Sosyalist işçi 541

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

541

5 Kasım 2015 2 TL. sosyalistisci.org

TÜM ENGELLEMELERE RAĞMEN

HDP YİNE MECLİSTE

SIRA BARISTA , EMPERYALİSTLERİN SURİYE ZİRVESİNDEN ANLAŞMA ÇIKMADI

sayfa 4

1918 ALMANYA DEVRİMİ NASIL YENİLDİ?

sayfa 8

NÜKLEER ÇÖZÜM DEĞİL ÖLÜM

sayfa 11


2

GÜNDEM

KAZANMAK MÜMKÜN Seçimlerin ardından AKP’liler ve AKP’ye oy verenlerin dışında kalan toplumsal kesimlerde ve siyasi güçlerde, tam bir moralsizlik hakim. Moralsizliğin dışında kalan bir diğer güç ise, Kürdistan illerinde seçimlerde 12 ilde birinci parti olarak çıkan HDP. Geri kalan güçlerde can sıkıntısı ve umutsuzluk elele ilerliyor. Faşist partinin gerilemesi sevindiricidir Bu güçler arasında yer alan MHP’nin daha da beter olmasını dilemekten başka ve tüm gücümüzle siyaset dışında kalması için çalışmaktan başka bir şey düşünmemeliyiz. Dünyanın en köklü, en kitlesel faşist partilerinden birinin gerilemesinden ancak mutluluk duyabiliriz. Burjuva demokrasisinin sınırları içinde bile böyle partilere yer yoktur. Demokrasinin her zerresine düşman olduğunu bildiğimiz ve kuruluşundan beri kanlı bir sicile sahip olan MHP’nin gerilemesi, demokrasi ve özgürlükleri savunanlar açısından faydalıdır. Tersini düşünenler faşizm aklayıcılarıdır. CHP ise son birkaç yıldır her düzeyde istikrarsızlık yaşayan Türkiye’de, istikrarlı görünen tek siyasal oluşum. Aslında istikrardan çok, sabit demek daha doğru olur CHP’nin siyasal performansına. Bir ana muhalefet partisinden söz ediyoruz. Üstelik, kendisini solcu ilan eden, bazı solcular tarafından solcu olduğu iddia edilen bir ana muhalefet partisi. Memleket yıkılsa, bu parti yerinden oynamıyor. Fakat siyasette çalkantıların, sert değişimlerin yaşandığı koşullarda sabit kalmayı başarmak, gerilemek demektir. 7 Haziran’da oy kaybeden CHP, AKP 4.5 milyon oy arttırırken, birkaç yüz binlik oy artışını başarı olarak göstermeye çalışan bir liderliğe sahip. Ya CHP? Türkiye’de yıllardır iki efsane fısıltı mekanizması aracılığıyla devreye sokuluyor. Birisi MHP’nin ılımlı bir sağcı parti olma yolunda ilerlediği, merkeze kaydığı efsanesi. Bu efsane, 7-9 Eylül’de faşist kitleler, faşist sloganlarla HDP binalarını yakıp yıktığında, Kürtçe konuştuğu için Kürt gençlerini linç ettiğinde çöktü. İkinci efsane ise CHP’nin sol bir parti olduğu ve kemalist kabuğundan kurtulma yönünde güçlü bir eğilim taşıdığı dedikodusu. Bu iddia bir türlü hayata geçmemektedir. Dedikodu, dedikodu olarak kalmaya devam etmektedir. Her 29 Ekim’de, her 10 Kasım’da, savaş tezkeresi her meclise geldiğinde, Kürt sorununda çözüm yönünde atılan her adımda, Ermeni soykırımının tanınması tartışmalarında CHP’nin değişme-

diği, kemalizm kazığına ipini çok sağlam, kopması imkansız bir şekilde bağladığı açığa çıkmasına rağmen, bu genetik kodlaması Türk milliyetçiliğiyle belirlenen partinin değişebilme ihtimali gündemden hiçbir şekilde düşmüyor. İrili ufaklı sol ve sosyal medya alaycılığı Faşist partiyle Türk miliyetçisi CHP’nin gerilemesi, bu iki partinin tabanında yaşanan moralsizlik ve karamsarlık sorun değil. Sorun, siyasal bir dinamizme sahip olan radikal sol saflarda, örgütlü olmayan ama tek kişilik örgüt gibi çalışan geniş aktivistler kitlesinde yaşanan umutuzluk. İşte bu umutsuzluğu görmek, bu umutsuzluğun işçi sınıfının mücadele etme isteği duyan kesimlerini sarmasına karşı tartışmak zorundayız. Bu umutsuzluğun temel nedeni, AKP’nin hangi yöntem denenirse denensin yenilemeyeceği yönündeki yargı. Siyasal istikrarsızlığın derinleştiği son üç yılda, AKP’nin bölünüp parçalanmaması, tersine Gezi direnişinden ve Soma madenci katliamından sonra yerel seçimleri ve cumhurbaşkanlığı

seçimlerini kazanmas, 7 Haziran gerilemesinin ardından 1 Kasım’da oylarını artırması AKP’nin yenilmezliği duygusunu güçlendiriyor. Bu duyguyu besleyen temel fikir, AKP dışındaki tüm siyasi güçler AKP karşıtlığında birleşmişken, bu partinin yüzde 49.5 oranında oy alması. Oysa sorun tam da bu fikirde. AKP’yi geriletmek ve yenmek mümkün. Bu, Kürt illerinde defalarca, 7 Haziran seçimlerinde de bir kez daha kanıtlandı. AKP yenilebilir. Bu, öncelikle, “baş çelişki” stratejisinden kurtulmakla mümkün! “Baş çelişkiyi” Erdoğan olarak tespit edip, Erdoğan’ı yenmek için siyasi olarak uzlaşmaz, hatta birbirine düşman güçlerin yan yana dizilmesini savunan anlayış, AKP’nin güçlerinde zaman zaman gerileme yaratsa da uzun vadede AKP liderliğinin AKP tabanını tahkim etmesiyle sonuçlanıyor. AKP’ye oy veren kitlelere yönelik düşmanlık, bu kitlelerin işçi sınıfının ve yoksulların geniş kesimlerini kapsadığını da görmezden geliyor. Gezi direnişi günlerinden beri, neoliberal politikaları baskı ve devlet şiddetin dozunu her geçen gün tırmandırarak uygulayan, artık

sayılamayacak kadar çok kitlesel ölümün siyasi sorumluluğu her yerine bulaşan AKP liderliğine karşı, kemalistlerle Kürtleri, ulusalcılarla demokratları, milliyetçilerle enternasyonalistleri ve hatta Mansur Yavaş ve Ekmeleddin İhsanoğlu örneğinde olduğu gibi faşistlerle solcuları yan yana getirmeye çalışan yaklaşım, AKP’yi yenmek için gerekli ve zorunlu olan asıl adımın atılmasını sürekli geri plana itiyor. Bu adım, AKP’nin Türk ve Kürt yoksul tabanının AKP’den kopmasını sağlamaktır. Bu bir aritmetik tartışması değil. Bu, antidemokratik sayısız hak ihlaliyle özdeşleşen bir parti liderliğinin tüm siyasal ve ekonomik suçlarını, o partinin yoksul tabanına bütün netliğiyle teşhir etmeyi amaçlayan dinamik ve sürekli bir siyasal ve örgütsel çalışma perspektifi. Bu, antikapitalist mücadelenin, işçi sınıfının tüm kesimlerini etkileyecek bir kitleselliğe ulaşmasında tayin edici temel yaklaşım. Sosyalist İşçi dün olduğu gibi bugün ve yarın da bu tayin edici politik hedefe yoğunlaşmaya devam edecek. Umut edeceğiz, mücadele edeceğiz ve kazanacağız!


GÜNDEM

İŞÇİLERİ NE BEKLİYOR? n YOKSULLUK

3

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

OYUMUZ UMUDA DEDİK, ŞİMDİ SIRA BARIŞTA

Türk-İş’in yayınladığı verilere göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı olan açlık sınırı Ekim 2015 tarihi itibariyle 1379 TL oldu. Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt) ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 4.472 TL oldu.

Yaklaşık iki aydır “oyumuz umuda, oyumuz HDP”ye

Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2014 yılı araştırmasına göre göre 2014 yılında 22 milyon insan ayda 648 TL’yle geçinmeye çalıştı. Nüfusun, yüzde 67’si taksit ödemeleri ve borçları olduğunu söyledi. Yüzde 69’u evden uzakta bir haftalık tatili, yüzde 68’i yıpranmış eşyalarını yenilemeyi ekonomik nedenlerle yapamadığını beyan etti.

umuda” kampanyasını sürdüren Antikapitalistler de

n TAŞERON, GÜVENCESİZ ÇALIŞMA

gerektiğini düşünenleri, her şeyin çok daha kötü ola-

Taşeron sistemi, temel demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlandırıldığı, sendikal hakların yok edildiği, iş cinayetlerinin sıklıkla yaşandığı, güvencesiz ve kuralsız çalışmanın egemen olduğu, düşük ücretle çalıştırılmanın esas olduğu bir “kölelik” düzenidir. Taşeron işçiler genellikle asgari ücretle çalışırlar, kıdem tazminatı alamazlar. Yıllık izin hakları engellenir, yasaların öngördüğü pek çok sosyal haklar verilmez. Çalışma koşulları ağır olan tehlikeli işlerde çalıştırılırlar, iş cinayetlerinde ölen işçilerin yüzde 80’i taşeron işçilerdir. Taşeron firmalarda çalışan işçilerin hiçbir iş güvencesi yoktur. Olağan çalışma süreleri 10-12 saat arasında değişir. Angarya işlerde sigortasız çalışmak, ücret kesintilerine, işten atılmalara maruz kalmak sık rastlanan durumlardır. Taşeron işçiler, aynı işi yaptıkları kadrolu işçilerden daha az ücret alırlar. Kriz dönemlerinde kolayca işten çıkarılırlar. Türkiye’de yaklaşık 4 milyon işçi taşeron sisteminde çalışıyor. Kamu kurumlarında çalışan taşeron işçi sayısı 600 bini buluyor. 2014 yılında çıkarılan bir yasa ile 2015 yılının başından itibaren taşeronlaştırma, özel istihdam büroları aracılığı ile tüm işlere ve işyerlerine yayılmış durumda. n KIDEM TAZMİNATININ GASPI Hükümet işçilerin kıdem tazminatına el koyma isteğinden bir türlü vazgeçemiyor. İşçi sendikalarının genel grev sebebi sayarız dediği konuyu ısıtıp ısıtıp tekrar gündeme getiriyor. Hükümetin kıdem tazminatı fonu için bu kadar ısrar etmesinin altında yatan asli neden, Fon Yasa Tasarısı’nda da

