DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
515
4 Mart 2015 2 TL. sosyalistisci.org
HALKLARIN KARDESLİĞİ İCİN . .
barıs, asiti , SOTİRİS KONTOGİANNİS: AVRUPA BİRLİĞİ İLE ANLAŞMAYA HAYIR!
sayfa 5
MELTEM ORAL: KADINLARA ÖZGÜRLÜK! AMA NASIL?
sayfa 8
KÜRESEL ISINMAYA KARŞI KAMPANYA: İKLİM İÇİN BEN DE VARIM!
sayfa
11
2
GÜNDEM
BARIŞIN BAHARI KALICI BARIŞ İÇİN OYLARIMIZ HDP’YE! Artık müzakee süreci başladı. Gecenin en karanlık olduğu nokta, şafak vaktidir.Hükümet ve İmralı heyeti ortak açıklama yaptılar ve karamsar hava hemen değişti. Şimdi barış iklimi yeniden başını kaldırdı. Fakat aynı hızla çözüm sürecinin müzakere sürecine evrilmesine karşı ilk itirazlar da yükselmeye başladı. Barış adımlarından mutlu olanlara soruyor bu itirazcı ulusalcılar. Özetle diyorlar ki, “Erdoğan’ı unuttunuz mu? İş cinayetlerini unuttunuz mu? Kadın cinayetlerini unuttunuz mu?” Ne iş cinayetlerini unuttuk ne de kadın cinayetlerini. Ne Erdoğan’ın nobranlığını unuttuk ne de hükümetin çevre katliamlarını. Ama bu itiraz sahiplerinin unuttuğu bir şey var: Kürt halkı! Bu itiraz sahiplerinin unuttuğu ikinci şey: Barış isteyenler! Bu itiraz sahiplerinin unuttuğu üçüncü nokta: Bir mücadele konusu olarak barış sürecinin tüm başlıklarda süren ve sürecek olan mücadelelerden kopartılamayacağı. Unuttukları en önemli nokta ise, özellikle bu itirazı solculuk maskesiyle yapanların sosyal şovenist oldukları gerçeği. Çünkü, savaşan Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını, ezilen halkın haklarının kazanılması sürecinde göstereceği inisiyatifin koşulsuz bir şekilde desteklenmesi zorunluluğunu unutmuş görünüyorlar. Kürtler savaşacak. Yaklaşık 50 bin kişi ölecek bu savaşta. Ölenlerin büyük çoğunluğu Kürt olacak üstelik. Buna rağmen milim geri adım atmamış olacak mücadelede. Mücadelenin bir aşamasında devleti masaya oturmaya ikna edecek. Bir dizi kazanım elde edecek. Çözüm sürecini başlatacak. Süreçten tüm zorluklarına rağmen vaz geçmeyecek. Çözüm süreci müzakere sürecine evrilecek. Ve ezilen halk barışın baharında kazanımlarının tadını çıkartmak için şenlik ateşini yakmak üzereyken, kafalarındaki Mustafa Kemal kalpağını çıkartamayan ulusalcı Türk usulü solcular ve en az o kadar kibirli demokrat maskeli şovensitler, Kürtlere akıl verme yarışına girecek. Sosyalist İşçi bu gibilere, “Çekiliniz, gölge etmeyiniz!” denmesini salık veriyor. Şimdi hepimizin bir görevi var: Sürecin kalıcı bir barış sürecine verilmesi. Kürt halkının somut kazanımlar elde etmesi. Kürt halkının somut kazanımlarının başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenlerin kazanımına dönüşmesi. Bunun için atılacak adım açık. Sokakta mücadele! Barış için, kalıcı barış için mücadele! Demokrasi için mücadele! Yeni bir anayasa için mücadele! Kadın özgürlüğü için mücadele! İşçilerin ekonomik ve siyasal haklarını kazanılması için mücadele. Diğer adımsa, sandıkta HDP için çalışmak. Barış sürecinin kalıcı hale gelmesi için oylarımız HDP’ye. Barajı yıkmaya. Barışın partisini meclise taşımaya. Erdoğan’ın korkulu rüyası budur işte!
Hükümet ve HDP çözüm süreci heyetlerinin başbakanlık konutunda ortak açıklamayla yaptığı barış duyurusu çözüm sürecinin başladığı günden beri atılan en önemli adım. Bu, çözüm sürecinden müzakere sürecine geçilmesi anlamına geliyor. Bu yüzden çok önemli. Müzakerelerin hangi başlıklarda süreceğini, nasıl derinleşeceğini ve neleri hedefleyeceğini gösteren 10 maddelik açıklama, zaman zaman sıkıntıya düşen sürecin ulaştığı zirve noktası oldu. Açıklamanın bir başka önemi ise, “Terör örgütü yönetici” olmakla suçlanan Abdullah Öcalan’ın hazırladığı yol haritası metninin, başbakanlık ofisinde yanlarında devlet bakanlarının olduğu halde HDP heyeti tarafından okunmuş olmasıdır. Bu, Kürt halkının mücadelesinin ve taleplerinin haklılığının devlet tarafından kabul edildiğinin en net kanıtıdır. Hükümet gerçeği gizlemek istiyor Cumhurbaşkanı, hümümet sözcüleri, tüm merkez medya, açıklamada Abdullah Öcalan’ın silahsızlanma çağrısı yapmasını öne çıkarttı ve bu yüzden heyecanlandılar. Oysa bu tek başına bu kadar heyecan yaratacak
bir öneri değil. Önemli olan, Öcalan’ın mesajının çözüm sürecinin geleceği ve demokratikleşme açısından sahip olduğu kapsam. Hükümet ve devlet çözüm sürecinde ulaşılan noktayı kendi zaferi olarak ilan etmeye çalışıyor. Silahsızlanmayı bir zafer hamlesi olarak öne çıkartmaya çalışmalarını nedeni bu. Oysa ortak açıklamanın önemi, Abdullah Öcalan’ın silahsızlanmayı da kapsayan ve nihai adımı demokratik ve yeni bir anayasa olan demokratik siyaset vurgusu. Demokratik siyasete yönelik vurgunun sadece PKK’ye yönelik ol-
KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN YAPILACAK MÜZAKEREYE, ABDULLAH ÖCALAN’IN ÖNERDİĞİ ÇERÇEVE: 1. Demokratik siyaset; tanımı ve içeriği 2. Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması 3. Özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri 4. Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına dönük başlıklar 5. Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları 6. Çözüm sürecinin yol açacağı yeni güvenlik yapısı 7. Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri 8. Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik ve eşit mekanizmaların güvenceleri 9. Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması 10. Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa.
Abdullah Öcalan’ın önerisi, silahsızlanma ve demokratikleşmenin aynı anda işleyen, birbirini destekleyeek ilerleyen süreçler olması. Devletin şiddet uygulamaktan vazgeçmesi, siyasal demokrasinin sınırlarını genişleten hamleler yapması, örgütlenme ve gösteri özgürlüklerinin önündeki tüm engellerin kaldırılması silahsızlanmayı hızlandırmakla kalmayacak, Kürt halkının en temel haklarının da kazanılması anlamına gelecek.
MÜZAKERE SÜRECİ VE BARIŞ HAREKETİ Müzakere süreci için Kürt hareketinin önerdiği tüm başlıklar, demokrasinin sınırlarının genişlemesini hedefliyor. Kürt halkı batıda aralarında DSİP’in de olduğu çok az sayıda kurum dışında hemen hemen tek başına mücadele ederek çözüm sürecini buraya kadar taşıdı. Fakat çözüm sürecinin bu noktaya gelmesinde barış kampanyalarının da rolü var, süreci dikkatli bir şekilde izleyen batı işçi sınıfının gönülden desteğinin rolü de. Çözüm süreci başladığından beri tüm kamuyou yoklamaları sürecin nüfusun büyük çoğunluğu tarafından desteklendiğini gösteriyor. Ulusalcılar, ırkçılar, faşistler, Ergenekoncular dışında kalanlar süreci çeşitli derecelerde ve şekillerde destekliyor. Artık müzakere evresine sıçrayan çözüm sürecinin güçlenmesi ve kalıcı bir barış sürecine evrilmesi için ise bu destek düzeyini ileri çekmek, sokakta görünür kılmak ve kitlesel bir barış hareketine dönüştürmek gerekiyor.
umuda, barışa öyle açız ki..
“Kürt halkı gibi bir halk dağdakileri kolaylıkla indirir. Kimse çocuklarının ölmesini istemiyor. Kürt halkı barış istiyor.” Yaşar Kemal
duğunu düşünenler, kendi demokratlıkları hakkında fazlasıyla iyimserler.
KARGA KAFASI
KEMAL GÖKHAN GÜRSES
3
GÜNDEM
AKYÜREK YETMEZ: BU DAVA PARALELE SIĞMAZ! Hrant Dink cinayetinde payı olan tüm devlet görevlileri,
Hükümet ve İmralı heyetinin ortak
Bu doğru aşıldı.
Konu hakkında herkes yazıyor ve uzun analziler okuyoruz. Ben sadece, bir noktaya, Erdoğan’ın kibrine değinmek istiyorum. Çünkü çözüm süreci, siyasi yaklaşımlar kadar, kimin ne kadar yıpratıcı bir üslup kullanıp kullanmadığı tarafından da belirleniyor. Erdoğan ise dozunu artıran bir şekilde ağzını
Tümgeneral Metin Yavuz Yalçın, Balyoz Darbe seminerinde geleneğini, darbeci geçmişini hatırlayarak şunları söylüyordu: “...12 Eylül öncesinde ülke yangın yerine dönmüştü. Her gün 50 tane insan ölüyordu. Sağ sol biğrbirine girmişti. Ama bir 12 Eylül darbesi bütün bunların hepsini ortadan kaldırdı. O ülke süt liman haline geldi...bir 12 Eylül gibi harekatın baştan itibaren organize edilmek suretiyle...” Çetin Doğan liderliğindeki cuntacılar camilere saldırılar düzenlemeyi, provokasyonlar yoluyla kaotik bir ortam
İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda yapılan ırkçı
bo-
zuyor. Murat Belge’nin dediği gibi, Erdoğan’ın siyasi
Oysa biz biliyoruz ki, yargı sürecinde ne kadar eksiklikler bulunursa bulunsun, Balyoz gerçek bir darbe planıdır. Dava sadece dijital delillerden ibaret değil, dijital deliller de sahte değil. AİHM, davayla ilgili delillerin “somut ve meşru” olduğuna, Çetin Doğan’ın tutukluluğunun yasal olduğuna karar vermişti.
26 Şubat tarihinde Hocalı bahanesiyle ırkçılar Türkiye’nin çeşitli yerlerinde irili ufaklı gösteriler düzenlediler.
bir algı. Çözümsüz olduğu düşünülen bir
sorunda çözüm sürecinin en önemli eşiklerinden birisi
BALYOZ BELGELERİNİ YAYIMLAMAK SUÇ DEĞİLDİR!
ATALARININ YAPTIĞI SOYKIRIMLA ÖVÜNENLER
basın toplantısı
böyle algılanıyor.
