Sosyalist işçi 516

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

516

11 Mart 2015 2 TL. sosyalistisci.org

SOKAKTA MÜCADELE SANDIKTA HDP AKP, boğazına kadar yolsuzluğa batmış durumda. Ekonomik büyümeden biz emekçilere hiçbir pay vermediği gibi izlediği ekonomik politikalar zengini daha zengin etmeye yaradı. Hırsızlıklarını örtbas etmek için Ergenekoncularla uzlaştılar. 12 Eylül yasalarına sarılıp, askeri vesayeti dirilttiler. İktidarlarını korumak için bizleri bölen ve baskıyı arttıran AKP muhafazakar burjuvaların çıkar birliğidir. Darbeci CHP ve ırkçı MHP’nin gerici muhalefeti Erdoğan ayakta duruyor. İki parti de AKP gibi milliyetçi. Kürt sorunu, Ermeni sorunu ve kanlı tarihle yüzleşme mücadelesine kökten karşı çıktık-

LEVENT ŞENSEVER: “İNKÂR, SOYKIRIMIN DEVAMI ANLAMINA GELİYOR”

sayfa 5

ARİFE KÖSE: BALYOZ DARBE GİRİŞİMİ AKLANAMAZ

sayfa 6-7

ları için AKP’den bile geriler. Laik burjuvaların, tuzu kuruların muhalefeti sahtedir ve bizler için bir seçenek olamaz. Sağcı iktidarla daha sağcı muhalefetin emekçileri ve ezilenleri bölen politikalarına hayır diyoruz. Ne hırsız ne darbeci, emekçiler 7 haziran seçimlerinde HDP’ye oy vermelidir. Berkin Elvan’ı öldürtüp annesini yuhalatan Erdoğan’ın önünü kesmek, Kürt sorununun demokratik çözümünü savunmak, ırkçılığa ve milliyetçiliğe tavır almak her halktan işçinin çıkarınadır. Sermaye partilerine oy yok! Kalıcı barış ve eşitlik için oyumuz HDP’ye!

ATİLLA DİRİM: BİR ŞİDDET AYGITI OLARAK İSTİKLAL MAHKEMELERİ

sayfa 8


2

GÜNDEM

AMA OYLARI BÖLÜYORSUNUZ! ÖDP Eş Genel Başkanı Alper Taş bir panelde yaptığı konuşmada, içinden çıkmanın imkansız olduğu bir bilmece gibi konuştu. Seçimlere ilişkin ÖDP tutumunu açıkladığı cümle gerçekten çok ilginç. Taş, “Seçimler için temennimiz CHP’nin oylarını arttırması, HDP’nin barajı aşmasıdır. Bu, AKP’yi geriletecektir. Bu anlamda biz oyları bölmemek için ÖDP olarak seçime girmeme kararı aldık. Ama seçimleri boykot etmeyeceğiz.” dediği konuşmasından ne anlaşılmasını istiyor olabilir? Seçimlere girmeyip boykot yapmamaksa ölümlülerin anlayabileceği bir tutum değil. Bu, bir yanıyla, oyları bölmeyeceğiz konuşması. Ama somut olarak oyları bölme politikası. Bu seçimlerde oyları bölmemek sadece ama sadece tek bir taktikle mümkün: HDP’ye oy çağrısı yaparak, aktif bir seçim kampanyasıyla HDP’nin seçim barajını yıkmasına yardımcı olmak. Bunun dışındaki her öneri, eveleme, geveleme yapmak anlamına gelir. Söylemek istenen asıl şeyi söylemeden, politika yapmak bir alışkanlık haline geldi solun bazı kesimlerinde. Söylemek istedikleri şu: “Biz aslında CHP’yle ittifak yapmak zorundayız ama serde solculuk var, CHP de tam olarak sola açılmış bir parti sayılmaz. O yüzden boykot yapmayacağız, HDP’ye oy çağrısı da yapmayacağız, CHP’ye oy çağrısı da yapmayacağız, seçimlere de katılacağız ama sonunda CHP’ye oy vereceğiz!” Son yılların en şaşaalı politik taktiği. Fakat ne kadar anlaşılmaz görünürse görünsün, anlaşılan bir yanı var bu taktiğin: Oyları bölmeme kutsal yaklaşımıyla HDP’nin oylarını bölmeyi amaçlıyor. Bu, CHP’den kopamayanların taktiği. Bu, Mansur Yavaş’a bile oy verebilirken, Kürtlere oy vermek için sayısız kırmızı çizgi çizebilenlerin taktiği. Bu taktiğin, sol saflarda, demokrasi mücadelesi verenlerin saflarında işi yok! Solculuk, bugün hamasi AKP karşıtlığıyla belirlenmiyor. Solcular ve demokratlar, politik mücadele taktiklerinden kopartılması mümkün olmayan seçim taktikleriyle belirlenecek. Ne yazık ki 7 Haziran’a kadar böyle bu bu! Hırsızlara karşı mısınız? Sokakta mücadele, sandıkta HDP diyeceksiniz o vakit! Darbecilere karşı mısınız? Sokakta mücadele, sandıkta HDP demek zorundasınız. Irkçılara karşı mısınız, iş cinayetlerine karşı mısınız, kadın cinayetlerine karşı mısınız, Kürt halkının tüm haklarının iadesinden mi yanasınız, soykırımın tanınması ve devletin Ermenilerden özür dilemesini mi istiyorsunuz, grev yasaklarına, İç Güvenlik paketine karşı mısınız, başkanlık değil demokrasi mi istiyorsunuz? Öyleyse buyrun, “Sokakta mücadele, sandıkta HDP!” deyin bizimle beraber. Kürt hareketini desteklemek için kırmızı çizgiler çekip koşullar koymayın. Oyları bölmeyin.

HIRSIZA DA DARBECİYE DE OY YOK

Haziran seçimleri yaklaştıkça AKP’nin önde gelen isimleri HDP’yi, hedef tahtasına koyuyorlar. Hatta meseleyi kişiselleştirerek Selahattin Demirtaş üzerinden bir itibarsızlaştırma kampanyası başattılar. Hükümet 6-7 Ekim olaylarında ölen onlarca insanın sorumlusunu HDP ilan etti. Bülent Arınç bir açıklamasında “Demirtaş çözüm süreci konusunda iyi niyetli çaba gösteren birisi değildir. Dilerim ki bu noktadan sonra bu süreci baltalayacak hareketin içerisinde olmaz” dedi. Öte yandan CHP de HDP’nin barajı geçmesini engellemek için harekete geçmiş durumda. Kemal Kılıçdaroğlu AKP ile HDP arasında kayıkçı kavgası olduğunu ileri sürüyor. HDP ile AKP arasındaki gerginliğin bir oyunun parçası olduğunu söylüyor. Sanki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin “Ekmek için Ekmeleddin” felaketinin baş mimarı CHP değilmiş gibi. İhsanoğlu verdiği bir röportajda “AKP ile aynı zihniyetteyim” demişti. Bu durumda kimin arasında kayıkçı kavgası olduğunu tespit etmek çok zor olmasa gerek.

Kürt halkının mecliste hak ettiği milletvekiliyle temsilini engellemeye çalışan CHP ve AKP 12 Eylül darbe anayasası ürünü olan baraj çıpasına sarılıyorlar. 17 Aralık 2013’de yolsuzluk ve rüşvet skandalıyla sarsılan AKP’nin, “ayakkabı kutularından çıkan” milyonları, internete düşen ses kayıtlarını aklamak için sarıldığı darbe karşıtlığı söylemi HDP’ye gelince işlemiyor. HDP’nin parti olarak seçime girmesi her iki partinin de şimdiden maskelerini düşürmüş durumda. Ergenekon, Balyoz soruşturmaları sırasında darbecilerin avukatlığına soyunan CHP ile darbecilerin “savcısı” olduğunu ilan AKP vesayet sisteminin devamını savunuyorlar. AKP’ye de CHP’ye de mecbur değiliz 12 Yıllık iktidarı boyunca yeni liberal politikaları uygulayan, esnek ve güvencesiz çalışma koşullarını, taşeronlaştırmayı işçilere dayatan bir parti. Milyonlarca işçinin sefalet ücretlerine razı olması için grev yasaklarını getiren, her zaman patronların yanında olan bir parti. CHP ise Kürtlerin, Alevilerin, Ermenilerin, devlet dini olan Sünniliğin dışındaki her türlü inancın düşmanı ırkçı bir parti. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu CHP, özgürlüklerin düşmanı askeri vesayet sisteminin koruyucusudur. Öte yandan CHP de en az AKP kadar yeni liberal politikaları savunan bir parti, AKP de en az CHP kadar ırkçı pratikleri

olan bir parti. Mücadeleyi yükseltmek için oylar HDP’ye Ne darbeci CHP’ye ne de işçi düşmanı AKP’ye mecbur değiliz. Birbirinin aynı yüzleri olan bu iki partiyi sandıkta geriletmek, sokakta mücadeleyi yükseltmek mümkün. HDP’nin 50’den fazla milletvekiliyle temsili her şeyden önce iktidar partilerinin savunduğu darbe anayasası ürünü seçim barajını dağıtacaktır. HDP’nin meclise girmesi halinde ırkçı, milliyetçi ve darbeci odaklar bir darbe daha alacak ve geriletilecektir. Bu durum Kürt sorunununun kalıcı bir şekilde çözümünün yolunu açarken, devletin Ermeni soykırımıyla yüzleşmesi için muazzam bir fırsat yaratacaktır. Oylarımızı HDP’ye verilim, darbecileri, ırkçıları, milliyetçileri, işçi düşmanlarını, sandıkta geriletelim. Sokakta mücadeleyi yükseltelim.

çabuk döndüm ama, görev kutsaldır!

“Katiller, hâlâ görev başındalar. Bizim asıl katilimiz ise bellidir. Türkiye’nin en üst makamında oturuyor. Kendi geleceğinden korktuğu için maşalarını saklamaya devam ediyor. Ama bu devran günün birinde dönecek. Bu ülkenin kaderi değişecek!”

Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan

KARGA KAFASI

KEMAL GÖKHAN GÜRSES


GÜNDEM

DOLARIN ATEŞİ KİMİ YAKIYOR? KEMAL BAŞAK

2015 yılına hızlı bir giriş yapan Amerikan Doları, Türk lirası karşısında üç ayda yüzde 12,4 değer kazanarak 2,34’ten 2,63 seviyesine ulaştı. Memleketin ve tabi ki Dünyanın bütün meselelerine vakıf olduğuna inanan kişi, bu yükselişin nedeni olarak ta Milli Selamet Partili yıllarından gelen eski bir düşmanını, “faiz lobisi”ni işaret ediyor. Bu zatın ekonominin yönetiminden sorumlu olarak kendi atadığı kişilere akla hayale sığmayan hakaretlerde bulunması, iktisat çevrelerince alayla karşılaşılan “faiz sebep, enflasyon neticedir” teorisi dışında başka bir çözüm önerememesi yüzünden olsa gerek. Oysa milyonlarca emekçinin geçim derdine, hayali düşmanlar ve uyduruk teoriler ile çare bulmak mümkün değil. Yaşantısını Amerikan Doları ile değil Türk Lirası ile sürdüren emekçiler 2015 yılında daha fazla yoksullaşmış durumda. Bunun nedeni, dolardaki artışın tetiklediği temel tüketim maddelerindeki fiyat artışının, çalışan yığınların ücret artışından daha fazla gerçekleşmesi. TL’sı yüzde 12,4 oranında değer kaybetmesine karşılık asgari ücret sadece % 6 oranında arttırıldı! Aradaki fark emekçilerin cebinden çıkıyor. Temel tüketim maddelerinin üretiminde kullanılan girdilerin tamamı ve çoğu temel tüketim maddesi dolara bağımlı olduğu için yoksullaşıyoruz. Mutfağa giren et ve süt ürün-

lerinin üretimi için gereken fabrika yemleri, buğday ve diğer tahıl ürünlerinin üretimi için gereken gübre ve mazot, evleri ısıtma (ve elektrik üretimindeki kullanımı nedeni ile) aydınlatmada kullanılan doğal gaz, tamamen dolara bağlı. Bir de, zaten ithal edilen nohut, fasulye gibi gıda ürünleri var. Doların son üç aydaki yükselişini Türk-İş’in aylık olarak yayınladığı dört kişilik ailenin açlık / yoksulluk sınırı verilerinden de izleyebiliriz. Aralık ayında açlık sınırı 1.212 TL, yoksulluk sınırı 4.014 TL olarak hesaplanmışken bu sınır değerleri Ocak ayında 1.257 TL / 4.094 TL’ya, Şubat ayında 1.308 TL / 4.259 TL’ya yükselmiş durumda. Mart ayı başında doların değerinin 2,50 TL olduğu düşünülürse, Mart ayı sınır değerlerinin bir hayli yüksek çıkacağını şimdiden söyleyebiliriz. Açlık sınırının 1.300 TL’yı geçtiği günlerde yayınlanan bir başka liste, bu işin bir de kazananı olduğunu gösteriyor. FORBES Türkiye, kişisel servetleri 1 Milyar Amerikan Dolarının üzerinde olan Türkleri yayınladı. Listede başını 3 milyar 700 milyon dolar serveti ile Murat Ülker’in çektiği tam 25 isim var ve bu 25 kişinin toplam serveti 43 milyar dolar! “Faiz sebep, enflasyon neticedir” diyerek gürleyen şahıs ve onun partisi AKP, çok açık ki TL’nın değer kaybı sonucu hayatı iyice çekilmez hale gelen emekçilerin değil, dolar istifleyen bu 25 kişinin kaygılarını paylaşıyor!

ÇÖZÜM SÜRECİNE DESTEK ARTIYOR

Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında HDP Eş başkanı Selahattin Demirtaş çok sayıda televizyon kanalına çıktı, gazeteler Demirtaş’a sayfalarını ayırdı. Demirtaş da tüm bu fırsatları çok başarılı bir şekilde kullandı. Televizyonlarının başında konuşmalarını izleyenler etkilendi Demirtaş’ın anlattıklarından ve anlatma şeklinden. Bu başarı, yaklaşık yüzde 10’luk bir oy almasıyla sonuçlandı Demirtaş’ın. Sonra, Kobane’de IŞİD saldırganlığı başladı. IŞİD Kobane’nin merkezine kadar istila etti. Erdoğan “PKK eşittir IŞİD” açıklamasını yapmakla kalmadı, Kobane’nin hah düştü hah düşecek olduğunu da açıkladı. IŞİD güçleri Kobane’nin merkezini işgal etmek üzereyken ve Erdoğan kibirli açıklamalarıyla Kürt halkının sinirlerini tırmandırırken, HDP, haklı olarak, kitlelerin sokağa çıkması için çağrı yaptı. Ve bu çağrıyı yine doğal olarak Selahattin Demirtaş ve HDP MYK üyeleri birlikte yaptı. Çağrı, yakıp yıkmayı değil, Kobane’yle dayanışmayı amaçlıyordu.

Son olarak Bülent Arınç, aslında Demirtaş’ın çözüm sürecini engellemek istediği açıklamasını yaptı. “Pes” diyesi geliyor insanın. Daha önce de “hükümete yakın” gazetecilerden birisi, Demirtaş’ın ABD’de yaptığı gezide farklı bağlantılar kurduğunu açıklamıştı. Buna ise “pes” demek hafif kaçar. Bu yaklaşımlar, seçime endeksli, hayatlarında seçimden, seçimlerde oy almaktan başka bir şey düşünmeyen siyasilerin tek kelimeyle özetlemek gerekirse, terbiyesizliği. Evet! Demirtaş gibi Kürt hareketinin en önemli temsilcilerinden birisinin çözüm sürecini bozmaya çalıştığını iddia etmek için, terbiyesizliği politik kurnazlığın kaçınılmaz parçası haline getirmiş olmak gerekir.

AKP de bu süreçten ders çıkarmalı. Toplumun büyük çoğunluğu barış istiyor. A&G Araştırma Şirketi’nin sahibi Adil Gür’e göre, hükümet adım atmayı geciktirdikçe, Roboski gibi katliamlar yaşandıkça, oy oranlarında AKP’den HDP’ye kayış yaşanıyor. AKP Kürt halkına tepeden bakmayı, Kürt hareketi arasında gerilimler yaratma çabalarını ve Demirtaş gibi liderleri yıpratma girişimlerini bir kenara bırakmalı. Çözüm için müzakereleri resmi olarak başlatmalı.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle Yozgat’ta Bozok Üniversitesi’nde kadın öğrencilerin yapmak istediği açıklamaya ülkücüler saldırdı.

DEMİRTAŞ’TAN ELİNİZİ ÇEKİN!

Buldukları her fırsatta Demirtaş’ı yıpratmaya çalışıyorlar.

Ulusalcılar ve ulusalcı sosyalistler, Kürt hareketinin “teslimiyet” içerisine girdiğini veya “AKP ile anlaştığını” savunurken, barışa toplumsal destek bir kez daha %67.5 civarına yükseldi. ORC’nin araştırmasına göre, Ekim ayındaki Kobanê gösterileri ve arkasından yükselen şiddet sarmalından beri, sürece destek oranı %13 arttı.

YOZGAT’TA KADINLARA SALDIRAN ÜLKÜCÜ FAŞİSTLER

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

O gün bugündür, hükümet yetkilileri, Selahattin Demirtaş’a kelimenin tam anlamıyla gıcık oluyorlar.

Dolmabahçe’deki Başbakanlık ofisinde AKP ve HDP yetkililerinin katıldığı ortak basın toplantısında Abdullah Öcalan’ın 10 maddelik taslağının okunması, çözüm sürecine yeni bir ivme kazandırdı.

HAFTANIN IRKÇISI

3

Demirtaş’ın prestijini yıkmak istiyorlar. Çünkü Demirtaş HDP’nin seçimlerdeki en önemli silahı. Prestijini yıkmak için de toplumsal onayı yüksek olan çözüm sürecini engellemek istediği yalanını söylüyorlar. Saat 12.00 sıralarında karanfil dağıtan kadın öğrenciler, Cumhuriyet Meydanında basın açıklaması yapmak için toplandıkları sırada, 100- 150 kadar ülkücü faşist kadınlara ve öğrencilere saldırmaya çalıştı. Kadınlar kışkırtmalara ve polise rağmen basın açıklamasını tamamladılar. Açıklamanın bitmesiyle ülkücü grup daha da kalabalıklaştı ve bir kez daha saldırıya geçerek kadınlara taciz, hakaret ve tehditlerde bulundu.

Buna kim inanır? Bülent Arınç ve AKP’liler açısından bunun önemi yok. Bir kişi bile inansa yeter onlara. Bir oy bir oydur!

“Artık yaşamıyorsunuz, hepiniz öldünüz” gibi tehditler ve küfürler ederek kadınları ovalayan ülkücü faşistlerin kadın düşmanı yüzü, bir süre önce Özgecan Aslan cinayetinde de ortaya çıkmıştı. Özgecan’ı vahşice öldüren katilin, kurt işareti yaparak fotoğraf çektiren ülkücü bir faşist olduğu anlaşılmıştı. İlk defa 8 Mart eylemi yapılan Yozgat’ta kadınlara saldıran ülkücü faşistler, haftanın ırkçısı olmaya hak kazandı.

Demirtaş hem çözüm süreci için çalışıyor hem de mücadele ediyor.

AKP’lilerin anlamadığı şu: Çözüm sürecinde ısrar AKP’yi övmek anlamına gelmiyor, AKP’yle mücadeleyi ertelemek anlamına da gelmiyor, AKP’ye güvenmek anlamına hiç gelmiyor.

Anlamıyorlar ve boşuna saldırıyorlar: çözüm sürecinin kendisi de bir mücadele süreci. Demirtaş bu mücadelenin simgelerinden birisi. Yıpratmanız o kadar kolay değil. Yıprattığınızı düşünürken ne kadar yıprandığınızı seçim akşamı hep beraber göreceğiz.


4

DÜNYA

YENI IRAK SAVAŞI KAPIDA

MISIR’DA İDAMLAR BAŞLADI Mısır’da 3 Temmuz 2013’te darbeyle iktidara gelen Sisi cuntası yüzlerce Müslüman Kardeşler destekçisini tutuklamasının ardından, idamlara da başladı. Mahmud Ramazan isimli bir mahkum asılarak idam edildi. Darbenin ardından gerçekleşen katliamlarda yüzlerce darbe karşıtı öldürülmüş, tutuklanan binlerce kişiden yüzlercesi idam cezasına mahkum edilmişti.

İNGİLTERE İKLİM İÇİN YÜRÜDÜ

ONUR DEVRİM ÜÇBAŞ

Irak’ta ABD öncülüğündeki emperyalist uluslararası koalisyon güçleri IŞİD’in Haziran 2014’te ele geçirdiği Musul’u almak için geniş bir operasyona hazırlanırken Irak ordusu ve Şii milislerin Tikrit’i ele geçirmek için başlattığı saldırı sürüyor. Saddam Hüseyin’in memleketi olan Tikrit’e yönelik saldırıda son olarak 2003’te Saddam Hüseyin’in yakalandığı yer olan Tikrit’in güney kırsalındaki El-Dur ele geçirildi. Tikrit’e yönelik saldırı IŞİD’e karşı ABD öncülüğünde yapılması planlanan bahar harekatının bir parçası. ABD önümüzdeki aylarda Musul’u almak için büyük bir saldırı başlatacağını açıklamış, Türkiye’den ise destek açıklaması gelmişti. Başbakan Ahmet Davutoğlu Musul’un IŞİD’den geri alınması için Türkiye’nin destek vereceğini ancak sıcak çatışma içinde olmayacağını söylemişti. Peşmerge güçleri ise mezhepçiliği önlemek için Musul’a KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse

DÜNYADA KADINLARIN DURUMU Bir süreden, özellikle Özgecan’ın öldürülmesinden sonra kadın sorunu gündemimizde daha merkezi bir yer edinmeye başladı. İyi ki de öyle oldu. Kadınların durumu sadece Türkiye’de değil dünyada da çok konuşulmayı hak edecek kadar kritik. Bu konuda bize en net resmi yine rakamlar veriyor. Dünyada yoksulluk sınırında 1.5 milyar insanın % 70’i kadın. 85 milyon kız çocuğunun eğitim olanağı yok. 700 milyon kadın yeterli su ve yemeğe sahip değil. Dünyada her 3 kadından biri yaşamı boyunca şiddete maruz kalıyor, cinsel ilişkiye zorlanıyor ya da taciz ediliyor. Her 5 kadından biri tecavüze uğruyor ya da tecavüzden son anda kurtuluyor. Tüm dünyada kadın cinayetlerinin %70’i eşleri tarafından işleniyor. Her yıl iki milyon kadın ve kız çocuğunun ticareti yapılmakta, 60 milyon kız çocuğu kürtaj, bebek katli ve ihmal sonucu kayıp durumdadır. Sadece Bosna savaşı sırasında 20.000 Müslüman kadın ve Ruanda soykırımı sırasında 500.000 kadın tecavüze uğramıştır.