HAFTANIN IRKÇISI ROMANLARA SALDIRANLARI CEZALANDIRMAYANLAR Bundan iki yıl kadar önce, 7 Eylül 2013 tarihinde Bursa’nın İznik ilçesinde trafikte yol verme meselesi yüzünden çıkan kavgada, Zeki Dursun isimli bir gencin ölmesiyle birlikte kalabalık bir grup ırkçı Roman mahallesine saldırmıştı. Irkçı sloganlar atan grup Romanlara ait evleri, işyerlerini ve dernekleri tahrip ederek ateşe

kampanyasını sürdürdük. Binlerce bildiri dağıttık, çok sayıda toplantı yaptık, daha fazlasını da yapacaktık ama 10 Ekim’de gerçekleşen Ankara katliamının ardından yaralarımızı sarmamız biraz zaman aldı. HDP’nin seçim mitinglerini iptal etmesi gibi, “oyumuz 27 Ekim’de düzenleyeceği yürüyüşü iptal etti. Seçim sonuçları bizim açımızdan başarısız mı? Kesinlikle böyle düşünmüyorum. Kesinlikle başarısız değiliz. Sosyal medyada artık Türkiye’yi terk etmek cağını iddia edenleri anlamıyorum. Hele Aziz NeGüçlenmiş hükümetin ekonomik saldırısını durdurmanın yolu, işçilerin birliğinden geçiyor.

anlatıldığı gibi, kapitalist düzen için yeni bir kaynak yaratma ihtiyacıdır. Fonda birikecek paralar, sonuç olarak kapitalist düzenin herhangi bir sektörü için sermaye olarak kullanılacaktır. Tasarruf oranı düşük olan Türkiye kapitalizmi, tasarruf ihtiyacını işçilerin sırtından sağlamaya çalışmaktadır. Yoksa işçilerin haksız yere gasp edilen kıdem tazminatlarının adil bir şekilde işçilerin eline geçmesinin sağlanması ne hükümetin ne de işveren çevrelerinin umurunda. İşçilerin bu kadar net ve somut bir kazanımı olan kıdem tazminatını türlü formüllerle, türlü hikâyelerle ellerinden almaya çalışmak, düpedüz onları isyana teşvik etmek demektir. n ÖRGÜTSÜZLÜK Ocak 2015’te yayınlanan son istatistiklere göre Türkiye’de kamu çalışanları dahil işçi sendikalarının üye sayısı 2,9 milyondur. Yani toplam 19 milyon işçi içinde sendikalı işçilerin oranı yüzde 15’tir. Bu üyelik oranının düşüklüğünden daha da olumsuz olanı ise, 2,9 milyon sendikalı işçinin Türk-iş, Hak-iş, DİSK, Memur-sen, KESK, Türkiye Kamu-sen gibi başlıca altı farklı konfederasyona dağılmış olmasıdır. En büyük konfederasyon Türk-iş’in üye sayısı 800 bin, DİSK’in üye sayısı 120 bindir. Sendikal alandaki bu bölünme işçi sınıfının gücünü zayıflatan, mücadelenin etkisini azaltan bir işlev görmektedir. vermiş, çok sayıda Roman saldırıya uğramıştı. Romanlara saldıran ırkçılardan 31’i hakkında dava açıldı, geçen hafta sonuçlanan davada sanıklar 1 ila 5 ay arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı. Ancak hüküm geri bıraktırıldı, yani 5 yıl boyunca sanıkların kasten suç işlememesi durumunda kamu davası hiç açılmamış sayılacak. Yani ırkçılar sütten çıkan ak kaşık sayılacak. Üstelik bu ırkçılar Romanlara ırkçı saiklerle saldırdıkları için değil, kamu malına zarar vermekten ve toplantı/ gösteri yürüyüşleri yasasına muhalefet etmekten cezalandırıldı. Açık ırkçılığı dikkate bile almayan mahkeme heyeti, verdiği bu kararla Romanlara her an her yerde saldırmanın cezasız kalacağına işaret ederek, ırkçı faşistleri Romanlara saldırmaya teşvik etmiş oldu ve haftanın ırkçısı olmaya hak kazandı.

sin’den yola çıkarak memleketin yüzde 60’ını aptal ilan edenlere ise, “yettiniz artık” diyesim geliyor. Başarısız değiliz. HDP başarısız değil. 59 milletvekilimiz ve 5 milyon oyumuz var. Mücadele etmek için çok güçlü bir zemin. Üstelik, yeni dönemde mücadele etmek için, şimdi başka bir zeminimiz daha var. Bu, “oyumuz umuda” kampanyasında bir araya gelen aktivistlerin neşesi, yaratıcılığı ve mücadele isteğinin oluşturduğu Antikapitalistler. Oluşumun kampanyası da adı üstünde tüm umuduyla ayakta duruyor. Politik mücadelede, herkese yer olabilir ama karamsarlara yer yok! Karamsarlık yapanlar, bir de bunu paylaşarak yaptıklarında, sadece egemenlerin ekmeğine yağ sürüyorlar. Bu, gerçekleri eğip bükmek, bizi zorlu bir mücadele döneminin beklediğini görmezden gelmek anlamına gelmiyor kuşkusuz. Bu, elitistlerle, halkın siyasi eğilimlerini aşağılamayı politik aktivizm sananlarla aramıza gerçek bir mesafe koymak gerekiyor. Bu, kazanması mümkün olan bir politik hat değil çünkü. Kazanmak için gerçekçi bir umuda ihtiyacımız var ve bu umut, 1 Kasım seçimlerinde de kendisini gösterdi. Yüzlerce arkadaşımız katledildi, HDP ve DBP üyesi birçok belediyenin eş başkanları tutuklandı, HDP miting yapamaz hale, Demirtaş’ın dediği gibi esas olarak cenazelerin peşinden koşar hale geldi. Bu, yapılamayan seçim kampanyasına rağmen barajı aşmak, gerçekçi bir umut işte. Şimdi bu umuda tutunmak lazım. Bu umudu harekete geçirmek lazım. Bizler, “oyumuz umuda” diyenler, batıda, gerçek ve kitlesel bir barış hareketi inşa etmek için, önümüzdeki günlerde “umudumuz barışta” kampanyasını başlatacağız. Kazanmak için sürdüreceğimiz, barışı hakim hale getirmek için örgütleyeceğimiz, batıda Kürt halkının barış için uzattığı eli tutacağımız bir kampanya olacak bu.


4

DÜNYA

EMPERYALİSTLERİN SURİYE ZİRVESİNDEN ANLAŞMA ÇIKMADI Suriye'deki iç savaşa siyasi çözüm bulmak amacıyla ABD ve Rusya'nın girişimleriyle Viyana'da düzenlenen ve aralarında ABD, Rusya, Türkiye, Suudi Arabistan ve İran'ın da bulunduğu 17 ülkenin dışişleri bakanlarının katıldığı Viyana zirvesinden sonuç çıkmadı. Toplantı sonrasında görüşmelerin iki hafta içinde aynı formatta devam edeceği söylendi ancak yer ve zaman konusunda kesin bilgi verilmedi. Esad konusunda anlaşma yok Toplantıdaki başlıca anlaşmazlık konularından bir tanesi Esad’ın konumunun ne olacağı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry toplantı sonrası yaptığı açıklamada “Suriye'nin geleceği konusnda ABD'nin poziyonu değişmedi. Esad Suriye'yi birleştiremez” dedi. Öte yandan Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov da” Esad'ın geleceği konusunda anlaşma sağlanamadı. Buna Suriye karar vermeli” şeklinde yanıt verdi. Esad konusunda ayak direyen bir diğer ülke de İran. Fransa Dışişleri Bakanı Fabius ise, “Bazı konularda farklı düşünüyoruz, özellikle de Sayın Beşar Esad'ın geleceği konusunda. Biz Esad'ın Suriye'nin geleceğinde yeri olmadığını düşünüyoruz. Ancak bazı ülkeler, özellikle de İran farklı düşünüyor. Ancak bazı konularda da ilerleme sağladık. Birleşmiş Milletler'in rolü, seçimler, yeni hükümet ve yeni anayasa konularında ilerleme sağladık. Bu konularda ortak anlayış sağladık ve bunlar bildiride yer alacak" dedi. Toplantıdan ateşkes çağrısı çıktı ancak Suriye’nin geleceğinin nasıl belirleneceği ve bu gelecekte Esad’ın rolünün ne olacağı konusunda anlaşmaya varılamadı. İran ve Suudi Arabistan çıkmazı Viyana’da gerçekleşen toplantının bir diğer çarpıcı yönü ilk kez Suudi Arabistan ve İran’ın aynı masaya oturmuş olmasıydı. Suudi Arabistan, Suriye'nin iç işlerine karışmak ve teröre destek vermekle suçladığı İran'ın görüşmelere davet edilmesine karşı çıkmıştı ancak ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin Riyad'a yaptığı ziyaret ve ABD Başkanı Barack Obama'nın Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz Al Suud ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından Suudi Arabistan tavrını yumuşatmıştı. KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse

MÜLTECİLERLE KÜRESEL DAYANIŞMAYA Dünyanın gözü Suriye üzerinden artık açık şekilde yaşanan küresel hegemonya mücadelesine çevrilmişken hâlâ her gün savaştan kaçmaya devam eden mülteciler hiçbir dünya liderinin umurunda değil. Herkes Suriye’deki savaşı bitirmekle değil aslında sadece Suriye üzerinden kendi hegemonya alanını genişletmekle ilgileniyor. Hal böyle olunca da mülteciler her gün ölmeye devam ediyor. Hayatta kalanları ise çok zor şartlarda bir hayat bekliyor. Mültecilerin büyük kısmını Suriye’de 2011’den beri devam eden iç savaştan kaçanlar oluşturuyor. En az 4 milyon kişi Suriye’den kaçtı.