Oysa Dink cinayeti millî bir mutabakatla işlendi. Planlayanlar ve gerçekleştirenler, hükümete karşı bir darbe hazırlığında olan darbeciler ve çetecilerdi. Ancak gerek AKP’ye yakın devlet görevlilerinin, gerekse Gülen cemaatinden isimlerin olup bitecekten haberi vardı. Ermeni bir gazeteciyi öldürmeyi planlayanlar, buna sessiz kalanlar, ihmalleri gerçekleştirenler ve tetiği çekenler: Hepsi, Türkiye devletinin ne olduğunu ortaya koyuyor. Akyürek’le sınırlı kaldığı sürece davada gerçek bir ilerleme söz konusu olamaz. Dink cinayetinde payı olan tüm devlet görevlileri yargılanmalı!
HAFTANIN IRKÇISI
Kürt halkı coşku içinde. Kürt halkının özgürlük için 30 tünelin sonunda ışık göründü gibi.
Emniyet İstihbarat eski Şube Başkanı Ramazan Akyürek de bunlardan biri. Şimdi tutuklanmasının sebebi ise Dink cinayetini işleyen örgütle gerçek bir hesaplaşma değil, hükümetin “paralel yapı”ya karşı verdiği mücadele.
Baransu’nun tutuklanması, AKP’nin yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının gerçek dışı olduğunu iddia edebilmek için, yargının “paralel yapı” tarafından ele geçirildiğini ve daha önce de benzer şekilde TSK’nın üst düzey komutanlarına “kumpas” kurulduğunu anlattığı planın bir parçası ve devamı.
BARIŞ, ERDOĞAN VE KİBİR yıldır mücadele eden kesimleri coşku içinde. Nihayet,
yıllardır AKP tarafından kollanıyor, hatta terfi ettiriliyor. Beşiktaş ve Çağlayan adliyelerinde her davayı takip eden aktivistler, Dink ailesinin avukatları, yıllardır bu isimleri dillendiriyor ve sorumluların yargı önüne çıkıp cezalandırılması için mücadele ediyorlar.
Genelkurmay Başkanlığı, 27 Aralık 2013’de, “TSK’nın muvazzaf ve emekli personelinin yargılandığı davalarda TSK’yı hedef alacak şekilde suç delilleri üretildiği, davalarda görev yapan adli kolluk, savcı ve hakimlerin yargılamada savunmanın görüşlerini dikkate almadığı, suç delillerini manipüle ettiği” gerekçesiyle yaptığı suç duyuyurusunun üzerine, gazeteci Mehmet Baransu, “Devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme, amacı dışında kullanma, hile ile alma, çalma” ve “Devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme” suçlamalarıyla tutuklandı.
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
yaratmayı, askeri birliklere saldırılar düzenleyip “şeriatçılar yaptı” demeyi, Yunanistan ile askeri gerginlik yaratmayı ve bunun için gerekirse bir TSK uçağını düşürmeyi, meclisin üzerinden savaş uçaklarını uçurmayı, askeri yönetim geldikten sonra toplu tutuklama dalgalarını, darbeye direnecek Kürtlere ve Batı’daki aktivistlere “İsrail tipi” müdahalede bulunmayı ve bir Balyoz hükümetini işbaşına getirmeyi planlıyorlardı. “Devletin güvenliği” için ele geçirildiği iddia edilen gizli belgelerde bunlar anlatılıyordu. Gazetecilik, tam da bu tip belgelere ulaşma ve bunları halka açıklama faaliyetidir. Balyoz Planı ortaya çıktıktan sonra darbe karşıtları derhal yargıya başvurmuş ve cuntacılara karşı birçok şehirde kitlesel gösteriler düzenlenmişti. AKP şimdi Ergenekon ve Balyozcularla kurduğu ittifak sonucu, askeri vesayet rejimini yıkmak isteyenlerin elde ettiği tüm kazanımlara saldırıyor.
kararlarıyla ilgili sorunlar kadar, kendisi gibi düşünmeyen herkesi aşağıladığı, düşmanlaştırdığı ve kitlelere hedef gösterdiği üslubu Türkiye politikasının temelli bir sorunu haline gelmeye başladı. Başbakanlık Ofisi’ndeki ortak açıklamanın ardından Erdoğan, aynı kibriyle, bu kez de HDP-Kandil ve Abdullah Öcalan arasında bölünmüşlük izlenimi vermeye çalışıyor. Esasında hatırlatmak lazım: Hani “PKK eşittir IŞİD”di? Ne oldu? Nerede o derin analizler? Erdoğan, yüzde 50’yi yüzde 50’ye karşı örgütleme operasyonuna kendisini o kadar kaptırdı ki, üzerlerinde hiçbir etkiye sahip olmadığı Kürt hareketinin çeşitli bileşenleri arasında da bir kutuplaşma, bölünme stratejisi izlemekten kendisini alamıyor. Ama boşuna. Yalçın Akdoğan da bir kaç ayda bir bu taktiğe tutunuyor. Her defasında başarısız oluyor. Aralarında bazı farklılıklar olsa da Kürt hareketinin çeşitli parçaları, Kürt sorununun çözüm sürecinin esaslarına
dair anlaşmış durumda. Esasa dair Kandil,
HDP ve Öcalan arasında farklılık yok. Erdoğan başarısızlıkla sonuçlanacağı açık olan Kürt
gösteride faşist katil Ogün Samast lehine sloganlar atılırken, “Genç Atsızlar” isimli bir grup Türkiye’nin çeşitli kentlerine Ermenilere yönelik ırkçı afişler astı.
hareketini bölme stratejisine derhal son vermeli ve
Irkçılar bu afişlerin birine “Yurdumuzun Ermenilerden temizlenişinin 100. yıldönümü kutlu olsun. Şanlı atalarımızla gurur duyuyoruz” yazarak, Ermeni soykırımını kabul ettiklerini ve bu insanlık suçunu üstlenmeye devam ettiklerini de ifade etmiş oldular.
yolsuzluk yapan siyasiler, Abdullah Gül, Bülent Arınç,
Bir buçuk milyon Ermeni’yi en acımasız yöntemlerle katledenlerin, insan yaşaması mümkün olmayan çöllerde ölüme gönderenlerin bugünkü uzantısı olan Genç Atsızlar grubu, soykırımı üstlenmesinde gösterdiği açık sözlülükle haftanın ırkçısı olmaya hak kazandı.
Örgütlü bir halkı bölmek, Abdullah Gül ya da Mer-
dikkatini, kendi saflarındaki bölünmeye yoğunlaştırmalı. Kötü kokular geliyor AKP saflarından. Erdoğan, Ali Babacan, Merkez Bankası tartışmaları, başkanlık tartışmaları. Erdoğan AKP’nin bölünmüşlüğünün derdine yanmalı. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olma ihtimali var.
kez Bankası başkanını fırçalamaya benzemez. Bölüyorum diye düşünürken, bölünürsünüz de haberiniz olmaz.
4
DÜNYA
SYRİZA’DAN GERİ ADIM
İSPANYA’DA ÖĞRENCİLER ÖZELLEŞTİRMEYE KARŞI SOKAKTA
ΑΝΤΑΡΣΥΑ (Antikapitalist Sol Cephe) AB kurtarma paketini imzalanmasını protesto etti.
Yunanistan’da kemer sıkma politikalarına son vereceği
vaadiyle 25 Ocak seçimlerinde iktidara gelen Syriza AB kurumlarıyla yaptığı anlaşmayla savunduğu politikalardan önemli tavizler vermeyi kabul etti. Yapılan anlaşmayla AB’nin kurtarma paketi 4 ay daha uzatıldı. Anlaşmaya göre Troyka olarak anılan üç kurum (AB Komisyonu, AB Merkez Bankası ve IMF) hükümetin kemer sıkma politikalarına karşı olan reformlarını veto edebilecek. Anlaşmada zenginlerin vergilendirilmesi, vergi kaçakçılığı ile mücadele gibi maddeler olsa da anlaşmanın özü Syriza’nın Selanik Programı’nda savunduğu politikalardan vazgeçip, neoliberal politikanın sınırlarına hapsolmasını hedefliyor. Syriza daha önce yapılan özelleştirmeleri iptal etmeyecek aksine yeni özelleştirmelere gidecek. Asgari ücretin kesintiler öncesi düzeye çıkarılmasından vazgeçilecek, maaşlardaki artış “sosyal tarafların görüşmesine” başka bir ifadeyle sendikalarla sermaye kurumlarının müzakerelerine KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse
UKRAYNA: EMPERYALİZMİN OYUN ALANI Günümüzde dünyada emperyalizmin oyun alanı haline gelmiş, emperyalistlerin karşılıklı güçlerini sınadıkları üç alan var: Uzak Asya, Ortadoğu ve Ukrayna. Bir süreden beri Ukrayna, Rusya’ya bağlı kalmak isteyen doğu ve Avrupa Birliği’ne katılmak isteyen batı bölgesi olarak ikiye bölünmüş durumda. Rusya Ukrayna’nın batıya dahil olma fikrine dayanamadığı için ülkede istikrar sağlanmasını engellemek için elinden geleni yapıyor. Bu bölünmenin Ukrayna işçi sınıfı, ezilenler açısından savaş ve çatışmanın getirdiği zorlu yaşam koşulları dışında hiçbir anlamı ve faydası yok. Bu kriz hiçbir zaman demokrasi ya da Ukrayna’nın bağımsızlığı ile ilgili olmadı. Mesele bu bölünmeden kimin yararlanacağı idi. Nihayet geçen hafta Avrupalı ve Ukraynalı politikacılar Rusya Başkanı Vladimir Putin ile bir ateşkes imzaladılar. Ancak bu ateşkes her iki tarafa da zaman kazandırmaktan başka bir işleve sahip gibi görünmüyor. Gerilim hala devam ediyor.
bırakılacak. Yoksullara vergi muafiyeti getirilmesi ve ENFIA emlak vergisinin iptal edilmesinden de vazgeçilecek. AB Yunanistan’la yürüttüğü görüşmelerde onu borcu ödemeyi kabule zorluyor ve ülkenin durumunun kemer sıkma politikalarını sürdüren diğer ülkelere de ibret olması için çabalıyor. Yunanistan’ın borcunu ödeyemeyeceği genel kabul görmesine rağmen borcun ödenmesi için zorlayan Troyka, borcu ülke üzerindeki neo-liberal hegemonyayı sürdürebilmek için kullanıyor. Ancak Syriza’nın bu geri adımına yönelik hem Syriza içinde hem de sokakta yoğun bir tepki var. Antikapitalist Sol Cephe (ANTARSYA) bir eylemle hükümete karşı çıkarken Syriza’nın solundaki pek çok milletvekili de anlaşmanın imzalanmasına karşı çıktı. Syriza merkez komitesinin son toplantısında komite üyelerinin %41’i anlaşmaya karşı yönde oy kullandı. Ukrayna cumhurbaşkanı Petro Poroshenko, Rusya’nın desteklediği ayaklanmacıların anlaşmayı tehlikeye attığını söyledi. Bu anlaşmaya göre Ukrayna’nın silahlarını cephe hattının 50 km gerisine çekmesi gerekiyor. Dolayısıyla şimdi her iki taraf cephe hattının neresi olduğu konusunda kavga ediyorlar. Batılı liderler ise bölünmüş durumda. Almanya Başbakanı Angela Merkel artık ülkede istikrar isterken, ABD Başkanı Barack Obama hala Ukrayna ordusuna yardım göndermenin hesaplarını yapıyor. Uluslararası Para Fonu, Ukrayna’ya 11.4 milyar pound yardım göndermeyi kabul etti, fakat bunun karşılığı oldukça sert bir yapısal reform programının uygulanmasını talep etmek olacaktır.
