arınç, 2014 yılının Kasım ayında, “Eleştirisine kulak asmazsan, sözünü dinlemezsen, sözünü kesmeye çalışırsan, birikir birikir, Türkiye yönetilemez hale gelir.” demişti. Bülent Arınç son olarak, eskiden muhaliflerinin bile kendilerini sevdiğini söyledikten sonra şunları vurguladı: “Şimdi bir nefretle bakış seziyorum. Kemikleşme, kamplaşma var. Bu bizim yüzde 50 oy almamıza engel olamaz ama Türkiye yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkabilir. Biz yumuşatmalıyız” dedi. Bu sözlerin muhatabının Erdoğan, Erdoğan’ın üslubu olduğu çok açık. AKP’deki bu çatlağın önümüzdeki günlerde daha da derinleşeceğini tahmin etmek kehanet sayılmaz. Bizlere düşen çatlağı derinleştirmek ve özgürlükçü bir alternatifi inşa etmek.
AÇIKÇA SUÇ İŞLEYEN CUMHURBAŞKANI Tarafsızlık yemini ederek cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Recep Tayyip Erdoğan, hem ettiği yemini çiğnedi hem de yasaların kendisine çizdiği sınırları darmadağın etti. Uyacağına yemin ettiği sınırları aşarak, toplu açılışlarda mikrofonu ele geçirdiğinde, AKP’ye oy çağrısı yapmaya başladı. Bursa’da geçtiğimiz hafta toplu açılış töreninde konuşan Erdoğan, “7 Haziran seçimlerinde biz Yeni Türkiye istiyorsak, 400 milletvekilini vereceğiz” diyerek suç işledi. Erdoğan’ın AKP’li olduğunu bilmeyen yok. AKP’li olmasında bir sorun da yok. Sorun cumburbaşkanlığıyla AKP’nin borazanlığı makamlarını karıştırmış olması ve ettiği yemine uymaması, suç işlemesidir.
yeni türkiye nası bişey
Fakat bizim bir görevimiz daha var. Sokakta mücadele!
Bizleri 7 Haziran sonrasına hazırlayacak olan bu mücadeledir, parlamento aritmetiğinin cazip oranları değil.
Başkanlık tartışmasında da benzer bir farklılaşma gözleniyor. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ‘böyle bir gündemimiz yok’ diyor. En son Başbakan Davutoğlu ‘seçim kampanyası yeni anayasa odaklı olmalı başkanlık değil’ dedi.
AKP’DEKİ ÇATLAK DERİNLEŞİYOR
Erdoğan’ın istediği gibi at koşturduğu değil, Ak Saray’da sayısız odanın arasında köşeye sıkışmış histettiği koşulları yakalamak, AKP’yi grçekten geriletmek ama bir yandan da ulusalcılığın tüm muhafızlarına kök söktürmek için, 7 Haziran’da HDP’nin seçim barajını aşmak çok önemli. Soykırımın tanınması için de 8 Haziran’a hazırlanmalıyız, ırkçılığın ve milliyetçiliğin geriletilmesi için de, iş cinayetlerine karşı da şimdiden mücadele etmeliyiz, gençlerin, kadınların, Kürtlerin özgürlüğü için de, grev yasaklarını da bugünden püskürtmeliyiz, ekosistemi tahrip eden kapitalist deliliği de.
lanlayan farklı açıklamaların sonucunda Erdoğan dediğini yapmış oldu.
“Sırf AKP tek başına anayasa yapamasın diye en aza razı olmak zorundayız basıncını, baskısını da kimse bize yapmasın. Onun yerine barajı kaldırmak için AKP’ye baskı yapsınlar.” (Selahattin Demirtaş, HDP Eş Başkanı)
KARGA KAFASI
KEMAL GÖKHAN GÜRSES
GÜNDEM
GÜVENLİK PAKETİ ÇÖPE! Hükümet, polise olağanüstü yetkiler veren ve demokratik gösterileri neredeyse tamamen yasaklayan İç Güvenlik Paketi’nin TBMM’de görüşülmesini geçen hafta geri çekti. Paketin bu hafta görüşüleceği öne sürülüyor. Paket, polise istediği gibi arama yapma, kitle gösterilerinde “molotof” gerekçesiyle silah kullanma veriyor. Atkı veya poşu ile yüzünü kapatan göstericilere hapis cezası geliyor. Aynı zamanda mevcut durumda cumhuriyet savcısında olan gözaltı yetkisi belli durumlarda polislere de verilecek. Paket muhalefetin büyük tepkisini çekti. HDP Eş Başkanı
Selahattin Demirtaş, pakete karşı iç tüzükten gelen tüm yetkilerini kullanacaklarını söyledi ve parlamentoyu kitleme çağrısı yaptı. Paketin görüşülmesi gereği çekildikten sonra ise hükümete yasayı sonsuza kadar ertelemeyi önerdi. AKP Diyarbakır milletvekili Cuma İçten ise paketin “demokratik” olduğunu öne sürdü. İçten’in partisi Taksim başta olmak üzere birçok yerde demokratik gösteri hakkını yasaklaması ve yürüyüşlere polis terörüyle saldırmasıyla biliniyor.
KÜRTLERE ÖZGÜRLÜK İÇİN OYLARIMIZ HDP’YE 7 Haziran seçimleri için partiler harekete geçti. Artık yapılan tüm mitingler, konuşmalar, parti beyanları seçimlerle de ilgili.
3
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
ÇÖZÜM SÜRECİNE İKİ YAKLAŞIM Çözüm süreci başladığı günden beri iki yaklaşım var: Birisi sürece karşı olan, şu ya da bu cenahtan gelse de süreç hakkında şüphe yaratıp, çözüm sürecinin AKP’nin oyalamacası olduğunu anlatan, özetle, “AKP’yle barış mı olur?” sorusunu soran bir yaklaşım. Bu yaklaşım sahipleri, bir tek kendilerinin AKP’yi analiz edebildiğini ve kendileri dışındaki tüm siyasi aktörlerin akıldan yoksun olduğunu düşünüyor olsalar gerek. Görüşlerini biçimlendiren kibirli vurgularının yanı sıra, sinsi bir ulusalcılık. Bu görüşün en inceltilmiş biçimini savunanlar, “Demokrasi olmadan barış mı olur?” diye soruyor. Müzakere masasında oturan Kürtlere ve Abdullah Öcalan’a, ilk bakışta çok cazip gelecek bir öneri yapıyor. Zalimlerle barış görüşü yapanların kulağını çekiyor bir başöğretmen edasıyla. Sanırım, Kürt Özgürlük Hareketi kadar, kendilerini ezen devletin solcularından, demokratlarından, gazetecilerinden akıl üstüne aklı alan bir başka ezilen ulus hareketi daha yoktur. Bu öneriyi yapanlar, aynı anda iki hata birden yapıyor: Birisi, evet, barış görüşmeleri savaşan taraflar arasında yapılır ve ezilen halk görüştüğünün zalimlik derecesine göre değil, müzakere sürecini bu zalimlerden haklarını ne ölçüde çekip alacağıyla ilgili bir mücadele verir. İkincisi, görmüyorlar ama çözüm süreci, bu memlekette son dönemde ezilenlerin nefes almasını sağlayan biricik platform! Mevcut demokrasi tahterevallisinin üzerinde durduğu denge mekanizması. Kürt halkına süreci bozmayı tavsiye edenler, açık açık değil ama örtülü bir şekilde ne kadarsa o kadar olan demokrasinin gelişmesini değil, dağılmasını arzu ediyor.
Seçimlerde bütün partiler arasında HDP’nin farklı bir yanı var. HDP tamamne eşitsiz koşullarda zeçime katılıyor. AKP, CHP ve MHP’nin devletten aldığı mali yardımşa kıyaslanamayacak kadar düşük yardım alıyor HDP. Ama HDP’nin bu dezavantajı bertaraf eden çok avantajlı bir yanı var. HDP yükselen parti. Değişim ve umudu temsil eden parti. Irkçılığa ve milliyetçiliğe karşı çıkan parti. Halkların kardeşliği köprüsünü inşa etmeye çalışan parti. Mecliste kirli olmayan tek parti HDP. Bu HDP’nin en önemli avantajı.
Ama çözüm sürecine bambaşka açıdan ve en az birincisi bakış açısı kadar zararlı olan bir yaklaşım daha var. Bu, süreci hükümet lehine evriltmeyi amaçlayanların eğilimi. “Her şeyi bırak, barışa bak!” diyenler, bu bakış açısının kampanyasını da yapıyor. Demokrasi olmadan barış olmaz diyerek, süreci baltalamaya çalışanlar bir yanda, demokrasinin sorunlarını, her şeyi bir kenara bırakın, barışa bakın diyenler öte tarafta. İkinciler, çözüm sürecinin AKP’nin defolarını gizleyen bir perde işlevi görmesi için canla başla çabalıyorlar.
HDP her şeyden önce yıllardır mücadele eden, direnen, haklarının peşinden koşan, bu mücadele sırasında defalarca partisi kapatılan Kürtlerin partisi. Kürt sorunu etrafında özgürlükmücadelesi veren Kürtlerin, yoksul ve emekçi Kürtlerin partisi. Esas enerjisini Kürt halkının aktivizminden alan bir parti. Bu nedenle HDP’ye verilen her oy, öncelikle barışa, Kürt halkını özgürlüğünü kazanmasına verilen oy anlamına gelecek.
Soma! Bırak, bakma!
HDP’nin aldığı her oy ırkçılığa karşı, milliyetçiliğe karşı bir oy daha demek olacak.
Ermenek! Bırak, bakma! Ertelenen grevler! Bırak, bakma! Saçma sapan başkanlık hevesleri! Bırak, bakma!
