Sosyalist işçi 565

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

565

24 Mayıs 2016 2 TL. sosyalistisci.org

VEKİLLERE GAZETECİLERE AKADEMİSYENLERE DOĞAYA KADINLARA BARIS, UMUDUNA

DO-KUN-MA-YIN! FRANSA’DA GREV, BREZİLYA’DA YENİ HÜKÜMETE PROTESTO! sayfa 4

MARKSİZM 2016: UMUDUN VE KAZANMANIN DEVRİMCİ PLATFORMU sayfa 6-7

MALCOM X: “BANA BİR KAPİTALİST GÖSTER...” sayfa 8

21. YÜZYILDA MARKSİZM AÇIKLAYICI BİR TEORİ Mİ? sayfa 10


2

GÜNDEM

“AKP’Yİ HAK EDEN HALK” EFSANESİ

1 Kasım seçimlerinden sonra, “bu halktan hiçbir şey olmaz” diyenler, Türkiye’yi terk etmek gerektiğini anlatmaya başlamışlardı. Dokunulmazlıkların kaldırılmasının ardından da, bazı köşe yazarları, yine “her halkın hak ettiği gibi yönetildiği” veciz yaklaşımıyla yazılar yazdılar. Müphem bir kalabalık olan halkı aşağılamak, AKP’nin sağcı, yasaları çiğneyen her adımında gündeme geliyor. “Halkın yüzde 60’ının” zekâ seviyesiyle ilgili Aziz Nesin’e atıf yapan espriler, halkın hak ettiği gibi yönetildiği vurguları, AKP’li vekillerin fotoğraflarından yola çıkarak bu adam ve kadınların tam da bu halka layık olan tipler olduğu esprileri ortalığa daha fazla saçılıyor. Bu, özünde AKP’ye oy veren kitleleri “bidon kafalı” olmakla suçlayan eleştiriler AKP’yi geriletmek ve yenmek açısından hiçbir işleve sahip değil. Olsa olsa AKP liderliğinin elini güçlendiren farkında olmadan yapılan AKP propagandası olabilir bu yaklaşım. Bu yaklaşımın en tehlikeli yanı, AKP’ye karşı mücadele etmek isteyen insanlarda çaresizlik yaratan bir kibirle yüklü olması. AKP döneminde artan iş cinayetleri. Olsun, her halk layığını bulur! AKP döneminde artan kadın cinayetleri ve kadın düşmanı yargının utanmazlığı. Olsun, bu halk layık olduğu şekilde yönetiliyor! AKP döneminde ekosistemin yıkıma uğratılması! Hak ediyorsunuz! AKP döneminde Kürt sorununda savaş politikalarının bir kez daha devreye girmesi, AKP döneminde cumhurbaşkanının başkan olmak için yasaları çiğnemesi, anayasa aykırı işlerin yapılması, askerlerle uzlaşılması, Ergenekon’un aklanması, Kürt gazetecilerin arka arkaya tutuklanması, yolsuzlukların üstünün örtülmesi…olsun, bir halk hak ettiğinden fazlasını bulamaz! Halkın yarısından fazlasını aptal ilan eden kibirli eğilimin ikinci hatası ise insanları oy vermeye iten nedenlerle insanları mücadeleye iten nedenler arasında ayrım yapamaması ve AKP’ye oy veren insanları AKP liderliğiyle özdeşleştirmesi. Bu yaklaşım, AKP liderliğine arayıp da bulamadığı meşruluğu ve çatlaklarını gizleme şansını veriyor. Her halk hak ettiği gibi yönetilir iddiası, işçi sınıfı hak ettiği üretim koşullarında yaşar iddiası kadar saçmadır. Sadece saçma değil, mücadele etmek isteyenler açısından zararlıdır. İşçilerin ve yoksulların değişim isteğini değil sadece, mücadele içinde etkilenme, değişme ve dönüştürme yeteneğini de görünmez kılmaktadır. AKP’ye oy veren yoksullar, Erdoğan’ın mesajını ayakta okuyan ve dinleyen AKP delegelerinin sorumlusu değildir. Tıpkı CHP’ye oy veren az sayıda işçinin CHP liderliğinin her milliyetçi-devletçi saçmalığının sorumlusu olmaması gibi. AKP tabanındaki yoksullar, Sümeyye Erdoğan’ın düğün alanıyla kendi yoksullukları arasına çekilen beyaz çarşafların ya farkındalar ya da çok hızla farkına varacakları bir öfkeyi biriktiriyorlar. Büyük kitleler, ani değişim ve eylemleriyle, sadece muktedirleri beklemedikleri anda hazırlıksız yakalamalarıyla meşhur değildir, eylem içinde değişim yetenekleriyle “Her halk layığını bulur” diyen “aydınları”, “böyle aydınlara da mahkum değiliz” diyerek şaşırtma beceriyle de bilinirler. Yıkılmaz sanılanların birkaç haftada yıkılmalarının tarihi olan sınıf mücadelesi tarihi buna şahittir. Yeter ki gölge etmeyin!

YERLİ, MİLLİ VE KÜRT DÜŞMANI KOALİSYON! KEMAL BAŞAK

HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarını kaldırmak üzere yapılan anayasa değişikliği oylaması AKP, CHP ve MHP’nin oylarıyla meclisten geçti. Kürt halkına karşı yürütülen savaşın liderliğini üstlenen Cumhurbaşkanı Erdoğan oylama sonrasında "Milletimiz diyordu ki 'Biz bu millete ihanet edenleri Türk milletinin parlamentosunda görmek istemiyoruz'. İşte dün parlamentoda milletimizin dediği oldu" diyerek memnuniyetini ifade etti. Erdoğan’ın ihanetle suçladığı Kürt halkının parlamentodaki temsilcileri hakkında yine Erdoğan’ın talimatlarıyla hazırlanan savcılık fezlekelerinde suç olarak gösterilen tek şey, savaşın sona ermesini ve yeniden müzakere masasına dönülmesini istemek! Barış istedikleri için ihanetle suçlanan vekiller hakkındaki yasal süreç önümüzdeki iki hafta içinde başlayacak. HDP lideri Demirtaş, anayasanın ve milletvekilliği dokunulmazlığı ile ilgili kanunların ayaklar altına alınmasıyla geçirilen bu anayasa değişikliğini tanımayacaklarını, uyduruk suçlamalar ile haklarında fezleke hazırlayan savcılara ifade vermeye gitmeyeceklerini söyledi. Erdoğan değil Türk devleti HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması için büyük çaba harcayan ve sonunda muradına eren Erdoğan bazı kesimler tarafından adım adım örülen savaş sürecinin tek sorumlusu olarak görülüyor. Erdoğan’ın dokunulmazlıkların kaldırılmasını kendi hanesine yazmaktan çekinmeyeceği ve bunu kendi siyasi projesi olan