17 devletin Suriye gündeminde savaştan kaçan halkları kurtarmak yoktu.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyr toplantı sonrası yaptığı açıklamada, iki konuda anlaşmazlık oluştuğunu, bunlardan birinin Esad'ın nasıl ve ne zaman görevi bırakacağı, diğerinin ise özellikle İran kuvvetleri başta olmak üzere yabancı güçlerin Suriye'den ne zaman ve nasıl çekileceği olduğunu söyledi.

üzere İncirlik'e A-10 ve F-15 savaş uçakları konuşlandırma kararı da aldı.

Cubeyr, "Bu iki konu üzerinde anlaşma sağlanmadan çözüm de olmayacak. Eğer Esad'ın görevi bırakma yöntemi ve zamanı ile yabancı güçlerin Suriye'den çekilme yöntemi ve zamanı ile ilgili anlaşmaya varılmaz ise Suriye konusunda ve siyasi çözüm konusunda da hiçbir anlaşma olmayacak. Toplantı esnasında konuşmamızda çok açık konuştuk" ifadesini kullandı.

Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest "Özel harekât birliğine bağlı bu birim Suriye'de olacak ve ılımlı muhalif güçlere eğitim, danışmanlık ve yardım desteğinde bulunacak. Bu birimin muharebe misyonu bulunmuyor" açıklamasını yaptı.

ABD’den Suriye’ye özel birlik gönderme kararı

Suriye bugün IŞİD ile mücadele adı altında daha önce hiç olmadığı kadar çok sayıda devlet tarafından her gün bombalanıyor. Bu bombalama operasyonları sonucunda her gün onlarca insan ölmeye ve ülkeyi terk etmeye devam ediyor. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu emperyalistler ise savaşı bitirmekle değil kendi egemenlik alanlarını genişletmek ile ilgileniyor.

Öte yandan ABD, Rusya’nın geçen haftalardaki hamlelerine karşılık olarak yeni bir hamle yaparak özel kuvvetlere mensup 50'ye yakın askeri, IŞİD'le mücadeleye destek için danışman olarak Suriye'nin kuzeyine gönderme kararı aldı. ABD ayrıca, IŞİD'e yönelik hava saldırılarına katılmak ABD, Rusya, Esad ve önüne gelen herkes Suriye’yi bombalamaya devam ettikçe bu korkunç savaştan kaçıp hayatını kurtarmaya çalışan insan sayısı her geçen gün artmaya devam ediyor. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği geçen ay Avrupa’ya deniz yoluyla geçen sığınmacı sayısının aylık rekoru kırarak 218 bin 394 kişiye ulaştığını duyurdu. Sadece Türkiye üzerinden 210 bin 265 kişi Yunanistan’a geçti. Sadece bu yıl 3,440 kişinin boğuldu ya da kayıp ilan edildi. Devletler ise kendi elleriyle yarattıkları ve yaratmaya devam ettikleri bu insanlık krizini görmezden gelmekten başka bir şey yapmıyor. Tek dertleri kendi ülkelerine giren mülteci sayısını olabildiğince minimumda tutmak. Peki devletler açısından durum buyken bu insanlık dramı nasıl son bulacak? Bizim elimizden ne gelecek?

ABD’nin şu anda Irak’ta Iraklı güvenlik güçlerini eğitmek ve ABD’nin tesislerini korumak için yaklaşık 3300 askeri bulunuyor. Ancak Obama yönetimi dört yıldır iç savaşın sürdüğü Suriye'ye ilk kez asker gönderiyor.

Suriye’den elinizi çekin!

Mülteci sorunu belki de dünyada ezilenlerin problemlerinin ve bu problemlerin çözümünün enternasyonal dayanışmadan geçtiğini en iyi şekilde gösteren konu. Günümüzde mülteciler Türkiye dâhil olmak üzere dünyanın dört bir yanına dağılmış bulunuyor. Ve bizim yapabileceğimiz en iyi şey bu dünyanın dört bir yanındaki insanlar olarak “mülteciler hoş geldiniz!” sloganıyla onları karşılamak ve kendi devletimizden sınırlarını koşulsuz-şartsız açmasını talep etmek. Dünya 2016 yılında böyle küresel eylemlere hazırlanıyor. Yunanistan’daki ırkçılık karşıtları sınırda eylem yapmaya hazırlanıyor. Tüm ezilenlerin olduğu gibi mültecilerin de kazanması özellikle işçi sınıfının enternasyonal dayanışmasından geçiyor. Kendi yarattıkları savaştan kaçan mültecileri siyaset masasında pazarlık konusu yapan Merkel ve Erdoğan gibileri yenmenin başka bir yolu yok.


RÖPORTAJ

5

MÜCADELEYE DEVAM Her türlü engele, sansüre, saldırıya rağmen HDP’nin barajı aştığı, Haziran’da tarihi bir yenilgi alan AKP’nin 23 milyonla şimdiye kadarki en yüksek oyunu aldığı seçim sonuçları birçok tartışma açtı. İki seçim arasında ve seçim sonuçlarında yaşanan değişimler toplumda çok politize bir iklimin olduğunu gösteriyor. Barış ve adalet mücadelesinin kazanması için bu hareketli koşulları yorumlamak ve politik yanıtlar üretmek gerekiyor. Sosyalist İşçi olarak barış isteyenlerin seçim sonuçlarını nasıl okuması gerektiğini ve önümüzdeki yeni mücadele sürecini aktivistlere sorduk.

AKP’YE OY VERENLERİ KAZANACAK BİR MUHALEFET HATTI Seçim sonuçlarını AKP’nin savaş politikalarının onaylanmasından çok, bir an önce barışın gerçekleşmesi arzusu olarak değerlendirmek gerek. 7 Haziran sonrası burjuva partilerinin birlikte siyaset yapma imkanını geri tepmeleri tepkiye yol açmıştır. Yurttaş kaos ve karmaşayı çözmesi için AKP’ye yetki verdi. Fakat bu 5 ayda barış cephesinin oy kaybı siyasi muhalefetin sorumluluğunu ortaya koyuyor. CHP’nin ‘MHP’yle aramızda bir fark yok, yan yana gelebiliriz’ söyleminin ağır hasar yarattığını görüyoruz. HDP bunca katliam ve saldırı karşısında yıprandı, sendeledi ama yıkılmadı. Baraj üstü kalması, üçüncü parti olması, yurtdışında ikinci parti olması, her şeye karşın önemli kazanımdır. Önümüzdeki süreçte HDP Eşsözcülerinin vurguladığı gibi, yapıcı bir muhalefet ve barış siyaseti devam edecektir. HDP by-pass edilerek sonuç alınamaz. Barış için köprüleri atan değil köprü kuran hat izlenmelidir. Barışın toplumsallaşması görevi önümüzde. Ortadoğu’da yaşananlar ve İncirlik Üssü’nün kullanıma açılmasıyla birlikte, önümüzdeki süreçte yurttaşı barış siyasetine kazanmak daha da önem kazandı. PYD’nin tehdit ve hedef haline getirilmesi karşısında, Kürt halkıyla dayanışmak önemlidir. PYD aynı zamanda IŞİD’e karşı önemli bir toplumsal güçtür.

HADİ ŞİMDİ İŞİMİZE BAKALIM Seçim sonucunda oy oranlarının bu şekilde dağılacağına dair bir öngörüm yoktu. Zaten genel olarak seçimlerden evvel oy tahmininde bulunmam çünkü benim konumumdaki biri için bu mesnetsiz olur. Bırakın beni, bu konuda sahaya inip araştırma yapanların bile durumu ortada. Dolayısıyla, bu sonuçları bekliyordum diyemem ama olaylar karşısında genel ilkem şudur: Türkiye’de iyi şeyler şaşırtıcıdır o da kısa sürer. Bunu da öyle ezbere bir nihilizm içinden veya son döneme bakarak söylemiyorum; bilakis uzun bir tarih perspektifinden söylüyorum. Bunun ayrıntılarına burada giremeyiz ama siyaseten söz ve eylem üretenler bu Türkiye gerçeğinin farkında olurlarsa daha sağlam durup, daha az şaşırabilirler. Yapılacak olan ilkelerimizi, doğrularımızı savunmaya devam etmektir. Kazanmak budur. Kaldı ki, seçim sahaya dizilişi belirler oyun ondan sonra başlar. Bu diziliş eşit şartlar tanımasa da oynanacak bir “oyun” ve orada bizim alanımız ve sözümüz hâlâ var. Türkiye’de, daha demokratik ve özgür bir siyasi ve sosyal yapıya doğru köklü bir değişim için genel olarak kötümserimdir, dün de bugün de. Türkiye’de sözlerimi değişim umudundan ziyade adaletsizliğe olan isyanımla, öfkemle söylerim. Bunlar bakî kalmak şartıyla, 1 Kasım sonuçları için şunu söyleyebilirim: 7 Haziran’da HDP’nin alacağı %10,5’lik bir oy ben de dahil birçoğumuz tarafından bir başarı olarak görülmeyecek miydi? Görülecekti. Amiyane tabirle bu orana o zaman tav mıydık? Tavdık. Hadi şimdi de işimize bakalım o zaman. Ohannes Kılıçdağı (Öğretim görevlisi)

Seçim sonuçlarına bakarak AKP’ye oy verenlerin, neoliberalizmi, otoriterizmi desteklediği varsayımı kabul edilemez. Siyasi olarak çare yaratamayanlar, seçmeni suçlamak yerine kazanmalıdır. AKP’ye oy verenleri kazanacak bir muhalefet hattı izlenmelidir. Türkiye’de yoksulların, emekçilerin, sınıf hareketinin niye adresi olamadık sorusunun yanıtı, AKP seçmenini sopalamak değil. Yanıt ev ödevlerimizi yerine getirerek sosyal bir hareket olabilmekte. Ufuk Uras (İstanbul Eski Milletvekili)

