DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
509
7 Ocak 2015 2 TL. sosyalistisci.org
n AKP’li dokuz komisyon üyesi yolsuzluk yapan bakanların Yüce Divan’da yargılanmasını engelledi. n Erdoğan gibi Davutoğlu ve AKP de yolsuzlukların arkasında durdu. n Yolsuzluk ve rüşvet ile ile ilgili dinleme ve teknik takip kayıtlarını yakma kararı aldılar. Bu suçun açık bir ispatı.
KOMİSYON AKLADI
n AKP liderliği ‘Şimdi darbeyi savuşturalım, yolsuzlukları da temizleriz’ demişti. Erdoğan “paralelle mücadelenin” başarıya ulaştığını geçen ay ilan etti. Gerçek darbeciler sokakta. Şimdi olduğu söylenen darbeye kanıt yok. Sıra yolsuzluklara yine gelmedi. Gelmedi, çünkü dört bakanın dosyaları buzdağının görünen yüzü. Ayyuka çıkan yolsuzluklardan varılacak yer ise Aksaray. n Halkın kalbinde AKP’li bakanlar yolsuzluk yapan ve görevini kötüye kullanan milletvekilleri olarak damgalandı.
EMEKCİLER , AKLAMAYACAK
n Milyonlarca işçi açlık sınırının altında ücretle yaşarken yolsuzluk yapan, görevini kötüye kullananlar korunuyor. n Barış için mücadele edelim. Darbelere karşı çıkıp özgürlükleri savunalım. Yolsuzlukların hesabını hep birlikte soralım.
UFUK URAS: “BARIŞ OLURSA DEMOKRASİ DE ADALET DE OLUR”
sayfa 5
YILDIZ ÖNEN: AFGANİSTAN VE BOYNU BÜKÜK NATO
sayfa 3
PAUL D’AMATO: İNSANLAR DOĞASI GEREĞİ REKABETÇİ MİDİR?
sayfa
8
2
GÜNDEM
ASGARİ ÜCRET 2 BİN LİRA OLMALIDIR! Hükümet asgari ücret zammını açıkladı. DİSK-AR zamlı haliyle asgari ücretin sefalet ücreti olduğunu net bir araştırmayla ortaya koydu.
RÜŞVET, YOLSUZLUK, BASKI, HUKUKSUZLUK... YENİ DEĞİL BİLDİĞİMİZ TÜRKİYE
Asgari ücret, “asgari geçim indirimi dahil” net 949 TL olacak. DİSK-AR’ın yaptığı çalışmaya göre, “Ocak 2014-Kasım 2014 döneminde pirinçte fiyat artışı yüzde 21, dana etinde yüzde 17,4, makarnada yüzde 15,34, ekmekte yüzde 12,08 oldu. Buna karşın 2014 ocak ile 2015 ocak dönemi arasında asgari ücret artışı yüzde 12,2 seviyesinde”.
AKP’nin halkı ikna etmek için kullandığı “Önce paralel yapının darbe girişimini savuşturalım, sonra yolsuzluklarla hesaplaşacağız” söylemi yalan çıktı. Yargı ve emniyette yapılan operasyonların ardından savcılıkta “takipsizlik” kararıyla kapatılan 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturması, TBMM’de de kapanmanın eşiğine geldi.
Asgari ücretle çalışan bir işçi 618 TL’lik ev kirasını karşılamak için 147 saat, 1 kilo pirinç için 1 saat 34 dakika, bebek maması için 15 saat çalışmak zorunda.
Yolsuzluk ve Rüşvet İddialarını Soruşturma Komisyonu, AKP’li üyelerin oylarıyla, 17 Aralık sürecinde hükümetten istifa etmek zorunda kalan dört eski bakan hakkında Yüce Divan yargılamasına gerek olmadığına karar verdi. Zafer Çağlayan, Muammer Güler, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar hakkındaki son kararı, soruşturma komisyonu raporuyla bağlı olmayan TBMM Genel Kurulu verecek.
Çocuklu bir işçinin ortalama 518 TL’lik kreş harcamasını karşılaması 18 gün çalışmasıyla ancak mümkün hale gelebiliyor. Evet! Asgari ücrete yapılan 58 TL’lik zamla bir işçi günlük 63 gram dana eti, 283 gram tavuk eti ya da 101 gram beyaz peynir alabilecek. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na rapor veren TÜİK bir kişinin asgari geçimi için bin 424 lira 70 kuruşa ihtiyacı olduğunu bildirdi. Bu, asgari ücrete yapılan zammın sadece komik olmadığını gösteriyor. AKP’nin siyasi tercihinin de bir ifadesi. Hükümet, asgari ücretle çalışan milyonlarca işçiye, “Siz, açlık sınırının altında yaşamaya devam edin” demiş oluyor. Asgari ücret, işçilerin aldığı ortalama ücretin belirlenmesinde önemli bir kriter. Asgari ücretlerin düşüklüğü, tüm işçi ücretlerinin ortalamasının düşüklüğünde belirleyici. Bu nedenle, asgari ücret, tüm çalışanların ortak sorunu. Asgari ücret yükseldiğinde, tüm ücretlilerin yaşam standardı yükselme eğilimi taşır, asgari ücret düşük olduğunda, ücretleri daha yüksek olan işçilere ters yönde basınç yapar. Bütçede Milli Savunma Bakanlığına 22 milyar 764 milyon 255 bin lira, Emniyet Genel Müdürlüğüne 17 milyar 623 milyon 719 bin lira ödenek ayrıldı. Hükümetin güvenlik çılgınlığına yaklaşık 40.5 milyon TL ayrılırken, asgari ücretin aylık 949 TL olması kabul edilemez. Bu, en hafif deyimiyle vicdansızlık. Ağır deyimleri ise kullanmaya gerek yok. Önemli olan, bu adaletsizliğe karşı ses çıkartmak. Asgari ücretin 2000 TL olmasının önünde hiçbir engel yok. Tek engel, asgari üceti belirleyenlerin siyasi tercihlerinde. Fakirlerden, işçilerden değil, zenginlerden, patronlardan yana olmalarında. AKP liderliğinin, yolsuzluk yapan bakanların aklanma çabalarında görüldüğü gibi, kendi yükünü tutanların partisi olma yönünde utanmaz adımlar atmasında. Şimdiden önümüzdeki yılın bütçe görüşmelerine, asgari ücret belirleme toplantılarına hazırlık yapmalıyız. Bu hazırlık, bir yıl boyunca bekleyip göstermelik bir eylem örgütlemek şeklinde olmamalıdır. Bu hazırlık, yaygın, kitlesel, çarpıcı, ses getiren, insanları katan, her gün büyüyen ve 12 ayın her gününde bir etkinlik gerçekleştiren ve işçi örgütlerinin hepsini birden kazanmaya çalışan bir kampanya olmalıdır. Antikapitalist Çalışanlar böyle bir kampanyanın örgütleyicisi olmak için şimdiden kolları sıvamalıdır.
Bakanlarla ilgili yapılan 11 oylamanın tümü 9’a karşı 5 oyla, AKP’lilerin ortak strateji doğrultusunda blok oy vermesiyle sonuçlandı. Tersi kararlar alınabilmesi için en az 3 AKP’linin farklı oy vermesi gerekliydi. Aklanmak için tek başına Yüce Divan’da yargılanmayı talep edeceği öğrenilen Erdoğan Bayraktar’ın, diğer üç bakandan biri tarafından “ortak stratejinin dışına çıkıyorsun” diyerek uyarıldığı iddia ediliyor. Oylama sonuçlarının 17:25’te açıklanmasının, operasyonların tarihi olan 17 ve 25 Aralık’a gönderme olduğu düşünülüyor. AKP’nin hırsızlığı gizleme çabaları Meclis komisyonu, AKP’lilerin üye vermeyi geciktirmesi nedeniyle, karar verildikten ancak dört ay sonra kurulabilmişti. Soruşturma Komisyonu işlerken, basında yolsuzluk ve rüşvetle ilgili haberler yapılmasına yasak getirildi. Marksist.org’un da dahil olduğu pek çok yayın bu yasağa uymadı. “İfade vermek istiyoruz” diye dilekçe veren polisler, AKP’lilerin oylarıyla reddedilerek dinlenmedi. Soruşturma dosyasında rüşvetin görüntülerinin bulunduğu, fakat soruşturmaya AKP tarafından sonradan atanan ve takipsizlik kararının arkasında olan savcı Ekrem Aydıner’in bu görüntüleri iade ettiği öne sürüldü. TBMM Yolsuzlukları Soruşturma Komisyonu ayrıca, ‘delillerin hukuksuz elde edildiği’ gerekçesiyle tapelerin imha edilmesi yönünde oy verdi. Neler öğrendik? Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) bilgilerine daya-
narak hazırlanan bilirkişi raporunda, Bağış ile eşi Beyhan Bağış’a ait üç evin, ikilinin ‘gelirleriyle orantılı olmadığı’, Güler ve çocuklarının mal varlıklarının ‘tasarruf ve birikimden kaynaklanmadığı’, Çağlayan’ın ailesinin para hareketlerinin ise ‘gelirleriyle önemli ölçüde orantısız olduğu’ kaydedildi. Adli Tip, yolsuzluğa ilişkin çok sayıda konuşma içeren tapelerin montaj olmadığını tespit etti. Soruşturmanın kilit ismi Rıza Sarraf’ın kuryesi, ‘Ankara’ya çok defa para götürdüğünü‘ söyledi. Kurye Muhammed Sadık, ”Hatta çok az olmakla birlikte oradan altın getirdiğimiz de olmuştur” dedi. Ancak kurye, bunları kime verdiğini hatırlayamadı. Tüm bakanların açıklayamadıkları çok sayıda hesap hareketi ortaya çıktı. AKP bu işten kurtulabilir mi? AKP’nin “darbe girişimi” dediği Gülen cemaatinin girişimlerine karşı başlattığı “inlerine girme” operasyonunda ortaya doğru düzgün bir şey çıkmadı. Cemaat, Tayyip Erdoğan’ın “kör” dediği ancak canlı yayında kağıttan metinler okuyabilen bir adama ve çevresine yıllar önce “operasyon yapmakla” suçlanıyor. Zaman gazetesi ve diğer yayın kuruluşlarına AKP tarafından operasyon başlatıldığında, Abdülkadir Selvi dahi “Dünyaya rezil olduk” dedi. Birçok kamuoyu yoklaması, AKP tabanının da en az yarısının yolsuzluk ve rüşvet iddialarının gerçek olduğuna inandığını ortaya koydu. Başbakan’ın siyasi başdanışmanı Etyen Mahçupyan da bunu aynen böyle söylemişti. İnsanlar yolsuzluk olduğunu biliyor ama “darbe” iddiasını daha tehlikeli gördükleri için AKP’den vazgeçmiyorlardı. Şimdi hükümetin iki iddiası da çöktü. “Darbe” dedikleri “darbe” değil. Onu savuşturduktan sonra dahi yolsuzluğun üstüne gitmek istemiyorlar. Sağlık bakanının deyimiyle “Yüce Divan’a güvenmiyorlar”. Hükümeti ölümüne savunan Yeni Akit adlı nefret bülteni bile “AKP bu hâliyle çok sürmez, batar” diyor. Özgürlük, eşitlik ve demokrasi isteyenlere büyük görev düşüyor. Erdoğan ve çevresinin hırsızlığı örtbas etmek için yaptıklarını, “darbeyi savuşturmak için” gerçek darbecilerle, Ergenekon ve Balyoz davası mahkûmlarıyla kurduğu ittifakı teşhir edecek kitlesel kampanyalar, milyon dolarları ayakkabı kutularına dolduran liderlerle, AKP’ye oy veren yoksullar arasındaki bağı koparabilir.