yönelik bir harekatta ana gücün Sünniler olması gerektiğini söylerken, İran’ın artan etkisine de dikkat çekti. Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) Peşmerge Sorumlusu Mustafa Çavreş, Tikrit’i IŞİD’den kurtarma operasyonunun İran Özel Kuvvetler Birimi Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani tarafından yürütüldüğünü söyledi. Irak hükümetinin egemenliğinde olan bölgede ise pek çok bombalı saldırı gerçekleşti. Mahmudiye’de bir otoparkta geçrekleşen patlamada 3 kişi öldü, 15 kişi yaralandı, aynı gün sokakta gerçekleşen bir patlamada ise 2 kişi ölürken 9 kişi yaralandı. 2003’deki Irak işgalinin ardından işgalci güçlerin uyguladığı politikaların sonucunda ülkede yükselen mezhepçilik Sünnilerin yoğunlukta olduğu bölgede IŞİD’in güçlenmesini ve büyümesini sağladı. Eski Baas rejiminin görevlilerinin de desteğini alan IŞİD bugün Irak’ın önemli bir bölümünü kontrol ediyor. Dünyadaki işlerin yüzde 60’ını yapan kadınlar, toplam gelirin yüzde 10’una; dünya üzerindeki mal varlığının ise yüzde 1’ine sahipler. Mültecilerin yüzde 80’ini kadınlar oluşturuyor. Mülteci kadınlar sığınma öncesi, sığınma arama sırasında ve sığınma ülkesinde cinsiyete dayalı şiddete maruz kalıyor. Dünya genelinde okuma yazma bilmeyen yetişkinlerin yüzde 67’si kadın. Eğitim olanağından yoksun 45 milyon erkek çocuğa karşılık, kızlarda bu rakam 85 milyona ulaşıyor. Birleşmiş Milletler’e üye 191 ülkenin sadece 12’sinin lideri kadın. Bu rakamların bize gösterdiği gerçek çok açık. Kadının ne emeğinin ne de bedeninin sömürülmesi sadece bu ülkeye has bir durum değil. Bu manzaranın temel sorumlusu kapitalizm ve onun yarattığı eşitsizlikler. Ancak durum sadece böyle kötü bir tablodan ibaret değil tabii ki. Kadınlar ve daha eşitlikçi toplumdan yana olan herkes yıllardır tüm bu eşitsizliklere, tacize, tecavüze karşı mücadele ettiler. Hala gidilecek çok yolumuz ama bu yolda bugüne kadar elde ettiğimiz başarılarımız, bundan sonra üzerine inşa edeceğimiz kazanımlarımız var. Yukarıdaki rakamların da bize gösterdiği gibi kadının özgürlüğü için verilen mücadele aslında kapitalizme karşı verilen mücadeledir.

Küresel iklim değişimine karşı İngiliz hükümetinin harekete geçmesini talep eden 20.000 kişi Londra’da bir yürüyüş gerçekleştirdi. “İklim Değişimine karşı kampanya” başta olmak üzere pek çok sendika, siyasi parti ve sisvil toplum kuruluşu tarafından örgütlenen “Harekete geçme zamanı” adını taşıyan eylemde hem İngiltere’de Mayıs ayında yapılacak genel seçimler öncesi hem de Aralık ayında Paris’te yapılacak olan uluslararası görüşmeler öncesi iklim değişimine dikkat çekmek amaçlandı. İtfaiyeciler Sendikası’ndan yapılan konuşmaların yanı sıra son kitabı Bu Herşeyi Değiştirir de iklim değişimine karşı mücadelenin sistemi karşısına alması gerektiğini savunan Naomi Klein da eyleme internet üzerinden kurulan bağlantı ile katıldı. Aralık ayında Paris’te yapılacak eylemlere çağrı yapan Klein “henüz iklim hareketinin bir parçası olmamış insnalara ulaşmak için dokuz ayımız var. Enerjinin tamamının yenilenebilir kaynaklardan karşılandığı bir ekonomiye ihtiyacımız var, sadece enerjinin nasıl üretildiğini değil onu kontrol edenleri de değiştirmeliyiz, büyük düşünmek için daha iyi bir zaman olmamıştı” dedi.

KÜRESEL MÜCADELELER Portekiz: Vergilere fahiş zamlar yapan Başbakan’ın vergi ödemediğinin ortaya çıkması üzerine sendikalar genel eylem yaptı. İşçiler, ücretler ve sosyal haklarda kesintilere gidip, işsizlik yaratan sağcı hükümeti bir çok şehirde protesto etti. Öte yandan, parlamentoda Coelho hakkında soruşturma açılması için ülke çapında binlerce imza toplandı. ABD: Wisconsin eyaletinin Madison kentinde polisin 19 yaşında siyah bir genci öldürmesi üzerine yüzlerce protestocu emniyet müdürlüğüne yürüdü. Irkçı cinayet, 7 Mart 1965’te Alabama eyaletinin Selma kentinde oy hakkı için yürüyen siyahilerin polis şiddetine maruz kaldığı ‘Kanlı Pazar’ olaylarının 50’nci yıl dönümüne denk geldiği için ülke çapında büyük öfke yarattı. Polis takibinden kaçtığı için öldürüldüğü söylenen Tony Robinson’un silahsız olduğu açıklandı. Myanmar: Özerk üniversite, anadilde eğitim ve devletin okullar üzerindeki baskısını artıracak yeni yasalara karşı, Mandalay bölgesinden ticari başkent Yangon’a yürüyüş yapan öğrencilerin etrafını saran polis çevrelerini tel örgü ile kapladı. Yangon’da sokağa çıkan işçi ve öğrenciler de polisin saldırısı ile karşılaştı.


RÖPORTAJ

5

“Unutmamak gerekir ki inkâr, soykırımın devamı anlamına geliyor” Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Platformu sözcülerinden Levent Şensever’le konuştuk. 24 Nisan Ermeni Soykırımı’nın 100. yılı vesilesiyle Türkiye’de devlet ve hükümet süreci nasıl ele alıyor? Nasıl bir yaklaşım içindeler? Levent Şensever: Soykırımın gerçekleştiği 1915’den Cumhuriyetin kuruluşuna kadar geçen sürede ve 92 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca iktidara gelen tüm siyasi güçler, muhafazakârından liberaline, sosyal demokratlarından İslamcılarına kadar tüm iktidarlar, soykırımın inkârı politikalarını kesintisiz sürdürdü. Bu yıl devlet inkârcılık konusundaki çabalarını bir adım daha öteye götürdü. Her yıl 18 Mart’ta yapılan Çanakkale anması, bu yıl iki kez gerçekleştirilecek. İkinci anmanın tarihi ise 24 Nisan olarak belirlendi. Oysa Çanakkale Savaşı açısından 24 Nisan tarihi özel bir anlam ifade etmiyor. İttifak güçleri 25 Nisan sabahı Çanakkale’de kara harekâtı başlatmıştı. Yani bugüne kadar hiç yapılmayan ikinci bir anma söz konusu olacaksa, bu 25 Nisan’da yapılabilirdi. Bilindiği gibi kara harekâtının başlamasından sadece bir gün önce, 1915’in 24 Nisan akşamı ise İstanbul’da Ermeni aydınları evlerinden alınarak, Haydarpaşa’dan ölüm yolculuğuna çıkarılmıştı. Bu nedenle 24 Nisan günü tüm dünyada Ermeni Soykırımı’nı anma günü olarak kabul edilmektedir. Devlet, 24 Nisan’da Çanakkale anması düzenleyerek, Ermeni Soykırımı anmalarından dikkatleri başka bir yöne çekmeye çalışıyor. Bu arada Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan, 24 Nisan’daki Çanakkale anmasına adeta alay eder gibi, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ı davet etti. Burada inkârcılığın yeni bir boyutunu görüyoruz. Ne yazık ki bu tür inkârcılık çabaları soykırım kurbanı yüz binlerce Osmanlı Ermeni vatandaşının torunlarını derinden üzüyor. Bu soykırım kurbanlarının anısına büyük bir saygısızlık. Soykırımla hesaplaşılması neden bu kadar önemli? Türkiye’nin bir birinden bu kadar farklı siyasi görüşlere sahip iktidarlarının niçin aynı kararlılıkla inkârcılığı sürdürdüğünü sorgulamak gerekiyor. Soykırım; Anadolu’nun gayrimüslim vatandaşlardan temizlenmesi ve onların kültür mirasının izlerinin yok edilmesi, Cumhuriyetin kuruluşunun temel köşe taşlarından birini oluşturuyor. Ermeniler ve diğer gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarına yönelik suni olarak yaratılan “düşman” ve “hain” miti sayesinde bir Türk “ulusal kimliği” dizayn edildi. Ayrıca soykırım kurbanı Ermeniler, Süryaniler ve Rumların el konulan mal ve mülkleri de yine erken Cumhuriyet döneminin en önemli sermaye birikim kaynaklarından birini oluşturdu. Dolayısıyla soykırımla yüzleşmek demek, bugüne kadar bize anlatılan “Türk ulusunun kahramanlığı” masallarını terk ederek, kanlı tarihimizle yüzleşmek ve yeni bir tarih yazılımı anlamına geliyor. AK Parti bazı yönlerden kendinden önceki iktidarlardan ayrışmış olsa da, henüz “Türk milli tarih tezleri” bakımından bir fark yaratamadı. Soykırımla yüzleşmek, aynı zamanda bu topraklarda yaşanmış büyük trajedilerin kurbanlarını hatırlamak ve onların anısını yaşatmak demek. Unutmamak gerekir ki inkâr, soykırımın devamı anlamına geliyor. DurDe Platformu, 24 Nisan kampanyasında nasıl bir yol haritası izliyor? DurDe’nin bu kampanyada temel

amacını nasıl tarif ediyorsunuz? Ermeni Soykırımı meselesi çok boyutlu. Meselenin adalet ve vicdan boyutunun yanı sıra, ekonomik, coğrafi, siyasi, kültürel ve insani boyutları da söz konusu. Aynı şekilde ilgili taraflar da çok çeşitli ve farklı görüşlere sahip. Türkiyeli bir aktivist platformu olarak tüm bu çeşitli boyutları ve farklılıkları göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bizim meseleye yaklaşımımızı kısaca şöyle özetleyebiliriz: - Devletin inkâr politikalarına karşı mücadeleye uzun vadeli, 2015’in ötesine gidecek şekilde bakıyoruz. Soykırımın tanınması ile ilgili mücadele, devletin tüm aygıtlarıyla inkârı sürdürdüğü koşullarda temel olarak siyasi bir mesele. - Soykırımın tanınması ve devlet tarafından özür dilenmesi hedefimiz var. Ama bu hedefe ulaşmak tek başına yeterli değil. Diyasporanın, soykırım kurbanlarının torunlarına vatandaşlık hakkı tanınması, tazmin, mülklerin ve kültür mirasının geri verilmesi, sınırın açılması, vb. talepleri de gündemimizde. - DurDe olarak en güçlü olduğumuz alanda, meseleye ilişkin geniş kitlelere erişilmesi ve bu konuda farkındalık yaratılmasına odaklanıyoruz. Bu amaçla aktivistlerin mobilizasyonunu öne çıkarıyoruz. Birçok üniversitede ve