BU KOŞULLARDA BARAJI AŞMIŞ OLMAK SON DERECE ÖNEMLİ Seçim sonuçları beni çok şaşırtmadı. Sadece AKP’nin oy oranının bu kadar artacağını tahmin etmiyordum. Çünkü bu sürecin özellikle alt yapısı hazırlanarak oluşturulduğunu düşünüyorum. Ergenekon sanıklarının serbest bırakılmasının ardından, AKP’nin bu derin yapıyla açık bir uzlaşmaya gittiği benim gözümde netleşmişti. Bu kadar savaşın dayatılmasının arkasında, bir organizasyon vardı. Amacı da bu korkuyu örgütlemekti. HDP’nin aldığı oy başarısızlık değil. Kürdistan’da insanlar memleketlerinden kaçmak zorunda kaldılar. Oy kullanamayan insanlar var. Bütün bu koşullarda barajı aşmış olmak son derece önemli. Türkiye hâlâ aynı Türkiye, bizler de aynı mücadelemize devam edeceğiz. Türkiye çok demokratikti de birden bu hâle gelmedi. Devletin İttihatçı zihniyeti devam ediyor. Türkiye Devleti son derece totaliter bir devlet. Yarattığı resmî ideolojiyle, toplumu çok fazla biçimlendirmiş bir devlet. Halkın büyük bölümünün ırkçı, milliyetçi, muhafazakar görüşe yakın olduğunu düşünüyorum. Ama solu CHP ile tanımlamak da yanlış. İttihatçılığın İslamcı tarafını AKP, gerisini CHP temsil ediyor. Kırmızı çizgiler açısından hiçbir fark yok. Demokrasiyi temsil eden tek güç HDP’ydi hâlâ öyle. Eren Keskin (insan hakları aktivisti)


6 BARIŞ

KARAMSARLI

SEÇİMİN KAYBEDENLERİ Ana muhalafet partisi CHP, 7 Haziran’da iktidar partisi oy kaybederken yerinde sayıyordu. CHP açısından değişen bir şey yine yok. Savaş tezkeresine onay veren, Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda hiçbir sözü olmayan, ulusalcı tezlerini tekrarlayan CHP, 1 Kasım seçiminde yüzde 1’lik bir artış bile sağlayamadı. CHP’nin aldığı oylardan çıkan önemli bir sonuç da 7 Haziran seçimlerinin ardından kopartılan ‘emanetçiler’ yaygarasının gerçekçi olmadığının bir kez daha kanıtlanması. HDP’nin 7 Haziran’da 13.1 oranında oy almasını sağlayan şeyin, Kılıçdaroğlu’nun iyi niyetini arkasına alan CHP’liler olduğunu iddia edenlerin yanıldığı ortada. Kazanılan oylar CHP’den gelmediği gibi yine CHP’ye de gitmedi. Seçimlerin kaderini belirleyen şey Kürdistan’da ve Batı’daki işçi sınıfı bölgelerinde HDP’yle AKP arasındaki yarış. Buradan çıkarılacak ders ise çok açık. AKP’yi geriletmenin yolu CHP’den medet ummak, tabanındaki değişim potansiyellerine dair argümanları ısıtıp ısıtıp sunmak değil. Türkiye’nin yüzde 60’ının sağcı olduğunu söyleyerek CHP’yi solun hanesine yazanlar, şimdi AKP’ye oy verenlerin bir kısmının 7 Haziran seçiminde HDP’ye oy vermiş olduğunu unutuyor. AKP’yi yenmenin yolu ona oy verenleri barış ve demokrasi mücadelesine kazanmaktan geçiyor. 7 Haziran’da oylarını arttıran faşist MHP seçimin en büyük mağlubiyetini alan parti oldu. Tabanından AKP’ye giden oylarla birlikte MHP yüzde 11’e geriledi. Faşistler hiçbir ilde birinci parti olamadı. HDP’nin faşistlerden daha fazla vekili parlamentoda. Faşist partinin ağır mağlubiyeti halkların kardeşliğinden yana olanlar, ırkçılığa ve milliyetçilere karşı olanlar için iyi bir gelişmedir. Kuşkusuz MHP’den AKP’ye geçen oylar savaş politikalarını onaylıyor. Ancak Türkiye’nin köklü, paramiliter, faşist partisinin aldığı her yenilgi bizlerin çıkarınadır.

İŞÇİ SINIFI OYLARI 7 Haziran’da seçimlere ilk kez parti olarak giren HDP Türkiye’nin her ilinde oylarını yükseltmişti. Batı’da özellikle sanayi bölgelerde AKP yüzde 10’un üzerinde gerilerken oylar HDP’ye yönelmişti. Aynı bölgelerde oylar AKP’ye geri dönmüş durumda. İşçi ve yoksulların yoğun olarak yaşadığı il ve ilçelerde HDP’den AKP’ye geri dönen oylardan çıkarılacak çok önemli dersler var. 7 Haziran’ın hemen öncesinde büyük işçi grevlerinin yaşandığı bölgelerde AKP ağır bir yenilgi almıştı. Bursa’da yüzde 10 oy kaybederek yüzde 43’e gerileyen AKP, eski oy oranına geri dönmüş durumda. Haziran’da Bursa’da 104 bin yeni seçmen kazanan HDP ise 5.85’ten 4.5’e geriledi. Önemli bir işçi kenti olan Kocaeli’de de manzara aynı. AKP’nin Haziran’da kaybettiği yüzde 10 geri dönmüş durumda.HDP Haziran’da Kocaeli’de 62 bin yeni oy ve 1 milletvekilliği kazanmıştı. 1 Kasım oy oranında yaklaşık yüzde 2 fark var. Haziran seçiminden önce şaşırtıcı bir grev sürecinin yaşandığı Kayseri’de AKP’nin oyu yüzde 52’den 65’e yükseldi. Daha önce Kayseri’de aday çıkaramayan HDP Haziran’da 21 bin oy alırken, 1 Kasım’da 14 bin oy kazandı. Seçim sonuçlarına dair gözden kaçırılmaması gereken şeylerden biri de partilerin birincilik kazandığı iller. MHP herhangi bir ilde birinci olamazken, CHP altı, HDP ise tam 12 ilde birinci parti oldu. HDP parlamentoda milletvekilliği, İstanbul’da ise oy açısından faşist MHP’den üstünlüğünü koruyor.

ŞİMDİ BAR MÜCADELE AKP savaş ve istikrarsızlığı kendi lehine çevirdi. 1 Kasım seçimlerinden kazanımla çıktı. Hiçbir anket firmasının öngöremediği bir şekilde seçim sonuçları AKP’nin yüzde 49’dan yüksek bir oy alması, oylarını 7 Haziran seçimlerine göre 4 milyondan fazla artırmasıyla sonuçlandı. İki seçim arasında geçen dört ayda, siyasette en belirgin iki gelişme, çözüm sürecinin sona ermesi ve siyasal istikrarsızlıktı. Çok açık ki, her iki temel siyasal gelişme de AKP’nin elini güçlendirdi. Çözüm sürecinin nispeten yumuşak ikliminin üzerinde barışı savunan parti olarak HDP, 7 Haziran seçiminde büyük, etkili ve devletin tüm kanatlarını şok eden bir zafer kazanmıştı. Seçimlerin ardından çözüm sürecinin bozulması ve yeniden çatışmaların başlaması ise AKP’nin seçim zaferinin tohumlarını attı. AKP liderliği, savaşın başlamasıyla, önce MHP ve CHP liderliklerinin elinden milliyetçilik kartını kendi tekeline aldı. “Milli çıkarları” savunan ve Kürt sorununda savaşı devlet adına yöneten parti olarak, Kürt sorununda daima savaşı isteyen MHP’nin ve çözüm sürecine ilişkin yaklaşımı “Öcalan’la görüşmek yanlıştır” argümanından ibaret olan CHP’nin yanında bir adım öne çıktı. Savaş ve AKP Kürt sorununda savaş politikalarının AKP’yi güçlendirmesinin bir diğer nedeni de, çatışma koşullarının siyasal istikrarsızlıkla birleşmesiyle beraber, 7 Haziran seçimlerinde AKP’den kopan kitlelerin AKP tabanında yeniden birleşmeleri oldu. Erdoğan’ın ve AKP liderliğinin iki seçim arasında aralıksız işlediği temel görüş, AKP tek başına iktidar olmadıkça savaş ve istikrarsızlığın birbirini besleyerek süreceği oldu. Erdoğan ve AKP liderliği, siyasal istikrarsızlığın ekonomik istikrarsızlıkla birleşme ihtimaline yaptıkları vurguyla, kamuoyundaki istikrar arayışının AKP’ye yüksek bir oy kaymasıyla sonuçlanmasında kritik bir hamle yaptı. AKP Genel Başkanı Davutoğlu da, seçimin ardından yaptığı balkon konuşmasında son aylarda yaşanılanları AKP’nin tek başına iktidar olmamasına bağladı. Benzer bir şekilde, gerçekte, Nisan ayından itibaren çözüm sürecinin buzdolabına kaldırmış olan AKP, Suruç katliamının ardından başlayan savaşın sorumluluğunu PKK’ye yıkarak, HDP’yi de PKK’nin yan kolu ilan ederek, sadece istikrarsızlığın değil, istikrarsızlığı derinleştiren savaşın da çözümünün AKP’nin tek başına iktidarı olduğu propagandasını güçlü bir şekilde yaptı. Bu vurgu, AKP’nin Kürdis-

tan’da da oylarını artırmasında belirleyici oldu. AKP, Kürdistan’da 11, Batı’da 9 milletvekilliğini HDP’den aldı. HDP fırtınayı atlattı Barışın partisi olan HDP’nin, barış sürecinde yükselmesi ama savaş koşullarında oy kaybetmesi doğal. Ancak gelişmeler sadece bununla açıklanamaz. HDP, büyük bir şiddet dalgasıyla da mücadele etti. 5 Haziran’da Diyarbakır,20 Temmuz’da Suruç katliamı yaşandı. 7-9 Eylül’de yüzlerce ırkçı-faşist saldırı ve linç gerçekleştirildi. 10 Ekim’de Ankara’da katliam yapıldı. HDP yöneticilerinin gözaltına alınması, tutuklanması gibi devlet şiddetinin, IŞİD saldırganlığının, polis terörünün her yönüyle baskı altına alınan HDP, ne bir seçim mitingi ne de gerçek bir seçim kampanyası


SEÇİMLER

IĞA YER YOK!

