Sosyalist işçi 539

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

539

14 Ekim 2015 2 TL. sosyalistisci.org

BARIS, KAZANACAK Hükümet, Başbakan, İçişleri Bakanı, Ankara Valisi, Emniyet Müdürü, bu katliamın hesabını vermek zorunda. Derhal istifa etmek zorundalar. Bu en büyük katliam, bir katliamlar zincirinin son halkası. Roboski, Gezi, Soma, Diyarbakır, Suruç ve son olarak Ankara. Hepsi Erdoğan ve Davutoğlu iktidarları döneminde yaşandı. Hepsinde Kürtler, işçiler ve yoksullar katledildi. Acımız büyük ama şimdi bir yandan yaralarımızı sararken bir yandan da barışı inşa etmek ve katliamın hesabını sormak için harekete geçmeliyiz. İlk adım sandıktan barışı çıkartmak. Elbette barış kazanacak.


2

GÜNDEM

BARIŞI KAZANACAĞIZ!

HESABINI SORACAĞIZ!

Ankara mitinginde gerçekleşen bombalı saldırı, cumhuriyet tarihinde batıda gerçekleşen en büyük katliam. Bu saldırı öncelikle Kürt halkına karşı örgütlenen bir saldırı. Bombalar HDP kortejinin hemen yanı başında patlatıldı. Ama bu saldırı aynı zamanda işçilere de yönelik bir saldırı. Çok sayıda işçi yaşamını kaybetti. Bu, katliamın Kürt halkı ve işçilerin barışı savunan ittifakına karşı örgütlendiğini de gösteriyor. Bu saldırı aynı zamanda sokağa çıkma, kitlesel eylemler örgütleme yeteneğimize karşı da gerçekleşti.

Devlet, Suriye politikasının bütününü Kürt düşmanlığı üzerine kurmuştu, bu düşmanlığın dozunu daha da artırdı. 7-9 Eylül tarihlerinde yüzlerce HDP binasına yönelik faşist saldırganlık, kaotik, ırkçı havayı daha da güçlendirdi. Ankara mitingine bu koşullarda gittik. Mitingin yığınsal olacağı çok açıktı. Devletin ve AKP’nin yarattığı karanlık ve sağcı atmosfer, barış mitinginin bombalanmasıyla sonuçlandı.

Katliam iklimi yaratanlar Hükümet, Başbakan, İçişleri Bakanı, Ankara Valisi, Emniyet Müdürü, bu katliamın hesabını vermek zorunda. Derhal istifa etmek zorundalar. Roboski, Gezi, Soma, Diyarbakır, Suruç ve son olarak Ankara. Hepsi Erdoğan ve Davutoğlu iktidarları döneminde yaşandı. Hepsinde Kürtler, işçiler ve yoksullar katledildi. Katliama uygun iklimin yaratılmasında hükümetin bir payı daha var. Yolsuzlukları aklamak için Ergenekoncular, darbeciler ve organize çetelerle uzlaştı. Katliamdan önceki gün tescilli katil Sedat Peker düzenlediği mitingde “oluk oluk kan” akıtmaktan söz etti. Irkçılar ve kan akıtacaklarını söyleyenler, kan akıtanlar, AKP tarafından partner ilan edildi. Acımız büyük ama şimdi bir yandan yaralarımızı sararken bir yandan da barışı inşa etmek ve katliamın hesabını sormak için harekete geçmeliyiz. 1 Kasım’da HDP’nin yeni bir seçim zaferi, barış isteyenlerin zaferi olmakla kalmayacak. Irkçı iklimin sorumlularının, savaş politikalarının savunucularının, timsah gözyaşı dökenlerin, basın toplantısında sırıtan bakanların, külhanbeylik yapan pekergillerin, Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun, 7-9 Eylül’de HDP binalarını yakan faşistlerin, Ankara katliamının tetikçiliğini yapanların da teşhiri olacak. Seçim zaferimiz, Ankara’da kaybettiğimiz yoldaşlarımıza borcumuz. Hesap sormak için atmamız gereken en önemli adım.

Saldırının iki canlı bomba tarafından gerçekleştirildiği söyleniyor. Eğer böyleyse katiller IŞİD’den. ABD emperyalizminin Irak işgalinin bir sonucu olarak güçlenen ve Suriye’de rejimin halka karşı açtığı savaşta kendine verimli bir alan bulup yayılan IŞİD’in, hiçbir haklı ya da meşru bir gerekçeye dayandırılmayacak sivillere karşı intihar saldırıları ve katliamları dünyaya yaymak istediği bir gerçek. NATO-ABD’yle birlikte Irak ve Suriye’de savaşa giren, işgal planları yapan Türkiye, IŞİD tarafından askeri eylem alanı ilan edilmişti.

Saldırının tetikçisinin IŞİD olduğu söyleniyor. Olabilir. Önemli olan sadece katliamın tetikçisinin hangi örgütten olduğu değil, katliama uygun iklimin kimin ürünü olduğudur. Bu sorunun yanıtı çok açık: Devlet ve devletin sözcülüğünü yapan AKP. 7 Haziran seçimlerinden önce başlayan ve derinleşen siyasî kriz, Erdoğan ve AKP liderliği tarafından seçimlerin sonucu yok hükmünde ilan edilerek derinleştirildi. Demirtaş ve tüm HDP hedef tahtasına konuldu, Erdoğan medyası tarafından Kürt düşmanlığıyla HDP düşmanlığı elele geliştirilerek bir linç kampanyası örgütlendi.

KATİL KİM?

Tek şüpheli IŞİD denilen insanlık düşmanı örgüt değil.

ODTÜ: Öğrenciler boykotta, emekçiler grevde.

Mersin’de ve Diyarbakır’da HDP’ye

yapılan katliamların failleri açığa çıkarılmadığı, Suruç katliamını gerçekleştirenlerin üzerine gidilmediği için Türkiye’nin batısındaki en büyük katliam Ankara barış mitinginde yaşandı.

alan ülkücü faşistler timsah gözyaşları döküyor. HDP’ye karşı 400’den fazla saldırıyı gerçekleştiren MHP, Erdoğan’ın savaşına en fazla destek veren ve kışkırtan partidir. Suruç katliamını savunan faşistler bu insanlık suçuna ortaktır.

Erdoğan sırf kendi iktidarını korumak için çözüm sürecini bitirdiği, barış masasını devirdiği, Kürtlere karşı savaş başlattığı için Ankara katliamına zemin hazırdı.

Sağı solu bombalayan Genelkurmay’da taziye mesajı yayınladı! Kirli savaşın komutanları ve Erdoğan’ın sahip olduğunu zannettiği katil devletin gerçek sahipleri Erdoğan’ın başlıca ortağıdır.

Türkiye, ABD emperyalizminin yanında bölgesel savaşa girdiği, Irak ve Suriye’yi bombaladığı için Ankara’da barış isteyenler katledildi.

n Ankara katliamı hakkındaki tüm bilgiler açıklansın. Tüm failler yargılansın

Bombaları patlatan kim olursa olsun, bu katliamın siyasi sorumlusu Erdoğan ve AKP’nin geçici seçim hükümetidir. Elbette tek sorumlu Erdoğan ve AKP değil. 11 genç üyesini alçakça katliamda yitiren CHP, Erdoğan’ın savaş tezkeresine evet oyu vererek bu suça ortak oldu. Aynı IŞİD gibi HDP ve Kürtleri hedef

n İçişleri Bakanı, sırıtan Adalet Bakanı deshal istifa etsin! n Ankara valisi, emniyet müdürü, istihbarattan sorumlu tüm polis şefleri görevden alınsın n MİT’in dokunulmazlığına son verilsin. Hakan Fidan ve istihbarat sorumluları soruşturulsun. n Savaşa hayır! Kürt sorununda demokratik çözüm ve Ortadoğu’da barış istiyoruz.

Mafya babası, çeteci faaliyetlerinden dolayı 10 yıl ceza yemiş bir Ergenekon davası sanığı, derin devlet denilen rejimin görevlilerinden biri olan Sedat Peker katliamdan bir gün önce Rize’de Tayyip Erdoğan için mitingte PKK’ye yönelik şu sözleri sarf etmişti: “Büyük hata yapıyorlar. Hatalarını fark ettikleri zaman her şey için çok geç olacak. Adeta dünyanın şah damarları kesilmişçesine oluk oluk kanlarını akıtacağız.” Daha önce Erdoğan ve AKP’yi darbeyle devirmek isteyen Peker, uzun süredir Erdoğancı. Erdoğan önce onu ve diğer Ergenekon sanıklarını affetmişti. Daha sonra düğünlerde birlikte fotoğraf çektirerek eski rejimin katilleriyle bir olduğunu ilan etti. İstanbul’da sinagoglar, HSBC, İngiliz konsolosluğuna bombalı saldırının arkasında oldukları bilinen Ergenekon ve Balyoz sanıkları, AKP’nin 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarından kurtulması için serbest bırakılmıştı. Onlardan biri olan Perinçek şimdi Erdoğan’ın başlattığı savaşın en önde gelen destekçisi. Bir başkasına eziyet etmeyen, barışı savunan insanların arasında bomba patlatanlar kim olursa olsun tetiği çekene değil çektirene, katliam için ortam hazırlayanlara bakılmalı.


GÜNDEM

BOMBALI SALDIRI BEKLENİYORMUŞ:

KATLİAMA GÖZ YUMDULAR 95 insanın yaşamını yitirdiği, 300’e yakın yaralının olduğu bir katliamdan sonra İçişleri Bakanı Selami Altınok bir güvenlik zafiyetinin olmadığını ve istifa etmeyeceğini söyledi. Gelen tepkiler öyle büyüktü ki 24 sonra tükürdüğünü yalayarak soruşturma sonrası istifayı değerlendireceğini açıkladı.

Ankara’daki elçilik binalarında zırh ve koruma tedbirleri artırılmış. Gazetelere sızan bilgilere göre beklenen IŞİD saldırısının “bir büyükelçilik önünde mi, büyükşehirde mi, ya da taşra illerde mi gerçekleşeceği” konuşuluyormuş. “Türkiye içerisinde toplu bir katliama yol açması halinde ise terör saldırılarının devam edeceği” analizi bile yapılmış!

İnsan değiller bunlar. Vicdanları kurumuş. İnsan değiller. Ruhları solmuş. İnsan değiller. Ya üç beş kuruşun hesabını ya da çıktıkları ballı börekli statükoların sonsuza kadar sürmesinin hesabını yapan katliam destekçileri durumundalar.

İçişleri Bakanı istifa!

İnsan değiller. En az 100 kişinin öldüğü ve en az 600 kişinin yaralandığı, bir çok insanın yoğun bakımda tedavi görmek zorunda kaldığı bir saldırıyı meşrulaştırmaya çalışan, “Aman, hükümetimize, aman, cumhurbaşkanımıza bir leke bulaşmasın” duygusuyla gerçekleri karartmaya çalışan ideolojik bir aparat, uzantı, makine haline gelmişler.

AB’den gelen istihbarat geçici seçim hükümetinin “güvenlik zaafiyeti yok” iddiasını çöketiyor. Hrant Dink cinayeti ve bir çok katliamdaki mekanizme 10 Ekim günü Ankara’da aynı şekilde işledi. Saldırı istihbaratı olduğu halde önlem alınmadı. Suruç katliamının faillerini açığa çıkartmayan devlet,Ankara’da bombaların patlamasına bile bile göz yumuldu.