HAFTANIN IRKÇISI HOCALI KATLİAMINI BAHANE EDENLER Hocalı katliamının yıldönümünü bahane eden bir grup faşist, 22 Şubat’ta “Ermeni terörüne lanet mitingi” adı altında ırkçı bir miting düzenlemeye hazırlanıyor. Bu faşistler Kadıköy’de geçtiğimiz hafta içinde stantlat
açarak, duvar yazılamaları yaparak, afişler asarak ırkçı faaliyetlerini sürdürdüler. Duvarlara “Ya Türksünüz ya piç” yazan faşistler, daha önce de çarşı içindeki Ermeni ve Rum kiliselerinin önünde stant kurarak bildirilerini dağıtıyordu. Hocalı katliamını bahane eden faşistlerin asıl derdi, düzenleyecekleri ırkçı mitingle başta İstanbul olmak üzere çeşitli illerde yaşlayan başta Ermeniler ve Rumlar olmak üzere, Hıristiyanlar üzerinde terör estirmek. Ermeni soykırımının 100. yıldönümünün yaklaştığı bu günlerde, TC devleti faşistlerin faaliyetleri de dahil olmak üzere, çeşitli yöntemleri kullanarak soykırım ithamlarından en az zararla kurtulmaya çalışıyor. Soykırımın üzerinden 100 yıl geçmeiş olmasına rağmen hâlâ Anadolu’nun kadim Hıristiyan halklarına kin ve nefret kusmaya devam eden faşistler, haftanın ırkçısı olmaya hak kazandılar.
Kısıtlanan kürtaj hakkı! Bırak, bakma! darbecilerin salıverilmesi, yolsuzluklar. Bırak, bakma! Barışa bak! Verilen vaaz bu. Hükümet canının çektiğini yapsın, nasılsa barış süreci var. Çözüm süreci demokratikleşmeyi de geliştirerek gelişecek, demokrasi alanında elde edilen her kazanım da hükümeti zayıflatıp Kürt halkının elini güçlendirecek. Doğru tutum budur!
arşivimize buradan ulaşabilirsiniz:
www.sosyalistisci.org
4
DÜNYA
DOĞU AVRUPA: NATO’DAN ZENGİNLER VERGİ RUSYA’YA KARŞI ASKERİ HAMLELER KAÇIRIR!
Brüksel’de yapılan NATO savunma bakanları toplantısından Rusya’ya karşı Doğu Avrupa’daki NATO varlığını güçlendirme kararı çıktı. Rusya’nın Kırım’ı ilhak edip, Donetsk ve Lugansk’ta merkezi hükümete isyan eden ayrılıkçı güçleri desteklemesine cevap olarak NATO’nun Doğu Avrupa’da altı yeni komuta merkezi kurması ve bu ülkelerdeki asker sayısını arttırılması planlanıyor.
Savunma Bakanları toplantısından hâlihazırda 13.000 kişilik olan Acil Müdahale Gücü’nün 30.000 kişiye çıkarılması kararı alındı. Bu askerlerin içinde bulunan 5.000 kişilik bir birlik ise bir çatışmaya 48 saat içinde müdahale edebilecek özel bir güç olarak örgütlenecek. İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Polonya ve İspanya sırayla bu gücün komutasını üstelenecek. Toplantıda aynı zamanda Rusya sınırına daha yakın yeni KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse
İŞÇİ SINIFININ KÜRESEL GÜCÜ İçinde bulunulan ekonomik kriz ve ona karşı dünya çapında verilen mücadele, Türkiye’de son bir yıldır grev ve eylem sayısındaki artış işçi sınıfının gücü ve kapasitesini bir kez daha tartışma konusu haline getirdi. Dünyada bugün 270 milyondan fazla sanayi işçisi var. Bunların yüzde 40’ı gelişmiş OECD ülkelerinde, yüzde 15’i Çin’de, yüzde 15’i Latin Amerika’da, yüzde 15’i eskiden SSCB’yi oluşturan ülkelerde, yüzde 10’u Asya’da ve yüzde 5’i Afrika’da bulunuyor. ABD’de 1900 yıllarında 10.920.000 sanayi işçisi vardı. Bu sayı 1950’de 20.698.000’e, 1971’de 26.092.000’e, 1998’de ise 31.071.000’e çıktı. Görüldüğü gibi, dünyanın en büyük ekonomisinde sanayi işçilerinin sayısı azalmıyor, artıyor. Dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Japonya’da ise 1950-71 arasında sanayi işçilerinin sayısı iki katına çıktı, 1998’de ise yüzde 13 daha arttı. İngiltere’de 1978’de 6,9 milyon olan sanayi işçisi sayısı
NATO karargâhları kurulmasına da karar verildi. Polonya’da Kuzeydoğu bölge, Romanya’da ise güneydoğu bölge karargâhları kurulacak. Polonya, Romanya, Bulgaristan ve üç Baltık devletinde de NATO subaylarının görev yapacağı altı komuta merkezi oluşturulacak. Toplantı kapsamında yapılan NATO-Gürcistan Komisyonu toplantısında da NATO’nun bu ülkenin ordusunun modernizasyonuna yardım etmesi ve Tiflis’te ortak NATO-Gürcistan Eğitim Merkezi kurulması kararı alındı. ABD’nin ekonomik gerileyişinin, Irak ve Afganistan’dan çekilmesinin ardından giderek daha saldırgan hamleler yapan Rusya, 2008’de ABD’nin desteklediği Gürcistan ile savaşmış, geçtiğimiz yıl ise Ukrayna’daki ayrılıkçıları desteklemişti. Rusya’nın desteklediği milisler halen Donetsk ve Lugansk’ın önemli bir bölümü ellerinde tutuyorlar. 2005’de 3,2 milyon oldu. Ama aynı dönemde hizmet sektöründeki işçilerin sayısı 14,8 milyondan 21,5 milyona çıktı. Yani toplam işçi sayısı 21,7 milyondan 24,7 milyona çıktı. Dünya Bankası verilerine göre 1990’ların ortasında dünyada 379 milyon insan sanayide, 800 milyon insan hizmet sektöründe, 1.074 milyar insan ise tarımda çalışıyordu. Bunların sanayide yüzde 58’i, hizmet sektöründe ise yüzde 65’i ücretli, yani gerisi kendi işinde çalışıyordu. Bu, dünyada üçte biri sanayi sektöründe çalışan 700 milyon ücretli işçi var demektir. Bu rakam aileleri ile birlikte 1,5, iki milyar insan yapar. Yani dünya nüfusunun üçte biri. Buna tarım işçilerini, topraksız köylüleri de eklersek, işçi sınıfının sayısı daha da artar ve dünya nüfusunun yarısı haline gelir. Kapitalizm var oldukça işçi sınıfı da var olacaktır. Çünkü kapitalizm artı değersiz yaşayamaz. Bugün kapitalizmin hayatta kalmasını sağlayan bu işçi sınıfı aynı zamanda onun mezar kazıcısı olacaktır. Hem sayısal hem de üretimden gelen sınıfsal gücü onu mücadele eden bütün diğer kesimler arasında ayrıcalıklı kapitalizmi devirme gücü açısından ayrıcalıklı kılmaktadır. Bu hayalet bir süreden beri yeniden her yerde kendisini hissettirmeye başladı.
Dünyanın en büyük ikinci bankası olan HSBC’nin 203 ülkeden yüzbinden fazla müşteriye ait kayıtların basına sızmasıyla, müşterilerinin vergi kaçırmasına yardımcı olduğu ve milyonlarca doları örtbas ettiği ortaya çıktı. 2005-2007 dönemini kapsayan hesaplara göre Türkiye’den 3.105 müşterinin 4,584 banka hesabında toplam yaklaşık 3,5 milyar dolar bulunuyor. HSBC’nin o dönemde başında bulunan Stephen Green aynı zamanda David Cameron başkanlığındaki İngiliz hükümetinde de ticaret bakanlığı yapmıştı. Banka kayıtları milyonerlerin vergi ödemekten kaçınmak için paralarını HSBC’nin yardımıyla nasıl gizlediklerini ortaya serdi. Bankanın müşterileri arasında Beşar Esad’ın kuzeni Rami Makhlouf, silah tüccarlarından rüşvet almakla suçlanan Turki bin Nasır, Formula 1 yarışçısı Fernando Alonso, hesabında 41 milyon dolar bulunan Ürdün Kralı Abdullah da bulunuyor. Para nasıl kaçırılıyor? Milyonerlerin vergi kaçırmak için kullandığı yöntemler arasında en çok kullanılanlar vergilerin görece düşük olduğu İsviçre’den emlak almak, offshore hesaplara para aktarmak, İsviçre ve AB’nin 2005’te imzaladığı bir anlaşmadan faydalanmak için kişisel hesapları şirket hesabına dönüştürmek, İsviçre’de bir hesap açtırıp bunu gizlemek, İsviçre bankalarından nakit çekerek bunu fiziksel olarak taşımak. Fransa, Belçika, ABD ve Arjantin’de konuyla ilgili soruşturma başlatıldı.
KÜRESEL MÜCADELELER n ABD’de petrol işçilerinin grevi büyüyerek devam ediyor. En son 1980’de büyük grev yapan petrol işçileri 30 yıl sonra Shell, Exxon Mobil ve Chevron gibi petrol devlerinin rafinlerinde üretimi durdurdu. Rafinerilerde çalışanlar can güvenliğinden yoksun ve tehlikeli çalışma ortamlarında fazla mesaiden şikayet ederken; sendika günlük meydana gelen yangın, emisyon, sızdırma ve patlamaların bölge halkının hayatını da tehlikeye sokucu düzeyde olduğunu ifade etti. n Almanya’da metal ve elektronik sektöründe süren toplu sözleşme görüşmelerinin üçüncüsü başlarken IG Metall Sendikası üyesi işçiler uyarı grevi yaptı, protesto gösterileri düzenledi. Mülheim kentinde 10 bin işçi yürüken 10’dan fazla merkezde protestolar gerçekleşti. IG Metall Sendikası toplu sözleşmelerde yüzde 5,5 ücret artışı talep ediyor. n İngiltere’nin başkenti Londra, binlerce şoförün mücadelesine sahne oldu. 5 Şubat’ta 18 farklı şirketten 27 bin otobüs sürücüsü 24 saat kontak kapattı. Grevci şoförler, tüm şirketler için ücret ve çalışma koşullarında ortak bir toplu sözleşme talep ediyor. Ocak ayında da kontak kapatan sürücüler, 13 ve 16 Şubat’ta da greve gidecek.