İspanya’da öğrenciler eğitim sisteminin değiştirilmesine ve kamu üniversitelerinin özelleştirilmesine karşı onlarca şehirde sokağa çıktı. Öğrenci sendikasının çağrısıyla iki gün boyunca okullarını boykot ederken Barcelona ve Madrid’de binlerce öğrenci yürüdü. Barcelona’daki eyleme 5000 kişi katılırken bir rektörlük binası da öğrenciler tarafından işgal edildi. Öğrenciler bankalar kurtarılırken eğitime bütçe sağlanmamasını da Barcelona borsasına yumurta ve boya atarak protesto etti. Öğrenciler 4 yıllık yükseköğrenim ve bir yıllık yüksek lisans sisteminden (4+1) 3 yıllık yükseköğrenim ve 2 yıllık yüksek lisansa (3+2) geçilmesine karşı çıkıyor. Öğrenci sendikası bir sonraki boykotun 15-16 Mart’ta yapılacağını duyurdu.
KÜRESEL MÜCADELELER Gana: Elektrik kesintileri halkı isyan ettirdi. Başkent Akra’da yürüyüş yapan yüzlerce kişi, hükümeti protesto etti. İtalya: Başkent Roma’daki Piazza del Popolo meydanında faşist parti Kuzey Ligi göçmenlere karşı eylem yaparken, Piazza Vittorio meydanında sol hareketler milliyetçiliğe karşı bir araya geldi. İki gösteriye de 40 bin kişi katılırken, göçmenlerin kovulmasını isteyen ırkçılar ‘Yabancılar giremez’ pankartlarıyla yürüdü.
Bu arada yaptırımlar ve sürekli oynayan petrol fiyatları Rusya ekonomisine zarar veriyor. Putin ise zaman kazanmaya ve Ukrayna’yı kaos içinde tutmaya devam etmeye çalışıyor. Poroshenko ise ateşkesi Ukrayna’nın topraklarını geri kazanması için kullanmak istiyor. Israrla ona savaşı kazandırabilecek silahlar edinmek istiyor.
Hong Kong: Endonezyalı hizmetçisi Erwiana Sulistyaningsih’e işkence etmekten suçlu bulunan Law Wan-tung’u 6 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme önünde gösteri yapan hizmetçiler yasaların değişmesini istiyor. Hong Kong’ta Endonezya ve Filipinler’den gelen 300 bin kadın ev işçisi olarak çalışıyor.
Bu durum Ukrayna’yı aracılarla devam eden sürekli bir savaşın içine sokuyor. Açık ki her iki taraf da öldürücü darbeyi indiremeyecek kadar zayıf, fakat çatışmayı devam ettirecek kadar da güçlü. Bunun bedelini de her zamanki gibi sürekli çatışmanın verdiği dehşet ve korkuyla zor şartlarda yaşamak zorunda kalarak sıradan insanlar ödüyor.
Meksika: Acapulco kentinde daha iyi çalışma şartları talebiyle sokaklara dökülen öğretmenlerle polis arasında çatışma çıktı. Çatışmada bir kişi hayatını kaybetti, onlarca kişi de yaralandı. Ülkenin en büyük öğretmen sendikası CETEG’nin üyeleri ayrıca geçen yıl Eylül ayında kaybolan 43 öğrenciyle ilgili soruşturmanın adil bir şekilde yapılmasını da istiyor.
RÖPORTAJ
5
“İhtiyacımız olan ulusal birlik hükümeti değil, işçi hükümeti” DSİP’in Yunanistan’daki kardeş örgütü SEK (Yunanistan İşçi Partisi) üyesi Sotiris Kontogiannis ile Syriza’nın seçim zaferini ve Yunanistan’da bundan sonra yaşanabilecek olası gelişmeleri konuştuk. Arife Köse: Yunanistan’ı bu noktaya getiren kriz ne zaman ve nasıl başladı? Sotiris Kontogiannis: Uluslararası arenada 2007’de başlayan bu krizin Yunanistan’da gözle görünür hale gelmesi 2008 yılında oldu. 2009’da genel seçim oldu. Seçimi Papandreu, yani sosyal demokratlar kazandı. Bu dönemde Yunanistan Troika’dan (Avrupa Merkez Bankası, Uluslar arası Para Fonu ve Avrupa Birliği) 240 milyar Euro aldı. Ardından arka arkaya momerandumlar sonucunda Yunanistan ekonomisi neredeyse tamamen iflas etti. Gayri Safi Yurt İçi Hasıla yüzde 30 azaldı. İşsizlik genel nüfus içinde yüzde 25’e ve gençler arasında yüzde 60’a yükseldi. Yoksulluk aşırı yükseldi. Arabalarda yaşayan insanların sayısı arttı. 300 bin eve hiçbir şekilde elektrik verilmiyor çünkü bu insanlar elektrik faturalarını ödeyemiyor. Peki halkın krizin sonuçlarına yönelik tepkisi ne oldu? İnsanlar bu yaşam koşullarına değil onu yaratan neo-liberal tasarruf programına, yani özelleştirmelere, işsizliğe, iş yerlerinin kapanmasına, emekli maaşlarının kesintiye uğramasına ve ücretlerinin ödenmemesine tepki gösterdi. Ne zaman bir saldırı olsa işçi sınıfı buna yanıt verdi. Son dört yıl içinde ülke çapında 30’dan fazla genel grev yaşandı. Syriza’nın iktidara gelmesi bize neyi gösteriyor? Syriza’nın iktidara gelişi insanların yönünü kitlesel bir şekilde sola döndüğünü, bilinçlerinin değiştiğini gösteriyor. Solda döndükleri yer ise Syriza oldu. Neden soldaki başka bir partiye (Komünist Parti ya da Antarsya) değil de Syriza’ya döndükleri sorusunu ise şöyle yanıtlayabiliriz: Komünist Parti hareketin bir parçası değil. Çok sekter ve sürekli umutsuzluk anlatıyor. Örneğin Sintagma’da eylemler olduğunda Komünist Parti gidip başka yerde eylem yaptı. Sürekli kendilerini hareketten ayrı tuttular. Dolayısıyla insanlar kendilerini Komünist Parti ile özdeşleştiremediler. Antarsya ise çok küçük.
hükümetin bütçeyi tehlikeye atacak herhangi bir adım atmasını engelliyor. Dolayısıyla Syriza’nın seçimden önce vaat ettiklerini bu şartlar altında nasıl gerçekleştireceği meçhul. Yunanistan işçi sınıfının mücadele deneyimine baktığımda şunu söyleyebilirim ki bunun kesinlikle sonuçları olacaktır. Bu anlaşmanın amacının Yunanistan’ı krizden kurtarmak değil Avrupa’ya daha da bağımlı hale getirmek olduğu söyleniyor. Buna katılıyor musunuz?
Syriza’nın programı radikal sol bir program. Radikal sol olması ise şundan kaynaklanıyor; bu program hareketin sloganlarını ve taleplerini yansıtan bir program. Örneğin seçimlerden önce Syriza’nın vaadi çok netti, eğer kazanırsak bu momerandumu tanımayacağız, borcu ödemeyi reddedeceğiz diyordu. Bu aslında Syriza’nın değil hareketin talebiydi. Dolayısıyla Syriza hareketin söylediklerini söylüyordu, yani onu yansıtıyordu.
Avrupa Birliği uluslararası bir emperyalist örgütlenme. Yunanistan ise bu birliğin bir parçası. Euro olmadan Yunanistan’ın 2008 öncesinde Balkanlar’da bu kadar güçlenmesi imkansızdı. Euro ile birlikte Yunanistan’ın eline uluslararası para birimi gibi güçlü bir silah geçmiş oldu. Tabii ki Yunanistan bunu kaybetmek istemiyor. Dolayısıyla şu anda Yunanistan Almanya’ya ya da Avrupa Birliği’nin geri kalanına karşı savaşmıyor. Bu bir sınıf savaşı. Yunanistan’daki işçi sınıfı ile Almanya’daki işçi sınıfının kaderi bu savaşta ortak. Ama şu anda Syriza bu ortaklığı ve bunun bir sınıf savaşı olduğu gerçeğini öne çıkarmıyor.
Peki seçimden sonra ne oldu?
Peki ne yapıyor?
Seçimden sonra ise açıkçası bir hayal kırıklığı yaşandı. Çünkü Syriza seçimlerden önce bu momerandumu yırtıp atacağını vaat ederken seçimlerin ardından ilk yaptığı iş onu uzatmak oldu. Syriza seçimden önce var olan paranın krizin neden olduğu insani yıkımı ortadan kaldıracak şekilde kullanılacağını vaat ediyordu. Çok somut bir programı vardı. Programda yoksullara elektrik, gıda yardımı yapmak gibi maddeler vardı. Ancak son yapılan anlaşma
Syriza işçi sınıfına dayanıyor olmasına rağmen, solun ya da işçi sınıfının değil bütün Yunanistan’ın hükümeti olmaya çalışıyor. Dolayısıyla görüşmelerde bütün Yunanistan’ı temsil ediyor. Avrupa Birliği’ni kemer sıkma politikasının yanlış olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Ama AB bunu zaten biliyor. Ancak bir çözümleri yok. Varoufakis, Troika ile toplantıya gittiğinde aslında elinde gerçekten güçlü silahlar vardı. Ancak Varoufakis ne yaptı? Toplantıya gitti ve bütün
Syriza’nın programı ile bu hareket arasında nasıl bir bağlantı var?
Yunanistan halkı adına Almanya ve Avrupa’ya karşı mücadele etti. Dolayısıyla mesele sınıf savaşı olmaktan çıkıp uluslararası bir mücadele görünümü kazandı. Peki sence Yunanistan’ın buna tek başına meydan okuması mümkün mü? Ya da soruyu şöyle soracak olursak; tek ülkede demokrasi mümkün mü? Eğer gerçek demokrasiye sadık kalırsa evet. Bundaki tek silahı ise diğer ülkelerdeki işçi sınıflarıdır. Yunanistan’da şu anda bir sınıf savaşı yaşandığını herkes biliyor. Eğer Syriza bunu net bir şekilde dile getirse, bütün sermayeyi karşısına alma cesaretini gösterse Merkel’in bunu Alman işçi sınıfına açıklaması çok zor olur. Eminim Alman işçi sınıfının Syriza’nın yaptıklarına ve Almanya’ya olan borcunu ödememesine hiçbir itirazı olmaz. Ama eğer siz hikayeyi bütün Yunanistan halkının bütün Almanya’ya ve Avrupa’ya karşı mücadelesi şeklinde kurarsanız o zaman Merkel’in Alman işçi sınıfının önünde Yunanistan ve Syriza’yı suçlaması çok daha kolay hale gelecektir. Çünkü eğer Syriza’nın anlattığı gibi bu ulusal bir mücadele ise neden Alman işçi sınıfı bizi desteklesin ki? Peki devrimci sosyalistlerin bundan sonra Yunanistan’daki stratejisi ne olacak? Her şeyden önce işçi sınıfının taleplerini desteklemeye devam edeceğiz. Eğer Syriza bu şekilde uzlaşmaya çalışmaya devam ederse Yunanistan işçi sınıfı ona da yanıt verecektir. Biz bu mücadelede yine işçi sınıfı ile birlikte olacağız, onun taleplerinin kazanması için mücadele edeceğiz. Ve tabii ki bunu yaparken en önemli bir başka işimiz de anti-faşist mücadele olacak.
