Sosyalist işçi 538

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

538

7 Ekim 2015 2 TL. sosyalistisci.org

OYUMUZ UMUDA OYUMUZ BARISA , OYUMUZ HDP'YE! HERKESİN İŞGAL ETTİĞİ ÜLKE: SURİYE

sayfa 4

ALEV KARADUMAN:

ÇÖZÜM SÜRECİNİN KIYMETİ ŞİMDİ FARK EDİLİYOR

sayfa 5

G20: KÜRESEL TERÖRİSTLER TÜRKİYE’DE TOPLANIYOR sayfa 11


2

GÜNDEM

AKP KENDİ KAZDIĞI KUYUYA DÜŞÜYOR SURİYE DEVRİMİNİN HIRSIZLARI Arap Baharı’nın son halkası, Suriye, herkesin işgal ettiği bir ülkeye döndü. Esad karşıtı ayaklanma zayıflayıp, yoruldukça, mezhepçi örgütler güçlendi, mezhepçi örgütler güçlendikçe, isyan daha fazla yoruldu. Esad’a karşı öfke, bu diktatör tarafından şiddetle yanıtlandı. Esad sadece şiddet uygulamadı, ayaklanmayı bastırmak için mezhepçiliği de kullandı. Halkın yorulmasının üzerinden, IŞİD ve benzeri örgütler devrimi çalmaya başladı. Başlangıçta Esad karşıtlarını destekleyen ABD, IŞİD bahanesiyle Suriye’yi bombalamaya başladı. Türkiye, Esad karşıtlarını destekliyor gibi görünse de, en başından itibaren Suriye içinde Müslüman Kardeşler muadili olan partnerler aradı, kolladı, Esad karşıtı cephenin bu yanıyla ilgilendi. Hem ABD hem de Türkiye Suriye devriminin hırsızlarıdır. ABD’nin Suriye’ye yönelik bombardımanlarını destekleyen Suudi Arabistan ve Katar, Fransa ve İngiltere Suriye devriminin hırsızlarıdır. Devrimi çalanlar, sadece halk inisiyatifinin kırılmasına neden olmakla kalmadılar. Sonunda Esad rejimiyle de uzlaştılar. Zira bütün bu güçler açısından Esad’dan daha korkunç olan şey, bir diktatörü halk inisiyatifinin devirme ihtimaliydi. Mısır’da askeri darbenin batı tarafından desteklenmesinin nedeni de bu, Libya’nın NATO tarafından yakılıp yıkılmasının nedeni de. Fakat Suriye halk isyanının trajedisi, sadece bu hırsızların devrimi çalması ve sonunda Esad’lı bir geçiş sürecinde uzlaşması değil. Esadçı cephenin isyanın ilk günlerinden beri devrimi ezmeye çalışması. Esad’ın dostları: Rusya ve İran. Esad’a silah, bomba, uçak, lojistik yardımı yapan Rusya, Esad’ın devrilmeyeceğini ve iç savaş nedeniyle yıkıma uğrayan halkın tüm dünyaya kaçmaya devam etmesinin maliyetinin altından kalkamayacağını düşünen batının iki yüzlü siyasilerinin Esad’a yeşil ışık yakmasıyla, devrimin hırsızlığında birden bire belirleyici bir inisiyatif aldı. IŞİD’i bombalama gerekçesiyle Suriye’de önüne geleni bombalamaya başladı. Türkiye’de, IŞİD’e, yani “yobazlığa” karşı ve emperyalizme karşı Esad’ı savunanlar, İran destekli Rusya bombardımanları karşısında şaşkınlığa düştü. Tüm küresel ve bölgesel güçler, Suriye devrimini ve bir bütün olarak Arap halklarının isyanını cezalandırıyor. İki buçuk milyona yakın Suriyeli Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. Suriye’de çelişkiler her ABD bombası, her IŞİD saldırısı, her Esad katliamı ve her Rus bombardımanıyla daha da derinleşiyor. Suriye’de belirsizlik, üstelik tüm dünya politikasını belirsizliğe iterek artıyor. Suriye devrimini yalnız bırakanlar, Suriye’de yaşananların Suriye’yle sınırlı kalmayacağını şimdi daha farklı bir düzeyde kavramak zorunda. Bizim ise öncelikli görevimiz, devrimin hırsızlarından ne sol ne de devrim adına bir fayda gelebileceğini yüksek sesle tartışmak ve Suriyeli göçmenlerle, göçmenlerin tüm haklarının tanınması ve insanca yaşam ve seyahat özgürlüğünün sağlanması için mücadele etmek olmalıdır.

HACI BİRLİK CİNAYETİ: SAVAŞ VE İNSANLIK SUÇU Hacı Lokman Birlik Şırnak’ta özel harekatçılar tarafından öldürüldükten sonra, bir polis aracına bağlanarak sürüklendi.

Rusya savaş uçakları Suriye’yi vuruyor.

Yaklaşık beş yıldır Ortadoğu’daki gelişmelere bölgesel güç olma iddiasıyla yaklaşan AKP’nin rüyası kendi kabusuna dönüştü. Suriye politikasını hızla değiştirdi. Yıllardır bölgesel emperyalist heveslerinin hiçbirisine ortak bulaman AKP şimdi kendisinden daha büyük emperyalist güçlerin politikalarına biat ediyor. Emperyalist müdahaleye hayır Türkiye İncirlik Üssü’nü kullanıma açarak Suriye’ye askeri müdahalede bulunan koalisyon güçlerinin resmen bir parçası olmuştu. Dış politikada övünülen ‘stratejik derinliğin’ küçük emperyalist heveslerden ibaret sığ bir politika olduğu ayyuka çıktıkça Erdoğan daha da çaresizleşti. Suriye’yi bombalayan uçakların bir kısmı İncirlik Üssü’nden kalkarken Erdoğan Rusya’nın Suriye’yi bombalamasını eleştirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan daha da saçmalayarak ‘Rusya’nın Suriye’ye sınırı mı var ki’ bile dedi. Erdoğan herhalde Suriye’yi hali hazırda bombalayan ittifakı ABD’nin Suriye’yle sınır komşusu olduğunu zannediyor.

Üstelik ona kalırsa sınır komşusu olan bir ülkeyi bombalamak da gayet meşru! Herhangi bir gücün hangi gerekçeyle olursa olsun Suriye’ye müdahalesi kabul edilemez. Ne ABD, ne Rusya ne Türkiye ne de başka bir ülke Suriye halkına özgürlük getirebilir. Erdoğan eğer bombardımanlardan rahatsızsa derhal İncirlik Üssü’nün kullanımına son versin ve Suriye’ye müdahale eden emperyalist koalisyonun bir parçası olmadığını açıklasın. Suriye’ye müdahale etmekten vazgeçsin. Savaşa hayır Rusya bugün tıpkı Türkiye’nin Kandil’i bombalamak için öne sürdüğü gerekçelerle Suriye’yi bombalıyor. Bu satırlar yazılırken Rusya Türkiye’nin hava sahasını ihlal ettiği için olağanüstü NATO toplantısı gerçekleştiriliyor. Kendi ülkesinde savaş politikası uygulayan, neredeyse Mars’a savaş açacak kapsamda bir tezkereyi iki ayda bir onaylayan, Suriye’de savaşın bir aktörü olan AKP’nin Rusya’yı eleştirmesi iki yüzlülükten ibaret.

Bu insanlık dışı uygulamaya devlet yetkililerinin ve bazı medya organlarının gösterdiği refleks ise, savaş ve insanlık suçlarının meşrulaştırılması anlamına geliyor. Sabah gazetesi, bu uygulamanın tüm dünyada gerçekleştiğini, öldürülen insanın üzerinde bomba olması ihtimaline karşı alınan rutin bir tedbir olduğunu yazdı. Sabah gazetesi hep yaptığı gibi vahşeti meşrulaştırıyor. Bu, dünyanın neresinde uygulanırsa uygulansın, bir insanlık suçudur. Bu, savaşı meşrulaştırmak ve devlet şiddetni aklamaktır. Başbakan Davutoğlu’nun bile hakkında soruşturma başlattık dediği cinayeti ve Hacı Birlik’in cansız bedeninin polis aracında sürüklenmesini savunan, bu türden uygulamaları meşrulaştıranlar ancak çıkarlarının derdine düşen bir çıkar şebekesinin vicdansız unsurları olabilir. Bu vahşeti uygulayanlar, bu emri verenler, “soruşturma açıldı” sözüyle aklanmaya çalışılıyorlar. İçişleri Bakanı’nın hemen istifa etmesi gerekir. Şırnak Valisi’nin hemen istifa etmesi gerekir. Hacı Lokman Birlik’in cenazesinin yerde kalmaması için, Sabah gazetesi yayın müdürünün ve tüm savaş suçlarını meşrulaştıranların isifa etmesi gerekir.


GÜNDEM

İRADENİN “MİLLİ” OLANINI SEVİYORLAR Savaş politikalarının sorumlusu ve en büyük destekçisi iki parti, AKP ve MHP seçim beyannamelerini açıkladılar. Başbakan Davutoğlu’nun açıkladığı AKP beyannamesi savaşa karşı olan ve barışa susayan halklara hiçbir şey vaadetmiyor. AKP’nin beyannamesinin ilk maddesi son 13 yıldır, her seçimde olduğu gibi yeni bir anayasa. Özgürlükçü bir yeni anayasa yapacağını iddia eden AKP’nin gündemindeyse Kürt sorununun çözümüne dair hiçbir şey yok. Sanki savaş yaşanmıyor ve olağan bir seçime gidiyoruz gibi. Başbakan Davutoğlu’nun konuşması boyunca dilinden düşürmediği şey, milli irade oldu. Yatıp kalkıp ‘milli irade’ diyerek AKP’nin halkın taleplerini her şeyin önüne koyan bir parti olduğunu iddia ediyorlar. Oysa

ÜLKÜCÜ FAŞİSTLER KOALİSYONA HAZIR Her koşulda savaşı destekleyen faşist MHP koalisyon konusunda tavır değiştirdi. 7 Haziran’dan sonra hiçbir partiyle koalisyona yanaşmazken, Bahçeli şimdi ‘HDP dışında her partiyle koalisyona hazırız’ diyor. MHP’nin koalisyon için ilk koşulu çözüm sürecinin sonlanmasıydı. AKP süreci

bitirerek

olası

bir ittifakın ilk tohumunu atmıştı. 7-8 Eylül’de HDP’ye ve Kürtlere yönelik linçlerle birlikte AKP-MHP

koalisyonu

sokakta kurulmuş oldu. Belli ki MHP bu ortaklığı parlamentoya

taşımak

istiyor. Savaş isteyen ırkçı ve milliyetçilere karşı yanıtı 1 Kasım’da ‘Oyumuz Umuda’ diyenler verecek.

halk iradesini 7 Haziran seçimlerinde gösterdi. AKP de o iradenin üzerine basıp geçti. 7 Haziran’daki iradeyi ‘milli’ olmadığı için tanımıyor. YSK’nın ilçe seçim kurullarından gelen sandık taşıma veya birleştirme taleplerinin tamamını reddetmesi üzerine Cumhurbaşkanı’nın tavrı, iradeden ne anlaşıldığını gösteriyor. Erdoğan ‘seçimde eğer bölgede bir sıkıntı olursa sorumlusu YSK olacaktır’ diyerek, sandık taşıma hayalleri suya düştüğü için 1 Kasım’da sıkıntı çıkarmakla tehdit etmiş oldu. ‘Bölgede’ sıkıntı çıkması için seçim gününü beklemeye gerek yok. Devletin kolluk güçleri, özel harp elemanları halklara her gün yeterince sıkıntı çıkarıyor.