REWHAT

başkanlık rejimini hayata geçirmek için kullanacağı çok açık. Ancak tek başına bu durum, Türk Silahlı kuvvetleri komuta kademesi ile daha dört yıl önce generalleri hapse attıran Erdoğan’ın, çözüm sürecini ihanet olarak gösteren Bahçeli ve ona karşı bayrak açan ülkücü faşistler ile süreçte katkısı olan AKP’li vekillerin, sahte muhalif Kılıçdaroğlu ile onun başına yumurta attıran Melih Gökçek’in aynı safta buluşmasını açıklamaya yetmez. “Beş benzemez”i bir araya getiren şey, bunların her birinin genlerine işlemiş olan Kürt düşmanlığı ve özel olarak Kuzey Suriye’de ortaya çıkan “Kürt realitesi”dir. Çözüm süreci boyunca gündeme gelen ve taraflar arasında demokratik özerklik, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi kavramlar üzerinden tartışılan biçimin Rojava’da fiilen ortaya çıkması ve bu yeni oluşumun Türk devletinin Suriye’deki mezhepçi politikalarını sürdürülemez hale getirmesi çözüm masasının devrilmesine neden oldu. Çözüm sürecini AKP lideri olarak değil Türk devletin başı olarak sürdüren Erdoğan, bu gelişmelerden sonra çözüm masasını da Türk devleti adına devirdi. Masanın devrildiği andan itibaren adım adım şekillendirilen bu yerli ve milli savaş koalisyonu, Öcalan’ı siyasi liderleri olarak gören Rojava Kürtlerini yenilgiye uğratmak, hiç değilse zayıflatmak için, Rojava Kürtleri ile siyasi olarak bütünlük gösteren Türkiye Kürtlerine yönelik savaşın aracı haline getirildi.


GÜNDEM

CHP NE YAPIYOR, NEYİ AMAÇLIYOR, DEĞİŞTİ Mİ? ATİLLA DİRİM

Özellikle Gezi günlerinden sonra dillerde bir efsane dolaşmaya başladı: CHP değişti, yüzünü sola döndü, ezilenden yana, faşizme karşı vs. Bunların külliyen yalan olduğu, HDP'li vekillerin meclisten atılması için yapılan oylamada açık bir şekilde ortaya çıktı. CHP de diğer düzen partileri olan AKP ve MHP ile birlikte, Kürt halkının temsilcilerinin, altı milyon oy almış bir partinin sözcülerinin meşru ve demokratik zeminden kopartılması, meclis dışına atılması lehinde oy kullandı.

CHP'nin sol ve sosyalizmle uzaktan yakından ilgisi bulunmamaktadır. Kendisini de hiçbir zaman böyle tanımlamamıştır zaten. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin devamcısı olarak Türk/Müslüman/Sünni ulus devletin kurucu partisidir, ırkçıdır, milliyetçidir, mezhepçidir.

Ecevit’ten bugüne Bu partinin sol/sosyalist olduğu efsanesi, esas olarak Bülent Ecevit'in başbakan olduğu 60'lı yılların ortasına dayanıyor. O dönemde yükselen işçi hareketinin, toplumsal mücadelenin etkisiyle, kitlelerin oyunu alabilmek için CHP "ortanın solu" söylemiyle taktığı sol maske ile ırkçı, milliyetçi, mezhepçi politikalarını devam ettirmiştir. 1974 yılında Kıbrıs'ı işgal ederken Türk ırkçılığını zirveye taşımış, binlerce Kıbrıslının kanına girerek kanlı tarihine bir yenisini eklemiştir. Keza devlete isyan eden solcu liderlerin idamına evet oyu vererek, bu cinayetlere de ortak olmuştur. Kürtler ve CHP 1990'lı yıllardan sonra Kürt halkının yükselen mücadelesi ve siyasal İslam'ın giderek güçlenmesi karşısında sol/sosyalist maskesini bir kenara fırlatarak, ırkçı, milliyetçi ve mezhepçi kimliğini yeniden öne çıkarmıştır. İşçi haklarını savunma, işçilerin birliği için çaba gösterme konusunda hiçbir şey yapmamıştır. Aksine, birkaç sendika bürokratını bünyesinde barındırarak işçileri kandırmaya çalışmış, ancak bu sahtekârlığı, işçi sınıfından aldığı oyların giderek düşmesinden başka bir sonuca ulaşmamıştır. Laiklik

HAFTANIN IRKÇISI KÜRTÇE KONUŞAN ÖĞRENCİYİ YURTTAN ATANLAR Aydın’da Türkçe bilmeyen annesi ile Kürtçe konuşan öğrenci,yurttan atılarak bursu kesildi.

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

UMUDUMUZ BARIŞTA! Dokunulmazlıkların meclis genel kurulunda kabulünün ardından yeniden bir karamsarlık hâkim hale geldi bizim saflarımızda. Bu, bir yere kadar anlaşılabilir ama bir yerden sonra, özellikle umutsuzluğun mücadele isteğini tüketeceğini bilenler açısından mücadele etmemizi gerektiren bir duyguya dönüşüyor. Gerçekten de Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye’yi “I, Daniel Blake” filmiyle kazanan İngiliz yönetmen Ken Loach’un yaptığı konuşmada söyledikleri çok doğru. Loach, “Şu anda bir umutsuzluk döneminden geçiyoruz. Böyle umutsuzluk dönemlerinde aşırı sağ yararlanmaya çalışır. Biz yaşlılar bunun ne gibi sonuçlar doğurabileceğini biliriz. Buradan bir umut mesajı göndermeliyiz. ‘Başka bir dünya mümkün ve gerekli’ demeliyiz.” dedi konuşmasının bir bölümünde.

