Sosyalist işçi 517

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

517

18 Mart 2015 2 TL. sosyalistisci.org

NEWROZ’DA UZANAN BARIS, ELİDİR

BARISA , ELİMİZİ UZATALIM v Kürtlerin tüm hakları tanınsın. Halkların eşitliğini güvence altına alan yeni anayasa istiyoruz.

v Devletin çözüm için görüştüğü Abdullah Öcalan özgür bırakılsın. v Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulsun. Savaş suçluları yargılansın. v Irkçılık yasaklansın. v Silaha değil emekçiye bütçe.

v 4 Nisan saat 15.00’te Tünel Meydanı’nda buluşuyoruz. Şimdi barış zamanı!

ÜMİT İZMEN: ERDOĞAN’IN FAİZ KONUSUNDAKİ ISRARININ NEDENİ SEÇİM

sayfa 3

GHAYATH NAİSSE: SURİYE’DE DEMOKRATİK VE SOL GÜÇLER KENDİ BİRLİKLERİNİ OLUŞTURMALI

sayfa 5

ÇAĞLA OFLAS: CHP SOSYAL DEMOKRAT MI?

sayfa 8


2

GÜNDEM

ORDU VE ERDOĞAN ANLAŞTI: KOZMİK ODA KAPANDI NEWROZ BARIŞIN YARISIDIR Son iki yıldır, toplumun, küçük bir ırkçı kesiminin dışında kalan büyük çoğunluğunun en çok rahatladığı an, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır’da Newroz kutlamasına gelen yüz binlerce insana mesajlarının okunduğu an. Dört beş yıl önce hayal bile edilemeyecek bir durum bu. PKK liderinin mesajlarının tüm dünyanın gözü önünde ve Türk televizyonlarının canlı yayınında halka açıklanması. İşte bu, başarıdır. Bu, küçümsenemeyecek, küçümseyenlerin bir halk hareketinin çektiği sıkıntıları kavramadıklarını kanıtlayan dev bir adımdır. Abdullah Öcalan, Kürt Özgürlük Hareketi’nin tek temsilcisi değildir. Ama bütün temsilcilerinin siyasal sözcüsü, hareketin tartışmasız lideridir. Abdullah Öcalan’ın mesajlarının okunması, milyonlarca insana seslenme gücünü elde etmesi, Kürt halkının bir bütün olarak siyasal meşruluğunun apaçık ifadesidir. Çok açık ki, Öcalan’ın metninin okunan her satırı, Türk milliyetçiliğine, kemalizme, ırkçılığa karşı en sert tokattır. Bu siyasal bir zafer ve önümüzdeki 22 Mart’ta Diyarbakır’da bu zaferin perçinlenmesine tanık olacağız. Abdullah Öcalan, yaklaşık bir ay önce İmralı heyetiyle başbakan yardımcılarının beraber yaptığı basın açıklamasında okunan mesajında vurguladığı müzakere başlıklarının önemine ve demokratik siyasetin taktik bir adım değil, stratejik bir ivmelenme olduğuna değinecektir. Öcalan’ın 10 maddesi, Türkiye’nin bütününün demokratikleşmesi için önerilen bir siyasal adımlar bütünü. Bu 10 maddeye sahip çıkmak gerek. Bu 10 madde, çözüm sürecinin somut bir müzakere sürecine dönüşmesinin de, kısacası, kalıcı bir barışın temellerinin atılmasının da başlıkları. 22 Mart’ta Diyarbakır, barışa bir adım daha yaklaşmış olmanın coşkusunu yaşayacak. Newroz, bir kez daha barışın yarısı olacak. Barışın diğer yarısını, batıda, Türkler arasında yüz binlerce insanı harekete geçirecek bir barış hareketi tamamlayabilir. Batıda, Türkler arasında Kürtlerin uzattığı barış elini uzatan bir kitlesel gövdenin örgütlenmesine ihtiyacımız var.

ARİFE KÖSE

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta 2010 Anayasa referandumunun cemaatin yargıyı ele geçirme planının bir parçası olduğu açıklamasının ardından AKP yanlısı medya hemen harekete geçti. Star gazetesi 15 Mart 2015 tarihli “Darbenin temeli 2010’da atıldı” başlıklı haberde AKP’ye yönelik 17-25 Aralık darbesine giden adımları şöyle saydı: Arınç’a suikast ve Kozmik oda araması (2009), Balyoz belgelerinin ortaya çıkması (2010), İlhan Cihaner’in tutuklanması ve Baykal’a kaset tuzağı. Haberde bu dört hamlenin zirve noktasının 2010 Anayasa değişikliği referandumu olduğu ve bu referandum ile birlikte cemaatin HSYK ve yargıyı ele geçirerek 17-25 Aralık’a giden süreci başlattığı iddia ediliyor. Böylece AKP 2010 Anayasa referandumunun paralelin işi olduğunu söyleyerek darbecilerle uzlaştığını bir kez daha kanıtlamış oldu. 12 Eylül darbecilerinin yargılanması ve bugün Balyoz ve Ergenekon’dan yargılanan darbecilerin

400 VERİN AMA KİME? OZAN TEKİN

Özellikle AKP’nin tabanındaki yoksulları ikna etmek zorundayız.

Erdoğan, Kürt meselesinin çözümünde oynadığı kritik rol sebebiyle, kendi otoritesinin sarsılmaması için ve Gülen cemaatine karşı güvendiği bir isim olduğundan Hakan Fidan konusunda bu kadar ısrarcı davrandı. Ancak AKP liderliğindekiler için Fidan meselesi gerginliğin asıl kaynağı değil, sadece bir uzantısı.

HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel

Balyoz’un darbe planı olduğu ne kadar doğruysa Kozmik odanın bu ülkenin kanlı gizli tarihinin hafıza deposu olduğu da o kadar doğru. Son yapılan açıklamaya göre Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, sırlar sızmasın diye Erdoğan’ın da onayını alarak YAŞ kararıyla kozmik odaya ait 16 birimi kapattı. İlker Başbuğ ise Kozmik Oda’da yapılan aramanın asıl amacının “orduyu faili meçhul cinayetlerle ilişkilendirmek” olduğunu söyledi. Bu bilgilerin tamamı ve daha fazlası her şeyden önce Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı raporda var. Raporda, “Darbelerin hazırlanmasında rol oynayan karanlık cinayetlerin belgeleri kozmik odalarda araştırılmalı, sorgulanmalıdır” deniyordu.

ÇATLAK DERİNLEŞECEĞİ BENZİYOR:

İşçi ölümlerine, kadın cinayetlerine, çevre katliamlarına direnenler, grev yasaklarına karşı çıkanlar, bu mücadeleelerin kazanması için, barış sürecinin kazanmasına ihtiyacımız olduğunu, barış sürecinde atılacak her olumlu adımın, bütün bu alanlarda süren mücadelede kendimizi daha güvenli hissetmemize yardımcı olacağını görmeli.

“Biz parlamentoya girdiğimizde belki de AK Parti tek başına iktidar bile olamayacak. Bunu engelleyecek olan CHP değildir, HDP’dir”

serbest kalmasının önünü açan Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının getirilmesi gibi maddeleri olan 2010 Anayasa değişikliğine en çok muhalefet ederek “hayır” kampanyası yapanlar darbeciler ve ulusalcılar olmuştu.

Erdoğan’ın dediği oldu ve Fidan, MİT’in başına geri döndü. Bu süreçte AKP’ye yakın isimlerin de kabul ettiği üzere Davutoğlu’nun itibarı sarsıldı.

En büyük çatlak ise şurada: Tayyip Erdoğan, artık alay konusu olacak

şekilde sık sık muhtarlara sesleniyor, her yerde yaptığı konuşmalarda halktan başkanlık için 400 vekil istiyor. Bu sayının gerçekleşmesinin imkansızlığı bir kenara, AKP’de başkanlık için kampanya yapan bir başka isim yok. Davutoğlu, şu anda Başbakanlık yetkilerini kullanması dahi sorun olurken, olası bir başkanlık sisteminde kendi pozisyonunun iyice silikleşeceğini düşünüyor. Tayyip Erdoğan ise Davutoğlu’na vazgeçilmez olmadığını göstermek için daha önceden siyaset dışı bıraktığı Abdullah Gül kartını masaya sürdü. AKP’nin liderliğindeki kriz, seçimlerle birlikte derinleşeceğe benziyor.

KARGA KAFASI

KEMAL GÖKHAN GÜRSES

16 Mart’ta ne olmuştu?


GÜNDEM

AKP BÜTÜN EYLEMLERİ YASAKLAMAK İSTİYOR TBMM’de İç Güvenlik Paketi’nin yarısını kavga dövüş ge-

çirten AKP, daha önemsiz olan diğer yarısı için geri adım atarak paketi komisyona çekti. Fakat hükümet, elinden geldiğince, tüm demokratik protesto ve gösteri girişimlerini engellemek için çalışmaya devam ediyor.

Berkin Elvan’ın ölüm yıl dönümünde İstanbul’da Okmeydanı’nda yapılan gösterilerde, bir polis memuru, genç bir aktiviste yakın mesafeden nişan almışken görüntülendi. Emniyet’ten yapılan açıklamada bunun “gerekli güvenlik tedbiri” olduğu savunuldu.

Kendisine yönelik her türlü muhalefeti “darbe” veya “kaos yaratma” girişimi olarak tanımlayan hükümete karşı sokaktaki mücadeleleri büyütmek büyük önem taşıyor.

Faiz konusundaki polemik ne gibi riskler içeriyor? Toplantı sonrasında TL’nin değer kaybı durdu. Ama bunun kalıcı bir durum olduğunu düşünmemek lazım. 45-50

HAFTANIN IRKÇISI

Evet. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kitleleri manipüle etmek için konuşmaya devam ediyor. Bu kez, hedefte, “Kürt Sorunu” kavramı var. Arka arkaya yaptığı konuşmalarla, bir çırpıda, memlekette Kürt sorunu diye bir sorun olmadığını kanıtladı!

Buna bir ek lazım sadece. Türkiye’de, Kürt sorunu yoktur, Erdoğan sorunu vardır!

“Cumhurbaşkanının faiz konusundaki ısrarının nedeni seçim”

Faiz oranı konusunda cumhurbaşkanı ve danışmanları ile Babacan ve Başçı arasında çok bariz bir görüş ayrılığı var. Toplantının sonuçlarına baktığımızda, faiz düşürülmesinden yana olan Cumhurbaşkanı’nın bu ısrarını sürdürmediğini anlıyoruz. Ama merkez bankasının da dediği olmadı. Yani faiz konusundaki bu polemik piyasa dengeleri açısından çok riskli hale gelmiş olduğu için şimdilik savaş baltaları karşılıklı olarak gömüldü. Sanırım seçimlere kadar durum böyle bir ileri-iki geri gidecek.

KÜRT SORUNU YOKTUR, ERDOĞAN SORUNU VARDIR!

Esasında Gülten Kışanak’ın Erdoğan’a verdiği yanıt çok yerinde. Kışanak, “Doğrudur. Türkiye’de artık bir Kürt sorunu yoktur. Kürtler, demokrasinin temel güç ve dinamiği haline gelmiştir. Buna karşı direnen kötü yönetici sorunu vardır” açıklamasını yaptı.

Ve son olarak, İstanbul Valisi Vasip Şahin, katıldığı bir televizyon programında, 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nın işçi ve emekçilere bir kez daha kapalı olacağını ilan etti.

Geçen hafta Cumhurbaşkanı’nın katılımıyla yapılan ekonomi zirvesini nasıl değerlendirmek gerekir?

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

Balıkesir’de Ekonomi Ödülleri Töreni’nde yaptığı konuşmanın bir bölümünde şu günün en çok ihtiyaç duyulan cümlelerini sarf etti. “Şimdi bakıyorsun varsa yoksa Kürt sorunu. Kardeşim ne Kürt sorunu ya. Artık böyle bir şey yok. 2005’te Diyarbakır konuşmamda açıkladım. Her etnik unsurun kendine has sorunları var. Dün Roman kardeşlerime de söyledim, Türk’ün de Roman kardeşlerimin de sorunu var, Boşnak’ın da sorunu var, Laz’ın da sorunu var. Hepsinin sorunu var.”