‘KOLUNU BACAĞINI KIRIN YAZAMASIN’ Geçen hafta gazeteci Ahmet Hakan’ın evi-

HAFTANIN IRKÇISI

KARAMSARLIĞA HAYIR! Medya, sosyal medya, burjuva politikacıları sürekli olarak karamsarlık aşılıyor. İki aydır süren savaş bu karamsarlığı daha da derinleştiriyor. Ortalık her şeyin daha da kötüye gideceğini söyleyenlerle doluyor. Kötülüğün, her şeyin daha da kötüye gideceğinin propagandasını yaparak sol bir muhalefet inşa edilebileceğini düşünmek son derece tehlikeli. Bu türden bir propaganda ezilenlerde, yoksullarda mücadele isteği değil, geri çekilme eğilimi oluşturur. Bu, olmayan bir umudun propagandasını yapmak anlamına gelmez. Gerçeklerden kopmak anlamına da gelmez. Lenin’in dediği gibi, devrimci olan gerçeği mak ve görünür kılmaktır. Görünür kılındığı ölçüde, uğruna mücadele edilmesi mümkün ve giderek zorunlu hale gelebilir. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Daha 7 Haziran akşamı, müthiş bir umut dalgası her yanı kaplamıştı.

Mafya üyesi dört saldırgandan üçü “delil yetersizliği” gerekçesiyle serbest bırakılırken biri tutuklandı. Onlarla birlikte gözlaltına alınan eski özel harekat polisleri de bırakıldı.

Medyaya diğer saldırı ise Diyarbakır’da yaşandı. DİHA, Azadiya Welat, Kürdi-Der ve Aram Yayınları’nın olduğu binayı basan polisler 32 gazeteciyi gözaltına aldı. Pazar günü de Silvan’da Özgür Gün TV muhabiri Murat Demir’in kafasına silah dayayan bir özel harekât polisi kameralar önünde tehditler savurdu.

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

açıklamaktır. Umudu, gerçeğin içinden çekip çıkart-

nin önünde saldırıya uğraması, Türkiye’deki basın özgürlüğü tartışmalarını yeniden başlattı. Bir süredir Erdoğan taraftarı gazeteler ve AKP’liler tarafından tehdit edilen Hakan’a saldıranların yine AKP üyesi olduğu ortaya çıktı.

Saldırganların ifadeleri ise mâlumun ilâmı. Kendilerine 100 bin tl karşılığında Ahmet Hakan’ı dövmelerinin istendiğini söyleyerek emekli bir polisi işaret ettiler. Emekli polis “Gazeteci Ahmet Hakan. Şehitlere ölü diyor. Oyum HDP’ye diyor. Tahrik ediyor. HDP’ye oy verilmesi için teşvik ediyor. Bunun indirilmesi lazım. Bu akşam talimat verildi. İşin içinde MİT var. Emniyet var. Reis var. Bu işi iki üç gün içinde bitirin bize paketi verecekler” demiş. Saldırganlardan birine ayrıca Osmanlı Ocakları adlı örgütün Fatih ilçe başkanlığı da önerilmiş.

3

HDP, seçimlerin zafer kazanan partisiydi. AKP tek başına hükümet kuramaz duruma gelmiş, Erdoğan’ın başkanlık hayalleri suya düşmüş, HDP MHP’yle eşit milletvekili çıkartmış ve İstanbul’da MHP’den daha fazla oy almıştı. Dicle Haber ajansının polis tarafından kırılan kapısı.

DİHA baskını yaşanırken, geçici Başbakan Davutoğlu New York’ta, tutuklanan iki Vice News muhabirinin hatırlatılması üzerine "Türkiye demokratik bir ülkedir. Gazeteciler faaliyetlerini yürütebilirler, bunun sınırı ve kısıtlaması yoktur” diyordu. Türkiye’nin karnesi Hükümet basının çok özgür olduğunu anlatırken, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) tarafından her yıl açıklanan Dünya Basın Özgürlüğü Endeksinde Türkiye bu yıl 149. sırada gösterildi. Türkiye, önünde Malezya, Myanmar, Burundi ve Kamboçya gibi ülkeler olsa da Çin ve Suriye gibi 180 ülkenin olduğu listenin sonlarında kendine yer buldu.

7 Haziran, halkların eşitliği için Türkiye tarihinin en önemli günlerinden birisi oldu. Radikal ve sol bir programa sahip bir parti, Kürtlerin omurgasını oluşturduğu bir hareket, benzersiz bir başarı elde etti. 7 Haziran tüm ezilenler için bir fırsattı ve bu fırsat, devletin şiddetli tepkisiyle elimizden çekilip alındı. Kürt sorununda savaşçı politikalar yeniden hakim hale geldi. Devlet, çözüm sürecinin dışında yeni bir politika belirledi. Bu politika, sadece silahlar gömülene kadar savaş çizgisinden ibaret değil, bu politikanın özünde, HDP’yi PKK ile eş tutarak, savaşın tüm sorumluluğunu HDP’nin sırtına yükleyerek HDP’yi baraj altında bırakma arzusu yatıyor. İşte, savaşa, ölümlere rağmen, umut da tam burada açığa çıkıyor. Bu seçimler, sıradan bir milletvekilliği seçimi değil. Bu

yanına gelen özel harekât polisleri, gördü tanıklarının ifadesine göre ateş ederek onu öldürdüler. Birlik, HDP Şırnak Milletvekili Leyla Birlik’in eşinin kardeşiydi.

ŞIRNAK’TAKİ ÖZEL HAREKATÇILAR

Bir Kürt olan Birlik’in cesedi infaz edildikten sonra boğazına bağlanan bir iple bir akrep tarafından emniyete kadar sürüklendi. Bu durumu gösteren fotoğraflar sosyal medyada hızla yayılınca, hükümet soruşturma açacağını belirtmek zorunda kaldı. Bu soruşturma açılacağı iddialarının boş bir söylemden öteye gitmediği ise daha önce işlenen benzer onlarca suçun cezasız kalmasından anlaşılmaktadır.

3 Mart günü Şırnak’ın Dicle Mahallesi’nde özel harekat timlerinin siviller üzerine ateş açması sonucu Bayındırlık binası önünde Hacı Lokman Birlik isimli genç yaralandı. Ayağından vurulan ve yarası ağır olmayan Birlik’in

Kürt halkının üzerine ateş açan, yakaladıkları bir sivili öldüren ve cesedine bile işkence yapan özel harekât polisleri bir kez daha haftanın ırkçısı olmaya hak kazandılar.

seçimler, AKP’nin sözcülüğünü yaptığı tüm bir devlet politikasını geri püskürtmek için çok önemli bir fırsat. Onlar, HDP’yi savaşın sorumlusu ilan etmek için çabalayadursun, bizler, HDP’nin 7 Haziran’da aldığından daha fazla oy alması için çabalayacağız. Üstelik bunu başarabiliriz. Umut tam da burada. 1 Kasım’da HDP yine, yeniden, öncekinden güçlü bir şekilde meclise girdiğinde, tüm devleti geriletmiş olacağız. Bu nedenle, 1 Kasım’da oyumuz umuda, bu nedenle ilk kez parlamenter bir kampanya, son derece devrimci bir kampanya olarak örgütleniyor.


4

DÜNYA

HERKESİN İŞGAL ETTİĞİ ÜLKE: SURİYE ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, BM Genel Kurulu sırasında Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile görüştü. Görüşmenin ardından yaptığı açıklamada Suriye’nin bütünlüğünün korunması, seküler bir yönetim ve IŞİD ile mücadele konularında Rusya ile anlaştıklarını ve Suriye’de bir geçiş dönemine ihtiyaç olduğu konusunda mutabakata vardıklarını söyledi. Bu mutabakatın merkezinde ABD, Rusya ve Avrupa’nın Esad’ın devrilmemesi konusunda anlaşması yatıyor. Bu anlaşma ile birlikte Rusya bir haftadan beri Suriye’yi düzenli olarak bombalıyor. Ancak bu mutabakat göründüğü kadar pürüzsüz değil. Rusya’nın Suriye’yi bombalamaya başlamasının hemen ardında, 2 Ekim’de Türkiye, ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, Katar ve Suudi Arabistan bir bildiri yayınlayarak “Rusya Federasyonu’nun Suriye’ye askeri yığınağından ve özellikle Rus Hava Kuvvetleri’nin dünden beri Hama, Humus ve İdil’de sivil kayıplara sebep olan ve hedef olarak IŞİD’i almayan saldırılarından derin kaygı duyuyoruz. Gerilimi tırmandıran bu askeri faaliyetler, aşırıcılığın ve radikalleşmenin daha fazla körüklenmesinden başka hiçbir amaca hizmet etmeyecektir” dedi. ABD ve Batı ittifakının bugüne kadar Irak ve Suriye’deki bombalamaları sırasında bugüne kadar sayısı 450 ile 1000 arasında değişen sayıda sivil öldü. Ancak ölü sayısının bunlardan bile çok daha fazla olacağını tahmin etmek güç değil. ABD ve müttefikleri, Irak ve Suriye’de, 17.000 dolayında bombanın ve füzenin atıldığı ve 2.000 binanın yıkıldığı yaklaşık 5.000 hava saldırısı gerçekleştirmiş. Dolayısıyla ABD ve IŞİD’i yok etmek üzere oluşturulan ittifakın da IŞİD’i yok etmek konusunda bombalardan başka bir çözüm önermediği çok açıkken böyle bir açıklama yapıyor olmasının tek nedeni Suriye’deki savaşın artık sadece Suriye ile ilgili olmaktan çıkmış olması ve emperyalistler KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse

EMPERYALİZMDEN DOST OLMAZ Orta Doğu’da kartların her gün yeniden karılıp dağıtıldığı günlerden geçiyoruz. Suriye’de savaş uzadıkça, bölgede sular bir türlü durulmadıkça eski ittifaklar bozuluyor, yerine yenileri kuruluyor. Orta Doğu ile ilgili tartışmaların son günlerdeki yıldızı Rusya. Malum, Orta Doğu emperyalizmin yeni oyun alanı. IŞİD’i yok etmek üzere kurulan batı ittifakının planlarının çökmesiyle ABD ve Rusya anlaşmış gibi görünüyor ancak biliyoruz ki aslında inisiyatifi Rusya’ya kaptırma düşüncesi ABD için kabul edilemez bir durum. Bunun sonuçlarını önümüzdeki günlerde göreceğiz ancak bu yoğun gündem arasında gözden kaçma ihtimali olan bir başka açıklamayı PYD lideri Salih Müslim yaptı. Müslim, “ülkede hava saldırılarına başlayan Rusya’yla askeri koordinasyona hazır olduklarını, Rusların Suriye’nin kuzeyinde hava saldırısı gerçekleştirmesini de hoş karşılayacaklarını” söyledi. Ayrıca, “Erdoğan’ın, AKP’nin bazı planları vardı. Türkiye’nin artık tek taraflı hareket etmesine engel olabilir diye düşünüyorum” dedi. Aynı sözler bundan sadece birkaç ay önce İncirlik Üs-

Esad rejiminin başlattığı savaş dördüncü yılında. Suriye’de büyük bir yıkım var.

arası küresel hegemonya mücadelesinin sahası haline gelmiş olması. Yedi devletin yapmış olduğu yukarıdaki açıklama ise bu uzlaşma görüntüsünün altında aralarındaki çelişki ve mücadelenin hâlâ devam ettiğini bir göstergesi. Böylesi bir mücadelede Rusya’nın bombaları ile ABD’nin sü’nün ABD’nin kullanımına açılması sonucunda Kandil’in bombalanmasına ses çıkarmayan ABD için de söylenebilirdi. Ancak ABD, İncirlik Üssü’nün kullanıma açılması karşılığında Türkiye’nin daha birkaç ay önce nasıl öveceğini bilemediği Kürtlere karşı savaşı yeniden başlatmasına göz yumdu. Neden? Çünkü emperyalizmden dost olmaz. Rusya’nın IŞİD’i bombalıyorum adı altında sivilleri ve muhalifleri öldürmesinden söz etmiyorum bile. Diyelim ki Rusya IŞİD’i bombalıyor sadece. Ne fark eder ki? Sorunun bombalamakla çözülemeyeceğini aylardır görmüyor muyuz? Rusya bugün IŞİD’i bombalar ve Kürtlere yakınmış gibi görünür ancak iki gün sonra çıkarları, ABD gibi, başka şekilde davranmayı gerektirdiğinde o da Türkiye’nin Kürtlere karşı açtığı savaşa rahatlıkla onay verebilir. Çünkü emperyalizm içim önemli olan güç alanını genişletmektir. Her şey bunun aracı olduğunda anlamlı olur. Rusya’nın Suriye’ye attığı bombalar ABD’nin bombalarından daha temiz ve tercih edilir değil. “Rusya, batının yapamadığını yaptı” iddiası emperyalizmi anlamamaktan başka bir şey değil. Ve Rusya’nın Türkiye’yi durdurabileceğini düşünmek ise, ABD’nin Türkiye’yi Kandil’i bombalamaktan alıkoyma iradesi ve isteği kadar gerçek.

bombaları arasında bir fark yoktur. Rusya, ABD emperyalizmini durduran bir güç değil, kendisi de emperyalist olan ve ABD, Avrupa, Çin ve Rusya arasındaki emperyalistler arası küresel egemenlik mücadelesinin tarafı olan bir güçtür. Dolayısıyla ABD bombaları gibi Rusya bombaları da Orta Doğu halklarına barış, demokrasi ve özgürlük getiremez.

İNGİLTERE’DE MUHAFAZAKAR HÜKÜMETE BÜYÜK PROTESTO İngiltere’de Muhafazakar Parti’nin konferansı protesto edildi. Manchaster şehrinde yapılan Muhafazakar Parti yıllık konferansı, konferansın düzenlendiği yerin önünde binlerce kişi tarafından protesto edildi. Gösterinin amacı hükümetin kemer sıkma politikalarına ve ırkçılığa karşı çıkmaktı. Ancak eylemi örgütleyenler ayrıca hükümetin sendikalarla ilgili yeni yasa tasarısını da protesto ettiklerini söyledi. Bu yasa tasarısı özellikle grev hakkına dair sendikaları “birliği bozucu eylem yapmaktan” alıkoyan maddeler içeriyor. Tasarı,

greve çıkmadan önce sendikaların iş yerine haber verme süresini yedi günden 14 güne çıkarıyor. İşverene, greve çıkan işçilerin yerine iş bulma kurumları aracılığıyla yeni işçiler alma izni veriyor. Grev gözcülerinin resmi kolluk takmaması durumunda sendikanın 20 bin pound para cezası ödemesini öngörüyor. Muhafazakar Parti’nin konferansını protesto gösterisine 100 bin kişi katılırken önümüzdeki günlerde İngiltere’de hem kemer sıkma politikalarını ve ırkçılığı hem de yeni sendika yasa tasarısını protesto etmek üzere yeni gösterilerin örgütlenmesi bekleniyor.


RÖPORTAJ

5

“ÇÖZÜM SÜRECİNİN KIYMETİ ŞİMDİ FARK EDİLİYOR” Kendisi gibi 1990’lı yıllarda çocukluğunu yaşamış ve anadili Kürtçe’yi öğrenememiş gençlerle yapılan görüşmelerin yer aldığı kitabı ‘Anlıyorum Ama Konuşamıyorum’ vesilesiyle Alev Karaduman’la buluştuk. Asimilasyondan çözüm sürecine kadar birçok konudaki görüşlerini sorduk. Anadil konusu genellikle anadili Kürtçe olan ve zorunlu Türkçe eğitimin dayatıldığı çocukların yaşadığı sorunlar olarak ele alınıyor. Ancak sen anadili Kürtçeyi hiç öğrenemeyenlerden bahsediyorsun. Neden böyle bir ihtiyaç duydun? Alev Karaduman: Benim kitaptaki tema kendi anadilini öğrenememe sıkıntısı. Söyleşilerde her hikayede konuşulamayan bir dede, babanne, dayı, hala var. Sistematik asimilasyonun bireylerde ve ailelerde ortaya çıkardığı büyük uçurumu göstermek açısından bu problemi ele almak istedim. Bu durum hem o bireylerde yarım kalmışlık hissi yaratıyor, kendi anadilini öğrenememenin ezikliğini, utancını yaşamak zorunda bırakıyor hem de dili bilmediği ve büyükleriyle konuşamadığı için kendi hikayesini, kültürünü bilemiyor. Melez, yarım birileri çıkıyor ortaya. Ben biraz bu insanlar ileride ne olacak, kimliklerine bakışları ne, bu insanların çocukları ne olacak, asimilasyon bizi nereye kadar sürükleyebilir bunu merak ettiğim için bu tarafından bakmaya çalıştım. Yedi yaşında Türkçe öğrenen çocuk rüyalarını Kürtçe görmeye, kültürünü anlamaya devam edecek. Ama benim konuştuğum kesim, bundan ilelebet mahrum kalanlar.

Kitaptaki söyleşilerin çoğunda benzer bir serüven var. Hemen herkes belli bir yaştan sonra anadilini öğrenmeye çabalamış. Ama bu çabalar neden başarısızlıkla sonuçlanıyor? Alev Karaduman: Başarısız olmak zorunda bu çaba. Asimilasyonun sürdüğü bir yerde Kürtçe öğrenmek kendi içinizi rahatlatmanız dışında hayatta size çok da bir şey vermiyor. Şehirde yaşıyorsunuz, Türkçe iş arıyorsunuz, kitap okuyorsunuz, müzik dinliyorsunuz ve anadilinizi öğrenmek pragmatik açıdan bakınca çok büyük bir artı değil. Kitaptaki birçok kişi İngilizcesinin Kürtçesinden daha iyi olduğunu söylüyor. ‘İngilizceyi okulda öğrendim, ikinci bir yabancı dile başlamak istiyorum ama kendi anadilimi öğrenememişken başka bir dilin kursuna gitmeye utanıyorum’ diyorlar. Mesela Cabbar 27 yaşına kadar İngilizce bilmiyor. ‘İnat ettim önce Kürtçe öğreneceğim’ diyor ve Kürdistan’a gidiyor. Ancak başaramadığını fark edince ‘tamam İngilizce hayatımda daha çok var, onu öğreneyim’ diyor. İçinde yaşadığınız toplum ve hayatın Kürtçeyi ne kadar gerekli kıldığıyla bağlantılı. Kürtçe bir idealden ileriye maalesef gidemiyor. Siyasi hakların kazanılması ‘yok olup gitmenin’ önüne geçebilir mi? Alev Karaduman: Kesinlikle etkili olacağını düşünüyorum. Belki asimilasyonu durdurmayacak çünkü 100 yıllık proje ve o kadar kolay değil bu işler. Ama Batı’da yaşayan ve anadili Kürtçe olan aileler, bunun bir ayrımcılık sebebi olmadığına ikna olduklarında Kürtçeye geri dönebilirler. Kürtçe öğreten okullar olsa, çocuklarını gönderebilirler. Çözüm süreciyle birlikte rahatladığımız bir iklim olmuştu. Kimliğiyle ciddi bağları olmayan Kürtler bile olumlu bir geri dönüş yaşıyordu. Kitaptaki herkesin ortaklaştığı anlar var, Dersim mi Tunceli mi kavgasını vermek, Öcalan’ın yakalanışı gibi. Bu kesişmeler nasıl farkedildi? Alev Karaduman: Olduğundan farklı davranamazsın. En fazla dili konuşmazsın ama ne olduğun ortada. Düğünlerde ortaya çıkan sarı, kırmızı, yeşiller ortada. Aileler o yüzden beceremiyorlar zaten. Biraz daha hayata ikircikli ve eleştirel bakmaya başlıyorsun. Okulda başka evde başka bir şey. Kendinizi gizlemeyi de açık etmeyi de gayet iyi öğreniyorsunuz. Sarı, kırmızı, yeşili düğünde görüyorsun sonra arkadaşlarının ‘bu Kürt bayrağı’ diye aşağılamaya çalıştığını da görüyorsun. O çocuk renkleri aşağıladığı zaman ses çıkarmamayı öğreniyorsun. Bununla mücadele etmenin farklı yollarını buluyorsun. Kendini ‘iyi Kürt arkadaş’ pozisyonuna koyduğun zaman ancak meseleye dair istediklerini söyleyerek tartışabiliyorsun. Çözüm masasının devrilmesi ve savaşın yeniden başlaması hakkında ne düşünüyorsun? Alev Karaduman: Çözüm süreci bir şekilde insanlara