Irkçı ve mezhepçi

Kendi çizdiği toplumsal/politik çerçevenin dışında kalan hiçbir şeye müsamaha bile göstermemiş, en temel hakları, en sıradan talepleri en vahşi yöntemlerle ezip geçmiştir. Başta Dersim olmak üzere çok sayıda katliamın planlayıcısı ve uygulayıcısı olmuştur.

3

CHP lideri Kılıçdaroğlu, HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarını kaldımaya ‘evet’ oyu verirken.

adına sürdürdüğü mezhepçi politikalarla, işçi sınıfını dindar-laik diye bölmek için elinden geleni yapmıştır. Nitekim bazı sendika bürokratlarının yapmayı planladığı laiklik mitingine destek vereceğini ilan etmiştir. Çözüm süreci boyunca HDP'nin yükselişi önünde daima set olmaya çalışmıştır. HDP'nin çekim merkezi olması, barış umudu taşıyan kitlelerce batıda da sahiplenilmesi karşısında bölünme/parçalanma paranoyalarını körüklemiş, HDP'nin AKP ile anlaştığı, Erdoğan'ın başkan yapılması karşılığında ülkeyi böleceği yalanını işlemiştir. Kendisini sol zanneden, ancak gerçekte Kemalist olan gruplar da CHP'ye destek olmakta çekince göstermemişlerdir. Dolayısıyla, CHP sol/sosyalist asla olmamıştır. Ermeni, Pontos, Rum, Hıristiyan soykırımlarının uygulayıcısıdır, temel hakları için defalarca ayağa kalkan Kürt halkını ağır katliamlara uğratmıştır, ırkçılığı, milliyetçiliği ve mezhepçiliği, yani yerli ve milli eksenini içselleştirmiş, bugün kavga eder gibi göründüğü AKP ve MHP ile Kürt düşmanlığında birleşmiş, savaş yanlısı, insanlık düşmanı bir partidir. Yerli ve milli ittifakını oluşturan diğer savaş yanlılarıyla birlikte, CHP'nin de en çok korktuğu şey barıştır. Bu yüzden yerli ve milli ittifakına karşı, barışın sesinin yükseltilmesi hayati önem taşımaktadır. Aydın’ın Nazilli ilçesindeki İsabeyli Kredi Yurtlar Kurumu Kız Öğrenci Yurdu’nda kalan Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Yaşlı Bakım Programı birinci sınıf öğrencisi Pınar Çetinkaya, Türkçe bilmeyen annesi ile telefonda Kürtçe konuşmasının ardından odasında bulunan diğer 3 kız arkadaşı tarafından, yurt müdürüne “telefonda örgüt propagandası yapıyor” denilerek şikayette bulunuldu. Müdürün Jandarma’ya haber vermesi ile gözaltına alınan Çetinkaya ifadesinin ardından serbest bırakıldı. Yaşanan gelişmelerin ardından yurt yönetimi de “Örgüt propagandası” yaptığı gerekçesi ile Çetinkaya’yı yurttan attı. Yurttan atılan Çetinkaya’nin bursu da kesildi. Bu en klasik ırkçılığı uygulayanlar, haftanın ırkçısı.

Bir ek yapabiliriz, sadece mümkün ve gerekli değil başka bir dünya, gezegenin halini düşünürsek, zorunlu da. Başka bir dünyayı kurma mücadelesi, içinde yaşadığımız koşullara karşı başkaldırı, koşullar can sıkıcı da olsa, zorlu da olsa özgürlüğümüzü kazanmak için en önemli eylem. Ama bu eylem, umutsuz bir ruh haliyle beraber sürdürülemez. Umudumuzu ne vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması yok edebilir ne de parti kongrelerinde Erdoğan’ın mesajını ayakta dinleyen ya da dinlemek zorunda kalan kukla delegelerin yarattığı iklim. Umudumuzu ne dokunulmazlıkların kaldırılması oylamasında kahkahalar atarak poz veren AKP’li vekillerin pişkinliği bozabilir ne de bazılarınca umudun adresi olarak gösterilen CHP’nin utanmazca AKP’yle kol kola girmesi. Umut buralarda değildi zaten, buralardaki yozlaşma umudumuzu karartamaz bu yüzden. Umut mücadelede! Umut, bu toplumda barışın kaybedeni olmaz diyenlerin çoğunluk olduğunu bilmemizde. Bu çoğunluğun bugün elinde kanalları olmayabilir. Ama ilk kanal bulduklarında barış taleplerini ne kadar güçlü haykıracaklarını biliyoruz, defalarca gördük. Umut, Kürt halkının barış isteğinin dokunulmazlıklar operasyonu gibi hamlelerle sona erdirilmeyeceğinin yakın tarihin tüm dönemeçlerinde her defasında kesinleşmesinde. Daha önce de kaldırılan dokunulmazlıklara Kürt halkının tepkisi, daha da güçlenmek, daha da örgütlenmek, daha gelişkin bir özgüvenle devlete meydan okumak oldu. Umut, bugün de böyle olacağını bilmekte. Umut, AKP’nin tabanında kilelerin önemli bir bölümünün 7 Haziran seçimlerinde AKP’yi boykot etmeleri gerçeğinde. Bu yine olabilir. Bunun yeniden olması mümkün. Sayısız mücadele başlığı var ve her mücadele alanında umutlu kitleler var. Bu kitlelerin eylemine odaklandığımızda, ağlaşmayıp örgütlendiğimizde, kazanmanın da mümkün olduğunu göreceğiz.


4

DÜNYA

FRANSA: PATRONLARIN SALDIRISINA KARŞI MÜCADELE BÜYÜYOR

BREZİLYA: SAĞCI HÜKÜMETE KARŞI PROTESTOLAR BAŞLADI

Brezilya’da ülkenin merkez solcu başkanı Dilma Rousseff’un Brezilya senatosu tarafından geçici olarak görevden alınmasının ardından işbaşına gelen sağcı Michel Temer’in uygulamaya çalıştığı neoliberal politikalara karşı eylemler başladı.