6
GÜNDEM
SOKAKTA MÜCADELE, SANDIKTA HDP!
Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında Demirtaş’a destek yürüyüşü, İstanbul.
Kürt hareketi 2007 yılından beri genel seçimlere bağımsız
adaylarla girerek meclise temsilcilerini yolluyordu. Geçtiğimiz yaz gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise, Selahattin Demirtaş, Tayyip Erdoğan ile Ekmeleddin İhsanoğlu seçeneklerinde umut göremeyen Batılı seçmenlere de seslenen bir dille %9.8 oy almayı başardı. Bunun üzerine, HDP, 2015 Haziran’ında yapılacak seçimlere parti olarak girmeye karar verdi. 12 Eylülcülerin barajını yıkmak 1980 yılında darbe yapan Kenan Evren ve arkadaşlarının kurduğu rejim, %10 barajını Kürtlerin parlamentoya girmelerini engellemek için devreye sokmuştu. Bugün ise 12 Eylül ile hesaplaştıklarını iddia eden, her fırsatta demokrasi adına sandığa işaret eden AKP liderliği ve Tayyip Erdoğan, “istikrar” adı altında seçim barajını savunuyor. HDP’nin %10’u aşarak meclise 50’den fazla temsilci yollaması, her şeyden önce, bugün Erdoğan tarafından korunan baraja ve askeri vesayet rejimine bir darbe daha indirilmesi anlamına gelecek. Ancak seçimlerde HDP adına kazanılacak bir başarı, bundan çok daha fazlasını ifade ediyor. Kürt hareketinin meşruiyetinin kabulü Kürt siyasetçilerin her 10 seçmenden en az birinin oyunu alması, “terörist” denilenlerin bugün çözüm sürecinde
muhatap alınmalarının yanı sıra, barış isteğinin tüm Türkiye toplumunda ne kadar güçlü olduğunun bir göstergesi olacak. Üstelik TBMM’ye çok sayıda adayla giren bir partinin bulunması, AKP’ye karşı muhalefeti güçlendirdiği gibi, sokakta mücadele edenlere de moral verecek ve nefes alma imkanı yaratacak. Milliyetçiliğe atılan okkalı bir tokat HDP’nin seçimlerde alacağı her oy, çözüm sürecinin sona erdirilmesini isteyenlere, Türklerin Kürtlerden üstün olduğunu düşünenlere, ırkçılara ve milliyetçilere vurulmuş büyük bir darbe olacak. HDP’nin alacağı her oy, bu milliyetçi egemen ideolojinin sözcülerinin, darbeci paşaların, Ergenekoncuların uykularını kaçıracak. HDP’nin alacağı her oy, Ermeni Soykırımı’nın tanınması ve inkâr politikalarının sona ermesi için mücadele eden aktivistlerin bir zaferi olacak. Otoriterliği durdurmak için HDP! HDP’nin meclise girmesi, yalnızca aritmetik gerekçelerle değil, AKP’nin otoriterleşme eğilimlerine direnişin bir bütün olarak güçlenmesi için son derece faydalı olacak.
Bugün İç Güvenlik Paketi’ni reddediyor, ona karşı direniyoruz. Kürt halkı ise on yıllardır İç Güvenlik Paketi’nde yazan uygulamaların, olağanüstü hâl yasalarının uygulandığı bir bölgede yaşıyor. Ve buna direniyor. Kürt vekillerin varlığı, bizzat bu pakette öngörülen uygulamaların boşa çıkartılmasıdır. Özgürlük için HDP! HDP’li vekiller, bugüne kadar özgürlük için verilen tüm mücadelelere destek oldular. Hakları için greve çıkan metal işçilerinin de yanında oldular, patronların ve hükümetin kâr hırsına karşı doğayı ve yaşam alanlarını savunan köylülerin de. Gezi Parkı’nda ağaçları kesmek isteyenlerin de karşısına dikildiler, kirli enerji politikalarını hayata geçirmeye çalışanların da. LGBTİ bireylerin hakları için de gösterilere katıldılar, kadın cinayetlerinin önlenmesi için de. Baskıya ve zulme karşı mücadele edenler, sokakta kampanyalar inşa edenler için HDP’nin mecliste olması, kendi seslerine katılan güçlü bir ses, özgürlük arayışına büyük bir destek olacak. Sokakta mücadele etmeye devam edeceğiz. Bunun bir uzantısı olarak seçimde HDP’ye oy vereceğiz!
GÜNDEM
BARAJI AŞACAĞIZ! Farklı şirketlerin yaptıkları anketlerde, HDP’nin oyları barajın hemen üstünde veya altında çıkıyor. Sınırdayız. Aynı anketlerde öne çıkan bir başka gelişme ise, kararsızların oylarındaki artış. Anketler, AKP tabanının bir bölümünün partisinden soğuduğuna, ancak CHP ve MHP’den oluşan muhalefete de ilgi göstermediğine işaret ediyor. Gezi direnişinden beri politik yelpazede bir boşluk göze çarpıyor. Bu durum, HDP’nin %10’u geçme konusunda ne kadar avantajlı bir durumda olduğunun da göstergesi. Çözüm ve barış için HDP! Türkiye devleti, on yıllar süren inkâr ve imha politikalarını, on binlerce kişinin hayatını kaybettiği savaşın ardından, Kürt hareketini ve halkını yenemediğini kabul etti. Başbakanlık ofisinde, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çözüm için önerdiği 10 maddelik taslak metin okunmak zorunda kaldı. Bu, HDP’nin AKP ile anlaştığı veya teslim olduğu anlamına gelmez. Tam tersine, Kürt halkının özgürlüğü için mücadele edenler büyük bir kazanım elde etti.
rin yaşam koşullarının ve her şeyin önünde duruyor. Yolsuzluk ve rüşvet çarkı AKP’yi beslerken, “ekonomik büyüme” bir türlü tabana, sıradan insanların hayatına yeterince yansımıyor. HDP bu kirli düzene, Soma’dan Ermenek’e madencileri mezara gömen politikalara, iş cinayetlerine ve işçilerin fıtratında ölümün olduğunu söyleyen neoliberal kibre karşı duruyor. Kutuplaşmaya karşı HDP’nin lideri Demirtaş, “İnsanları AKP’ye oy verdiği için ‘Müslüman-Sünni’ olarak kategorize edip onları ‘akılsız’ olarak yorumlarsanız bu kitleyi zaten AKP’ye terk etmiş olursunuz” diyor. AKP’nin yarattığı, CHP ve MHP’nin derinleştirdiği kutuplaştırma politikalarına karşı duruyor. Bir yandan AKP’nin başkanlık sistemine asla evet demeyeceğini söylüyor. Diğer yandan da AKP’yi yenmek için AKP’nin tabanındaki yoksul emekçilerin kazanılması gerektiğini söylüyor. Alevilik-Sünnilik, dindarlık-sekülerlik ikilemlerine karşı HDP, sınıfsal temellerde, gerçek eşitliği ve özgürlüğü savunan politikalar vaat ediyor.
Ancak yetmez. Çözüm süreci AKP’nin insafına bırakılamaz. Gerçek bir barış isteyenler, bu sürecin bir tarafı olan, Kürt halkının eşitliği ve özgürlüğü için mücadele eden HDP’ye oy vermeli.
HDP, devletin düşman bellediklerini, Gezi’de “çapulcu” denilenlerle Kürdistan’da “terörist” denilenlerin birliğini sağlamayı hedefliyor. Bir yandan Alevi toplumunun taleplerini savunurken bir yandan da 28 Şubat mağduru başörtülü aktivist Hüda Kaya’yı vekil adayı yapıyor.
Neoliberalizme karşı HDP
Faşizme karşı HDP
Selahattin Demirtaş açıkça ifade etti: AKP, İslamcı bir parti değil: “Onu motive eden temel mesele ekonomik çıkarlar, bu çıkarlar etrafında birleşiyorlar. Neoliberal ekonomiyi savunan, kapitalizmin nimetlerinden faydalanan bir koalisyon bu.”
MHP’de yine savaş tamtamları çalınıyor. Çözüm sürecindeki her gelişme, faşist partiyi çıldırtıyor.
AKP, esnek, güvencesiz ve taşeron çalışmayı dayatan, hayatın her alanını piyasaya açmak isteyen, grevleri yasaklayan ve her zaman patronların yanında olan bir parti. Şirketlerin kârı, AKP için doğanın, canlı yaşamının, işçile-
Ege Üniversitesi’nde Kürt öğrencilerin standına saldırmak isteyen ülkücülerden birinin, fakülte “reisinin” ölmesinin ardından ise Ülkü Ocakları harekete geçti. Birçok yerde HDP bürolarına saldırılar, linç girişimleri denendi. MHP, barışın rafa kaldırılması için pusuda bekliyor. 2015 seçimlerinde HDP’nin barajı geçmesi, faşist hareketin tarihsel bir yenilgi alması için kritik önem taşıyor.