umut, özgüven, vizyon kattı bence. Çok büyük kırılmalar yaşandı. Gezi Parkı’nda Öcalan resmi var diye günde beş kere milliyetçilerle oradakilerin birbirine girmesi, diğer siyasi grupların ayırmaya çalışması, ‘miniatürk’ gibi siyasi gündemin sıkıştırılmış bir versiyonuydu. Arada tampon oluşturan birileri her zaman vardı. Sürecin en önemli kazanımı bence fikirsel olarak o tamponun oluşmuş olması, Batı’da karşılık bulması. Bu sorunun çözülmesi gerektiğini düşünen, Kürt olmayan barış yanlılarının iradesiyle süreç ancak sağlıklı ilerleyebilir. Bazı şeyler hiç unutulmaz. Batı’da yaşayan, Kürt olmayan bütün halklar üzerinde yaşanan kırılmaların kolay kaybolacağını düşünmüyorum. Bugün Hacı Birlik’in fotoğrafını Kürt olmayanlar da paylaşıyor. Süreç insanlar ‘bunlar terörist’ deyip o fotoğrafları paylaşmayı bıraktığında biter. Bunu geçici ve başarısız bir savaş deneyimi olarak hatırlarız umarım. Çözüm sürecine hak ettiği değerin verilmediğini düşünüyor musun? Alev Karaduman: Bir yandan sürecin aktörlerine çok büyük sorumluluklar yüklenildi bir yandan işbirlikçilikle suçlama vardı. Öcalan gibi bir imgenin doğru bir algı yönetimiyle, ‘bebek katili’ değil bir halkın lideri olarak algılanabildiği bir iklim yaşadık. Tam olarak bu yüzden simdiki bu savaş çok sunî. Eskiden bu kadar uzun bir ateşkes dönemi olmadığı için savaş sanki kaderimizmiş gibi görülüyordu. ‘Kürtler ezelden beri suçlu, terörist, kökleri kazılmadan da çözülmez’ gibi bir şey vardı. Ama insanlar bir alternatifi olduğunu gördüler. Bunu çözüm sürecinde görmediler şu an farkediyorlar. ‘Bunun bir alternatifi vardı ve biz bunu yaşadık’ diye düşünüyorlar. Barışın olabilirliğini görmek şimdiki savaşın meşruiyetini daha geniş kesimlere sorgulatıyor. 90’larda şehit ailelerinden böyle şeyler duymuyorduk. Ama artık alternatifi olduğunu biliyorlar. Bu savaş barışın kıymetinin anlaşılmasını sağladı ve bu yüzden daha fazla devam etmez umarım.


6 SEÇİMLER

BARIŞ KAZANACAK!

Savaş çıkartanlar amaçlarına ulaşamıyor. Çatışma değil çözüm diyenlerin sayısı her geçen gün artıyor.

AKP, 7 Haziran seçimlerinde oylarının beşte birini kaybederek tek başına iktidar olma şansını kaybederken, HDP tam 6 milyon oy alarak 12 Eylül rejiminin Kürtler parlamentoda temsil edilemesin diye koyduğu (ve AKP tarafından da aynı gerekçeyle savunulan) seçim barajını paramparça etmişti. 7 Haziran seçimleri, “400 vekil” isteyen Tayyip Erdoğan’ın başkanlık hayallerini suya düşürmüştü. Bunun yanı sıra, Abdullah Öcalan’ın inisiyatifi ve Kürt hareketinin emekleriyle kurulan bir partinin %13 gibi bir oy oranına ulaşması, devletin alarm zillerinin çalmasına yol açtı. AKP’nin kanlı planı AKP hükümeti, aylar öncesinde Erdoğan’ın “Dolmabahçe’deki resmi doğru bulmuyorum” diyerek başlattığı hamleyi, Türkiye’nin Ortadoğu politikalarını da değiştirerek ve Kürtlerin Suriye’deki kazanımlarını engellemek için egemen sınıfın ve devletin tüm kanatlarını birleştirerek, çözüm sürecini “buzdolabına” kaldırarak tamamına erdirdi. Bu, kanlı bir savaşın, çatışmalarda 200’e yakın asker, polis ve gerilla ölümünün, Kürt illerinde yoğun bir devlet baskısı ve sivil katliamlarının yolunu açtı. Tüm bunlara, Eylül ayı başında sokaklarda gördüğümüz, faşistlerin başını çektiği,

ancak her türden ulusalcı ve milliyetçinin de iştirak ettiği terör dalgası, Kürtlere ve HDP’ye yönelik linç girişimleri eşlik etti.

diyor.

Erdoğan’ın tüm koalisyon ihtimallerinin önünü tıkamayı başarmasıyla gidilen 1 Kasım seçimleri öncesi, tablo aşağı yukarı böyle.

Bu seçimlerde, HDP’nin barajı geçmesini, %13’lük oy oranını artırmasını sağlamalıyız.

Savaş partilerine oy yok! CHP, meclise getirilen sınırötesi harekât tezkeresine “Evet” oyu vererek, AKP’nin bu kanlı planına ortak oldu. Türkiye’nin üçte ikisi çözüm istiyor. Kürtlerin varlığını ve kimliğini inkâr etmek için başlatılan bu savaşta hâlâ ölümlerin olması artık halkı yeterince ikna edemiyor. Şehit cenazeleri yalnızca faşistlerin domine ettiği milliyetçi tepkilere değil, aynı zamanda barış yanlısı çıkışlara da sahne oluyor. Kürtleri ezmek için zorla TSK üniforması giydirilen Türk yoksullarıyla, PKK saflarında savaşan Kürt yoksullarının öldüğü bu savaşı destekleyen partilere oy yok! HDP, düzen partileri AKP, CHP ve MHP’nin karşısına, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük taleplerini, çatışmasızlığı ve çözümü savunan bir programla çıkıyor. “İnadına barış”

Sokakta mücadele, sandıkta HDP

Milliyetçi mağara adamlarının yarattığı teröre, çözüm isteyen çoğunluğu kazanarak, 7 Haziran’daki 6 milyonu artırarak yanıt vermeliyiz. Bunun için yeni bir kampanyaya başlıyoruz. “Oyumuz Umuda” diyenler, eşitliği, adaleti ve özgürlüğü savunanlar olarak bir araya geliyoruz. Sandık taşıma, birleştirme adı altında Kürdistan’daki oyları gasbetmek isteyenlere, Batı’dan HDP için daha çok oy toplayarak yanıt vereceğiz. İşçi ölümlerini, kadın cinayetlerini, doğa katliamını, sömürüyü ve eşitsizliği durdurmak için; LGBTİ’lerin, Ermenilerin, Alevilerin, toplumun tüm ezilen kesimlerinin taleplerini yükseltmek için sokakta mücadele ederken, bu mücadelelerin sesi olacak isimleri HDP ile meclise göndereceğiz. Siz de katılın, bu sesi güçlendirelim.


SEÇİMLER

#oyumuzHDPye Oyumuz umuda! Bir umudumuz var. Eşitlik. Bir umudumuz var. Bir umudumuz var. Özgürlük. Gerçek bir umudumuz var.

Savaş gürültülerinin, bomba seslerinin, ölümlerin ortasında, savaşsız bir dünya için kolları sıvayan, savaş tezkeresi meclise geldiğinde amasız, fakatsız “Tezkereye hayır!” diyen tek parti, sadece barış diyen, en başından beri barış diyen tek alternatif HDP. Bizim bu yüzden umudumuz var.

Umutluyuz, işçi ölümlerini durduracağız, kadın cinayetlerini durduracağız, sesi olmayan ağaçların, derelerin, ormanların sesi olacağız. Umutluyuz, savaşa son vereceğiz, barışı kazanacağız. Türkiye’de yaşayan tüm halkların, tüm ezilenlerin, tüm dışlananların eşit koşullarda bir arada yaşamasının imkanlarını yaratacağız. Umutluyuz, tüm dini inanç gruplarının özgürlüğünün önündeki tüm engelleri kaldıracağız, cinsel yönelimler üzerindeki yasakçılığı, LGBTİ bireylere yönelik şiddeti sonlandıra-

Millî olan her şeyi, her Türk gibi, ben de çok severim. Millî takım, millî marş, Millî Piyango, Millî Parklar Genel Müdürlüğü... Millî olmasalar hiçbir değerleri kalmazdı, hiçbir sevgiye layık olmazlardı. Mesela, Millî Reasürans millî olmayıp da sadece Reasürans olsaydı ne önemi kalırdı ki; kim severdi ki onu?

Haberi yeni okudum:

Umut bu yüzden HDP’de.

Umut, vicdanlarda, umut değişimde, umut anlayışta, şefkatte, diyalogda, eşitlik için kararlılıkta, umut 1 Kasım’da sandıkta HDP’de!

MİLLÎ İRADE’YE SAYGI

Ve bu sevgim nedeniyledir ki, Ankara’daki çok önemli ve güzel bir gelişmeyi gözümden kaçırdığıma çok üzüldüm. Geçen sene olmuş ve ben dikkat etmemişim.

1 Kasım seçimlerinde eşitliği, adaleti, özgürlüğü temsil eden HDP var.

Dün başardık, bugün başarıyoruz, yarın, 1 Kasım’da da başaracağız.

GÖRÜŞ Roni Margulies

Memleketimizde millî olan çok çeşitli şey vardır, ama bütün bunların arasında en sevdiğim, kuşkusuz, Millî İrade’dir. Bu sevgimin nedenlerini açıklamaya herhalde gerek yoktur. Millî İrade’yi sevmeyeceğim de neyi seveceğim!

Adalet.

Dün umutluyduk, bugün umutluyuz, yarın umutlu olmaya devam edeceğiz.