Liselilerden işçilere, Fransa’da patronlara ve hükümete karşı muhalefet aşağıdan yayılıyor.

Fransa’da merkez sol Sosyalist Parti’nin iş yasasında yapmaya çalıştığı bir dizi değişikliğe karşı başını sendikaların ve gençlerin çektiği direniş büyüyor. Bu yasa değişikliğiyle ise çalışma saatlerinin arttırılması, fazla mesai ücretlerinin azaltılması ve işten çıkarmaların kolaylaştırılması hedefleniyor. Birçok sektörde 17-20 Mayıs günlerinde greve gidilirken yasa değişikliğine karşı kitlesel gösteriler de gerçekleşiyor. Geçtiğimiz hafta içindeki ikinci ulusal eylem günü olan Perşembe günü ülkenin başkenti Paris’te 100.000 kişi yürüdü. Fransa’nın batısındaki liman şehri Le Havre’de ise liman işçileri 20.000 kişilik bir yürüyüşe önderlik etti. Üstelik işyerlerinde grev gözcülüğü yaptığı ve yolları bloke ettiği için bu yürüyüşe katılamayan çok sayıda insan da vardı. Fransa’da yolların bloke edilmesi mücadelenin gelenekselleşmiş yöntemlerinden biri. Özellikle petrol dağıtımının durdurulması, üretim güçlerini kullanarak greve giden işçilerin etkisinin daha fazla hissedilmesini sağlıyor. KÜRESEL BAKIŞ Meltem Oral

AVUSTURYA: MÜCADELE YENİ BAŞLIYOR... Avusturya’da Özgürlük Partisi lideri Norbert Hofer’le bağımsız aday Alexander Van der Bellen’in kafa kafaya yarıştığı Cumhurbaşkanlığı seçimini az bir farkla Hofer kazandı. Avusturya’da İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez merkez partilerin birinci turda elendiği söyleniyor. Hofer’in partisinin adının ‘özgürlük’ olması sizi yanıltmasın. Çünkü faşist bir parti. Hem de Norveç’le birlikte Avrupa’nın en yüksek oya sahip faşist partisi. Geçen yıl 90 bin kişinin iltica başvurusu yaptığı Avusturya’da, göçmen düşmanlığı faşist partinin seçim kampanyasının merkezini oluşturdu. Karalar bağlamak için fırsat kollayanlar, Avusturya se-

Eylemciler lastik yakarak ve arabaları kullanarak petrol rafinerilerinin yollarını kapatıyorlar. Bu eylemlerin etkisi şimdiden görülmeye başlanmış durumda, Total petrol şirketi Fransa’nın batısındaki her beş benzin istasyonundan birinin boş olduğunu açıkladı. Grevin ve blokajların etkisi bu alanla sınırlı değil. İşçiler posta servisi ve demiryollarını da felç etmiş durdurdular. Fransa Başbakanı Manuel Valls barikatları kaldırmak için polisi görevlendirme tehdidinde bulundu ki Sarkozy 2010’daki emeklilik maaşı eylemlerinde tam da bunu yapmıştı. Eylemciler ise böyle bir durumda geri çekilmek değil mücadeleyi yaymak gerektiğini düşünüyorlar. Fransız polisi eylemcilere cop, tazyikli su ve plastik mermi ile pek çok kez saldırdı. 1000’den fazla kişi tutuklanırken hükümet eylemleri yasaklamak istiyor. Milletvekilleri olağanüstü halin uzatılmasını onayladılar. Meclisin yasa değişikliğini kabul etmesi için en az bir haftalık bir süreç daha gerekiyor. Bu bir haftadaki grev ve eylemlerin kritik önemde olacağını söylemek mümkün. çimini hemen dünyadaki diğer ırkçı adayların, ABD’de başkan adayı Trump veya Fransa’da yükselen Le Pen’in potansiyel ‘zaferinin’ ipucu olarak okumaya meyilli. Tabi ki sağın yükselişini hafife almamalıyız. Ancak siyaset çelişkiler barındırarak ilerliyor. Birkaç ay önce Le Pen’in az daha zafer kazanacağı Fransa’dan şimdi grevlerle bahsediyor olmamızın sırrı burada. Dahası dört bir tarafımız müzmin depresiflerin tek düze okumalarına yer bırakmayacak kadar çok ve kitlesel mücadeleyle dolu. Dünya son birkaç yıldır, zıt kutupların yükselişine açık bir iklime sahip. 2008’de başlayan finansal krizin faturası ağır bir şekilde yoksullara ödetilmeye çalışılıyor. Bir yandan Asya-Pasifik diğer yandan Suriye üzerinden emperyalist hegemonya mücadesi sürüyor. Bu mücadele söz konusu bölgelerden binlerce kilometre uzaklıktaki ülkeleri dahi etkileyen bir belirleyiciliğe sahip. Belirleyiciliği sadece bu bölgelerdeki kontrol gücünün ABD, Rusya, Çin gibi ülkelerde olup olmamasında değil. Emperyalist çekişme aynı zamanda, zincirin halkaları gibi birbirine bağlı bir dizi politik sorun yaratıyor. Dünyanın dört