ANKARA GÜVENLİK ZAAFİYETİ VE POLİSİN DÜŞMANCA TUTUMU

n Mitinge giriş bölgesinde hiçbir güvenlik önlemi almayan polis, kortejin önünde biriktiği yerden yaralıları kurtarmak isteyen göstericilerin üzerine gaz bombası attı. n Ankara radyosu ilerisinden mitingin yapılacağı Sıhhıye Meydanı’na kadar olan bölgeyi kapatan sivil polisler hiç bir şey olmamış gibi sırıtıyordu. Sosyalist İşçi muhabirleri ve çok sayıda gösterici katliamdan yarım saat sonra bir çok polisin gülerek beklediğine şahit oldu. Bir çok barış eylemcisi polislere tepki gösterirken, bazıları polisler tarafından taciz edildi.

Bazı gazeteciler, bazı yazarlar, artık ne gazetececidir ne de yazar.

Ankara’da can pazarı saatlerce devam etti. Arkadaşlarımızın ölü bedenlerinin yanında, kimlerin öldüğü, kimlerin yaşadığı sorusu, bu felaketin nasıl gerçekleşebildiği sorusu, ambulans seslerinin gürültüsü, çığlıklar, ağlamalar arasında herkes birbiriyle dayanışmaya çalışır ve bir yandan da “üçüncü bir bomba daha olabilir” tehlikesiyle cebelleşirken, birileri klavyelerin başına geçip, HDP’nin seçim başarısı için kendi kortejinde bombayı kendisinin patlattığını yazabildi.

Katliamdan 48 saat sonra Avrupa Birliği’nin üyesi olan ülkelere bir hafta önce bombalı saldırı uyarısı geçtiği ortaya çıktı.

n Patlamadan kısa bir süre sonra alana hızla giren resmi polis aracı, adeta öfkeli kalabalığın tepkisini üzerinde toplamak istedi. Havaya ateş açan polisler ise izdiham yaratamaya aday bir başka provokasyon yaptı.

BAŞKANIN “GAZETECİLERİ”

İnsan değiller, vicdansız, mekanik varlıklara dönüşmüş durumdalar.

AB 1 hafta önce uyarmış

n Patlamanın olduğu bölgenin çevresinde istihbaratçı 25 sivil polisin olduğu söyleniyor.

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

Ankara katliamının hemen ardından, bombaların patlamasından bir kaç dakika sonra, kendi kendimizi bombaladığımızı iddia edenler, sadece gazeteci, yazar olma vasıflarını yitirmiş değiller, insan olma vasıflarını da yitirmiş durumdalar.

Başbakan yardımcısı faşist Tuğrul Türkeş ise "Orada bir güvenlik tedbirinin alınmaması bir zafiyet değildir'' ve ekledi “devlet miting alanına giriş ve çıkışları kontrol edebilir” diyerek bu katliamın gerçekleşmesinin normal olduğunu savundu.

n Bombalı saldırı Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2.5 kilometre yakınında, yüksek güvenlikli bir bölgede yüksek çözünürlüklü onlarca mobese kamerasının önünde gerçekleşti.

3

NE DEDİLER? KESK Eş Genel Başkanı Lami Özgen: “Bu yas ve isyan elbet dinmeyecektir. Bedeli ne olursa olsun barış mücadelemizde ısrarlı olacağız. Tek ses, tek yumruk olarak haykırmak gerekir. Hükümetin faşizan uygulamalarına karşı, sarayın kurmak istediği rejimine karşı durduğumuzu hep birlikte haykıralım. Savaşa hayır barış hemen şimdi.” DİSK Başkanı Kani Beko: “Kendi gözümle gördüm, yaralı insanları bile gözaltına aldılar. Bunları emniyete götürdüler, düşmana yapılmayacak şeyler maalesef mitinge barış, demokrasi, emek için gelen o barış elçilerine yapıldı.” Avrupa Sendikalar Konfederasyonu Genel Sekreteri Luca Visentini: “Bu, sendikalara ve barışa yönelik kalpsiz bir saldırıdır. Bu saldırıyı gerçekleştirenlerin insan yaşamı ile ilgili uzaktan yakından ilgisi yoktur” Dünya Sendikalar Federasyonu Genel Sekreteri Sharan Burrow: “Bugün Ankara’da Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi’ne yapılan saldırıda ölenlerin yakınlarına baş sağlığı ve yaralılara acil şifalar diliyoruz. Türkiye Hükümetinden bu lanetli olayın faillerinin hemen bulunmasını ve cezalandırmasını talep ediyoruz”.

Fakat, daha tehlikeli bir durumla karşı karşıyayız. Bu insanlar, HDP’nin kendi kortejini bombalayarak seçimlerde oy alabileceğini düşünüyorlarsa, demek ki, böyle bir fikre cidden inanıyorlar. Bunu yazdıklarına göre, böyle bir görüşü bir fikir diye yutturduklarına göre, sadece vicdansız, utanmaz, alçak değiller, bir oy için kitle katliamı yapılabileceğine inanan ahlaksızlar da. Bunlar, tehlikeli insanlar. Bunlardan uzak durmak lazım. Bunları teşhir etmek lazım. Bunlara karşı, herkesi, AKP’yi, hatta Erdoğan’ı bile uyarmak lazım. Kalemlerini, klavyelerini, twitter hesaplarını, bir oy, bir oy daha için kitle katliamı ihtimaline açabilen insan müsveddeleri aramızda. Can pazarında, ölülerinin arasında her şeye rağmen barışı savunana ve dik durmaya çalışan insanlara, “siz oy almak için kendi kendinizi bombaladınız” diyen bir ahlaksız, aslında oy almak için neleri yapmaya hazır olduğunu, neleri yapabileceğini, nelerin yapılmasını meşru gördüğünü açığa sermiş oluyor. Sizi hiç unutmayacağız. Ölülerimizin üzerinde tepindiniz çünkü. Nefret tohumları ektiniz. Koşullar elbet değişecek ama bir oy için neleri yapabileceğini gösteren satılmış kalemlerin üzerinde olacak gözümüz. Daima.


4

DÜNYA

SURİYE: RUSYA’NIN MÜDAHALESİNE HAYIR Suriye’de askeri operasyon yürüten ülkelere Rusya da katıldı. Rusya’nın 30 Eylül’de başladığı askeri müdahale, sadece IŞİD’i değil, diğer muhalif grupları ve sivilleri de hedef aldı. Saldırılar, esas olarak Esad rejimini korumayı hedefliyor.

Suriye’de ABD ve Batı müdahalesine karşı çıkanların bir kısmı dahi Rusya’nın müdahalesini “teröristlere karşı olduğu”, “IŞİD’i gerileteceği”, “ABD’yi dengeleyeceği” gibi argümanlarla destekliyor. Oysa Rusya, Suriye halkını düşünen antiemperyalist bir güç değil, Ortadoğu’da kendi bölgesel etkisini güçlendirmeye çalışan emperyalist bir devlet. Rusya, Suriye Devrimi’ne ilk andan beri baskıyla ve katliamla karşılık veren Esad rejiminin en önemli destekçilerinden biri. Onun başlattığı bombardıman, zaten her gün farklı ülkelerin uçakları tarafından bombalanan Suriye halkının durumunu iyileştirmeyecek. Bombardımanlar sadece daha çok ölüme ve daha fazla mülteciye neden olacak. Rusya’nın emperyalist olarak görülmemesi, emperyalizmin yalnızca ABD egemenliği olarak algılanmasından kaynaklanıyor. Oysa emperyalizm, bir ülkenin yöneticilerinin oturup dünyanın geri kalan ülkelerindeki gelişmelere karar vermesi değil; kapitalizmin dünyadaki işleyişinin örgütlenmesidir. Dünyayı yöneten gizli bir el değil, tüm gezegeni saran ekonomik, askeri ve jeopolitik bağlardır. Rusya’nın Lazkiye havaalanını askeri üsse çevirmesi, IŞİD bahanesiyle Suriye’yi rejimle birlikte bombalamaya başlaması, bu ülkenin gerileyen ABD egemenliğine karşı yönelik son hamlesi. Rusya, ABD’nin ekonomik olarak gerilediğini görüyor ve bu gerilemenin jeopolitik sonuçlarını hızlandırmak istiyor, kendi etki alanının kısıtlanmasına sert tepki KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse

NATO BİR SAVAŞ AYGITIDIR NATO, SSCB’ye karşı anti-komünist bir cephe kurma çalışmalarının son askeri aşaması oldu. ABD, NATO anlaşmasının metnini 18 Mart 1949’da yayınladı. Amaç, yayıldığı düşünülen komünizmi yenilgiye uğratmaktı çünkü ABD Ticaret Bakanı Hariman’a göre Sovyet saldırısı “Hitler”den daha büyük bir tehlike” oluşturmaktaydı. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki rejimlerin çöküşünün ardından Varşova Paktı’nın sona ermesiyle birlikte, NATO’nun var oluş nedeni tartışılmaya başlandı. Ancak ABD eski başkanı Bill Clinton “Dünün NATO”su, üyelerinin sınırlarına yapılacak bir askeri saldırıya karşı onların güvenliğini sağlamaktaydı. Yarının NATO’su bu görevine devam etmekle birlikte sınırlarımızın ötesinden gelebilecek tehditlere karşı da görev yapacaktır. Bunlar kitle imha silahlarının yaygınlaşması ve etnik şiddet ve bölgesel çatışmalardır” diyerek NATO’nun sadece Soğuk Savaş ile sınırlı olmadığını ifade etti. Bu çerçevede NATO 1991 yılından bu yana başta Doğu Avrupa ve Balkanlar olmak üzere genişleme çalışmalarına devam ediyor.

ABD YİNE “YANLIŞLIKLA” VURDU

Afganistan’daki ABD işgal kuvvetleri, 3 Ekim günü Kuzey Afganistan’daki Kunduz’da Sınır Tanımayan Doktorlar’a (MSF) ait bir hastaneyi bombaladı. Bombalama sonucu 12 MSF gönüllüsüyle 10 hasta hayatını kaybederken 33 kişi ise kayıp. Dünyadaki savaş bölgelerinde acil sağlık hizmeti sunan Sınır Tanımayan Doktorlar, bağımsız bir uluslararası soruşturma açılmasını talep etti. Esad rejimini silahlandıran Rusya, şimdi Suriye’yi bombalıyor.

gösteriyor. Türkiye’deki sosyalistler açısından ilk ve en önemli görev ise elbette Türkiye devletinin ve onun başındaki AKP hükümetinin Suriye Devrimi’ni kendi amaçları için manipüle etmesine karşı çıkmak. AKP, Suriye halkını düşündüğü için değil, bölgesel bir hegemonya kurabilmek için ABD ile birlikte Suriye’ye müdahale etti, ABD ile Batı tarafından kontrol edilen bir askeri güç kurmak için eğit-donat programı yürüttü. Ancak “kendi” devletimize karşı çıkarken, aynı zamanda hem ABD’nin başını çektiği koalisyon güçlerinin Suriye’yi bombalamasına hem de Rus bombardımanına karşı çıkmalıyız. Suriye’deki tek çözümün Suriye halklarının hem Esad rejimine hem de IŞİD’e karşı birleşik mücadelesi olduğunu vurgulamalıyız.