Bi günlüğüne ama...
“AKP hükümeti, Recep Tayyip Erdoğan, bütün dost düşman bilsin ki önder Apo’nun özgür olmadığı bir süreci kabul etmeyecektir. Özgürlük bu nokta da en büyük talebimiz olacaktır.” (Selahattin Demirtaş, HDP İstanbul İl Kongresi konuşmasındaN)
KARGA KAFASI
KEMAL GÖKHAN GÜRSES
GÜNDEM
ŞİMDİ ÖRGÜTLENME ZAMANI!
3
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
AFGANİSTAN VE BOYNU BÜKÜK NATO NATO, nihayet Afganistan’dan çekilme kararı verdi. Yeni yılın ilk günleriyle çekilmeye başlayacağını duyurdu NATO Güçleri Komutanı.
16 Mart 2014, İstanbul - Yetti Artık Yürüyüşü
DSİP Eş sözcüsü Meltem Oral : “AKP yolsuzluğun üzerini kapatmak ve hiçbir bedel ödememek istiyor. Bugün herkes yolsuzluk ve rüşvet çarkını biliyor. Kendileri bile buna itiraz edemiyorlar. Ancak bu yolsuzluğun bedelini ödemeden, paçalarını kurtarmak istiyorlar. Önce Ergenekoncuları dışarı saldılar, ardından yolsuzluğa dair mahkeme sürecinin kapatıldığını gördük. Dosya rafa kaldırıldı. AKP liderliği bir çıkarlar koalisyonu ve çok açık ki yolsuzluk, rüşvet çarkının parçası olanlar adı geçen dört bakanla sınırlı değil. Tepesinde Erdoğan’ın bizzat kendisinin olduğu bir çark bu. Bu yüzden konuya dair ortaya saçılan her şeyi sıfırlamaya çalışıyorlar. Sıfırlamaya bir kere başlayınca da hızı alamayıp iktidarları boyunca sorumlu oldukları her konuyu Cemaat’e havale etmeye başladılar. Yolsuzluğun hesabını soracak olan AKP’ye karşı antikapitalist, özgürlükçü muhalefettir. Türkiye işçi sınıfı AKP’ye mahkum değildir. Bugün AKP karşısında özgürlükçü bir muhalefetin olmaması birçok insanın karamsar olmasına neden oluyor. Ancak tam tersi, özellikle Gezi direnişinden beri AKP liderliği çatırdıyor. AKP’ye oy veren işçi sınıfının çıkarlarını savunan, ulusalcı olmayan, barıştan ve özgürlüklerden yana olanlar için karamsarlık değil bir araya gelme, örgütlenme vakti.”
DSİP Merkez Komite üyesi Kemal Başak: Meclis Soruşturma Komisyonu, tam olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istediği kararları aldı. Adları Türkiye tarihinin en büyük yolsuzluğu ile anılan AKP’li bakanlar için
HAFTANIN IRKÇISI Ortadoğu gazetesinden Neval Kavcar Neval Kavcar “Türklüğü zindana atanlarla hesabım
Anayasa Mahkemesinde yargılama yolu kapatıldı. Ancak, göz ardı edilen çok önemli bir ayrıntı daha var, bakanların çocukları ile yaptıkları telefon görüşmelerini içeren tapelerin imha edilmesi kararı da alındı! Bu ikinci karar, aslında yolsuzluğun kanıtı. Bir bütün olarak ise kararlar “başkaları için cezalandırma nedeni olarak kullandığım yasa ve anayasa hükümleri benim için uygulanamaz” keyfiliğini barındırıyor. Bu yönüyle, TC devletinin hukukla olan son bağları da kopmuş oluyor. CB Erdoğan kartlarını işte bu kadar açık oynuyor. Kendisine oy veren milyonlarca yoksul insanın öfkesine aldırış etmiyor. Bu benzeri görülmemiş kibir, gözü dönmüş bir inşaat ve kâr hırsı ile at başı gidiyor. Bu gidiş, gidiş değil. Erdoğan’a onay veren AKP’liler, oy deposu olarak gördükleri insanların öfkesi ile otoriter liderin basıncı arasında sıkışıyor. Bu sıkışıklık hali AKP’deki çatlağı hızla derinleştirecek. Ama sadece AKP’nin çatırdamasını ummayalım. Unutulmasın, Tunus Devrimi yoksul bir gencin bedenini ateşe vermesiyle başladı!
DSİP Merkez Komite üyesi Volkan Akyıldırım: “Özal’ın ANAP’ı da, Demirel ve Çiller’in DYP’si de, Bahçeli, Ecevit ve Yılmaz’ın DSP-MHP-ANAP hükümeti de ayyuka çıkan yolsuzluklarla çöpe gönderilmişti. Demirel ve İlker Başbuğ ile el sıkışan Erdoğan ve adamlarının sonu da böyle olacak. “AKP kötü ama yerine gelecekler daha kötü” diyen işçilere ve yoksullara güven verecek, özgürlükçü ve antikapitalist bir alternatifi hızla yaratmalıyız” var”başlıklı köşe yazısında, Türkiye’de ötekileştirilen, baskı altına alınan ne kadar grup varsa neredeyse hepsine hakaret ediyor. Sadece hakaret etmiyor. Aynı zamanda göçmen düşmanlığı da yapıyor. Yazısında açık bir şekilde Suriyelilere ve Peşmergelere yani Kürtlere kapı açılmasını eleştiriyor. Uygur Türklerine benzer bir muamelenin yapılmadığını söyleyerek, ırkçılık yapmanın yanı sıra yalan da söylüyor. Neval Kavcar, Müslüman ve Türk olmayanlara nefret besliyor ve bu nefretini açık açık dile getiriyor. Bu nedenle de haftanın ırkçısı oluyor.
ABD öncülüğündeki koalisyonun NATO işgali emperyalist saldırganlığın en başarısız örneklerinden birisi. Afganistan, ABD’nin intikam sahası oldu hepimizin bildiği gibi. 11 Eylül saldırılarından bir ay gibi kısa bir süre sonra, George W. Bush, ABD milliyetçiliğinin intikam naralarını atarak Afganistan’a hızlı bir saldırı düzenledi. 11 Eylül’ün şokunu yaşayan ve ne olduğunu korkuyla anlamaya çalışan diğer devletler, uysalca ABD’nin önünde eğildi ve Afganistan işgalini onayladı, bu işgale destek verdi. “Bir NATO ülkesine saldırı tüm NATO ülkelerine saldırıdır” ilkesini hayata geçirdiler. O gün bu gündür Afganistan’ı yakıp yıkıyorlar. İnsanlık halı bombalarını, yani atıldığı yeri tüm canlı yaşamıyla silip süpüren bombaları Afganistan’da hatırladı son kez. Gökyüzünden düşen paketleri yiyecek ya da oyuncak doludur diye açan çocukların paketlerin bomba yüklü olduğunu parçalanarak öğrenmesi ABD’nin Afganistan işgalinin hafızlarımızda yer alan berbat bir örneği. Şimdi defolup gidiyor ABD! O kadar başarısızlar ki, marksist.org’da konuyla ilgili yapılan haberde yazıldığı gibi: “13 yıl önce başlayan işgalin başarısızlığının kanıtı, olası bir Taliban saldırısına karşı, geri çekilme töreninin gizli yapılmak zorunda olmasıydı.” (http://marksist.org/ icerik/Dunya/153/Kanli-isgal-sona-eriyor:-NATO-Afganistan%E2%80%99dan-cekildi) Ama başarısızlığın açık kanıtı sadece bu ödleklik değil. ABD Afganistan’a siyasal İslamı, Bush’un tabiriyle İslamo faşizmi temizlemek iddiasıyla saldırmıştı. El Kaide yerli yerinde. Temizlenmek bir yana, siyasal İslam Afganistan’ın büyük bölümünü kontrol ediyor. Taliban Afganistan’daki en etkili siyasal güç. Afganistan’ın ardından başlayan Irak işgalinin sonuçları daha da vahim. Tıpkı Afganistan gibi Irak halkı da ABD bombardımanlarıyla tahrip oldu, Irak da Afganistan gibi yakılıp yıkıldı. Sonuç, istikrarsız, parçalanmış ve her yerinde kaosun hakim olduğu bir ülke. Üstelik Suriye’de El Nusra ve IŞİD, Irak’ta IŞİD, El Kaide’ye rahmet okutacak düzeyde etkin bir durumdalar. Hiçbir ABD işgali, işgalcilerin iddia ettiği medeniyet, barış ve insanlık için yapılmaz. ABD işgallerinin tek gerçek gerekçesi, 21. yüzyılın ABD’nin açık üstünlüğüyle belirleneceği bir çağ olup olmayacağını tayin etmektir. NATO’nun Afganistan’da çekilmek zorunda kalması, “Yeni bir Amerikan yüzyılı projesinin” açık yenilgisidir.
4
DÜNYA
YUNANİSTAN: SAĞCI HÜKÜMET DEVRİLDİ, SYRİZA GELİYOR
MISIR’DA DARBECİLER SURİYE’DE REJİM HALKA SALDIRIYOR 25 Ocak 2011’deki devrimin ardından önce ordunun yönetime el koyduğu daha sonra ise Müslüman Kardeşler’in iktidara geldiği Mısır’da General Sisi’nin yaptığı darbenin ardından başlayan karşı devrim devam ediyor. Müslüman Kardeşler destekçileri başta olmak üzere binlerce kişi hapse atıldı, yüzlerce kişi ise öldürüldü. Ülkenin devrik diktatörü Hüsnü Mübarek ise Sisi darbesinin ardından mahkemede devrim sırasında “göstericilerin ölümüne sebebiyet vermek” suçlamasından aklandı. Suriye’de ise iç savaşın sadece son bir yılında yarısı yakını sivil olan 76 bin kişi öldü. Suriye Devrimi’nin başlangıcından bu yana ölenlerin sayısı ise 200 bini geçiyor. Tunus ve Mısır devrimlerinin ardından özgürlük isteyen halkın ayaklanmasıyla başlayan Suriye Devrimi, Esad rejiminin baskısı ve saldırıları yüzünden silahlı çatışma halini almıştı. Son olarak darbeci Sisi Esad rejimi ile Suriye muhalefeti arasında görüşmelerin Kahire’de yapılabileceğini önerdi.