GÖRÜŞ Roni Margulies

RIŞ, ŞİMDİ E ZAMANI! Ulusalcısından faşistine, solcusundan demokratına, sağcısından liberaline karmaşık bir anti-Erdoğan ve anti-AKP havanın sol saflarda da egemen olduğu koşullarda 1 Kasım’da açığa çıkan sonuçlar, açık ki bir karamsarlık yaratacak. Bu karamsarlık, daha geçen seçimlerde HDP’de birleşen fakat 1 Kasım’da AKP’ye yönelen yoksul kitlelere ve Kürtlere yönelik aşağılayıcı, özetle kitleleri “bidon kafalı” ilan eden yaklaşımlara, umutsuzluğa ve meydanı bütünüyle AKP’ye bırakmaya neden olacaktır. Oysa karamsarlığa gerek yok! Son söz daha söylenmedi. Mücadele bitmedi, sadece yeni bir evreye girdi. AKP, bir yandan milliyetçi oyların bir bölümünü aldı. Diğer yandan aldığı oyların önemli bir bölümü istikrarsızlığa duyulan tepkinin ve özellikle Kürt halkından alınan oylarda çözüm sürecinin yeniden başlaması isteğinin ürünü. AKP’nin tabanındaki işçi, yoksul ve Kürtlere, siyasal istikrarsızlığın temel sorumlusunun Erdoğan ve AKP liderliği olduğunu anlatacak, savaşın yeniden başlamasının sorumlusunun Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak politikasını değiştiren tüm bir devlet yapısı ve Erdoğan-AKP liderliği olduğunu yaygın bir şekilde tartışacak bir mücadeleye ihtiyacımız var. Ne yapmalı Önümüzdeki dönem başkanlık tartışması-demokratik anayasa, savaş politikaları-çözüm süreci, neoliberal nobranlık-işçilerin birleşik mücadelesi, ekosistemi tahrip eden enerji ve inşaat politikaları-işçilerin birleşik mücadelesi eksenlerinde ilerleyecek. yapabildi. Bu koşullarda, bu kadar yoğun bir baskıya rağmen HDP’nin barajı aşmasını, milletvekili sayısı açısından mecliste üçüncü parti olmasını hiç kimse küçümsememelidir. Bu koşullarda, bu şiddetli baskı ortamında, savaş koşullarının Kürdistan’da HDP seçmenlerini yorduğu, yıldırdığı koşullarda HDP başarılıdır, mecliste, barışın sesi, sözü olacak, küçümsenmeyecek sayıda, 59 milletvekili vardır. Seçimin iki kaybeden partisi vardır. Birisi ana muhalefet partisi CHP. CHP, oyunu sadece yüzde 0.5 artırdı. Suriye savaş tezkeresine AKP’yle birlikte “Evet” diyen CHP, siyasal demokrasinin hiçbir temel başlığında demokrasi ve özgürlükler konusunda radikal bir hamle yapmamıştır. Faşist parti MHP ise yaklaşık yüzde 4.5’luk bir kayıp yaşayarak 1 Kasım seçimlerinin asıl kaybedeni olmuştur.

7

Bu eksenlerin her birinde mücadele edecek moralli, karamsarlığa taviz vermeyen, seçimleri bir yıkım olarak görmeyen, AKP’nin tabanında 7 Haziran seçimlerinde açığa çıkandan çok daha geniş kitlelerin kazanılabileceğini bilen, ulusalcılığa, sekterliğe prim vermeyen, özgürlükleri, demokrasiyi, demokratik bir anayasayı, çözüm sürecinin yeniden başlamasını ve hızla barış sürecine evrilmesini, Öcalan’ın koşullarının düzeltilmesini ve Kürt halkının haklarının tanınmasını savunacak, Kürt halkının uzattığı barış elini Batı’da tutacak bir mücadeleyi hızla örgütlemeye ihtiyacımız var. DSİP olarak, HDP’nin aldığı 5 milyonu aşan oyun, tüm bu mücadele başlıklarında umudumuzu diri tutan çok güçlü bir zemin sunduğunu düşünüyor ve tüm özgürlükçü sosyalistleri, kazanmak için yan yana gelmeye çağırıyoruz.

HALKI HOR GÖRENE HALK OY VERMEZ Cumhuriyet gazetesini yeterince “millî” bulmayan, “az Kemalist” olduğunu düşünen kimse var mıdır? Vardır. Ümit Zileli vardır. Cumhuriyet’te 16 yıl yazarlık yaptıktan sonra ayrılıp daha millî olan Aydınlık’a geçmiştir. Seçimden önceki gün Zileli, Mustafa Kemal’in çerçeveli portresini öpen birkaç aylık bir çocuğun resminin altına “Bu şahane çocuğun geleceği için gidin sandığa, bu kendi çocuğunuzun da geleceğini kurtaracak... “ yazıp sosyal medyada yayınladı. Zileli’nin Cumhurun Trajedisi – Karşıdevrimin Kısa Tarihi adlı bir kitabı var. Türkiye tarihini üç döneme ayırıyor. - 1923-1938 Atatürk ve devrimler dönemi; - 1938-1950 Duraklama ve gerileme dönemi; - 1950-... Karşıdevrim süreci. Ve Menderes’le (yani memleketteki ilk demokratik seçimle) başlayan bu süreç sonucunda, Türkiye “emperyalist efendilerin boyunduruğunda giderek sömürgeleşmek ve tam olarak bir ‘dinci-faşizm’ karanlığına teslim olmak tehlikesiyle” karşı karşıya kalmış. Nasıl gelmişiz bu “dehşet” duruma? Halkın salaklığı yüzünden tabii! Şöyle demiş Zileli: “Türk halkı ne yazık ki kendisine sunulan gerçek zenginliğin, yani özgürleşmenin, ortaçağ karanlığından kurtulmanın, bağımsızlık denilen hazinenin anlamını ve önemini kavrayamadı.” Yani Türkiye’nin felaketi, “dinci-faşizm karanlığı”, bu halk oy vermeye, seçim yapabilmeye başladığı gün başlamış! Bu düşünce tarzının tek sonucu şudur: “Bu aptal halk oy kullanınca felaket oluyor. Kullanmasın, ben ve benim gibiler onu yönetelim. Hatta bizim adımıza ordu yönetsin, o da olur.” Zaten seçimden önceki gün Sözcü gazetesi açık açık yazdı, Mustafa Kemal’in 1922’de Meclis’te Saltanat’ın kaldırılması tartışılırken ettiği sözleri başsayfada alıntıladı: “Efendiler! İçinde bulunduğumuz şartlara rağmen safsatayla, münakaşayla, nazariyatla vakit geçirdiğimizi görüyorum... Bu, olmuş bitmiş bir durumdur... Mesele bu zaten olmuş bitmiş durumu ifade etmektir. Bu herhalde ve mutlaka olacaktır. Meclis ve herkes meseleyi bu şekilde görürlerse fikrimce uygun olur. Aksi takdirde yine hakikat ifade olunucaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.” Özetlersek: Boş yere tartışmayın, benim dediğim olacak, gerekirse kafanızı da keserim. AKP’ye oy verenlerin kafalarının kesilmesi gerektiğini düşünenlere, AKP’ye oy verenlerin aptal olduğunu düşünenlere, kurtuluşu Mustafa Kemal’de ve orduda görenlere bu halk oy vermez. Ve 1950’den beri de vermedi. Halkın kaygı, sorun ve özlemlerini anlamaya çalışmaktan, AKP’nin bu özlemleri gerçekleştiremeyeceğini anlatmaktan başka yol yoktur. AKP’den kurtulmanın yolu tabanını küçük görmekten değil, kazanmaktan geçer.


8

GELENEK

ALMAN DEVRİMİ NEDEN YENİLDİ? ÇAĞLA OFLAS

Milyonlarca insanın ölümüne yol açan 1. Dünya Savaşı işçi sınıfının da yaşam koşullarını çekilmez hale getirdi. İşçi sınıfı emperyalist politikalar uğruna birbirine kırdırıldı.

İşçi sınıfının içinde ezici bir çoğunluğa sahip SPD(Alman Sosyal Demokrat Partisi) tüm bu emperyalist boğazlaşmalar esnasında sosyal şoven politikaların peşine takıldı. Emperyalizmin savaşını destekledi.

Liebknecht’in sosyalist cumhuriyeti ilan ettiği sırada SPD önderi Cumhuriyeti ilan etti. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in önderliğini yaptığı Spartakist hareket politik olarak etkili olsa bile konseyler içinde yaygın değildi. İşçi ve asker konseyleri ulusal kongresinde delegelerin çoğunluğu (288 delege) Sosyal Demokratları desteklerken, Spartakistleri destekleyenlerin sayısı yalnızca 10’du.

devrimci durumlar yaşandı. Ancak, işçi kitlelerinin mücadelesine yön verecek ve şekillendirecek güçlü ve yaygın bir devrimci partinin olmaması, devrimin yenilgisini kaçınılmaz kıldı. Almanya’da devrimin yenilgisiyle tüm umutlarını Avrupa’da devrime bağlayan Rus Devrimi’nin izolasyonuna yol açtı. Rusya’da bürokrasi devrimin tüm kazanımlarını

Ancak, ölümler, açlık, yoksulluk ve işsizlikten oluşan korkunç manzaralar savaşın gerçek yüzünü hızla ortaya çıkardı ve on binlerce işçinin harekete geçmesine yol açtı. 1917’nin Ekim ayında Rusya işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesi ile birlikte devrim Avrupa’ya yayıldı. Ocak 1918’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda işçiler arasındaki savaş karşıtı hareket yükselişe geçti. Viyana’da işçi konseyleri kuruldu. Kasım 1918’de Alman işçi sınıfı ve askerler ayaklanarak işçi konseylerini kurdular. Savaşa karşı kitle grevleri Savaşa karşı mücadele, SPD içinde savaş karşıtı tutum alan Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in öncülüğünde başladı. Liebknecht birkaç bin işçinin önünde yaptığı savaş karşıtı konuşma nedeniyle tutuklandı. Duruşma gününde 55 bin işçi Liebknecht ile dayanışma grevi yaptı. Ocak ayında Rosa ve Liebknecht’in genel grev çağrısı başarıyla sonuçlandı. İlk gün Berlin’de 400 bin işçi grev yaptı. İkinci gün bu sayıya 100 bin kişi daha eklendi. Grev tüm Almanya’ya yayıldı. 1 milyon işçi grev yaptı. Berlin’de işçi konseyi kuruldu. SPD işçi sınıfın kendiliğinden gelişen mücadelesini kontrol altına almak için işçi konseyi içinde yer aldı. İşçi ve asker konseyleri Kasım ayında Alman deniz kuvvetlerinin İngiliz donanmasına saldırı kararına karşı erlerin isyanı devrimin başlangıcı oldu. 20 bin denizcinin kurduğu asker konseylerini, çoğunluğunu tersane işçilerinin oluşturduğu işçi konseyleri izledi.Kasım’da tüm Kiel şehrinin denetimi işçi ve asker konseylerinin elindeydi. İşçi konseyi Bavyera Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etti.