7

cağız. Umutluyuz çünkü kadınların özgür olduğu başka bir dünyaya, grev hakkının yasaklanmadığı, sendikal özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırıldığı yeni bir dünyaya, bambaşka bir Türkiye’ye doğru koşuyoruz. Bu Türkiye’de gezegeni zehirleyen nükleer santrallere, dereleri cansız bırakan HES’lere, küresel ısınmanın şiddetini artıran enerji politikalarına, her gördüğü park alanında AVM hayal eden üç kâğıtçılara yer yok. Bu Türkiye’de anadilleri yasaklayanlara, kendi halkını bombalayan devlete, özgürlükleri kısıtlayanlara ve her özgürlük isteyeni gaza boğanlara yer yok. Bu Türkiye, değişen, direnen, başkaldıran dünyanın kopmaz bir parçası olan değişen, direnen başkaldıran bir yer olacak. Dün umutluyduk, dün kazandık.

7 Haziran’da umutluyduk, 7 Haziran’da kazandık.

“Aralarında parklar, köprülü kavşaklar, yaya üst geçitleri, itfaiye binaları, katlı otoparklar, yer altı barajı, atık su ve içme suyu arıtma tesisleri, dış cephe yenilemeleri, meydan saatleri ve taksi duraklarının da bulunduğu projelerin resmi açılışını Erdoğan ile Melih Gökçek birlikte yaptı. Açılışı yapılan noktalardan en dikkat çekeni, ‘Millî İrade Köprülü Kavşağı’ adı verilen Anadolu Bulvarı üzerindeki köprülü kavşak oldu.”

1 Kasım’da umutluyuz, 1 Kasım’da kazanacağız! Umutla koşuyoruz, arkamızda eski dünya, eski Türkiye var. HDP’yle birlikte koşuyoruz. Savaşı, ölümlerin ortasında kaç milletvekili çıkartacağının hesabını yapanlarda değil umut. Umut, barış için, ikirciksiz barış için, artniyetsiz barış için, halkların eşitliğini sağlayacak bir barış için çaba gösterenlerin platformunda, HDP’de! Gelin 1 Kasım’da elele verelim. Gelin 1 Kasım’da barışa, umuda oy verelim! Gelin 1 Kasım’da daha güçlü, daha kalabalık, daha kararlı, daha etkili bir şekilde “Oyumuz umuda, oyumuz HDP’ye” diyelim.

Bendeki bu Millî İrade sevgisinin Millî Cumhurbaşkan’ımız tarafından da paylaşılıyor olduğunu bilmek her zaman içimi rahatlatmıştır. Haziran seçimlerinden hemen önce şöyle demişti örneğin: “Ben Cumhurbaşkanı olarak, hangi siyasî partinin barajı aşıp aşmayacağıyla ilgilenmek durumunda değilim. Benim sadece, demokraside öğrendiğim, bildiğim şey bugüne kadar; millî iradenin tayin yetkisidir. Herkesin millî iradeye saygı duyması gerekir... Olay budur. Olması gereken, millî iradeye saygıdır.” Tabii, aramızda bazı yorum farkları olabiliyor. Cumhurbaşkanı, seçim sonuçlarında ifadesini bulan Millî İrade’yi şöyle yorumlamış: 1) Tek başına hükümet kuramıyorsan, hiç hükümet kurma, memleketi tek başına sen yönet; 2) Barıştan vazgeç, savaş başlat, çok sayıda vatandaş hayatını kaybetsin; 3) Memleketteki bütün köprülü kavşaklara Millî İrade adını tak. Farklı farklı yorumlar olabilir elbet. Ama bana öyle geliyor ki 1 Kasım seçimlerinde seçmen Cumhurbaşkanı’nın Millî İrade yorumuna çok acımasız bir ayar çekecek.


8

GELENEK

EKİM DEVRİMİ MİLYONLARIN UMUDU ÇAĞLA OFLAS

19. Yüzyılın başında emperyalist devletler tıpkı bugünkü gibi dünyayı kana boyadılar. Kapitalist devletlerin başlattığı savaş, on milyon insanın ölümüne, 20 milyon insanın ise sakatlanmasına yol açtı. Sermayenin çıkarları uğruna “vatan savunusu” adı altında milyonlarca işçiyi savaş cephesine sürüldü. Dönemin reformist partilerinin sosyal şoven tutumlarının da etkisiyle cepheye giden işçiler, kısa zamanda savaşın yoksulluk, ölüm ve açlıktan başka bir şey getirmediğini anladılar. 1917’de Rus işçi sınıfının gerçekleştirdiği devrim savaşa son verdi. İşçiler, “Ekmek, toprak ve Barış” talebiyle Çarlık otokrasine karşı ayaklanan işçiler, Bolşevik partisinin önderliğinden iktidarı aldı. İşçiler savaştan çekildiğini açıkladı. İşçi sınıfının Rusya’daki zaferi, tüm dünyadaki işçi sınıfına cesaret verdi. Almanya, Macaristan ve Finlandiya’da işçi sınıfı savaşa karşı ayaklanarak devrim gerçekleştirdi. Rusya’da Otokrasiyi yıkarak savaşa son veren işçi sınıfı, günümüz dünyasının henüz ulaşamadığı demokratik adımları attı. Ulusların hapishanesi olan Rusya’da devrimle birlikte ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkı tanındı. Sovyet Hükümeti kadınların kurtuluşunu hedefleyen dünyadaki en ilerici yasaları getirdi. Boşanma hakkı serbest bırakıldı, dünyada ilk kez talep üzerinde kürtaj hakkı getirildi, kadınları mutfaktan kurtarmak için toplumsal yemekhaneler açıldı, çocuk yetiştirme toplumsallaştırıldı, Eşcinsellere karşı olan bütün yasalar kaldırıldı. Devrim kendiliğinden başladı Rusya’da devrim Dünya Kadınlar Günü’nde kadın işçilerin greviyle başladı. Ertesi gün Petrograd’ta 200 bin işçi greve çıktı. Grev ikinci gününde tüm kente yayıldı. Grevcilerin bir kısmı ordu tarafından öldürüldü. İşçi sınıfındaki isyan dalgası ordu içinde yayıldı. Askerler göstericilere ateş açmayı reddettiler. Bazı yerlerde ateş emri veren subaylar askerler tarafından öldürüldü. İşçi sınıfı 1905 devriminin deneyimiyle daha merkezi ve daha yaygın bir şekilde Sovyetleri inşa etti. Öyle ki, daha Çar’ın istifa etmeden bir gün öncesinde Sovyetler kurulmuştu. Devrim işçi sınıfının aşağıdan kitlesel mücadelesi sonucu gerçekleşti. 23 Şubat günü başlayan grev dalgasının Çarlık Rusya’sını yıkacağını kimse beklemiyordu. Çarlığın gizli polis yöneticisi “tümüyle kendiliğinden gelişen bir olay” hiçbir şekilde parti ajitasyonun meyvesi değil” diyordu. Milyonlarca insan siyaset sahnesine çıkarken, Bolşevik partisi çok küçüktü. Partinin Şubat Devrimi sonrasında üye sayısı 23 bine ulaşmıştı. Sovyet seçimlerinde Bolşevikler küçük bir azınlıktı. 1500-1600 delegenin sadece 40’ı yani yüzde 2-2,5’u Bolşevik’ti. Şubat’tan Ekim’e Çarlık Otokrasinin kapılarını yıkan milyonlar artık siyaset sahnesine çıkmış, otokrasiyi yıkmıştı ancak kapitalistler hala fabrikaların sahibiydi. Toprak sahipleri mülksüzleştirilmemişti. Dahası savaş hala devam ediyordu. Bir tarafta işçi sınıfının oluşturduğu Sovyetler diğer yanda geçici hükümet vardı. Bu durum sonsuza kadar sürdürülemezdi. İşçi sınıfı ayaklanmış ve devrim başlamıştı. Devrimin yarıda kesilmesi onun felaketi olurdu. Şubat devrimi işçi sınıfının kendiliğinden eylemi sonucun-

Ekim Devrimi’nin iki lideri Lenin ve Troçki. (ortada)

da gerçekleşmişti ancak Ekim devrimi Bolşevik partisinin devrimi gerçekleştiren işçi sınıfını iktidarı burjuvazinin elinden alma fikrine ikna etmesi sayesinde gerçekleşti. Başlangıçta çok küçük olan Bolşevik partisi, Şubat’tan Ekim’e kadar olan süreçte işçi sınıfının taleplerini merkezileştirerek geniş yığınların güvenini kazandı. Bolşevik Parti kitleselleşerek devrimin partisine dönüştü. Bütün iktidar Sovyetlere Devrimin başlangıcında Bolşevik Partisi geçici hükümeti destekledi. Lenin’in sürgünden dönüşü esnasında “Emperyalist savaşa son! Toprak, ekmek ve barış, bütün iktidar sovyetlere!” şiarıyla biten ünlü konuşması parti içinde deprem yarattı. Tartışmalar kısa bir zaman sonra Lenin’in savunduğu tezlerin kazanmasıyla sonuçlandı. Milyonlarca insanın günlük sorunları Lenin’in fikirlerini destekliyordu. Savaş sürüyor binlerce insan ölüyordu. Toprak sahipleri tarafından sömürülen köylülerin yaşamları sürdürülemez haldeydi. Kentlerdeki işçi sınıfı ise sefalet içindeydi. Bu durum kitleler içinde geçici hükümete karşı olan öfkeyi daha da arttırmaktaydı. Ancak, erken bir ayaklanma felaketle sonuçlanabilirdi. Bolşevikler Sovyetlerin desteğini kazanana kadar ayaklanma fikrini ertelediler. Ancak işçi sınıfının ayaklanmasının bastırıldığı, Lenin ve Troçki’nin yeniden yer altına çekildiği Temmuz Günleri sonrasında, Kornilov darbesini durduran Bolşevikler Petersburg ve Moskova Sovyeti’nde çoğunluğu elde ettiler. 10 Ekim’de Bolşevik Partisi Merkez Komitesi silahlı ayaklanma çağrısı yaptı. Ardından Petrograd Sovyeti Troçki’nin başkanlığındaki Devrimci Askeri Komiteye devredilmesini oyladı. 16 Ekimde Petrograd Komitesinin Yürütme Komitesi, Askeri Örgütlenme, Petrograd Sovyet üyeleri, sendikalar, fabrika komiteleri, Petrograd Bölge Komitesi ve demiryolu işçilerinin katıldığı genişletilmiş Bolşevik