Brezilya’da 2002 yılında İşçi Partisi’nin (PT) adayı Lula da Silva devlet başkanlığına seçilmiş, 2003 yılında ise parti iktidara gelmişti. PT o günden beri kolalisyonlar yoluyla ülkeyi yönetmeye devam etti. Reformist sol politikalar uygulayıp artan petrol ve hammadde gelirlerinin yoluyla göreceli bir ekonomik büyüme sağlayan PT hükümeti yıllar geçtikçe sağa kaymaya, neoliberal politikalara daha açık hale gelmeye başladı. Lula da Silva hakkında para aklamak, PT yetkileri için rüşvet almakla suçlandılar, soruşturmalar başkan Rousseff’e kadar uzandı. Rousseff bütçe açığını az göstermekle suçlanıyor. Brezilya sağı merkez solun yıpranmasını bir fırsat olarak kullandı, çoğunluğu orta sınıftan gelen milyonlarca kişiyi mobilize ederek Rousseff’in görevden alınmasını sağladı. Ancak aralarında pek çok işadamının da olduğu, tamamı beyaz ve erkeklerden oluşan Temer kabinesinin işi kolay olmayacak. 12 Mayıs günü Sao Paolo’da militan evsiz işçiler hareketinin başını çektiği 20.000 kişi sokağa çıktı. Göstericiler patron sendikasına yürüyüp kemer sıkma önlemlerini ve sosyal programlarda kesintiye gidilmesini protesto ettiler. Lise öğrencileri okullarını işgal ettiler. Brezilya’da sosyalistler PT’nin kuyruğuna takılmadan ve onun sağ politikalarını ehveni şer olarak görmeden, sağcı yeni hükümete karşı mücadele ediyorlar. bir tarafına dağılmak zorunda kalan Suriyeli göçmenler üzerinden yükselen ırkçılık tehlikesi veya devletlerin ‘güvenlik’ gerekçesi altında kendi halklarına dönük baskı politikalarını arttırması gibi. Bu iklim bazı ülkelerde ‘merkez’ partilerin silindiği ve siyasetin giderek daha net bir şekilde aşırı sağ veya sol alternatifler arasında kutuplaştığı koşulları yaratıyor. Fransa’da haftalardır süren ‘gece ayakta’ eylemleri ve yükselen grev dalgasının, Yunanistan’da üç gün gerçekleşen kesintisiz grevin, Almanya’da faşist Pegida’yı durduran on binlerce anti faşistin, tüm Avrupa’da kitlesel mültecilerle dayanışma eylemlerinin, ABD’de ayrımcılığa uğrayanların ve yoksulların desteklediği Sanders’ın başkanlık adaylığının, Trump’ın mitinglerini basan siyahların, kısaca mücadelenin mesajı açık: Son söz hiçbir yerde söylenmedi. Mesele bu kırılgan iklimin özgürlüklerden yana, mülteciler hoşgeldiniz diyen, krizin faturasını ödemeyi reddeden sol alternatifler için yarattığı fırsatları değerlendirmekte.


GÜNDEM

5

TÜRKİYE’NİN GERİYE DÖNÜŞÜ SONSUZA KADAR DEVAM EDEMEZ ALEX CALLİNİCOS

İstanbul’da Devrimci Sosyalist İşçi Partisi’nin (DSİP) düzenlediği Marksizm 2016 toplantılarına katıldım. Türkiye’de politika, son bir yılda şaşırtıcı ölçüde bir geriye gidişin içinden geçiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, baskın figür olmaya devam ediyor. İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) ilk kez 2003 yılında zafere taşımıştı. AKP’nin toplumsal tabanı, Anadolu’nun küçük şehirlerinde yaşayan dindar kapitalistler ve ekonomi politikaları da katı bir şekilde neoliberal. Ancak Erdoğan, Kemal Atatürk 1923’te laik cumhuriyeti kurduğundan beri dışlanmış hisseden Müslüman çoğunluğun bu duygusundan faydalanmakta oldukça usta davrandı. Erdoğan’ın laikçi düzene en büyük meydan okuyuşu, Kürt İşçi Partisi’yle (PKK) görüşmeleri de içeren “çözüm sürecini” başlatmasıydı. PKK, 1980’lerin ortasından beri, devlet tarafından 1920’lerden beri varlığı dahi reddedilen Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını savunmak için silahlı bir mücadele yürütüyor. Bu, Erdoğan’ı Türkiye’nin “derin devleti” ile karşı karşıya getirdi. Bunun çekirdeğinde, 1960, 1971, 1980 ve 1997’deki başarılı askeri darbelerle siyasette son sözü söyleme hakkı olduğunu iddia eden ordu var. Hükümete karşı Ergenekon adıyla bilinen askeri komplo ortaya çıkarıldığında, onlarca general tutuklanmıştı. Ancak bugün, Erdoğan orduyu Kürtlere karşı yeni bir savaş için serbest bıraktı. Hükümetin rakamlarına göre, geçtiğimiz Haziran ayından beri Kürt bölgelerindeki savaşta 6 bin kişi öldü. Bu U-dönüşü, kısmen Erdoğan’ın kendisini kurtarma motivasyonundan kaynaklanmış olabilir. Orduyla savaşında en önemli müttefiki, yargıda ve medyada güçlü bir etkisi olan İslamcı Fethullah Gülen hareketiydi. Ancak 2013 yılında Gülenciler, Erdoğan ve oğlu tarafından yapılan yolsuzlukların tapelerini yayınladıklarında bu ortaklık son buldu. Erdoğan, onlara vahşi bir şekilde karşılık verdi, gazetelerine el koydu. Şimdi Erdoğan, Ergenekon’un bir mit olduğunu iddia ediyor. Generalleri serbest bıraktı, şimdi onları soruşturan Gülenci savcılar ve hakimler kovuluyor, hatta hapse atılıyor. İç patlama Ancak bu ters dönüşteki esas faktör Suriye’deki savaş. Erdoğan, Arap dünyasında 2011 devrimleriyle yaşanan iç patlamanın, Türkiye’yi Ortadoğu’nun lideri yapacağına

Büyük inşaat şirketlerinin ve arkasındaki finans kuruluşlarının çıkarları için İstanbul’da emlak balonunun ne zaman ve nasıl patlayacağını gündelik sohbet konularından biri.

inanıyordu. Beşar Esad’ın devrilmesi yönündeki arayışları doğrultusunda, Suriye’deki iç savaşa müdahil oldu.

Diyarbakır’ın merkezini yeniden inşa edeceğini söylediğinde, yaşanan kıyıma ışık tutmuş oldu.

Esad buna çok kurnazca, güçlerini Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgelerinden çekerek yanıt verdi. Bu bölgeler, PKK’nin Suriye kanadının gerillaları tarafından ele geçirildi.

Anketlerdeki %50 görünen desteğiyle, Erdoğan hâlâ zirvede. Ancak Türkiye devletini ve tüm Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmayı isteyen adam geri çekilmeye zorlandı. Şimdi Kemalist öncüllerinin yolundan gidiyor, milliyetçilik davulunu çalıyor ve Kürtlerle savaşıyor.