Erdoğan geçtiğimiz hafta bir kez daha Gezi aktivistlerini hedef alarak “vandallar” dedi. İzmir Valiliği, kentteki protesto gösterilerine ve basın açıklamalarına yasak getirdikten sonra, kamuoyunda oluşan tepki üzerine “düzenlemenin yanlış anlaşıldığını” savunarak geri adım attı.

Ekonomist Ümit İzmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Merkez Bankası başkanı Erdem Başçı arasındaw gerçekleşen ekonomi zirvesinin sonuçlarını Sosyalist İşçi için yorumladı:

3

milyar dolar civarında bir cari açığı olan Türkiye bu miktarı uluslararası piyasalardan borçlanmak durumunda. Eğer çok düşük bir faiz oranı teklif ederse bu parayı bulamaz. Bu nedenle Türkiye bugün faiz oranını sadece içerideki gelişmelere bakarak belirleyemiyor. Çarşamba günü ABD merkez bankası FED toplantısı bizdeki toplantıdan daha önemli. FED faiz oranlarını artırma sinyali verirse, Türkiye dışarıdan para bulmakta giderek zorlanacak. Bu da hem faizleri yukarıda tutacak hem de TL’nin dolar karşısında tekrar hızla değer kaybetmesine yol açacak.

Erdoğan sorunu, bir kibir sorunudur. Bir aşırı güç biriktirme sorunudur. Erdoğan sorunu, aşırı güçten sarhoşluk yaşama sorunudur, öz denetimini çok disiplinliymiş görüntüsünün arkasına gizleyerek yitirme sorunudur. Aşırı güçten kaynaklı meydan okumada sınır tanımama sorunudur. Bu, denetimsiz bir saldırganlığı meşrulaştırmaya yarayan aşırı sağa meyilli bir nobranlık sorunudur. Bu her konuyu sorun haline getirmeyi siyasetçilik, başbakanlık ya da cumhurbaşkanlığı görevini icra etmenin vazgeçilmez koşulu olarak görme sorunudur.

Cumhurbaşkanı faizler konusunda neden ısrarcı?

Evet! Bu adam bir sorunlar yumağı.

Çünkü seçimlere gidiliyor. Ekonomi zaten doğru düzgün büyümüyor. İşsizlik aylardır %10’un üzerinde. Faizler konusundaki bu polemik esas sorunların üstünü örtmeye yarıyor. AKP’nin ekonomi modeli artık tıkandı ve bu tıkanmayı aşamıyor. Çareyi bu faiz polemiğinde buluyor. Esas tartışma seçim sonrasına ertelendi.

Neyse ki memleket Erdoğan ve Erdoğan taraftarlarından ibaret değil.

lunan ırkçı faşistler, HDP üyelerine saldırarak 3 kişiyi yaraladı. Saldırı esnasında olay yerinde bulunan polis, saldırganları durdurmak için herhangi bir girişimde bulunmadı.

KÜTAHYA’DA HDP’LİLERE SALDIRAN FAŞİSTLER VE POLİSLER

Irkçı faşistler bu olaydan iki gün önce de HDP üyelerine saldırarak, üç kişiyi yaralamıştı. Saldırının ardından olay yerine gelen polis, “Burada hiçbir Kürt’ü yaşatmayacağız” diyerek HDP’lileri darp ederek gözaltına almıştı. Sağlık kontrolü için Evliya Çelebi Hastanesi’ne götürülen HDP’lilerin darp raporu alması engellenmişti. Sabaha kadar gözaltında tutulan HDP üyeleri, dün sabah işlemlerin ardından serbest bırakılmıştı.

Halepçe Katliamı’nın yıldönümü nedeniyle 15 Mart’ta Kütahya’da yürüyüş yapmak isteyen HDP üyelerine, ülkücü faşistler saldırdı. Ellerinde satır ve sopalar bu-

HDP üyelerine birbirlerinden güç alarak pervasızca saldıran Kütahya polisi ve ülkücü faşistler, haftanın ırkçısı olmaya hak kazandılar.

Ve neyseki, Kürt sorunu, yeni bir siyasal zeminde aynı Kemalist nakaratları tekrarlayan Erdoğan’ın iki dudağının arasından çıkan laflara bağlı değil. Kürt sorunu diye bir sorun vardır cumhurbaşkanı. Yoksa övüne övüne bir hal olduğunuz çözüm süreci ne diye başlasın ki? Kürt sorunu diye bir sorun vardır, ne zaman ki memleketin cumhurbaşkanları çıkıp, Kürtler her şey olabiliyor, sorun morun yoktur derlerse, o zaman Kürt sorununun derin bir sorun olduğu gün yüzüne çıkar. Yıllar önce söylenmişti: Kürtler cumhurbaşkanı, başbakan, bakan olabilirler ama Kürt olamazlar! Kısacası, kimliği, ulusal varlığı, anadil hakkı, özetle siyasal statükosu tanınmadığı müddetçe bir Kürt sorunu var olacaktır, var olmaya devam edecektir. Siz ne derseniz deyin, milyonlarca insan, hem Kürt sorunun var olduğunu hem de Kürt halkının bu sorunu öyle ya da böyle çözmeye kararlı olduğunu biliyor.


4

DÜNYA

ABD EMPERYALİZMİ DİKTATÖR ESAD’I DESTEKLİYOR

Suriye diktatörü

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry

Suriye Devrimi başladığından beri Batı emperyalizminin tutumu çokça tartışılıyordu. Kimileri halk ayaklanmasını “Batı destekli cihatçı çetelerin işi” olarak görürken, devrimi destekleyenler arasnda ABD’nin Suriye halkının dostu olduğuna dair bir kanı oluştu. Ancak bu beklentiler ve iddialar hiçbir zaman doğrulanmadı. ABD, 2013 yazında Rusya ile Esad’ın kimyasal silahlarının imhası konusunda uzlaşınca Baas rejiminin devrilmesi ihtimalini rafa kaldırdı. Geçtiğimiz hafta bunları doğrulayan bir dizi gelişme oldu. Önce, CIA şeflerinden John Brennan “Ne Rusya, ne ABD, ne (IŞİD’e karşı) koalisyon ne de bölgedeki devletler... Hiçbirimiz Şam’daki hükümetin ve siyasi kurumların çökmesini istemiyoruz” dedi. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ise “Suriye savaşını bitirmek için Esad’la müzakere etmek zorundayız” ifadelerini kullandı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf daha sonradan bu ifadelerin yanlış anlaşıldığını savunsa da, ABD egemen sınıfı içinde ana eğilimin Esad’ın kalması olduğu ve anaakım medyada da bunun sıkça tartışıldığı biliniyor. Emperyalist güçler eli kanlı Baas diktasını savuna dursun, KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse

KAPİTALİZM VE YOLSUZLUK 2014 Avrupa Birliği verilerine göre Avrupa’nın yolsuzluk şampiyonu 302 yolsuzluk girişimi vakasıyla İtalya imiş. Onu 109 vaka ile Romanya ve 97 vaka ile Bulgaristan izliyor. Geçen senenin son aylarında İspanya sağlık bakanı adı yolsuzluk olayına karıştığı için istifa etmiş ve yine aynı ülkenin başbakanı Mariano Rajoy’a karşı 2011 seçimlerinde partisinin (Halk Partisi) yolsuzluk yaparak para aktardığı için protesto gösterileri gerçekleştirilmişti. Şimdi ise aynı başbakan İspanya’da yolsuzluğa karşı kampanya başlattığını ilan etmiş. Sadece Avrupa değil, dünyanın başka birçok yerinden her gün yolsuzlukla ilgili böyle haberleri ve bu haberlerle birlikte politikacıların yolsuzluğa karşı yaptığı sert konuşmaları duymak mümkün. Türkiye de dâhil. Bu konuda sormamız gereken iki soru var. Birincisi, yolsuzluk kapitalizmde bir sapma mıdır? İkincisi ise, yolsuzluk ile mücadelede örneğin yolsuzluğa bulaşmamış patronlar müttefikimiz olabilir mi? Yolsuzluk genelde bir sapma olarak anlatılır. Bu sapma-

devrimin 4 yıllık bilançosu şöyle: n Rejim tarafından 18 bin 242’si çocuk, 18 bin 457’si kadın, 11 bin 427’si işkence altında olmak üzere 176 bin 678 sivil ile 27 bin 496 silahlı muhalif öldürüldü. n IŞİD ise kurulduğu 2013 yılından bu yana, bin 54’ü sivil, 2 bin 913’ü muhalif, 3 bin 967 kişiyi öldürdü. n IŞİD’in yükselişi ve emperyalist bombardımanla birlikte 2014 ülkedeki en kanlı yıl oldu. Her gün ortalama 200 kişi öldü. Son bir yılda Suriye’nin toplam nüfusunun yüzde 6’sı öldü ya da yaralandı. n BM başarısız: 2013’te ihtiyaç duyulan insani yardımın yüzde 71’i karşılanırken, bu oran 2014’te yüzde 57’ye düştü. n Ortalama yaşam ömrü 24 yıl düşerek 79’dan 55’e geriledi. n Suriye halkının yüzde 80’i “yoksul” olarak nitelendiriliyor. Halkın yüzde 30’u hayatını devam ettirmek için gerekli olan temel gıdalara bile erişemiyor. n 2011’de yüzde 14.9 olan işsizlik 2014’te yüzde 57.7’ye tırmandı. n 8 milyon kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. nın failleri ya yoksul ülkelerdeki “kültürsüz” insanlardır ya da Batı’daki çürük elmalar. Ancak bu doğru değil. Yolsuzluk kapitalizmin ayrılmaz bir parçasıdır. Kapitalizm az sayıda burjuvanın birbiri ile rekabetine ve bu rekabetin maliyetini sıradan insanlardan çaldıklarıyla karşılamasına dayanır. Dolayısıyla kapitalizmin kendisi zaten hırsızlıktır. Ancak bu hiçbir zaman böyle anlatılmaz. Bu vahşi rekabet, sermaye sahiplerini ve onları destekleyen hükümetleri daha da ileri gitmeye ve rakiplerini alt etmek için yolsuzluğun boyutlarını büyütmeye iter. Bir sapma olarak anlatılan yolsuzluk aslında kapitalizmin rekabete dayalı yapısının ürünüdür. Politikacıların ve patronların yolsuzluğa karşı mücadeleden anladıkları ise rakiplerinin kendilerini geçmesine izin vermemek için çeşitli önlemler almaktır. Bu durum bize yukarıda sorduğumuz her iki sorunun da cevabını veriyor. Yolsuzluk bir grup kötü niyetli patronun ya da hükümetin eseri değildir. Kapitalizmin ayrılmaz bir parçasıdır ve bizler, bir grup insanın geri kalanı sömürmediği bir sistemi kuruncaya kadar da öyle kalacaktır. İkincisi, yolsuzluk ile mücadelede yolsuzluk yapmadığını düşündüğümüz patronlar müttefikimiz olamaz. Her burjuva doğası gereği hırsızdır. Dolayısıyla yolsuzluğa karşı mücadele kapitalizme karşı mücadeleden ayrı düşünülemez.