Partisi Merkez Komitesi oturumu askeri ayaklanma kararını yeniden onayladı. Devrimci Askeri Komite 20 Ekim’de ayaklanma hazırlıklarına başladı. 25 Ekim’de de ayaklanma gerçekleşti. Ekim devrimi geleceğimizdir Tahrir’den Wisconsin’e, Wall Street’den Sintigma Meydanı’nda ayaklanan milyonlar kapitalizmin kalelerine güçlü darbeler indirdiler. Bugün Tunus’a başlayan ve tüm Ortadoğu’yu saran devrim dalgasını bastırmak için emperyalist devletlerin kanlı oyunlarını dehşetle izliyoruz. Libya’da sözde Kaddafi’ye saldıran emperyalistler, devrimi bastırdılar. Mısır’da kanlı bir darbe tezgâhladılar. Suriye’de Esad milyonlarca insanın ölümüne ve yerinden yurduna yol açmasına yol açarken, emperyalistler İŞİD’i bahane ederek “Teröre karşı” yeni bir koalisyon kurdular. Suriye’ye müdahale eden emperyalistler Ortadoğu’da yeniden düzenlerini tahkim etmeye çalışıyorlar. İran, ABD, Rusya, Suudi Arabistan, Türkiye, Fransa gibi hemen her konuda çatışan devletler Suriye’de Esad rejiminde uzlaştılar. Devrime karşı birleşen emperyalistler, kitlelerin belleğinden devrimi silmeye çalışıyorlar. Ekim Devrimi bir asır önce sosyalist bir devrimin mümkün olduğunu gösterdi. Özgürlük ve eşitlik için ayaklanan işçi sınıfı, Bolşevik Partisi kılavuzluğunda iktidarı aldı. Ekim devrimi kapitalizme son vermenin yolunun işçi iktidarından geçtiğini gösterdi. Kapitalizme karşı ayaklanan milyonların zaferi için devrimci bir partinin varlığı hayati önem taşımakta. Kapitalizmin krizi karşısında egemenlerin çaresizliği ise yeni devrimlerin kaçınılmaz olduğunu göstermekte. Kaynak: Tony Cliff Troçki Cilt 1, 100 Yıllık Felaket, 1914-2014 Birinci Dünya Savaşı Küresel BAK Broşür


SINIF MÜCADELESİ

İŞÇİ ÖLÜMLERİ 4 YILDA İKİ KAT ARTTI

9

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE SENDİKALAŞMA Hükümetin ve basın patronlarının basın emekçilerine karşı saldırısının temel nedeni basın çalışanlarının örgütsüz oluşlarıdır. Yazarlardan muhabirlere, editörlerden matbaa işçilerine kadar basın çalışanları örgütsüzdür. Çalışanların bu derece örgütsüz olduğu koşullarda büyük sermaye grupları doğal olarak editoryal bağımsızlığa ya da meslek ahlâkına yaşam hakkı tanımaz. 2007 yılında sendikalaşmanın başlaması üzerine basının büyük tekellerinden Doğan grubu merkezinden tüm birimlere, “sendika üyesi olduğundan kuşkulandıklarınızı bile işten atın veya istifa ettirin” talimatı verilmiş ve tüm sendikalı çalışanlar işten atılmıştı. Sabah-ATV grubundaki sendikalaşma mücadelesi de işten atılmalarla 2008 yılında bitirildi. Sonuçta basın patronları her zaman sendikal örgütlenmelere düşmanlık yaptılar. Bugün büyük basın gruplarının hiçbirinde, ne gazetelerde, ne televizyon kanallarında ne de radyo istasyonlarında sendika bulunuyor. Sigortasız işçi çalıştırılması son derece yaygındır. Deneme ve işi öğrenme adı altında sigortasız ve ücretsiz işçi çalıştırılmaktadır. Basın kuruluşunun yayın politikasına ters düşenler kolaylıkla işten atılmaktadır.

Soma ve Ermenek iş cinayetlerinin üstüne verilen sözlerin hiçbiri tutulmadı.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Eylül ayında yaşanan

iş cinayetlerinde en az 177 kişinin, böylece 2015 yılının ilk dokuz ayında iş cinayetlerinde en az 1317 işçinin hayatını kaybettiği belirtiliyor.

Açıklamada, 2012 yılının Eylül ayında en az 83 işçi, 2013 yılının Eylül ayında en az 125 işçi, 2014 yılının Eylül ayında en az 152 işçi, 2015 yılının Eylül ayında ise en az 177 işçi yaşamını yitirdiği belirtilerek 4 yıl içindeki artışın % 100’ün

üzerinde olduğuna dikkat çekiliyor. İş cinayetleri, güvencesiz çalışmanın hakim olduğu işkollarında yoğunlaşıyor. AKP’nin neoliberal politikaları 13 yılda 15 binden fazla işçinin ölümüne sebep olurken, Soma ve Ermenek başta olmak üzere birçok işçi katliamıyla ilgili dava süreçlerinde gerçek sorumlulardan hesap sorulmuyor.

FABRİKALARDAN, İŞYERLERİNDEN HABERLER n İzmir’de kurulu Kocaer Haddecilik’te 4 işçinin işten atılmasına karşı fabrikada üretim durduruldu. n Dudullu OSB’de bulunan ve Çelik-İş sendikasının örgütlü Gamak Motor fabrikasında 15 Ekim günü işçilerin toplu sözleşme sürecindeki talepleri için greve çıkılacak. n Kubilay Boya’da Petrol-İş Aliağa şubesine üye oldukları gerekçesiyle ardından işten atılan 6 işçinin başlattığı direniş sürüyor. n Beylikdüzü Arçelik’te yapılan işyeri temsilciliği seçiminde Türk Metal başarısızlığa uğradı. Muhalif işçiler, seçimleri büyük şaibelere rağmen kazandıklarını belirterek seçilen temsilcilere de ‘işçi temsilcisi’ olduklarını unutmamaları uyarısında bulundu. n Antalya’da Belediye-İş üyesi işçiler, tehdit ve baskıyla Hizmet İş sendikasına üye

MARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım

NE YERLİYİZ NE MİLLİ Tayyip Erdoğan ırkçılık yarışını başlattı. Irkçı Sözcü gazetesi hemen atladı. CHP’liler kendilerinin asıl yerli ve milli olduğunu bağırdı. Savaş, milliyetçilik ve ırkçılıkla hesaplaşmadan yol alamayacağımızı bir kez daha gösterdi. Bu tartışma solu yakından ilgilendiriyor. Türkiye’de kendini sol, devrimci vb. şeklinde tanımlayan birçok çevre on yıllardır – tıpkı Tayyip Erdoğan gibi – yerli ve milli olmayı övüyor. Enternasyonalist sosyalistlere ise “soroşçu”, “emperyalizmin ajanı”, “beşinci kol” dediler. Kemalizmi sol/ilerici olarak görüp, Stalinizmi sosyalizm olarak adlandıran solun geniş kesimleri, uluslararası işçi hareketine değil “bu topraklarda” şekillenmiş kendi hare-

yapılmaya çalışılmalarını protesto etti. n SİDER ve Ede Demir Çelik işçileri, gasbedilen ücretlerin ödenmesi için İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde eylem yaptı. n Gebze OSB’deki IFF fabrikasında sendikalaştıkları için işten atılan işçilerin direnişi 4. Haftasında. n Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu’na bağlı Adana Hekimevi ve Eğitim Merkezi’nin kapatılması kararının ardından hakları gasp edilerek işten çıkarılan 32 işçi, binanın çatısına çıkarak eylem yaptı. n Beytüşşebap’ta özel harekat polisleri tarafından katledilen ambulans şoförü için birçok ilde sağlıkçılar sokağa çıktı.

Basın çalışanlarının sendikalaşmasının önünde ciddi yasal ve fiili engeller mevcuttur. Türkiye’de genel olarak sendikalaşma oranı yüzde 12 iken basın işkolunda sendikalaşma oranı yüzde 6 civarındadır. Basın emekçileri beş sendikada örgütlüdür. Temmuz 2015 itibarı ile basın yayın ve gazetecilik işkolunda 97.365 işçi çalışmaktadır. Bu işçilerin 2078’i Basın iş (Türk-iş), 1573’ü Medya iş (Hak-iş), 1016’sı TGS (Türk-iş), 845’i Pak medya iş (Aksiyon-iş) ve 495’i Basın-iş (DİSK) üyesidir. Özellikle son yirmi yıldır hızla büyüyen ve büyük holdinglerin, sermaye gruplarının eline geçen bir sektör olan medyada, çalışanların sayısı hızla artmakta, buna karşılık iş koşulları, çalışma saatleri ve ücretlerde sürekli bir kötüye gidiş olmaktadır. Güvenlik güçlerinin basın çalışanlarına yönelik gözaltı ve şiddet uygulamaları son derece yaygındır. Dünyada her yıl onlarca gazeteci, muhabir veya basın işçisi haber yapmak uğruna öldürülmekte, binlercesi bu uğurda yaralanmakta veya şiddete maruz kalmaktadır. Bütün bu olumsuzluklara karşı, basın emekçilerinin biricik silahı sendikalarıdır. Basın özgürlüğü basın çalışanlarının sendikalaşmasından geçer. Basında asıl dram, işten atılan köşe yazarlarının yaşadıkları değil, sahada güvencesiz, ağır koşullarda çok düşük ücretle çalışan emekçilerin yaşadıklarıdır.

ketlerine, “yerli teorilere” dayandılar.

rıyorlar. HDP’yi hakir görüyorlar.

Bu teoriler Kemalist ayrıcalıklara ilericilik, orduya ilericilik, öğrencilere ve aydınlara öncülük ilan etti. Haydut kapitalist bir devlet olan Türkiye’yi “sömürge”, “dışa bağımlı” olarak gördüler. Tek suçlu emperyalizm ve “yerli işbirlikçileriydi.” Eğer “yerli işbirlikçiler” tasfiye edilirse “milli burjuvazinin” de içinde olduğu kesimlerle “tam bağımsız Türkiye” kuracaklardı.

Erdoğan ve Bahçeli’nin sancaktarı olduğu şovenizm, yıllardır kendini “vatansever”/“yurtsever” olarak adlandıran solcular tarafından güçlendirildi. Ulusalcılık denen nasyonal sosyalizm, hep en sağa çalıştı. AKP’ye karşı ülkücü faşistlerle ile ulusal cephede durmaktan utanmayanlar, ırkçılık yarışı başlatan Tayyip Erdoğan’a laf söyleyemez.