Rojava’daki cumhuriyetleri, IŞİD ve diğer İslamcı gruplara karşı savaşlarında hem Rusya’nın hem de ABD’nin önemli bir müttefiki hâline geldi. PKK’nin Suriye’deki ilerleyişi, Türkiye’ye sıçraması durumunda, Erdoğan için ölümcül bir tehdit oluşturur. Bu yüzden barış sürecini imha etti. PKK, Türkiye Kürdistanı’nda şehir isyanları başlatınca, ordu buna vahşice yanıt verdi. PKK savaşçıları, ABD hava desteğinin Türkiye sınırında sona erdiğini keşfettiler. Medyanın karartılmasıyla birlikte, Erdoğan’ın orduda yeni bulduğu arkadaşları, kasabaların tümünü yok etmek için hava gücünü ve ağır silahları kullandı. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu, en önemli Kürt şehri olan

Erdoğan Kürtleri parçalayamayacak. Ve başarısı kısmen, 2000’lerde İngiltere, İrlanda ve İspanya’dan aşina olduğumuz emlak balonunun itici gücünü oluşturduğu ekonomik büyümeden kaynaklanıyor. Erdoğan, faiz oranlarının düşük kalması ve böylece balonun büyümeye devam etmesi konusunda mücadele etti. İstanbul’un silueti, birçok diğer Türk şehrinde olduğu gibi, son yıllarda değişim geçirdi. Ama 2007-2008’deki küresel ekonomik çöküşten biliyoruz ki bu balon patlayacak. Erdoğan’ın şansının tükeneceği zaman çok uzak olmayabilir.

ÇATIŞMADAN MÜZAKEREYE GEÇİŞ: BARIŞIN OLANAKLARI SEMPOZYUMU 1. OTURUM: DÜNYADA ÇATIŞMA VE MÜZAKERE SÜREÇLERİ Ayşe Betül Çelik, Erol Katırcıoğlu (Filipinler deneyimi), Yıldız Ramazanoğlu (İrlanda deneyimi) Moderatör: Yildiz Önen 2. OTURUM: TÜRKİYE’DE ÇATIŞMADAN MÜZAKEREYE NASIL GEÇECEĞİZ? Cuma Çiçek, Fatma Akdokur, Hakan Tahmaz, Reha Ruhavioğlu, Şenol Karakaş Moderatör: Nilüfer Uğur Dalay n 28 Mayıs 2016, Cumartesi, 14.30-18.00, Cezayir Toplantı Salonu


6 GELENEK

MARKSİZM 2016: UMUDUN KAZANMANIN DEVRİMCI PL

Marksizm 2016 katılımcıları, HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarını kaldırılması öncesi protestoda.

Marksizm 2016 toplantılarında işçi sınıfı hareketinin, ezilen, dışlanan grupların sorunlarını ve Türkiye’deki güncel siyasal konuları tartıştık. Dünyadaki tüm tehditlerin ve kaosun ortak paydası kapitalizmdir. Kapitalist sistem sürekli kriz üretir. Kapitalizmin günümüzde iki önemli problemi var, birincisi kar oranlarındaki düşüş. İkincisi, kontrolsüz büyüme sonucu ortaya çıkan iklim değişikliği. İşçi sınıfı gelecek komünist toplumun nüvesini içinde taşır. Sosyalizm işçilerin başaracağı bir husustur. Tarihsel nedenlerle işçi sınıfının mücadele ile olan bağlantısı zayıfladı. Yapmamız gereken işçi sınıfının bu bağını güçlendirmektir. Bunun için örgüt gerekir. DSİP bunu yapmaya çalışıyor. Tarihi anlamamız için Troçki’nin eşitsiz bileşik gelişim yasasını anlamalıyız. 20.yy. başlarında Rusya’yı feodal, ekonomisi geri bir ülke olarak değerlendirenler yanıldılar. Troçki 1908 yılında Rusya’da kapitalizmin gelişmekte olduğunu anlatır. Rusya işçi sınıfı 1905 devrimci kalkışmasını ve 1917 devrimini yaptı. Geri bir ülkede devrim yapılabilir, sosyalizmin inşası başlayabilir, ama ileri ülkelerin işçi sınıfı hareketleri destek olmazsa devrimini yapan geri ülkede yenilgi olabilir. Dünyada muhalif hareketler çoğalıyor. ABD’de Sanders, İngiltere’de İşçi Partisi ve Corbyn, Yuna-

nistan’da Syriza, İspanya’da Podemos. 2008 krizi ve sonrasında Arap devrimleri bu olumlu sonuçlara yol açtı. Aynı zamanda olumsuz sonuçlar da var. Mısır’da darbe oldu. Suriye sürekli bombalanıyor, ABD’de Trump felaketi var, Avrupa’da aşırı sağ yükseliyor. Türkiye’de Yırca, Cerattepe, Barış için Akademisyenler vb. mücadeleler devam ediyor, batıda bu direniş ve mücadeleleri birleştirecek, AKP tabanındaki işçileri, yoksulları kazanacak, anti-kapitalist bir partiye ihtiyacımız var. Gezegenimizde tüm canlı yaşam tehlike altında. Bilim “fosil yakıtları kullanmayın, arazilerde radikal değişiklikler yapmayın” diyor, ama tam tersi yapılıyor. İklim için mücadele kapitalizme karşı mücadeleden geçer. İklim değişikliği sosyal adaletsizliktir, iklim değişikliği ile mücadele etmeliyiz. Suriye’de toplumsal devrim hareketi sürüyor. Suriye’de olan bir halk devrimidir. Geçen yıl hareket geri çekilmişti. Ateşkesle birlikte Suriye’deki toplumsal hareket kendisini yeniden gösterdi. Son iki aydır her gün bir şehirde gösteri yapılıyor. Biz sosyalistler savaşın, bombalamaların, emperyalist müdahalenin durmasını istiyoruz. Bizler solcu ve demokratik güçlerin birleşik cephesi için çalışıyoruz. İlkeleri, özgürlük, eşitlik, laiklik, toplumsal adalet ve mezhepçi olmamaktır. Türkiye’deki mültecilere hakları verilmelidir. Suriye’deki savaş beş yıldır sürüyor. Rejimin, Rusya ve