7
GÖRÜŞ Roni Margulies
DEVLET, DERİN DEVLET VE DARBE “Derin devlet” ifadesi Latin Amerika’da, Yunanistan’da, bir de bizde var. Bildiğim kadarıyla başka ülkelerin siyasî söyleminde böyle bir ifade yok. İhtiyaç duyulmamış. Niye duyulmamış? Bizim “derin devlet” dediğimiz yapının kendisi mi yok dünyanın geri kalanında? Olmayan bir şeye isim takmak gerekmediği için mi ihtiyaç duyulmamış? Hayır, öyle değil? Devletin gizli kolları, yasal yollarla yapılamayan işleri yapmak için yaratılmış kurumları, “iç güvenlik” tehditlerini çaktırmadan ortadan kaldırmayı görev edinmiş silahlı “büroları” her yerde var. Doğu Avrupa ülkelerinde, Ortadoğu’da, egemen sınıfın istikrarsız ve kendine güvensiz olduğu ülkelerde zaten var, ama İngiltere, Fransa gibi “hukuk devletleri”nde de var. İngiltere’de 1960’larda İrlanda sorununu çözmeye yeltenen İşçi Partili Başbakan Harold Wilson’u devirmek için gizli servisin darbe planları yaptığı biliniyor örneğin. (Düşünün, Wilson alt tarafı Tony Blair’den azıcık daha radikal bir Başbakan’dı!) Fransa’da, Cezayir’deki kurtuluş mücadelesine verilen destek özellikle aydınlar arasında büyüdükçe, gizli devlet örgütlerinin yaptıkları biliniyor. İngiltere’nin sömürge İrlanda’yla, Fransa’nın sömürge Cezayir’le ilişkileri “devlet meselesi” olarak görülüyor, gelip geçici hükümetlerin bu meselelere el atması devlet aygıtı tarafından hoş karşılanmıyordu. Ama İngiltere ve Fransa’da “derin” denmiyor, çünkü biri derin, biri de sığ olmak üzere iki ayrı devlet olmadığı, sadece tek bir devlet olduğu biliniyor. Türkiye’de (ve dünyanın bütün ülkelerinde) de durum aynı. Deriniyle sığıyla tek bir devlet var. Ve bu devlet başka bir şey, hükümet başka. Devlet aygıtı kalıcıdır, değişmez, seçilmemiştir. Albay ve generallerden hakimlere, emniyet müdürlerinden valilere, kaymakamlardan rektörlere, müsteşarlardan büyükelçilere, aynı ideolojik eğitimi görmüş, aynı “yüce devlet” anlayışıyla yoğurulmuş dev bir kadrodan oluşur. Personel değişir, ama yapı değişmez. Bu devlet aygıtı, gerekli gördüğünde, “devletin âli çıkarları” için, “devletin bekası” için hükümetlerden habersiz işler yapar, hükümetlere müdahale eder. Bu yapının en üstünden birkaç önemli ismin değiştirilmesi, örneğin MİT’in başına Hakan Fidan’ın getirilmesi, HSYK’nın başkanlığına Rezalettin Asarkeser’in atanması hiçbir şeyi değiştirmez. AK Parti artık devleti kontrol ettiğini sanıyor galiba. Sanıyorsa yanılıyor. Başka herkes AK Parti’nin devletleştiğini sanıyor. Yanılıyorlar. AK Parti belki de devleti kontrol etmediğini biliyor, ama Ergenekoncuları, Balyozcuları salıvererek devletle bir anlaşmaya vardığını sanıyor. Öyleyse, yine yanılıyor. AK Parti devletle barışabilir, ama Kemalist devlet aygıtı AK Parti ile hiçbir koşulda barışmaz. Bu nedenledir ki, darbe tehlikesi hiçbir zaman gündemden düşmüş değildir, olamaz. Ve bu nedenledir ki, AK Parti’ye karşı mücadelede darbeciler, Silivriciler, Cumhuriyet mitingcileri, CHP gibileri hiçbir zaman müttefiğimiz değildir, olamaz.
8
GELENEK
KADINLARA ÖZGÜRLÜK! AMA NASIL? MELTEM ORAL
Özgecan Aslan’ın vahşice katledilmesinin ardından Türkiye’de epey önemli bir konu olan taciz, tecavüz, şiddet ve kadın cinayetleri hakkında daha önce hiç görülmedik bir tepki oluştu. Türkiye’nin dört bir tarafında kadın cinayetlerine karşı binlerce kişi sokağa çıktı. Bu tepkinin bir anda parlayıp sönen bir öfke patlamasıyla sınırlı kalmaması çok önemli. Devletin kadın politikalarında cinayetleri durdurmak üzere somut reformlar yapmasını sağlayacak ve toplumdaki cinsiyetçiliği geriletecek sürekli bir sokak aktivizmi için erkekliği, kadını ezen politikaların kökenini sık sık tartışmak gerekiyor. Dünyadaki kitlesel kadın özgürlüğü hareketinin 19. yüzyıla kadar uzanan güçlü bir mücadele tarihi var. Avrupa’da giderek yerleşen kapitalist üretim biçimi sadece insanları topraktan söküp fabrikalara tıkmakla kalmadı. Aynı zamanda o güne kadarki toplumsal ilişkilerin radikal bir şekilde dönüşmesine neden oldu. İşte bu dönem siyasette erkeklerle eşit haklara sahip olmak isteyen, oy hakkı için militanca eylemler yapan, eşit işe eşit ücret talep eden, kadınların üniversite eğitimi hakkını savunan bir kadın hareketinin güçlendiği yıllardı. Aradan geçen iki yüz yıl içerisinde kadınlar birçok hak kazandı. Buna rağmen İngiltere, Portekiz gibi ülkelerde kürtaj hakkına saldırılar, Hindistan başta olmak üzere dünyanın dört bir tarafında tacizin ve tecavüzün cezasız kalması gibi politikalar uygulanmaya devam ediyor. Cinsiyetçiliğin kökeni Bu politikaları yenebilmek için kadının ezilmesinin sınıflı toplumun ürünü olduğunu anlamak önemli. Cinsiyetçilik tek bir sınıfa özgü olmasa da kökeni sınıflı toplumların ve ailenin doğuşuna dayanıyor. Kadınların ezilmesini sona erdirmenin yolu bu ezilmişliğe yol açan koşulları ortadan kaldırmaktır. Sorunun yansımasını değil kaynağını söküp atmak bizi gerçekten özgürleştirebilir. Yani kadın özgürlüğü mücadelesi kapitalizme karşı mücadeleden bağımsız değildir. Bugünden kazanabileceğimiz pek çok reform olsa da, bu reformlar için bütün gücümüzle mücadele etmemiz gerekse de nihai kadın özgürlüğü ancak her türlü ilişkinin parayla veya güçle satın alınmadığı, satılabilir olmadığı bir toplumsal örgütlenmeyle mümkün olabilir. ‘ İşte bu insanlar dünyaya geldiği zaman bugün onların nasıl davranmaları gerektiği üzerine düşünülen şeylere hiç kulak asmayacaklar; kendi pratiklerini ve herkesin davranışını yargılayacakları kamuoyunu kendileri yaratacaklardır’. Başka bir deyişle bir şeyin yalnızca satın alındığı, sahip olunduğu, kullanılabilindiği müddetçe değerli olduğu toplumsal ilişkilerin ortadan kalktığı bir toplum başka türlü cinsellik, sevgi, ‘aidiyet’, yargı sistemini geliştirecektir. Kadının ezilmesine dair teorilerde yaygın olan görüşün aksine toplumdaki temel yarılma kadınlar ve erkekler arası değil sınıflar arasıdır. Yaşadığımız kapitalist toplumun temeli sermaye sahipleri ve işçiler olarak bölünmesidir. Dolayısyla kapitalizmi ve sermaye sınıfını yenebilecek güç işçilerin birliğidir. Kapitalizmden bağımsız olmayan kadının ezilmesi sorunu da ancak işçi sınıfının birleşik mücadelesiyle kazanabilir. Herkes için her şeyi değiştirmek Kadınların yalnızca kadınlar olarak örgütlenmesi gerektiği
fikri esasen toplumdaki temel yarılmaya ilişkin yanılsamadan kaynaklanıyor. Bağımsız kadın örgütlenmelerinin mutlaklığını savunanlar işçilerin kadın sorununda da birleşik mücadelesinin mümkün olabileceğini söyleyenlere çeşitli eleştiriler getiriyorlar. Birleşik mücadele önerisi ‘her alanda olmalıyız, kadınlar bizsiz iş yapamaz’ diye karikatürleştirilen ‘erkek’ ısrarından ibaret değildir. Ortak mücadeleyi savunan sosyalist kadınlar da var ve ‘erkeklikten’ kurtulamadıkları için değil kadın özgürlüğü konusunda politik olarak doğru hattın bu olduğunu düşündükleri için savunuyorlar. Ortak mücadele önerisi ‘birleşirsek daha kalabalık oluruz, iyi olur’ diye özetlenebilecek niceliksel bir kaygı da değildir. Bütün farklılıklarıyla ve çeşitliliğiyle işçi sınıfının ortak mücadelesi kazanabilecek tek mücadele formu olduğu için önemlidir. Değiştirmek istediğimiz sadece devletlerin sermayenin çıkarını gözeten kadın politikaları değil. Aynı zamanda bir egemen sınıf ideolojisi olan cinsiyetçi fikirlere sahip erkekleri de değiştirmek istiyoruz. Ahlakçılık, namus bekçiliği yapan, tacizi olağan gören, ısrarının taciz olduğunun farkında olmayan, ev işlerini kadının omuzlaması gerektiğini doğal gören, kıskanç, kendisini kadının sahibi sanan, sevgi zannettiği şey baskıdan başka bir şey olmayan erkekleri değiştirmek istiyoruz. Erkeklerin kendi erkekliklerini sorgulamaya ve değiştirmeye başlaması kadın özgürlüğü mücadelesinde önemli bir toplumsal mevzi kazanmak demek. Cinsiyetçilik tıpkı milliyetçilik, ırkçılık, homofobi gibi toplumda hakim olan bir ayrımcı ideolojidir. Ancak insanlar toplumsal varlıklardır ve değişirler. ‘Erkek-
ler sussun sadece kadınlar konuşsun’ demek değişim kapısını kapatmaktır. Cinsiyetçi ideolojiyle egemen sınıf toplumu bölerken, sadece kadınlar konuşsun demek de egemen sınıfa karşı mücadeleyi bölüyor. Kazanabiliriz Sadece kadınlara söz söyleyen bir mücadele eksiktir. Erkekliği teşhir etmek yeterli değil değiştirmeye, dönüşmeye zorlamak, cinsiyetçilikten nasıl sıyrılabileceğini göstermek, öğretmek gerekir. İnsanları değiştiren şey mücadeledir. Kadın özgürlüğü mücadelesine ortak olan erkekler mücadele içerisinde öğrenirler, yüzleşirler ve değişebilirler. Biz aynı zamanda cinsiyetçi fikirlerin taşıyıcısı olan kadınlarla da tartışıyoruz. Egemen olan ahlâk anlayışının savunucusu olan kadınların da değişmesi için mücadele ediyoruz. Kadın özgürlüğü mücadelesini genelleştiren, işçi sınıfının ortak talebi haline getiren, toplumdaki demokrasi ve adalet arayışının bir parçası olarak gören bir hat yıllardır talep edilen reformların kazanılmasını ve cinsiyetçiliğin yenilmesini sağlayabilir. Kadın özgürlüğü mücadelesi sadece bir eşitlik meselesi değil. Biz doğuştan veya sınıfsal konumdan gelen bütün ayrıcalıkların ortadan kalkmasını istiyoruz. Kadın özgürlüğünü ait olduğumuz sınıfın tamamıyla birlikte kazanabiliriz. Bu yüzden eşit ücret, kürtaj hakkı, tecavüzün cezalandırılması için mücadele de hakim cinsiyetçiliğin geriletilmesi de kapitalizmin mezar kazıcısı olan işçi sınıfının ortak derdi olmalı.
SINIF MÜCADELESİ
KIDEM TAZMİNATIMA DOKUNMA!