Yunanistan’da mecliste yapılan Cumhurbaşkanlığı seçim-
lerinde üç turda da Cumhurbaşkanı seçilememesi üzerine erken genel seçime gidiliyor. Küresel ekonomik krizin etkilerini şiddetli bir şekilde hisseden ülkede seçimlerden Radikal Sol İttifak SYRİZA’nın birinci çıkması bekleniyor. Şu an hükümette olan merkez solcu PASOK, DIMAR ile sağcı Yeni Demokrasi (ND) partilerinin oluşturduğu koalisyon hükümetin devlet televizyonunu kapatmaya çalışması nedeniyle dağılmıştı. Sağcı Samaras’ın başbakanlık görevini üstlendiği hükümet Avrupa Birliği, IMF ve Avrupa Merkez Bankası’ndan borç alan ve bu borçları alabilmek için işçilerin tüm haklarına saldıran bir hükümetti. Maaşlar düşürüldü, binlerce kişi işten çıkarıldı, sosyal haklara pek çok saldırıldı, özelleştirmelere hız verildi. Gerçek ücretler üçte bir oranında azaldı. Bu yüzden bu hükümetin gidişi mücadele eden tüm işçiler tarafından sevinçle karşılandı. SYRİZA’yı yükselten işçilerin mücadelesi Son beş yıldır kemer sıkma politikalarına karşı çıkanlar, göçmenlerin haklarını savunanlar, 2008’de Alexis’i öldüren polis şiddetine karşı çıkanlar, 30’dan fazla kez greve giKÜRESEL BAKIŞ Arife Köse
2015’E GİRERKEN DÜNYA EKONOMİSİ 2014 Avrupa Birliği için büyük krizlere gebe şekilde sona erdi. Özellikle Yunanistan’daki gelişmeler avro için krizin 2015’de daha da derinleşebileceğini ve Avrupa bölgesindeki devletlerin birliğin çıkarlarından ziyade kendi ulusal çıkarlarını düşünme eğiliminin artabileceğini işaret ediyor. 2014’de gerçeğe dönüşemeyen AB rüyası 2015’de de bir hayal olarak kalmaya devam edecek gibi görünüyor. Yunanistan, İtalya gibi krizin derin toplumsal dengesizliklere yol açtığı ülkelerde avro para biriminden çıkmayı önerenlerin sayısı hiç de az değil. Örneğin İtalya’da Ülke ekonomisi üst üste üçüncü yıl daraldı. Gençler arasındaki işsizlik oranı yüzde 43. İtalya Başbakanı Matteo Renzi şirketlerin personel alımını ve kovmasını kolaylaştırarak istihdamı canlandırmaya çalıştı, ama bu reformlar öfkeli eylemlerle karşılandı. Yunanistan 2014’ü hükümetin devrilmesiyle kapattı. 2015’de Yunanistan’ın borçlarını geri ödeme meselesi-
den işçi hareketi, kısaca mücadele edenler kitlesel olarak Syriza’ya oy verecek ve umutlarını bu partiye yöneltecek. Syriza seçimlerden hemen sonra vaatlerini yerine getirmek, işçi sınıfına kaybettiği hakları geri vermekle, AB’nin dayattığı politikaları uygulamak arasında kalacak. Syriza’nın borcun yeniden müzakere edilmesi talebi AB finansal kurumları tarafından hoş karşılanmayacak. Şimdiden bazı bankalar olası bir Syriza iktidarında paralarını yurtdışına çekme tehdidi yapıyorlar, seçimlerin hemen ardından bankalardan para çekilemeyeceği konuşuluyor. Patronlar şantaj yapsa da zenginleri vergilendirmeden, bankaları kamulaştırmadan Syriza’nın savunduğu programı uygulaması, kendisine oy verenlerin taleplerini karşılaması imkânsız. Ancak Syriza liderliği sağa kayabilir, işçilere “hafifletilmiş” bir kemer sıkma dayatabilir. Bu yüzden işçilerin Syriza liderliğine güvenmeyip eylemlerini, grevlerini sürdürmeleri gerekiyor. Örneğin devlet televizyonu ERT’nin işçileri Syriza işlerini geri alacaklarını açıklamasına rağmen seçim gecesi devlet televizyonunu işgal edeceklerini açıkladılar. İşçi sınıfının seçimlerden sonra mücadeleye hız vermesi Avro’dan çıkılması, işçi yönetimi gibi talepleri yükselten devrimci bir seçeneğin hızla kitleselleşmesini sağlayabilir. nin avro rejimi içinde AB’nin geleceğini belirleyebilecek bir tartışmaya yol açabileceği konuşuluyor. 2014’ün gerçekleşmeyen bir başka rüyası da Rusya’nın ekonomik anlamda Batı’ya entegre olabilme olasılığıydı. Kırım ve Ukrayna’da yaşananlardan sonra Rusya’ya konan ambargolar bu umudu kırdı. İngiltere ve ABD gibi kalkınmış ülkelerde yüzde 2-3 oranında büyüme kaydedildi ancak bu toplumsal dengesizliği ortadan kaldırmadı. Artan gelirlerinin büyük çoğunluğu zenginlere gitti ve orta sınıfların durumunun daha da kötüleşti. Örneğin ABD’de orta gelir düzeyindeki çalışanlar reel anlamda 1999’dakinden daha az kazanıyorlar. Ham petrolün varil fiyatı 2008 krizinde 40 doların altına düşmüş ancak daha sonra beş yıl boyunca 100 dolar seviyelerinde seyretmişti. Varil fiyatı yaz aylarından bu yana 60 dolara kadar düştü. Çin ve Avrupa’dan gelen talep beklenenin altında kalırken, OPEC düşüşü durduramadı. Tüm bunlar 2015’de dünyayı daha da istikrarsızlaşan bir ekonominin beklediğini gösteriyor. İstikrarsızlık egemenlerin sorunu. Bizim sorunumuzsa bu istikrarsızlığı işçiler ve ezilenler için başka bir dünyayı mümkün kılan bir fırsat olarak nasıl değerlendireceğimiz. Çünkü tüm bu krizlerle birlikte bu krizin sonuçlarına yönelik direnişler ve alternatif arayışları da artıyor.
Mısır’da darbe sonrası kurulan yönetim, solcu 6 Nisan Hareketi, Devrimci Sosyalist Hareket ile Özgürlük ve Adalet için Gençlik Hareketi üyesi 4 kişinin adını mal varlıkları dondurulan İhvan üyelerinin listesine ekledi.
KÜRESEL MÜCADELELER n Bahreyn’de ana muhalefet hareketi Milli İslami Uzlaşı Cemiyeti (El-Vifak) Genel Sekreteri Ali Selman’ın tutuklanmasına karşı protestolar onbinlerce insanın katılımıyla büyüyor. 3 Ocak’ta Şiilerin yaşadığı bir çok bölgede sabahtan geceyarısına kadar süren protestolar, polisin şiddeti ile karşılaştı. 2011’de Sünni azınlığın Şii çoğunluğu baskı ile yönettiği Bahreyn’de halk ayaklanmıştı. Ayaklanma, Suudi Arabistan ordusunun işgali ile kanla bastırılırken, üç yıl sonra gerçekleşen kitlesel protestolar mücadelenin bitmediğini gösterdi. n İsrail’in kuşattığı Gazze’de kamu emekçileri maaşlarının ödenmemesine karşı grevde. Hamas ve El Fetih’in kurduğu Filistin Uzlaşı Hükümeti’ni emekçilerin sorunlarına kayıtsız kalmakla suçlayan öğretmenler, 30 Aralık’ta 1 günlük grev yaptı. Eğitim emekçilerini maaşları ödenmeyen sağlık emekçileri izledi. 7 aydır maaş alamayan sağlıkçılar 4 Ocak’ta 1 günlük grev yaptı. n İşgal altındaki Kıbrıs’ın Kuzeyi’ndeki banka çalışanları grev dedi. Kooperatif Görevlileri Sendikası (Koop-Sen), “Yasaları hiçe sayarak çalışanların toplu iş sözleşmesi haklarını gasp etmek isteyenlere karşı Kıbrıs Türk Kooperatif Merkez Bankası Ltd. ve iştiraklerinde ve bağlı tüm birimlerinde 6 Ocak 2015 Salı günü 8 saatlik uyarı grevindeyiz” dedi ve talepleri karşılanmadığı takdirde süresiz greve gideceklerini duyurdu.
RÖPORTAJ
5
“Barış olursa demokrasi de adalet de olur” İstanbul eski milletvekili, YSGP Parti Meclisi üyesi Ufuk Uras’a 2015’in temel politik gündemlerini sorduk. Çözüm sürecinin gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Nasıl ilerleyecek sizce? Umutlu olmalı mıyız? Ufuk Uras: 2015’in barış yılı olacağını umut ediyoruz. Newroz öncesi somut adımların atılması gerekiyor. Akil insanların raporları dahil her çalışma bir barış anayasasının gerekliliğini ortaya koyuyor. Siyasi elitlerin yukarıdaki diyalog ve müzakeresi karşısında aşağıdan “Barışa Ses Ver” gibi bir inisiyatif bu açıdan çok kıymetli. Sürecin satrançtaki atın hareketi gibi gelgitleri olacaktır. Sürece katkımız ölçüsünde umutvar olmayı hakediyoruz. Bazı yazarlar bir yandan çözüm süreci devam ederken bir yandan da AKP’yle mücadele etmenin, aynı anda imkansız göründüğünü düşünerek çözüm sürecine karşı çıkıyor. Siz bu durumu nasıl ele alıyorsunuz? Ufuk Uras: Bu kategorideki kişiler zaten AKP karşısında mücadele de etmiyorlar. Mızmızlanmak, ya da küskün olmak muhalif olmak anlamına gelmiyor. AKP’ye aşık olanlar yanında, eskiden aşık olup da hayal kırıklığına uğrayan yaralı ve kırık kalpler bunlar, yanlış strateji ve taktikleriyle AKP’ye güç katıyorlar. Bir de bizler gibi aşkla AKP’ye karşı alternatif yaratmaya çalışanlar var. Barış olursa demokrasi de adalet de olur. Mandela’ya “ırkçılarla müzakere olur mu?” diye sürece taş koyan alçaklardan hatırladığınız bir kişi var mı? Ama sonunda Mandela haklı çıktı, biz de haklıyız ve sonunda mutlaka kazanacağız. Hayatında bir kez olsun Cumartesi Anneleri’nin yanında olmayanlar şimdi faili meçhul cinayetleri koz olarak kullanıyorlar. Bunca bedel ödemiş Kürt hareketinin hassasiyeti konusunda ahkam kesmek hakkını kendinde görüyorlar. Kürt siyasi hareketi Cumartesi annelerinin, Roboski analarının evet demediği bir sürecin parçası olamaz. Aksini ima etmek kirli propogandanın parçası olmaktır. Bu siyasi gurmelerin çoğu zaten “bas-geç” utanmazlığının parçası oldular. Bizler ise basmadık ve geçmedik, elbette yine haklı çıktık. 2015 genel seçimlerine nasıl bir siyasal manzara içinde giriyoruz? Seçimlere nasıl hazırlanmalıyız? Ufuk Uras: 2015 Genel seçimleri “Yeni Bir Yaşama” çağrı
yapan ve anamuhalefet partisi olan HDP’nin seçimi olacaktır. Oyunu yükseltecek tek parti olarak HDP bir tarafta yurttan sesler korosu diğer tarafta kalacaktır. Kılıçdaroğlu’nun da Bahçeli’nin de tatile Ekmeleddin İhsanoğlu’nun yanına gidecek olmalarını tahmin etmek kehanet olmasa gerek. O yüzden Hazirun Hareketi gibi orta yolcu çizgilerin safını belirlemeleri ve barış cephesini tercih etmelerini temenni ederiz. Gezi’nin yeni yaşam çağrısı HDP-HDK’da somutlanmıştır, CHP’nin labirentlerinde değil.