24 NİSAN ERMENİ SOYKIRIMI’NI ANMA ETKİNLİKLERİ PROGRAMI 10.00 - 24 Nisan’da ölüme gönderilen Ermeni aydınlarından birinin evinin önünde anma 10.30 - 14.00 İHD programı 15.30 - Sevag Balıkçı’nın mezarında anma 17.00 - Taksim’de ‘Dilek Ağacı’ anıtının açılışı 19.15 - Taksim’de Soykırım Anması

kamusal alanda konferanslar, seminerler, atölyeler ve etkinlikler düzenliyoruz. - Ermeni diyasporası ve Ermenistan’daki sivil toplum ile ilişkilerin geliştirilmesini önemsiyoruz ve bu konuda özel çaba harcıyoruz. Aynı şekilde meselenin uluslararası platformlara taşınmasını da son derece önemli buluyoruz ve bu konuda çaba harcıyoruz. DurDe Platformu bu yılki 24 Nisan anmalarında ne tür etkinlikler planlıyor? DurDe, her yıl olduğu gibi bu yıl da 24 Nisan Ermeni Soykırımı mağdurlarını anmak üzere bir dizi etkinlik planlıyor. Bu etkinliklerden en önemlisi, 24 Nisan, Cuma saat 19.15’de Taksim’de gerçekleşecek olan anma etkinliği. Bunun yanı sıra irili ufaklı birçok etkinlik daha söz konusu olacak. Örneğin Avrupa ırkçılık karşıtı sivil toplum örgütlerinin temsilcileriyle, Ermeni diyasporasının liderlerinden oluşan bir Avrupa delegasyonunu, 21-24 Nisan tarihleri arasında İstanbul’da geniş bir program çerçevesinde ağırlayacağız. Bu program DurDe Platformu, EGAM* ve AGBU** tarafından ortak olarak düzenleniyor. İstanbul’daki programın ardından, DurDe aktivistlerinin de katılımıyla benzer bir program Ermenistan’da gerçekleşecek. İstanbul’daki anmalara bu yıl dünyanın dört bir köşesinden çok sayıda diyaspora temsilcisi, siyasi lider ve sivil toplum temsilcisi de katılacak. Irkçılıkla mücadelede diğer başlıklarınız neler ve nasıl bir çağrı yapıyorsunuz? Platformun mücadele ettiği başlıca alanları şöyle sıralayabiliriz: Her türlü etnik ve dini ayrımcılık; Antisemitizm ve İslamofobi; nefret suçları; mültecilere ve Romanlara yönelik ayrımcılıkla mücadele. * EGAM: European Grassroots Antiracist Movement (Avrupa’nın 31 ülkesinde örgütlü ırkçılık karşıtı örgütlerin ağı) ** AGBU: Armenian General Benevolent Union (Dünyanın en büyük Ermeni diyaspora örgütlerinden biri)


6

GÜNDEM

BALYOZ DAVASINDA NEREDEN NEREYE?

BALYOZ DAR AKLANAMAZ

ARİFE KÖSE

Bilindiği gibi 17 Aralık yolsuzluk skandalının ardından 963 sayfalık ilk Balyoz iddianamesine göre 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan, Kasım 2002’de AKP hükümetini devirmek için bir darbe planı hazırladı: Balyoz Harekat Planı. Plana göre, bu darbeyi yapabilmek için önce ülkede kaotik bir ortam yaratılacaktı. Cuma namazı sırasında Fatih ve Beyazıt camileri bombalanacak, bir Türk savaş uçağı düşürülecek, ülkede irticai unsurların ayaklandığına dair bir hava yaratılacaktı. Darbeye ortam hazırlayan bu eylemler Çarşaf, Suga, Oraj ve Sakal adlı planlarda belirtilmişti. Bu planların provası 5-7 Mart 2003’de İstanbul’da Çetin Doğan önderliğinde düzenlenen Plan Semineri’nde yapıldı. Darbeden sonra kurulacak Milli Mutabakat Hükümeti’nin kimlerden oluşacağı belirlendi. Seminer aslında muhtemel bir Türk-Yunan savaşına dönük Egemen Harekat Planı’nı konu alıyordu. Bu bir dış tehdit senaryosuydu. Doğan buna, Türk-Yunan savaşı çıktığında İstanbul ve Kocaeli’nde irticai kesimlerin ayaklanmaya kalkıştıkları bir iç tehdit senaryosu ekledi. Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, Çetin Doğan’a “Seminerde sadece dış tehdidi görüşün, iç tehdit senaryosunu görüşmeyin. Onu başka zaman görüşürsünüz, ama önceden bize bildirmeni şartıyla” şeklinde talimat gönderdi. Talimatın altında İlker Başbuğ’un imzası vardı. Çetin Doğan ise bu talimatı uygulamak yerine iç tehdit senaryosunu da içerecek şekilde Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo’yu (OEYTS) hazırlayıp yeniden KK’ya ve 1. Ordu’ya bağlı birliklere gönderdi. Aytaç Yalman, Çetin Doğan’ın darbe girişimini Hilmi Özkök’e iletti ve Özkök, Çetin Doğan’ın 1. Ordu’daki tüm yetkilerini elinden aldı.

AKP, kendini bu skandaldan aklama operasyonunun bir parçası olarak yolsuzluk dosyalarını ortaya çıkaranlarla darbecileri yargılayanların aynı “paralel” ekip olduğunu ve geçmişte orduya kumpas kuranların bugün de kendilerine kumpas kurduğunu söylemişti. Bunun üzerine Ergenekon, Balyoz gibi kamuoyunda “darbe davaları” olarak bilinen davaların tüm sanıkları tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmış ve davalar sil baştan yeniden görülmeye başlanmıştı. Bu gelişmelerin üzerine yeniden görülmeye başlanan Balyoz davasında mahkeme son olarak yeni bir bilirkişi heyeti oluşturularak daha önce darbe delili olarak kabul edilen bütün dijital delillerin yeniden incelenmesine karar verdi. Davanın yeniden görülme biçiminin darbe karşıtlarında yarattığı “AKP’yi hırsızlık dosyalarından aklamak için darbe davaları kurban mı ediliyor?” endişesi bugüne kadar yaşanan iki önemli gelişme ile doğrulandı. Bunlardan birincisi 2015 Şubat ayının ortalarında Anayasa Mahkemesi’nin bilirkişi raporunun sonucunda dijital delillerin çelişkili olduğu sonucuna ulaşması oldu. Halbuki bundan önce davada tam tersini söyleyen bilirkişi raporları da oldu ama artık şimdi hepimizden Balyoz’un bir darbe planı olduğunu gösteren bütün diğer kanıtları unutup, hafızamızı sıfırlayıp, sadece bu bilirkişi raporlarına inanmamız bekleniyor.

ordumuzu oyuna getirmişler” diyen AKP’liler hem de en başından beri bu davaların itibarsızlaştırılmasını AKP’ye karşı mücadelenin, AKP’yi itibarsızlaştırmanın aracı olarak görenler (Ahmet Şık ve Ezgi Başaran gibiler yani) her iki gelişmeyi de alkışlayarak karşıladılar. Kimse bu ülke tarihinde ilk kez darbeci gelenekle hesaplaşmak için aralanan kapının nasıl yüzümüze kapatılmış olduğunun hesabını sormadan sadece kendi haklılığı ile ilgilendi. Balyoz davası dijital delillerden mi ibaret? “Türkiye’nin en parlak ve eğitimli subaylarının” böyle şeyler yapabileceğini, geçmişte de yaptıklarını hatırlamak istemeyenler için bir kez daha hatırlatalım: Aytaç Yalman, Akşam gazetesi genel yayın yönetmeni İsmail Küçükkaya’nın NTV’de katıldığı bir programda darbeyi Hilmi Özkök’ün önlediğini söylemesi üzerine kendisini arayarak, “Sana sitem etmek için arıyorum. Biraz önce seni NTV’de izledim. Hilmi Özkök için darbeyi önleyen kişi ifadesini kullandın. Aytaç Yalman’ın rolü ne, diye soruldu. Hiçbir şey söylemedin, geçiştirdin” der. “Darbe girişimini gerçekten siz mi önlediniz?” sorusuna Yalman’ın yanıtı şöyledir: “Bilmem, Türk Ordusu tek kişi değildir. Tek Genelkurmay Başkanı da değildir. Ucuz kahramanlık kimseye yakışmaz. Türk Ordusu demek Kara Kuvvetleri Komutanlığı demektir. Hilmi Paşa’nın kaç tane tankı tüfeği vardı?”

İkinci önemli gelişme ise Balyoz belgelerini edinerek darbe planının ortaya çıkmasını sağlayan Mehmet Baransu’nun geçen hafta “devletin gizli belgelerini ele geçirip yayınlamaktan” tutuklanması oldu.

Küçükkaya’nın ısararı üzerine Yalman, “İddianame, darbeyi Aytaç Yalman önlemiştir diyor” ve “Erken öten horozun kafasını keserler; zamanı gelince konuşurum. Bizim de kafamız gitmesin” diyerek konuşmayı bitirir.

Hem “gördünüz mü, bize kumpas kuranlar nasıl da yüce

Bu konuşmaların ardından Çetin Doğan’ın eşi Nilgün Do-


GÜNDEM

RBE GİRİŞİMİ Z

7

GÖRÜŞ Roni Margulies

DEVLET-HÜKÜMET İTTİFAKI Tayyip Erdoğan hükümeti ile Kemalist devlet arasındaki ittifak geçicidir. Erdoğan doğmadan 30 yıl önce, Türkiye Cumhuriyeti devleti tüm devlet kademelerini Kemalist laikliği özümsemiş kadrolarla doldurmuş ve bu konuda en ufak kuşkusu olan herkesi devlet ve siyaset sahnelerinin dışına itmiştir. Kadro üretiminin devamını sağlayacak eğitim sistemini oluşturmuş ve oturtmuştur. Erdoğan’ın gençlik yılları boyunca, dışlananların devlet ve siyaset sahnelerine geri dönme çabaları darbelerle, baskıyla, devlet kurumlarından yapılan temizliklerle engellenmiştir. Erdoğan’ın aktif siyaset yıllarında, 28 Şubat darbesi, her yıl YAŞ kararlarıyla yapılan tasfiyeler, bizzat kendisinin hapse atılması, Erbakan’ın partisinin kapatılması gibi uygulamalarla dışlananların Ankara’dan uzak tutulması devam etmiştir. Sonra AK Parti’nin iktidara gelişi. Sonra darbe çabaları ve bu çabaların boşa çıkarılması. Ve nihayet Erdoğan’ın devletle “barışması”. Ve hem solda hem Kürt hareketinde yaygın olan inanca göre “AK Parti’nin devletleşmesi”. Bu “barışma” ve “devletleşme” sorunlu ve tehlikeli kavramlar. Bir partinin 3-5 yıl içinde 90 yıllık Kemalist devleti ele geçirmiş olduğunu düşünmek teorik açıdan devletle hükümet arasındaki farkı anlayamamak, pratik açıdan ise saf olmak anlamına gelir. Devasa devlet aygıtı, üst düzeydeki birkaç bin yöneticinin değiştirilmesiyle ele geçirilemez. AK Parti’nin yaptığı bundan ibarettir. Devletle “barışması” ise, geçici bir olgudur.