RÖPORTAJ
5
“Özgürlüklerimizin kısıtlanmasına karşı direnmekten başka yol yok”
Antikapitalist Öğrenciler 18 Nisan’da ‘Özgürlük İstiyoruz’ sloganıyla sokağa çağrı yapıyor. Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi İdil Ügüt’le kampanyanın içeriğini, öğrencilerin taleplerini ve seçimleri konuştuk. Antikapitalist öğrencilerin başlattığı kampanyası kısaca anlatır mısın? Hareketli günlerden geçiyoruz. New York’ta yüz binler iklim mücadelesi için sokağa çıkıyor. Yunanistan’da Syrizia iktidara geliyor. İspanya’da Podemos yükseliyor, Türkiye’de grev rüzgarları esiyor. Bir tarafta AKP’nin neoliberal politikaları, Erdoğan’ın nobranlığı diğer tarafta CHP’nin ulusalcılığı karşısında birçok insanda karamsarlık var. Oysa önümüzde kutuplaşmayı kırmak ve siyasette yeni bir alternatif yaratmak için çok önemli fırsatlar var. Biz kıpırdanmaya başlayan işçi sınıfının da gazıyla önce bu karamsarlığı dağıtmak istiyoruz. ‘Özgürlük İstiyoruz’ başlığı altında birçok talebimiz var. Katlamalı harçların da ortaya çıkışıyla devlete beş kuruş borcumuzun olmadığını, eğitimin öğrenciler için bir bedelinin olmaması gerektiğini savunuyoruz. Yani katlamalı harçların derhal iptal edilmesini ve öğrencilere karşılıksız burs verilmesini talep ediyoruz. Anadilde eğitim, yemekhanelerin ücretsiz ve kaliteli yemek yapması, Ermeni soykırımının tanınması, Suriyeli kardeşlerimizin barınma, iş, sağlık gibi temel haklarının güvence altına alınması, Roboski’nin sorumlularının, Hrant’ın gerçek katillerinin yargılanması, nükleer/ termik santralsiz bir dünya ve daha nice talebimiz var. Kısaca özgürlük istiyoruz. Bunu da ancak mücadeleyle kazanabileceğimizi düşünüyoruz. Taleplerimizi, öfkemizi sadece sosyal medyada paylaşmakla yetinmek istemiyoruz. Bu yüzden 18 Nisan Cumartesi günü İstiklal’de yapılacak bir yürüyüşle bu talepleri sokakta haykıracağız. Kazanacağımıza inanıyorum!
Harçlar mücadelesiyle Soykırımın tanıması mücadelesini birleştiriyorsunuz . Nasıl bir bağlantı kuruyorsunuz? Ortaokullardaki, liselerdeki ders kitaplarında hâlâ Ermeniler’in ‘nankörlüğünden’ bahsedilen bir ülkede yaşıyoruz. İnsanların yaşadıkları yerlerden sürülmesinin haklı bir nedeni olabilirmiş gibi yapan, bir milyona yakın insanın ölümünden devletin sorumluluğunu inkâr eden kitaplar. Sistemin içine işlemiş inkâr. Bu inkâr politikaları, Ermenilerin mallarının üstüne konan Türkiye burjuvazisinin işine geliyor. Irkçı ve milliyetçi fikirlerle aslında halkların birbirine düşman olmadığının esas düşmanın sermayenin kendisi olduğu gerçeğinin üzerini örtüyorlar. Biz her türlü ırkçılığa, ayrımcılığa karşıyız. Ermeni soykırımı sadece geçmişe ait bir konu değil. Aynı zamanda bugüne ait bir konu. Hrant Dink çok yakın bir tarihte öldürüldü. Bir daha böyle bir şeyin yaşanmasına izin vermemenin yolu soykırımın tanınması için güçlü bir hareket örmekten geçiyor. Milliyetçilik ve Ermeni düşmanlığı söz konusu olunca gözünü cebimize diken AKP’nin Doğu Perinçek ve Deniz Baykal gibi darbeci, ulusalcılarla kolayca anlaşabildiğini görüyoruz. Soykırımın tanınması farklı başlıktaki birçok mücadeleye de ivme katacaktır. Özgürlük taleplerini birbirinden ayıramayız. Kampanyanız seçim kampanyasına da tekabül ediyor. Sizin seçim tutumunuz belli mi? Tabi ki oyumuz HDP’ye. Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı çok önemli bir deneyimdi. Okullar o dönem kapalı olsa da öğrenciler olarak aktif bir şekilde so-
kaktaydık. Bahar döneminde seçim tartışmaları üniversitelerde de etkisini gösterecektir. HDP’nin parti olarak parlamentoya girebilmesi için biz de elimizden geleni yapacağız ve kampüslerde çalışacağız. Batıda ne AKP neoliberalizmi ne CHP Kemalizmi diyen öğrencilerin bu seçimlerdeki tercihi HDP olacak. Kürt sorununda çözüm sürecinin genel özgürlük mücadelesine etkileri ne yönde oluyor? Kürt özgürlük hareketinin, resmi tarihi sorgulamaya kattığı destek göz ardı edilemeyecek boyutta. Ama en önemlisi haklarımız için mücadele edersek kazanabileceğimizi gösterdi. Devletin Kürt kimliğini ezen politikalarına karşı otuz yıldır direnen bir hareket var. Bu sayede bundan 5 sene önce imkansız görünen birçok şey bugün sıradanlaştı. Öcalan’la görüşmeler yapılıyor ve dünya yıkılmadı. Demek ki ısrarla ve sabırla mücadeleye devam etmeliyiz. Gezi direnişinde bile çözüm sürecinin etkisinin ipuçlarını görebiliriz. Kürt hareketinin başarısı başka mücadelelere güven veriyor. Özgürlüklerimizin kısıtlanmasına karşı sokağa çıkıp direnmekten başka bir yol olmadığını Türkiye’nin batısı da gördü. Çözüm sürecinin bizim de talebimiz olabilecek pek çok şeyin kazanımını hızlandırabileceğini düşünüyorum. Kürt sorununda Kürtler ile birlikte devlete ve onun bütün nefretine karşı konumlanıyoruz. Kürtleri ve çoğu zaman toplumun büyük bir kesimini siyasi özne kabul etmeyen anlayışın da karşısında yer alıyor ve çözümü talep ediyoruz.
6
İŞÇİ HAREKETİ
DÜŞÜK ÜCRETLERE, GÜVENCESİZ ÇALIŞMAYA,
NE İSTİYORLAR? Kayseri’de iş bırakan Boytaş işçisi: “Patronun çocukları 500 bin liralık arabayla dolaşıyor, ben çocuğuma karne hediyesi alamıyorum, sonra da kalkıp bize ‘idare et’ diyor. Etmiyoruz kardeşim, artık edemiyoruz. Aç yaşamaktan bıktık.” Söğüt’te iş bırakan seramik işçisi “3 aydır zaten maaşımızı alamıyoruz. Bu ay da doğalgaz ve elektrik faturası ödenecek dediler ve maaşları bu ay da vermeyeceklerini söylediler. Artık sabrımız kalmadı. Biz bunlara artık inanmıyoruz. Artık biz bu boş vaatlere kanmıyoruz. 2 aylık maaşlarımızı banka hesaplarımızda görmediğimiz sürece fabrikaya girip çalışmayacağız.” AKP seçmeni grevci metal işçisi: “İşçiler aldıkları ücretin pazarlığını yapamayacaksa, greve çıkamayacaksa, sendika ne işe yarar? Hükümet grevleri yasaklarsa işverenlerin istediği olur. İşçiye istedikleri ücreti dayatırlar. Herkes kölece çalıştırılır.”
İŞÇİ SINIFI AY SENDİKASIZ VE TAŞERON İŞÇİLER DİRENİYOR DİSK-AR tarafından yapılan araştırmaya göre, 2014’ün ilk altı aylık döneminde yapılan işçi eylemleri, 2013 yılının ilk 6 aylık dönemine göre yüzde 51 arttı. Her gün iki işyerinde eyleme çıkılırken, tüm eylemlerin yarısını taşeron işçiler gerçekleştirdi. İşçi direnişlerinin yüzde 42’si sendikanın olmadığı işyerlerinde gerçekleşti. Çalışırken ücret alamama nedeniyle eylem yapanların yüzde 83’ünü taşeron işçiler oluşturuyor. Sendikasız işyerleri arasında eylemlerin yüzde 22’si iş cinayetlerinin en çok gerçekleştiği ve işten atmaların yaygın görüldüğü inşaat sektöründe gerçekleşti. Sendikalaşma işten atmaların zorlaşmasını sağlıyor. Sendikasız işyerlerinde yapılan eylemlerin yüzde 34’ü ise işten atmalar sebebiyle oldu. İstatistiği tutulan tüm eylemler arasında grevlerin oranı ise yüzde 1.