9
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
YENİ İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ YASASI NELER GETİRİYOR? Yaşanan her büyük iş kazasından sonra iş güvenliği ile ilgili yasa hazırlamak adetten oldu. Ermenek’te yaşanan maden kazası sonrası hazırlanan yasa tasarısı da nihayet komisyondan geçti, TBMM Genel Kurulu’na geldi. Tasarıda işverenlere kolaylıklar, işçilere zorluklar var. Tasarıda işverenler için pek çok avantaj var. Mevcut uygulamada eğer bir işyerinde yapılan denetimler sonucunda iş güvenliği açısından olumsuzluk saptanırsa, iş müfettişi hem işi durdurma hem idari para cezası verebiliyordu. Ancak tasarıda para cezası uygulamasına son verildi. Tasarının ilk halinde ölümlü iş kazası yaşanan işyerleri, kamu ihalelerinden 5 yıl süreyle men edilecekti. Ancak komisyonda bu süre 2 yıla indirildi. Ayrıca işyerinde iş kazası yaşayan işverenlerin daha yüksek prim ödemesini düzenleyen madde taslaktan çıkarıldı.
Eskişehir’deki hükümet protestosu
Türk-İş, kıdem tazminatının gasbedilme girişimine karşı eylemlerini sürdürüyor. İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde yürüyen binlerce işçi “Hükümet istifa” sloganları attı. Ankara’da “Genel grev genel direniş” sloganları duyuldu. Bursa’daki mitinge binlerce işçi katıldı. Adana’da da gösteri yapıldı.
ğalgaz Kombine Çevrim Santrali inşaatında çalışan inşaat işçileri, 3 aydır maaşlarını alamadıkları için eylem yaptı. n Bakırköy Belediyesi ve Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube arasında yürütülen toplu sözleşme görüşmelerinde uyuşma sağlanamaması üzerine grev kararı asıldı.
Grev, direniş, protestolar
n Düzce’de PTT’de çalışan taşeron işçiler, kölelik koşullarına karşı Merkez Postane’ye yürüyüş yaptı.
n Ağaç-İş Sendikası üyesi SFC Entegre işçilerinin grevi 35. gününü geride bıraktı.
n Sağlık emekçileri 13-14 Mart tarihlerinde ülke genelinde iş bırakma eylemine ve sokağa çıkmaya hazırlanıyor.
n Bozüyük’te VitrA seramik işçileri TİS görüşmelerinde yaşanan uyuşmazlığı protesto etmek için yürüdü.
n Diyanet Vakfı’nın Ankara Ulus’taki Kazım Karabekir Caddesi üzerinde yapımını sürdürdüğü kız öğrenci yurdunda çalışan inşaat işçileri, maaşlarını alamadıkları için yurdun çatısında eylem yaptı.
n Çorlu-Lüleburgaz yolu üzerinde bulunan Bilkont Tekstil fabrikasında işçiler ocak ayının ücretlerini alamadıkları için iş durdurdu. n Bursa’da kestane şekeri üreten Kafkas’ta çalışan işçiler, sendikalaştıkları için işten atılan arkadaşları geri alınana kadar üretim yapmayacak. n Sendikalaştıkları için işten atılan Adore Oyuncak işçileri şirketin Caddebostan’daki mağazası önünde eylem gerçekleştirdi. n Kırıkkale’nin Hacılar beldesinde Gama İç Anadolu DoMARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım
KAPİTALİZMİN ZİNCİRLERİ NEREDE KIRILACAK? “Sosyalizm mücadelesinde kitleler savaşmalıdır, kapitalizme karşı göğüs göğüse yalnızca kitleler çarpışmalıdır, her fabrikada, her proleter kendi patronuna karşı mücadele vermelidir.” (Rosa Luxemburg, Spartakistler Ne İstiyor?) Sosyalizmin emekçi kitlelerin kendi eylemleriyle değil örgütlü azınlıklar tarafından kurulacağı fikri, işçi sınıfının gelişmediği koşullarda ortaya çıkmış eski bir görüş. 19. yüzyılda işçi hareketinin bağımsız bir mücadele yürüterek burjuva toplumuna karşı çözümün tek gerçekleştiricisi olduğunu ortaya koyması ile Marks, kitleleri hiçe sayan bu görüşle hesaplaşmıştı.
n Maltepe Üniversitesi işçileri, direnişin 80. gününde üniversitenin yönetim binası olan köşkü işgal etti. n TGS üyeleri, Yurt gazetesindeki işten atmaları ve toplu sözleşme görüşmelerinin başlamamasını gazete önünde protesto etti. n Divan Pastaneleri işçileri, direnişin 12. gününde Taksim’deki Divan Otel önünde sendikalaşma hakları için eylem yaptı. 20. yüzyılın başında Polonyalı marksist Rosa Luxemburg, Marx’ın yeni sosyalist görüşünün merkezi önemine işaret etti. Rosa Luxemburg, Almanya’da mücadele ediyordu. İşçi sınıfının geniş kesimlerinden oy almayı başaran, tepeden tırnağa örgütlü Alman sosyal demokrat partisi, 1. Dünya Savaşı’nda mücadele ettikleri “kendi” egemen sınıfının yanında yer almıştı. Ne kadar örgütlü, ne kadar eğitimli, bilinçli ve donanımlı olursa olsun, siyasi mücadeleyi kendi işi olarak görüp emekçi kitleleri sadece sendikal mücadele veren, partiye oy ve destek alacakları tali güç olarak kabul eden partiler asla sosyalizmi kuramaz. Yeni toplum her bir işçinin kendi patronuna karşı mücadeleye atılması, bu kolektif mücadelede burjuva fikirlerden ve önyargılardan kurtulması, kendisiyle birlikte kapitalist toplumun ezdiği ve sömürdüğü herkesi kurtarmak için harekete ile kurulabilir. Rosa Luxemburg, işçilerin ücretlerine zam gibi ekonomik mücadelelerle sosyalizm mücadele-
Tasarıya göre altı ay içinde iş güvenliği uzmanı görevlendirmeye başlayan işverene geçmişe dönük idari para cezası verilmeyecek. Bugün itibarıyla tehlikeli ve çok tehlikeli grupta bulunan 650 bin işyerinden 470 bininde yasanın öngördüğü iş güvenliği uzmanı ve doktor bulunmuyor. Şimdi getirilen düzenlemeyle bu 470 bin işyeri geçmişten gelen bütün cezalardan kurtulacak. İş sağlığı ve güvenliği yükümlülüklerine uymayan işçiler işten çıkarılabilecek. Tasarının işçiler için en tehlikeli maddesi, kurallara uymadığı iddia edilen işçilerin tazminatsız işten çıkarılabilmesidir. Bu maddeye dayanarak işverenlerin istedikleri işçiyi işten çıkarması çok kolaylaşmış olmaktadır, suistimale açık bir maddedir. Olması gereken, işyerinde işveren ve işçi temsilcilerinin birlikte oluşturacağı bir iş güvenliği kurulunun yetkili olması, gerekli eğitimlerin, araç ve gereçlerin, iş elbiselerinin işçilere verilmesinin sağlanmasıdır. Yasa tasarısı bütün bu hususları göz ardı etmekte, iş güvenliği konusunu işverenin keyfiliğine bırakmaktadır. Bu tasarı yasalaştığında pek çok işyerinde “iş güvenliği kurallarına uymadığı için” işten çıkarılan işçilerle karşılaşabiliriz. Şimdiye kadar işten çıkarılan işçilerle ilgili işe dönme davalarında genellikle işçilerin lehine karar verebilen iş mahkemeleri, “iş güvenliği” gibi toplumsal duyarlılığı fazla olan bir gerekçe ile yapılan işten çıkarmaları mazur görebilir. Sendikalar iş yerlerinde işçileri işverenlerin keyfi uygulamalarından koruyacak tedbirler almalıdır. sinin birbirine bağlı olduğunu düşünüyordu. Dünyada sayısız örnek işçilerin ekonomik mücadelelerinin, siyasi mücadeleye ve devrimlere dönüştüğünü gösterir. Türkiye’de kendini sol olarak adlandıran bir çokları, çağrılarına uyup AKP’ye karşı hemen ayaklanmayan işçiler ve emekçileri “sürü” olarak adlandırıyor. Soma’da katliamdan sonra oturma eylemi yapan madenciler, Ülker fabrikasında sendika hakkı için direnişe geçen işçiler, grevleri yasaklanan metal işçileri, Kayseri’de ayaklanan mobilya işçileri, Kütahya’da mücadele eden seramik işçileri Luxemburg’un işaret ettiği şeyi yapıyor. Hepsi AKP’ye oy vermişti, şimdi “biz sürü değiliz” diyerek kendi patronlarına karşı mücadele ediyor. Bu mücadele onların AKP’den kopmalarına, devletle karşı karşıya gelmelerini, diğer ezilenlerin farkına varmalarına yol açıyor, açacak. Sosyalizm mücadelesi, kapitalizmin zincirlerinin dövüldüğü yerden yükselir.