“Tam bağımsız Türkiye” bayrağını bugün Erdoğan yükseltiyor! Sola milliyetçilik virüsünü aşılayanların başında gelen Perinçek ve adamları Tayyip Erdoğan’ı alkışlayıp, iktidar için savaşına destek veriyor. O kadar milliler ki NATO’nun jandarmalığını yapıyorlar. O kadar yerliler ki ABD emperyalizminin İncirlik ve diğer askeri üsleri kullanmasını destekliyorlar. Peki Erdoğan ve “AKP karşıtı” yerli ve milli solcular ne yapıyor? Gazetelere demeç verip, ‘Kürt hareketinin Türkiye solunu şekillendirdiğini’ söyleyerek taraflarını uya-

Bayrak dayatmasına karşı bayrağa sahip çıkarak da milliyetçilik püskürtülemez. Türkiye solundaki milliyetçi sapmanın temeli gerici bir ütopya olan “tek ülkede sosyalizm”dir. Rusya, Çin, Doğu Bloku’nda işçileri inim inim inleten, karşı çıkanı “emperyalizmin ajanı” diye katleden Stalinizmin bağrında taşıdığı şovenizm ve ulusalcılıkla hesaplaşılmadan sosyalist olunamaz. Ne yerliyiz ne milli. Sosyalizm uluslararası bir harekettir ve zaferi dünya çapında bir toplumsal devrimle mümkün.


10 MEKTUP

BİRLİK BARIŞTAN GEÇER Murat Erkman Ankara’dan yazdı

IRKÇILIĞA KARŞI HER GÜN MÜCADELE ETMELİYİZ Geçen haftalarda Taksim'den Beşiktaş'a gitmek için otobüse bindim. 2 Suriyeli kadın da birkaç çocukla birlikte binmek istedi. 'Para versek akbil basabilir misiniz' diye sordular ama şöfor 'binemezsiniz' dedi. 'Biz paramızı vereceğiz' demelerine rağmen şöfor otobüse binemeyeceklerini söyleyerek kadınlara bağırmaya başladı. Kapıyı da kapattı. Bu olay üzerine otobüsün plakasını alarak belediyeye bağlı çalışan Beyaz Masa'ya şikayet ettim. Birkaç gün sonra geri dönüş yaparak şöforun uyarıldığını ve tekrar yaparsa cezalandırılacağını söylediler. Ancak tek bir kişinin uyarılması yeterli değil. Gündelik hayatta Suriyelilere dönük ayrımcılık sürekli yaşanıyor. Otobüsler kamuya ait ve kimsenin bir başkasını engellemeye hakkı yok. Irkçılığa karşı, Suriyelilerle dayanışmak için kitlesel bir kampanya örmeliyiz. Bir yandan da sokakta, okulda, işte karşılaştığımız her türlü ırkçılığa tepki göstermeli ve takipçisi olmalıyız. Bir başkasının daha aynı şeyleri yapmaya yeltenmemesi için ırkçılığı gördüğümüz yerde teşhir etmeliyiz. Selahattin Akgül - İstanbul

2 Ekim’de HDP’nin aday tanıtım toplantısı yapıldı. Eşbaşkanlar Yüksekdağ ve Demirtaş “Büyük İnsanlık Büyük Barış” başlıklı 1 Kasım seçim bildirgesini birlikte kamuoyuna açıkladılar. 3 Eylül’de savaş tezkeresine hayır diyen tek parti olan HDP seçim stratejisini de barış üzerine inşa ediyor. Barış olmadan özgürlük, eşitlik ve adaletten bahsedilemez. Eşbaşkan Yüksekdağ, AKP ve Erdoğan’ın HDP’yi baraj altında bırakma savaşının başarılı olamayacağını ifade etti. “HDP baraj altında kalmayacak, saray barış altında kalacak” cümlesi 1 Kasım seçimlerine dek aklımızdan çıkmayacak, barış kazanacak saray kaybedecek. Barış, özgürlük, eşitlik, adalet, kadın ve insan hakları, öz-

yönetim kavramlarının ön plana çıktığı seçim bildirgesi tekçilikten uzak katılımcı bir demokrasiyi işaret ediyor. Vicdani red , tarihle yüzleşme ve koruculuğun kaldırılması ise dikkat çeken diğer önemli maddeler. Çevrecilik ve emekten yana duruş ile bildirge çağın gerekliliklerine işaret ediyor. Toplantı sonunda “Halkları böldürtmeyeceğiz, evlatlarımızı öldürtmeyeceğiz” yazısının önünde, seçim şarkısı “İnadına Barış, İnadına HDP” eşliğinde 550 aday sahneye çıkarak katılımcıları selamladı. Kendilerini sürekli olarak bölücükle suçlayan diğer partilere verilen en güzel cevap buydu. Birlik barıştan geçer…

KADIKÖY'DE BARIŞ SOFRASI KURDUK

TOPLANTI DUYURULARI 8 Ekim Perşembe 19:00

Serasker Caddesi No:88-90 Kat:3

Şişli

(Merve İletişim'in üstü)

Herkesin işgal ettiği ülke: Suriye

9 Ekim Cuma 19:00

Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey

Fatih

Üsküdar

Herkesin işgal ettiği ülke: Suriye

Herkesin işgal ettiği ülke: Suriye

Konuşmacı: Faruk Sevim

Konuşmacı: Emin Şakir

Ehibba Cafe: Haydar Bey Cad., Fatih

Daimler Pastanesi Tunusbağı Cad 46/b

Ankara

Kadıköy

Erkekler cinsiyetçiliği tartışıyor

Seçimlerde antikapitalist tutum: Oyumuz Umuda

Konuşmacılar: Tuğba Maran, Deniz Güngören

Yemek kültürünün milliyetçi olduğu söylenir. Bence aksine enternasyonal. Birçok farklı kültür arasındaki geçişkenliği yemeklerde görebiliriz. Düğün çorbası Türklere özgü sanılır oysa her kültürün düğünlerinde benzerleriyle karşılaşabiliyoruz. Bu fikirden yola çıkarak birlikte sofraya oturmanın birleştirici gücünü göstermek istedik ve Kadıköy'de barış sofrası kurduk. HDP'li kadınların da desteğiyle esnaf da 'barış için' pirinç, tavuk, un gibi malzemeleri vererek bizimle dayanıştı. Herkes kendi yöresine göre yemekleri hazırladı. Yeldeğirmeni'nde sokağa 150-200 kişi birlikte masa kurduk. Kendimiz müzik yaptık. Mahallelinin oldukça ilgisini çekti. Barış için toplandık dediğimizde destekleyen çok sayıda komşumuz olduğunu gördük. Halklar barış istiyor. Savaşı yaşadığımız şu günlerde bu barış talebini yansıtmak için yapabileceğimiz çok şey var. Herkes çorbaya bir tuz katabilir.

Konuşmacı: Meltem Oral

Aytuğ Sağlam - İstanbul

arşivimiz: www.sosyalistisci.org

Konur Sokak No:14/13 Kızılay

SOSYALİST İŞÇİ’Yİ DÜZENLİ OKUMAK İÇİN BİZİ ARAYIN Ankara 05324750150 Sincan: 05397440268 İstanbul Beyoğlu: 05368474650 Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099 Kadıköy: 05334479709 Üsküdar: 05075550272 İzmir 05544602111 Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445 Üniversiteler 05397980171


GÜNDEM

NAMUS VE KORKU SİZİN GECE VE SOKAKLAR BİZİM! Geçen hafta Şehir Üniversitesi öğrencisi bir kadının başına gelen tecavüz haberi ile tecavüz, taciz ve şiddetin kadınlar için nasıl da her an her yerde başına gelebilecek, korkunç ama “sıradan” bir tehlike olduğunu gördük. Kadın okuldan henüz yurda giriş saatinin bile geçmediği bir saatte yurduna gitmek üzere otobüse biniyor. Otobüste kendisinden başka kimsenin kalmaması üzerine şoför güzergâhı değiştiriyor ve arka koltukta kadına tecavüz ediyor. Bu kadının iddiası. Olay üzerine kadın arkadaşlarına haber veriyor ve şikayetçi oluyor. Şimdilik şoför tutuklandı. Şoförün iddiası benzer örneklerde de olduğu gibi kadını daha önce tanıdığı ve kendi rızası ile birlikte oldukları. Yıl içerisinde Şehir Üniversitesi öğrencileri okul etrafın-

da artan taciz olaylarına karşı eylemler yapmış, yetkililerin özellikle kadınların güvenliğini sağlamaları konusunda önlem almalarını talep etmişti. Ancak ne okul ne de diğer bölge yetkilileri konu ile ilgili herhangi bir adım attılar. Talebin yersiz olduğuna ve olayın büyütüldüğüne kanaat getirdiler. Bu kanaat genç bir kadının tecavüze uğramasına neden oldu. Devletin kadınlara yönelik ayrımcı ve ahlakçı tutumuna karşı, kadınların “geceleri de sokakları da istiyoruz!” sloganı belki de nasıl ve ne için mücadele sorusuna en iyi cevap. Kadınları eve, anneliğe, namus timsali rol modellere sıkıştırmaya çalışan zihniyete karşı kadınların hayatın tüm alanlarında verdikleri eşitlik ve özgürlük mücadelesi sadece kadınlar için değil birlikte mücadele edilen tüm kesimler için dönüştürücü olacaktır.

KÜRESEL TERÖRİSTLER TÜRKİYE’DE TOPLANIYOR

11

ÖNE ÇIKAN Şenol Karakaş

YENİ TÜRKİYE’DE AKREBE BAĞLI ÖLÜLER AKP’nin ideologları, utanmaz bir sınır çizgisi çekiyor ve Erdoğan’ı buradan savunmaya çalışıyorlar. Üç önemli politik argümanı var bu Erdoğancıların ve işlerine hangisi geliyorsa onu öne çıkartıyorlar. Birisi, yeni bir Türkiye’nin kurulduğu iddiası. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra, bu iddiayı çok sık dile getiriyorlardı. Erdoğan her konuşması, her icraatıyla yeniyle uzaktan yakından ilgisi olmadığını kanıtladıkça daha az kullanır oldular. İkinci iddia ise, herkesi PKK’li ilan etmek. Çözüm sürecini Kürt sorununun çözümü için değil, Erdoğan öyle istediği için desteklediklerini açığa çıkartan bir şekilde, sürecin bozulmasını ve çok sayıda gerilla, çocuk, yaşlı ve askerin ölümünü PKK’ye bağlamaya çalışan bir savunma hattı bu. Bununla, sadece HDP’yi değil, barış isteyen herkesi, çözüm sürecinin yeniden başlamasını arzulayan tüm kesimleri, hain ilan etmeyi amaçlıyorlar. Üçüncü bir iddiaları ise, savaşın, solun savaşçı, silah sever eğiliminden kaynaklandığını anlatmak. Bu iddia diğer ikisiyle de birleşiyor ve kendilerince tutarlı bir bütün oluşturuyorlar. Yeni Türkiye, PKK’nin savaş merakı nedeniyle sekteye uğratılıyor ve sol da silah tutkusu ve şiddete olan eğilimi nedeniyle PKK’yi destekliyor! Bu çok uyanık bir savunma hattı. Bir taşla birçok kuşu vurmaya yaramanın ötesinde, Erdoğan’ın etrafına tumturaklı bir savunma hattı örüyor. Ama bu iddialı savunma hattı, tek bir fotoğraf karesiyle çökmüş vaziyette. Şırnak’ta öldürülen Hacı Lokman Birlik’in polis akrebine bağlanarak sürüklendiği fotoğraf, yeni Türkiye iddiasının saçmalığını, “PKK’yi eleştirin, hemen eleştirin” korosunun vicdansızlığını ve solun şiddet merakının ne kadar konu dışı bir ukalaca tartışma olduğunu ortaya serdi.