Sosyalist İşçi’nin sayfalarında, özellikle mayıs ayında Soma’da gerçekleşen madenci katliamından sonraki dönemde sıklıkla bir şeye dikkat çekiliyordu. 2008 yılında ekonomik krizin patlak vermesi ve Türkiye’de de 800 binden fazla işçinin işsiz kalmasıyla birlikte başlayan ve birkaç ay süren işçi eylemliliğinden beri ilk kez, işçi hareketinde tekrar bir kıpırdanma görülüyor. Türkiye’nin farklı yerlerinde, kendiliğinden iş bırakma ve direnişe geçme eylemlerinin sayısında hızlı bir artış söz konusu. 2014’ün ilk yarısında, 2013’ün ilk yarısına göre %50 daha fazla direniş olmuş. Üstelik bu, asıl tırmanışa geçilen dönem olan 2014’ün ikinci yarısı da değil. Binlerce yeni işçi mücadeleye atılıyor 15 bin işçinin 38 ayrı fabrikada gerçekleştireceği metal grevi yasaklandı. Bazı fabrikalarda direniş sürüyor. Metal işçileri, son 30 yılın en büyük grevine çıkmışlardı. Bilecik’te hakları gasbedilen yüzlerce seramik işçisi bir anda iş bıraktı ve günlerdir mücadele ediyor. Kastamonu’da kurulu SFC Entegre Orman Ürünleri Fabrikası’nda 27 Ocak’tan beri 380 işçi sendika hakkı için grevde. Kayseri’de geçtiğimiz hafta 2 binden fazla Boytaş işçisi, sefalet zammına isyan ederek iş bıraktı ve öfkeli eylemlerle patronları ve sendika bürokratlarını sarstı. Olmuksan’ın 7 ayrı kentteki fabrikalarında yüzlerce işçi düşük ücretlere karşı greve çıkıyor. Yol işçileri
taşerona karşı mücadele için Ankara’da. Maltepe Üniversitesi Hastanesi’nde işçi direnişi sürüyor. Gebze’de sendikalı oldukları için işten atılan plastik işçileriyle dayanışma eylemleri sürüyor. İşçi düşmanı AKP baş sorumlu AKP’nin neoliberal politikaları düşük ücretler, güvencesiz ve esnek çalışma, taşeron ve sendikasızlaştırma ile işçilerin hoşnutsuzluğunun birinci kaynağı. Hükümet, kendi tabanındaki milyonlarca yoksul işçiyi sömüren ve ezen patronlardan yana. Metal işçilerinin grevini yasaklamak için hemen MESS’in yardımına koştu. Daha önce defalarca aynısını yapmıştı. Daha geçen sene 10 fabrikada 6 bin cam işçisinin katıldığı grev yasaklandı. AKP grev hakkını tanımadıkça işçilerin öfkesi birikiyor, büyüyor. Bu öfke, Türkiye işçi sınıfının “koyun” olduğunu ve haklarına saldırılsa da tepki vermediğini anlatan elitistlerin argümanlarını çöpe gönderiyor. Hükümetin krizi AKP Gezi’den beri krizlerle boğuşuyor. Yolsuzluk ve rüşvetin açığa çıkartılmasıyla en büyük ortağıyla ittifakını bozdu ve onu baş düşman ilan etti. Soma’dan Ermenek’e işçi ölümleriyle neoliberal yüzü teşhir oldu. Kürt sorununda çözüm süreci oldukça kırılgan bir zemin üzerinde devam ediyor ve Kobanê eylemleri gibi çatlaklara gebe. Partinin
İŞÇİ HAREKETİ
SENDİKASIZLIĞA KARŞI
SOMA’NIN ARDINDAN SENDİKALAŞMA ARTIYOR Son istatistiklere göre Türkiye’de -kamu emekçileri hariçsendikalı işçi sayısı 1 milyon 300 bin. Bu, tüm kayıtlı işçiler arasında yüzde 10’luk bir orana tekabül ediyor ve çok düşük. Birçok yerde mücadele olmasına rağmen Türkiye işçi sınıfı için temel sorun örgütsüzlük. İşçilerin en basit mücadele aracı olan sendikalar çok güçsüz. Var olan örgütlü işçiler ise birçok konfederasyon arasında bölünmüş durumda. Bu, ortak bir eylemliliğe geçilmesinin ve birlik olunmasının önünü kesiyor. Ancak umut veren bir gelişme de var. Soma katliamı sonrası sendikalaşma oranı çok hızla olmasa da artıyor. 1 milyon 300 bin sendikalı işçinin 108 bini Temmuz 2014 ile Ocak 2015 arasındaki 6 aylık süreçte bir sendikaya üye oldu. Yani bu birkaç ay içinde sendikalaşma oranı yüzde 8 arttı.
7
GÖRÜŞ Roni Margulies
KAOS TACİRİ LOBİLER KONFEDERASYONU (KATLOKO) Türkiye için, dünya çok tehlikeli bir yer. Her tarafta birileri sürekli Türkiye’ye karşı bir şeyler yapıyor, örgütleniyor, kumpaslar kuruyor, memleketi batırmak için elinden geleni ardına koymuyor. Bütün dünya bir “lobi”, Türkiye’yle uğraşıyor. Daha doğrusu, bir “lobiler konfederasyonu” olarak düşünmek gerek dünyayı. Çeşit çeşit çünkü bu lobiller. Ama birlikte davranıyorlar. Biz Türk milleti bu korkunç durumun farkında değildik, Allah’a şükürler olsun, AK Parti sayesinde öğrendik. Millî duyguları hepimizden daha güçlü olan Sayın Cumhurbaşkanı tehlikenin farkına vardı da, önlem alabildik. Daha geçen gün, Sayın Başbakan Sayın Cumhurbaşkanı’ndan aldığı ilhamla tekrar ikaz etti hepimizi: “Kaos tacirlerine boyun eğmeyeceğiz. Buradan ilan ediyorum, biz ne Yahudi lobisine ne Ermeni lobisine ne Rum lobisine boyun eğdik, bundan sonra da eğmeyeceğiz. Şimdi bir de paralel lobisi çıktı. Onlara mesaj yollayan paralel lobiye de sesleniyorum: Nerede olursanız olun izzetle karşınızda duracağız, bu millete, bu vatana yaptığınız bu ihanet dolayısıyla zelil olacaksınız.”
TÜRK-İŞ’İ HAREKETE GEÇİRMEK MÜMKÜN MÜ?
AYAKTA liderleri devamlı birbirini eleştiriyor. Son olarak Arınç, AKP’nin malzemesinin de insan olduğunu hatırlattı ve sonunun ANAP veya DYP gibi olabileceğine dikkat çekti. Erdoğan kendisinden başka herkesi tasfiye ediyor. Milyonlarca doları kutulara istifledikleri hırsızlık çarkının bir yerden açığa çıkmasıyla sıranın kendisine geleceğini biliyor. İpini işçi sınıfı çekebilir Tüm bunların içinde, bir de güçlü bir işçi hareketinin siyaset sahnesine çıkması, AKP’nin işini bitirebilir. Çünkü madenlerde, inşaat şantiyelerinde ve fabrikalarda öfkeyle iş bırakan ve eylem yapan işçiler, çoğunlukla AKP’nin tabanını oluşturanlar, istikrar için ona oy verenler. Şimdi ise kendilerinin devamlı “fedakarlık” yapmak zorunda kaldıklarını, patronların ise zenginleştiğini, ekonomik büyümeden pay istediklerini söylüyorlar. Bundan daha önce benzer şekilde, AKP’nin tabanındaki işçilerin öfkesiyle başlayan tüm hareketler, cuntacıların hamleleri ve dindar-laik bölünmesinin egemen olmasıyla geri çekilmiş ve sönmüştü. Bu kez kazanabilmemizin yonu bir kez daha bu bölünmeye geçit vermemek. Tüm direnişlerin birbiriyle koordine olmasını, patronlar hükümetine karşı bir emek platformunun kurulmasını ve her grev hareketiyle dayanışmak için yaygın kampanyalar imza edilmesini sağlamalıyız. “Grev haktır yasaklanamaz” kampanyası iyi bir başlangıç olabilir.
Türkiye’de en çok işçinin üyesi olduğu sendika konfederasyonu Türk-İş’in tabanını etkilemek, tüm bu süreç içinde kritik bir yerde duruyor. Soma katliamının hemen ardından Türk-İş’e bağlı maden sendikaları, işçilerin aşağıdan yükselen öfkesi karşısında AKP’ye karşı sert açıklamalar yapmak zorunda kalmış ve bazı yerlerde Türk-İş üyesi madenmciler iş bırakmıştı. Metal grevine getirilen yasak karşısında uzunca bir süre suskunluğunu koruyan konfederasyon, geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği Başkanlar Kurulu toplantısının ardından yaptığı açıklamada ise grev yasağını kınadı. Grev hakkının işçi sınıfı tarafından büyük mücadeleler sonucunda elde edildiğini hatırlatan Türk-İş, yasağın AKP’nin işçi haklarına bakışını ortaya koyduğunu belirtti ve “Türkiye işçi sınıfının buna karşı tepkisini ulusal ve uluslararası her platformlarda kararlılıkla ortaya koymaya devam edeceğini” duyurdu. Türk-İş yönetimi ayrıca, kıdem tazminatının hükümet tarafından tekrar tartışılmaya başlaması üzerine, kendilerinin olası bir gaspı “genel grev sebebi” sayacaklarını hatırlattı.
PATRONLARDAN AKP’YE TEŞEKKÜR Sermaye sahipleri, metal grevinin ne kadar etkili olduğunu kabul ederek, grevi yasaklayan işçi düşmanı AKP hükümetine teşekkürlerini sundular. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi, şu ifadeleri kullandı: “Bu şirketlerde üretimin durması, otomotiv, enerji, boru ve beyaz eşyada üretim yapan ve senelik 20 milyar dolar ihracat hacmine sahip 26 büyük şirketin üretiminin durmasına yol açacaktır. Geçtiğimiz hafta sadece bir şirketimizin üretiminde 70 tıra yapılacak yüklemenin direnişle bekletilmesinden tam 22 üretici firma etkilendi. Hükümetimiz bu etkileri ve taleplerimizi dikkate alarak Bakanlar Kurulu Kararı ile bu grevi erteledi. Hükümetimize bu karardan ötürü teşekkür ediyoruz ve bu kararı destekliyoruz.”
Bu güzel sözlerin tabii ki çok yüreklendirici bir yanı var. Bugüne kadar hiç boyun eğmemiş olduğumuzu bilmek de, bundan sonra eğmeyeceğimizi bilmek de insanı çok rahatlatıyor. AK Parti olmasa, Lobiler Konfederasyonu’nun elinde oyuncak olurduk alimallah. Öte yandan, kaygılanmadan da edemiyor insan. Yahudi lobisi, Ermeni lobisi, Rum lobisi derken, şimdi bir de paralel lobisi! Nasıl baş edeceğiz yahu bu kadar çok ve güçlü lobiyle? Az buz lobiler değil bunlar. Yahudi lobisi, herkes bilir, Amerika’yı yönetiyor, Ermeni lobisi de Fransa’yı. Ellerinde MOSSAD filan gibi güçlü araçlar var. Paralel lobisi, yine herkesin bildiği gibi, Türkiye’de hem yargıyı hem polisi kontrol ediyor, silahlı kuvetlere bile sızmış olduğu kuşkusuz. Paralel lobinin şimdi diğer lobilerle işbirliği yapıyor olması ne anlama gelir, biliyor musunuz? Paralel lobi polisi kontrol ediyor, Yahudi lobisi paralel lobiyi kontrol ediyor, demek ki polisi MOSSAD kontrol ediyor. Benden herkese tavsiye: polisin eline düşmenize yol açacak herhangi bir şey yapmayın, Yahudilerin eline düşmüş olursunuz, çok fena olur. Bizde olduğu gibi, dünyada da KATLOKO’ya kafayı takmış, bunun sonucunda kafayı yemiş, evinden hiç çıkmayan, duvarlarını ses geçirmez boyalarla boyayan, telefon gibi aletler kullanmayan deliler vardır. Ama başka yerlerde bunlar genellikle Başbakan, Cumhurbaşkanı filan olmazlar.