10 MEKTUP&DUYURU
İSTANBUL’DA SYRİZA TOPLANTISI TOPLANTI DUYURULARI BEYOĞLU
5 Mart Perşembe, 19:00 GENEL SEÇİMLERDE SOSYALİST TUTUM Konuşmacı: Şenol Karakaş 7 Mart Perşembe, 19:00 KAPİTALİZM ISLAH EDİLEBİLİR Mİ? Konuşmacı: Volkan Akyıldırım
RESMİ TARİHLE YÜZLEŞME ATÖLYELERİ 6 Mart 1964: RUM SÜRGÜNÜ 20 Mart 2015 SOYKIRIM VE ADALET, ÖZÜR VE TAZMİNAT DSİP Şişli İlçe Örgütü Rumeli Cd. Nakiye Elgün Sokak İkbal Ap. No: 32/1 Osmanbey
DSİP’in düzenlediği Syriza’nın zaferi: Yeni Sol İhtiyacı toplantısında konuşmacılar DSİP’in Yunanistan’daki kardeş örgütü SEK’ten Sotiris Kontogiannis, İstanbul eski milletvekili Ufuk Uras ve ekonomist Ümit İzmen’di. Toplantıda ilk sözü alan Yunan sosyalist Kontogiannis, ülkenin ekonomik krizden çok şiddetli bir şekilde etkilendiğini ve insani bir kriz yaşandığını vurguladı. Syriza’nın halkın kemer sıkma politikalarına karşı yürüttüğü mücadelenin bir sonucu olarak iktidara geldiğini ancak geçtiğimiz hafta önemli tavizler verdiğini söyledi. Kontogiannis üyesi olduğu SEK’in ve Antikapitalist Sol Cephe’nin (ANTARSYA) Syriza’ya soldan basınç yaptığını ve Avro’dan ve AB’den çıkılmasını, bankalara el konulmasını ve işçi denetimini içeren devrimci bir program savun-
KADIKÖY’DE IRKÇILIĞA KARŞI MÜCADELE Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De olarak Kadıköy’de de bir platform oluşturmak için 2 aydır çeşitli etkinlikler düzenliyoruz. Bu etkinliklerde Ümit Kıvanç, Yetvart Danzikyan ve Bakırciyan aileleri konuşmacı oldular. Gerçekleştirdiğimiz aktivistler toplantısında da Kadıköy’deki kiliselerin önünde açılan ırkçı stantları gündemimize aldık ve buna karşı Şubat ayı boyunca sokak çalışması gerçekleştirdik. Hocalı katliamını bahane ederek Kadıköy’de 22 Şubat’ta bir miting çağrısı yapan ve bunun için
duğunu aktardı. Ufuk Uras Syriza’nın zaferi ya da yenilgisinin bütün solu etkileyeceğini belirterek antikapitalist perspektifin somuta nasıl döküleceğinin tartışılmasının önemli olduğunu söyledi. Ekonomist Ümit İzmen ise Yunanistan’ın borçlarını geri ödeyebilmesinin mümkün olmadığını belirterek, kapitalizmin krizinin yarattığı koşulların Syriza’yı iktidara getirdiğini söyledi. İzmen tek alternatifin radikal bir sol programla, halkı ve işçileri etkin hale getirerek var olan devlet yapısını değiştirmek olduğunu vurguladı. İzmen Türkiye’de de yeni bir sol alternatife ihtiyaç olduğunu belirterek konuşmasını tamamladı. Onur Devrim Üçbaş
Ermeni ve Rum kiliselerinin önünde stant açıp duvarlara “ya Türksünüz ya piç” yazan faşistlere karşı, Kadıköy’de aktif durumda olan bütün dayanışmaları, kadın örgütlerini, Lambda İstanbul’u ve Halkların Demokratik Kongresi bileşenlerini dolaşarak “Kadıköy’de Irkçılığa Geçit Yok İnisiyatifi”ni oluşturduk. İnisiyatif olarak 2 hafta Cumartesi günleri 5 saat boyunca iki kilisenin önünde stant açarak faşistlerin stant kurmalarını ve kiliseye gelen Hıristiyan yurttaşları taciz etmelerini engelledik. Stantlarda 3000 adet bildiri dağıttık. İnisiyatif olarak ikinci hafta sonrası yaptığımız toplantıya Arap-Alevi Gençlik Meclisi, Laz Enstitüsü gibi halkların kurumlarından da katılım
2015
marksizm 8-12 NİSAN İSTANBUL TAKSİM HİLL OTEL/TAKSİM MEYDANI
oldu. 21 Şubat günü açmayı planladığımız son stantı, o günün Uluslararası Anadil günü olması nedeniyle bir anadil şenliğine çevirme kararı aldık. Ancak bir gece önce Ege Üniversitesi’nde çıkan kavgada bir Ülkücünün öldürülmesini fırsat bilen faşist gruplar stantımıza sabah saatlerinde saldırdılar. Bu nedenle etkinlik iptal edildi ve saldırı bir yürüyüş ile protesto edildi. Irkçı mitingin yapılmasını istemediğimizi belirten basın açıklamasını ise akşam saatlerinde yaklaşık 100 kişilik bir katılımla gerçekleştirdik. DurDe Kadıköy olarak önümüzdeki haftalarda Karga’da etkinlikler düzenlemeye devam edeceğiz. Özdeş Özbay
Leyla Teras İstiklal Cad. Mis Sok. No:6 Kat:4 Beyoğlu FATİH
13 Mart Perşembe, 19:00 TÜRKİYE’DE İSLAMİ HAREKETLER Konuşmacı: Ahmet Şahin 20 Mart Perşembe, 19:00 KÜRTLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ VE BARIŞ MÜCADELESİ Konuşmacı: Yıldız Önen Beyrut Cafe, Ali Kuşçu Mahallesi, At Pazarı Meydanı, No:7 KADIKÖY
5 Mart Perşembe, 19:00 KADINA ŞİDDETİ NASIL YENECEĞİZ? Konuşmacı: Ayşe Demirbilek Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt., Kat:3 12 Mart Perşembe, 19:00 SEÇİMLER ÖNEMSİZ Mİ? Konuşmacı: Roni Margulies Karga Kadife Sk. No:16 ŞİŞLİ
12 Mart Cuma, 19:00
YUNANİSTAN, İSPANYA, İRLANDA, İNGİLTERE, LÜBNAN VE SURİYE’DEN DEVRİMCİLER İSTANBUL’DA!
ÖZGÜRLÜK İÇİN
ANTİKAPİTALİST SOL
ERKEKLİKLE NASIL MÜCADELE EDİLİR? Konuşmacılar: Tuğba Maran 26 Mart Perşembe, 19:00 SOKAKTA MÜCADELE SANDIKTA HDP Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey ÜSKÜDAR
12 Mart Cuma, 19:00 GÖÇMEN DÜŞMANLIĞI VE IRKÇILIK 19 Mart Perşembe, 19:00 KÜRTLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ VE BARIŞ MÜCADELESİ Daimler Pastenesi Tunusbağı Cad 46/b
İKLİM 11
İKLİM İÇİN MÜCADELEYE
Aralık ayında Paris’te dünya liderleri iklim zirvesi yapacak. Dünyayı felakete sürükleyenlere karşı her yerde küresel direniş hazırlıkları yapılırken, Türkiye’de İşçiler, öğrenciler, kadınlar, LGBTİ bireyler, çeşitli yerel ekoloji direnişlerinden temsilciler, çiftçiler, hekimler, öğretmenler, oyuncular ve toplumun birçok kesiminden insanlar iklim için bir araya geldi. Bir çok etkinlik ve eylem yapmaya hazırlanan “İklim için ben de varım” kampanyasının manifestosunda şunlar söyleniyor: “Yeryüzü dört bir yanda iklim değişikliğine bağlı sorunlarla, felaketlerle yüz yüze. Türkiye’de de ani sellerle, sinsi kuraklıkla, azalan yeraltı suları ve kavurucu orman yangınlarıyla, ekmeğimizden suyumuza hayatımızın her yanına yönelik tehdit altındayız.
Bugün bir yol ayrımındayız ve şirketlerin ve hükümetlerin sessizliğine ve aymazlığına karşı bütün dünyada harekete geçiyoruz. Geçtiğimiz Eylül’de, “Olağanüstü” İklim Zirvesi’nin yapıldığı New York’da gezegeni ve geleceği savunmak için sokağa çıkan 400 binden fazla insana dünyanın dört bir yanından milyonlarcamız eşlik ettik. Şimdi yine dünyanın dört bir yanından bir araya geliyor ve herkesi “iklim için ben de varım” diyerek mücadele etmeye davet ediyoruz.
ÖNE ÇIKAN Şenol Karakaş
BARANSU’NUN TUTUKLANMASI VE DARBECİLER Gazeteci Mehmet Baransu, Balyoz davasında yargılanan askerlere kumpas kurdu diye göz altına alındı ve Türk Ceza Kanun’nun (TCK) 326. ve 327. maddelerini kapsayan “Devletin güvenliği ilişkin belgerleri tahrip etme, amacı dışında kullanma, hile ile alma, çalma”, “Devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme” suçlarından tutuklandı. Bir başka gazeteci Ahmet Şık ise bu tutuklama karşısında yerinde durmadı ve sevinçle başka gözaltıların yapılmasını, soruşturmanın genişlemesini talep etti. Arada Balyoz aklanıyor. Balyozcular aklanıyor. Darbe girişimlerine bulaşanlar aklanıyor. Bir yalan, çok sık tekrarlanınca gerçek sanılır diye düşünüyorlar. Oysa gerçek gözümüzün önünde.
Gelin, Aralık 2015’te Paris’te, yeni bir iklim anlaşmasının kabul edilmesi beklenen uluslararası müzakereler öncesinde, hep birlikte mücadele edelim.
Ergenekon, Ergenkon’u da aşan derin ve yasadışı bir devlet örgütlenmesinin parçası.
Gelin, iklim için harekete geçelim. Kendilerine lider diyenlerin ortaya koyamadıkları değişim gücünün bizde olduğunu gösterelim.
İki davada da hukuksuzlukların olduğu ise bir başka gerçek. İki davada da suçu olmayanların da göz altına alındığını artık biliyoruz. Daha da önemlisi, iki davada da asıl sorun, darbe girişimleri ve darbeye hazırlığın kapsamının sınırlı tutulması, ne Kürdistan’daki cinayet ve uygulamalara ne de Santoro ve Hrant Dink cinayeti gibi suçlara, daha da genel olarak insanlık suçlarına yöneldi davalar. Davalar sadece hükümeti yıkma kapsamında ele alındı.
Yine de iklim değişikliğini geri dönülmez noktaya gelmeden önce durdurmak hâlâ mümkün. İnsanlığın bunun için gerekli politika ve araçları var.
Gelin, sürdürülebilir ve tüm canlılar için adil bir gelecek talebiyle, herkesle ve hep birlikte yeni bir hareket yaratalım.
Ancak, şirketlerin etkisi altındaki hükümetler, aşırı tüketim, fosil yakıtların yakılması ve ormansızlaşma gibi insan faaliyetlerinden kaynaklanan iklim değişikliğine karşı etkin ve adil bir biçimde mücadele etmekten kaçarak, sistemin çıkarları için ve kâr uğruna tüm canlı hayatı hiçe sayıyor.
Gelin, hükümetlere “tüm canlı yaşamı adına muhatap olduğumuzu” haykırmak için bütün dünyada aynı gün sokağa çıkalım. Çünkü, değişim gerekli ve mümkün! Çünkü, iklim için biz de varız! Çünkü, biz dünyayız!”
Balyoz ise bir darbe hazırlığı.
Ulusalcılar, davalar başladığı gün, Ergenekon ve Balyoz sanıkları hakkında şüphe yaratan, davaları sulandıran bir hat izlediler. Ahmet Şık, şimdi daha güvenle bunu yapıyor. Ergenekon ve Balyoz davalarının kumpas olduğunu daha kendine güvenle söylüyor. Kürt hareketine ve barış sürecine düşman birisi Mehmet Baransu. Bu konuda onu sürekli olarak teşhir edeceğiz ve tartışacağız. Ama tutuklanma nedeni, çok açık ki, yolsuzluklarını aklamak isteyen hükümetin, her türlü kirli işi cemaate yıkma stratejisi. Bu stratejinin bir parçası da Ergenekon ve Balyoz davalarının kumpas olduğunu, cemaatin operasyonu olduğunu anlatmak. Bu nedenle, 17 Aralık’tan sonra tüm Ergenekoncular, Balyozcular teker teker serbest bırakıldı. Balyoz darbe plan seminerinin ses kayıtları ortada. Dönemin kuvvet komutanı Aytaç Yalman’ın haddini aşan ve başarılı olması imkansız bir darbe girişimi dediği ortada. 27 Mayıs, 12 Eylül’den, 28 Şubat 27 Nisan’a kadar darbeci devlet geleneği ortada.
Avukat Alper Koç:
Açık Radyo’dan Ömer Madra:
Gezegen üzerindeki canlıların hayatta kalabilme hakkı için buradayım. İklim değşikliğinin etkilerini her geçen gün daha yıkıcı bir şekilde görüyoruz. Bunu daha fazla göz ardı edemeyeceğim için buradayım. Bu durumu ancak kitlesel mücadele ile değiştirebiliriz.