Barack Obama, ikiyüzlü bir şekilde, saldırının bir hata olduğunu söyleyip MSF’den özür dilerken, ABD ordusu da saldırıda ölen ve yaralananlara tazminat vereceğini duyurdu. MSF başkanı saldırının uluslararası hukuku ihlal ettiğini, ABD ve Afgan yetkililerin haberdar edilmesine rağmen saldırının yarım saat daha sürdüğünü açıkladı. Geçtiğimiz ay Kunduz şehrini Taliban’ın yeniden alması bu bölgedeki çatışmaları şiddetlendirdi.

ALMANYA’DA YÜZ BİNLER SOKAKTAYDI

Aralık 2002’deki Kopenhag zirvesinde alınan AB genişleme kararı ile 2002 Prag NATO zirvesindeki NATO genişleme kararı aynı zamanlara rastlar. NATO”ya bu tarihte yedi eski komünist devlet kabul edildi. Bunlar Bulgaristan, Estonya, Litvanya, Romanya, Slovakya, Slovenya idi. 1999’da Macaristan, Polonya ve Çek Cumhuriyeti de NATO üyesi oldular. Sonuçta, NATO 12 üyeden 26 üyeye ulaştı. NATO kendisini politik ve ekonomik parçalarıyla insancıl bir örgütlenme olarak göstermeye çalışırken; tüm dünyada askeri üsleriyle ve şiddetle gücünü korumaya çalışan Amerika Birleşik Devletleri’nin bir aracı olarak kalmaya devam ediyor. Birleşmiş Milletler ve uluslararası yasaları dikkate almayan, militarizasyonu ve askeri masrafları artıran NATO ülkeleri dünya askeri harcamalarının yüzde 75’ini gerçekleştiriyor. NATO, Avrupa’da militarizasyonun artırılması ve Avrupa ülkeleri arasındaki gerilimi artıran politikaların kabul edilmesi için çalışıyor. ABD, Avrupa ülkelerinin karşı çıkmasına rağmen NATO maskesi altında Avrupa’da nükleer istasyonlar kurmaya devam ediyor. Bunlardan bir tanesi de Türkiye’deki İncirlik Üssü. ABD’nin bu üste 60 adet B-61 nükleer bombası bulunuyor. NATO saldırgan, yayılmacı, militarist ve eşitsizliği savunan politikalara sahiptir. Barış ve demokrasi mücadelesinde ve böyle bir dünyada yeri yoktur.

Almanya’da 10 Ekim günü yüzbinlerce kişi sokaklara dökülerek, ülkenin ABD ve Kanada ile imzalamayı düşündüğü Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) ve Kapsamlı Ekonomik ve Ticari Anlaşma’yı (CETA) protesto etti. Eylemi aralarında sendikalar, sivil toplum örgütleri ile Sol Parti ve Yeşiller Partisi’nin de bulunduğu otuzdan fazla yapı örgütledi. Küresel ekonomiyi daha entegre hâle getirip, ticareti kolaylaştıracağı söylenen bu anlaşmalar, şirketlerin gücünü büyük oranda arttırıyor. Anlaşmaya göre, şirketler devletlerin çıkardığı yasaları ve düzenlemeleri mahkemeye verebilecek. Anlaşmanın detayları ve getireceği değişikliklerin tümü ise halka açıklanmıyor.


RÖPORTAJ

5

“BARIŞ BİLİNCİ KÜRTLERİN DIŞINDA HÂLÂ ÇOK EDİLGEN” Gazeteci ve barış aktivisti Necmiye Alpay, Barış Açısını Savunmak’la ve çözüm süreciyle ilgili gazetemizin sorularını yanıtladı. Barış Açısını Savunmak, Türkiye Barış Meclisi’nin şubat ayında gerçekleştirdiği “Çözüme Doğru” başlıklı konferansının sunumları ve çözüm sürecinin dinamikleriyle ilgili bir raporun yer aldığı bir çalışma. Kitap, çözüm sürecinin sürdüğü koşullarda yapılan çalışmaların ürünü. Bu açıdan günümüzde, savaşın yeniden başladığı koşullarda, bu çalışma okurlara nasıl bir perspektif sunmuş oluyor? Necmiye Alpay: “Barış Açısını Savunmak”, yalnızca çözüm sürecinin sürdüğü koşullarda yapılan çalışmaların ürünü değil. Başlangıçta öyleydi tabii, ancak biz konferansı kitaplaştırma çalışmalarına yeni başlamıştık ki, Recep Tayyip Erdoğan 22 Mart’tan itibaren yaptığı açıklamalarla süreci yüz seksen derece tersine döndürdü. Önce, İzleme Heyeti ilkesini doğru bulmadığını, kendisinin Dolmabahçe Mutabakatı’na da karşı olduğunu söyledi. Ardından işi “Kürt sorunu yoktur” demeye kadar vardırdı. Sonra Suruç Katliamı ve daha sonra iki polis görevlisinin evlerinde enselerine kurşun sıkılarak öldürülmesi, sürecin sona erdiği yargısını pekiştirdi. Olayları, kitabın arkasındaki Kronoloji bölümünden izleyebilirsiniz. Dolayısıyla, kitabı güncelleme gereğini duyduk. Adı “Çözüme Doğru” olmaktan çıktı ve daha uzun erimli bir içerik kazandı. Katkıda bulunan yirmi yazardan, yazılarında gelişmeler ışığında gözden geçirmek isteyebilecekleri noktaları yeniden çalışmalarını talep ettik ve kitabın biraz gecikmesi pahasına gerekli güncellemeler yapıldı. Sonuçta kitabın okurlara günceli aşan bir perspektif sunduğunu söyleyebiliriz. Elinizdeki kitap, hem Kürt sorununda söz konusu iki buçuk yıl içinde olup bitenlerin hem de kalıcı bir çözüm için önümüzde duran güçlüklerin analizini içeriyor. Diğer yandan, kitaptaki katkılar zaten baştan itibaren savaşın güncel durumunu aşan bir perspektifle hazırlanmıştı. Zaman ve yer olarak, Kürt sorununun çözümünü en geniş boyutlarıyla, dünyadaki benzerleri ve çeşitli boyutlarıyla ele alan katkılar söz konusu. Kitapta içerilen çeşitlilik, farklı görüş ve eğilimlerden gelen insanların aynı platformda buluşması çok önemli. Son dönemde yaşanan siyasal kutuplaşma, “Çözüme Doğru” konferansında birlikte tartışabilen insanların yeniden bir araya gelmesini zorlaştırmış olabilir mi? Necmiye Alpay: Barış Meclisi siyasi parti olmadığı, iktidar perspektifiyle hareket etmediği için, farklı siyasi kesimlerden kimselerin şu ya da bu ölçüde bir araya gelebildiği bir platformdur. Yeter ki barış/ çözüm meselesine ciddiyetle ilgi duyulsun ve katkı sunulsun. Tüm destekçiler barış/ çözüm kavramından aynı şeyi anlamasa da, kendi bireysel/kurumsal argümanlarını sunabiliyorlar ve bu bizce hayati bir önem taşıyor. Şu an iktidarın ağır baskılarının barış çalışmalarını zorlaştırmaması düşünülemez. Yeniden denediğimizde ne tür zorluklarla karşılaşacağımızı ise önümüzdeki dönemlerde göreceğiz. AKP’de bir demokratikleşmenin olmaması durumunda o cenahtan katılımların azalması beklenebilir. Buna karşılık,

toplum genelinde barışa uyanma düzeyinin yükselmekte olduğu dikkate alınırsa, katılımın oranı ve gücü artış da kaydedebilir.

lik. Nâzım’a bile “Dört nala gelip uzak Asya’dan” dedirten bir milliyetçilik bu. Sığ sularda günü kurtarmaya çalışan çocuksu, kurnaz bir feodalizmimiz var.

Kürt sorununu Kürt halkının haklarının tanınmaması olarak ele alırsak, sorunun esas olarak siyasi olduğu açığa çıkıyor. Batıda yaşayan milyonlarca insanın, Kürt halkının varlığının tüm düzeylerde reddine ve inkârına dayalı bir algıdan kurtulmasının önündeki temel engel ne olabilir?

Sizce barışın inşası açısından 1 Kasım seçimlerinin ardından nasıl bir dönem bekliyor bizleri?

Necmiye Alpay: Bu sorunuz asgari olandan biraz daha ileriye giden analizler gerektirdiği için, yanıtlamadan önce şunu belirtmeliyim: Sorularınızı meclis adına değil, kendi adıma yanıtlıyorum; tıpkı kitaba katkıda bulunan, Barış Meclisi destekçisi diğer yirmi yazar gibi. Sorunuza gelince, verebileceğim en kestirme yanıt şu olabilir: Temel engel, kalıcı bir barış politikasının yokluğudur. Bu hem devlet açısından, hem de çoğu STÖ açısından böyledir. Kürt sorununda kalıcı barış politikası demek, gerçekliğin inkâr yerine kabul edilmesi; eğitim, sağlık, bayındırlık ve diğer her tür kamu hizmetinde Kürtler başta olmak üzere tüm toplumsal kategorilerin haklarının ve hak eşitliğinin dikkate alınmasıdır. Ve elbette uygulamaların baştan sona buna uyarlanması. Bizim toplumumuz inkârların ve imhaların sancılarını çekiyor. Bugün sosyal demokrat olmak ve Kürtlerle dost görünmek isteyen CHP’nin altı “umde”sinden biri milliyetçi-

Necmiye Alpay: 7 Haziran’dan bu yana edindiğimiz tecrübe, bizi alabildiğine zor bir dönemin beklediğini gösteriyor. Barışın inşası açısından üstesinden gelmek zorunda olduğumuz iki büyük zorluktan biri AKP iktidarının nitelikleri, diğeri potansiyel açıdan barışçı olması beklenebilecek kesimlerin edilgenliğidir diyebilirim. Eğer AKP adlı pragmatist parti, devletin olanaklarını kendi çıkarları doğrultusunda bu fütursuzlukla kullanmaya devam ederse, ülkemizin başına her tür bela gelebilir. Potansiyel olarak barışçı dediğim kesimler kısmen Barış Bloku’nda toparlanmaya başlamış durumda ama barış bilinci Kürtler dışında kitlesel olmaktan hâlâ uzak, hâlâ çok edilgen. 1 Kasım’da ve her adımda büyük mesafeler kaydetmek zorunda olduğumuz açık. Bizleri, yani kalıcı barışın savunucularını, canını dişine takarcasına bir çaba bekliyor. Şu an seçim barajı utanmadan orada duruyor, devlet yönetimi kendi çapını çok aşan hırsı ve entrikacılığıyla hiçbir yönden güvenilemeyecek birilerinin elinde ve biz bütün bunlar karşısında sağlam durmak zorundayız. Ama eninde sonunda, kısa ve uzun vadede, kalıcı barışa ulaşmış bir toplum ilkesi hem her şeye değer, hem de zaten başka çaremiz yok. Eh, hepimize kolaylıklar diliyorum. (Bu röportaj, Ankara katliamından önce yapılmıştır…)


6 BARIŞ

BAŞARAMAYACAKLAR!