İRAN’DA KADINLARA KARŞI AYRIMCI YASA

İran’da meclisin gündemine aldığı yeni yasa tasarıları kadın haklarına yönelik önemli saldırılar içeriyor. Uluslararası Af Örgütü’nün tepki gösterdiği yasa tasarıları, doğumun ve erken evliliklerin teşvik edilmesini amaçlıyor, işverenlerin çocuksuz kadınları işe almayı reddetmesini yasal hale getiriyor ve kadınların boşanma talebini zorlaştırıyor. Tasarılar aynı zamanda gönüllü kısırlaştırmanın yasaklanmasını ve doğum kontrol yöntemleriyle ilgili bilgilere erişimin engellenmesini de içeriyor. İran’da 1980 yılında bir kadın ortalama 7 kez doğum yapıyorken, bu rakam 2014’te 1,85’e düşmüştü. Özellikle 1989’da başlatılan bir aile planlaması programı bunda etkili olmuştu. Bugün ise İran devleti nüfusu hızla arttırmayı amaçlıyor. Ülkenin dini lideri Ayetullah Ali Hamaney ülkenin 78 milyonluk nüfusunun 50 yıl içinde iki katına çıkarılması çağrısı yapmış, Mayıs 2014’te ise çıkardığı bir kararname ile “ulusal kimliği güçlendirmek” ve “Batılı hayat tarzının istenmeyen yönlerine karşı koyabilmek” için daha fazla doğum yapılmasını istemişti.

KÜRESEL MÜCADELELER Brezilya: 1 milyon kişi sokaklara dökülüp hükümetin yolsuzluklarını protesto etti. Geçen hafta aralarında hükümet üyelerinin de bulunduğu 54 kişi hakkında yolsuzluk soruşturması açılmıştı. Aktivistler, 2014’te ikinci kez devlet başkanı seçilen Rousseff’i ülkenin en büyük petrol şirketi Petrobras’ın başındayken yolsuzluk yapmak ve rüşvet almakla suçluyor. Kanada: Anti-terör yasası 100’e yakın kentte protesto edildi. Yasa polis ve gizli servise aşırı yetkiler verirken, özgürlükleri kısıtlıyor. Müslümanları “terörist” olarak hedef alan yasaya karşı yürüyen Kanadalılar “İslamofobiye ve Savaşa Hayır” sloganıyla sokağa çıktı. Sağcı Harper hükümetinin anti-terör yasasına karşı gösteride konuşan Ontario İşçi Federasyonu Başkanı Sid Ryan şunları söyledi: “Harper’ın bizi bölmesine ve Müslümanların haklarını yok etmesine izin veremeyiz. Onlar bu toplumun bir parçası, bizim komşularımız ve arkadaşlarımız. Bu tasarı Müslümanları öcü gibi göstermeye çalışıyor. Buna izin vermemeliyiz. Müslümanların ve Müslüman kadınların haklarının ellerinden alınmasına karşı çıkmalıyız.” Almanya: Antifaşist gösterilerle durdurulan Pegida bu kez Wuppertal şehrinde yürümek istedi. Holiganlar ve neo-nazilerin içinde yer aldığı ırkçı grup şehre 3-4 noktadan sızmak istediyse de antifaşistlerin blokajı sonucu giremedi. Irkçılar gösteri yapamadan geri dönerken antifaşistler çarşı merkezinde miting yaptı. Filistin: Batı Şeria’da siyonist yerleşimcileri işgaline karşı bir çok protesto gösterisi yapıldı. İsrail askerleri protestoculara dipçiklerle saldırdı.


RÖPORTAJ

5

“Demokratik ve sol güçler kendi cephesini oluşturmalı” Suriye Devrimi’nin 4. yıldönümünde, Devrimci Sol Akım üyesi Ghayath Naisse ile konuştuk. Bir CIA yetkilisi, Şam’daki hükümetin çökmesini istemediklerini açıkladı. Batı’nın Suriye’ye müdahalesine ne diyorsunuz? Ghayath Naisse: Biz, muhalefetin bazı bölümleri dış müdahale isterken, bunun kabul edilemez olduğunu söylüyorduk. Böyle bir müdahalenin gerçekleştirilebilir olmadığını dile getiriyorduk. Batılı büyük güçler, Suriye’ye askeri olarak müdahale etmek istemiyorlardı çünkü amaçları rejimi devirmek değildi. “Yemen çözümü” gibi tepede bazı değişiklikler, Batı’ya daha yakın bir yönetim istiyorlardı. Devrimin 4 yılı, bunun doğru olduğunu gösterdi. CIA şefinin dedikleri de bunu doğruluyor. Suriye’de hangi rejim gelirse gelsin, bunun güçsüz olmasını istiyorlardı. Baas rejimi de bu anlamda her şeyi yaptı. Suudi Arabistan, Katar veya Türkiye gibi bölgesel güçlerin müdahalesi devrimi nasıl etkiledi? Tüm bu yağmacı güçler devrimi etkiledi. Hepsinin kendi çıkarları vardı. Suudi Arabistan, bölgedeki karşıdevrimin merkezi. Suriye Devrimi’nin bir halk devrimi olarak zaferi, bu ülke için bir tehdit. Devrimdeki gerici güçlere, İslamcı ve selefi güçlere yardım ettiler ve bugün bu yardımlarının sonuçlarını görüyoruz. Katar ve diğer Körfez rejimleri için de böyle. Türkiye’nin çıkarı ise farklı, jeopolitik bir çıkardı. Müslüman Kardeşler’in bölgedeki siyasi güçlerin arasına yerleştirilmesi fikrini savundular. Olan bitenleri bölgesel bir büyük güç olma amacı için kullanmak istediler. Bu anlamda çıkarları bazen Batılı büyük güçlerle, bazen İran ile bazen Suudi Arabistan ile çelişti. ABD ile Türkiye, bir grup muhalifin Türkiye’de “eğit-donat” programı kapsamında askeri olarak yetiştirilmesi konusunda anlaştı. Bu bir şeyi değiştirir mi? Sanmıyorum. Yapacakları şey birkaç bin militanla ilgili. Ve bunlar da ABD tarafından “dikkatle” seçilecekler. ABD tarafı, Suriye’de kendi stratejilerine bağlı bir bileşen yaratmak istiyor. Küçük ve verimsiz de olsa gerçekten sadık bir müttefike ihtiyaçları var. Böylece yakın gelecekteki olayların gidişatında etkili olmak istiyorlar. IŞİD’e karşı ABD liderliğindeki koalisyon güçleri, aylardır Suriye’yi bombalıyor. Bunun nasıl bir etkisi oldu? Bu tarz Batılı koalisyonların Irak veya Libya gibi başka yerlerde yaptıkları düşünülürse, olup bitenler şaşırtıcı. Aylardır bombardıman var ve IŞİD hâlâ ayakta, saldırıyor. Burada bir çelişki var. Nedir? Bence IŞİD’i hızlıca bitirmek istemiyorlar. IŞİD, bölgedeki etkinliklerini artırmak için zaman kazanacakları bahaneyi oluşturuyor. Diğer yandan İran, Irak güçlerini ve kendi askeri güçlerini IŞİD’i daha hızlı imha etmek için ittiriyor. Çünkü İran da Irak’taki askeri ve siyasi varlığının ve etkinliğinin tasdiğini sağlamaya çalışıyor. ABD de Irak’tan çekildikten sonra bölgeye geri dönmek için kendisine ihtiyaç olduğunun anlaşılması için zamana gerek olduğunu düşünüyor. Dolayısıyla iki farklı strateji, ABD ve İran’ın stratejileri bölgedeki etki alanları için kapışıyor. Bugün gelinen noktada, devrimin başındaki birleştirici sloganlar yerine mezhepçiliğin yeniden yükselişte olduğunu görüyoruz. Bunun sebepleri nelerdir ve mezhepçilik nasıl yenilebilir?

Birinci olarak rejim bunu tırmandırdı. Askerleri, göstericileri işkence edip öldürürlerken mezhepçi sloganlar atıyorlardı. “Biz Aleviyiz ve sizi, Sünnileri imha edeceğiz” diyorlardı. Esad, devrimi ilk ayından itibaren cihatçıların, tekfirci grupların işi olarak tanımladı. Devlet medyasında bunun tüm azınlıklara tehdit oluşturan dinci bir mücadele olduğu anlatıldı. İkinci unsur şu: Bölgesel ve küresel güçler tarafından inşa edilen muhalif siyasi yapılar da aynı mezhepçi diskuru kullandı.

direnişi anlamında çok önemli bir sembol oldu. Suriye’deki tüm devrimciler için bunun yaşanması çok önemliydi. Kürt siyasi güçlerinin motivasyonu ulusaldı. Bize göre, böylesi bir dönemde, Kürt ulusal hareketi, devrimin doğal bir müttefiki. Devrimin zaferi için eylemlerimizi koordine etmeliyiz. Bu zafer yalnızca Kürt halkının değil, tüm Suriye halkının özgürleşmesinin ihtimalini yaratacak. IŞİD uzun vadede nasıl yenilebilir?

Bunun üstesinden gelmek çok zor olacak. Bunun yolu, bu felaketin yaratılmasında birinci derecede sorumlu olan rejimin devrilmesi. Demokratik ve sol güçlerin mücadelelerini birleştirerek üçüncü bir kutup oluşturmaları.

IŞİD geleneksel tekfirci ve selefi gruplardan tamamen farklı. Toplumsal bir tabanları var. Dolayısıyla buna karşı çıkmak için daha önce dediğim üçüncü kampı inşa etmeliyiz, siyasi ve toplumsal bir program ile. Aynı zamanda askeri olarak da mücadele etmeliyiz.

Bölgenin tümünde karşıdevrim kazanıyor. Devrimler geri dönecek mi?

Türkiye’de Suriye Devrimi’ni destekleyen sosyalistlere mesajınız nedir?

Evet, şu anda bütün bölgede karşıdevrim ilerliyor. Birçok yıllık devrimci dinamiğin içinde, bunu belirli bir an olarak ele almak zorundayız. Filmin sonu değil.

Enternasyonalizm sadece diğer ülkelerdeki yoldaşlara yardım etmek ve destek ifade etmek değil. Sınıf mücadelesi ulusal değil, uluslararası. Türkiye’de veya Avrupa’da devrim olduğunda, bu bizim devrimimizdir. Onun zaferi bizim zaferimiz, yenilgisi bizim yenilgimizdir.

Suriye’de bir “siyasi çözüm” bulunsa, rejim bir şekilde kalsa ve bazı muhalif figürler de ona entegre edilse dahi, kitlesel ayaklanmayı yaratan dinamikler ve sebepler ortadan kalkmış değil, halk tatmin olmayacak. Kobanê’de Kürtlerin IŞİD’e karşı verdikleri mücadele için ne düşünüyorsunuz? Böylesi bir anda, Kobanê’de olup biten, örgütlü kitlelerin

Duygusal olarak söylemiyorum, bizim için, Devrimci Sol Akım için, son bir yılda şunu söyleyebiliriz: Türkiye’deki yoldaşlarımızın bizimle aynı kampta ve barikatlarda olduğunu tecrübe ettik. Sadece hissetmedik, yaşayarak gördük. Bugüne kadar yaptığınız, bugün yapmakta olduğunuz ve gelecekte yapacağınız her şey için teşekkürler.


6

MÜCADELE

IRK DİYE BİR ŞEY YOKTUR İnsanlık tarihinin Alman, İngiliz, Türk gibi ırkların tarihi olduğu anlatısı kapitalizmin ve ulus devletlerin ortaya çıkmasından beri hâkim olan anlatıdır. Oysa bilimsel gerçekler bize ırk diye bir şey olmadığını gösteriyor. Günümüzdeki insan türü Homo sapiens diye bilinir. 200 bin yıl önce, Afrika’da ortaya çıkan Homo sapiens, çeşitli kuyruksuz maymun türleri arasından hayatta kalabilen tek tür. Fakat 200 bin yıl önce henüz tek tür değildi. 2 milyon yıldır var olan Homo erectus ve kuzeyde yaşayan Homo neanderthalensis de vardı.