Almanya devrimin liderleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht. Erken ayaklanma başarısızlıkla sonuçlanınca, sokak ortasında katledildiler.

Sosyal demokratlar parlamentoyla konsey iktidarını paylaşmayı önerdi. İşçi kitlelerinin çoğunluğu henüz parlamentodan ümitlerini kesmemişti. Konsey öneriyi kabul etti.

Sokaklar işçilerin

Devrimin boğulması

Eski düzenin kalıntıları süpürülmüş, sokaktaki hâkimiyeti işçiler ele almıştı. Dönemin tanıklıkları devrimin sokaklardaki etkisini şöyle özetliyordu: “Şık giysileri içinde beyler ya da hali vakti yerinde zarif giysili hanımlar, sokağa çıkma cesareti gösteremiyorlardı. Sanki yer yarılmış ve burjuvazi bir anda ortadan kaybolmuştu. Ortalıkta dolaşan yalnızca işçiler, yani ücretli kölelerdi. Ama bu kez, silahlanmış durumdaydılar.”

Sosyal demokrat liderler ve genelkurmay devrimi ezmek için imparatorluk kalıntılarıyla birlikte hareket etti. Eski imparatorluk özel harekat askerlerinden oluşan “Freikorps” denilen silahlı birlik, şehirlerde ayaklanan işçi eylemlerini şiddetle ezmek için sosyal demokrat liderlik yönetimine verilmişti.

İşçi konseyi temsilcileri işyerlerinde seçiliyor ve işçiler tarafından her an geri çağrılabiliyorlardı. Kapitalistlerin can simidi reformizm Rusya’da başlayan devrim Avrupa’ya sıçramıştı. Çanlar egemen sınıflar için çalmaya başlamıştı. Sosyal demokrasi egemen sınıfın imdadına yetişti. SPD 1 milyondan fazla üyesi, 4,5 milyon seçmeniyle bürokratik, dev bir yapıydı. Gençlik ve kadın örgütlenmeleri, kooperatifleri, kulüpleriyle işçi sınıfının bütün hücrelerine sızmıştı. Kapitalizmi yıkmak fikrini çoktan terk eden, bu hantal yapı devrimi ezmek için harekete geçti.

Ocak 1919’da Ebert hükümeti bir provakasyon gerçekleştirdi. USDP’nin sol kanadından Berlin polis şefini görevden aldı. Kitleler bu olayı protesto ettiler. Protesto gösterisi erken bir ayaklanmaya dönüştü. Rosa Luxemburg, erken bir ayaklanmanın iktidarı en fazla birkaç hafta elinde tutacağını düşünmesine rağmen kitlelerle birlikte hareket etti. Hareket, ayaklanmayı koordine edecek, yılların mücadele deneyimine sahip olan, merkezi bir örgütlenmeden yoksundu. Üstelik işçi sınıfının büyük bir kesimi reformizmle bağlarını koparamamıştı. Ayaklanma, Freikorps birliklerince bastırıldı. Rosa Luxemburg ve Karl Leibknecht katledildi. Beş yıl süren Alman Devrimi sürecinde çeşitli aralıklarla

gasp ederek iktidarını kurdu. Stalinizmin zaferinin başlangıcı daha büyük felaketlerin habercisiydi. Faşizmin iktidarı alarak, milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanacak yeni bir dünya savaşı, devrimin yenilgisinin en ağır faturası oldu. Tek yol devrim Alman devrimi derslerle dolu. Kuşkusuz bunların arasında reformizme karşı mücadele öncelikli yere sahip. Bugün kapitalizm çok daha yıkıcı boyutlarda. Üstelik kâr oranlarındaki düşme eğilimini erteleyici mekanizmalar, çok daha yıkıcı bunalımları hazırlıyor. Ukrayna ve Suriye’deki Rusya, Avrupa Birliği ve ABD arasındaki hegemonya mücadelesine yol açan emperyalizmin krizi her an nükleer felakete yol açacak yeni bir savaşın çıkmasına neden olabilir. Dahası, kâr oranlarını arttırma faaliyetinin ürünü küresel iklim değişikliği insanlığın ve gezegenin geleceğini tehdit eden büyük bir belaya dönüşmüş durumda. Açlıktan, savaştan, yıkımdan oluşan bu sistemin iyileştirilebilir bir yanı yok. Hayatımızı cehenneme çeviren kapitalizm yıkılmalıdır. Rosa’nın dediği gibi, kaybedecek zamanımız yok. “Devrim çeşitli zaferlerden ve yenilgilerden geçerek kendi büyük hedeflerine doğru fırtınalar içinde yürüyecektir”. Kaynaklar: Kaybedilmiş Devrim, Chris Harman, Pencere Yayınları. Rosa Luxemburg, Peter Nettle , Everest Yayınları


SINIF MÜCADELESİ

9

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

G-20 İŞÇİ SINIFINA KARŞI 15-16 Kasım tarihlerinde Antalya’da yapılacak olan G-20 zirvesinde kapitalizmin patronları, dünya kapitalizminin ana sorunlarını, kâr-sömürü oranlarındaki düşüşleri, Ortadoğu, Uzakdoğu vb. çeşitli bölgelerde nüfuz alanları kavgalarını ve dünya çapındaki hegemonya mücadelelerini konuşacaklar. Kapitalizmin pek çok yönden dengesizleşen ortamında; ABD, AB, Rusya, Çin gibi büyük güçler arasında süren hegemonya mücadelesi bu toplantıların ana gündemini oluşturacak. İlk toplantısı 2008 yılında yapılan G-20 zirveleri asıl olarak 2007 yılında başlayan ve halen sürmekte olan kapitalizmin ekonomik krizinin tartışıldığı bir ortak masa işlevi görmekteydi, ama giderek emperyalist devletler arası kutuplaşmaların tartışıldığı bir platform olmaya evrilmektedir. Rusya, son dönemde emperyalist bir güç olarak çok daha aktif olmaya başladı. Ortadoğu’da İran ve Suriye’nin arkasında durmakta, Ukrayna’yı Avrupa’ya kaptırmamak için savaşı bile göze alan sert bir politika izlemektedir. Özellikle Afrika’daki sessiz ve derinden ilerleyişiyle Çin de giderek öne çıkmaktadır. ABD’nin Asya-Pasifik’e yönelik planları Batı emperyalizmiyle Çin’i karşı karşıya getirmekte ve kutupları keskinleştirmektedir.

Rize’de maden işçilerinin grevi halaylarla başladı.

EN BÜYÜK BAKIR MADENİNDE GREV! n İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Grand Plaza AŞ Kent Ekmek Fabrikası’nda çalışan işçiler, toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde taleplerinin karşılanmaması üzerine 30 Ekim’de greve çıktı.

n Dudullu’da Çelik-İş’in örgütlü olduğu Gamak Motor fabrikasında işçiler 17 Ekim’den beri grevde.

n Rize’nin Çayeli ilçesi Madenli beldesinde bulunan ve Türkiye'nin en büyük bakır madeni olan Çayeli Bakır İşletmeleri’nde 320 işçi, seçimlerden iki gün önce greve başladı.

n Mersin’de Şişecam A.Ş.’nin 200’e yakın işçiyi işten atma kararından geri adım atmaması üzerine işçiler işyerini terk etmeme kararı alarak eyleme başladı.

n DİSK’e bağlı Gıda-İş sendikası üyesi işçiler, Munzur Su’da yürütülen toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine üzerine 28 Ekim’de greve gitti.

n Türk Telekom’un taşeron firması ART Grup’a bağlı çalışan 200 kadar işçi, ücretlerinin iyileştirilmesi için geçtiğimiz hafta iş bırakma eylemi yaptı

MARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım

DEVRİMLERİ KİM YAPAR? Her iki kişiden birinin bu seçimde AKP’ye oy vermesi, emekçi sınıfları hakir gören sağcı-elitist fikirler gibi genellemeci, yüzeysel, emekçi sınıflara karamsar bakan sol yaklaşımları da canlandırdı. “Beyinsizler”, “cahiller”, “bidon kafalılar”, “gözü dinden başka bir şey görmeyenler” elitist fikirleri bütün devrimler tarihinin inkârıdır. Nerede bir toplumsal ayaklanma ve devrimci kalkışma varsa bunu gerçekleştirenlerin çoğu o ana kadar muhazafakar/sağcı fikirlerin etkisi altındaydı. 1789’da Fransa’da burjuva devrimini mümkün kılan, Jakobenlerin otoriterliği değil “baldırı çıplaklar” olarak aşağılanan emekçilerin kitlesel mücadelesiydi. O cahiller 1871’de Paris Komünü’nü kurarak tarihin en demokratik

n Gebze’de Tek Gıda-İş üyesi IFF işçilerinin direnişi ikinci ayını doldurdu.