Ankara katliamında hayatını kaybeden demiryolları işçisi, BTS kurucusu Ali Kitapçı’nın eşi ve oğlu.

Sosyalist İşçi’nin bu sayısında Ankara’ya barış talebiyle gelen sendikalardan ve demokratik kurumlardan katılımcılarla yapılan röportajlara yer vermeyi planlamıştık. Ancak alanda röportaj hazırlığı yaptığımız sırada, devletin yol verdiği, göz yumduğu bir katliam gerçekleştirildi. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla binlerce insan ‘barış’ demek için, Türkiye’nin dört bir tarafından Ankara’ya yola çıkmıştı. Molalardaki coşku herkese mitinge dair umut ve güven vermişti. Ankara’ya varıldığında mitingin çok kalabalık olacağı belliydi. Binlerce insan halaylarla, şarkılarla, sloganlarla yürüyüşün başlamasını bekliyordu. Çok açık ki Ankara mitingi son zamanların en büyük gösterilerinden biri olacaktı. Genç, yaşlı, çocuk, işçi, öğrenci, orada olan herkes, bunu fark ettiği, barış için bu kadar kalabalık bir araya gelindiği için daha da fazla coşku duyuyordu. Kortejlerin yürüyüş için hazırlık yaptığı sırada bombalar patlatıldı. Bir katliam gerçekleştirildi. Barışı bombaladılar Bombalar Batı’dan yükselen barış talebine atıldı. Kürt halkının barış için Kürdistan’dan uzattığı eli Batı’dan tutmak isteyen, Kürt halkıyla dayanışmak isteyen iradeye atıldı. Cizre’de, Nusaybin’de, Sur’da, Mardin’de devletin, AKP’nin savaş emriyle sivillerin katledilmesine, devletin kolluk güçleri tarafından yapılan işkencelere, bombardımanlara sessiz kalmak istemeyenlerin dayanışma duygusunu kırmak için başkentin göbeğinde bombaların patlatılmasına göz yumuldu. Kürt sorununun savaş politikalarıyla değil ancak barışla, masaya oturarak ve Kürt halkının taleplerini hayata geçirerek çözülebileceğini söyleyenlerin sesini kısmak için göz dağı verilmeye çalışıldı. İşçi sınıfının Kürt halkıyla barış için kurduğu ittifak ve dayanışma, ortaklaştır-

dığı mücadele engellenmek istendi. Devlet ‘ne kadar Kürt, işçi, Alevi, sosyalist ölürse o kadar iyi’ yaklaşımıyla katliam gerçekleştirmekte beis görmedi. Ancak Kürdistan’dan Batı’ya kavuşan, kenetlenen elleri ayıramayacaklar. Bombalar Kürt halkına atıldı Hedef olarak HDP’nin toplanma noktası özel olarak seçilmişti. Saldırının önceden, incelikle planlandığı ve buna devlet tarafından yol verildiği çok açık. Bombalar Kürt halkına atıldı. Cizre’de 10 gün halkı ablukaya alan, Şırnak’ta Hacı Lokman Birlik’i infaz eden ve cesedine yapılan işkenceyi propaganda olarak servis eden, yüzlerce yerde özel güvenlik bölgesi adı altında sivilleri katledenler için hedef Ankara’da da Kürtlerdi. 7 Haziran’dan beri savaş politikalarını devreye sokan Erdoğan, AKP ve devlet savaşmaya, Kürtleri katletmeye doyamıyor. Katil polis Patlamaların hemen ardından devlet görevlilerinin yaptığı ilk iş alana polis sürmek oldu. Gün boyunca polislerin tavrı Kürtlerin, işçilerin, sosyalistlerin öldürülmüş olmasından dolayı büyük bir haz duyduklarının gösterir nitelikteydi. Birçok tanığın ifade ettiği gibi polisler açıkça sırıtıyordu. Yaralıların taşınması için ambulansların geçişini engelleyen çevik kuvvet bize saldırdı. Copladı, gaz attı, ateş açtı. Polisin hem patlamanın şokunu yaşayan hem de yaralılara yardım etmeye çalışan insanlara dönük kışkırtıcı tavrı gün boyu devam etti. Alanı terk etmeye, olay yerinden uzaklaşmaya çalışanlara tehditler savruldu. Adeta bilinçli olarak provoke edip daha fazla ölümün gerçekleşmesini sağlamak istiyorlardı. Binlerce insanın ortasında bombalar patladıktan sonra ilk iş olarak alana çevik kuvvetin yığılması

bile devletin mitinge dönük yaklaşımını gösteriyor. Umudumuzu yok edemezsiniz Patlamaların hemen ardından birçok kişi ‘barış’ diye haykırıyordu. İnsanlar bir yandan yaralıları kurtarmaya çalışırken diğer yandan sloganlarla barış iradesine sahip çıkmaya, saldırıya karşı öfkesini yansıtmaya devam ediyordu. Olayın tüm korkunçluğuna rağmen herkes birbiriyle dayanışmaya, yardım etmeye çalışıyordu. Hayatta kalanlar yılgınlık değil öfke hissediyor. Barışı kazanmaktan başka bir yol yok. Barış mücadelesi artık daha kararlı devam ediyor. Toplumun barış talebinden vazgeçmeye, geri çekilmeye niyetinin olmadığı katliamın hemen ardından Türkiye’nin dört bir tarafında gerçekleştirilen protestolardan belli. 10 Ekim akşamında Taksim başta olmak üzere pek çok yerde kitlesel gösteriler gerçekleştirildi. Ertesi gün Ankara’da binlerce insan polisin tüm engelleme çabalarına rağmen katliamda ölenleri andılar ve cenazeleri uğurladılar. Çok sayıda üyesini kaybeden DİSK, KESK, TMMOB ve TTB gibi emek örgütleri iki günlük grev çağrısı yaparak hem katliamla yılmayacağımızı hem de barış kararlılığımızdan vazgeçmeyeceğimizi gösterdiler. Barış isteyenlerin önünde önemli bir görev var. 1 Kasım’da milyonlarca insanın ‘oyumuz umuda, oyumuz HDP’ye’ demesi için kolları sıvamalıyız. 1 Kasım’da sadece savaş politikalarının, Suruç’un, Cizre’nin, Nusaybin’in, Hacı Lokman Birlik’in, Ankara’da katliamda kaybettiğimiz yoldaşlarımızın hesabını sormayacağız aynı zamanda toplumdaki barış iradesinin ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha göstereceğiz. Katliama sırıtanları, ellerini ovuşturanları, önünü açanları, savaşı kışkırtanları 1 Kasım’da yeneceğiz.


SEÇİMLER

MİLLİ BİRLİĞE DEĞİL BARIŞA SALDIRI Saldırının ‘ülkenin bütünlüğüne, Türk Devleti’ne’ karşı olduğunu söyleyip duranlar kendi sorumluluklarının üzerini örtmeye çalışanlar. 10 Ekim’de Ankara’da yaşananların neresine bakılsa altından devletin sorumsuzluğu, ihmalkarlığı hatta bilinçli zaafiyeti çıkıyor. Her şey ayan beyan ortada olmasına rağmen televizyonlara çı-

kan tüm bakanların, tüm AKP yetkililerinin paçasından yalanlar akıyor. Ulusal yas söyleminin arkasına kaçamayacaklar. Katliamın tanıkları, yoldaşlarını, kardeşlerini, çocuklarını kaybedenler, katliama öfke duyanlar ulusal yas değil hesap istiyor. Hesap vermek zorundalar. Sorumlular görevden alınmalı, istifa etmeli. İstifa

sorusuna karşılık pişkince sırıtanlar, oturduğu koltukların kendilerine bahşedildiğini ve hiç kalkmayacaklarını sananlar, hükümet olsaydık sorumluluk alırdık diyerek açıkça 7 Haziran’da yenilmiş olmalarının bedeli olarak katliamı sahiplendiklerini itiraf edenler hesap verecekler.

7

GÖRÜŞ Roni Margulies

DARBECİLERİ SEVEN BİNLERCE GÖNÜL Ankara’da bombaların patladığı haberini duyduğu anda “derin devlet” diye düşünmemiş kimse yoktur herhalde. Aşina olduğumuz bir senaryo çünkü: Bombalar, katliamlar, cinayetler, karmaşa ve karanlık, ardından da “huzur ve istikrar getiren kurtarıcı askerler”. Şimdilik anlaşıldığı kadarıyla, bu sefer öyle değilmiş; bombaları IŞİD patlatmış gibi görünüyor. Her şeyden önce, bizzet bombacı kadar hükümetin de sorumluluk taşıdığını vurgulamak gerek. Memleketteki savaş, şiddet, ölüm, hukuksuzluk, karmaşa ve nefret ortamını yaratan hükümet, bu ortamda olacak her vahşetin sorumlusudur, kolaylaştırıcısıdır. Bu hükümetten kurtulmadan bu ortamdan kurtulamayacağız. İktidardan düşerse başına neler geleceğini, yolsuzluğun hesabının sorulacağını bilen bu hükümet gitmeden, bu ortamdan kurtulamayacağız. Önce bunu vurgulamak gerek. Ama sonra da, aklımıza niye hemen “derin devlet” gelebiliyor, onu da düşünmek gerek. Niye geldiğini daha geçen hafta, gevezeliğiyle ünlü eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ belirtmiş. Yargıtay’da temyiz duruşmasından önce savunmasını soran gazetecilere Başbuğ, “savunma değil taarruz diyelim” demiş. Sonra demiş ki, “Bu acıyı kimse unutturamaz. 11 Şubat 2011 günü Silivri’de Balyoz Davası duruşması sonunda yaşatılan acıyı da kimse hafızalarımızdan silemez. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yapılan bu komploların planlayıcı ve icracılarının yakalanıp ortaya çıkarılıp adil şekilde yargılanmalarını sağlamaktır. Bu olmadan, bu davalar, bu süreç bitmez... Balyoz davası TSK’ne vurulan en büyük darbedir. Tarih, bu davayı bir ülkenin kendi ordusuna yapabileceği en büyük ihanet olarak yazacaktır. Bundan hiç şüphem yok.” Ergenekon savcı ve hakimleri için de Başbuğ, “Onlar vicdansız ve üzerlerine cüppe giydirilmiş zavallılardır” demiş.