İran’ın çok ağır bombardımanı, saldırıları var. İnsanlar kaçmak, göç etmek zorunda kalıyor. Zorunlu olarak Türkiye'ye gelenlere en kısa zamanda mültecilik hakkı verilmelidir. Kürt sorununda demokratik çözüm olanakları için çaba harcamalıyız. Öcalan 2013 Newroz bildirisinde “silahların dönemi bitti, demokratik siyasetin dönemi başladı” dedi, ama savaş hala sürüyor. Türkiye’nin Suriye politikası değişmediği sürece tekrar barışa yönelmek zor görünüyor. Erdoğan’ın korkutmalarından yılmayalım, barışı savunalım, yerli milli koalisyona hayır diyelim. Türkiye’de Alevilere yönelik pek çok ötekileştirme ve ayrımcılık uygulanıyor Alevi meselesi demokrasi ve eşit yurttaşlık mücadelesi sonucu çözülür. Eşit koşullarda kardeşlik oluşturulmadan devrim ve sosyalizm olmaz. Anti-semitizm, Yahudi düşmanlığı özellikle 20.yy. başlarında ortaya çıktı. Türkiye’de “Yahudilere misafirperver davrandık” denir, ama her olayda hedef tahtasına Yahudileri oturtulur. İlk anti-semitizm olayları meşrutiyet sonrası milliyetçilik akınlarının gelişmesi ile başladı, günümüzde de devam ediyor. Marks’ın "Din halkın afyonudur" ifadesi çok bilinir ama yanlış yorumlanır.


GÜNDEM 7

N VE LATFORMU

TARTIŞTIK, KONUŞTUK: NASIL BİR MÜCADELE ÖNERİYORUZ? Küresel kapitalizm büyük bir kriz yaşıyor. Egemen sınıfların, ekonomik krizden çıkışa dair bir yanıtları yok. Burjuva iktisatçıların söyledikleri birbiriyle çelişiyor. Bu ortamda, kemer sıkma tedbirleriyle ücretlerine ve tüm sosyal haklarına saldırılan işçiler ise her yerde krizin faturasını ödememek için direniyorlar. Türkiye de bu, bir yandan krizin etkileriyle çalkalanan, diğer yandan ise işçilerin ve tüm ezilenlerin kitlesel mücadeleleriyle şekillenen dünyanın bir parçası. Türkiye egemen sınıfı da bir kriz yaşıyor. Kürt sorununu, Rojava’daki olası bir devleti engelleme perspektifiyle, 30 yıldır denenmiş ve çözüm alınamamış yollarla, topyekûn saldırı ve savaş stratejisiyle çözmeye çalışıyor. Bu kriz, egemen sınıf partilerinin bölünmüşlüğüne yol açıyor. AKP’deki çatlaklar, Başbakan Davutoğlu’nun görevden alınmasıyla sonuçlanacak boyuta vardı. CHP, vekillere dokunulmazlık oylamasında görüldüğü gibi farklı kanatlara sahip. MHP’li faşistlerin bir bölümü, partinin diğer kesimleriyle kavgaya hazırlanıyor.

Marksizm 2016, Sosyalist İşçi standı.

Marksizmin din eleştirisi, kapitalizm eleştirisidir. Engels Paris Komününde dinin yasaklanması girişimlerine şiddetle karşı çıkmıştır. LGBTİ’lerin mücadelesi kimlik mücadelesidir. LGBTİ’ler artık sokaklardalar ve mücadele ediyorlar. Solcular olarak LGBTİ’lerle dayanışma, homofobik fikirlerle mücadele içinde olmalıyız. LGBTİ’lere yapılan saldırılara hızlı tepki vermeliyiz. Kemalizm Türk ulus devletinin kuruluş ideolojisidir. Türkiye’deki tüm ötekileştirmelerin Kürt, Alevi, Müslüman, Ermeni, Rum, Yahudi vb. kaynağı Kemalizm’dir. AKP’nin aldığı oyun bir kısmı Kemalizme duyulan tepkidir. Kemalist milliyetçilik ile aramıza çok kalın çizgiler çekmeliyiz. Darbe kavramı çok sıradanlaştı. Hükümet 17-25 Aralık davalarından kurtulmak için savcıları ve darbe davalarını kumpas ilan etti. AKP devlet olduğuna kanaat getirdi. Orduyla barışmasının iki nedeni var, birisi Cemaatle savaş, diğeri Kürt sorununu askeri yöntemle çözmek. Bu iki konuda AKP ve ordu anlaştı. Kürt savaşı bu nedenle sadece Sarayın savaşı değil, Türk devletinin tümünün savaşıdır.