‘devlet olmayan devletini’ yarattılar. 1905 ve 1917 Rus devrimlerini gerçekleştirenler kiliseye bağlı, Çar’ı baba olarak gören, sıfır eğitimli, milliyetçi, cinsiyetçi ve hatta ırkçı fikirleri taşıyan işçilerdi. 2011’de Tunus ve Mısır’da başlayıp dünyaya yayılan küresel ayaklanma dalgasını başlatanlar, muhakkak Ortadoğu elitleri tarafından “bidon kafalı” olmakla itham edilmiş yoksullardı. Tarihte nerede insanlığın ortak çıkarları ve özgür geleceğine doğru atılmış bir adım varsa, bunu yapanlar kitaplardan değil kendi mücadelelerinden öğrenen, dünyayı değiştirirken kendilerini de değiştirebilen sıradan insanlardır. Sınıf mücadelesini kendi seçtiğimiz değil devraldığımız koşullarda sürdürürüz ve bu koşullar kapitalist toplumun nesnel yapısı/işleyişi üzerinde şekillenir. Egemen fikirler, egemen sınıfın fikirleridir. Üretim araçlarını elinde bulunduran azınlık, entelektüel üretim araçla-

Bu tür toplantıların tümünde olduğu gibi bu zirvede de, hem bu kutuplaşmalarla ilgili tartışmalar yapılacak, hem de sermayenin önünü açmak ve kapitalizmi içinde bulunduğu tıkanıklıktan kurtarmak için neler yapılması gerektiği konuşulacak. Zirvenin yapılacağı tarih yaklaştıkça çeşitli emek örgütleri kapitalizmin patronlarından hesap sormak için hazırlıklarını sürdürüyor. Antikapitalistlerin bu zirvenin sessiz sedasız geçmesine izin vermemesi çok önemlidir. Dünya çapındaki işsizliğin, yoksulluğun, çevre felaketlerinin, mülteci dramlarının, savaşların baş sorumlularının toplandığı bir yerde emekçilerin kendi seslerini gür bir şekilde haykırmaları gerekir. Yaşanan krizler, emekçi kitlelerin kapitalizme karşı duydukları tepkiyi artırıyor. Yapılan bir araştırmaya göre, kapitalizmin vatanı ABD’de bile insanların sadece yüzde 54’ü bu terime pozitif bakıyor, bu oranın Yunanistan, Japonya ve İspanya’da yüzde 50’nin altına indiği görülüyor. 2008 krizinden bu yana kapitalizm belirgin bir “itibar kaybı”na uğramış durumda. Türkiye’de yapılacak olan G-20 zirvesinde kapitalistlerin dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda şekillendiren adımlarına dur demek için işçiler, yoksullar ayağa kalkmalıdır.

rının da sahibidir. Aileden okula, erkekseniz kışlada, hayatın geri kalan zamanı medya araçlarıyla, milliyetçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi, Yahudi düşmanlığı gibi sınıflı toplumların tarihinden çıkmış tüm pislikler üzerinize pompalanır. Emekçi kitelelerin, bu akıl dışı düzen altında yaşamaya, kendilerini soyan partilere oy vermeye rıza göstermesini sağlayan hakim burjuva fikirlerin arkasında elbette egemen sınıfın şiddet aygıtı devlet vardır. Kitleler mücadelenin içinde düzenin fikirlerinden kurtulur. Mücadele durursa hakim fikirler yine çalışmaya başlar. Devlet arkasında durmasa, her gün düzen kurumları tarafından üretilmese, hizmet ettikleri burjuva sınıf egemenliği olmasa hakim gerici fikirler hızla tarihe karışır. Sosyalistler emekçi sınıflara kızmaz, onları suçlamaz. İşçi sınıfının saflarında hakim fikirlere karşı mücadele ederiz. Bu fikirlerin yarattığı suni bölünmelere karşı işçilerin birliğini savunuruz.


10 MEKTUP

BARIŞ MÜCADELESİ BİZİ BEKLİYOR HDP YİNE TOPLANTI DUYURULARI

ÖRGÜTLENMELİYİZ Bugün Türkiye’de toplam otuz milyon çalışabilir insan içinde, 1 milyon işveren, on dokuz milyon işçi, beş milyon köylü, beş milyon da kendi işini yapan emekçi vardır. Yani Türkiye’de bir milyon patrona karşılık, yirmi dokuz milyon işçi, köylü, emekçi vardır. İşçilerin yarısı asgari ücrete mahkûmdur. Köylülerin ve kendi işini yapan emekçilerin de gelir durumları işçilerden farklı değildir. Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırını aşması için gereken gelir, asgari ücretin beş katıdır. Bu olumsuzlukları bir parça da olsa gidermek için, diğer emekçi sınıflardan farklı olarak işçi sınıfının elinde önemli bir silah vardır: Sendikalaşmak. Sendikalı işçi patronların kendisine karşı yaptığı haksızlıklara karşı daha güçlüdür, daha güvenlidir. Sendika gerektiğinde grev yapar. Patronlar sendikal örgütlenmelerden korkar, iş yerlerinde istemezler, bu da işçiler için sendikaların ne kadar önemli olduğunu gösterir. Ahmet Uğur, İstanbul

İşyerinizdeki, okulunuzdaki, haksızlıkları, mücadelenizi bize yazın yayınlayalım sosyalistisci@gmail.com Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey

7 Haziran seçimlerine kıyasla zorlu bir seçim dönemini geride bıraktık. Çatışmasızlığın bittiği, savaşın kaldığı yerden başladığı, HDP'nin bürolarının saldırıya uğradığı, HDP seçmenlerinin toplu katliama uğradığı bir iklimde, aklımızdaki seçim kampanyasını gerçekleştiremedik. Bu iklimin HDP'ye hiç fayda sağlamadığı da muhakkak. Seçimlerin, bu iklimin değişmesini doğrudan sağlayamadığını gördük. AKP'yi yenmek, ona oy veren kesimleri kazanmak için, barışa, ekmek kadar, su kadar ihtiyacımız var. Şimdi, müzakerelerin yeniden başlaması için, PKK ve YPG'ye saldırıların son bulması için kolları sıvamalıyız. Şimdi barış için sokağa çıkmalıyız. Ozan

UMUDU BÜYÜTELİM

Umut oldukça güçlü ve önemli kavram. Özellikle de kafası karıştırılmaya çalışılan, tedirgin edilen halklar için. 1 Kasım seçimlerine giderken de, barışa duyulan özlemi vurgulamak, daha adil ve daha özgürce bir yaşam için "oyumuz umuda" söylemi çok yerindeydi. Bu söylemi sokağa taşıdığımızda aldığımız tepkiler ise daha da umutlandırdı bizleri. Tehditlerin havada uçuştuğu, savaş propagandasının devlet eliyle yapıldığı bir ortamda karşımızdaki bu antidemokratik baraj engelini bir kez daha yıktığımızı görmek sevindirici ve rahatlatıcı oldu. Artık daha emin adımlarla, bu umudu büyütmeye, bu umudun etrafında örgütlenmeye çalışacağız. Oyumuz umuda oldu, mücadelemiz de bu umudun kazanması için olacak. Anıl Yüksel

MECLİSTE SIRA BARIŞTA

5 Kasım Perşembe 19:00 Şişli Konuşmacı: Ozan Tekin Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey Üsküdar Konuşmacı: Ferhat Kentel Daimler Pastanesi Tunusbağı Cad No: 46 Beyoğlu Konuşmacı: Çağla Oflas Boş Zamanlar İstiklal Cad. Mis sok. No:6 Kat:1 6 Kasım Perşembe 19:00 Fatih Konuşmacı: Volkan Akyıldırım Ehibba Cafe: Zeyrek Mah. Haydarbey Cad. No: 31

SOSYALİST İŞÇİ’Yİ DÜZENLİ OKUMAK İÇİN BİZİ ARAYIN Ankara 05324750150 Sincan: 05397440268 İstanbul Beyoğlu: 05368474650 Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099 Kadıköy: 05334479709 Üsküdar: 05075550272 İzmir 05544602111 Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445 Üniversiteler 05397980171 ARŞİV: www.sosyalistisci.org


GÜNDEM

AYRILMAZ İKİLİ: FUTBOL VE CİNSİYETÇİLİK

11

NÜKLEER ÇÖZÜM DEĞİL ÖLÜM! 14 Ekim 2015 tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ali Rıza Alaboyun, Türkiye'de yapmayı planladıkları üçüncü nükleer santral için Kırklareli'nin İğneada bölgesini seçtiklerini açıkladı. Bakan’ın yaptığı açıklamadan anladığımız hangi ülke, hangi firma ve ne tür bir nükleer santral olacağı belli olmayan bu işte tek belli olan şey nerede yapılacağıydı. Aslında İğneada nükleer santral için ilk defa dile getirilmedi. Türkiye’nin geçmişten beri nükleer kurma hevesi içinde ilk kez 1970’de akla gelmiş ama o dönemde Genelkurmay’ın Bulgaristan sınırına çok yakın olması nedeniyle itirazı ile karşılaşmıştı. Şimdi tekrar gündeme getirilmiş durumda.

Bu bir cinayet olur Üçüncü nükleer santral için seçildiği açıklanan İğneada’da, Güney Amerika’daki Amozon ve Afrika’daki Kongo subasar ormanlarına eş değer nitelikte subasar ormanı bulunuyor. 2007 yılında Milli Park olarak tescillenmiş yani koruma altına alınmış bir bölge. Eşsiz bir doğa harikası olan bu bölgede çeşitli uluslararası sözleşmelerle korunan kuşlar, balıklar ve bitki türleri bulunmakta. Nükleer santral için belirledikleri bölgenin hemen birkaç kilometre ötesi Bulgaristan toprakları. Türkiye ile Bulgaristan sınırını burada genişliği metrelerle sınırlı bir dere oluşturuyor. Derenin öbür yanı Bulgaristan’da ise aynı doğanın korunması için tüm bölge doğal park ilan edilmiş durumda. Bizde ise bu gölge dünyanın tartışmasız en tehlikeli enerji türü olan nükleere açılmak isteniyor.

Balkanlar’dan yayılacak radyasyon

AYŞE DEMİRBİLEK

Trabzonspor başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu geçen hafta yapılan bir maçta hakem kararlarının yanlışlığına karşı mücadele azmini ortaya koyarken “kadın gibi yaşamaktansa, adam gibi ölürüz” demişti. Bu cümleyi erkeklerin haksızlıklar karşısında mücadele gücünü anlatmak için kuran Hacıosmanoğlu kadınların kendilerine hakaret edilmesi karşısında koyduğu tepki sonrası yanlış anlaşıldığını söyleyerek özür dilemiş. Neyin özrü? Bu cümlenin yine futbol mecrasından ortaya çıkmış olması bir tesadüf değil. Bu Trabzonspor ya da bir bölge insanının ifadesi değil. Daha önce de futbolda buna benzer ifade ve uygulamaları tüm takımlarda gördük. Ceza niyetine maçların sadece kadın ve çocuklara izlettirilmesi, oyuncuların partnerlerine yönelik cinsiyetçi ve ahlakçı pankartların açılması ve birçoğunun cezasız kalması aynı düşüncenin uygulamaları. Futbol olağanüstü kârların döndüğü ve ciddi bir hegemonya alanı olarak ortaya çıktığından bu yana cinsiyetçiliğin ve milliyetçiliğin üretildiği kolektif bir alan oldu. Her maç öncesi milli marş okunması buna bir örnek. 1990’larda Kürdistan takımları ile yapılan maçlarda çıkan olay ya da tribünlerden yapılan tezahüratlar, Erme-