BU KAÇINCI KATLİAM Sadece Ankara katliamı değil, hesabını soracağımız çok şey var. Katliamlar konusunda Erdoğan ve Davutoğlu başta olmak üzere AKP yetkililerinin sicili hayli kabarık. Roboski’de TSK tarafından 34 sivil katledildi, Erdoğan Genelkurmay’a teşekkür etti. Gezi direnişi sırasında 8 kişi polisler tarafından öldürüldü, Erdoğan ‘emri ben verdim’ diye övündü. Soma’da 301 maden işçisi yetkililerin ihmalkarlığından, kâr hırsından öldü, Erdoğan ‘bu işin fıtratında var’ dedi. 7 Haziran seçiminin hemen öncesinde HDP’nin Diyarbakır’daki seçim mitinginde bombalar patladığında, Suruç’ta onlarca genç katledildiğinde AKP’li yetkililer ölenleri suçladılar. AKP’nin başlattığı savaşın neticesi 7 Haziran’dan bu yana 694 ölüm. Hepsinin kanı Erdoğan’ın ellerinde. Tüm ölümlerin birincil sorumlusu çözüm sürecini bitiren, Ergenekon’la anlaşan Erdoğan’dır. Ankara mitinginin gü-

venliğini almayanlar, Davutoğlu, İçişleri Bakanı, Ankara Valisi ve Emniyet Müdürü derhal istifa etmelidir. Saldırının hemen ardından HDP’nin kendisini bombaladığını iddia edenler sadece ahmak oldukları için değil Kürt düşmanı ve savaş yanlısı oldukları için alçakça sözler sarfediyorlar. Toplumu savaşa ikna etmek için,

halklar arasında oluşan kardeşlik ve barış köprüsünü yıkmak için gerçeklerin üzerini bilinçli olarak örtmeye çalışıyorlar. Başta Cemile Bayraktar olmak üzere hepsi nefret saçıyor. Hepsi AKP’nin paçavralarından kara propaganda yayarak Erdoğan ve AKP liderliği etrafında koruma kalkanı örmeye çalışan ‘görevliler’.

ERDOĞAN VE PEKER İTTİFAKI Tek sıfatı faşist mafya lideri olmak olan Sedat Peker, nereden geldiği belli olmayan bir cüretle meydanlarda fink atıyor. 7 Haziran seçimleri öncesinde Sakarya ve İzmir’de AKP’ye oy toplamak için mitingler düzenleyen faşist, Ergenekon’dan yattığı cezaevinden çıktıktan sonra Erdoğan sevdalısı oldu. Faşistin AKP’ye oy istemek için son adresi Rize’ydi. Mitingde “Oluk oluk hepsinin kanlarını akıtacağız. Nehirler dolusu kanları aktıkları zaman anlayacaklar” diyerek katliam çağrıları yaptı. Yeni Şafak yazarı, ırkçı Taha Ün’ün düğününde Erdoğan’la Peker’in samimiyeti basına yansımıştı. Sedat Peker ‘o fotoğraf toplumda normalleşmem için kırılma anım’ demişti. Bu sözler Ergenekonla yapılan anlaşmayı özetliyor. Erdoğan’ın Ergenekoncuları normalleştiriyor.

Bunları okuyunca, geçen yıl Veli Küçük’ün serbest bırakıldığı günü hatırladım. Gölpazarı’na dönüp ilçe girişinde 100 araçlık bir konvoyla, ‘Bu topraklarda seni seven binlerce gönül var. İlçene hoş geldin Paşam’, ‘Gölpazarı seninle gurur duyuyor’ pankartlarıyla, kurban kesilerek karşılanmış, Kavaklı Park’ına Mehter Takımı ile birlikte yürüyerek girmiş, 5000 kişinin katıldığı şenlikte kürsüye çıkıp kalabalığa hitap etmişti. (Laf aramızda, karşılayanlar arasında CHP’li Belediye Başkanı da vardı). Bu herifler bu cesareti nereden buluyor? Sanki hiçbir darbe planı yapılmamış, siyasete hiç müdahele etme girişimi olmamış gibi konuşma cüretini nereden buluyor? “İhanet”, “zavallılar”, “taarruz” gibi lafları nasıl ağzına alabiliyor? Alabiliyor, yavuz hırsız gibi konuşabiliyor, çünkü AKP hükümeti tüm darbecileri sokaklara saldı. Veli Küçük “Aktif siyasete girecek misiniz?” sorusuna “Ben Atatürk’ün yolunda siyasetin içindeyim” diye cevap vermişti. Kimin yolunda olduğunu bilmem, ama bir şeylerin içinde olduğundan kuşkum yok. Bu puslu şiddet havalarında onun gibilere gün doğduğunu da biliyorum.


8

GELENEK

BARIŞ MÜCADELESİ NEDEN DEVRİMCİDİR? ATİLLA DİRİM

Barış mı? Ne barışı? Kapitalizm içinde barış olmaz, sınıf

çelişkileri ortadan kalkana kadar barış asla gerçekleşemez. Bugün barış isteyenler, bilerek veya bilmeyerek kapitalist görüşleri işçi sınıfına yaymakta, işçi sınıfının mücadelesini geriletmektedir. Ne barışı! Devrim savaştan geçmiyor mu? Bu görüşler kendilerini marksist ve devrimci olarak adlandıran çeşitli çevreler tarafından sık sık dile getiriliyor. Kürt halkının yıllardır verdiği kararlı ve ısrarlı barış mücadelesi yine bu çevreler tarafından küçümseniyor, Kürt halkına savaşmaları yolunda akıl veriliyor. Oysa devrimci tutum bu noktada tam da Kürt halkının barış mücadelesini koşulsuz olarak sahiplenmek, desteklemek ve yükseltmek, bunun için en kararlı mücadeleyi vermektir. Bölünmüş işçi sınıfı Marx, 1870 yılında İngiltere'de işçi sınıfının durumunu analiz ettiğinde, işçi sınıfının İngiliz ve İrlandalı işçiler olmak üzere iki düşman kampa bölündüğünü tespit etmişti. İngiliz işçilerin İrlandalı işçilere duyduğu nefret o kadar büyüktü ki, İngiliz işçiler ulusal düşüncelerini sınıf çıkarlarının önüne koyuyor, İrlandalı işçilerle kapitalist sınıfa karşı mücadele etmek yerine, kendilerini sömürenlerin yanında yer alıyorlardı. Bu yüzden İngiliz işçi sınıfının örgütlülüğü ve mücadelesi çok zayıftı. Marx,"başka bir ulusu ezen ulus özgür olamaz" tezini bu tespitten yola çıkarak geliştirmişti. Başka bir ulusu ezen ulusun işçilerinin özgür olması, kendilerini bağlayan zincirleri parçalaması ve kendisini sömürenlere karşı ayağa kalkması gerçekten de mümkün değildir. Ezen ulusun işçileri, ezen ulusun egemenleri-

nin milliyetçi propagandasından çok güçlü bir şekilde etkilenmektedir. Egemenler, günün 24 saati ve haftanın 7 günü boyunca, işçi sınıfına ezen ulusun ne kadar güzel ve köklü geleneklere sahip olduğunu, tarih boyunca ne kadar güçlü ve görkemli bir yerde durduğunu, damarlarında akan kanın ne kadar asil ve diğer uluslardan ne kadar üstün olduğunu anlatmaktadır. Anlattığı sadece bu değildir ama. Ezilen ulusun, ya da diğer ulusların ne kadar kötü ve düşman olduklarını da anlatır aralıksız olarak. Ezen ulusun işçilerini bu şekilde ezilen ulusun işçilerine karşı kışkırtır, birlikte mücadele etmelerinin önüne set çeker. İşçiler arasında kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda geliştirilmiş "ulusal" düşünceleri yayarak işçi sınıfının mücadelesini bölmek, egemen sınıfın neredeyse en başından beri kullandığı güçlü bir silahtır. Egemen sınıf, ezilenlere aynı gemide birlikte yüzdüklerini, aralarında bir fark bulunmadığını, geminin zarar görmesi durumunda gemide bulunan herkesin aynı şekilde olumsuz etkileneceğini anlatır. Bu gemi vatan, içindeki yolcular da millettir. Diğer milletler ise gemiye ve içindekilere zarar vermeye çalışan düşmanlardır. İşçi sınıfının damarlarına günün 24 saati kesintisiz olarak zerk edilen bu düşünce, işçilerin ortak mücadelesinin önündeki en büyük engeldir. Çünkü "öteki" olan düşmandır. Milliyetçi zehir Marx, analizinde işçilerin milliyetçi duyguları nedeniyle birbirlerine düşmelerinin sadece kapitalistlerin farkına vardığını görmüştü. Marx'ın 1870 yılında yaptığı bu tespit, bugün de geçerliliğini aynen koruyor. Türkiye egemen sınıfının Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşın en önemli nedeni, Türkiye işçi sınıfının bilincini bulandırmak, baş

düşmanının kapitalist sınıf değil de Kürt halkı olduğu fikrini işçiler arasında yaymaktır. Bu durum Kürt ve Türk işçilerin birlikte kapitalist sınıfa karşı mücadele etmesini zorlaştırmaktadır. Çok eskiye gitmeye gerek yok, Erdoğan'ın Kürt halkına karşı savaşı tekrar canlandırdığı Temmuz ayından önceki çatışmasızlık döneminde, işçi sınıfının mücadelesinde hatırı sayılır boyutlarda bir yükselme yaşanmıştı. Demir-Çelik ve otomotiv sektörleri başta olmak üzere pek çok alanda grevler gerçekleşmiş, hükümet ulusal güvenliğe zarar verdiği gerekçesiyle bu grevlerin bir kısmını ertelemek zorunda kalmıştı. Kürt halkına savaş açılmasıyla, Kürt şehirlerinin kuşatılması, topa tutulmasıyla birlikte grevler bıçakla kesilmiş gibi son buldu. Sadece bu örnek bile ezilen ulusa karşı ezen ulusun yürüttüğü savaşın işçi sınıfının mücadelesine verdiği zararı ortaya koymaktadır. Barış ve devrim İşçi sınıfının damarlarındaki milliyetçi zehrin etkisi, barış ortamında hızla azalabilir. Barışın gerçekleşmesiyle birlikte egemen sınıf tarafından işçi sınıfının bilincini bulandırmakta kullanılan milliyetçi propagandalar etkisini yitirecektir. Asgari ücretin neden açlık sınırının bile altında olduğu sorusuna verilen "Kürtler yüzünden" cevabı, artık kimseyi tatmin etmeyecektir. Yoksulluğun, sefaletin, kötü düzenin sorumlusu olarak gösterilen savaş durumu ortadan kalktığı için, işçi sınıfı neden yoksulluğun hâlâ aynı şekilde sürüp gittiğini sorgulamaya başlayacaktır. Ya da neden bu kadar büyük bir orduya gerek olduğunu, neden bu kadar fazla silah alındığını, vergilerin neden işçi sınıfının hayat şartlarının düzeltilmesine harcanmadığını düşünmeye başlayacaktır. Bu, Türkiye egemen sınıfının en büyük korkularından biridir. Barış kelimesinden bu kadar rahatsız olmasının sebebi budur. Barış ortamı işçiyi istediği gibi sömürmesine engel olacak, işçi sınıfının kendisini bağlayan zincirleri daha kolay parçalamasını sağlayacaktır. Geride bıraktığımız cumartesi günü Ankara'da gerçekleştirilmek istenen büyük gösterinin de ana teması barıştı. Barış isteyen binlerce ve binlerce insan Ankara'da tren garının önünde bir araya gelmişti. Göstericilerin arasında hem Kürtler, hem de Türkiye işçi sınıfının üyeleri vardı. Kürt halkıyla Türkiye işçi sınıfının barış için bir araya gelmesi, egemen sınıf için kabul edilebilir bir durum değil. Bu yüzden Türkiye tarihinin en büyük katliamını gerçekleştirdiler.

Ankara katliamını protesto eden emekçiler barış için sokakta.