ğan, ifadelerinin alınması gerektiği konusunda o kadar ısrar ettikleri Hilmi Özkök’e ve Aytaç Yalman’a bu tartışmanın ardından “susun” çağrısı yapması yapmıştı. Yaşar Büyükanıt’ın yine Balyoz davasında verdiği ifadesinde “ben hayatımda böyle plan semineri görmedim” demesini, nedense Çetin Doğan’ın tutukluluğu konusunda AİHM’e yapılan başvuruda “sahte deliller” meselesinden hiç bahsedilmemesini (ya da bahsedilmişse AİHM’nin burada bir ihlal görmemesini), HSBC ve sinagog bombalamalarının Balyoz belgeleri arasından çıkmış olmasını, Balyoz için ne yazık ki tamamlanmış bir teşebbüs olan 12 Eylül darbesinin Bayrak Harekat Planı’nın model olarak alınmış olmasını, tutuklanacak gazeteciler listesinden tutun da Milli Mutabakat Hükümeti listesine kadar her detayın planlanmış olmasını, sahte olduğu iddia edilen ve sonradan üretildiği söylenen eylem planları ile plan seminerinin kayıtları arasındaki paralellikleri, Gölcük’te ortaya çıkan belgeleri ve Balyoz Planı’nın kopyasının da bunlar arasında bulunmuş olmasını kuşku duymak için yeterli görmeyenler, bizi bütün yaşananların bir “komplo” olduğuna inandırmaya çalışıyorlar. Dezenformasyonun iki aşaması Balyoz davası da tıpkı Ergenekon davası gibi başladığı günden bu yana çeşitli itibarsızlaştırma çabalarına maruz kaldı. Önce dava sadece dijital delillerden ibaretmiş ve bunların da hepsi sahteymiş ve dolayısıyla bu davadan yargılananlar aslında suçsuz yere yargılanıyormuş iddiası gündeme geldi. Halbuki ses kayıtları gerçekti. O ses kayıtlarını dinleyip bu ülkenin darbeler tarihini bilen hiç kimsenin Balyoz’un bir darbe planı olduğundan kuşkusu olamaz. Ancak Ezgi Başaran, Ahmet Şık, Dani Rodrik

gibi en başından beri Balyoz davasını itibarsızlaştırmaya çalışanlar dijital deliller dışındaki bu delillerden, ses kayıtlarından, AİHM kararlarından hiç bahsetmediler. Artık sevinebilirler çünkü nihayet kendileri ve siyasi iktidar aynı safta. Dezenformasyonun ikinci aşaması ise AKP’nin kendisini yolsuzluk dosyalarından kurtarmak için tüm bu davaların orduya kumpas kurulmasının sonucu olduğunu söylemesiyle gerçekleşti. Bunu ilk başlatan Star gazetesine 17 Aralık yolsuzluk operasyonun hemen ardından yazdığı bir yazıyla Yalçın Akdoğan oldu. Ancak ilginçtir ki yeni başlayan Balyoz davası Yalçın Akdoğan’ı ifade vermeye çağırıp “sen orduya kumpas kurulduğunu nereden biliyorsun, anlat bakalım bildiklerini” demedi. Bu aşamada Balyoz davası darbecilerin yargılandığı bir dava olmaktan çıktı ve artık sadece sahte delillerin ortaya çıkarılması, bu belgeleri ortaya çıkaranların cezalandırılması ve dolayısıyla AKP’nin “paralel yapı” ile hesaplaşmada yeni ittifaklarını aklama davasına dönüştü. AKP’nin medyadaki kalemşörleri de (Yıldıray Oğur, Markar Esayan ve Ceren Kenar gibiler) hemen Balyoz’un darbe planı olduğunu savundukları günlerin günahını çıkarmakta gecikmediler. Balyoz darbe girişimidir Ancak şunu herkes biliyor ki balyoz bir darbe planıdır. Ne sadece dijital delillerden ibarettir ne de suçsuz yere yargılandığı söylenen subaylardan. Son yaşadıklarımız ise sadece darbecilerle mücadelenin AKP’ye bırakılamayacak kadar ciddi ve kapsamlı bir mesele olduğunun göstergesidir. Elbet hem darbecilerin hem de onları aklayanların bu darbelerin mağdurlarına hesap verecekleri günler gelecektir.

Erdoğan ve AK Parti devletle barışır. Türk sağı devletle zaten her zaman barışık olmuştur. Devlet ise, AK Parti ile barışmaz. Tüm genetiği ve içgüdüleri ve eğitimi ve ideolojisiyle, tüm Kemalist devlet geleneği bu tür partileri (ve temsil ettikleri toplumsal kesimleri) dışlamak ve ezmek üzerine kuruludur. Şu anda barışmış gibi görünmeleri, Cemaat’i imha etmek konusunda yaptıkları ittifaktan kaynaklanıyor. Erdoğan’dan çok daha önce, devlet Cemaat’i tehlike olarak görüyor, ezmeye çalışıyor, ama baş edemiyordu. Şimdi, tabiri caizse, iti ite kırdırıyor. Cemaat’e karşı saldırıda Erdoğan’ın yanında duruyor. Temizlik tamamlandığında, bakalım daha ne kadar duracak. Hava Kuvvetleri Komutanı olacakken Balyoz’dan tutuklanan emekli Orgeneral Bilgin Balanlı, geçen hafta F-4 uçakları düştüğünde “Her şey 2013’te Hasdal’da yazdığımız mektupta” dedi. Mektupta şöyle denilmişti:

“Türk Hava Kuvvetleri’nin yetişmiş insan gücü heba edilmiştir. Kartalın başı koparılmış, adeta başsız bırakılmıştır. Hava kuvvetlerindeki her dört generalden birisi tasfiye edilmiştir. Her biri rol model olan üstün nitelikli personel, düzmece belgelerle ‘darbeci’ ilan edilerek geriye kalanların moral değerleri çökertilmiştir. Aslında çökertilen Hava Kuvvetleri’nin ta kendisi olmuştur.” Balanlı devlet adına konuşuyor. Cemaat meselesi bitsin, hükümetten hesap soracak. Biz sosyalistler için, hükümet güncel muarızımızdır, devlet ise değişmez düşmanımız. Birincisine karşı mücadele ederken ikincisiyle (ve onun siyasî temsilcileriyle) ittifak yapmayız.


8

TARİH

BİR TERÖR AYGITI: İSTİKLAL MAHKEMELERİ

ATİLLA DİRİM

İçinde bulunduğumuz Mart ayı, 1929 yılında İstiklal Mahkemeleri’nin fiilen son bulması bakımından ayrı bir önem taşıyor. İstiklal Mahkemeleri, başlangıçta Anadolu Hükümeti’nin, daha sonra da yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin bir terör aygıtı olarak ortaya çıktı. Bu mahkemelerin ilk ortaya çıkış nedeni askerden kaçmaları engellemekti. “Kurtuluş Savaşı” adı verilen ve esasen Anadolu’nun Hıristiyan unsurlardan arındırılması projesinin bir parçası olan katliamlara “Türk milleti” iddia edildiği gibi koşa koşa katılmamış, savaşlardan bunalan halk askere gitmemek için elinden geleni yapmıştı. İstiklal Mahkemeleri’ni hazırlayan zemin 1918 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın son bulmasıyla birlikte, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) diktası altında bulunan Osmanlı İmparatorluğu da bütün cephelerde ağır bir yenilgiye uğradı. İtilaf Devletleri’yle imzalanan Mondoros Mütarekesi sonucunda, askeri birliklerin büyük kısmı terhis edildi. İTC’nin ve dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimini fiilen elinde tutan Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa, bir Alman zırhlısıyla ülkeden kaçtılar. Böylece dört yıllık savaş boyunca milyonlarca insanın ölümüne neden olan İTC yönetimi görünürde son buldu. Ancak ülke içinde kalan İttihatçılar, Avrupa ülkelerinin bir çoğunda yaşanan devrimci ayaklanmalar sebebiyle zor duruma düşen İtilaf Devletleri’nin içinde bulunduğu durumu değerlendirerek, bu ülkelerle açık ve gizli anlaşmalar imzaladılar. Kendilerini hızla toparlayarak kendilerine yeni lider olarak seçtikleri Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Anadolu’da “Kuvvayı Milliye” adı altında yeniden örgütlenmeye başladılar. Bu örgütlenmenin asıl varlık sebebi, İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından başlatılan Sünni/ Müslüman/Türk ulus devleti projesi temelinde Anadolu’nun gayrimüslim unsurlardan arındırılarak sermayenin Müslüman kesime aktarılmasını sağlamaktı. Ülkenin her yerinde İttihat ve Terakki Cemiyeti binalarındaki tabelalar indirilerek, yerine Kuvvayı Milliye tabelaları asıldı. Ardından da 1915-16 soykırımından kurtulabilen Ermenilere ve Rumlara karşı yok etme politikaları sürdürüldü. Anadolu’da pasif direniş ve asker kaçakları Ancak Anadolu’nun Müslüman halkı da yıllardır savaşlardan savaşlara koşmaktan yorulmuş ve yıpranmıştı. Savaşa karşı kendisini askerden kaçma biçiminde ortaya konan pasif bir direniş söz konusuydu. Askerden kaçanların sayısı, askere alınanların sayısını aşıyordu. Falih Rıfkı Atay, bu durumu Çankaya adlı eserinde şöyle anlatıyor: “Eski Afyon Milletvekili Ali Taşkapılı’dan dinlemiştim. Yedek subay olarak umumî karargâhta iken, bir sabah erkenden Mustafa Kemal’i köyün sokağında dolaşırken görür. Mustafa Kemal kendisine: - ‘Yahu Ali Bey, neden kaçağımız çok? Günde ne kadar?’ diye sorar. - ‘Bin kadar efendim.’ - ‘Geriden cepheye gelen ne kadar?’ - ‘Sekiz yüz kadar.’ Mustafa Kemal şöyle bir hesap yaparak: ‘On beş günde iki bin beş yüz … Pek fark etmez’ der.” (Çankaya, İstanbul 1984, S. 299) ,

Hukuksuz hukuk Ancak asker kaçaklarının sayısı askere yeni alınanların sayısını kat be kat aşınca Mustafa Kemal, bunun engellenmesi için gereken tedbirlerin alınmasını emretti. Bu tedbirlerin başında İstiklal Mahkemeleri’nin kurulması geliyordu. 18 Eylül 1920 tarihinde kurulan İstiklal Mahkemeleri kanunla kuruldukları için yasaldılar, ancak yargılama usulleri açısından hukuk dışıydılar. Üyeleri, Meclis içinden seçiliyordu, fakat savcı hariç hiç biri hukukçu değildi. Kapılarının üstünde ‘İstiklal Mahkemesi Mücadelesinde Yalnız Allahtan Korkar” yazan mahkemeler verdikleri kararlardan sorumlu değildiler. Cezaların vakit geçirilmeden infaz edilmesinden, sivil ve asker bütün bürokratlar sorumluydu. Sanıkların avukat tutmaları çok nadir bir durumdu, zaten buna ne vakit vardı ne de bu görevi üstlenmeye cesaretli avukatlar. Mahkemeler, kararlarını delillere dayanarak değil, vicdanî kanaatlerine dayanarak veriyordu. Bu kararların temyiz edilmesi söz konusu değildi. Zaten mahkemeler o kadar büyük bir hızla karar alıyor ve cezaları infaz ediyordu ki, sık sık başkalarının yerine “yanlışlıkla” idam edilenler bile oluyordu. Kemalist diktatörlüğün boyunduruğu Birinci ve ikinci dönem İstiklal Mahkemeleri ağırlıklı olarak askerden kaçmayı engellemeye çalışırken, 1923’te kurulan üçüncü dönem mahkemeler ise “devrim” adı verilen uygulamaların yerleşmesi için çalışıyordu. Bilhassa kılık kıyafet ve şapka devrimleri adı altında insanlar kemalist diktatörlüğün boyunduruğu altına alınmaya çalışıldığında, İstiklal Mahkemeleri halkın üzerinde tam bir terör estirdiler. Mahkeme heyeti üyelerinin anılarından ve resmî belgelerden açıkça görüldüğü gibi İsmet İnönü