nistan ile yapılan maçta çıkan olaylar ya da tribünlerde hiç olay ile alakası olmasa da Ermenilere hakaret edilmesi futbolun birkaç kişi ve bir stad ile sınırlı bir alan olmadığını gösteriyor. Erkek egemenliğinin kolektif olarak dışı vurumunun en çok tanık olunduğu yerlerden biri olarak görebiliriz. Oysa olaylar böyle başlamamıştı. Tarihi yüzyıllar öncesine dayandırılabilen, bir dönem askerler tarafından futbolun benzeri bir oyunun eğitim amaçlı olarak oynandığı rivayet edilse de bugün oynanan modern futbol dediğimiz oyun asıl olarak ayak takımının ayak oyunu olarak ortaya çıkmıştı. 12. yüzyılda toplumsal düzeni bozduğu gerekçesi ile İngiltere’de kral tarafından yasaklandı. 1500’lü yıllarda ise yeni kurallar getirilerek oynanmasına tekrar izin verildi. Şimdi bizler tekrar kurallar getirilmesi konusunda, ırkçı, homofobik, cinsiyetçi açıklama ve uygulamalara karşı ceza uygulanması konusunda yenilikler için mücadele etmeye devam edelim. Ancak şüphesiz ki futbolu biz ayak takımının eğlence ve keyif aldığı ayak oyunu haline geri getirebilmemizin yolu statlarda ve dışarıda verilecek cinsiyetçiliğe, milliyetçiliğe ve homofobiye karşı mücadele olacaktır. Kâr temelli, hegemonya savaşlarından ve sistemin her gün ürettiği bizi bölen pisliklerden uzak bir futbol mümkün.

Çernobil nükleer felaketinde bulutların ve rüzgarın taşıdığı radyoaktif kirlenmeden yirmiden fazla ülke etkilenmişti. Fukushima’nın radyoaktif bulutları bir iki gün sonra Amerika’ya bir hafta sonrasında ise Avrupa’ya ulaşmıştı. Çevre Mühendisleri Odası İğneada’da yapılması planlanan nükleer santralde bir kaza gerçekleşmesi halinde hangi bölgelerin etkilenebileceğine ilişkin bir çalışma yaptı. Bu çalışma radyoaktif kirlenmenin İstanbul’un, Trakya’nın tamamının, Kuzey Ege’nin direkt olarak etkilenecek 300 kilometre çapındaki alan içinde yer aldığını söylüyor.

Telafisi yok Türkiye bırakın enerji verimliliği konusunda adım atmayı enerji kayıpları bile dünya ortalaması üstünde olan bir ülke. Güneş ve rüzgar açısından potansiyeli yüksek olmasına rağmen enerji ihtiyacının sadece %5’ini karşılayabilecek nükleer inadını makul gerekçelerle açıklamak mümkün değil. Türkiye’nin nükleer enerji olmaz ise karanlıkta kalacağı koca bir yalan. Yapımı yıllar süren, maliyetli, tarihi ölümcül kazalarla dolu, kazaların olması durumunda ise telafisi olmayan bu enerjiye mahkum olmadığımız çok açık. Nükleer enerji siyasi bir tercihtir. Nükleer teknolojinin bir adım ilerisi nükleer silah demektir. Dünyayı daha tehlikeli hale getirecek bu enerji türüne nerede olursa olsun karşı çıkmak, daha güvenli bir gelecek için verilmesi gereken önemli bir mücadele alanıdır. Nükleere Hayır’


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

DİRENE DİRENE KAZANDIK!

KAMP ARMEN ERMENİ HALKINA İADE EDİLDİ DİRENİŞİN KRONOLOJİSİ 6 Mayıs: Kamp Armen’in bir bölümü yıkıldı. HDP Tuzla’dan, farklı siyasi örgütlerden insanlar, bağımsız aktivistler yıkımı durdurdu. DSİP üyeleri Kamp Armen’e gitti. Mülkün tapudaki sahibi Fatih Ulusoy da iade için formüllere açık olduğunu söyledi. Kamp Armen Dayanışması oluşturuldu ve Kamp iade edilinceye kadar nöbette kalma kararı verdi. Aynı gün HDP Tuzla’nın çağrısıyla, 100 kişilik bir grup, Tuzla sahilinden Kamp’a ilk yürüyüşü gerçekleştirdi.

İDİL ÜGÜT

6 Mayıs’ta iş makineleriyle Kamp Armen’in bir kısmını yıkıldı. Bitmeyen, tükenmeyen bu soykırım zihniyetine karşı öfke duyan Kamp Armen Dayanışması ve Nor Zartonk kampta nöbet tutmaya başladı. Direnişçiler “Kamp iade edilinceye kadar buradayız” diyerek “Soykırım sürüyor” pankartı altında gündelik işlerden ziyarete gelenlere kampın tarihini anlatmaya, kampla ilgili etkinliklerin organizasyonuna kadar her şeyi birlikte yaptı. İstiklal’de iki büyük yürüyüş organize edip kampın hem içinde hem de dışında yüzlerce etkinlik düzenlendi. En önemlisi de yeryüzünün her yerinden desteğe gelen aktivistlerle sınır tanımayan bir dayanışma ağı örüldü. 175 günün sonunda kamp, Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı ve Mektebi’ne yani Ermeni halkına iade edildi. Peki, her şeyi kolektif gerçekleştiren Kamp Armen aktivistleri kimlerdi? Kamptayken Demirtaş’ın katıldığı Diyarbakır mitinginde patlama oldu. Aktivistler bu patlamaya öfkelenen, hüzünlenenlerdi. 7 Haziran’da HDP 13.1 oy alınca hep beraber sevinçten çıldıranlardı. Kamp Armen aktivistleri Trans-pri-

EMSAL TEŞKİL ETMELİ Direniş başladığında Kamp Armen gasp edilmiş tek mülk değildi. Yüzlerce el konulmuş gayrimüslim mülkü var. Gasp edilmiş mülkler toplumdaki yaygın ırkçılığın kökeninde yatan se-

de’daydı. Hemen bir hafta sonra da Onur Yürüyüşü’nde yine İstiklal’de olanlardı. Suruç’ta yoldaşlarının, arkadaşlarının katledilmesine sinirlenenlerdi. Kampa katledilen her yoldaşın anısına birer fidan dikenlerdi. Kürt halkına ve Kürt halkıyla dayanışanlara saldırılar bitmedi. Kürt, Türk, Ermeni, her halk ve inançtan Kamp Armen direnişçileri, 7-8 Eylül’de faşistler HDP bürolarını yakarken kampı ve birbirini kampta nöbet tutarak savundu. 10 Ekim Ankara Katliamı’nda Kamp Armen direnişçileri de oradaydı. Hep beraber yaralandılar, bilendiler. Katliamın hemen ardından Kamp Armen aktivistlerinin bir bölümünün de dahil olduğu LGBTİ Barış Girişimi İstiklal’deydi. “Biz her gün öldürülüyoruz” diye bağırırken Ankara’da ölen,yaralanan insanları anıyorlardı. Yanı başlarında “Oyumuz Umuda” bildirisi dağıtılıyordu. Kamptakiler her sabahlayışlarında 1915’i ,Hrant’ı, Sevag’ı, Maritsa’yı anarken acıları yarıştırmadan, hepsi için hesap sormayı öğrenenlerdi. Sivas Katliamı’nın yıldönümünde “1915’ten 1993’e; Atlantis’ten Madımak’a unutmadık” veya Trans-pride’da “sokaklar Transların; Kamp Armen Ermenilerin” yazan gençler kamptaydı. Kamp Armen aktivistleri devlete karşı bilenirken, birbiriyle dayanışan ve dayanışmaya devam edecek olanlardır.

beplerden biri. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Ermeni mülklerinin gaspı üzerinde yükseliyor. Gasp edilen mülklerin iadesinin yanı sıra, hâlâ adaletin sağlanmadığı Hrant Dink, Sevag Balıkçı, Maritsa Küçük gibi davaların da mücadelesi sürüyor. Ermeni toplumunun eşit yurttaşlık talebi devam

ediyor. Eşitlik için, “bir daha asla” denilen şeylerin tekrarlanmaması için soykırımla yüzleşilmek zorunda. Bu yüzleşmeyi erteleme lüksümüz yok. Kürtçe şarkı söyleyeni bıçaklayan ırkçılığın cezasız kalmasının altında yatan, 1915 Ermeni soykırımının hesabının sorulmamış olmasıdır.

9 Mayıs: İlk büyük buluşma organize edildi. Bu buluşmada zorunlu askerliğini yaparken katledilen Sevag Balıkçı’nın annesi Ani Balıkçı Ermenice dersi verirken; Rakel Dink, direnişi ziyaret etti. Bunun ardından her hafta sonu kampta çeşitli atölyeler, söyleşiler, konserler gerçekleştirildi. 22 Mayıs: Direniş İstiklal’e taşındı. Binlerce insan hep bir ağızdan “Hrant’tan Kamp Armen’e mücadeleye devam” diye haykırdı. 26 Haziran: Kamp Armen’in hâlâ iade edilmediğini vurgulayan ikinci yürüyüş, “şikâyetim var ey insanlık bizi yarattığımız uygarlıktan attılar” pankartı öncülüğünde, İstiklal’de gerçekleşti. 5 Temmuz: Tuzla sahilden Kamp Armen’e bir yürüyüş daha gerçekleşti. Binlerce insan aynı pankartın arkasında bu kez Tuzla’da yürüdü. 25 Temmuz: ‘Kamp Armen’den Suruç’a Dayanışma Köprüsü’ kuruldu. Takı atölyesi yapıldı ve geliriyle Kobâne’ye gönderilmek için oyuncak alınırken katliamda hayatını kaybedenler anısına kampın bahçesine fidan dikildi. 18 Eylül: Kamp Armen Dayanışma Konseri gerçekleşti. Kardeş Türküler, Sayat Nova Korosu, Metin & Kemal Kahraman, Ayşenur Kolivar & Hikmet Akçiçek, Artür Bağdasaryan & Herman Artuç, Vomank, Sibil, Lida Köseoğlu ve Bartev Garyan sahne aldı. Umut ve direniş mesajları verildi. 27 Ekim: Kamp Armen Ermeni halkına iade edildi. Hrant Dink’in en büyük taleplerinden birisi gerçekleşmiş oldu. Direniş 175. gününde kazandı.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.