Dolayısıyla barış mücadelesi, işçi sınıfının zincirlerini kırmak için gösterdiği çabanın ayrılmaz bir parçasıdır. Devrimcilerin şu anki en önemli görevlerinden biri, barış talebini ülkenin batısında da en güçlü bir şekilde yaymaya çalışmaktır. Bu ülkeye barış gelmedikçe işçi sınıfının zincirlerini kırması, ayağa kalkması, devrim ve sosyalizme doğru yol alması mümkün değildir.


SINIF MÜCADELESİ

DİSK VE KESK ÜYESİ İŞÇİLER KATLİAMI PROTESTO İÇİN GREVDEYDİ Ankara’daki katliamda yaşamını yitirenler Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında anıldı. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin iki günlük grev çağrısı yüzlerce iş yerinde karşılık buldu, iş bırakan emekçiler kitlesel gösteriler düzenledi. Okulları boykot eden öğrenciler, kampüslerde yürüyüşler düzenledi.

n Birleşik Metal-İş'in örgütlü olduğu Gebze Çayırova Boru, fabrikasında vardiya girişinde basın açıklaması ve saygı duruşu yapıldı.

n Çiğli Organize Sanayi Bölgesinde işçiler yürüdü n İZSU fabrikası işçileri işyerinde anma yaptılar. n Cerrahpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Haseki Kardiyoloji ve Haseki Eğitim ve Araştırma hastanesi ile Samatya Devlet Hastanesinde iş bırakan sağlık çalışanları katliamın yaşandığı saat olan 10:04’de ortak açıklamalar yaptı. Haseki Kardiyoloji ve Haseki Eğitim ve Araştırma hastanesi çalışanları bulundukları yerde açıklama yaparken, Samatya Devlet hastanesi çalışanları ise Cerrahpaşa Eğitim ve Araştırma hastanesi önündeki açıklamaya katıldı. Açıklamaya Tıp öğrencileri de katıldı. n Diyarbakır'da DİSK Genel-İş 1 ve 2 Nolu şubeler DİSK Güvenlik-Sen ve BES üyeleri Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde toplandı. Kitlesel yürüyüşün ardından Ankara’da hayatını kaybeden HDP Giresun Milletvekili Adayı Abdullah Erol’un cenazesi defnedildi. n Kayseri’de emekçiler Eğitim-Sen önünden Cumhuriyet Meydanı’na yürüdü. Emekçiler “Hırsız katil AKP”, “Şebnem Yurtman 20’sinde bir fidan”, “Katillerden hesabı emekçiler soracak” sloganları attı. Ankara’da yaşamını yitirenler için Kayseri Cumhuriyet meydanına çiçekler bırakıldı ardından saygı duruşu yapıldı. n Ankara'da yaşanan katliamı kınamak için ODTÜ'de Eğitim-Sen üyeleri greve çıkarken, öğrencilerde dersleri boykot etti. Hazırlık önünde toplanan öğrenciler, burada Eğitim Sen üyesi emekçiler ve akademisyenlerle bir araya geldi. Buradan yürüyüşe geçen öğrenci ve emekçiler kampüsteki yürüyüşün ardından, katliamda can verenler için Fizik binası önünde bir anma düzenlediler. MARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım

KATLEDİLEN YOLDAŞLARA SÖZÜMÜZÜ YERİNE GETİREBİLMEK İÇİN Dostlarımız, sevdiklerimiz, yoldaşlarımız gözlerimizin önünde katledildiler. Geride kalanlar, sorumluluğumuz büyük. Çok çalışmalıyız. Geldiğimiz kritik yerde HDP’nin bu seçimden de zaferle çıkması parlamenter hesapların ötesinde bir anlam taşıyor. Bir oy nice hayatları kurtaracak. Kürt sorunu çözülmeden, ezilen halkın eşitliği tanınmadan akan kan durmayacak. Demokratik siyaset hakkı katliamlarla engellenen HDP’nin sandıktan oylarını artırarak

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

YOKSULLUĞA KARŞI İŞÇİLER SENDİKA ÜYESİ OLMALIDIR. Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK), 2014 yılı araştırma sonuçlarına göre, Türkiye’de kullanılabilir fert geliri ortalama yıllık 14 bin 500 TL oldu. Gelirlerin bölgesel dağılımlarında ise önemli eşitsizlikler var. İstanbul’da kullanılabilir fert geliri yıllık 19 bin TL iken, Kürt illerinde 7 bin 500 TL seviyesine kadar indi. Türkiye’de en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay yüzde 46 olurken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun payı yüzde 6 oldu. Bu oranlarla Türkiye dünyadaki en kötü gelir dağılımına sahip ülkelerden birisi olmaya devam etti.

12 Ekim günü 10.04’te başlayan anma ve protestolar:

n Anadolu Üniversitesi öğrenci ve hocalar Hukuk Fakültesi önünde biraraya geldi. "Korkmaz Tedik onurumuzdur", "Gün gelecek devran dönecek katiller halka hesap verecek" sloganları atıldı. Anadolu Üniversitesi öğrencileri fakülte fakülte gezerek öğrencileri ve hocaları boykota çağırdı.

9

Fabrikada katledilenleri anan Birleşik Metal-İş üyesi işçiler.

n Bursa'da da DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla Ankara'da yapılan saldırı kınandı. Kent meydanında toplanan kitle Fomara Meydanı’na doğru yürüdü. Yürüyüşte sık sık ‘AKP savaş halklar barış istiyor’, ‘Hükümet istifa’ sloganları atıldı. n KESK’in çağrısıyla Balıkesir toplu taşıma merkezinde toplanan yaklaşık bine yakın emekçi Ali Hikmet Paşa Meydanına yürüdü. Patlamada hayatını kaybedenler anısına yapılan saygı duruşu ardından KESK bileşenleri adına basın açıklaması yapıldı. n DİSK'e bağlı Birleşik-Metal İş sendikasında örgütlü işçiler bu sabah onlarca fabrikada iş bırakarak barış için basın açıklamaları ve eylemler düzenledi, barış talep etti. n İzmir’de Basmane Garı önünde başlayan yürüyüş Gündoğdu meydanında son buldu. Gündoğdu meydanında bir araya gelen 25 bine aşkın yurttaş, katliamda ölenlerin fotoğraflarını açarak “Katil Erdoğan” sloganları attı. Eylemde ilk olarak Barış Anneleri konuştu, katliamda ölen Barış annesi Meryem Ana anılarak, katilleri tanıdıkları ve analar olarak hesabını soracaklarını söyledi. n Mersin'de Çimsataş işçileri üretimi durdurup haykırdılar: "Yastayız, isyandayız." n Katliam’da yaşamını yitiren Tarım Orkam Sen İzmir Şube Yönetim Kurulu üyesi Mesut Mak ve Adil Gür’ün cenazesine Dersim’de on binlerce insan katıldı. 13 Ekim’de sendikalar ve meslek örgütlerinin İstanbul’da yapacağı anma yürüyüşü yasaklandı. çıkması, tüm savaş planlarını altüst edebilir. Türkiye devleti hem kendi sınırları içinde, hem Irak ve Suriye’de savaşıyor. İki cephede birden savaşı sürdüremezler. HDP’nin seçim zaferi, devleti yeniden müzakere masasına oturtmak için şart. Fakat sadece parlamenter mücadele ile hesap soramayız. Türkiye’nin batısında, bugün cebelleştiğimiz birçok sorun ve başlıkta tabanda kitleleri mobilize edecek, mücadeleyi işyerlerine, okullara, mahallelere yayacak, emekçi sınıfların örgütlenmesine yardımcı olacak antikapitalist bir odağa ihtiyacımız var. Bu hareket, Erdoğan’ı seven ve AKP’ye oy veren, şimdilerde birçok şeyden kuşku duyan, Türkiye işçi sınıfının geniş kesimlerini kazanmak zorunda. Dindar işçileri düşman ilan eden, sol ve sosyalistlerle arasına giren, damgalayıp, aşağılayıp Erdoğan’ın yanına iten politikalar harekete içeriden çok büyük zarar verdi. Batıdaki emekçileri kazanmanın yolu bir yandan barışı,

Araştırmanın gösterdiği diğer bir sonuca göre 2014 yılında 22 milyon insan ayda 648 TL’yle geçinmeye çalıştı. Nüfusun, yüzde 67’si taksit ödemeleri ve borçları olduğunu söyledi. Yüzde 69’u evden uzakta bir haftalık tatili, yüzde 68’i yıpranmış eşyalarını yenilemeyi ekonomik nedenlerle yapamadığını beyan etti. Bütün bu ekonomik sorunların asıl nedeni, sendikal örgütlenme düzeyinin düşüklüğüdür. Sendikal örgütlenmenin olduğu iş yerlerinde ortalama gelir, sendikasız işyerlerine göre her zaman daha fazla olmaktadır. Sendikal örgütlenme aynı zamanda işçilerin sosyal güvenlik sistemine girmesini de güvence altına almaktadır. Ancak sendikalar işçinin ekonomik olarak güçlenmesi için elverişli koşullar oluşturma noktasında çok ağır davranmakta, patronları ücret artışları konusunda yeterince zorlamamaktadır. Toplu sözleşme dönemlerinde son yıllarda pek çok işveren talebi sendikalar tarafından sessizce kabul edilmekte, işçiler lehine toplu sözleşme imzalanması için çoğu zaman işçilerin direniş yapması gerekmektedir. Ama yine de sonuçta ücretlerin artması, yoksulluğun panzehiri, sendikaların mücadelesi, sendikal örgütlenmenin yaygınlaşması, direncinin artması ile mümkündür. Bu noktada önemli bir sorunla karşı karşıyayız. Sendikalar toplumsal kutuplaşmaya bağlı olarak bölünmüş durumdalar. Bu bölünme işçi sınıfının mücadelesini olumsuz etkilemektedir. İşçi sınıfı yapay bölünmeler yerine, yoksulluğa karşı birleşik bir mücadeleye ve örgütlenmeye yönelik hamle yapmalıdır. Ankara katliamından sonra, işçi sınıfının birleşik mücadelesi çok daha acil bir ihtiyaç haline gelmiştir. Bu nedenle konfederasyonlar tarafından alınan iki günlük grev kararı çok önemlidir. Bu greve diğer konfederasyonların üyesi işçilerin ve sendikasız işçilerin katılımı sağlanmalıdır. Tavanda sağlanamayan birlik, tabanda, mücadelenin içinde sağlanabilir. Kürtlerin ve tüm ezilenlerin özgürlüğünü savunmaktan, aynı anda egemen sınıfın işçileri bölen fikirlerine ve sermaye politikalarının tümüne toptan karşı mücadele etmekten geçiyor. Karşımızdaki düşman kim olursa olsun, seri katil devletle asla yan yana düşmeden! Gezi Parkı direnişinden bugüne hayat, bize bir çok acı ders verdi. Batıda örgütsüzlük aşılmadığı sürece hiçbir gerçek adım atamayız. Şimdi sadece protesto değil örgütlenme zamanı. Ankara’da patlayan bombalar, Ortadoğu’da her geçen gün büyüyen ve yayılan savaştan geldi. Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de emekçiler her gün Ankara katliamındaki koşulları yaşıyor. Solda hakim kılınan Arap düşmanı, Ortadoğu’daki mücadeleleri hakir görüp, ya Amerika’nın ya da Rusya’nın savaşını destekleyen sağcı fikirlerden kurtulmalıyız. Emperyalizme, IŞİD’e, baskıcı rejimlere karşı Ortadoğu’daki tüm devrimci ve demokratik hareketlerle dayanışmalı, birlikte mücadele etmeli ve örgütlenmeliyiz.