Bu yıl Ermeni soykırımının 100. yılı. 100. yıl tartışmalarında alınacak politik tutumlar neler olmalı? Ufuk Uras: Ermeni soykırımı’nın yüzüncü yılı öncelikli konumuzdur. Soykırımla yüzleşme ve somut kazanımlar elde etmenin mücadelesini gerçekleştirmek gerekir. Her 24 Nisan anmalarında karşımıza çıkan Kemalist- Stalinist- Özel harpçı çetelerin İttihat Terakki’nin bayrağını salladırmalarına inat, Hrant’a sözümüzdür, 2015 halkların kardeşliğinin yılı olacaktır. Toplumun bu yüzleşmeyi kendi sivil hafızasında yaptığını biliyoruz. Artık sıra resmi hafızadadır.
“Bebeklerden katil yaratan ırkçı havayı değiştirmeliyiz” Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe kampanyası aktivistlerinden Çağla Oflas sorularımızı yanıtladı 100. yıldönümüne girdiğimiz 1915 Ermeni Soykırımı’na nasıl bakıyorsunız? Çağla Oflas: 100 yıl önce 1,5 milyon Ermeni yok edilerek, mallarına el konuldu. Sermayenin Türkleştirilmesi amacıyla yapılan bu katliam ardından kurulan Cumhuriyet de benzer politikaları sürdürdü. Tüm bu suçları işleyen devlet kendini ırkçı bir vatandaşlık tezi üzerine kurarken, bu topraklarda yaşayan diğer halklara inkâr ve asimilasyon politikası uygulandı. “Tek devlet, tek millet” tanımı üzerinden inşa edilen devlet, Ermeniler, Rumlar ve Hıristiyan halkların ve giderek her türden toplumsal muhalefetin ezilmesinin de aracı oldu. Soykırım Türkiye tarihini her düzeyde siyasi, ideolojik, ekonomik, ahlaki her düzeyde şekillendirdi.
Soykırımla yüzleşmek neden önemli? Çağla Oflas: 2015 yılı boyunca ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı mücadele açısından Ermeni soykırımının tanınması için vereceğimiz mücadele çok merkezi bir rol oynayacak. Her şeyden önce soykırımın tanımasını sağlamak geçmişte yaşananları anmaktan çok geleceği kurmak için gerekli. Soykırımla yüzleşmeden ne “yeni bir yaşam” ne de “Yeni Türkiye” kurulabilir. Ermeni soykırımı tanınmadan inkâr ve asimilasyon politikaları sona ermeyecektir. Dolayısıyla Kürt sorununun demokratik ve kalıcı çözümü ile Ermeni soykırımının tanınması için verilen mücadele arasında karşılıklı bir ilişkisi olduğu unutulmamalıdır. Daha önemlisi soykırım inkârının sona ermesi toplumsal dokumuzu tahrip eden ırkçı ve milliyetçi havanın dağılması için büyük bir hamle olacak. Rakel Dink’in dediği “bebekten katil yaratan” ırkçı havayı değiştirmek ancak Ermeni soykırımının inkârının son bulmasıyla mümkün.
6
TÜRKİYE
DİNK’İ ÖLDÜREN İKLİM NASIL YARATILDI? Fethiye Çetin, iki yıl önce çıkan Utanç Duyuyorum isimli kitabında, Hrant Dink’in 2004 yılından itibaren yargı, medya, ırkçı örgütlenmeler, ordu, özel harp dairesi, emniyet, valilik ve derin devlet güçlerinin sıkı işbirliğiyle nasıl hedef gösterildiğini, Dink’i öldüren iklimin nasıl yaratıldığını anlatıyor. Agos’un önünde faşistler tarafından yapılan “Bir gece ansızın gelebiliriz” eylemi, Ülkü Ocakları Başkanı Levent Temiz’in Hrant Dink’i “bütün nefretlerinin hedefi” ilan ettiği günler, ırkçıların tek tip dilekçelerle Dink’in yazılarını şikâyet etmeleri, Dink’i yargılayan hakimi tehdit eden Kerinçsizler, “Türkiye Türklerindir” gazetesinin milliyetçi korodaki rolü, “Arkamızdan hançerleniyoruz” diyen Cemil Çiçekler, Ermeni düşmanlığıyla ırkçılığı tırmandırdılar ve Hrant Dink’i hedef hâline getirdiler, cinayete uygun zemini yarattılar.
ERDOĞAN NASIL ÇARK ETTİ? Dink davasının aydınlatılacağını iddia eden Erdoğan, geçtiğimiz haftalarda şöyle konuştu: “Olayı Dink davasına indirgemek olayı küçültmek olur. Dink davası bence kişiselleştirilmiş davadır. Dink’in yazılarını, onun düşünce dünyasını kabullenmemek gibi bir nedenle yapılmıştır. Paralel yapı meselesinde ise devleti ele geçirme, ulusal güvenliği tehdit gibi büyük bir amaç var. Dink’in bu amacı gerçekleştirmelerini kolaylaştıracak devlette bir konumu yoktu ki. Bu teoriler paralel yapıyla mücadelenin hedefini saptırmasın. Mesela bu yapının parasal boyutu var.” Bu öyle bir cinayet ki, ucu herkese dokunuyor. Erdoğan bir yandan suçu “paralele” yıkmaya çalışıyor. Ancak diğer yandan, Gülen cemaatinin de saldırıya geçme ihtimaliyle, meselenin devletin iyice teşhir olacağı kadar dallanıp budaklanmasını da istemiyor. Böylelikle Dink cinayeti “paralel yapıyla mücadele”nin dışına atılıyor, bu ırkçı cinayet de “münferit” hâle getiriliyor.
“ULAN HEPİNİZ ORADAYDINIZ BE!” Başbakan, Ahmet Kaya’nın linç edildiği gecede yer alıp lince katılmadığını iddia eden sanatçılar için bu ifadeyi kullanmıştı. Hrant Dink cinayetiyle ilgili ortaya çıkanlar ise, AKP’yi de kapsayarak, aynı ifadenin bu cinayet için kullanılmasını zorunlu kılıyor.
Hrant Dink, 19 Ocak 2007’de Agos gazetesinin önünde bir tetikçinin silahından çıkan kurşunlarla öldürüldükten sonra, aileyi ziyaret eden dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan “Bu cinayet bize karşı işlenmiştir” demiş, aileye cinayetin çözülmesiyle ilgili “namus sözü” vermişti. Erdoğan 2011 yılında çıkan kararı “içine sindiremediğini” dile getirmiş, “Sarı Gelin’in Ankara’nın dehlizlerinde kaybolmasına izin vermeyeceğiz” demişti. Fakat gerçek hayatta işler böyle yürümedi. Davada yıllar boyu bir arpa boyu yol alınamadı. Dink ailesi avukatlarının işaret ettiği tüm gerçekler, bağlantılar, karartılan deliller hiçbir anlam ifade etmedi. Katiller çoğu zaman korundu. Zaman zaman terfiler aldılar. Erdoğan’ın hükümeti, bütün bu süreçlerde bizzat rol oynuyordu.
Muammer Güler, Celalettin Cerrah, Reşat Altay, Engin Dinç gibi isimler AKP tarafından korunuyor. Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer, cinayette Gülen cemaati kontenjanından yer alıyorlar.
ERMENİLER ÖL KATİLLER KOR
Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, 8 yıldır adaleti bekliyor.
Bir de Ergenekon kanadı var. Veli Küçükler, Kemal Kerinçsizler, Muzaffer Tekinler... Hrant’ın Arkadaşları yıllardır “Katil devlet hesap verecek” diye bağırıyor. Gerçekten de cinayet işlenirken devlet bütünüyle orada, Agos gazetesinin önündeydi.
8. yıl biterken, Adalet Bakanlığı, sonunda 9 kamu görevlisinin soruşturulması için izin verdi. Ogün Samast’ın çocuk ağır ceza mahkemesinde yargılandığı dava dosyası ile cinayetle ilgili ana dava dosyası birleştirilecek. Yargıtay’ın bozma kararıyla birlikte, daha önce yargının bulamadığı “örgüt” tekrar aranacak. Bu da “paralel yapı” işiymiş! AKP, Cemaat ile ittifakını bozduktan sonra, son 12 yılda meydana gelen her kötü gelişmeyi “paralel yapı”nın üstüne yıkmak üzere hareket ediyor. Dink cinayeti de bu furyanın bir parçası oldu. Ogün Samast, emniyet teşkilatındaki Gülen bağlantılı kişilere işaret etti. Hükümet yanlısı basın, bu demeçleri ilk sayfasına taşıdı.
O yıllarda cemaat kadrolarının AKP ile uyum içinde çalışıyor olması –ve bunun AKP’yi de suç ortağı hâline getirmesi- bir kenara, Dink cinayeti cemaatin üzerine yıkılmaya çalışılarak, hükümetin yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının üstünü örtmek için giriştiği operasyonlara farklı kesimlerden, demokrat kamuoyundan da destek alınmaya çalışılıyordu. Millî mutabakat cinayeti Oysa Dink cinayetinde cemaatin rolüne işaret etmek, gerçekliğin sadece bir yönünü görmeye sebep oluyor. Fethiye Çetin, cinayetin sorumlusunun Özel Harp Dairesi bünyesinde faaliyet gösteren “Ergenekon üstü bir yapı” olduğunu söylüyordu. Gerçekten de, devletin tüm kanatları bir Ermeni gazeteciyi öldürmek için el ele vermişti. Ergenekoncular, bir askeri darbeye zemin oluşturmak için “AKP’yi zora sokmak” istiyorlardı. Daha sonradan belgelerinde, sokağa çıkan geniş kalabalıklar yüzünden “Dink operasyonunun başarısız olduğu” yazılacaktı. AKP ve cemaate bağlı isimler ise zaten MGK’nın “misyonerliğe karşı” kampanyasına katılmalarında olduğu gibi, bu cinayette de ya bizzat rol oynadılar veya Dink’in öldürülmesine göz yumdular. Soykırım sürüyor Bu topraklarda Ermenilerin katledilmesi yeni değil. 1915’te başlayan soykırımın sonucunda 1,5 milyon Ermeni yok edildi. Bir Türk ulus devleti kurma projesi, tarihte görülmüş en büyük insanlık suçlarından birine sebebiyet verdi. Bugün artık bir avuç kalan Ermeniler, yıllardır bu ülkede
TÜRKİYE
7
GÖRÜŞ Roni Margulies
SAĞLIK BAKANI’MIZ VE İNGİLİZ KRALİYET AİLESİ Kentler yıkılmış o durmuş, İnsanlar ölmüş o durmuş, Dünya yardıma koşmuş o durmuş, Sağlık sorun olmuş o durmuş, Osman Durmuş. Sağlık Bakanı’ndan yana çok talihli bir milletiz. “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” diyen Kanuni Sultan Süleyman’dan bu yana, insan sağlığının ne kadar önemli olduğunu bilen hükümetler Sağlık Bakanlığı’na hep aralarındaki en akıllı, en zeki, en çevik kişiyi atamış. Osman Durmuş, 1999 depremi sırasında Bakan’ken yurtdışından gelen yardımlara burun kıvırmış, özellikle Yunanistan’dan gönderilen kan yardımına karşı çıkmış, atalarımızdan gelen saf ve temiz Türk kanının kirletilmesini engellemişti.