KİTAPÇILARDAN VE SOSYALİST İŞÇİ DAĞITIMCILARINDAN ALABİLİRSİNİZ www.altust.org
8
TEORİ
SYRIZA VE DEVLET yeni Stathis Kouvelakis, “Gramsci-Poulantzas karşışımı bir durumun doğrulandığını görüyoruz; yani, seçimler yoluyla iktidarı ele geçirmek, ama bunu toplumsal hareket ile birleştirmek”, dedi.
ALEX CALLİNİCOS
Yunanistan toplumu neoliberal döneme girdiğinde, geçmişte yaşanan işgal, iç savaş ve diktatörlüğün yarattığı travmanın etkisinden hala tam olarak çıkamamıştı. Yunanistan, geçtiğimiz son 30 yılda hem merkez sol (Pasok) hem de merkez sağ (Yeni Demokrasi, ND) hükümetler altında Avrupa’daki en yoğun toplumsal mücadelelerin yaşandığı ülke oldu.
Syriza ve devlet Şöyle devam etti, “Devlet hem içeriden hem de dışarıdan, hem aşağıdan hem de yukarıdan ele geçirilmek zorunda.” Bir başka Yunanlı Marksist siyaset teorisyeni Nicos Poulantzas, 1970’lerde “devletin içinde mücadele etmeyi” önermişti.
Bu mücadeleler, “Troika”nın emri üzerine uygulanan vahşi tasarruf politikalarına yanıt olarak 2010-12 yıllarında zirve noktasına ulaştı. Bu “Troika”, Avrupa Komisyonu (EC), Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) oluşuyordu.
Bu, “devletin içsel çelişkilerini keskinleştirebilir ve devletin derinden dönüşümünü sağlayabilir ve bu dönüşüm tabandaki doğrudan demokrasi yapıları ile desteklenebilirdi.”
Kriz 32 genel grev ve yanı sıra şehir meydanlarının işgali ve kitle gösterileri Yunanistan’ı krize sürükledi.
Bu stratejinin iki sorunu var. Birincisi, “devletin içsel çelişkilerinin” sınırları var. Kapitalist devlet, var olan düzeni korumak için her zaman baskı araçlarına ihtiyaç duyar – ordu, polis, güvenlik, istihbarat servisi.
Syriza’nın iki yıl içinde görece marjinal bir partiden hükümeti kurabilecek duruma gelmesi bu kitle hareketlerinin sayesinde oldu. Yunanistan politikasına 1980’lerin başından beri egemen olan Pasok’un toplumsal tabanı eridi. Mayıs ve Haziran 2012 seçimlerinde Syriza şehirli işçi sınıfının asıl partisi haline geldi.
Devrimci Marksistler – Lenin ve Troçki kadar Antonio Gramsci de buna dahildir – her zaman başka bir şey önermişlerdir. Devletin bu zora başvuran özüne karşı çıkmanın tek yolu işçiler tarafından mücadeleleri sırasında yaratılmış alternatif iktidar biçimlerini oluşturmaktır.
Fakat yoğun korku kampanyası Samaras’ın iktidara gelmesine ve başka bir tasarruf yanlısı hükümet kurmasına yol açtı.
Bu, ikinci bir soruna yol açar. Sol hükümetlerin genellikle izledikleri yol, hem kendi otoritelerini korumak hem de egemen sınıf ile pazarlık güçlerini artırmak için bu süreci engellemek olmuştur.
Tasarruf politikasının Yunanistan’da yol açtığı ızdırap, hiçbir gelişmiş kapitalist toplumun 1930’lardan beri yaşamadığı bir ızdıraptı.
2012’nin başlarından beri Yunanistan’da grev ve protestoların sayısında ciddi bir azalma oldu, çünkü işçiler Tsipras hükümetini bekliyorlardı.
Bu durum seçim dengesini sola kaydırdı. Buna ek olarak faşist Altın Şafak’a karşı verilen mücadele, Samaras’ın devlet televizyonu ERT’yi kapatmasına karşı verilen mücadele gibi mücadeleler de ibrenin sola kaymasına neden oldu.
Syriza’nın destekçileri Mayıs 2013’de, tasarruf tedbirleri karşıtı hareketi yeniden canlandırabilecek olan öğretmenler grevini engellediler.
KKE ve işçi ve öğrenci hareketi içinde önemli bir etkiye sahip olan Antikapitalist Sol Cephe (Antarsya) da dahil olmak üzere radikal solun toplam oyu yaklaşık yüzde 42.5’i buluyor.
Yeni hükümetin sağcı Bağımsız Yunanlılar (Anel) ile kurulması hareketin sona erdirilmesinin bir başka işareti.
Syriza, tasarruf tedbirlerinin en kötü etkilerini geriye döndürecek önlemlerin olduğu bir program önerdi. Fakat bu yeni hükümet stratejik bir sorun ile karşı karşıya. Yunanistan’ın eli kolu, daha önceki hükümetler ile Avrupa Komisyonu (EC) arasında 2010-12 arasında imzalanmış “mutabakat muhtıraları” ile bağlanmış durumda. Syriza ilk başta, bu mutabakat muhtıralarını rafa kaldırıp aynı zamanda Yunanistan’ı euro bölgesi içinde tutmaya devam etmekten bahsediyordu. Daha yakın zamanda ise partinin sözcüleri - örneğin yeni Maliye Bakanı Yanis Varoufakis – bu mutabakat muhtıralarını rafa kaldırma sözünden vazgeçtiklerini gösteren açıklamalar yaptı. Onun yerine Yunanistan’ın borçlarını geri ödeme koşullarının yeniden görüşülmesinden bahsetti. Çok sayıda ana akım ekonomist bu fikri destekliyor. Yunanistan’ın borcunun (ulusal gelirinin yüzde 175’i) ödenemeyecek kadar yüksek olduğu genel kabul gören bir kanı. Ancak sorun şu ki bu fikir Avrupa Komisyonu (EC) başkanı Jean-Claude Juncker, Almanya başbakanı Angela Merkel, ve AB içindeki önde gelen diğer isimler tarafından açık ve kesin bir şekilde reddedildi. Alman egemen sınıfı açısın-
dan, tasarruf demek, fazla ihracat, düşük enflasyon şeklinde özetlenebilecek ekonomik modelin devam etmesi demek. Avrupa Merkez Bankası’nın parasal gevşeme kararı -yani euro bölgesi ekonomisini canlandırmak için para basmak - Merkel için politik bir yenilgiydi. Merkel, Yunanistan’a verilen tavizlerin Avrupa’nın diğer ülkelerinde de rahatlamaya yol açmasından endişe ediyor. İspanya’da Podemos Syriza örneğini izlemeyi umud ediyor. Portekiz, İtalya ve hatta Fransa’daki anaakım politikacıların çoğu ise Almanya’nın euro bölgesi üzerindeki kontrolünün zayıflamasını görmekten mutlu olacaktır.
Mason, bu kararı, “Syriza’nın istikrarlı bir hükümet oluşturma çabası” olarak yorumluyor. Fakat Syriza’nın “tasarruf tedbirlerine karşı alınacak ekonomik önlemlerde 15 komünist milletvekilinin desteğine ya da çekimser oylarına dayanabileceğini” unutuyor. Dolayısıyla bu koalisyon hem gereksizdi hem de devleti korumayı öncelikli hedef olarak gören bir sağ partiyi hükümete taşıdı. Bu arada polisin içinde çok sayıda Altın Şafak destekçisi olduğu biliniyor. Lideri cezaevinde olmasına rağmen Altın Şafak bitmiş değil. Yüzde 6.28 (2012’de aldığından biraz daha az) oy alarak seçimden üçüncü parti olarak çıktı. Dolayısıyla Syriza’nın hem içsel hem de dışsal birçok çelişkisi bulunuyor. Bu çelişkileri başbakanının karizması ya da pazarlık yetenekleri ile aşamaz. Yunanistan’da solun gücü, 2009-12 yılları arasında gelişen kitle hareketinin canlanmasına bağlı.
Dolayısıyla Tsipras hükümeti dışarıdan gelen oldukça güçlü bir basınçla karşı karşıya. Peki bu basıncı alt edebilecek mi?
Devrimci sosyalistler yeni hükümetin zaferini kutlamalı ve aldığı ilerici önlemleri desteklemeli. Fakat Yunanistan solunun asıl sınavı, işçi sınıfının kendi örgütlenmelerini, özgüvenini ve mücadele yeteneğini geliştirmesine ne kadar katkıda bulunup bulunmadığı olacaktır. Tasarruf tedbirlerini sona erdirecek olan güç budur.
Syriza’nın önde gelen isimlerinden, Marksist siyaset teoris-
Arife Köse Socialist Worker’dan çevirdi
SINIF MÜCADELESİ
9
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
İŞÇİ SINIFI DİRENİYOR Türkiye işçi sınıfı bir kez daha hareketleniyor. Önce Metal iş kolunda işveren örgütü MESS’in üç yıllık toplu sözleşme ve düşük ücret zamlarına karşı işçiler greve başladı. Daha önce Türk Metal-İş ve Öz Çelik-İş sendikalarının imzaladığı üç yıllık düşük zamlı sözleşmeyi, Birleşik Metal-İş imzalamadı ve grev kararı aldı. Grevden önce patronlar tarafından grev oylaması yapıldı. Oylamalarda greve evet oyu, sendika üyesi işçilerin sayısından daha fazla çıktı, çünkü sendika üyesi olmayan kapsam dışı personel de greve evet oyu vermişti.
TÜRKİYE’NİN AŞAĞIDAN TARİHİ ŞENOL KARAKAŞ
Orhan Pamuk nihayet Cevdet bey ve Oğulları romanının
devamını yazdı. 1900’lerin başından genç cumhriyetin ilk yıllarına kadar olan kesiti anlatan cevdet Bey ve Oğulları romanı, yine de Kafamda Bir Tuhaflık romanından çok farklı.