Türkiye’nin dış dünya gündemiyle genellikle ilgilenmeyen tamamen içe dönük geleneği var. Yer yüzünün en büyük tehdidi olan iklim değişikliği konusu da gündeme gelemiyor. Buraya çeşitli kesimlerden, yaşlardan insanların gelmesi, hele barış görüşmeleriyle ilgili yeni bir açıklamanın yapıldığı çok önemli gündem maddesine rağmen bu kadar kalabağın toplanması çok iyi bir şey. Çok sayıda gencin burada olması çok önemli. Onların sahibi olduğu dünyanın konularını konuşuyoruz. Umutluyum.
Aktivist Ercan Ayboğa: Diyarbakır’dan geliyorum. Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi aktivistiyim. Bu coğrafyadan bir aktivist olarak iklim konusunda fikirlerimi söylemek için buradaym. Aktivist Mahir Ilgaz:
Aktivist Ümit Şahin:
İklim için buradayım. 350.org aktivistiyim. İklim mücadelesinin en temel adalet mücadelesi olduğunu düşünüyorum. Ben de bugün buraya gelen herkes gibi mücadeleye katkı sunmaya çalışıyorum.
İklim değişikliğini durdurmak için tek çare sokakta olmak. Onu örgütlemek için buradayım. Tasarımcı Rauf Kösemen:
Çevre mühendisi Menekşe Kızıldere:
DSİP’ten Şenol Karakaş
Ben de iklim için varım. KEG aktivisti Nuran Yüce: Herkesin burada olması gerekir. Çok önemli sorunlarımız var ama bu sorunların düğümlendiği nokta var ki iklim değişikliği. Buna karşı hep birlikte mücadele etmek bugünün en acil görevlerinden birisi olduğu için ben de buradayım.
Suikastler ortada, cinayetler ortada. JİTEM, Özel harekatçılar, asit kuyuları, faili meçhuller, muhtıralar ortada. Davalara hukuksuzluk karıştı ve suçu olmayanlar da yargılandı ama Ergenekoncu bir çetenin olmadığı ve Balyozcuların darbeci olmadığı anlamına gelmiyor. Kerinçsiz, Perinçek, Veli Küçük, Çetin Doğan, Özden Örnek günlükleri, plan semineri konuşmaları ortada. Sadece devir değişti. Hükümet kendisini aklamak için neredeyse 27 Mayıs darbesini bile cemaate bağlamaya çalışıyor.
İkilm için buradayım çünkü ben de dünyada yaşıyorum. Şirketlerin kar hırsını sonlandırmalıyız. Şirketlerin komitesi gibi çalışan devletleri durdurmalıyız. AKP’nin çılgınlık halini alan enerji politikalarına son vermeliyiz. İklim için ben de varım diyenlerin attığı ilk adım, on binlerce insanın ben de varım diyebilmesi açısından çok önemli. On binlerce insan Türkiye’de, milyonlarca insan tüm dünyada “Ben de varım” dediğinde, iklimi değil sistemi değiştir diyenler kazananacak.
Tekirdağ 05332334150 Ankara 0532470150
Eskişehir 05543127196
İstanbul 05314516251
Akhisar 05443270445
İzmir 05544602111
www.sosyalistisci.org
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
8 MART’TA SOKAĞA, EYLEME, ÖZGÜRLEŞMEYE
Geçen hafta Özgecan Aslan’nın katliamı ardından yüz binlerce kadının öfkesi sokaklara taştı. Her gün beş kadınının öldürüldüğü Türkiye’de kadın cinayetleri karşısında hiçbir tedbir almayan hükümete karşı kadınlar 33 yerde “artık yeter” dedi. Kayseri’de yapılan bir gösteride genç bir kadın maruz kaldığı taciz olayını ve 16 yaşını geçti diye hâkimin “rıza” kararını haykırdı. Binlerce kadın uzun yıllar süren sessizliğini bozdu. Tacizi, tecavüzü teşhir etti. Daha da önemlisi kadınların dışında erkekler de cinsiyetçiliğe karşı sokaklara çıktılar, etek giydiler, peruk taktılar. Egemen ideolojinin kendilerine biçtiği erkeklik rollerini sorgulamaya başladılar. Tüm bu yaşananlar kadınlar ve erkeklerin cinsiyetçiliğe karşı birlikte mücadele edebileceklerini gösteriyor. AKP elini kadınlardan çek
AKP iktidarının söylemi kadına yönelik şiddetin artmasında önemli bir paya sahip. AKP önümüzdeki 15 yıl boyunca sermaye birikiminin sürdürülebilirliğinin yeni işçi kuşakların yetiştirilmesinden geçtiğinin farkında. Bu nedenle de kadın bedeninin kontrolüne yönelik politikalar ve söylemler birinci sırada yer alıyor. Cumhurbaşkanı ‘Kadın erkek eşit değildir’ diyor, Sağlık Bakanı ‘Annelik tartışılmaz kariyerdir’ diyor, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı ‘Çocukları büyütünce de eğitime başlayabiliriz’ diyor, Başbakan Davutoğlu kadınlara ‘Çeyiz parası vereceğiz, annelik askerliktir’ diyor. Kadınlara çeyiz parası verilirken, milyonlarca çalışan kadın doğru düzgün, ücretsiz kreş hakkından yoksun. Aynı iş kolunda aynı iş yapan kadınlar erkeklerden daha ucuza çalışıyor. Sadece hükümet mi? Kuşkusuz kadına şiddette tek pay sahibi hükümet değil. Katillere “iyi halden” ceza indirimi yapan hâkimleriyle, şiddete uğrayan kadını evine gönderen polisiyle, işyerinde kadını taciz etmeyi kendinde hak gören yöneticileriyle, evde kadını malı gibi gören cinsiyetçilik, kadının ikinci cins olduğunu, erkeğin kadından üstün olduğu fikrini medyasıyla, siyasetiyle, yargısıyla toplumun bilincini işleyen tüm bu kurumların kadınlara yönelik suçlarda imzası var. SOSYALİZM SOHBETLERİ Meltem Oral
FAŞİZME KARŞI NASIL BİR MÜCADELE? Türkiye’de uzun süredir faşizm kavramı enflasyonu var. Karşılaşılan her baskı aynı bohçanın içine doldurulmaya çalışılınca at izi it izine karışıveriyor. ‘12 Eylül faşizmi, AKP faşizmi, Milliyetçi Cephe (MC) faşizmi’ gibi havada uçuşan bu örnekler arttırılabilir. Bu manzaraya bakılırsa Türkiye periyodik olarak faşist rejime giriyor, çıkıyor. Bir de ‘AKP faşizmi’ kavramını gerçekten faşist olduğunu düşündüğü için değil ‘propaganda’ olsun diye kullandığını açıklayan parti liderleri var ki evlere şenlik. ‘AKP’ye faşist olduğu için faşist demiyoruz ki’ diyenle-
Ermenek’te Enerji Bakanı Taner Yıldız ve ona tezahurat yapan AKP’lileri protesto eden ölen mdanecilerin eşleri: “Sizin yüzünüzden bunlar başımıza geldi. Bir Soma yasası çıkardınız başımıza. Neyin gururunu duyuyorsunuz. Bize Cumhurbaşkanı, Başbakan ne yaptı? Gelip başsağlığında bile bulunmadılar” Kapitalizm kadınları öldürüyor Daha da önemlisi kadına yönelik şiddetin kaynağında kapitalist üretim biçimi yatıyor. Hem gelecek işçi nesillerin üretimi, hem de ertesi gün çalışmak için gerekli olan işgücünün yeniden üretiminin aile içinde gerçekleşmesi, kadınların ölümüne, tacizine yol açan cinsiyetçi fikirlerin her gün yeniden üretilmesinin temelini oluşturuyor. Sermaye bir yandan kadınları iş gücüne çekerken, ev işleri, çocukların bakımı gibi işlerin üretim sürecinin dışında tutuyor. Hal böyle olunca kadınların omuzlarındaki yük artarken, kadınlara yönelik şiddetin engellenmesine yönelik her hangi bir adım atılmıyor. Aksine kadın bedenini denetlenmesine yönelik politikalarla kadınların hayatı cehenneme çevriliyor. Özgecan Cinayeti’ne duyulan öfke 8 Mart’a damgasını vuracak. Kadınları öldüren politikalardan ve katillerden hesap sormak için alanlarda olacağız. Özgecan’ın ardından rin ne dediği belli değil ancak bu fikirler gerçek faşist tehlikeyi silikleştiriyor, önemsizleştiriyor. Faşizm ‘içimden öyle demek geldi’ diyerek kullanılacak bir kavram değildir. Sırf propaganda olsun diye bol keseden atmak gerçek faşist tehlikenin alanını genişletmekten başka bir işe yaramaz. Türkiye parlamentosunda faşist parti var, adı MHP. Parlamento dışında geçen hafta Kadıköy’de ırkçılık karşıtlarına saldıranlar gibi turancılar, kara kalpaklılar ve ‘bana üç bin kişi verin bütün Kürtleri öldüreyim’ diyen Osman Pamukoğlu’nun Hepar’ı var. Nazi sembolleri ve Göktürk alfabesi karışımı bayrakları, deri ceketleri ve motorsikletleriyle kendilerine ‘milliyetçi toplum hareketi’ diyen neo naziler de var. Üstelik Facebook sayfalarında gaz maskeleriyle Gezi direnişi hatıra fotoğrafları paylaşıyorlar. Hepsinin ortak noktası süzme ırkçı olmaları. Lümpen kesimleri askeri temelde örgütleyip sokağa, işçi sınıfının,
sokağa çıkan kalabalıkları kadına yönelik şiddet ve tacizin engellenmesine yönelik somut talepler etrafında kazanana kadar mücadele için harekete geçirmek mümkün. Kadınlara yönelik şiddetin son bulması dışında, kadınların omuzlarındaki yükü azaltacak her iş yerine nitelikli ücretsiz kreş ve eşit işe eşit ücret hakkı talepleri için 8 Mart’ta mücadelemizi yükselteceğiz. NE İSTİYORUZ? n Kadının beyanı esas alınmalıdır. n Kadına yönelik taciz ve şiddet olaylarında hafifletici sebepler dikkate alınmalıdır. n Kürtaj haktır. n Her işyerine kreş. n Eşit işe eşit ücret. sosyalistlerin, azınlıkların üzerine salmaya hazırlıyorlar. İster ‘marjinal’ görünen bir avuç grup olsun ister MHP, faşistleri engellemenin yolu kitlesel anti-faşist hareket örgütlemekten geçiyor. Hedefine faşistleri, ırkçıları alan gösteriler sokakları bu örgütlerden temizleyebilir. Faşistleri savunma sporu dersi alıp teke tek dövüşerek, 3-5 tanesini sopalayarak engelleyemezsiniz. Bu taktiklerin adını ‘devrimci müdahale’ koyunca durum değişmiyor. Faşist örgütleri dağıtmanın yolu onları örgütlenemez hâle getirmekten geçiyor. Tıpkı Almanya’da ırkçı Pegida’ya karşı haftalarca sokağa çıkan on binlerce anti-faşistin en sonunda faşistlere nefes aldırmaması gibi. Yunanistan’da sokakları bir an olsun boş bırakmayan işçi sınıfının doğrudan anti-faşist gösterilerle Altın Şafak’ın güç kaybetmesini, bürolarını kapatmasını, liderlerinin kodese tıkılmasını sağlaması gibi.