LDÜRÜLÜYOR RUNUYOR
Kendisinden önce gelen bu iki harika Sağlık Bakanı ile rekabet edebilmek açısından, mevcut Bakan Mehmet Müezzinoğlu’nun işi zor. Ama ben başarılı olacağına inanıyorum. Daha şimdiden bunun işaretlerini veriyor. Örneğin, bu hükümet sezaryene karşı ya, Müezzinoğlu şöyle demiş: “İngiliz Kraliyet ailesi de normal doğumu tercih ediyor. Tabii doğrusu ve doğal olanı normal doğumdur. Doğrusunu yapıyorlar.” “Ama,” demiş gazeteciler, “kadınlar ‘Bedenime karışma’ diyorlar. Siz ne diyorsunuz?” Müezzinoğlu’nun cevabı şöyle: “Bu hastalık, kendi bedeniyle ilgiliyse o zaman doktora niye geliyor? ‘Ben kulağımı kestirmek istiyorum, ben midemi aldırmak istiyorum’, peki niye, ‘öyle, canım istiyor, çünkü benim bedenim’. Olur mu öyle şey. Bunun doğalı, fıtratı normal doğumdur. ‘Beden benim, ben şunu istiyorum’ olmaz. Manavdan muz almıyoruz.”
korku içinde yaşıyorlardı. Hrant Dink ise bu gidişata itiraz eden bir isimdi. Bir yandan Ermeni Soykırımı gerçeğini ve halkının yaşadığı acıları dile getiriyor, diğer yandan ise Türkiye halkıyla kardeşçe yaşama isteği ve bu doğrultudaki üslubuyla yoğun sempati topluyordu.
Geçen hafta da “Anneler, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamalıdır” dedi Müezzinoğlu. Tepki alınca, “Asla tartışılmaz. Annelik bir kariyerdir ve kutsal bir kariyerdir” diye ısrar etti.
“Hepimiz Ermeniyiz” diyenlerin rolü Hrant Dink’i öldürenler bu mirası, Agos’un bugün hâlâ sürmekte olan mücadelesini hedef aldılar. Fakat planları geri tepti. Hrant’ı vuranlara en iyi cevabı, onun cenazesinde “Hepimiz Ermeniyiz” diyerek yürüyen yüz binlerce kişi verdi. Beşiktaş’tan Çağlayan’a her mahkeme gününde yüzlerce kişi buluşarak davanın takipçisi olduklarının mesajını verdi. 19 Ocak anma törenlerine on binlerce kişi katıldı. Bu ısrarlı mücadele, Devlet Denetleme Kurulu’nun cinayetle ilgili hazırladığı raporda “İstihbarat birimleri işbirliğine gitmedi”, “Mahkemenin delillere ulaşması sınırlandı” ve “Kamu vicdanı tatmin olmadı” gibi ifadeler kullanıp devlet görevlilerinin kusuru olduğunu kabul etmesini, bugün mahkemede sınırlı sayıda da olsa kişiye dokunulmasının yolunun açılmasını sağladı. 2015 yılında ise tüm ırkçılık karşıtlarını çok daha zorlu bir mücadele süreci bekliyor: Hem Hrant Dink’i öldüren mekanizmasının tümüyle açığa çıkarılıp yargılanmasını sağlamak, hem de başta İstanbul Taksim Meydanı olmak üzere birçok kentte Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında kitlesel anma törenleri yapılmasını sağlamak.
Durmuş’un arkasından, AKP’nin ilk Sağlık Bakanı Recep Akdağ da çok önemli bir adamdı. Tam 11 yıl, 2013’e kadar bakanlık yaparak dünya rekoru kırmış, eşsiz yeteneğini kanıtlamıştı. Bu arada, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesini ve insan sağlığının özel sermaye için güzel bir kâr kaynağı olmasını sağlayarak başarıdan başarıya koşmuştu.
(Bu arada bir de “Bu millete Ak Saray çok yakıştı” dedi, ama konumuz o değil.) AKP hükümeti, insan yaşamına bakışında muhafazakâr, ekonomiye bakışında neo-liberal bir hükümettir. Herkesin “fıtrat” diye hayalî bir şeye uygun yaşaması gerektiğine inanır; sermayenin kâr edebilmesi için her şeyin mübah olduğuna inanır. Bize de bu inançlarını toplumun bütününe dayatma çabasına karşı mücadele etmek düşer.
1915’teki 1,5 milyon Ermeni katledilmişti. 19 Ocak 2007’de Ermeni gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesi soykırımın devamı olarak görüldü.
KİTAPÇILARDA VE SOSYALİST İŞÇİ DAĞITIMCILARINDA!
8
SOSYALİZM
İNSANLAR DOĞASI GEREĞİ REKABETÇİ MİDİR? Amerikalı marksist Paul D’Amato, sosyalizmin mümkün olmadığını savunan görüşle tartışıyor.
PAUL D’AMATO
Sosyalizm olasılığına karşı sıkça öne sürülen argümanlardan biri, insanların doğası gereği rekâbetçi olduklarıdır. Fakat işbirliği ve kişisel çıkar gözetmeksizin başkalarının yararına davranma, insan hayatının en ayırt edici özellikleri arasındadır. Bu özellikler olmasaydı toplum işleyemezdi. Bazı çalışmalar, insanların rekâbetçi ve bencil davranış sergileme yetisine sahip olmalarına rağmen çok erken yaşlardan itibaren işbirliği yapmaya istekli ve toplumsal çıkarlar için davrandıkları düşüncesini doğruluyor. Zengin bağışçılara bol bol yağdırılan övgüler ve kamu binalarının bu kişilerin adlarıya onurlandırılması (tabii bu, şirketler isim haklarını devralıncaya kadar mümkündü), başlıca hayırseverlerin zengin insanlar oldukları izlenimi veriyor. Durum böyle değil. Çalışmalar gösteriyor ki Amerikalıların en yoksul yüzde 20’si, gelirlerinin yüzde 2.3’ünü bağışlarken, en zengin yüzde 20, yalnızca yüzde 1.3’ünü bağışlıyor. Tabii ki, milyonlarca doların %1.3’üyle gösteriş yapmak, 25.000 doların yüzde 2.3’üyle övünmekten çok daha kolay. Zenginler bunu şov için, asil karakterlerini ispatlamak için yapıyorlar. Ama gerçekte, bir psikoloğun açıklamasına göre, bu insanların “kendi çıkarlarına öteki insanların çıkarlarından daha fazla önem vermeleri çok daha olası”. Engels, kapitalistlerin hayırseverliğini küçümsediğini sert bir şekilde ifade eder: “Sanki proleterlere hizmette bulunuyormuşsunuz gibi, önce onların kanını emiyor, ardından da kendini beğenmişliğinizi, iki yüzlü hayırseverliğinizi onların üstünde uyguluyorsunuz; yağmaladığınız kurbanlara, onlara ait olanın yüzde birini geri verdiğiniz zaman, kendinizi, insanlığın kudretli hayırseverleri olarak dünyanın en tepesine yerleştiriyorsunuz.” Kapitalizm, bireysel düşünmeyi ve rekâbeti teşvik ederken, bir yandan da, işbirliği için bir üreme toprağıdır. Seri üretim ve dağıtım, kapitalizm olmadan mümkün olmazdı.
Her bir işyerinde, yüzlerce ve bazen binlerce insan, bir mal üretmek için işbirliğiyle çalışmak zorunda. Kapitalizmin bu sosyalleşmiş, işbirliği gerektiren yönü, piyasa rekâbetinin kısmî yadsımasıdır; ve işçilerin, kendilerini, çıkarları için birlikte hareket etmesi gereken bir sınıf olarak hissetmelerine temel sağlar. “Herkes rekâbetçidir” argümanındaki temel sorun, adil paylaşım üstüne kurulu bir toplumda insanların kaynaklar için birbiriyle çatışması gerekmeyeceğini göz ardı etmesidir. Amerikalı Troçkist James Cannon der ki, “Sosyalist toplumda, herkes için bolluk ve bereket mevcutken, herkesin payına düşenin kaydını tutmak, zengin bir aile sofrasında yemek dağılımının kaydını tutmak kadar anlamsızdır. Kahvaltıda kimin kaç tane krep yediğini ya da akşam yemeğinde kimin ne kadar ekmek tükettiğini not almazsınız. Sofra doluysa kimse yemeğe saldırmaz. Eğer bir misafiriniz varsa, eti öncelikle kendinize ayırmazsınız, tabağı misafire uzatıp istediği kadar almasını söylersiniz.” Mesele şu ki, sosyalizmde, toplumun artı/ihtiyaç fazlası zenginliği, küçük bir grubun değil, herkesin refahını arttırmak için kolektif olarak kullanılır. Bolca mevcut olan bir şeyi neden çalayım? Böyle bir toplum aşırı ütopik görünebilir. Fakat Cannon’ın kapitalist toplumla ilgili söylediği gibi, “Saçma olan şey, bu tımarhanenin kalıcı ve sürekli olduğunu düşünmektir.” “Bir dakika,” der muhalif, “rekâbet olmadan, yaratıcılık ve buluşlar durgunlaşırdı. Çok çalışmaya ve başarmaya teşvik eden bir şey olmazdı.” Sosyalizme karşı en eski argümanlardan biri olarak bunun anlamı, kapitalist piyasa rekâbetinin en iyi olduğu, ve çok çalışmanın ve yeniliklerin tek garantisinin bu sistem olduğudur. Marx ve Engels, Komünist Manifesto’da bu soruna değindiler: “Özel mülkiyet ortadan kaldırılınca tüm çalışmanın sonlanacağı ve evrensel bir tembellik halinin üstümüze
çökeceği itirazı öne sürülmektedir.” Yanıtları, basit olduğu kadar da çarpıcıdır: “Bu fikre göre, burjuva toplumunun, katıksız aylaklık yüzünden çok zaman önce çökmesi gerekirdi; çünkü bu toplumun çalışan insanları hiçbir şey elde edemezken, her şeyi elde edebilenler çalışmıyorlar.” İnsanların büyük çoğunluğu kendi çıkarları için değil, başkalarının çıkarları için çalışıyorlar. Onları teşvik eden tek şey, çalışmadan yaşayamayacak olmalarıdır. Oysa, birçok insanın ekonomik karşılığını almadan saatlerce yoğun çalıştığının pekçok örneği var. Bir okul tiyatro kulübünde ya da halk tiyatrosunda çalışmış herkes, okuldan ya da işten sonra saatlerini bir tiyatro eserinin hayata geçmesine harcamakla gelen tatmini bilir. Kaç insan, kendisini, bir gün “günlük iş”ini bırakabilme beklentisi olmadan, müzik ya da resim gibi uğraşlara adar? Ben, Katrina Kasırgası’nın ardından, Mississippi ve Louisiana’da, fırtınanın mağdurlarına malzeme yardımı ve yemek dağıtımı yapmak için ülkenin farklı yerlerinden gelen birçok sıradan insanla tanıştım. Nashville ruhban okulundan bir öğrenciyle tanıştım; bu öğrenci, New Orleans’ın kirli sel sularında, saatlerce, sıkışmış Katrina mağdurlarının kurtarma botlarından karaya çıkmalarına yardım etti. O botları bağışlayanlar ya da komuta edenler, kaygılı vatandaşlardı. Argüman, sosyalizm kişisel mülkiyete izin vermediği için teşviki ortadan kaldırıyor diyerek de doğrulanamaz. Sosyalizmin yasakladığı tek şey, ötekileri sömürmek için kullanılan mülkiyettir. Sosyalizm, insanların, onların hayatlarına değer katan boş zaman, kaliteli yemek ve barınma, sanata ve kültüre erişim gibi şeylerin daha azına değil daha fazlasına sahip olmalarını mümkün kılacaktır. Daha iyi teknoloji üretmek için teşvik var olmaya devam edecek, hattâ kâr amacı olmadığı için daha da fazla olacaktır, çünkü bu gibi buluşlar her bir bireyin hayat kalitesini arttıracaktır. (Socialistworker.org, Çeviren: Özge Karakale)
SINIF MÜCADELESİ
KAMU EMEKÇİLERİNE HEM ENFLASYON HEM MEMUR-SEN KAZIĞI Kamu emekçilerinin maaşlarına bu yıl da enflasyon ora-
nında zam yapıldı. Böylece memurlar yılın ilk altı ayı için yüzde 3, ikinci altı ayı için de yüzde 3 zam alacak. Ancak bu hesapta çok büyük bir hata yapıldı. 2014 yılına kadar kamu çalışanlarının maaş artış oranının gerçekleşen enflasyon rakamının altında kalması durumunda, aradaki fark dönem sonunda maaşlara yansıtılmaktaydı. Nitekim 2013 yılının ikinci yarısında da yüzde 0,27’lik enflasyon farkı oluştu ve ortaya çıkan bu fark 2014 yılının Ocak ayında Maliye Bakanlığı tarafından maaşlara eklendi. Ancak 2013 yılının Ağustos ayında imzalanan toplu sözleşmede, 2013 yılının ikinci yarısında ortaya çıkması muhtemel enflasyon farkının 2015 yılına yansıması hesap edilmedi. 2013 yılının Ağustos ayında maaş katsayısı 0,076791 iken 2014 yılında yüzde 0,27 enflasyon farkı eklendi ve 0,076998
olarak uygulandı. Ancak imzalanan toplu sözleşmede bu artış öngörülmediği için 2015 yılının maaş katsayısı 2014 Ocak ayında Maliye Bakanlığı tarafından belirlenen 0,076998 rakamı üzerinden değil, 2013 Ağustos’undaki 0,076791 rakamı üzerinden yüzde 3 artırıldı ve katsayı 0,079308 olması gerekirken, 0,079095 olarak belirlendi. Maliye Bakanlığı bu hatayı düzeltmediği takdirde, kamu emekçilerinin maaş artışı yüzde 3 değil, yüzde 2,72 olacak. Öte yandan, hükümete yakınlığıyla bilinen Memur-Sen, 2014-2015 dönemini kapsayan II.Dönem Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde, Çalışma Bakanlığı kamu çalışanlarına 221 TL brüt zam teklif etmiş olmasına karşın yıllık brüt 175 TL rakamı teklif edip bu rakam üzerinden uzlaştı. Memur-Sen, kamu çalışanlarının haklarını korumak bir kenara, hükümetin teklifinin dahi altında bir zammı kabul etti.