IRKÇILIĞA KARŞ MÜCADELE ETME

Avrupalı bir tür olan Homo neanderthalensis, Afrikadan çıkıp Avrupa’ya gelen Homo sapiens ile karşılaşıyor ve koyu tenli olan sapiens türü ile açık tenli olan neanderthalensis karışıp melez türleri oluşturuyorlar. Homo neanderthalensis türünün bundan 40 bin yıl kadar önce Avrupa’da yaşanan aşırı soğuklar nedeniyle yok olduğu düşünülüyor. Aynı dönemde Avrupa’da bulunan Homo sapiens’in ise daha gelişmiş olan sosyal dayanışma davranışları sayesinde diğer türler arasında hayatta kalmayı başaran tek kuyruksuz maymun türü olduğu kabul ediliyor. Tarihi türler üzerinden değil de ırklar üzerinden anlatan tarih tezleri bu gerçeklere aykırı bir şekilde sanki farklı insan türleri ve aralarında genetik farklılıklar varmış gibi anlatıyor. Oysa insan yani Homo sapiens aynı türün bir parçası. Bu tür dünyaya yayıldıkça farklı kültürler meydana getiriyorlar ve yaşam çevrelerine adapte olurken fiziksel farklılar ortaya çıkıyor. Bu fiziksel ve kültürel farklılıklar 19. yüzyılda ırklar ve milletler olarak teorileştirildi.

IRKÇILIK NASIL ORTAYA ÇIKTI? Irkçılığın 19. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkması bir tesadüf değildir. Sınıflı toplumlar bereketli hilal denilen Mezopotamya ve Mısır arasında topraklarda ortaya çıktığından beri farklı dillerden, dinlerden ve ten renklerinden insan grupları birlikte yaşıyordu. Bu gruplar arasında birçok ezen ezilen ilişkisi olmakla birlikte ten rengi üzerinden bir üstünlük ilişkisi yoktu. Kölelik Antik Yunan’da ve Roma’da siyahlara özgü bir durum değildi örneğin. 15. yüzyılda başlayan keşifler ve sömürgecilik Avrupalıların kendilerini üstün görmelerine neden olmaya başlamıştı. Avrupalıların savaş silahlarında sahip oldukları teknolojik üstünlük Amerika’da ve diğer ülkelerdeki yerli halkları kolayca ezmelerine neden oluyordu. Bu silah üstünlüğü Avrupa medeniyetinin diğerlerinden üstün olduğu inancını pekiştirirken birçok halkın toprağına ve doğal kaynaklarına zorla el koymayı yani “ilkel sermaye birikimi”ni meşrulaştırıyordu. Avrupalılar aşağı gördükleri halklara medeniyet götürdüklerini anlatarak sömürüyü meşrulaştırabiliyordu. Batı Avrupa’da kapitalizmin gelişmesi ile birlikte bir yanda toprağa bağlılıktan kurtularak kendi emek gücünü kendi “özgür iradesi” ile kapitaliste ücret karşılığı satan işçi sınıfı ortaya çıkarken öbür yanda da piyasaya daha fazla hammadde sunmak için geniş topraklarda siyah köleleri ücretsiz olarak çalışmaya zorlayan ırkçı pratikler ortaya çıkmaya başladı. Irkçılık, kapitalist toplumda köle emeği kullanılmasını meşrulaştırmanın ideolojisi olarak ortaya çıktı. Burjuvazi feodalizme karşı “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” vaat ediyordu ancak sermaye birikimini hızlandırmanın bir yolu olan köle emeğini açıklamak zorundaydı. Irkçı anlatıya göre yarı-insan olan, beyazlarla aynı yeteneklere sahip olmayan siyahların ücretsiz çalıştırılmaları onların fıtratında vardı. Bu sayede Afrikadan yüzbinlerce siyah ailelerinden ve topraklarından sökülerek Amerika’da fethedilen geniş tarlalarda köle olarak kullanılıyor ve üzerlerinden büyük servetler elde ediliyordu.

Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Platformu, her türden ırkçılığa karşı mücadeleye çağırıyor. ÖZDEŞ ÖZBAY

Irkçılık kapitalizme göbeğinden bağlı bir ideolojidir. Dolayısıyla kapitalizm varolduğu müddetçe de ortadan kalkmayacak. Ancak kapitalizm içerisinde ırkçı pratikler ve ırkçı örgütlenmeler ile mücadele edebilir ve hayatlarımızı kolaylaştıracak kazanımlar elde edebiliriz. Irkçılığa karşı mücadele öncelikle işçi sınıfı içerisindeki bölünmeyi giderecek politikalarla yapılabilir. Hemen her yaz görmeye alıştığımız turizm sezonunda çalışmaya gelen Kürt işçilere yönelik saldırılara ve Suriyeli göçmen işçilere yönelik saldırılara karşı bütün işçilerin birliğini savunan bir politik mücadeleyi sendikalarda hâkim kılmak zorundayız. Patronlara karşı bütün işçiler için eşit işe eşit ücret, asgari maaşın insani düzeyde yaşamayı sağlayacak seviyeye yükseltilmesi ve ayrım yapmaksızın her işçinin sendikalı olma ve toplu sözleşme hakkı kazanması en önemli adımlar olacaktır. Sendikalarda ve sol gruplardaki ulusalcı ideolojinin işçi sınıfının değil kapitalistlerin çıkarına olduğunu anlatmak ve bu fikirleri bütün işçi örgütlenmelerinden temizlemek gerekir. Türk Metal-İş gibi faşist sendikacıların yönetiminde olduğu sendikaların Ergenekon ile işbirliği yaptıklarının ortaya çıkması bir tesadüf değil. TEKEL direnişi, Şişecam grevi ve en son Metal-İş grevinde olduğu gibi sendika bürokrasisini greve zorlayan ve mücadeleye egemen sınıfın fikirleri altında yani ırkçılığın etkisi altında giren işçiler Kürt işçilerle omuz omuza mücadele ettikçe bu fikirlerinden arınabiliyorlar. Ancak sendika yönetimleri barış sürecine destek veren hiçbir açıklama yapmayarak, savaşa değil emekçiye bütçe talebini yükseltmeyerek egemenlerinin yanında

koltuklarını koruma kaygısı ile davranıyor. Sendikalardaki bu yönelimi yenmenin yolu işçilerin aşağıdan birleşik mücadelesi olacaktır. Irkçı propagandaya karşı sokakta mücadele Irkçılığa karşı mücadelenin bir diğer yöntemi de sokakta verilecek hegemonya mücadelesidir. Almanya’da ırkçı PEGİDA’nın göçmenlere karşı yaptığı eylemler her defasında karşısında onbinlerce ırkçılık karşıtını buluyor. Bu sayede ırkçılar birçok şehirde yürüyüş yapamıyor. Yunanistan’da krizin faturasını göçmenlere çıkaran faşist Altın Şafak işçi sınıfını bölerek burjuvaziye kendini ispatlamaya çalışıyor. Ancak anti-faşist solun verdiği mücadele sayesinde birçok yöneticisi içeri tıkılabiliyor. Amerika’da siyahlara karşı arka arkaya yaşanan polis cinayetleri aylardır yüzbinleri sokağa döküyor. “Siyahların hayatı önemlidir” diye başlayan eylemlere çok sayıda siyah olmayan aktivist katılıyor. Giderek yayılan eylemler okul, meydan ve işyeri işgallerine kadar varmış durumda. Ayrımcılığa karşı başlayan eylemler giderek sistem karşıtı eylemlere doğru evriliyor. Siyahların yaşam koşulları ve gelir dağılımdaki adaletsizlik giderek daha fazla öne çıkmaya başlıyor. Özellikle Noel öncesi alışveriş haftasında işgal edilen AVM’lerde “devimi durduramazsınız devrim biziz” sloganları atan göstericiler 2008’de yaşanan krizin bir sonucu olarak yaşanan yoksullaşmaya da dikkat çekiyorlar. Ermeni soykırımı ve Kürt sorunu Türk burjuvazisinin ilkel sermaye birikimi olan Ermeni soykırımı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunun


MÜCADELE

ŞI NASIL ELİYİZ?

KAPİTALİZM NEDEN IRKÇILIĞA İHTİYAÇ DUYAR? Irkçılığın Amerika’daki köle emeği şeklindeki uygulaması 1865’te kaldırıldı ancak ırkçılık Amerika’da hala farklı biçimlerde oldukça yaygın. Fransız devrimi ve Evrensel İnsan Hakları beyannemeleri yayınlandığından beri her insanın evrensel haklara sahip olduğu anlatılıyor ama Avrupa’da da ırkçılık sona ermedi. Nazilerin yenilmesi ırkçılığın bilimsel bir teori olduğu anlayışını ortadan kaldırsa da ırkçılık ortadan kalkmadı. Beyazların siyahlara, yerlilere veya Asyalılara üstünlüğü üzerine kurulu olan ideoloji Japonya kapitalizminin emperyalist aşamaya gelmesiyle Japonların diğer Asya halklarından üstün olduğu düşüncelerine veya Türk ulus devletinin kurulması ile birlikte Türklerin diğer Anadolu halklarından üstün oldukları düşüncelerine evrildi. Kapitalistlerin ucuz emeğe olan ihtiyacı ırkçılığın sürmesindeki ana nedendir. Günümüzde ırkçılık gelişmiş kapitalist ülkelerde göçmenlerin ucuz emek gücü olarak kullanılmasını meşrulaştırıyor. Bu sayede hem ucuz emek meşrulaştırılmış olunuyor hem de işçi sınıfı bölünmüş olunuyor. Çünkü bu anlatıda göçmen olmayan işçi üstün olan halktan olduğuna inandırılmış oluyor. Göçmen işçi onun sınıf kardeşi olarak görülmüyor patron da esas düşmanı olarak görülmüyor. Irkçılık, ekonomik kriz anlarında ise suçu göçmenlerin sigorta sistemini sömürmelerine, çok çocuk yapmalarına ve aslında beyazların hakkı olan işleri yapmalarına atarak kriz nedeniyle biriken öfkeyi kapitalizme değil de göçmenlere karşı yönelterek önemli bir işlev görüyor. Kapitalist sermaye birikimin temeli olan değişken sermaye yani canlı iş gücü ne kadar ucuz olursa kapitalist o kadar fazla artı değere el koyabilir. Irkçılık günümüzde göçmen işçiler üzerinden işçi ücretlerinin düşmesini sağlıyor. Diğer yandan da işçi sınıfını bölen bir ideoloji olarak yine kapitalistlerin çıkarına işliyor.

TÜRKİYE’DE IRKÇILIK DEVLETİN KURUCU FİKRİ başlangıcıdır. Müslüman olmayan halklara yönelik devlet temelli nefret soykırımın yüzüncü yılında önemli bir mücadele alanı oluşturuyor. Türk milliyetçiliği, Türk işçileri kendi devletinin ve dolayısıyla burjuvazisinin yanında yer almaya iten en güçlü silah. Hrant Dink’in cenazesinde yürüyen yüzbinlerin attığı “hepimiz Hrant’ız hepimiz Ermeniyiz” sloganı bu nedenle Türk burjuvazisinin resmi ideolojisi olan Türk milliyetçiliğine çok ağır bir darbe vurmuştu. Devletin bütün mekanizması harekete geçerek birkaç ay sonra Cumhuriyet Mitingleri örgütlemişti. Ermeni soykırımının tanınması Türk burjuvazisi için kirli ilişkilerinin ortaya saçılması ve elbette el koydukları malların tazminatını ödemek anlamına geldiği için kabul edilemez bir talep. Sosyalistler için ise devletin burjuvazi ile olan ilişkisini teşhir ederek işçileri Türk milliyetçiliğinden koparmaya ve devlete karşı mücadele etmeye yarayacağı için devrimci bir taleptir. Kürt sorunu ise Türk milliyetçiliğini krize sokan en önemli sorun. Türkleştirilmesi başarılamayan Kürtlerin onlarca yıldır verdiği mücadele Türk devletini inkâr politikalarından vazgeçmeye zorladı. Ancak Kürtlere yönelik ırkçı politikalar hala devam ediyor. 1990’larda boşaltılan köylerden Batı’ya gelen Kürtler ucuz işgücünün en kalabalık kesimini oluşturuyor. Solun ve sendikaların uzun yıllar Kürdistan’daki kirli savaşa ve Batıdaki sömürüye karşı sessiz kalması birçok direnişte Kürt ve Türk işçilerin birleşik mücadelesi önünde engel olageldi. Kürt halkının eşit koşullarda yaşamak yönündeki taleplere verilecek destek işçi sınıfını bölen en güncel sorunlardan birinin ortadan kalkmasına yol açacaktır.

Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan Osmanlıcılık ve Turancılık gibi geniş topraklarda hükümdar olma düşünceleri gerçekçiliğini yitirince milliyetçilik ve Anadolu’da Türklerin üstünlüğüne dayanan bir kapitalist ulus devlet kurma fikri İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde güçlendi. Ancak ortada bir sorun vardı. 1914 yılında yapılan nüfus sayımına göre Güney Kürdistan’ın da içinde olduğu bugünkü sınırlardan biraz daha geniş olan sınırlar içerisinde Müslüman olmayan halkların oranı %20 idi. Toplam 13 milyon olan nüfusun 3 milyonu Müslüman değilken geriye kalan 10 milyonun da önemli bir kısmı Kürtler, Çerkezler gibi Türk olmayan halklardan, Türk olanların ise önemli bir yüzdesi Sünni olmayan halklardan oluşuyordu. İTC’nin kendisine kurucu halk olarak seçtiği Sünni-Türklerin üstünlüklerini diğer halklara kanıtlaması gerekiyordu. İttihatçılar 1. Dünya Savaşı’nı fırsat bilerek 1915’te Ermenileri soykırıma uğrattılar, İttihatçıların isimlerini Kuvay-i Milliye olarak değiştirmesinden sonra da hem “kurtuluş savaşı” dedikleri savaş sırasında hem de sonrasında yapılan Mübadele ile Rumların büyük çoğunluğunu Anadolu’dan temizlendi. Müslüman olmayan halkların bütün topraklarına, şirketlerine ve paralarına el kondu. Türk burjuvazisi bu ilkel sermaye birikimi üzerinde yükseldi. Diğer Müslüman halklara karşı ise asimilasyon politikaları uygulandı. 1930’larda kafatası ölçmeye kadar varan Türk ırkçılığı biryandan da Kürtlerin dağ Türkleri olduğunu “bilimsel” olarak kanıtlamaya çalışıyordu. Türklerin ne kadar üstün bir ırk olduğu, bütün başlardan üstün olan başlara sahip olduğu anlatısı kapitalist kalkınma hamlesi için gereken ideolojik kılıfı da sağlıyordu.

7

GÖRÜŞ Roni Margulies

HİLAL-KAPLAN-TİPİ GAZETECİ “Ya vallahi bize karşı darbe yapacaklardı, çok fena olacaktı ya...” Hükümetin ve hükümet gazetelerinin bu feryadını duyan ve Türkiye diye bir memleket olduğunu yeni öğrenmiş olup memleket hakkında hiçbir şey bilmeyen Uzak Doğulu bir turist çok üzülürdü herhalde. Çok acırdı hükümete. “Zavallılar,” diye düşünürdü, “anlaşılan bu memleketin silahlı kuvvetleri siyasete müdahale ediyor, darbe girişimleri oluyor filan.” Bu Uzak Doğulu turistin gün boyu gezdikten sonra hem dinlenmek hem Türk tatlılarının zevkini çıkarmak için bir baklavacıya girip oturduğunu varsayalım. Tesadüf bu ya, yan masada da bir gazeteci oturuyor olsun. Bu gazeteci de mesela Hilal Kaplan olsun. Selamlaşsınlar, laf lafı açsın. Bizim turist üzüntüsünü dile getirsin, “Askerlerle başınız dertteymiş galiba” desin. Ne diyecektir Kaplan? “Yoook,” diyecektir, “siz ‘darbe’ kavramını yanlış anlıyorsunuz. Bizim askerimiz harikadır, darbe falan yapmaz, sapına kadar demokrattır. Bizde askerlerin silahla, tankla yaptığı şeye ‘darbe’ denmez zaten. ‘Darbe’ diye ya sokaklarda gösteri yapan gençlerin yaptığına ya da Fethullahçıların yaptığına denir.” Başka? Askerî darbecileri engelleyip hapse atmaya “kumpas” denir! Hükümetten memnun olmayan herkese ya “Gezi tipi darbeci” ya da “F-tipi darbeci” denir! Hilal Kaplan’ın bunları söyleyeceğini nereden mi biliyorum? “Neden hâlâ Gezi’yi konuşuyoruz?” diye bir yazı yazmış bugün de, oradan biliyorum. AKP’nin hayal ve propaganda dünyasında hepimiz darbeciyiz. Ama Çetin Doğan’la Veli Küçük masum birer demokrat! Amerika Birleşik Devletleri’nin 1776 tarihli Bağımsızlık Bildirgesi şöyle der: “Bütün insanlar eşit yaratılmıştır, onları yaratan Yaratıcı kendilerine vazgeçilemez bazı Haklar vermiştir, bu haklar arasında Yaşam, Özgürlük ve Mutluluğu arama hakları yer alır. Bu hakları güven altına almak için insanlar arasında, yetkilerini yönetilenlerin rızasından alan hükümetler kurulmuştur. Herhangi bir Hükümet Biçimi, bu amaçları tahrip eder bir nitelik kazanırsa, onu değiştirmek veya ortadan kaldırmak ve kendi Güvenlik ve Mutluluğunu sağlamaya en uygun görünen ilkelere dayanan ve yetkilerini bu amaçlar doğrultusunda örgütleyen yeni bir Hükümet kurmak o Halkın Hakkıdır.” Halkın hükümeti beğenmeme ve değiştirme hakkını tanıdıklarına göre, tarihin ilk demokratik anayasasını yazanlar da darbeciymiş anlaşılan! “Darbeci” diye kime denir, bilemiyorum, kafam karıştı, ama şu kadarını biliyorum: Hükümetin her yaptığını övmeyi görev bilenlere ve övmeyenlere darbeci demeyi iş edinenlere “Hilal-Kaplan-tipi gazeteci” denir.


8

GELENEK

CHP SOSYAL DEMOKRAT MI?

Sendikalı oldukları için işten çıkarılan Beltaş taşeron işçileri, CHP binasında 8 gün açlık grevi yaparak işlerini geri kazanmıştı - 2013. ÇAĞLA OFLAS

madı.

Genel seçimler yaklaştıkça AKP karşısında ulusal birlik kurma çalışmaları yeniden gündeme getirildi. CHP’ye oy veren kitleleri “sol” ilan edenler, CHP’nin sol olma ihtimalini sevenler, CHP’nin ulusalcı, ırkçı bir parti olduğu gerçeğini yeniden emekçi yığınlardan gizleme çabası içine girdiler. CHP’nin sol, sosyal demokrat bir parti olduğu iddia etmeye başladılar. 2002 Genel seçimleri, 2013 Yerel Seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri de dahil olmak üzere, işçi sınıfının ve yoksulların yaşadığı bölgelerden oy alamayan, zenginlerin, Beyaz Türklerin yaşadığı yerlerde birinci parti olan CHP ne sol ne de sosyal demokrat bir partidir.

Cumhuriyetin kurucusu CHP ülkeyi çeyrek yüzyıl boyunca tek parti diktatörlüğü altında yönetti. Bu dönemde devlet aygıtıyla bütünleşen CHP Kemalist devletin kendisi, rejimi kuran asker-sivil bürokrasinin partisidir. Parti’nin kurucusu Atatürk CHP’yi kurduğu zaman şöyle söylüyor: “Bu ulusun siyasal partilerden çok canı yanmıştır. Şunu söyleyeyim ki başka ülkelerde partiler kesinlikle ekonomik amaçlar üzerine kurulmuştur ve kurulmaktadır. O ülkelerde çeşitli sınıflar vardır. Bir sınıfın çıkarını korumak için kurulan siyasal partiye karşılık başka bir parti kurulur. Bu pek doğaldır. Sözde bizim ülkemizde ayrı ayrı sınıflar varmış gibi kurulan siyasal partiler yüzünden tanık olduğumuz sonuçlar bilinir. Oysa Halk Fırkası dediğimiz zaman, bunun içinde bir kesim değil, bütün ulus dahildir.” Atatürk’ün de belirttiği gibi CHP bir ulus devlet projesidir.

Sosyal demokrasinin kökeni 20. Yüzyılın başında ortaya çıkan sosyal demokrat partiler sendikalar içinde etkili, işçi sınıfının geniş kesimlerinin örgütlendiği yapılardı. Burjuvazinin eşit vatandaşlık kavramı karşısında, toplumsal ayrıcalıklara karşı mücadele eden işçi hareketi “sosyal demokrasi” kavramı altında mücadele etmekteydi. Ancak 1. Dünya Savaşı öncesinde bu partiler kendi uluslarının savaş politikalarını destekleyip, işçi sınıfına ihanetinden sonra, burjuva partilerine dönüştüler. İngiltere’deki İşçi Partisi gibi Batı Avrupa’da yaygın olan bu tip partiler özellikle 2. Dünya savaşı sonrasında kapitalizmin genişleme döneminde işçi hareketi ve sendikalar içinde etkiliydiler. Ancak kapitalizmin krize girdiği, neoliberal politikaların uygulanmaya başlandığı 80’li yıllardan itibaren işçi hareketine yapılan saldırılar karşısında etkisiz kaldılar. Hatta bazen işçi hareketinin oylarıyla iktidara gelen bu partiler bizzat yeni liberal politikaları uygulayan partiler haline dönüştüler. Bugün bu partiler geniş işçi yığınların desteğini yitirmiş durumdalar. CHP ulus devlet projesidir CHP’nin sosyal demokrat parti olduğunu iddia edenler, sosyal demokrat partilerin işçilerin desteğini alan ve her seferinde işçi sınıfına ihanet eden burjuva partileri olduğunun da gizlemekteler. Oysa CHP Ecevit’in partinin başına geçtiği 70’ler ve 90’ların ortasının dışında hiçbir zaman işçi hareketinin desteğini ve oylarının çoğunu almaya başara-

Devletle bütünleşen CHP kadroları sınıfsız, imtiyazsız çıkarları tek bir kitle üzerinden tanımladıkları toplumu uzun yıllar tek parti diktatörlüğü altında yönetti. O dönemde bırakın sosyal demokrasiyi CHP’yi burjuva anlamda bile “demokrat” olarak tarif etmek mümkün değil. Örneğin CHP’nin ilkelerini oluşturan altı okta (cumhuriyetçilik, laiklik, halkçılık, milliyetçilik, devletçilik, inkılâpçılık) emeğin hakları yoktur, Kürt halkının, Ermenilerin, kadınların hakları yoktur; hatta demokrasi yoktur. İşçi sınıfının, komünistlerin düşmanı CHP Ecevit’in 60’ların ortasında “ortanın solu” kavramını ortaya atmasına kadar sol olmakla ilgili herhangi bir iddiası olmadı. 1960’lardan itibaren işçi hareketinin ve toplumsal muhalefetin yükselmesi karşısında ilk kez “demokratik sol” kavramını kullanan Ecevit, düzen değişikliği söylemi ve çeşitli sosyal reformlar programıyla işçi sınıfının desteğini kazandı. Ama yine de hiçbir zaman “sosyal demokrasi” kavramını kullanmadı. Yükselen işçi hareketinin rüzgarıyla yelkenlerini şişirmek isteyen parti bu dönemde altı okla sosyal demokrasinin kimi taleplerini yüzeysel bir biçimde birbirine ekledi. Ancak bu döneme kadar işçi sınıfına karşı herhangi bir sempati beslemedi. Aksine 60’lı yıllara kadar işçi sınıfının en temel haklarının bile karşısında yer aldı.