Pamuk’un son kitabı, Türkiye kapitalizminin gelişmesinin simgesi olan İstanbul’da kapitalizmin gelişmesiyle, kırlardan, köylerden, kasabalardan yaşanan göçü anlatıyor. Çok küçük yaşta İstanbul’a babasının tek göz gecekondusuna gelen Mevlut’un gözünden, İstanbul’un sürekli değişen kentsel dokusunun nabzını, yoksul, biteviye boza satan, bütün ömrünü boza satarak geçiren Mevlut’un varoluş mücadelesinin hem arka planı hızla kapitalistleşen İstanbul hem de Mevlut’u tuhaf düşüncelere iten yaşayan kocaman bir gövde. Orhan Pamuk, Türkiye’nin 1960’lardan itibaren yaşadığı ekonomik, sosyal ve siyasal evrimi, kadınların yaşadığı baskı, Alevi-Sunni bölünmesi, faşist-solcu mücadelesi, askeri darbeler, muhafazakarlık, gecekondulaşma, mafyanın MARKS DİYOR Kİ Volkan Akyıldırım
İŞÇİ SINIFINA YARDIMCI OLMAK “Tek tek bireyler, ancak başka bir sınıfa karşı ortak mücadele yürütmek zorunda oldukça bir sınıf meydana getirirler; bunun dışında rekabet içinde birbirlerine düşmandırlar.” (Marx ve Engels, Seçme Yapıtlar, Cilt I) Türkiye’de hakim olan değerler üzerine yapılan araştırmalar insanı dehşete düşürür. Ermeni, Eşcinsel, ateist, Alevi komşu istemeyenler; Kadının ezilmişliğini ve şiddeti savunanlar, kendi milliyetini diğerlerinden üstün kabul edenler... Egemen sınıfın düşman kamplara böldüğü bireyler, karşı
gelişmesi, müslüman olmayan halkların tasfiyesi, kentsel dönüşümün durdurak bilmez bir canavar gibi şehri her on yılda bir tarumar etmesi, sermayenin gelişiminin, iş gücü talebinin gecekondulaşma, yoksullaşma ve sanayileşmeyi aynı anda nasıl tetiklediği, dinin rolünü, cemaatlerin işleyiş biçimini, hatta örgütlenmesini, özellikle Taksim Meydanı ve çevresinin insan ilişkilerini de değiştirerek yaşadığı değişimi çok ustalıklı bir şekilde anlatarak açıklıyor. “O dönemde bütün dindarların sağcı, bütün solcuların ulusalcı” olduğunu anlatan bölümler, romanın güncel çelişkileri de anlamak açısından neredeyse bir başucu eserine dönüştürüyor. Bir yandan da talihsiz ve gerilimli karmaşık aşk ilişkilerinin öyküsü roman. Ve gücünü müthiş gözlem ve araştırmaya dayalı olmasından alıyor. Okumak için geç kalmamak lazım. Zira, insanların, siyasi grupların ve hatta devlet bürokratlarının “şahsi görüşleriyle resmi görüşleri arasındaki farklılık” hala devam ediyor. Kafamda Bir Tuhaflık, Orhan Pamuk, 480 sayfa, YKY taraftan gördükleri bireylerin kabul edilemez buldukları düşüncelerini ele alıp, onların asla iflah olmayacağını düşünürler. Hayatımızın merkezine oturan sosyal medyada, bir bireyin savunduğu tuhaf görüşleri alıntılayıp, milyonların haleti ruhiyesini buradan açıklamak gibi. Karl Marx genç bir devrimciyken sistemin işleyişi anlamıştı: Hakim fikirler, hakim sınıfın fikirleridir. Üretim araçlarını elinde tutan sınıf, zihinsel üretim araçlarını da belirler. Sınıflı toplumların tarihinden gelen cinsiyetçilik, homofobi, ayrımcılık, ırkçılık, ezme ve ezilme ilişkileri kapitalizm tarafından yeniden organize edilip üretilir. Devlet aracılığıyla topluma pompalanır. Kapitalist toplum rekabet üzerine kurulu. Sermayenin diğer sermayelerle rekabet ederek varolması tüm insan ilişkilerini de belirler. Dostluk değil düşmanlık, işbirliği ve kolektif darvranma değil bireycilik, diyalog değil nefret. Bu berbat toplumun en kalabalık sınıfı olan, diğer sınıfla-
Ardından Boydak işçilerinin direniş haberi geldi. Kayseri’de üretim yapan ve Türkiye’nin en büyük mobilya fabrikalarından biri olan Boydak Holding’e bağlı beş fabrikada çalışan işçiler iş bırakma eylemi gerçekleştirdi. İşçiler kendilerine sorulmadan imzalanmak istenen 3 yıllık toplu sözleşmeye ve düşük ücret zammına karşı çıkıyorlar, bu konuda patronla işbirliği içindeki Öz-Ağaç iş sendikasını da protesto ediyorlardı. Kayseri Organize Sanayi Bölgesindeki eyleme çevre fabrikaların işçileri de destek verdi. Patronların üç yıllık toplu sözleşme dayatmalarına karşı AKP hükümetinin de tam desteği vardır. Önce 15 bin metal işçisinin grevi yasaklandı, ardından da devlete ve özel sektöre ait işletmelerde üç yıllık düşük zamlı sözleşmelerin imzalanmaya başlandığı haberleri geldi. En son Çaykur işletmelerinde Boydak’takine benzer üç yıllık sözleşme Öz Ağaç-İş sendikası tarafından kimseler duymadan imzalandı. Üç yıllık ve düşük zamlı toplu sözleşme imzalama talebi son dönemlerde patronların en önemli dayatması olmaktadır. İşçiler ise bu dayatmaya karşı pek çok yerde direnmektedir. Patronlar arasında yayılacağa benzeyen bu üç yıllık toplu sözleşme dayatmasına karşı, işçi sınıfının direnişi de yayılacaktır. İşçi sınıfı dünyadaki diğer sınıf kardeşleri gibi, sömürüye karşı ayağa kalkmaktadır. Bu mücadelesini verirken seçimlerde hangi siyasal partiye oy verdiğinin bir önemi yoktur, çünkü emek sömürüsüne karşı çıkmak tüm işçileri birleştirmektedir. Kürt-Türk, Alevi-Sünni, laik-dindar kutuplaşmaları, ancak işçi sınıfının mücadelesinin yükselmesi ile aşılabilir. İşçilerin ortak mücadelesi, AKP hükümetinin neo liberal, emek düşmanı politikalarını yenebilecek en önemli güçtür. İşçi sınıfının gücüne inanmak gerekir. rın her gün iktisadi rekabet sonucu eriyerek katıldığı işçi sınıfı da toplumun bir parçasıdır; Egemen fikirler, işçilerin arasında da yer eder. Bu döngü nasıl kırılacak? Milliyetçiliğin, cinsiyetçiliğin, dini önyargıların pençesindeki işçiler nasıl olur da devrim yapar? Marx, tek tek işçiler çok iyi bireyler olduğu için bu sınıfa devrimci bir rol yüklemiyordu. İşç sınıfı devrimci kılan üretimden gelen gücüydü. Burjuva toplumunun rekabet ve düşmanlığa dayalı yapısının tek tek işçilerin kitap okuyarak, eğitilerek kırılamayacağını da biliyordu. İşçi sınıfının rekabet, düşmanlık, nefret ve bölünmüşlükten kurtulmasının tek yolu kapitalist sınıfa karşı ortak çıkarlar için mücadeledir. Düşük ücretlere, güvensiz çalışmaya, sendikasızlığa ve işyerindeki baskıya karşı mücadele, sınıf kavgasının olmadığı zamanlarda birbirine düşman olan işçileri birleştirir ve bir sınıf haline getirir. Tam da bu yüzden sosyalistlerin rolü, işçilerin mücadelede birleşmesine yardımcı olmak.
10 MEKTUP&DUYURU
ROJAVA HEYETİ DSİP’İ ZİYARET ETTİ BİNLERCE ALEVİ ÖZGÜRLÜK İSTEDİ Kadıköy Meydanı Alevi örgütlerinin ve Eğitim-Sen’in düzenlediği “Dayanışma ve Birlik” Mitingine ev sahipliği yaptı. Zorunlu din derslerinin kaldırılması ana talepli mitingde, Cemevlerine ibadethane statüsünün tanınması, eşit yurttaşlık sağlanması ve Alevilere yönelik nefret söylemlerine son verilmesi talepleri de seslendirildi. Binlerce Alevi devletin inkârcı ve asimilasyoncu uygulamalarını protesto ederek 13 Şubat’ta yapılacak okul boykotuna destek çağrısında bulundu. Biri Haydarpaşa Numune Hastanesi önünde diğeri de Söğütlüçeşme tarafında toplanan kortejler alana yürüyüşe geçtiğinde alanda birkaç bin insan toplanmıştı bile. Eğitim-Sen korteji Numune yönünden gelen en kitlesel kortejlerden biriydi. Tekirdağ, Kırklareli, Ankara şubeleri başta olmak üzere birçok kentten eğitim emekçisi mitinge katıldı. KESK Genel Başkanı Lami Özgen de kortejin en önündeydi. Söğütlüçeşme yönünden ise ağırlıkla Cemevi ve Köy Dernekleri ile çeşitli sol yapılar geldi. Alandaki en renkli anlardan biri HDP’nin alana girişi sırasında yaşandı. Kitlenin içinde en ufak bir çatışma ya da taşkınlık yaşanmadı. Meydanın etrafında da hiç polis olmaması gerginliklerin önüne geçti.