İŞÇİLER YENİ YILDA DA n TPAO’ya bağlı olarak kurulup daha sonra Botaş’a devredilen ve yurtiçi faaliyetlerinde taşeron işçi çalıştıran petrol arama şirketi TPIC’ten atılan işçiler eylemdeydi. n Sendika değiştirdikleri için işten atılan Ülker işçilerinin direnişi 72 günü geride bıraktı. n Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde sendikalı oldukları için işten atılan sağlık işçileri, 24. gününe denk gelen yeni yılı direniş çadırında karşıladı. n Dora Otel işçileri, 2015 yılının ilk pazarında yaptıkları eylemde, 2014 yılında turizm ve otel işkolunda 400 bin civarında işçinin işten atıldığını hatırlattı. n Maraş’ta Adana Yolu üzerine bulunan bir tekstil fabrikasında çalışan yüzlerce işçi, sendika üyesi olmalarının ardından işyerini kiralayan Cemal S. isimli patronun 2 aylık ücretlerini ödemeden kaçması üzerine eyleme geçti.
MARKS DİYOR Kİ Volkan Akyıldırım
HER ŞEY PARA İÇİN “İngiliz burjuvazisi için yeryüzünde her şey, kendisi dahil para uğruna vardır, başka hiçbir şey uğruna değil. Hızlı kazançtan başka bir mutluluk, altın yitirmekten başka bir sızıdan haberli değildir. Bu hırs ve kazanma şehveti karşısında, tek bir insancıl duygunun lekelenmeden kalması kabil değildir.” (İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu, Engels) 2014’ü Tayyip Erdoğan’la kavga ederek kapatan TÜSİAD, demokratik kazanımların gasp edilmesini ve baskıcı bir rejimin kurulmasını engellemek gibi toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren “ilerici” amaçlara sahip değil.
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
ÜCRETLİ KÖLELİK DÜZENİNE KARŞI İŞÇİ SINIFININ BİRLİĞİ Türkiye’de ekonominin büyüdüğünden, zenginliğin arttığından söz ediliyor, ama artan başka şeyler de var. Mesela Avrupa’da en fazla “köle” Türkiye’de bulunuyor. 2014 Küresel kölelik araştırmasına göre Türkiye’de 186 bin “köle” bulunuyor, bu sayı 2013 yılında 130 bin civarındaydı. Zorla çalıştırılma, cinsel sömürü, zorla evlilik vb. alanlar, köleleştirilmenin başlıca alanları. Dünya üzerinde kölelik tahminlerin ötesinde yaygınlaşmış durumda. 2014 yılı itibarı ile dünyada toplam 38 milyona yakın köle var. Bir taraftan büyüyen ekonomiler, diğer yandan artan kölelik, kapitalizmin barbar yüzünü bir kez daha ortaya çıkarıyor. Kriz ve savaş durumlarında mültecilerin, göçmenlerin zor koşulları köleleştirilmeyi hızlandırıyor. Ücretli kölelik olarak da tanımlanabilecek, Türkiye’deki işçilerin çalışma yaşamında ise, büyüyen ekonomimize rağmen önemli bir iyileştirme görünmüyor. Asgari ücret açlık sınırının yarısı olarak ilan edildi, kamu çalışanlarına enflasyon zammının yapılmayacağı açıklandı. Sendikalar ise hükümetle çatışmamak için ellerinden geleni yapıyorlar, suskunluklarını sürdürüyorlar. En son kamu çalışanları adına hükümetle toplu sözleşme imzalama yetkisine sahip olan Memur-sen’in yaptığı, sendikal mücadele tarihine geçecek bir tuhaflıktan daha haberimiz oldu. KESK’e bağlı Kültür Sanat-Sen sendikası, Memur-Sen yöneticilerinin 2013 yılında imzaladıkları sözleşmeyle kamu emekçilerini hak mahrumiyetine uğrattığını açıkladı. Mahkemeye yapılan başvuruda, Çalışma Bakanlığı’nın toplu sözleşme görüşmelerinde kamu çalışanlarına 221 TL maaş artışı teklif etmiş olmasına karşın, Memur-Sen yöneticilerinin yıllık 175 TL teklif ettiği belirtildi. Sonuçta da 175 TL üzerinden uzlaşıldığı, bu durumun sendikaların üyelerinin çıkarlarını savunma görevine açıkça aykırı olduğu, görevi ihmal suçu işlendiği ve cezalandırılması istendi.
MÜCADELEDE
n Ataması Yapılmayan Öğretmenler Meclis Girişimi, yaklaşık 300 bin öğretmenin atamasının yapılmaması üzerine imza kampanyası başlattı.
9
TPIC çalışanı işçiler, Cudi dağının eteklerinde direniyor!
Yine de, sendikalar işçi sınıfının örgütleridir ve işçilerin sendikaları harekete geçirmekten başka yolu yoktur. Ama bunun için aşağıdan, işyerlerinden gelen bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Yoksa sendikal bürokrasilerde koltuk kaparak sendikalar değiştirilemez. İşyerlerinde sendika ayrımı yapmadan tüm işçilerin birleşik mücadelesini örgütlemek, ortak sloganlarla, ortak eylemlerle kapitalizme karşı mücadele etmek gerekir. İşçiler içinde Laik-dindar, Kürt-Türk, Alevi-Sünni ayrımlarını öne çıkaran slogan ve eylemlerden uzak durmak, sınıfın birliğini savunmak en önemli görevdir.
Karl Marx’ın yoldaşı Friedrich Engels’in İngiliz burjuvazisine dair söyledikleri Türk burjuvazisi için de geçerli.
yüzde 25.3 oranında artırdı. Asgari ücret ise geçen yıl yüzde 3, bu yıl yüzde 6 arttı.
Uluslararası Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) adlı küresel sermaye birliğine üyesi 34 ülke arasında Türkiye, vatandaşlarının en mutsuz olduğu ülke olarak son sırada. Çalışma saatlerine bakıldığında ise 8. sırada.
En yoksul yüzde 10’luk kesim toplam gelirden yüzde 2.5’lik pay alırken, en zengin yüzde 10’luk kesim gelirin yaklaşık yüzde 30’unu aldı. En zengin ve en yoksul 8 milyonluk nüfus dilimleri arasında 13.6 katlık gelir farkı meydana geldi.
Dünyada ortalama yaşam süresi 82’ye ulaşmışken Türkiye’de 72. Erken ölümün nedeni ise aşırı çalışma ve ücretlerin düşüklüğünün sonucu olan yaşam kalitesinin diplerde sürünmesi. Madenlerde, inşaatlarda, ofislerde günde 12 saat, haftada altı gün çalışırken nasıl mutlu olabiliriz ki?
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sınıf egemenliğini şiddetle sürdüren Türk tekelci burjuvazisi emekçi sınıfların önüne atılan kırıntılar konusunda Erdoğan ve AKP ile hemfikir. Anlaşamadıkları nokta ise tüm zenginliği kendilerinin istemesi. “Anadolu sermayesi” olarak adlandırılan egemen sınıfın diğer kanadının gelirden aldığı pay, aralarındaki kavganın asıl nedeni.
Çoğunluk mutsuz, ama bir azınlık için işler her zamanki gibi tıkırında. Türkiye’nin en büyük 500 şirketi, 2013 yılında kârlarını
İster “yandaş” ister “muhalif” olsun, her şeyin para demek olduğu vicdansız kapitalistlere karşı topyekun mücadele biz emekçilerin acil gündemi.
10 MEKTUPLAR
BİZ ‘O KADINI’ GÖRÜYORUZ Barış Atay’ın attığı “bu resimdeki kadını
bulun” tweet’i çok tartışıldı. Hem AKP hem de ‘laikçi’ muhalifler birbirleri arasındaki hesabı kadınlar üzerinden görmeyi pek seviyorlar. Kadının ne giydiği, nasıl davrandığı, kahkaha atıp atmadığı sürekli tartışma konusu. Bu seferki konumuz çarşaf giymiş bir kadının ‘yok’luğu. Aslında mevzu yeni değil, tartışma sadece Türkiye’ye özgü de değil. Türkiye’de bir süredir “laiklik elden gidiyor” travması dünyada “biz aydınlanma ve modernleşme ile birlikte dinin dünyadan elini eteğini çekeceğini düşünmüştük. Ama dinin bir yere gittiği yok” şaşkınlığı şeklinde yaşanıyor.