İşçi hareketinin ve toplumsal muhalefetin yükselişi boyunca CHP yüzünü nispeten daha fazla sola döndü ve sosyal demokrat özelliklere yaklaştı. Ancak partinin ruhunu veren altı oktan hiçbir zaman vazgeçmedi. 1990’ların ortasında da işçi hareketinin yükselişiyle işçi sınıfının ilgisine mazhar olan parti Kürt hareketi ve İslamcı hareketin yükselişiyle fabrika ayarlarına döndü. Yeni liberal politikalar uygulayan parti giderek işçi kitleler ve kent yoksullarından uzaklaştı, orta sınıflara yönelerek, müteahhitler partisine dönüştü. Antikapitalist muhalefet Bugün sol ya da sosyal demokrat olduğu ileri sürülen CHP askeri vesayet sisteminin savunucusu, Ergenekon’un avukatıdır. Açık açık Kürt ve Ermeni düşmanlığı yapan bu parti ırkçılıkta sınır tanımayan pratiklere sahiptir. İşçi sınıfıyla, yoksullarla hiçbir ilgisi olmayan CHP içinde birkaç tane sendika bürokratı olması, onun asıl niteliğini değiştirmez. Esas olarak CHP, emekli diplomatların, bürokratların, müteahhitlerin partisidir. Sermayenin sadık hizmetkârıdır. Son 10 yıldır yapılan seçimler bu gerçekliğin en iyi göstergesidir. Öte yandan sosyal demokrat partiler işçi sınıfının desteğini almalarına rağmen defalarca ihanet etmişlerdir. Yeni liberal politikaların savunucusu ve uygulayıcısı haline dönüşen bu partiler Yunanistan’da PASOK örneğinde de görüldüğü gibi popülaritelerini hızla yitirmektedirler. Bugün AKP’ye karşı işaret edilen CHP’nin solla da sosyal demokrasiyle de ilgisi yoktur. CHP sol muhalefetin değil, ulusal birliğin adresidir. Bu birliğe çağrı yapanların solla bir ilgisi kalmamıştır. İhtiyacımız olan, Kürt halkının özgürlüğünü savunanların, Ermeni Soykırımının tanınması için, milliyetçiliğe, ırkçılığa karşı mücadele edenlerin, sermayenin saldırıları karşısında işçi sınıfının birliğini savunanların, başta grev hakkı olmak üzere sınırsız gösteri, ifade ve inanç özgürlüğünü savunanların birliğinin oluşturduğu antikapitalist muhalefettir.


İŞÇİ HAREKETİ

HÜKÜMET GREVLERİ HEDEF ALMAYA DEVAM EDİYOR

9

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

AKP’YE OY VEREN İŞÇİLER AKP’ye oy veren işçileri AKP’den koparmak, AKP’nin ne kadar “gerici” olduğunu anlatarak değil, AKP’nin ne kadar kapitalist ve işçi düşmanı olduğunu anlatarak yapılabilir. Ocak ayında MESS’e karşı metal işçilerinin başlattığı grev önemli bir heyecan yaratmıştı, ama üç gün sürebildi, AKP hükümeti grevi yasakladı. Metal işçilerinin grevi tüm işçiler için önemliydi. Çünkü imzalanan üç yıllık toplu sözleşmeler, düşük zam oranları işçilerin tepkisine yol açmaktaydı. Eğer grev başarılı olsaydı, sınıf hareketinde bir canlanmaya yol açabilirdi. Grev yasakları ve şimdilerde sıklıkla bahsedilmeye başlanan kıdem tazminatlarına el konma ihtimali işçilerin mücadele için sebeplerini artırıyor. Türkiye’deki işçilerin önemli bir bölümünün oy verdiği AKP hükümeti işçileri gittikçe daha çok öfkelendiriyor.

Sağlık emekçileri 13 Mart’ta Türkiye’nin birçok yerinde iş bıraktı. AKP son anda mücadeleyi engellemek için yüzde 50’lik nöbet zammı getirmesine ragmen grev başarılı geçti. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, “Bunlar Çanakkale ruhundan anlamıyorlar” diyerek grevin ideolojik olduğunu söyledi. Fabrikalardan, işyerlerinden, ofislerden: n 59 gündür fabrika önünde direnen Bağımsız Tekstil İşçileri Sendikası (BATİS) üyesi Bross Tekstil işçileri, Taksim’deki H&M mağazası önünde basın açıklaması yaptı. n Ağrı’da Doğubayazıt Belediyesi’ne bağlı Temizlik İşleri Müdürlüğü bünyesinde çalışan 60 taşeron işçisi, ücret artışı için iş bıraktı. n Çorum Şeker Fabrikası bünyesinde çalışan geçici işçilerin kadro talebi ile başlattıkları mücadele sürüyor. n Bakırköy Belediyesi’ne bağlı BYUAŞ firmasında işten çıkarılan Belediye-İş üyesi taşeron işçiler Özgürlük Meydanı’nda oturma eylemi yaptı. İşçiler, “Atılan işçileri geri almazsanız. Toplu sözleşme masasına oturmazsanız. 21 Mart’ta greve çıkacağız” diyerek CHP’li belediyeyi uyardı. n Gıda-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atılan Ülker işçileri, kıdem ve ihbar tazminatlarının ödenmesi üzerine direnişe son verdi. n Divan işçileri, direnişleri kapsamında pastanenin BağMARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım

BEŞ DAKİKALIK DEMOKRASİ Kapitalist toplumun parlamenter yolla değil toplumsal bir devrimle aşılacağını düşünenler için genel seçimler ne anlama gelir? Burjuvaların demokrasisine emekçilerin katılımı sadece 5 dakika. Sandığa gidiyoruz, oy veriyoruz. Bazıları dökülüyor. Seçilenler ise dört yıl boyunca bildiğini okuyor. Onlartı denetleyecek ve geri çağıracak, gerçek temsiliyeti sağlayan hiçbir denetim mekanizması yok. Meclis “yüce” dense de burjuva egemen sınıfın yönetim aygıtı olan devletin bir organı. İşlevi birden fazla sınıfı, kapitalistlerin çıkarları etrafında uzlaştırmak.

dat Caddesi’ndeki şubesi önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. n Zonguldak’taki Çatalağzı Termik Santrali’nin (ÇATES) özelleştirilmesinin ardından maaşları düşürülen işçilerin eylemi sonuç verdi. Yaklaşık 130 temizlik işçisinin maaşlarının asgari ücrete çekilmesine karşı başlattığı eylem sonucunda ÇATES yönetimi geri adım attı. n Genel-İş Sendikası İzmir 5 No’lu Şube ile Karabağlar Belediyesi’ne ait Karbel şirketinde süren Toplu İş Sözleşmesi (TİS) görüşmelerinde 9 maddede anlaşma sağlanamadı. 964 işçiyi ilgilendiren TİS sürecinde yaşanan tıkanma sonucu grev kararı asıldı. n 14 Mart Tıp Haftası nedeniyle sağlık emekçileri özlük haklarının gasbedilmesini ve sağlıktaki neoliberal dönüşümü protesto etmek için Beyoğlu’nda bir yürüyüş yaptı. n Soma’da tazminat hakları için direnen madencilerin çadırı polis baskınıyla söküldü. n CHP milletvekili Durdu Özbolat’ın sahibi olduğu Sokak TV’de çalışan emekçiler, aylardır gasbedilen ücretlerinin ödenmesi için iş bıraktı. n Mersin’de liman işçileri işe geri dönme talebiyle yeniden eylemlere başladılar. n Tüm Emek Sen üyesi oldukları için işten atılan Dora Otel işçileri, 25. haftada da eylem yaparak otelin önüne yürüdü. Amerika, Fransa ya da Türkiye, parlamenter rejim ile yönetilen ülkelerin hepsinde asıl devlet işleri kulislerde görülür. Devlet dairelerinde, bakanlıklarda, burjuvaziyle sayısız ilişki içindeki üst düzey yöneticiler tarafından. Meclisteki tartışmalar bu yüzden gevezeliktir. Buna rağmen devrimciler seçimlere en geniş emekçi kitlelerin politik bilincinin geliştirilmesi yolunda bir fırsat olarak bakar. Binbir türlü vaatle ya da birilerinin sırtından vekillik kazanmak için değil işçi sınıfının görüşünü ve taleplerini savunmak için seçimlere katılırlar. Burjuva adaylara karşı işçi adayları destekleriz. İşçilerin oyu ile meclise giden sosyalistler, kürsüyü devleti ve kapitalizmin yarattığı tahribatı en geniş kitlelere teşhir etmek için kullanır. Kapitalist topluma son verilebilmesi için devlet aygıtını yıkacak ve emekçilerin doğrudan kendi demokrasilerini kurmalarına yol açacak devrim gereklidir. Bu yüzden seçim kampanyası yaparken en geniş emekçi

Aslında Anadolu’da pek çok kentte, işyerinde büyük çoğunluğu AKP’ye oy veren işçiler, toplu sözleşmelerde yaşadıkları haksızlıklara, sendikal örgütlenmelerine dönük saldırılara, iş cinayetlerine, işten çıkarmalara karşı direniyorlar, eylemler yapıyorlar. Bilecik’te seramik, Yozgat’ta maden işçileri uğradıkları haksızlıklar karşısında susmadı, eylemlere yöre halkı ve esnaf da destek verdi. Gaziantep ve Kastamonu’da işçiler yolları keserek taleplerini iletti. Sivas’ta işçiler eylemlerine müdahale eden polise karşı koydu. Kayseri’de Boydak işçileri fabrika fabrika dolaşarak binlerce işçinin üretimi durdurmasını ve sokağa dökülmesini sağladı. Türkiye’nin her yerinde giderek artan oranda işçilerin patronlara karşı seslerini yükseltmeleri, henüz sınırlı düzeyde de olsa mücadeleye atılmaları, dikkate değer gelişmelerdir. Yaşanan her örnek işçilere örgütlülüğün ve hazırlıklı olmanın önemini, geçmiş mücadelelerden çıkartılmış derslerin kıymetini, sadece tek bir işyerinde veya sektörde harekete geçmenin yetmediğini göstermektedir. Ancak bu süreçte sendikalar başarılı bir mücadele örneği sergileyememektedirler. İşçi sınıfını topyekün patronların karşısına dikmek yerine örneğin Eğitim-Sen “laik eğitim” eylemi yaparak işçi sınıfını bölmektedir. Sendikalar AKP hükümetinin kapitalist işçi düşmanı politikalarını teşhir edip, işçi sınıfının bütününün gücünü harekete geçirecek bir mücadele hattı izleyeceklerine, “gerici” AKP’ye karşı “laik” bir mücadele hattı ile yetinmektedirler. Sendikaların önündeki görev işçi sınıfının topyekün mücadelesi için bir araya gelmeleri, tüm emek örgütlerinin yer aldığı Emek Platformu’nu tekrar oluşturmaları, işçilerin birleşik eylemini örgütlemeleridir. kitlelere sandığı değil kendi mücadelelerinin belirleyici olduğunu anlatırız. Seçimlerde aldığımız tutum sandık kapandıktan sonra oluşacak politik koşulların işçilerin ve ezilenlerin lehine olmasıdır. “Sandıkta HDP, sokakta mücadele” diyoruz. Son 12 yılda Türkiye işçi sınıfının geniş kesimleri muhafazakar burjuvaların partisi AKP’ye oy vermektedir. Gezi direnişinden, yolsuzlukların açığa çıkmasından, Soma katliamından sonra işçilerin AKP’den manevi kopuşu başlamıştır. Fiili kopuş ise bir büyük yığın eylemiyle ya da politik bir alternatifle başlayacak. 7 Haziran gecesi ezilenleri temsil eden HDP’nin barajı aştığı, AKP’nin anayasayı değiştirecek bir çoğunluğa ulaşamadığı, laik burjuvaların temsilcileri CHP ve MHP’nin yerinde saydığı bir sonuç, son 2 yılda bir çok mücadele ile ayağa kalktığını gösteren Türkiye işçi sınıfına iyi gelecek.