Güney Kore’nin başkenti Seul’da G20 protestosu, 2010. NURAN YÜCE

G20 zirvesi bu yıl Türkiye’nin başkanlığında 15 Kasım’da Antalya’da yapılacak. Bu yıl Aralık ayında Paris’te imzalanması beklenen yeni bir iklim sözleşmesi öncesinde son kez bir araya gelecek G20’nin gündemleri arasında iklim değişikliği de var. Yaşamlarımızı kabusa çevirecek, yaşam olanaklarımızı azaltacak, hepimizi fırtınalar, seller, kuraklıklar karşısında çaresiz bırakacak iklim değişikliği konusunda Antalya’da toplanacak G20’ye üye ülkeler hiç ama hiç de masum değiller. Şimdiye kadar iklim değişikliğini durdurmak için sera gazı emisyonlarında azaltım hedefleri içeren, bağlayıcılığı olan uluslararası bir sözleşmenin oluşturulmasına engel olanlar bunlar. 1990 yılında G20 ülkeleri karbon emisyonlarının %53.88’inden sorumluydular. Açıklanan onca bilimsel rapora, iklim değişikliğinden kaynaklı yaşanan onca felakete rağmen emisyon miktarlarını azaltmak bir yana 2013 yılında gelindiğinde %68’lere çıkaranlar da bunlar. Bu yılın başından beri aktivistler G20 zirvesine karşı İs-

tanbul’da yapılacak 12-13 Kasım İklim Forumu ve 14 Kasım Büyük İklim yürüyüşü için hazırlanıyorlar. 3 Ekim tarihinde forum ve yürüyüşün 2. hazırlık toplantısı çok sayıda çevre ve sosyal hareketin temsilcisi ve aktivistlerin katılımı ile yapıldı. İklim Forumu; Türkiye’den ve farklı ülkelerden kampanyaların önerileri ile şekillenen yetmişten fazla toplantı ve atölye ile 12-13 Kasım tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılacak. G20 ülkelerine ve Aralık ayında Paris’te imzalanması beklenen iklim sözleşmesini hazırlayanlara dünyanın her bir yanından “İklimi değil sistemi değiştireceğiz “ diye sesleneceğiz. G20 dağıtılsın G20’ye üye ülkeler kapitalizmin kaleleri, neoliberal politikaların mimarları, en aktif uygulayıcıları. Milyonlarca yoksul insan hayatta kalma mücadelesi verirken, daha fazla kemer sıkma politikaları dayatıp, silahlanmaya en fazla para harcayanlar. G20’nin hayatlarımızı mahveden politikalarını karşı “kâr değil, önce insan ve doğa” diyenler bir araya gelelim, sesimiz daha gür çıksın.

Eski Türkiye’de gerillaların cesedinin fotoğraflarını çekenler ve paylaşanlar olurdu, yeni Türkiye’de ölüleri polis araçlarının arkasında sürükleyenler oluyor. Kürtleri yere yatırıp Türk’ün gücünü göstereceklerinden söz eden özel harekatçılar. Yeni Türkiye! Tek yenilik, tek bir adamın ve sözcülüğünü yaptığı bir grubun, Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsi siyasi eğilimlerine hukuku, evet o beğenmediğimiz hukuki düzenlemeleri eğip bükmede bir yenilik var. Bir diğer yenilik de eski Türkiye’nin nobran yönticilerinin aklına gelmeyen bir noktanın, sizin akınızdan hiç çıkmaması: en çirkin savaş yöntemlerini yenilik olarak yutturmanız! Bir insanın halk oyuyla seçilmesi bir rejimin yenilenmesi anlamına gelmez. Kaç kere söylemek gerekiyor? Olsa olsa o insanın halk oyuyla yenilebileceği anlamına gelir. Belki de görülmesin istediğiniz gerçek budur!


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

KİŞİ BAŞINA DÜŞEN GELİRDE TÜRK-KÜRT AYRIMI KEMAL BAŞAK

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2014 Gelir ve Yaşam Koşulları anketinin (GYKA) bölgesel istatistiklerini “Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması Bölgesel Sonuçları, 2014” başlığı altında bu hafta yayınladı. İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflaması (İBBS) temelinde 12 bölge (düzey 1) ve 26 bölge (düzey 2) için ayrı ayrı yapılan araştırmada ortaya çıkan yıllık hane halkı kullanılabilir fert geliri, gelir eşitsizliği ve yoksulluk rakamları, zenginle yoksul arasındaki gelir uçurumunun bölgesel düzeyde daha çarpıcı bir biçim aldığını gösteriyor. Türkiye’de ortalama yıllık eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert geliri 2014 yılında 14 bin 553 TL iken, İBBS 2. düzey bölgeleri itibarıyla, TR51 (Ankara), 20 bin 446 TL ile ortalama yıllık eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert geliri en yüksek bölge oldu. Bu bölgeyi, 19 bin 62 TL ile TR10 (İstanbul) Bölgesi ve 16 bin 935 TL ile TR31 (İzmir) Bölgesi izledi. Ortalama yıllık eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert gelirinin en düşük olduğu bölgeler 7 bin 233 TL ile TRC3 (Mardin, Batman, Şırnak, Siirt), 7 bin 570 TL ile TRC2 (Şanlıurfa, Diyarbakır) ve 7 bin 901 TL ile TRB2 (Van, Muş, Bitlis, Hakkari) şeklinde sıralandı. Bu rakamlar, Kürtlerin sadece ulusal haklarının değil, cebine giren parasının da gasp edildiğini ortaya koyuyor.

Eşdeğer ortalama hane halkı kullanılabilir fert geliri, İBBS 2. Düzey, 2014

Yoksul sayısı artıyor, en çok yoksul Kürt illerinde Türkiye genelinde yoksul sayısı 195 bin kişi artarak 11 milyon 332 bin kişiye ulaşırken, en hızlı yoksullaşma Akdeniz Bölgesi'nde görüldü. Akdeniz Bölgesi'nde yoksul sayısı 317 bin kişi artarak 1 milyon 985 bin kişiye, İstanbul'da 137 bin artışla 554 bin kişiye, Ege'de ise 110 bin kişi artışla 716 bin kişiye çıktı. Türkiye'de en çok yoksulun bulunduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki yoksul sayısı ise 149 bin kişi

azaldı. Buna rağmen bu bölge 3 milyon 578 bin kişiyle en çok yoksulun bulunduğu yer. Orta Anadolu Bölgesi'nde yoksul sayısı 113 bin kişi azalarak 461 bin kişiye inerken, Ortadoğu Anadolu Bölgesi'nde 65 bin kişilik azalmayla 1 milyon 388 bin kişiye indi. Türkiye genelindeki 11 milyon 332 bin yoksulun üçte biri Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yaşıyor. Tüm yoksulların yüzde 31,6'sı Güneydoğu Anadolu'da, yüzde 17,5'i Akdeniz'de, yüzde 12,3'ü ise Ortadoğu Anadolu Bölgesi'nde bulunuyor.

DEVLET YOKSULLUĞU GİZLİYOR

TÜİK ve iktidar medyası, araştırmanın haberini “geçen yıla göre gelir dağılımı iyileşti” şeklinde verdi. Araştırma sonucuna göre, en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun gelirinin en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun gelirine oranı şeklinde hesaplanan P80/P20 oranının Türkiye genelinde 7,7’den 7,4’e düştüğü görülüyor. Bu oran, en zengin yüzde 20’lik grubun yıllık ortalama geliri 33.417 TL iken en yoksul yüzde 20’lik grubun yıllık ortalama gelirinin 4.515 TL olduğu anlamına geliyor.

Almanya Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü (DIW) toplumun refah düzeyi en yüksek olan kesimine dair bugüne kadar yapılan tahmin sonuçlarının oldukça düşük olduğuna dikkat çekiyor, alt ve orta gelir düzeyindeki birey veya hanelerin gelirlerinin rahatlıkla tespit edilebildiğini söylerken, zenginlerin mal varlıklarının tespitinin “kolay olmadığı”nı belirtiyor. TÜİK’in bu önemli noktayı es geçerek gelir eşitsizliğinin geçen yıllara göre azaldığını söylemesi şüphe yaratıyor.

Ancak, TÜİK benzeri araştırmalar yapan

Araştırmada verilen yoksulluk kriteri şüp-

helenmekte ne kadar haklı olduğumuzu gösteriyor. TÜİK, bölgesel gelirin yüzde 50'sinden daha düşük gelirle yaşayanları yoksul sayıyor. TÜİK’e göre, Türkiye genelinde yoksul sayılmak için ayda 452 liradan az kazanmak gerekiyor. Bu rakamlar İstanbul için 609 TL, Batı Anadolu Bölgesi için 564 TL, Doğu Marmara için 520 TL. Güneydoğu Anadolu'da aylık geliri 251 liradan az olanlar yoksul sayılırken, Ortadoğu Anadolu'da 280 liranın, Kuzeydoğu Anadolu'da 306 liranın altında aylık geliri olanlar yoksul. Aynı devletin çalışma ba-

kanlığı, başlı başına bir sefalet ücreti durumundaki asgari ücreti 1.000 TL olarak belirlemişken, hükümete yakın Türk-İş sendikası bile dört kişilik bir aile için yoksulluk sınırını 4.434 TL (kişi başına 1.107 TL) olarak tespit etmişken yoksul sayısını 452 TL üzerinden deklare ediyor! Devlet, yoksulluğu istatistiğin sihirli rakamlarının arkasına saklama gayreti içinde. Rakamlar ise egemen sınıfın memurlarının sahtekarlık çabasını, zenginle yoksul arasındaki gelir uçurumunun dehşetini açığa çıkartıyor.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.