RESMİ TARİHLE YÜZLEŞME ATÖLYELERİ 2015 PROGRAMI 9 Ocak 1915: SEYFO, SÜRYANİ SOYKIRIMI 22 Ocak
Sağlık Bakanlığı’nın annelik kariyeri üzerine olan sözlerinin yerine çarşaf giymiş kadının hedef alınması, Doğan Haber Ajansı’nın kadının kucağında bebeğiyle fotoğrafı olduğu halde bu fotoğrafı seçmesi gibi uyanıklıkları geçiyorum. Görünenin altında yatanlara bakalım. Barış Atay ve onun gibilerin aklından şu geçiyor; AKP gibi İslami, muhafazakar ve hatta otoriter yönü ağır basan bir iktidarda Müslümanların ezilmesinden söz edilemez. İktidardalar ya işte, daha ne istiyorlar ki! Bunu söylemek Obama başkan olduğu için Amerika’da artık siyahların ezilmediğini söylemek
kadar saçma. Amerika’da geçtiğimiz son birkaç ayda siyahların yaşadıklarını hatırlatmaya gerek yok herhalde. Din ve dini pratikler hiçbir zaman öbür dünya ile ilgili değildir. Din son derece dünyevi bir olgudur, bu dünyaya dairdir. Marx’ın “afyon”dan kastı aslında dinin bu dünyaya ait oluşunu vurgulamaktır. Bizim sorunumuz insanların inançları, inanç pratikleri ile değil bu dünya iledir. Bunun karşısına tam da AKP’nin ekmeğine yağ sürer şekilde içi boş, bugüne kadar Kemalizm’in elinde toplumsal bir olgudan ziyade ezilmenin aracı haline gelmiş bir laiklikle çıkmak yanlıştır. Son olarak da şunu belirtmek gerekir; bir kadının çarşaf giydiği için görünmediğini iddia etmek, hele ki bütün dünyanın dikkatleri İslam’ın üzerindeyken, özellikle Avrupa İslam karşıtı gösterilerden geçilmiyorken islamofobidir. Müslüman kadınları sürekli cahil ya da kurban olarak görmek ayrımcılıktır. Dine ilişkin neyin eleştirilip neyin eleştirilemeyeceğini konuşabiliriz tabii ki ama öncelikle kayıtsız şartsız olarak herkesin inancına göre yaşama hakkını tanımak koşuluyla. AKP ile olan hesabımızı bütün Müslümanların, özellikle de Müslüman kadınların üzerinden görmekten vazgeçmek koşuluyla. Arife Köse, Ankara
SARIKAMIŞ: KİTLESEL KATLİAM
YAHUDİ SOYKIRIMI, TÜRKİYE’DE ANTİSEMİTİZM
TOPLANTI DUYURULARI KADIKÖY
8 Ocak Perşembe, 19:00
BU DAVA BİTMEZ! 8 yıl oldu... Hrant Dink, tam sekiz yıl önce bizden koparıldı. Adalet arayışı ise hala sürüyor. Bu siyasi cinayetin satrancındaki tüm hamleleri görebiliyoruz artık. Bir el ısrarla asıl sorumlular “yargılanmasın” diyor. Devlet kendi adamlarını hakim önüne çıkarmamak için elinden geleni yapıyor. Ancak ne kadar direnirlerse dirensinler, bizler, geride kalanlar, adalet yerini bulmadığı sürece “Hrant için, Adalet için!” demeyi sürdüreceğiz. Biz bitti demeden bu dava bitmez!
MARX’IN DİN ANLAYIŞI Konuşmacı: Sinan Özbek Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt., Kat:3 ŞİŞLİ
8 Ocak Perşembe, 19:00 KADININ EZİLMİŞLİĞİNİN KÖKENLERİ Konuşmacı: İdil Ügüt 16 Ocak Perşembe, 19:00 1915’TEN HRANT DİNK’E Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey ANKARA
8 Ocak Perşembe, 18.30 DİN, AYRIMCILIK VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ Konuşmacı: Arife Köse 15 Ocak Perşembe, 18.30 “HEPSİ ORADAYDI! BİR SOYKIRIM KURBANI:
6 Şubat MÜSLÜMANLAŞTIRILAN ERMENİLER
Moderatör:
HRANT DİNK”
• Yıldız Önen
Konuşmacı: Atilla Dirim
Konuşmacılar:
Konur Sokak 14/13, İmge Kitabevi Karşısı, Kızılay
• Cengiz Aktar 20 Şubat DİL SOYKIRIMI VE ASİMİLASYON 6 Mart 1964: RUM SÜRGÜNÜ 20 Mart 2015 SOYKIRIM VE ADALET, ÖZÜR VE TAZMİNAT DSİP Şişli İlçe Örgütü Rumeli Cd. Nakiye Elgün Sokak İkbal Ap. No: 32/1 Osmanbey
Arşivimize buradan ulaşabilirsiniz:
www.sosyalistisci.org
Bu günlerde 100. yıldönümü nedeniyle Sarıkamış faciasının resmi tarih anlatımı tarafından bir kahramanlık menkıbesine dönüştürüldüğüne sık sık tanık oluyoruz. Sarıkamış faciasının sanki oraya gönüllü gitmiş askerlerin vatanı kurtarmak isterken kahramanca öldükleri şeklinde anlatılmaya çalışılması, TC’de gelenek olduğu üzere tarihin tersyüz edilmesinden başka bir şey değil. Her şeyden önce Osmanlı İmparatorluğu’nda zorunlu askerlik vardı, resmi tarihin anlattığının aksine kimse koşa koşa askere gitmek istemiyordu, aksine asker kaçaklarının sayısı binlerle ifade ediliyordu. Dahası, Sarıkamış harekâtı, Orta Asya’yı fethetmek adına emperyalist amaçlarla başlatılan bir savaşın ilk ayağıydı. İttihat ve Terakki yöneticileri Turan adı altında Orta Asya’yı işgal etmek isterken, Almanya da gözünü Bakû’nun zengin petrol kaynaklarına dikmişti. Bu emperyal planların gerçekleştirilmesi uğruna alelacele toplanan, on beş yaşındaki çocukların bile askere alındığı bir ordu kurulmuş ve 1914 yılının son aylarında, kışın en şiddetli döneminde Sarıkamış’a gönderilmişti. Resmi tarih anlatımına göre yazlık giy-
siler içinde, çarıksız ve erzaksız cepheye gönderilen askerler, vatan uğruna ölümü seve seve göze alıyorlardı. Oysa gerçekte orduyu donatmaya yeterli miktarda kışlık giysi ve erzak vardı, fakat bunlar bürokrasi tarafından olası kötü günlerde kullanılmak üzere ihtiyat olarak ayrılmış, cepheye gönderilmemişti. Doksan bin kişilik ordu, daha harekete bile geçemeden Sarıkamış’ın dondurucu soğuğuna mağlup olmuş, sonradan gelen Rus askerleri, binlerce askerin yan yana donmuş bedenleriyle karşılamıştı. Türkiye devleti Ermeni Soykırımı’nın yüzüncü yılına yaklaştığımız bu günlerde, soykırımın üzerini örtebilmek için Sarıkamış ve Çanakkale harekâtlarını birer kahramanlık destanı olarak sunmaya, soykırım için meşru bir zeminin bulunduğunu anlatmaya çalışıyor. Oysa gerçek bu değil. Gerçek, soykırımda katledilen 1,5 milyon Ermeni’nin yanı sıra, yüz binlerce yoksul insanın kendilerinin olmayan bir savaşta göz göre göre katledilmesiydi. Bu faciaların bir daha yaşanmaması için, bu gerçeklerle mutlaka ama mutlaka yüzleşilmesi gerekiyor. Atilla Dirim, Ankara
• Cüneyt Sarıyaşar • Eren Keskin
BİZİ ARAYIN:
• Garo Paylan
Ankara 0532470150
• Melek Ulugay
Sincan: 05397440268
• Osman Kavala
İstanbul
• Şenol Karakaş
Beyoğlu: 05368474650
• Ufuk Uras
Şişli: 05547307216
•Yetvart Danzikyan 17 Ocak 2015, Cumartesi Saat: 16.00
Fatih: 05053524099 Kadıköy: 05334479709 Üsküdar: 05075550272
Yer: Cezayir Restaurant
İzmir 05544602111
Adres: Hayriye Cad. No:12, Galatasaray – Beyoğlu (Galatasaray Lisesi’nin altında, İstiklal Caddesi’ne paralel sokak), İstanbul
Karşıyaka: 0505822991
Düzenleyen:
Üniversiteler
DurDe Platformu
05397980171
Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445
İKLİM 11
İKLİM VE YAŞAM İÇİN TEK YOL DEVRİM
KÜRESEL EYLEM GRUBU’NA KATIL! Tel: 0555 863 16 36 kureseleylemgrubu@gmail.com www.kureseleylem.org Küresel düzeyde en sıcak yıl 2014 oldu. İklim felaketleri dünyanın her yerinde emekçileri ve yoksulları vurdu. 2015’te de yeni sıcaklık rekorları kırılması beklenirken, devletler Paris’te toplanacak zirvede, ısınmaya neden olan sera gazlarını sınırlamak yönünde bir anlaşmayı görüşecek. Antikapitalistler, Paris zirvesine “İklimi değil sistemi değiştir” sloganıyla hazırlanıyor. Küresel ısınma, sanayi devrimi ile başladı ve son bulması kapitalizmin ortadan kalkmasına bağlı. Peru’nun Lima kentinde geçen ay yapılan Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi için dünyanın en önemli 2 bin bilim insanı tarafından hazırlanan rapor, insan ve canlı türlerini yokoluşa sürükleyen sisteme son verilmesini savunan antikapitalistlerin haklı olduğunu ortaya koydu. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Uyum ve Kırılganlık Raporu’na göre : n Dünyada birçok bölgede değişen yağış rejimleri ile kar ve buzulların erimesi yaşamın kaynağı olan su sistemlerini değiştirdi; suyun miktarı ve kalitesi canlılların aleyhine değişiyor. n Karada, tatlı suda ve denizde yaşayan birçok canlı tü-
rünün coğrafi yaşam alanları, mevsimsel faaliyetleri, göç alışkanlıkları, sayıları ve türler arası etkileşimleri iklim koşullarındaki değişime bağlı olarak değişti. n İklim değişikliği, insanların temel besin maddeleri olan buğday ve mısır tohumlarının yetişmesini birçok bölgede olumsuz olarak etkiledi. n Sıcak hava dalgaları, kuraklıklar, seller, fırtınalar, kontrol edilemeyen orman yangınları gibi iklim değişikliği nedeniyle meydana gelen aşırı hava olayları karşısında, ekosistem ve mevcut toplumsal düzenin ne denli kırılgan olduğu ortaya çıktı. İklim değişikliğine bağlı aşırı hava olaylarının sonuçları yıkıcı: Ekosistemlerde değişim, gıda ve suya erişilebilirliğin zorlaşması, altyapı ve yerleşim birimlerinde zarar, hastalık ve ölümlerde artış, psikolojik hastalıklar. n İklim değişikliğin etkilerine karşı kırılganlık ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor. Bunun nedeni ise iklim dışı faktörler, yani küresel kapitalizmin yarattığı eşitsizlikler. n Gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun tüm ülkelerde iklim değişikliğinin etkileri ve devletlerin iklim değişikliğine ilişkin hazırlıklarının eksikliği arasında tutarlı bir ilişki var.