10 MEKTUP&DUYURU

SURİYE HALKIYLA DAYANIŞMA MİTİNGİNDE SURİYELİ DEVRİMCİYE SALDIRI

sosyalist işçi iletişim:

Ankara 0532470150 Sincan: 05397440268 İstanbul Beyoğlu: 05368474650 Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099 Kadıköy: 05334479709 Üsküdar: 05075550272 İzmir 05544602111 Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445 Üniversiteler 05397980171 Arşivimize buradan ulaşabilirsiniz: www.sosyalistisci.org

Arapça olduğunu gören Suriyeliler ilgiyle gazeteden alıyorlardı. Türkçe bilenlerle ben konuşuyordum, Arapça bilenlerle Esmar konuşuyordu. Yürüyüş kolu parka girdiğinde ilk iş heykelin üzerinde asılı duran Kürdistan bayrağının indirilmesi oldu. Ardından birisi yanıma yanaştı, kimsiniz, nesiniz diye sorular sormaya başladı. “Solcu musunuz” dedi, “Evet” dedim ve gitti. İki dakika sonra bir başkası geldi, elimdeki gazeteleri zorla aldı, “Burada izin vermiyoruz” dedi ve iterek, küfrederek parktan dışarı attı beni. Kalabalığın içerisindeki Esmar’a gitmek istediğimde küfrederek üstüme yürüdü. Esmar’la buluştuğumda darp edildiğini öğrendim. Suriye devrimi için sözümona faaliyet gösteren bir örgüt, Suriye’de rejime de Nusra’ya da karşı savaşmış, hala vücudunda şarapnel parçaları bulunan bir Suriyeliye vuracak kadar soldan nefret ediyordu. Çünkü, solun egemen olduğu alanda aklına estiği gibi milliyetçilik ve mezhepçilik yapama-

BEYOĞLU

19 Mart Perşembe, 19:00 KÜRTLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ VE BARIŞ MÜCADELESİ Konuşmacı: Sadık Şahin 26 Mart Perşembe, 19:00 MİLLİYETÇİLİĞİ YENMEK MÜMKÜN MÜ? Konuşmacı: Çağla Oflas Leyla Teras İstiklal Cad. Mis Sok. No:6 Kat:4 Beyoğlu FATİH

yacaktı. Kürdistan bayrağını indiremeyecekti, nefret dolu sloganlar atamayacaktı. Velhasıl kelam, yüzlerce gazete dağıttık, birçok Suriyeli mülteciden iletişim bilgilerini aldık. İki dangalağın sekter tavırları yüzünden Suriye Devrimi’ne de küsecek değiliz.

20 Mart Cuma, 19:00

Ozan Ekin Gökşin - İstanbul

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ

21 MART IRKÇILIĞA KARŞI KARDEŞLİĞİN SESİ

21 Mart ‘Uluslararası Irk Ayrımı İle Mücadele’ gününde, Avrupa’nın değişik şehirlerinde faşist hareketlere, ırkçılığa, islamofobiye ve ayrımcılığa karşı kardeşliğin ve dayanışmanın sesinin yükseltileceği bir gün olacak.

KİTAPÇILARDAN İSTEYİN! www.altust.org

TOPLANTI DUYURULARI

Suriye Devrimi’nin beşinci yılına girdiğimiz 15 Mart günü, yoldaşım Esmar’la Suriye’deki kardeş örgütümüzün aylık “Cephe Önü” gazetesini dağıtmak için Saraçhane’deki eyleme gittik. Eylemi Özgür-Der organize etmişti. Fatih Camii’nden başlayıp Saraçhane Parkına gelinecekti. Biz yürüyüşe katılmadık. Gazeteleri, bizim gibi yürüyüşe katılmadan parka gelenlere dağıtmaya başladık.

Birleşmiş Milletler (BM), 21 Mart 1960 tarihinde Güney Afrika’nın Sharpeville kentinde apartheid yasaları protesto etmek isteyen ve “eşit haklar ve ırkçılıkla mücadele” talep eden göstericilere polis tarafından ateş açılması sonucu 69 kişinin hayatını kaybetmesinin ardından, bu kanlı olayı ve onun

ardındaki insanlık dışı dünya görüşünü kınamak ve gündemde tutmak için bu günü ‘Uluslararası Irkçılıkla Mücadele Günü’ ilan etti.

21 Mart’ta, işsizliğe göçmen işçilerin değil, banka patronlarını kurtaran, zenginlerin çıkarlarını koruyan ekonomik sistemin ve ekonomik krizin yolaçtığı; dünyayı kan gölüne Müslüman halkların değil, emperyalistlerin, bunların dostu diktatörlerin, çetelerin ve savaş tüccarlarının çevirdiği; Romanların çocuk hırsızı değil, hem tarihte hem de bugün büyük eziyetler

2015

marksizm 8-12 NİSAN İSTANBUL TAKSİM HİLL OTEL/TAKSİM MEYDANI

çekmiş, toplumun en fakir gruplarından biri olduğu; mültecilerin sığınma hakkı olduğu ve devletlerin niçin bu insanları korumakla yükümlü oldukları; anti-semitizmin neden Filistin halkının savunması olmadığı; faşizmin dünyayı kana buladığı; ırkçıların hiç bir zaman ne mahallelerimize, ne ortak yaşamımıza, ne hak arayan işçilere, ne de işsizlere, fakirlere bir faydasının ve desteğinin olmadığı’ anlatılacak.

KÜRTLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ VE BARIŞ MÜCADELESİ Konuşmacı: Yıldız Önen 27 Mart Cuma, 19:00 VE KAPİTALİZM Konuşmacı: Anıl Yüksel Beyrut Cafe, Ali Kuşçu Mahallesi, At Pazarı Meydanı, No:7 KADIKÖY

19 Mart Perşembe, 19:00 MİLLİYETÇİLİĞİ YENMEK MÜMKÜN MÜ? Konuşmacılar: Tolga Yıldız - Volkan Akyıldırım 26 Mart Perşembe, 19:00 KÜRTLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ VE BARIŞ MÜCADELESİ Konuşmacı: Berkay Bağcı Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt., Kat:3 ŞİŞLİ

20 Mart Cuma, 19:00

Mehmet Uludağ

SOYKIRIM VE ADALET: ÖZÜR VE TAZMİNAT

Sosyalist İşçi Partisi - İrlanda

Konuşmacılar: Çağla Oflas - Pakrat Estukyan

YUNANİSTAN, İSPANYA, İRLANDA, İNGİLTERE, LÜBNAN VE SURİYE’DEN DEVRİMCİLER İSTANBUL’DA!

ÖZGÜRLÜK İÇİN

ANTİKAPİTALİST SOL

26 Mart Perşembe, 19:00 SANDIKTA HDP SOKAKTA MÜCADELE Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey ÜSKÜDAR

19 Mart Perşembe, 19:00 KÜRTLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ VE BARIŞ MÜCADELESİ 26 Mart Perşembe, 19:00 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE KAPİTALİZM Konuşmacı: Anıl Yüksel Daimler Pastanesi Tunusbağı Cad 46/b 05314516251 www.dsip.org.tr


İKLİM&ADALET 11

FUKUŞİMA’YI UNUTMAK MÜMKÜN DEĞİL NURAN YÜCE

Fukuşima nükleer felaketinin dördüncü yılına girdik ve felaketin boyutlarını gösteren veriler korkunç: Tehlikeli bölge olarak ilan edilen yerleri terk etmek zorunda kalan yaklaşık yüz yirmi bin kişi hala evlerine dönemiyorlar. Kazanın Japon ekonomisine maliyetinin 257 milyon dolar olduğu söyleniyor ve hala çözüm bulunması gereken yüz milyon tona yakın radyoaktif atık madde bulunmakta. Tüm canlılar için ölümcül tehlike içeren radyoaktif kirlenme bölgenin tümüne yayılmış durumda. Felaketin ekolojik ve ekonomik maliyetleri sadece verilen rakamlarla sınırlı değil, hala çözülememiş sorunlar ve hesaplanamayan maliyet unsurları var. Büyük bir olasılıkla da Fukuşima’nın insanlığa, gezegene maliyeti tam olarak hesaplanamayacak.

Fukuşima felaketinin her bir yıl dönümünde buna benzer biz yazı yazılabilir ve yazı içinde kullanılan rakamların sadece olumsuz yönde ilerlediğine tanık oluruz. Çünkü

Erdoğan konuşmasında “kadına yönelik şiddet, insanlığa ihanettir” kampanyalarından bahsediyor. Ama yetersiz buluyor. Nedeni başka kültürlerden kadın algısını getirilip topluma giydirilmeye çalışılması. Çözümü de yerli malı gibi kendi tarih ve inancımıza uygun kadın yaklaşımı sağlanması. Hatırlatmak gerekir ki; Erdoğan kadın-erkek eşitliğine inanmadığın, kürtajın katliam olduğunu, kadının kariyerinin annelik olduğunu ve gece dışarı çıkılmaması, açık –seçik giyilmemesi durumunda şiddetin ve cinayetlerin ortadan kalkabileceğini söylemiş, söyleyenleri desteklemiş ve kadınları erkeklere emanet edilmiş bir mal olarak kutsamıştı. Bahsedilen kampanyanın adından da anlaşılacağı üzere kadına şiddetin ihanet sayılması sebebi insanlığın devamının engellenmesi (kampanya ile ilgili yapılan konuşmalara bakılabilir).

Dervişin fikri neyse zikri de odur. Modern çağın masal kahramanlarından Erdoğan da fikrini ağzından kaçırdı da zikrinin kaynağını öğrenmiş olduk böylece.

Neresinden tutmalı bu lafın? Şurasından: Erdoğan zihnindeki “Yeni Türkiye’nin” ne anlama geldiğini nihayet tüm açıklığıyla ifade etmiş oldu. “Yeni Türkiye” demokratik bir cumhuriyet değil, bir şirket. Siyasal demokrasi değil, pay sahipleri tarafından seçilmiş bir kişi tarafından yönetilebilen anonim şirket gibi bir şirket hem de. Pay sahiplerinin kim olduğu da açık. Nereden mi açık? 17-25 Aralık tapeleri, pay sahipleriyle yapılan görüşmelerin deşifre edilmesi değil miydi?

n 11 Mart 2015, Japonya’da gerçekleşen deprem ve tsunami Fukuşima Daiici Nükleer Enerji Santrali’ndeki üç nükleer reaktörde çekirdek erimesine ve reaktörün koruma kaplarının zarar görmesine neden oldu. n Fukuşima nükleer kazasının ardından o sıralar başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan kazayı değerlendirirken “mutfak tüpü de patlayabilir ve çevresine zarar verir” demişti. nükleer kazaların maliyetleri ilk oluştuğu anlar ile sınırlı değil, yıllar içinde daha da büyüyen maliyetlere yol açmakta. Şimdi nükleer enerji santrallerindeki kazaları bir piknik tüpünün patlamasına indirgeyerek Türkiye’nin de nükleer enerjisinin olması gerektiğini savunan R.Tayyip Erdoğan’a mı inanacağız, yoksa Fukuşima’dan gelen bilimsel raporlara mı?

SARAYDAN KADINLARA BAKMAK Tayyip Erdoğan geçtiğimiz hafta YÖK binasında rektörlere seslendi. Haber başlığı “Erdoğan Kadın dedi alkış koptu” şeklinde bir internet sitesinde yer almış. Bakalım; Türkiye’de rektörler arası kadın rektör sayısı oranı % 7.4. Alkış yine toplumsal cinsiyetin iş hayatına yansıması sonucu erkeklerden geliyor.

YENİ TÜRKİYE ANONİM ŞİRKETMİŞ MEĞER

Balıkesir’de yine bir ödül töreni vesilesiyle düzenlediği “mitingde”, “Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye de öyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı yürü yürüyebilirsen.” dedi.

Radyoaktif kirlenmeye maruz kalan toprağın yeniden tehlikesiz bir hal alması yüzlerce yıl gerektiriyor. Japonya’da kirlenmiş toprağın temizlenme işlemi için şuanda yapılan kirlenmiş toprağın siyah torbalara doldurulup belli bölgelere taşınmasından ibaret. İçleri toprak, çamur ve çimle dolu binlerce siyah torba ile radyoaktif kirliliğe maruz kalmış maddelerin yalnızca yeri değiştiriliyor. Santralin işletmecisi TESCO kazanın olduğu andan beri verileri saklama, yalan bilgi verme ve sorunlara çözüm üretemez bir halde. Bu yılın başında TESCO’nun yaklaşık bir senedir okyanusa gizlice radyoaktif kirliliği bulunan suyu akıttığı ortaya çıktı. Radyoakitf kirliliğe sahip suyun okyanusa karışmaması için önerdiği çözüm uzmanların hiçbir işe yaramayacağını söyledikleri okyanusun içine duvar örmek oldu. Okyanusa, yeraltı sularına radyoaktif maddelerin karışması nükleer kazanın belki de en sorunlu ve en çözümsüz alanını oluşturmakta.