ve Mustafa Kemal’le doğrudan temas halinde çalışan bu mahkemelerde esas olarak 1925’de Şapka Kanunu’na karşı çıkanlar, 1926’da Atatürk’e suikast teşebbüsünde bulunanlar ve İttihatçılık davası güdenler, saltanat ve hilafeti geri getirmeye çalışanlar, komünist örgütlenmelere katılanlar, yolsuzluk, casusluk, hükümete muhalefet suçlarına katılanlar vb. olmak üzere yaklaşık 7.500 kişi yargılandı, bunların yaklaşık 3.280’i çeşitli cezalara çarptırıldı. Toplam 660 kişi idam edildi. Kısacası, Kemalist diktatörlük, İstiklal Mahkemeleri’ni başta Kürtler olmak üzere, her türden muhalife karşı bir sindirme ve yok etme aygıtı olarak kullandı. Kemalist diktatörlükten günümüze İlk kuruldukları zaman süresi iki yıl olarak belirlenen İstiklal Mahkemeleri’nin varlığı, 4 Mart 1929’da hukuken sona erdi. Ancak 31 Temmuz 1922 tarihli İstiklal Mahkemeleri Kanunu ve ekleri, 1949 yılına kadar yürürlükte kaldı. Böylece İstiklal Mahkemeleri, tüm tek parti diktatörlüğü boyunca halkın üzerinde terör estirmeye devam ettiler. İstiklal Mahkemeleri şüphesiz tek başına var değildi. Kemalist diktatörlüğün muhaliflerini sindirme ve yok etme politikasının bir parçası olarak çıkartılan Takrir-i Sükûn Kanunu, İstiklal Mahkemeleri’ni besleyen en önemli aygıtlardan biriydi. Her türlü muhalif duruşun şiddetle cezalandırılmasını mümkün kılan bu kanunun bir benzeri, şu anda “İç Güvenlik Paketi” adı altında meclisten geçiriliyor. Tek parti diktatörlüğüne karşı çıktığını iddia eden AKP hükümeti, uygulamada her türlü muhalefetin şiddetle sindirilmesinin önünü açan ve Takrir-i Sükûn Kanunu’nu aratmayan bir yasayı çıkarmaktan hiç rahatsız olmuyor. Emekçilerin, ezilenlerin, ötekilerin tümüne yönelen bu terör paketi, bu güçlerin vereceği birleşik mücadeleyle Takrir-i Sükûn Kanunu’nun yanında, tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır.


SINIF MÜCADELESİ

İŞ CİNAYETLERİ HIZ KAYBETMEDİ Geçen yıl Ermenek’te maden ocağının altında boğularak ölen 18 işçinin ortada bırakılan eşleri Enerji Bakanı’nından hesap sorarken, Şubat ayında en az 81 emekçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi.

2014’te korkunç bilanço İş cinayetlerinde Avrupa’da 1, dünyada ise 3’üncü sırada olan Türkiye’de, 2014 yılında bin 886 işçi yaşamını yitirdi. Bu sayı son yılların en yüksek rakamı.

İŞÇİLER HER YERDE HAKKINI SAVUNUYOR

n Bursa’da sendikalaşma nedeniyle işçi kıyımının yaşandığı Kafkas Şeker’de işten atılanların sayısı 60’ı geçti. Direniş sürüyor. n Kastamonu’da iflas eden tekstil fabrikasının yöneticileri, gece yarısı makineleri kamyona yüklerken paralarını alamayan işçiler tarafından yakalandı. 300 bin lira alacğaı bulunan işçiler makinelere el koydu. n Bölgede yapılan “Kadınlar işe çocuklar kreşe” kampanyası sonucunda, Ankara’da Sincan Organize Sanayi bölgesinde kurulu bulunan Termikel fabrikasında kreş hakkı MARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım

HALKLARIN EŞİTLİĞİ VE DÜNYA DEVRİMİ Ulusal baskıya karşı ezilen halkların kurtuluş hareketleri, sosyalizm mücadelesinin dışında mıdır? Türkiye’de kendine komünist diyen birileri, HDP’nin temsil ettiği kitlelerin verdiği mücadelenin, toplumsal devrim mücadelesinin dışında durduğunu, hatta sosyalizm mücadelesine engel olduğunu savunuyor. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını dünya devrimi için savunan Lenin, sosyalizmi karikatür haline getirenlerle tartışırken, Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi ve onunla

KIDEM TAZMİNATINA DOKUNMAK İSYAN SEBEBİDİR Çalışma Bakanı Faruk Çelik, kıdem tazminatı fonu konusunu bir kez daha kamuoyunun gündemine getirdi. Hükümet işçilerin kıdem tazminatına el koyma isteğinden bir türlü vazgeçemiyor. İşçi sendikalarının genel grev sebebi sayarız dediği konuyu ısıtıp ısıtıp tekrar gündeme getiriyor.

Hükümetin kıdem tazminatı fonu için bu kadar ısrar etmesinin altında yatan asli neden, Fon Yasa Tasarısında da anlatıldığı gibi, kapitalist düzen için yeni bir kaynak yaratma ihtiyacıdır. Fonda birikecek paralar, sonuç olarak kapitalist düzenin her hangi bir sektörü için sermaye olarak kullanılacaktır. Tasarruf oranı düşük olan Türkiye kapitalizmi, tasarruf ihtiyacını işçilerin sırtından sağlamaya çalışmaktadır. Yoksa işçilerin haksız yere gasp edilen kıdem tazminatlarının adil bir şekilde işçilerin eline geçmesinin sağlanması ne hükümetin ne de işveren çevrelerinin umurunda.

Geçen Şubat ayında en çok işçi ölümü trafik-servis kazalarında gerçekleşti. Düşme, ezilme, göçük, elektirk çarpması gibi nedenler işçileri öldürdü.

n Kocaeli’deki Kartonsan A.Ş. yönetimi ile Selüloz-İş Sendikası arasında süren toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamadı, işçiler grev kararı aldı.

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

Bu ısrarın altında acaba ne yatıyor? Söylendiği gibi, işverenler tarafından işçilerin kıdem tazminatlarının sürekli gasp edilmesi, bir yılını doldurmak üzere olan işçilerin işe girdi-çıktı yaptırılarak kıdemlerinin sıfırlanması mıdır, hükümeti endişelendiren? Yoksa hükümetin çözmek istediği, zaten sigortasız çalıştırıldığı için, işten çıkarıldığında herhangi bir tazminat verilmeyen işçilerin haklarını savunmak mıdır?

2012’de 42, 2013’te 60, 2014’te 84 işçi Şubat ayında ölürken bu yıl da 81 işçinin ölmesi Soma katliamından sonra, patronların ve hükümetin iş güvenliğinin sağlanması yönünde hiçbir şey yapmadığını gösteriyor.

n SCF Orman Ürünleri fabrikasında toplu sözleşmeli sendika hakkı için Ağaç-İş sendikası üyesi işçilerin 27 Ocak’ta başlattığı grev sürüyor.

9

kazanıldı. n Soma maden işçileri, kıdem tazminatlarının ödenmesi ve işsizlik sorunlarının çözülmesi için TKİ ELİ önünde oturma eylemi başlattı. n İstanbul Haramidere’de bulunan Zet Farma Lojistik’te DİSK/Nakliyat-İş’e üye oldukları için işten atılan 14 işçinin direnişi sürüyor. n İzmir’de yaklaşık 4 aydır ücretlerini alamayan ve bir aydır kapalı olan Sider işçileri fabrika önünde toplanarak yaşadıkları sıkıntıların çözülmesini talep etti. n Kartal Adliyesi’nde 60 işçinin işten çıkarılması üzerine büro emekçileri eyleme geçti, çay ve yemek hizmetlerini boykot çağrısı yapıldı. n Limter-İş Sendikası’na üye olmaları sebebiyle işten atılan Adore Oyuncak Deposu işçileri, mağaza önündeki çadırda direniyor. ittifak kuran Türkiyeli sosyalistlere savaş açan ulusalcı sosyalistlere de yanıt vermişti. 24 Nisan 1916’da İngiltere’nin sömürgeciliğine karşı İrlandalı cumhuriyetçiler Dublin’de ayaklandı. İrlanda’nın bağımsızlığını ilan eden hareket bir hafta süren çatışmaların ardından kanla bastırıldı. Rusyalı devrimci Lenin, o günlerde ulusal kurtuluş hareketleri ve toplumsal devrim arasındaki ilişkiyi şöyle anlatır: “Sömürgelerde ve Avrupa’da küçük ulusların başkaldırısı olmaksızın; tüm önyargıları ile küçük burjuvazinin bazı kesimlerinin devrimci patlamaları olmaksızın; politik olarak bilinçsiz proleteryanın ve yarı proleter kitlelerin toprak ağaları, kilise ve monarşinin baskılarına karşı, ulusal baskılara karşı vb mücadelesi olmaksızın bir toplumsal devrim olabileceğini düşünmek toplumsal devrimi reddetmek demektir. Bir ordu bir yerde sıralanıyor ve ‘bizler sosyalizm adına buradayız’ diyor, diğer bir ordu başka yerde ‘biz emperyalizm adına buradayız’ diyor ve bu da toplumsal bir devrim oluyor. ‘Saf’ bir toplumsal devrim bekleyenlerin ömrü, böylesi bir devrim görmeye yetmeyecektir.” Lenin, Marx ve Engels’in İrlanda sorununa dair tutumları-

İşçilerin bu kadar net ve somut bir kazanımı olan kıdem tazminatını türlü formüllerle, türlü hikâyelerle ellerinden almaya çalışmak, düpedüz onları isyana teşvik etmek demektir. Bu saldırıya karşı sadece Türk-İş’in hükümetle yürütmekte olduğu diplomatik görüşmeler yetmez, elbette görüşmeler sürdürülmeli, kıdem tazminatına dokunmanın yaratacağı sonuçlar hükümete anlatılmalıdır, ama işçilerin kendi güçlerini birleştirmesi, dosta düşmana bu gücü göstermesi daha önemlidir. İşçi sendikaları geçmişte pek çok kere sorunlara karşı bir araya gelmiş, mücadeleye öncülük etmiş olan Emek Platformunu acilen toplamalıdır. Platforma tüm emek ve emek dostu örgütler çağırılmalı, özellikle çiftçi örgütleri mutlaka Emek Platformuna katılmalıdır. Emek Platformu, Kıdem Tazminatını Koruma Koordinasyonu oluşturmalı, başlangıç olarak birleşik bir uyarı grevi örgütlenmelidir. Yasa görüşülmeye başlandığında süresiz genel grev ilan edilmelidir. Kamu çalışanları, taşeron işçiler, maden işçileri, iş cinayetlerinin mağdurları, işsizler, ev kadınları, plaza çalışanları, doktorlar, öğrenciler Türkiye tarihinin ne büyük işçi direnişini örgütleyebilir. nı devam ettirdi: İrlanda işçi sınıfı kurtulmadan İngiliz işçi sınıfı da kurtulamaz. İrlanda’nın sömürge varlığı sürdükçe İngiliz devleti gücünü koruyacaktır. İrlanda’nın kurtuluşu: 1. İngiliz devletinin gücünü zayıflatacaktır. 2. İngiliz işçi sınıfının saflarında hakim olan milliyetçi fikirleri kıracaktır. 3. Ulusal eşitliğin sağlanması ile İrlandalı işçilerin kimlik sorunu çözülecek sınıf mücadelesinin önü açılacaktır. İngiltere’nin yerine Türkiye’yi, İrlanda’nın yerine Kürdistan’ı koyun. Kürt ulusal kurtuluş hareketinin 30 yıllık mücadelesi, ceberrut Türk devletinin yenilenebileceğini gösterdi. Diğer ezilenler bu mücadelenin açtığı kapıdan ilerledi. Türkiye işçi sınıfının, Kürtlerin haklarının tanındığı siyasal bir çözümden yana tavır koyması ile milliyetçilik tarihinin en büyük krizini yaşıyor. Kürtlerin haklarının tanınması, Kürdistan işçi sınıfının dinamik güçlerinin sınıf savaşımına atılmasına yol açacak.