ORMANLAR KÜRESEL ISINMAYI ÖNLÜYOR Küresel ısınmanın başlıca sorumlularından biri olan ABD’de Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) karbondioksitin küresel etkileri hakkında en kapsamlı araştırmalardan birini gerçekleştirdi. Araştırmalar, tüm ormanların bir yılda atmosferden temizlediği 2.5 milyar metrik ton karbondioksitin 1.4 milyar metrik tonunun tropikal ormanlar tarafından emildiğini gösterdi. Tropik ormanların Kanada, Sibirya ve diğer kutupaltı ormanların toplamından daha fazla karbondioksit temizlediği ortaya çıktı.
Ormanlar ve doğal bitki örtüsü, fotosentez ile kapitalist endüstrinin neden olduğu karbondioksitin yüzde 30’unu temizliyor. Küresel kapitalizm karbondioksit miktarını arttırdıkça, ağaçlar CO2’yi daha hızlı büyümek için kullanıyor. CO2 gübrelemesi olarak bilinen bu etki, tropik ormanların bulunduğu sıcak bölgelerde daha güçlü yaşanıyor. Ancak küresel ısınmanın neden olduğu yangınlarla karbondioksit miktarı daha da artarken, şirketlerin ormanları tarım arazisine çevirmesi ağaçların CO2 temizleme gücünü azaltıyor.
Doğa kendi kendini koruyacak mekanizmalara sahip. Bunların başında gelen ormanlar ise kapitalizmin kâr hırsı ile sistematik olarak yokediliyor.
EYLÜL’Ü TRANSFOBİ VE AYRIMCILIK ÖLDÜRDÜ
1992 doğumlu trans birey Eylül Cansın, Boğaziçi Köprüsü’nden atlayarak hayatına son verdi. Cansın, ölümünden önce bıraktığı görüntülü intihar notunda hıçkırıklar içinde “Yapamadım, yapamadım çünkü insanlar bana izin vermedi. Çalışamadım, bir şeyler yapmak istedim, yapamadım... Anladınız mı? Bana çok engel oldular, beni çok mağdur ettiler” diyordu. İzmir’de Temmuz ayında Okyanus Efe Özyavuz adlı trans erkek, Mersin’de Ağustos ayında trans aktivist Figen ve Denizli’de Kasım ayında İranlı bir eşcinsel mülteci hayatına son vermişti. LGBTİ intiharlarına ilişkin uluslararası araştırmalardan bilgilere de yer verilen Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği’nin “Eşcinsellik” başlıklı 10. Bilgilendirme Dosyası, gey, lezbiyen ve biseksüellerin yaşamları boyunca intihar düşüncesi ve intihar girişimi sıklığının heteroseksüellerden daha fazla olduğunu ortaya koyuyordu. Ahlakınız batsın! İçinde yaşadığımız toplum, belli bir “genel ahlak” çerçevesini dayatıyor. Homofobi ve transfobi, bu çerçeveye sığmayanlara yönelik sistematik ayrımcılık, egemen sınıfların ezilenleri bölmek ve zayıflatmak için kullandığı sayısız araçtan biri. Egemen ahlak anlayışı heteroseksüel cinselliği norm olarak dayatırken, bunu sağlamak için kadınları ve LGBTİ bireyleri baskı altında tutuyor. Eylül’ü intihara sürükleyen, “yapamamasına” neden olan ve mağdur eden bizzat kapitalist sistemin kendisi. LGBTİ özgürlüğü mücadelesi, bu yüzden antikapitalist mücadelenin en kritik halkalarından biri.
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
ALMANYA’DA IRKÇILIĞA FAŞİZME GEÇİT YOK! Irkçı Pegida hareketi, 5 Ocak Pazartesi günü sokağa çıktığı birçok şehirde ırkçılık karşıtları tarafından durduruldu. Berlin ve Hamburg’da binlerce antifaşist sokaklardaydı, Köln’de Pegida yürüyüşü engellendi. Birçok şehirde Pegida’nın gösteri yapmaya yeltendiği yerler karanlığa gömüldü. Berlin’de toplanan yaklaşık 5 bin kadar ırkçılık karşıtı, yerel Pegida örgütü Bärgida’nın yürümesine izin vermedi. Brandenburger Tor’da bir araya gelen ırkçılık karşıtlarının saflarında çeşitli sendikaların yanı sıra Die Linke (Sol Parti), sosyal demokrat SPD ve diğer sol örgütlerin bayrakları göze çarpıyordu. Irkçıların sayısı ise 300 kadardı. Bu esnada ırkçıların bir simge olarak kullanmaya çalıştığı Branderburger Tor’un ışıkları söndürüldü. Köln’de bir araya gelen binlerce ırkçılık karşıtı da yerel Pegida örgütü Kögida’nın yapmaya çalıştığı yürüyüşü engelledi. Yaklaşık 3000 ırkçılık karşıtı, 250 kadar ırkçıya nefes bile aldırmadı. Irkçılar, lokantalara sığınarak göstericilerin elinden kurtulmaya çalıştı. Köln’in Dom katedrali, köprüler ve şehrin tarihi merkezi de karanlığa gömüldü. “Mülteciler, Stuttgart’a hoş geldiniz!” Stuttgart’ta da binlerce ırkçılık karşıtı devasa bir gösteri düzenledi. Belediye başkanı Fritz Kuhn, yaptığı konuşmada “Mülteciler, Stuttgart’a hoş geldiniz!” dedi ve diğer şehirlerdeki Pegida karşıtlarına Neonazilerin oyuncağı olmamaları çağrısında bulundu. Hamburg’da bir araya gelen 1000 kadar ırkçılık karşıtı, mültecilere ve diğer kültürlere karşı tolerans ve kabul talep etti. Münih’te de yüzlerce ırkçılık karşıtı Pegida taraftarlarının yolunu kesti, yer yer çatışmalar yaşandı. Irkçılık karşıtı gösterilerin en büyük-
Köln’de antifaşistler Pegida’yı durdurmak için sokakta.
Rostock’da da 800 ırkçılık karşıtı “Batıya hoş geldiniz! Rostock herkes için!” sloganlarının yazılı olduğu dövizler açarak, haftaya yapılması planlanan Pegida gösterisine izin vermeyeceklerini belirttiler.
İslam karşıtlığının yeniden canlanmasına ve kendisinde sokağa çıkacak cesareti bulmasına neden oldu. Ancak ırkçılık ifade özgürlüğü değildir. “Müslümanları bu ülkede istemiyoruz” demek ifade özgürlüğü değildir. Kendisinden farklı olanı yok etmek üzerine gelişen bir hareketin örgütlenmesine, propaganda yapmasına izin verilemez.
ğümüzde bir kimliktir. Tabanının önemli bir kesimi yoksullardan oluşur. Faşizm ise kendisinden olmayan herkesi yok etmek üzere var olan totaliter bir rejimdir. Birisinin tabanı kazanılmalı, diğeri ise yok edilmelidir.
Faşizm ifade özgürlüğü değildir
İslam faşizm değildir
Bu gösteriler dizisi geçtiğimiz haftalarda binlerce Pegida taraftarının Almanya’da İslam’a ve Müslümanlara karşı sokağa çıkmasıyla başladı. 11 Eylül saldırılarının ardından Batı’da yükselişe geçen İslam karşıtlığı IŞİD ile yeniden alevlenen tartışmalarla yükselişe geçti. ABD öncülüğünde Batı’nın kurduğu koalisyon tüm dünyada
Sorunun temeli İslam’ı faşizm ile eşdeğer görüp ona karşı gösteri yapanları demokrasiyi savunanlar olarak görmekte yatıyor. İslam ile faşizm çok farklı, tamamen farklı fikirlerle gelişen, farklı toplumsal tabana sahip iki ayrı şeydir. Birisi hem bir inanç hem özellikle Avrupa’da yaşayan Müslüman mülteciler açısından düşündü-
Almanya’da yaşananlar hem ekonomik krizin hem de Ortadoğu’da yaşananların sonucu. Ekonomik krizin göçmenlere karşı ırkçılığın yükselmesine neden olurken Ortadoğu’da IŞİD’e karşı kurulan Batı koalisyonu İslam karşıtlığının artmasına ve meşrulaşmasına neden oluyor. Almanya’da ırkçılık karşıtları ırkçılara güzel bir yanıt verdi ancak bu mücadele henüz bitmedi.
lerinden biri ise Münster’de gerçekleşti. 10 binden fazla gösterici, az sayıdaki ırkçıya göz açtırmadı.
SOSYALİZM SOHBETLERİ Meltem Oral
SOYKIRIM VE SINIF MÜCADELESİ 2015 yılının önemli politik tartışmalarından biri hiç kuşkusuz 100. yılına girdiğimiz Ermeni soykırımı olacak. Soykırımın tanınması, inkâr politikalarının sona ermesi ve en önemlisi de gündelik hayatta Müslüman olmayanlara dönük nefretin son bulması için verilen mücadele uzun süreli bir mücadele. Bu yıl elbette bir milat ama bir bitiş noktası değil. Soykırımın 100. yılı devletin inkâr politikasını sonlandırması için bir fırsat olarak değerlendirilebilir.
Soykırımın tanınması mücadelesi sadece geçmişteki acılarla yüzleşme meselesi değil. Geçmişteki tarihsel olaylar bir kutuya kilitleyip rafa kaldırabileceğimiz şeyler değil. Soykırım bugüne dair bir mesele. Egemen sınıfın, yani kapitalist üretim ilişkisinden çıkarı olanların ürettiği ırkçılıkla mücadelenin ayrılmaz bir parçası bugün soykırımın tanınmasını talep etmek. Özellikle Türkiye’de küçümsemek için ‘kimlik mücadelesi’ olarak tanımlanan başlıklardan biri de ırkçılığa karşı mücadele. Oysa ırkçılığa karşı mücadele sınıf politikalarından bir kaçış değil aksine sınıf mücadelesinin zorunluluğu. İşçi sınıfının birlikte mücadele etmesini engelleyen ırkçı, cinsiyetçi, islamofobik, milliyetçi, muhafazakar fikirlerin hakimiyetinin gerilemesini sağlamak sınıf politikasının ayrılmaz bir parçası. Sınıfı bölen ‘kimlikleri’ aşmanın yolu onları yok saymak değildir. Bugün soykırımın tanınması için de yeniçeri kostümleriyle Noel Baba kovalayanlara karşı verilen mücadele de işçi sınıfının birliğini sağlayan
Kriz ve Ortadoğu’daki savaşın sonucu
enstrümanlardan biridir. Üstelik işçi sınıfı farklı cinsiyet, cinsel yönelim, din ve etnik kimlikteki milyarlarca insandan oluşur. Ücretli çalışan olunca insanlar sahip oldukları bu ‘kimlikleri’ bir şapka gibi kapı arkasına asıp ‘the işçi’ olmazlar. Dolayısıyla Türkiye’de soykırım inkârına karşı mücadele sadece 1915’te el konulan mallarla sermaye birikimini sağlayan Türk burjuvazisine karşı olduğu için sınıfsal bir anlam taşımaz. Aynı zamanda işçi sınıfının birliğini sağlamanın bir yolu olduğu için bir sınıf politikasıdır. Elbette ırkçılık soykırımın tanınmasıyla son bulmayacak. Yahudi soykırımı ve Nazi dönemiyle hesaplaşmasını gerçekleştirmiş gibi görünen Almanya’da ırkçılık sona ermedi. İslamofobik ve göçmen düşmanı yürüyüşler giderek kitleselleşiyor. Tam da bu yüzden bir egemen sınıf ideolojisi olan ırkçılık tıpkı cinsiyetçilik gibi her gün mücadele edilmesi gereken bir konu.