GREV YASAKLARINI NASIL AŞARIZ? Konuşmacı: Faruk Sevim Leyla Teras İstiklal Cad. Mis Sok. No:6 Kat:4 Beyoğlu
KADIKÖY
12 Şubat Perşembe, 19:00 BİLİMKURGU VE ELEŞTİRİ Konuşmacı: Bülent Somay Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt., Kat:3
ŞİŞLİ
12 Şubat Perşembe, 19:00 nın özgürlüğü için ve Kobane’nin yeniden inşasına katkıda bulunmak gibi görevlerimiz var” diyerek sözlerine devam eden Karakaş, batıdaki temel görevin hükümeti, ırkçılığı, milliyetçiliği geriletmek olduğunu belirtti. Çağla Oflas
KADIKÖY’DE IRKÇILIĞA KARŞI STANT Kadıköy’de Ocak ayından beri Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De girişimi olarak toplantılar yapıyorduk. Sonuncu aktivistler buluşmasında faşistlerin 22 Şubat’ta Kadıköy’de yapacağı ırkçı miting gündeme geldi. Hocalı katliamını bahane eden faşistler “Ermeni terörüne lanet mitingi” adı altında ırkçı bir yürüyüş yapacaklar ve yürüyüş propagandasını çarşı içindeki Rum ve Ermeni kiliseleri önünde stant açarak yapıyorlardı. Aktivistler buluşmasında buna izin vermemek gerektiğini ve kilise önlerini ırkçılık karşıtları olarak tutmamız gerektiğini konuştuk. Ancak bu riskli bir işti ve Dur De aktivisitleri bunu tek başına yapamazdı. Ayrıca bu iş Kadıköy’de faaliyet yapan bütün ırkçılık karşıtlarını birleştiren bir kampanya şeklinde yapılmalıydı ki her yıl Kadıköy’den 19 Ocak yürüyüşlerine ve 24 Nisan anmalarına gelen binlerce kişi de bu kampanyaya dahil olabilsin.
Okunan ortak basın açıklamasında “Bütün inanç ve kimliklerin talepleri karşılanana kadar mücadelemizi sürdüreceğimiz bilinmelidir. Zorunlu din dersi insan hakları ihlalidir, zulümdür, işkencedir. Laik eğitim, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, bilimsel ve anadilde nitelikli eğitimi güvence altına almayı gerektirir” dendi.
Kilise önünde mümkün olan en geniş kalabalığı toplayabilmek için öncelikle HDK toplantısına katıldık ve bu öneriyi sunduk. HDK destek verdi ve bir komisyon oluşturuldu. Kadıköy’deki tüm dayanışmalara, Lambda’ya, kadın hareketlerine ve diğer örgütlere çağrı yapıldı. Önümüzde haftasonuna çok az gün kaldığı için hızlı bir şekilde olmak zorunda kaldık. Kendimize Kadıköy’de Irkçılığa Geçit Yok İnisiyatif’i adını verdik. Sonuç olarak cumartesi günü 30’dan fazla ırkçılık karşıtı iki kilisenin önüne de stant kurarak gün boyu ırkçı mitingi istemediğimizi belirten bildiriler dağıttık. Böylece faşistlerin kilise önünde stant kurup propaganda yapmasını engellemiş olduk. 22 Şubat öncesi kalan tek haftasonu önümüzdeki haftasonu. Bu faşistlerin propaganda yapmak için son fırsatı demek. Bu nedenle önümüzdeki haftasonu çok daha kalabalık bir grup olarak kiliselerin önünde olmak için hazırlıklarımızı yapıyoruz.
Umut Mahir Özen
Özdeş Özbay
BEYOĞLU
12 Şubat Perşembe, 19:00
Rojava İnsani Yardımlaşma Kuruluşu ve HDP İstanbul İl Örgütü, Rojava ve Kobane’ye destek veren kuruluşlara teşekkür ziyaretleri kapsamında DSİP’i de ziyaret etti. Ziyarette bir bir konuşma yapan Eşbaşkan Hember Hesen insani temelde yapılan yardım ve dayanışmanın çok anlamlı ve değerli olduğunu söyledi. Rojava’nın Suriye’deki iç savaşta en fazla göç alan bölge olduğunu belirten Hesen, savaşta büyük bir felaketle karşı karşıya kaldıklarını belirtti. Rojavaya uygulanan ambargodan bahseden Hesen, buna rağmen en güvenli bölgenin burası olduğunu, bu nedenle en fazla Suriyeli göç alan bölge olduğunu kaydetti. Toplantıda İŞİD işgalinden bahseden Hesen, saldırılarının temel nedeninin İŞİD’in kendisi dışında hiçbir farklı inanca ve görüşe yaşam hakkı tanımaması olduğunu söyledi. Hesen konuşmasını şöyle sürdürdü: “Zorlu bir süreç yaşandı. Sınırlar kapalıydı. Savaştan en çok kadınlar ve çocuklar zarar gördü. Rojava ve Şengal’de şiddetli çatışmalar devam ediyor. 1700 kadın İŞİD’in elinde. YPG ve YPJ halk güçleri bizlere umut oldu.” Ziyaret sırasında konuşan DSİP Eşsözcüsü Şenol Karakaş ise Kobane’de 21. Yüzyılın en önemli, direnen halklara ilham veren direnişlerinden birisinin sergilendiğini söyledi. 6-7 Ekim’de Kobanê’yle dayanışmak için başlatılan eylemlerin Türkiye’deki karamsar havayı dağıttığını, halk hareketinin devletin tüm odaklarını gerilettiğini söyledi. Şenol Karakaş, “Kimse Kürt halkının direnme gücünü hesaba katmadı. Kobane’de İŞİD püskürtüldü, batıda hükümetinin nefesi kesildi.” dedi. “Önümüzdeki süreçte Kürt halkı-
TOPLANTI DUYURULARI
METAL GREVİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ Konuşmacı: Onur Devrim Üçbaş 20 Şubat Cuma, 19:00 DİL SOYKIRIMI VE ASİMİLASYON Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey
ANKARA
12 Şubat Perşembe, 18.30 NASIL BİR HEGEMONYA MÜCADELESİ? Konuşmacı: Can Irmak Özinanır 19 Şubat Perşembe, 18.30 BAŞKANLIK DEĞİL DEMOKRASİ Konur Sokak 14/13, Kızılay
ÖCALAN’A ÖZGÜRLÜK!
İZMİR
PKK lideri Abdullah Öcalan 16 sene önce Kenya’da uluslararası bir operasyonla yakalandı. İmralı adasında tutsak olan Öcalan defalarca barış sürecinin başlaması için adım attı. Oslo süreci akamete uğradı. Öcalan aylarca tecrit altında tutuldu. 2012 yılının son aylarında ise Öcalan bir kez daha çözüm için kolları sıvadı ve şimdi içinden geçmekte olduğumuz süreci başlattı.
13 Şubat Cuma, 18.30
9 Şubat’ta HDP il başkanları ve Sebahat Tuncel’in katılımıyla düzenlediğimiz basın toplantısında ana vurgu buydu. Çözüm sürecinin en kritik siyasal figürü Öcalan’dır ve Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü barış sürecinin gelişmesini tahminlerimizin ötesinde hızlandıracaktır. 15 Şubat’ta saat 14.00’da Saraçhane’de yürüyüş var.
IRKÇILIK, GÖÇMEN
Şenol Karakaş
RUSYA’DA DEVLET KAPİTALİZMİ Konuşmacı: Ersin Damarsardı 19 Şubat Perşembe, 18.30 DÜŞMANLIĞI VE İSLAMOFOBİ Konuşmacı: Memet Uludağ Karakedi Kültür Merkezi 1462 sk. 20/1 Alsancak
İKLİM&ADALET 11
RADYOAKTİF ÇÖPLÜK İZMİR LİMANI’NDA NURAN YÜCE
Geçtiğimiz hafta İzmir Limanı’na Kuito isimli bir gemi yanaştı. İzmir Limanı’na günde kaç gemi girer çıkar bunun tabi ki takibinde değiliz ama bu sefer yanaşan gemi diğerlerinden farklı ve aslında değil limana, karasularına dahi girişine izin verilmemesi gereken cinsten radyoaktif kirliliğe sahip tehlikeli bir gemi idi. Bu geminin son durağı İzmir Aliağa’daki söküm alanı olacak. 2000 yılından beri Angola açıklarında ham petrol işlemek üzere modifiye edilen günlük 100 bin varil ham petrol işleme ve 1,4 milyon varil depolama kapasitesine sahip Kuito artık miadını doldurunca 2014 yılında söküm ihalesi yapılıyor ve ihaleyi tonu 250 dolar karşılığında Türkiye kazanıyor.
Üç sene önce Erdoğan ‘kürtaj cinayettir, buna kimsenin müsaade etme hakkı olmamalı’ diyerek hükümetin sistematik kürtaj karşıtı kampanyasını başlatmış oldu. Daha sonra devletin çoğu çocuk olan kendi vatandaşlarını katlettiği Roboski katliamından dolayı özür dileyeceği yerde ‘yatıp kalkıp Uludere diyorsunuz her kürtaj bir Uludere’dir’ dedi. Bu pervasız söylem karşılığını buldu ve kürtaj hakkı yasaklanmaya çalışıldı. Sokağa çıkan farklı kesimlerden binlerce kadın hükümetin kürtajı yasaklama girişimini püskürtmüştü. Bugün 10 haftaya kadar isteğe bağlı kürtaj kadınların yasal hakkı.
Bu delilik! 335 metre uzunluğunda, 54 metre eninde, 10 katlı bir bina yüksekliğinde,113 bin tonluk ve yüzlerce bölümü olan bu gemiyi Aliağa Gümrük Müdürlüğü Gemi Söküm Gümrük Muhafaza Kısım Amirliği sadece dört saat süren bir inceleme sonucunda herhangi bir tehlike içermediğini “temiz” olduğunu açıkladı. İnceme sırasında TAEK ve AFAD personelinin de katılacağı söylenmişti ama bu kurumlardan kimse inceleme sırasında yer almadı. Ve en önemlisi 2013 yılında ABD’li radyasyon ölçüm şirketi Texcom’un hazırladığı raporuna göre, gemide olması gerekenden beş kat fazla radyoaktivite tespit edilmiş, daha detaylı inceleme yapılması gerektiği de vurgulanmıştı. Türkiye’ye girişine ilişkin yasal izni olup olmadığı dahi meçhul bir geminin dört saat içinde incelendiği, gerekli analizlerinin yapıldığına ve herhangi bir tehlike unsuru içermediğine inanılması isteniyor. Türkiye’ye girmeden denetlenmesi ve ölçümlerinin yapılması gereken geminin girişi oldu bitiğe getirilmeye ve bir an önce karaya oturtulmaya çalışılıyor. Çünkü gemi bir kez karaya oturtulduktan sonra tekrar onu yerinden edebilmek, geminin ederinden fazla bir maliyete yol açıyor. Sonradan geminin radyoaktif madde içerdiği tespit edilse bile yetkililerin vereceği cevabı şimdiden tahmin etmek çok kolay “iş işten geçti” diyecekler.