10 MEKTUP&DUYURU

KAFAKARIŞIKLIĞI FAŞİZMİN İŞİNE YARAR

TOPLANTI DUYURULARI BEYOĞLU

19 Mart Perşembe, 19:00

YAĞSIZ MAKARNA Merhaba, asgari ücretle çalışan bir büro emekçisiyim. 15 metrekarelik odamın kirasını, faturaları ve eş dosttan günü kurtarmak için aldığım borçları ödedikten sonra maaşım bitti. Karnım aç, evde tabi ki makarna var. Ama yağ bitmiş. Param yok ama internetim var. Yağsız makarna yazdım, kafamda yenilebilir kılmak için kanıt aramak için. Evet, diyet için makarnayı yağsız yiyen hayli insan vardı. Ben de yiyebilirim! Kaynamış suyun içine makarnaları attıktan sonra yeniden ekrana döndüm. Facebook’ta biri yaptığı güzel yemeğin fotoğraflarını ve tarifini paylaşmış. Param yok, ama facebook sayfam var. Böyle zamanlarda benim gibi asgari ücretle çalışan 10 milyondan fazla insanı düşünüyorum. Çoğunun çocukları var, kimi üniversiteye gidiyor. Kapitalizmin dünyasında birer mucizeler. Aç insan sadece karnını doyurmayı düşünür. Asgari ücretin insanca yaşayacak bir düzeye çekilmesi, yağsız makarnadan kurtulan emekçilerin politik mevzular üzerine düşünebilmesini sağlayacak. Sinan Karakış - İstanbul

KÜRTLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ VE BARIŞ MÜCADELESİ Konuşmacı: Sadık Şahin 26 Mart Perşembe, 19:00 MİLLİYETÇİLİĞİ YENMEK MÜMKÜN MÜ? Konuşmacı: Çağla Oflas Leyla Teras İstiklal Cad. Mis Sok. No:6 Kat:4 Beyoğlu FATİH

13 Mart Cuma, 19:00 TÜRKİYE’DE İSLAMİ HAREKETLER Konuşmacı: Ahmet Şahin- İsmail Kılıç 20 Mart Cuma, 19:00 KÜRTLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ VE BARIŞ MÜCADELESİ Konuşmacı: Yıldız Önen Gün geçmiyor ki ülkücüler bir yerde Kürtlere ya da kendilerin olmayan birilerine saldırmasın. MHP’lilerin işlediği bir cinayet ya da linç ortaya çıkmasın. Tuhaf, tarihi kanlı saldırılar ve katliamlarla dolu olan silahlı bir parti ama bu partiye hiçbir soruşturma, operasyon, tutuklama yok. Faşistlerin arkasında derininden sığına devletin olduğunu biliyoruz. Ama onları meşru kılan başka güçler de var. Yandaşı-karşıtı ile MHP’yi meşru bir siyasi parti olarak baul edip allayıp pullayan medya. Ülkücülerle ittifak kuran kemalist ve ulusal sol hareketler. Mansur Yavaş gibi bir faşist artığının arkasında toplanırsanız, bir yerde birilerinin boğazının kesilmesine de katkıda bulunursunuz. Tatava yapma MHP’ye basgeç derseniz siz de bu katliamlara ortak olursunuz. Geçenlerde katıldığım bir yürüyüşte “Faşizme karşı omuza omuza” sloganı atılıyordu. Benim gibi düşünenler bu sloganın tarihi hedefinin ülkücüler olduğunu bilerek katıldı.

2015

marksizm 8-12 NİSAN İSTANBUL TAKSİM HİLL OTEL/TAKSİM MEYDANI

Bir çok kişi için kast edilen Erdoğan ve AKP’ydi. Üstelik bu kişilerin bir bölümü AKP’ye karşı MHP’yi yeğliyordu. Bu vahim bir durum. Faşist hareketlerin önü mücadelesizlikle açılır. Mücadelesizliği yaratan ise kafa karışıklığı. Sermaye sınıfını temsil eden birden fazla parti arasındaki farkı görmezsek her birini yenmek için gerekli olan özel kavgaları veremeyiz.

Beyrut Cafe, Ali Kuşçu Mahallesi, At Pazarı Meydanı, No:7 KADIKÖY

12 Mart Perşembe, 19:00 SEÇİMLER ÖNEMSİZ Mİ? Konuşmacı: Roni Margulies 19 Mart Perşembe, 19:00

1930’larda Almanya’da Naziler neyse, dün ve bugün Türkiye’de MHP odur. Dünya ve Türkiye anti-faşist mücadele geleneğini bugüne taşımak, faşizmin marksist analizini ona karşı mücadeleye hazır olanlara aktarmak, bulunduğumuz her yerde faşist saldırılara karşı birleşik mücadele vermek. Bunların hayati önemde olduğunu ve Sosyalist İşçi gibi yayınlarda daha fazla üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum.

MİLLİYETÇİLİĞİ YENMEK MÜMKÜN MÜ?

Deniz Beydilli - Ankara

Konuşmacılar: Tuğba Maran

Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt., Kat:3 ŞİŞLİ

12 Mart Perşembe, 19:00 ERKEKLİKLE NASIL MÜCADELE EDİLİR? 20 Mart Cuma, 19:00

YUNANİSTAN, İSPANYA, İRLANDA, İNGİLTERE, LÜBNAN VE SURİYE’DEN DEVRİMCİLER İSTANBUL’DA!

ÖZGÜRLÜK İÇİN

ANTİKAPİTALİST SOL

SOYKIRIM VE ADALET: ÖZÜR VE TAZMİNAT Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey ÜSKÜDAR

12 Mart Perşembe, 19:00 GÖÇMEN DÜŞMANLIĞI VE IRKÇILIK Konuşmacı: Emin Şakir 19 Mart Perşembe, 19:00 KÜRTLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ VE BARIŞ MÜCADELESİ Daimler Pastanesi Tunusbağı Cad 46/b İletişim: 05314516251 www.dsip.org.tr


İKLİM&ADALET 11

8 MART PROTESTOLARININ ARDINDAN ca şehrinde kadın cinayetlerine karşı protestolar düzenlendi. Ancak başta Erdoğan olmak üzere devletin tepesinden her gün cinsiyetçi söylemler zikredilmeye devam ediyor. Yargı hâlâ erkeklere güven veriyor. Bu sayede Adana’da liseli bir kadına tecavüz eden sekiz erkek serbest bırakıldıkları mahkemeden güle oynaya çıkabiliyor. Mersin’de tacizci bir lise müdürü asla cezalandırılmayacağından o kadar emin ki “Geçen gün bir haber okudum taciz soruşturmaları geçirmiş ve taciz iddiaları doğrulanmış bir öğretmen İstanbul’da bir okula müdür olmuş. Yani ben de soruşturma geçirsem geri hizmete çekilirim veya kurum değişikliği olur bu kadar” diyebilecek derecede pişkin ve kendine güvenli olabiliyor.

Bu 8 Mart cinsiyetçiliğe karşı mücadele konusunda örgütlü yapıların bölünmüşlüğünü net bir şekilde gösterdi. Son dönemde yükselen öfke sayesinde daha önce hiç 8 Mart eyleminin düzenlenmediği Yozgat’ta faşistlere rağmen sokağa çıkıldı. Soma’da yüzlerce kadın sokaktaydı. Ancak İstanbul’da Kadıköy’de gerçekleşen miting yükselen öfkenin hakettiği ölçüde bir karşılık bulamadı. Geçen yıla nazaran daha kalabalık olsa da örgütlerin mitinge yaklaşımı 1 Mayıs gibiydi. Yani ‘o gün bir şey yapmış olmak’. Herhangi bir takvim mitingiymiş gibi örgütlenen gösteri haliyle konuya dair mevcut öfkeyi yansıtmaktan uzaktı. Feminist örgütlerin çağrısıyla gerçekleşen gece yürüyüşü ise öfkesi, coşkusu, çeşitliliğiyle son dönemde politik olarak kendini daha güçlü hisseden ve bir şeyler yapmak isteyen kadınların adresi oldu.

Bir yanda büyük bir öfke varken diğer yandan kadın cinayetleri devam ediyor. Son 65 günde 55 kadın öldürüldü. Kadın cinayetlerine karşı oluşan yaygın tepki çok önemli. Ama aynı tepkinin yine Mersin’de 1,5 saat işkence gören trans İpek Kaya için de gösterilmesi için merkezine devletin kadın politikalarını alan örgütlü bir harekete ihtiyaç var.

Rutinlerden vazgeçip kadın cinayetlerine karşı tepki duyan herkesi birleştirebilecek, taleplerini genelleştirebilecek bir kadın mücadelesinin nasıl örülebileceğine dair daha fazla kafa yormak gerekiyor. Başta tecavüz davalarında ‘tahrik indirimi’ uygulamasına son verilmesi olmak üzere pek çok somut kazanımı elde etmenin yolu bu.

Özgecan Aslan cinayetinin ardından Türkiye’nin onlar-

GERZE’DE KAZANDIK, MÜCADELEYE DEVAM

ÖNE ÇIKAN Şenol Karakaş

ERGENEKONCULAR VATAN PARTİSİ’NDE BULUŞUYOR Abdullah Öcalan Kenya’da göz altına alındıktan sonra sorgusunu yapan asker, Doğu Perinçek’in Vatan Partisi’nde. Öcalan’ın yargılandığı mahkemenin hakimi Turgut Okyay, Perinçek’in Vatan Partisi’ de. Balyoz darbecisi Emekli Korgeneral Ayhan Taş Vatan Partisi’ne katıldı. JİTEM kurucusu Levent Ersöz de Perinçek’in Vatan Partisi’nde. Bu Levent Ersöz Ergenekon davasından aranırken Rusya’da olduğunu iddia etmişti ama bir kaç gün sonra Mehmet Orhan Gülcü isimli adamın kimliğiyle 100. Yıl Hastanesinde yakalandı. Ersöz kimdir: Ersöz’ün kim olduğunu en iyi Silopililer bilir. 2001 yılında Silopi HADEP ilçe başkanı Serdar Tanış ve başkan yardımcısı Ebubekir Deniz, jandarma binasına çağrıldılar ve kendilerinden bir daha haber alınamadı. O dönem Şırnak alay komutanlığını Levent Ersöz yapıyordu. Bu parti, Öcalan’ın sorgu görüntülerini ve belgelerini dışarı çıkartan askerlerin, derin şahısların ve bilcümle Kürt düşmanlarının partisi. Ama sadece Kürt düşmanlığı değil bu partinin bayrağında yazan. 2001 yılında Milli Güvenlik Kurulu toplantısında devreye sokulan azınlıkların düşman edilmesi projesini yeni ve kanlı yol haritasının bulunmaz pratik kılavuzu olarak gören de Perinçek ve takım arkadaşlarıdır. Kiliselerin önünde MGK karararlarına uygun bir şekilde azınlık düşmanı ilk eylemleri örgütleyen bu partinin üyeleri. Sadece Kürt düşmanlarının, Abdullah Öcalan’a düşman olanların değil, soykırım savunucusu Ermeni düşmanlarının da partisi bu Vatan Partisi.