10 MEKTUP

BOMBALAR BARIŞI SUSTURAMAYACAK AKP ALEVİLERE NE VAAT EDİYOR?

SOSYALİST İŞÇİ’Yİ DÜZENLİ OKUMAK İÇİN BİZİ ARAYIN

Davutoğlu, Cemevlerine ibadethane statüsünün verileceğini ve çeşitli kanunlarda gerekli düzenlemelerin yapılacağını ifade etti. AKP ilk defa resmi bir ağızdan Cemevlerine statü tanıyacağını iddia etse de bu Alevi toplumu tarafından gerçekçi karşılanmıyor. Bu konuda karnesi bir hayli kötü olan AKP, bugüne kadar sürdürdüğü oyalama ve asimilasyon politikasından çark etmiş görünüyor. Fakat konunun kritik tarafı nasıl bir statü verileceği. Alevi toplumunun talebi Cemevlerine “ibadethane” statüsü verilmesi. Beyannamede ise böyle bir ifade yok ve bunun yanında “geleneksel irfan merkezi” ile cemevlerinin eşitlenmesi söz konusu. Murat Kara - Bursa

Diyarbakır’da Ankara katliamı protestosu.

9 Ekim’i 10 Ekim’e bağlayan gece, Barış Mitingi’ne gitmek üzere İstanbul’dan otobüslerle yola çıktık. İlk buluşma noktasında, yüzlerce insan biraraya geldik. Mitingin coşkulu olacağını orada sezmeye başlamıştık. Halaylar çekildi. Barış ve mücadele sloganları atıldı. İnsanlar yavaş yavaş mitingin havasına girmeye başlamıştı. Sabah 9’a doğru Ankara’ya vardık. Mitinge şehirdışından gelenler üzerlerindeki yorgunluğu atmak ve yürüyüşe hazırlanmak için garın civarındayken daha erken gelenler kortejlerini

oluşturmaya başlamıştı. Geldiğimizden beri dikkat çeken HDP kortejindeki coşkuydu. Halaylar çekiliyor, barış türküleri söyleniyor, barış anneleri ses aracından slogan attırıyordu. Herkeste mitingin coşkulu ve etkili olacağı hissi uyanıyordu. Tam bu sıralarda önce cılız ardın çok daha şiddetli iki patlama sesi yankılandı. Üçüncü patlama endişesiyle dağılan insanlar üzerlerinden şoku atıp hemen yaralıların yardımına koştu. O anda bile alanda “yeter artık” figanları dışında bir ses olmadı. Tabii neredeyse ambu-

lanslardan önce gelen toma ve çevik kuvvet ekiplerini saymazsak.Barış için çıktığımız yoldan arkadaşlarımızın cenazeleriyle döndük. Barışı savunduğu için yoldaşlarımız katledildi. Ama biz Amed’li yoldaşların dediği gibi “Herşeye Rağmen Barış’ı savunacağız. Kaybettiklerimiz yerine de haykıracağız; daha gür çıkacak sesimiz. Daha çok mücadele edeceğiz. Adım adım, ilmek ilmek barışı, özgürlüğü, demokrasiyi öreceğiz. Umut Mahir Özen - İstanbul

KİTAP: MARKSİZMİ ÖĞRENMEK İÇİN Marksist teori, bu eylem klavuzunu yaratanların eserlerinden öğrenilir. Ancak Karl Marx'ın ve Friedrich Engels'in kitaplarını okumadan marksist kavramlar üzerine bilgi sahibi olmak, kendine marksist diyenlerin nasıl fikirlere sahip olduğunu, aralarındaki farkları ve teoriyi ürettikleri koşulların ne olduğunu öğrenmek için giriş kitapları okumak işimizi kolaylaştırabilir. Z yayınlarından iki kitap, dünyayı değiştirmek isteyenlerine işine çok yarayacak. Marksizme Giriş, Chris Harman, 112 sayfa Marksist yazar ve militan Chris Harman'ın kitabı Karl Marx teorisini ve temel argümanlarını 12 başlık altında topluyor. Harman kitaba yazdığı önsözde marksizmin zor anlaşılır olduğu görüşüne karşı şunları söylüyor: "Haftanın 40 saati fabrikalarda, madenlerde ya da bürolarda çalışan sosyalistlerin pek çoğunun, marksizmin asla kavramayacakları bir şey olduğunu varsaymaları şaşırtıcı değil. Gerçekte ise, marksizmin gerçek fikirleri kolayca kavranabilir yalınlıktadır. Bu temel fikirler; başka bir fikirler bütününün yapamadığı biçimde, içinde yaşa-

dığımız toplumu açıklarla bize." 1968 kuşağının öğrenci liderlerinden, marksist teori ve özellikle marksizmin ekonomi-politik görüşleri üzerinde uzmanlaşmış olan Chris Harman'ın kitabı kafamızı meşgul eden kapitalist toplumun yarattığı temel sorunlar etrafında marksistlerin devrimci eleştirisini anlatmış. Kitapta; Neden marksist teoriye ihtiyacımız var? Tarih nedir, sınıf mücadelesi nedir? Kapitalist sistem nasıl başladı? Emek değer kuramı ve ekonomik kriz nedir? İşçi sınıfı kimdir? Toplum nasıl değiştirilebilir? İşçiler nasıl devrimcileşirler? Neden devrimci bir partiye ihtiyacımız var? Emperyalizm nedir? Ulusal kurtuluş hareketlerine nasıl bakmalı? Marksizm ve feminizm arasındaki fark nedir? Sosyalistler savaşa karşı nasıl mücadele eder? sorularına yanıt veriliyor. Gerçek Marksist Gelenek Nedir? John Molyneux, 95 sayfa Marx, "ben marksist değilim" demişti. Bugün bir çok isim marksist olarak anılıyor. Lenin'de marksist, Stalin de. Rosa Luksemburg'da marksist Mao'da. Biribine taban ta-

Ankara 05324750150 Sincan: 05397440268 İstanbul Beyoğlu: 05368474650 Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099 Kadıköy: 05334479709 Üsküdar: 05075550272 İzmir 05544602111 Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445 Üniversiteler 05397980171 ARŞİV: www.sosyalistisci.org

bana zıt ve tarih içinde karşı karşıya gelmiş güçler nasıl olur da aynı adla anılabilir. İngiltere'deki Socialist Worker Party'nin önde gelen üyelerinden John Molyneux, "gerçek marksist gelenek nedir?" sorusuna yanıt arıyor. Kitap, Karl Marks'tan bir altınıyla başlıyor: "Özel yaşamda bir insanın kendisi hakkında düşündükleri ve söyledikleri ile o insanın gerçekte ne olduğu ve ne yaptığı arasındaki ayrım gibi, tarihsel mücadelelerde partilerin sözleri ve vaatleriyle onların gerçek yapıları ve gerçek çıkarları arasında, kendileri hakkında sahip oldukları düşüncelerle gerçekte ne oldukları arasında daha dikkatli bir ayrım yapılması gerekir." 18. Brumaire'den yapılan alıntı Molyneux'nün yöntemi olarak beliriyor. Kendini marksist olarak adlandıran 20. yüzyıla damgasına vuran politik akımları Karl Marks'ın özgün teorisyle karşılaştırıyor. Marksizm ve Ulusal Sorun, Alex Callinicos, 40 sf. Dünyanın önde gelen anti-kapitalist düşünürlerinden biri olan Alex Callinicos, bu broşürde yer alan makalesinde marksist geleneğin ulusal baskıya ve ulusal kurtuluş hareketlerine nasıl baktığını inceliyor. Milliyetçiliğin bir çok çeşidi olduğunu anlatan Callinicos, ezen ulus milliyetçiliği ile ezilen ulus milliyetçiliğini farkına değiniyor.


GÜNDEM

TÜRKİYE’NİN İKLİM YALANI

11

DEVLETİN AİLE POLİTİKASI KADINLARIN KATİLİ

Şiddet uygulayan kocasını şikayet ettiği halde korunmayan, kendini korumak için öldürdüğünde hapse atılan Çilem Doğan: “Bir kadın isterse kendini doğurabilir. Bir kadın isterse dağ başında bile kalsa dimdik durabilir. Mücadele verebilir, sıfırdan başlayabilir. Burada karanlık çöktüğünde yalnız hissetmiyorum kendimi. Siz iyi insanlar iyi ki varsınız. Kadın arkadaşlarım, hiçbir zaman kirpiğiniz yere düşmesin. Alnınız hep dik; dimdik onurlu kalsın. Bir kardeş olarak ellerimi avucunuzda hissediyorum.” AYŞE DEMİRBİLEK

Ölüm saçan Yatağan termik santrali. AKP hükümeti kömüre dayalı enerji politikasını tercih ederek Türkiye’nin her yanına yeni termik santral kurulmasına ön ayak oluyor. NURAN YÜCE

Geçtiğimiz hafta Türkiye iklim değişikliğini durdurmak için sera gazı emisyon oranlarında azaltım hedeflerini içeren bir belgeyi Birleşmiş Milletlere sundu, kamuoyu ile paylaştı. Bu belge ile Türkiye’nin 2030 yılına kadar sera gazı salımını %21 azaltacağı söyleniyor. Ama açıklanan hedef koca bir aldatmacadan başka bir şey değil. Açıklama karşısında şaşırdığımızı söyleyemeyiz. Çünkü Türkiye bugüne kadar iklim değişikliğini durdurma konusunda hiçbir şey yapmadığı gibi bu hedefle de bir şey yapmayacağını söylemiş oldu. Şimdiye kadar Türkiye “iklim değişikliğine tarihsel olarak bir katkısı olmadığını, zenginliklerini fosil yakıtlardan sağlayan gelişmiş ülkeler gibi kendisinin de zenginleşme ve bu bağlamda sera gazı salım hakkı olduğunu ve buna ek olarak iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ülkeler arasında olduğu için de oluşturulan uluslararası iklim fonlarından faydalanması gerektiğini” iddia ede geldi. Türkiye’nin

1990-2012 yılları arasında karbon emisyonları %133,4 oranında artmasına rağmen, geçtiğimiz yıl Eylül ayında New York’ta katıldığı olağanüstü iklim zirvesinde aynı dönem için emisyon oranlarını %21 azalttığını bile iddia edebilmişti. Son açıkladığı belgede de aynı yöntemi uygulayarak 2030’a kadar seragazı emsiyon miktarını gerçekleşmesi mümkün olmayan yüksek seviyede bir projeksiyona dayandırıp, bunun üzerinden azaltım yapacağım diyor. Yaptıkları projeksiyona göre Türkiye’nin 2030 yılında sera gazı 1 milyar 175 tona ulaşacak, bunu üzerinden %21 azaltım yaparak 929 milyon tona indireceğiz diyorlar. 2030’daki olması beklenen emisyon miktarını dayandırdıkları projeksiyona göre ise Türkiye’nin büyüme oranı %7 civarında hesaplanmış. Oysa resmi devlet projeksiyonlarında bile büyüme hızı %5 görünüyor. Ve %5 üzerinden hesaplama yapıldığında 2030’da ancak 1 milyar tona ulaşılabilir. 1 milyar ton üzerinden 929 milyon tona indiğinizde ise %21 değil %7’lik bir azaltımda bulunmuş olursunuz. Ayrıca Sabancı Üniversitesi İstanbul

Devletin boşanma, ayrılma süreçlerinde korumasız bıraktığı kadınların dönüş adresleri de yine baba evleri oluyor. Sığınacak ve ekonomik bağımsızlığını koruyacak ya da kazanacak imkânı olmayan kadınlar bunu elde edene kadar çıktıkları baba evlerine geri dönüyor. Aile içinde de boşanmış bir kadın olduğu için hem namus olarak bir kara leke, hem de külfet olarak görülen kadınlar şiddet ve baskı gördükleri kocaları ile barışarak evlerine dönmek zorunda kalıyor, zorunda bırakılıyor.