BARIŞ, ÇÖZÜM, KARDEŞLİK İÇİN YÜRÜYORUZ! 21 ŞUBAT 2015 SAAT: 15.00
TÜNEL MEYDANI İSTANBUL
Kuito, bugüne kadar sökülmek üzere Türkiye’ye gelen en büyük gemi. Parçalara ayrılacak, parçaların ne olacağını, nasıl muhafaza edileceğini bilmiyoruz. Radyoaktif atıkların gömüldükleri yerden ne zaman gün yüzüne çıkacağını, ne zaman sulara karışacağını bilmiyoruz. Tıpkı 2012 yılında Gaziemir’de ortaya çıkan yüksek düzeyde radyoaktif kirliliğin nedeni de Türkiye’ye ne zaman getirildiği bilenmeyen bir gemi idi. Gaziemir hala radyoaktif kirlilikten temizlenebilmiş durumda değil. Radyoaktif maddeler yüzlerce yıl tüm canlılar için yaşamsal tehdit oluşturacak nitelikte tehlikeli maddeler. Bu maddelerin toprağa, suya, havaya karışmaması gerekiyor ama bunu sağlayacak depolama alanları dünyanın hiçbir yerinde bulunmuyor. Türkiye’de ise radyoaktif maddeler toprağa gömülüyor, hurda depolarına atılıyor. Nasıl olsa, bu gemileri parçalayacak işçilerin, kirliliğe maruz kalan suları içenler, toprağı işleyen insanların da hayatları çok ucuz.
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın yaptığı küçük bir araştırma hükümet yetkililerinin düzenli olarak yaptığı kürtaj karşıtı propagandanın gündelik hayata nasıl yansıdığını gösteriyor. İstanbul’daki 37 kamu hastanesine ‘kürtaj yapıyor musunuz’ diye soran Mor Çatı’nın aldığı cevaplar kürtaj hakkının fiilen gasp edildiğinin kanıtı. 37 hastaneden sadece 3 tanesi bu soruya olumlu yanıt vermiş. Bu 3 hastaneden 2 tanesi yasal süreyi tanımıyor ve sadece 8 haftaya kadar kürtaj yapıyor. Bu manzara kadınların bedenlerini bile kontrol etmeye çalışan devlet politikalarına karşı sürekli bir mücadele örmenin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Hem yasal hakkımızı savunmalı hem de fiili yasağın önüne geçmeliyiz.
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
GREV YASAĞINA HAYIR! 29 Ocak tarihinde 15 bin metal işçisi patronların sefalet ücreti ve üç yıllık toplu sözleşme dayatmasına karşı greve çıktı. Grev sabahı büyük bir coşkuyla alanlara çıkan işçiler, MESS’in patronlarına ve üç yıllık sefalet sözleşmesi imzalayan Türk Metal-İş ve Çelik-İş sendikalarına karşı tepkilerini “açlıktan ölmeyiz biz bu yoldan dönmeyiz”, sloganlarıyla gösterdiler.
İşçilerin birleşik ve kararlık mücadelesi MESS’i parçalamayı başardı. Ancak AKP Hükümeti, sermayenin çağrısına gecikmeden cevap verdi. Daha grevin ikinci gününde grevi “Milli Güvenlik” gerekçesiyle yasaklayarak işçi sınıfının elinden grev silahını bir kez daha almış oldu. 12 yıllık iktidarı boyunca işçilerin can güvenliğini korumak için hiçbir adım atmayan hükümet, metal işçilerinin grevini yasaklayarak bir kez daha sermayenin hizmetinde olduğunu kanıtladı. İktidarı boyunca sermayenin önündeki bütün taşları temizleyen AKP hükümeti, 2023 yılında Dünya’nın 10. ekonomisi olmak istiyor. Bunun yolunun da işgücü maliyetlerini aşağı çekmekten geçtiğinin çok iyi farkında. Bu nedenle işçiler ne zaman haklarını korumak için grev yapsa yasaklarla, baskılarla karşılaşıyor. Grev yasakları hükümetin sermaye eksenli demokrasi anlayışını ortaya sererken, her bir grev, her bir direniş, milyonlarca işçinin oyunu alan AKP hükümeti ile işçilerin arasındaki açının açılmasına yol açıyor. SOSYALİZM SOHBETLERİ Meltem Oral
SEÇİMLER ÖNEMSİZ Mİ? Seçim maratonunun son evresine yaklaştık. Haziran ayında gerçekleşecek genel seçim sürecinde Türkiye’deki mevcut kutuplaşma yine keskinleşecek. Seçim süreçleri sosyalistler açısından da önemlidir. Dünyayı değiştirmek istiyoruz ve bunun için mevcut sistemin tüm kurumlarının işçi sınıfı tarafından dağıtılması gerektiğini savunuyoruz. Bu açıdan elbette parlamenter seçimler dünyayı değiştirme mücadelesinin tek ve vazgeçilmez aracı değildir. Sonuç olarak dünyanın büyük çoğunluğunun siyasete ve yönetime ortalama her beş yılda bir, beş dakikalığına sandığa giderek ortak olabildiği yetersiz bir sistemden bahsediyoruz. Üstelik parlamen-
Hükümet daha önce THY, cam, lastik ve maden işçileri de dâhil olmak üzere 7 kez grevleri yasakladı. Ancak tüm baskı ve yasaklara rağmen işçi sınıfının mücadele eğilimi günden güne artmakta. İşçi sınıfı kendisine dayatılan sefalet ücretlerine karşı, iş güvenliği ve insanca yaşam için mücadele ediyor. Soma’da 301 işçinin göz göre göre ölüme yollanmasına öfkelenen işçiler sokaklara döküldü. Ardından 6.000 cam işçisi greve çıktı. Cam işçilerinin ardından 15.000 metal işçisi grev yaptı. Ardından, Bilecik’te ücretleri patronlar tarafından gasp edilen 1000 işçi iş bıraktı. Kayseri’de 4000 işçi patronların 3 yıllık düşük ücret zammına karşı, yüzde 30 zam ve 4 ikramiye almak için üretimi durdurdular. Grev yasaklarını grevle aşacağız “Açlıktan ölmeyiz biz bu yoldan dönmeyiz” sloganları atan metal işçilerin ruh hali işçi sınıfının genel ruh halini yansıtmakta. Anti Kapitalist çalışanlar olarak uzun bir zaman sonrasında kitlesel bir biçimde greve çıkan metal işçilerinin grevinin moral değerinin farkındayız. Metal işçileri kazanırsa, herkes kazanacak. Daha da önemlisi bu saldırı sadece metal işçilerini değil, tüm işçi sınıfını yakından ilgilendirmekte. İşçi sınıfının toplu sözleşme ve grev hakkını elde etmek için “kazanana kadar grev” fikrini her işyerinde tartışmak, metal işçileriyle dayanışmak üzere harekete ter sistem biz sıradan insanların kendi kendilerini yönetebildiği demokratik bir rejim olmak bir yana dursun günün sonunda sadece dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin çıkarlarının korunduğu bir yönetim biçimi. Tüm bunlara rağmen parlamenter demokrasi kazanılmış bir haktır. Sadece Kürt halkının parlamentoda temsil edilebilme hakkı için verdiği mücadeleye ve elde ettiği kazanımlara bakmak bile yeterli. Kürt vekillerin meclisten sürüklenerek çıkarıldığı dönemlerden onlarca vekilin Kürt halkını temsil ettiği, şimdi de yüzde 10 barajını aşmayı hedeflediği bir dönemdeyiz. Parlamentodaki bu temsiliyet kimliğinin tanınması, barış için mücadele eden Kürt halkı açısından olduğu kadar Türkiye siyaseti açısından da oldukça önemli. Bugün onlarca Kürt vekilin mecliste olması, çözüm görüşmeleri sürecinde barış isteyenlerin elini güçlendiren bir etken. Dünya parlamentoya kimin girdiğine göre değişmeyecek olsa da parlamentoda temsiliyet önemsiz bir konu değil-
geçmeliyiz. Her iş yerinde dayanışma grevleri örgütlenebildiğinde, genel grev çağrısı yapıldığında, patronların ve onların hizmetindeki hükümetin grev yasağı fiili olarak ortadan kalkar. İşçi sınıfı içinde her gün artmakta olan öfkeyi örgütlü mücadeleye dönüştürebilir, başta grev yasağı olmak üzere işçi sınıfına karşı tüm saldırıları bertaraf edebiliriz. Birleşik mücadeleye!
DEMOKRATİK HAKLAR GASP EDİLİYOR İşçi hareketine karşı sıfır tölörans gösteren AKP hükümeti daha önce defalarca olduğu gibi metal grevini de “milli güvenliği bozduğu” gerekçesiyle erteledi. Erteleme fiili olarak yasaklama anlamına geliyor. İşçi sınıfının grev hakkına gasp eden hükümet, toplu sözleşme ve grev hakkını ihlal etmekte. Grevlerin yasaklandığı bir yerde demokrasiden, eşit ve adil bir yaşamdan bahsedilemez. Demokrasilerde grev yasaklamak suçtur. Bu yasak geri püskürtülmelidir. İşçi sınıfı 12 Eylül’ün en baskıcı dönemlerinde bile grev yasaklarını grevle bertaraf etmeyi başarmış, defalarca “işçi düşmanı” hükümetleri, partiler mezarlığına göndermiştir. Sıra şimdi AKP’de!. dir. Mücadelenin araçlarından biridir o kadar. Seçim süreçleri aynı zamanda tüm toplumun içinde bulunduğu siyasi iklimi tartıştığı, güncel politikanın gündelik hayatta daha yoğun yer almaya başladığı, kulakların açık olduğu dönemlerdir. Bu da dünyayı değiştirmek isteyenler için önemli bir fırsattır. Genel seçime giderken AKP’nin neoliberal politikalarından, pervasızlığından, nobranlığından, CHP’nin ulusalcılığından yaka silkenlere başka bir alternatifin daha mümkün olduğunu anlatma fırsatı iyi değerlendirilmelidir. Devrimci sosyalistler genel seçimlerde HDP’ye oy çağrısı yapacak. Barış için hükümetin somut adım atması gerektiğini anlatmak, milliyetçiliği geriletmek, yolsuzluğa, Soma’ya, grev yasaklarına karşı demokrasi ve özgürlük talebinin sesinin daha gür çıkartmak için güçlü bir seçim kampanyası örmek görevimiz.