NURAN YÜCE

Anadolu Grubu’nun başkanı Tuncay Özilhan Gerze’de termik santral yapımına karşı direnenler için vakti zamanında“ itiraz edenler bir avuç insan” demişti. Geçtiğimiz hafta “bir avuç insan” denilerek küçümsenenlerin verdiği mücadele zaferle sonuçlandı. Gerze’de mücadele hem uzun sürdü hem de çetin geçti. 2009 yılında Anadolu Grubu’nun termik santral başvurusu ile başlayan süreçte Gerze halkı çok sayıda dava açarak, ÇED süreçlerini takip ederek termik santralin yapılmasına karşı mücadele etti. Ama mücadele sadece hukuki düzeyde verilmedi. Şirketin İzinsiz sondaj çalışmalarını engellemek için günlerce nöbet tuttular. Polis ve Jandarmanın her bir müdahalesi sırasından tüm köylü bir araya gelerek hem kolluk güçlerine karşı hem de iş makinelerinin önünde adeta etten bir duvar örerek büyük bir dirençle termik santralin yapılmasına engel oldular. Eylemlere katılan çok sayıda köylü hakkında defalarca Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet, mala zarar, kamu görevlisine hakaret ve mukavemet gibi suçlardan dava açıldı. Ve geçtiğimiz hafta bu uzun soluklu mücadele en nihayetinde sonuçlandı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı ÇED İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü, ormanlık alan üzerine kurulması planlandığı gerekçesiyle reddedilen ve iki defa iade edilen projenin ÇED sürecini 23 Şubat tarihinde nihai ola-

rak sonlandırdı ve karar Gerze Belediyesi’ne tebliğ edildi. Anadolu Grubu ormanlık alanda kurmayı planladığı 1200 MW gücündeki termik santrali artık kesin olarak yapamayacak. Gerze ve Yaykıl’ın belediye hoparlöründen geçtiğimiz hafta bu tebliğ tüm halka iletildi. Gerzeliler şimdi bu büyük kazanımlarını davul zurna eşliğinde kutluyorlar. Biz de onlara eşlik ediyoruz. Gerzeliler verdikleri bu mücadele ile sadece kendi doğal yaşam alanlarını termik belasından kurtarmadılar aynı zamanda birçok yerel direnişe de güç kattılar. Termik santrallere karşı kazanılan bu yerel zaferin yaygınlaştırılması kısa dönemli hedeflerimiz arasında olmalı. AKP hükümetinin 2023 yılına kadar tüm yerli kömürü potansiyelini kullanma ve yeni açılacak termik santraller için kömür ithalatını arttırma hedeflerini bir bir boşa çıkarmamız gerekiyor. Termik santrallerin yapımı hem yereldeki halkın doğal yaşam alanlarının, geçim kaynaklarının yok olmasına; toprağın, suyun, havanın kirlenmesine hem de iklim değişikliğinin baş sorumlusu karbon salımına neden oluyor. Sadece Gerze’de değil termik santral yapılmak istenen her yerde kazanmak için ise mücadeleleri birleştirmemiz ve büyütmemiz gerekiyor. Büyüme ve kalkınma teraneleri ile yoksulluğu derinleştiren, doğayı sermayenin emrine amade ederek toptan bir ekolojik yıkıma yol açan kapitalist sistemden kurtulamadıkça hiçbir zaferin kalıcı olamayacağı çok aşikar.

Şimdi hepsi bir yerde. JİTEM’ciler, Ergenekoncular, Balyozcular, ırkçılar, neo Naziler, faili meçhullerin sorumluları, Avrupa’ya çıkartma yapıp Ermeni soykırımı konusunda yalan söyleyenler, aşırılaştırılmış kemalistler, demokrasi düşmanları, çözüm sürecinin düşmanları, İslamofobikler. Devletin derinlerinde ölüm kuyularına hangi Kürtleri atacağını planlayanlar. Diktatör Esad’ın dava arkadaşları. Hepsi bir yerde. Bu parti görünümündeki asker-sivil bürokratik ve ırkçı devlet aygıtı, bugünlerde en mutlu mesut günlerini yaşıyor. Aklandıklarını düşünüyorlar. AKP’yle anlaşmalı bir şekilde kumpasa kurban gittiklerini artık daha kendine güvenli bir şekilde ifade ediyorlar. Ne de olsa Cumhruiyet gazetesinin etkili yetkili yerlerinde de Radikal gazetesinin etkili yetkili yerlerinde de darbecilerin tutuklanmasının “memleketin en iyi eğitimli” askerlerine yönelik kumpas olduğunu anlatan sol görünümlü ulusalcı arkadaşları var. Neyse ki memleketin en eğitimli askerlerinin suikast ve darbe girişimleri konusunda da en iyi eğitim almış askerler olduğunu bilen, anlatan, ırkçı kumpaslara milim prim vermeyen bir sol daha var.

Tekirdağ 05332334150 Ankara 0532470150

Eskişehir 05543127196

İstanbul 05314516251

Akhisar 05443270445

İzmir 05544602111

www.sosyalistisci.org


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

DEVLET TERÖRÜNE KARSI , KİTLESEL MÜCADELE AKP hükümeti Gezi direnişinden beri bir yanda artan toplumsal muhalefet bir yandan da artan işçi eylemelerinin önüne geçebilmek için son 2 yıldır otoriter uygulamalarının dozunu arttırıyor. Gezi direnişi öncesi 11 yılda 5 kez grev erteleyen AKP hükümeti Gezi direnişi sonrasında işçi sınıfının grev hakkına daha sert saldırılar yöneltti. AKP hükümeti 2014’te 5.800 işçinin katıldığı Şişecam grevi ve maden işçilerinin grevini erteledikten sonra en son Ocak 2015’te 10 şehirde 15.000 işçinin katıldığı Birleşik Metal İş grevini de erteledi. İktidar olduğundan beri Emniyet bütçesini neredeyse 5 kat artıran AKP hükümeti Gezi öncesi 14 milyar 777 milyon TL olan Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesini 2015 için 17 milyar 623 milyon TL’ye çıkardı. Görüşmeleri devam eden İç Güvenlik Paketi ile polise ve valilere sokak muhalefetine karşı birçok yetki veriliyor. Paketin en önemli maddeleri polise verilen silah kullanma ve savcılıktan izin almadan dinleme ve gözaltı yapma yetkileri. Yolsuzlukları ortaya saçılır saçılmaz Ergenekon ve Balyoz davalarında tutuklu olarak yargılanan ve cezası dahi onanan darbeciler “ordumuza kumpas kuruldu” söylemi ile birlikte serbest bırakıldı. Geçtiğimiz ay yasalaşan torba kanun ile hükümeti eleştiren haber yapan siteler ve sosyal medya hesaplarının paylaşımlarına 24 saat içerisinde erişim engellenebiliyor. Reyhanlı patlaması, Suriye’ye giden TIR’lar ve rüşvet ve yolsuzluk operasyonları gibi hükümeti zor durumda bırakan olaylarda basına yayın yasakları getirildi. Tribünler ve üniversitelere karşı da harekete geçen hükümet geçen yıl Erdoğan’ın üniversite ve stadlarda Özel Güvenlik Birimleri’nin görevlerini yerine getiremediğini söylemesi üzerine polislerin üniversitelere ve stadlara girmesine izin veren bir yasa çıkardı.

SOSYALİZM SOHBETLERİ Meltem Oral

KAZANMAK İÇİN ÖRGÜTLENMEK Kapitalist üretim ilişkisinin bizzat egemen sınıfın zenginliğini üreten işçiler tarafından dağıtıldığı ve sıradan insanların toplumu özyönetim mekanizmalarıyla yeniden örgütlediği bir dünya fikrinin heyecanlı bir gençlik ateşinin körüklediği ütopyadan ibaret olduğu yaygın bir kanıdır. Oysa sıradan insanların kendi hayatlarının kontrolünü köhnemiş iktidarlardan, beş dakikalık demokrasiyle içi dolan parlamentolardan ve nihayetinde patronlardan çekip alabilecek güce sahip. Üstelik bunun için tarihin tozlu sayfalarını eşelemeye gerek yok. İçinde yaşadığımız yıllar devrimlere, büyük alt üst oluşlara, ayaklanmalara

İŞKENCE VE FAİLİ MEÇHULLER HORTLADI

tarafından toplam 103 kişi yargısız infaz edilirken, 263 kişi ise yaralandı.

Erdoğan ve AKP hükümetinin demokratik kazanımları gasp ederek baskıyı arttırması, 2014’te korkunç sonuçlar yarattı. İnsan Hakları Derneği’nin 2014 Hak İhlalleri Raporu’na göre yargısız infazların, faili meçhullerin, işkence ve kötü muamelenin yaygınlaşıyor.

l Hapishanelerde 45 kişi yaşamını yitirdi.,

l Geçen yıl 11 bin 262 kişi gözaltına alındı, bin 273 kişi tutuklandı.

İHD raporu Gezi direnişine karşı iktidarın bitmeyen saldırısına, askeri vesayeti diriltmesinin de eklenmesi geçtiğimiz yıl yoğun protestolarla karşılanan devlet terörünü sistematik hale getirdiğini ortaya koyuyor. İç güvenlik paketi yasalaşırsa durum daha da vahim olacak.

l 3 bin 401 kişi işkence ve kötü muamele gördü. l Asker, polis, köy korucuları ve özel güvenlik birimleri

şahit oluyor. Birkaç yıl önce Mısır’daki Tahrir Meydanı’nı dolduran milyonlarca insan sadece 40 yıllık diktatörlük rejiminin devrilebileceğini göstermedi. Aynı zamanda sıradan insanların ortak mücadelesinin potansiyellerinin ne kadar güçlü olduğunu ve hayatlarımızın kontrolünü ancak birleşerek kendi ellerimize alabileceğimizi gösterdi. Sadece Arap devrimleri değil dünyanın dört bir tarafında sürmekte olan mücadeleler toplumun örgütlülük düzeyinin ne kadar yaşamsal bir role sahip olduğunu da kanıtlıyor. Türkiye’de toplumun her alanında örgütlenme düzeyi çok düşük. En önemlisi işçi sınıfının sendikalaşma oranı yüzde 10 bile değil. Üstelik yüzde 10’un yarısının toplu sözleşme hakkı da yok. Pek çok mücadelenin parlayıp sönmesinin, süreklileşememesinin, somut kazanım elde edememesinin en önemli nedenlerinden biri bu örgütsüzlük. Sadece sendikal mücadelede değil tüm alanlardaki

l Gözaltında 1’i çocuk 5 kişi, faili meçhul cinayetlerde 2’si çocuk 20 kişi yaşamını yitirdi. l 68 çocuğun yaşama hakkı elinden alındı.

örgütlülük kriminalize edilmeye çalışılıyor. Egemen sınıfın devlet, hükümet, medya, eğitim gibi tüm kurumları aracılığıyla örgütlenmek sanki bir suçmuş gibi gösteriliyor. Oysa egemen sınıfın kendisi tepeden tırnağa örgütlü. Patronlar ve onların siyasetçileri örgütlüler. Devletlerin varlığı bile sermayenin örgütlü gücünün bir göstergesi. Örgütlenme özgürlüğü vazgeçilemez bir demokratik haktır. Ekolojik krizden kadın cinayetlerine, öğrencilerden işçilere hayatın her alanındaki tüm sorunlar karşısında kazanmak için örgütlü olmalıyız. Son yıllarda sokakta giderek biriken öfkenin patladığı pek çok deneyim yaşadık. Ancak bu patlamaların istikrarlı ve kararlı bir sokak hareketine evrilememesinin en önemli nedenlerinden biri söz konusu mücadele başlıklarının her birindeki örgütlülük düzeyinin çok sınırlı olması. Protesto etmekle sınırlı kalmayıp kazanmaya götürecek yol taleplerimize ve nasıl mücadele edeceğimize kolektif olarak karar verebileceğimiz mekanizmaları birlikte inşa etmek.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.