ÖNE ÇIKAN Şenol Karakaş

İşte bu yaklaşım bugün tacizcilerin verilen cezalara bakarak “ en fazla bu oluyormuş” demelerine, 8 yaşında tecavüze uğrayan çocuktan bekaret testi istenmesine, sokak ortasında kadın cinayetlerine neden oluyor. Avrupa’da da kadınların durumu şüphesiz ki parlak değil .Şiddet ve tecavüz oranları, iş hayatında eşitsizlik ve ayrımcılık devam ediyor. Ancak durum elbette daha iyi. Toplantıya gelirken biraz okuma zahmetine girişilseydi Avrupa’da rektör oranına bakılsaydı ortalamanın % 13 olduğunu öğrenebilirdi. Geçen ay Emine Erdoğan Mısır’da Nısf El Dunia dergisine verdiği röportajda “Kadınlar Özgürdür” demiş ve Mısırlı kadınların devrimdeki rollerini takdir ettiğini söylemiş. Saraydan baktığından yanlış görmüş. Mısır devrime katılan kadınların ortak mücadele ve ruh halleri sizin çocuklarını öldürdüğünüz annelerin ve sokaklarda meydanlarda kendi özgürlükleri yanında eşitsizliğe ve adaletsizliğe karşı mücadele eden kadınların ruh halleridir. Sizin giydirmenize gerek yok. Biz aynı algıyı giyiyoruz ve birleşecek olan bizim mücadelemiz yıkılacak olan ise sizin her fırsatta üzerinde oynayarak bizi bölmeye çalıştığınız cinsiyetçilik, milliyetçilik ve ırkçılık algısı olacaktır.

Ticaeret erbabı arasından, esnaflardan, büyük sermayedarlar arasından ekonomik paydaşları olduğu kadar, siyasal paydaşları da var Erdoğan’ın: Ergenekoncular, Balyozcular, darbe dönemlerinin gözüpek komutanları. Ulusalcılarla da arası iyi, onlardan da paydaş çıkartabilir. Gönülleri fethetti ne de olsa “Kardeşim ne Kürt sorunu ya” diyerek. Önümüzdeki dönemin temel mücadele konularından birisini de açık etti aynı zamanda AKP adlı Anonim Şirket’in Genel Kurul tarafından atanmış CEO’su. Türkiye bir anonim şirket mi olacak, yoksa siyasal bir demokrasi mi olacak? Türkiye, Erdoğan’ın başkanlık hezeyanının yörüngesinde mi ilerleyecek, yoksa demokratik bir yeniden yapılanma yönünde mi? Türkiye’de şirketlerin nobranlığı ve özgür ticaret ruhunun arkasına gizlenen apaçık hırsızlık mı hakim olacak, emekçilerin, ezilenlerin ve tüm dışlanan halkların sözü mü? Bir yanda inşaat, bir yanda “Alo Fatih”, bir yanda her dere başına HES’ler, nükleer santrallar, apaçık bir çevre katliamı, işçi ölümleri, engellenemeyen kadın ölümleri, 950 TL’lik asgari ücret. Öbür yanda demokrasi, çoğulculuk, işçi mücadelesi, işçi ölümlerine, çevre katliamlarına, iklim değişimine karşı mücadele. Bu yanda Kürt halkının özgürlük mücadelesi, kadınların yaşam mücadelesi, siyasal demokrasinin sınırlarını genişletme mücadelesi. Bu mücadelenin kafa kafaya geleceği ilk alan 7 Haziran. 7 Haziran’da göğsünü gere gere “Oylar HDP’ye” diyemeyenler, kendinize gelmenizde küçük de olsa fayda var. HDP’yi bir de bu açıdan değerlendirin. Evelemeyin, gevelemeyin! Yeni Türkiye’nin Anonim Şirket başkanlığıyla memleketin cumhurbaşkanlığını karıştıranlar tarafından belirlenmesine çanak tutmayın. Hatanızdan dönün. “Eski” Türkiye’nin Anonim Şirketi olan CHP’yi sola çekmeye enerji harcamayın. “Sokakta mücadele! Sandıkta HDP!” politikasını benimseyin.


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

“HDP tüm diğer parlamenter seçeneklerden daha iyidir” Akademisyen, yazar, DSİP Merkez Komitesi üyesi Bülent Somay’a 7 Haziran genel seçimlerinde tavrı sorduk. HDP’ye oy vermemenin nasıl bir gerekçesi olabilir? Bülent Somay: Birçok gerekçesi olabilir. HDP’nin etnik odaklı bir politikadan sınıf (ya da genel olarak özgürlük) odaklı bir politikaya geçemediğini düşünüyor olabilirsiniz. HDP’nin, neo-liberal politika anlayışı ile kendi politik konumunu yeterince ayrıştıramadığına, kendi etnik konumlanışı açısından Ortadoğu’daki ABD saldırganlığına karşı yeterince kararlı bir duruş sergileyemediğine inanıyor olabilirsiniz. HDP’nin “Çözüm Süreci”nin selametini düşünerek AKP oportünizmine, keyfiliğine ve kibrine karşı yeterince direnemeyeceğini, hatta onunla uzlaşmaya gitme yolları aradığını ya da arayabileceğini de düşünüyor olabilirsiniz. HDP’nin ideolojik yapısını eklektik, tutarsız bir yamalı bohça olarak görebilirsiniz. HDP’nin örgütsel iç tutarlılığı olmadığına, politikalarını deneme-yanılma yöntemiyle ve el yordamıyla bulduğuna inanabilirsiniz. HDP’nin iç yapılanmasında demokrasiyi ancak fırsat buldukça işletebildiğini, kriz anlarında hala “tek lider/tek merkez” odaklı bir yapılanma içinde olduğunu düşünebilirsiniz. Bütün bu saydıklarım doğru olabilir, olmasalar bile her birinin içinde doğruluk payları barınabilir, ya da en azından böyle olduğundan şüphelenmemiz için her birimizin geçerli nedenleri olabilir. Peki öyleyse neden HDP’ye oy vermeliyiz. Bülent Somay: Churchill demokrasi için, “Demokrasinin en berbat yönetim biçimi olduğu söylenmiştir; öyledir de— bugüne kadar denenmiş olan tüm diğer yönetim biçimleri hariç,” demişti. Aynı şey bugün HDP için de söylenebilir. HDP yukarıda saydığım tüm kusurlara sahip olabilir, ama gene de bugün varolan (ve bugüne kadar Türkiye’de varolmuş olan) tüm diğer parlamenter seçeneklerden daha iyidir. Bu yüzden HDP’ye oy vermeliyiz. HDP’nin barajı geçmesi, 1982 darbe Anayasasını mecliste yapılacak tüm değişikliklerden, tüm komisyonlardan, tüm Anayasa uzmanlarının görüşlerinden ve bu konuda yapılacak tüm uzlaşma ve anlaşmalardan çok daha kesin ve geri dönüşsüz bir biçimde geçersiz hale getirecektir. Bu yüzden HDP’ye oy vermeliyiz. HDP’nin barajı geçmesi ve parlamentoda güçlü SOSYALİZM SOHBETLERİ Meltem Oral

DEVLET VE DEVRİM Çarlık diktatörlüğünün devrilmesinden yalnızca altı ay sonra Lenin, sokaktaki hareketin içinde devrimin akıbeti hakkında süren pek çok canlı tartışmaya yanıt üretmek üzere Devlet ve Devrim broşürünü kaleme almıştı. Hareket içerisinde hızla yaygınlaşan broşürün her satırına yazıldığı devrimci ortamın bütün canlılığı sinmiş durumdadır. Broşürü hâlâ güncel kılan tam da bu ortamdır. Broşürde devletin rolü ve doğası tartışılır. Bugün pek çok kişinin yokluğunu tahayyül etmekte zorlandığı devlet mekanizması hiç de tarafsız bir ‘düzenleyici’ kurum değildir. Üstelik hep var olmuş bir kurum hiç değildir. Lenin’in tariflediği gibi devlet esasen sınıflı toplumla-

bir grupla temsil edilmesi, hem Barış Sürecinin, hem de Türkiye’nin tümü için kurulmaya çalışılan güvenlik odaklı otoriter rejimin engellenmesinin tek güvencesi olacaktır. Bu yüzden HDP’ye oy vermeliyiz. HDP’nin barajı geçmesi CHP’yi (ya da en azından CHP içindeki bir grup insanı) bile milliyetçilikten ve darbecilikten uzak bir politika arayışına yöneltecektir. Bu yüzden HDP’ye oy vermeliyiz. HDP’nin barajı geçmesi, AKP’ye oy verme dışında bir seçenek göremeyen emekçi kitlelere başka bir politikanın mümkün rın doğuşuyla birlikte egemen sınıfın çıkarlarına uygun kuralları uygulamak üzere kurulmuştur. Devlet sınıf farklılığının uzlaşmaz karşıtlığının bir sonucudur. Kapitalist devletin çekirdeği, sermayenin çıkarları için öldürmek üzere eğitilmiş asker ve polis gibi silahlı insan grubudur. Bunlar mahkemeler ve hapishaneler gibi insaları özgürlüklerinden mahrum bırakmak üzere tasarlanmış kurumlara bağlıdırlar. Devlet mekanizmasının tüm kurumları her türlü demokratik denetimden uzak ve güçlü bir hiyerarşiye dayanacak şekilde düzenlenir. Lenin broşürü yazarken Rusya’da sistemin tamamını alaşağı etmek yerine devletin kontrolünü ele geçirmekle yetinmek gerektiğini söyleyen partilerle tartışır. Söz konusu partiler devletin kontrolünü ele geçirerek sosyalist toplumun inşa edilebileceğini anlatıyorlardı. Lenin’e göre sosyalistlerin devletin kontrolünü ele geçirip onu kendi ‘idealleri’ doğrultusunda kontrol edebilecekleri

olduğuna inanma fırsatı verecektir. Bu yüzden HDP’ye oy vermeliyiz. En nihayet, HDP barajı geçerse AKP’nin mecliste salt çoğunluk sağlaması bile tehlikeye girecektir. Her şey bir yana, on beş yıla yakındır kendilerini yenilmez, yaralanmaz, dokunulmaz sananların, kibirlerinden yanlarına varılmayanların, küstahça bir kendine güvenle buyruklar, vecizeler ve alaylar yağdıranların yüzlerindeki o biçare, acıklı ve acınası ifadeyi görebilmek için HDP’ye oy vermeliyiz. fikri bir hayli hatalı. Kapitalist devlet küçük bir azınlığı korumak için var olur, çoğunluğun çıkarları için değil. Bu yüzden işçi sınıfı basitçe devletin kontrolünü ele alamaz. Onu tüm kurumlarıyla dağıtmak ve yerine bir işçi devleti, işçi demokrasisi inşa etmek zorundadır. İşçi devletinin mevcut devlet gibi olacağını düşünmek yanlış olur. İşçi devleti sadece siyasetin değil toplumun her alanının demokratik olarak yeninden düzenlenmesidir. Bir avuç zenginin kollanması gereken çıkarlarının ortadan kalktığı bir koşulda gereksiz bir dizi hiyerarşiye de işçi kitlelerini bastırmak için varolan ordu ve polise de ihtiyaç yok. Ancak Lenin’in analizinin en önemli kısmı işçi devletinin gerçek bir toplumsal dönüşüm için sadece bir başlangıç olabileceği. Devlet denilen mefhumun tamamen ortadan kalktığı bir toplumsal düzen için bir başlangıç.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.