Politikalar Merkezi’nin yaptığı çalışmaya göre Türkiye’nin her yıl %5 büyümesi mümkün değil ve doğal olarak 2030’da emisyon miktarının da 929 milyon tona çıkması söz konusu değil. Bu durumda ise aslında hiçbir azaltım hedefi belirlenmemiş olunuyor.

Kocasının evine dönen bir kadın barışmaya gelen kocası tarafından babasının evinde ölü bulundu. Kadın eve gelen kocası ile barıştı ve evde kalmaya devam ettiler. Bir gece çıkan tartışmayı duyan ve geldiğinde sorun yok cevabını alan anne baba odalarına döndü, sabah kadın kocası tarafından öldürülmüş olarak bulundu. Ailenin ve kimsenin karı koca arasındaki kavgaya müdahale etmemek istememesinin yabancı olmadığımız sonucu yaşandı.

Türkiye iklim değişikliğinden en fazla etkilenen ülkeler arasında. Hükümet bu yıl ardı ardına yaşanan Hopa’da, Bodrum’da felaket haline dönüşen sellerden, kuraklıktan hiçbir ders çıkarmamış görünüyor. Bakanların yaptıkları “bu tür aşırı yağışlar 500 yılda bir görülür” açıklamalarının hiçbir inandırıcılığı yok çünkü iklim değişikliğinin şiddetlendirdiği aşırı yağışlar artık gündelik hayatımızın bir parçası haline geldi. Bunu bir tek ciddiye almayan AKP hükümetinin kendisi, son açıkladıkları hedef belge ile de iklim değişikliğini; yaşanacak can ve mal kayıplarını, ekolojik yıkımı hiç umursamadıkları gibi sorumluları olduklarını da göstermiş oldular.

Devletin aile politikasının sonuçları kadınları sığındıkları yerlerde dahi ölümüne neden oluyor. Devlet kadınları katillerine mecbur ediyor. Boşanma – ayrılma sürecinde devlet kadının çocuk bakımından, barınmaya, çalışma hayatına dahil olmaktan güvenliğine kadar tüm ihtiyaçlarının karşılanmasından sorumludur ve bu sorumluluğunu kadınların can güvenliğini sağlamak adına yerine getirmelidir. Kadın sığınma evlerinin yokluğu ve devletin kadın – aile politikası kadın cinayetlerinin sorumlusudur. Kaldı ki daha önce kadın sığınma evleri önünde işlenen cinayetleri de biliyoruz. Hükümet yetkililerinin her fırsatta dile getirdikleri aile ve namus propagandaları kadınları gündelik hayattın her alanında cinsiyetçiliğin sonuçları ile karşı karşıya bırakıyor. Buna karşın kadınların hayatın her alanında inatla sürdürdükleri var olma ve söz söyleme mücadelesi devletin bu politika ve uygulamalarını yıkıyor, yıkmaya devam ediyor. Kreş hakkımızı, sığınma evi taleplerimizi ve hukuki güvencemizi daha önce kazandığımız taleplerimiz gibi; kazandık, yine kazanacağız.


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

BARIŞ İÇİN

OYUMUZ HDP’YE “Oyumuz Umuda” diyerek barışı kazanmak, kadın cinayetlerini durdurmak, LGBTİ’lerin taleplerini savunmak, Ermeni Soykırımı’nın tanınmasını sağlamak, din ve inanç özgürlüğü, halkların eşitliği, işçi sınıfının hakları; iklim değişikliğinin, HES’lerin ve nükleer santrallerinin durdurulması mücadelesinin çıtasını yükseltecek HDP’yi yeniden meclise taşımak için kampanya başlattık. 7 Haziran seçimleri, demokrasi mücadelesinin en büyük kazanımıydı. 6 milyon oy alan HDP, meclisin üçüncü partisi oldu. 12 Eylül ürünü olan %10 barajını aştı. Kürtlerin, Ermenilerin ve toplumun tüm ezilen kesimlerinin temsilcileri meclise girdi. Kobanê direnişi ve seçim süreci boyunca HDP’yi, Selahattin Demirtaş’ı hedef gösteren AKP hükümeti, HDP’ye 200’ün üzerinde saldırı düzenleyenler kaybetti. Yıllardır Kürtler üzerinde asimilasyon politikaları uygulayan, Kürtleri inkâr eden, Kürtleri katleden devlet de kaybetti. HDP’nin barajı aşarak meclise girmesi barış için güçlü bir umut oldu. Batı’da ve Kürt illerinde yaşayan milyonlarca emekçinin yıllardır özlemini çektiği barış talebinin kazanılması ilk kez ete kemiğe büründü. Yeni liberal politikalara, taşeronlaştırmaya, sendikasızlaştırmaya, iş cinayetlerine karşı mücadele eden işçilere cesaret verdi. HDP’nin 80 milletvekiliyle meclise girmesi,

politikalarını yeniden devreye soktu. Suruç’ta gençlerin katliyle başlatılan kanlı sürecin devamında, Cizre, Nusaybin, Silvan’da sivil halk öldürüldü. Barış mitingine yapılan saldırı dâhil bugüne kadar öldürülen insanların sayısı 600’e ulaştı. Savaşla birlikte sokaklarda Kürtlere karşı, MHP’lilerin ve Osmanlı Ocakları’nın başını çektiği, her türden ulusalcı ve milliyetçinin iştirak ettiği Kürtlere yönelik pogromlar gerçekleşti. HDP binalarına saldırıldı.

sokaktaki mücadelenin yükseleceğinin en önemli işaretiydi. Gezi sürecinin sonrasında kadına yönelik şiddete, HES’lere karşı sokaktaki mücadelenin artması, Kürt halkının kazanımları, işçi hareketinin yeniden yükselme eğilimine geçmesi, egemenlerin yüreklerine korku saldı. “Ölüm değil çözüm” diyenlerin umudu Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşta 50 bin kişi hayatını kaybetti. Milyarlarca lira, emekçilerin bütçelerinden kesilerek savaşa aktarıldı. Kürt halkının 30 yıllık mü-

cadelesi sonucunda çözüm süreci başladı. Daha da önemlisi, batıdaki milyonlarca emekçi çözüm sürecini destekledi. Suriye’deki hedeflerine ulaşamayan AKP hükümeti, müzakere sürecini durdurdu. HDP’yi ve Selahattin Demirtaş’ı hedef tahtasına oturttu. 7 Haziran seçimleri sonucunda başkanlık hayalleri suya düşen Erdoğan, çözüm sürecini buzdolabına kaldırıldığını ilan etti. Egemen sınıfın ve devletin tüm bileşenlerini Kürtlere karşı savaşta bir araya getiren hükümet, Kürtlerin Suriye’deki kazanımlarını engellemek, HDP’yi barajın altına itmek için kirli savaş

Öte yandan, çatışmasızlık sürecinin sona ermesiyle birlikte onlarca gerilla ve asker hayatlarını kaybetti. Yoksulların çocukları kirli savaşa ortak edildi. Onlarca eve ateş düştü. Ocaklar söndü. Bugün dağa çıkan gerilla ve TSK tarafından zorla silah altına alınıp çatışmaya gönderilen yoksulların evlerinde yeniden korkulu bir bekleyiş var. HDP, tüm bu süreçlerde koşulsuz çözüm sürecinin arkasında durdu. Her koşulda yaşamı ve yaşatmayı savundu. HDP’nin yeniden seçilerek meclise girmesi, çatışmaların yeniden sona ermesine ve müzakere sürecinin başlamasına yol açacak. Ölümler duracak, çocuklarını yitiren kadınların gözyaşları kuruyacak.

MECLİSTE SAVAŞA HAYIR DİYEN TEK PARTİ AKP’nin emperyal hayalleri, Reyhanlı, Suruç ve Ankara’daki gibi saldırıların önünü açmakta.

Suriye’de ABD ile girdiği pazarlık sürecinde istediğini elde edemeyen hükümet, sözde İŞİD’e karşı kurulan koalisyonun ortağı oldu ve İncirlik üssünü ABD’nin kullanımına açtı. Bunun karşılığında Kandil’i bombalayan hükümet, bir taraftan Kürtlere karşı savaşırken, diğer taraftan da Suriye’deki savaşın ortağı oldu. Öte yandan, hükümet tarafından sınır ötesi harekât için meclise getirilen tezkereye HDP dışındaki bütün partiler onay vererek, savaş politikalarının ortağı oldular. Her koşulda “barış” diyen HDP, mecliste barışı savunan tek parti.

Bu nedenle 1 Kasım, ezilenlerin ve emekçilerin en önemli barış eylemi olacak. Barışın kazanılması dışında, bugüne kadar Roboski’de, Gezi’de, Reyhanlı’da, Soma’da, Suruç’ta ve Ankara’da yapılan tüm katliamların hesabının sorulmasının da yolu açılacak. Barışın sesini yükseltmek için

Oyumuz Umuda kampanyası, barışın sesinin yükseltilmesini amaçlıyor. Seçim süreci boyunca saldırıya uğrayan, anaakım medya tarafından yok sayılan HDP’ye batıdan destek vermeyi hedefliyor. Bu nedenle kampanyanın başarısı, HDP’ye batıdan gelen oyların artmasına bağlı. Özgürlük , eşitlik ve adalet isteyenler, “kimsenin askeri olmayacağız” diyenler, çocuklarını kirli savaşta kaybet-

mek istemeyenler, “savaşa değil emekçiye bütçe” isteyen işçiler; ırkçılığa, milliyetçiliğe, cinsiyetçiliğe, homofobiye ve islamofobiye karşı mücadele edenler bu kampanyanın destekçisi. Çünkü HDP’nin oylarını arttırarak tekrar mecliste yerine alması, tüm bu mücadelelerin kazanımı olacak.

7 Haziran’da kazanan sokaktaki mücadele oldu. 1 Kasım’da da aynı sokağın mücadelesini ve eşitlik, adalet ve özgürlük umudumuzu diri tutmak için “yeniden HDP” diyoruz. Katliamlar, baskılar umudumuzu söndüremez. 1 Kasım’da savaş isteyenler kaybedecek, barış kazanacak.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.