Tabanda, işçi sınıfının mücadeleci kesimlerinde ve çeşitli başlıklardaki direnişlerin aktivistlerinde ise iki farklı ruh hâli yan yana gidiyor. Bir yanda Kürt illerindeki savaşın ve katliamların, Batı’da ise barıştan yana olan herkese yönelik devlet baskısının ve patlayan bombaların yarattığı umutsuzluk var. Bu karamsarlık, orta sınıfların yaydığı korku atmosferiyle, gerçek durumun çok daha ötesinde bir etkiye sahip oluyor. Ama diğer yandan da Türkiye toplumunda değişimden yana olan dinamikler varlığını koruyor. Bazen Cerattepe direnişi, bazen 8 Mart’ta kadınların kitlesel eylemi, bazen ise belli bölgelerde başlayan işçi direnişleri, gerekli kanallar sağlandığında egemen sınıfa duyulan öfkenin devletin örmeye çalıştığı korku duvarını kolayca aşabileceğini gösteriyor. Diğer yandan da mücadele edenlerin saflarında, kazanımlar elde edilmesini engelleyen fikirler var. Merkezine “laikliği” ve “cumhuriyetin kazanımlarını” alan, asıl olarak CHP’ciliğe yaslanan siyasi eğilimler, işçi sınıfının birliğine değil toplumdaki kutuplaşmanın artmasına hizmet ediyor. Bunun yanı sıra, Kobanê’de IŞİD’e karşı direnişinin veya Kürdistan’daki hendek savaşlarının birebir Batı’ya uygulanabileceğini savunup silahlı mücadeleyi savunanlar var. Marksizm 2016, bunların dışında başka bir solun da olduğunu gösterdi. Özgürlükçü sosyalistlerin, işçi sınıfını birleştiren politikalar etrafında, kemalizme ve Türk milliyetçiliğine zerre ödün vermeden, kitlesel bir antikapitalist parti inşa etme konusundaki politik birliğini sağladı. Yerli ve milli koalisyonunu dağıtmak, bir yandan Kürt halkının barış talebine yanıt veren, bir yandan metal grevi gibi uzun soluklu direnişlerin öncülüğünü yapan, Yırca’dan Cerattepe’ye yaşam alanları için verilen mücadelelerde yer alan aktivistleri bir araya getiren kitlesel bir siyasi alternatifi inşa etmekle mümkün. Marksizm 2016, “Ne AKP neoliberalizmi ne CHP kemalizmi” diyenlerin böylesi bir siyasi hat etrafında önümüzdeki dönemde verecekleri mücadeleye güç katan bir platform oldu.

GÖRÜŞ Roni Margulies

MECLİS’İN EN TEMEL DOĞRUSU Herkes bilir, Türkiye parlamenter siyasetinin en temel doğrularından biridir. Hiç değişmez. Değişmesi teklif edilebilir, ama kimse teklif etmeye zahmet bile etmez; etse de bir faydası olmaz. Temel doğrumuz şudur: Kürt meselesi konu olduğunda, parti purti, yasa masa, anayasa manayasa fark etmez, tüm Meclis birleşir, sınıfsız zümresiz kaynaşmış bir kütle olarak sevinç ve coşkuyla oy kullanır. (Bu temel doğrunun bir de (b) şıkkı vardır, ama onu ifade etmeye bile pek gerek yoktur. Şöyle: Ermeni Soykırımı konu olduğunda da partiler arasında tam birlik sağlanacaktır. Bu (b) şıkkı pek bilinmez, çünkü Ermeni Soykırımı zaten konu olmaz.) Geçen hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi ne kadar bu temel doğrunun ne kadar temel olduğunu hepimize hatırlattı. Ne kadar uyumlu ve bölünmez bir millet olduğumuzu gösterdi. “Söz konusu Kürtler olduğunda geri kalanı teferruattır” atasözünü bir kez daha doğruladı. Ve kimse şaşırmadı elbet. Örneğin, Hürriyet’te Murat Yetkin şöyle yazdı: “Anayasa değişikliğinin halkoylamasına gitme gereği CHP’den gelen ‘evet’ oylarıyla aşılmıştır.” Yani HDP milletvekillerini Meclis’ten atma (ve herhalde cezaevlerine tıkma) girişimi CHP’nin oylarıyla uygulanabilir hâle geldi. Ve Yetkin’in yazısında “Hay Allah, CHP nasıl böyle bir şey yapabildi?” veya “Hiç beklemiyordum, kafam karıştı, tüh” gibi bir ifade hiç yok. Çünkü CHP’nin tam da böyle yapacağını tabii ki biliyordu. Hepimiz biliyorduk. CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, “Türkiye’de en can yakıcı sorun terör sorunudur; 78 milyon terör örgütlerinin açık hedefi haline gelmiştir. Böyle bir tabloda terör örgütleriyle ilişkilendirilen kimi siyasetçilerin dokunulmazlık zırhına bürünmesine CHP evet diyemez” dedi. Arkasından, HDP’nin Anayasa Mahkemesi’ne başvurması gündeme geldiğinde ama bunu yapabilmek için kendi safları dışında 50 milletvekilinin desteğine ihtiyaç olduğu konuşulduğunda, Kılıçdaroğlu şöyle dedi: “HDP’nin başvurusu için imza verilmesi yasak. Başvuru için imza veren olursa partiden atarım. Ancak fezlekesi olan arkadaşlarımız AYM’ye bireysel başvuru hakkını kullanabilir.” AKP ve MHP’ye dokunulmazlıklar konusunda bir diyeceğim yok. Zaten kendilerinden bekleneni yaptılar. Ya CHP? Bence o da kendinden bekleneni yaptı. Ona da diyeceğim bir şey yok, hiç de olmadı. Ama aylardır, yıllardır CHP-HDP ittifakı peşinde koşanlar, CHP’nin değiştiğini iddia edenler, AKP’den kurtulmanın yolunun CHP olduğunu anlatanlar şimdi ne diyecek? Vazgeçecekler mi acaba bu saçma sapan hayalden?


8

GELENEK

MALCOLM X: “BANA BİR KAPİTALİST GÖSTER VE BEN DE SANA BİR KAN EMİCİ GÖSTEREYİM” Malcolm X, şiddet, yoksulluk ve ırkçılığa bulanmış bir hayata gözlerini açtı. Bununla beraber, baskıya ve emperyalizme karşı mücadelenin en önemli liderlerinden biri hâline geldi.

Hemen hemen aynı zamanlarda şöyle söylemişti: “Samimi, iyi niyetli, iyi beyazlara karşı bir şey demiyorum. Tüm beyazların ırkçı olmadığını öğrendim.” Hayatının son yılında, Malcolm dünyadaki farklı mücadeleler arasındaki ilişkiyi görmeye başlamıştı. Şöyle diyordu: “Devrimler çağında yaşıyoruz ve Amerikan zencilerinin isyanı da bu ayaklanmanın bir parçası. Bugün, ezenlerin karşısında ezilenlerin, sömürenlerin karşısında sömürülenlerin küresel mücadelesini görüyoruz.”

Malcolm Little, 1925’te Nebraska’da doğdu. Hapishanedeyken, 1948 sonu veya 1949 başında, İslam Milleti örgütüne katıldı. İslam Milleti veya “Siyah Müslümanlar”, 1930’da kurulmuş ve Elijah Muhammad tarafından yönetilen bir örgüttü. İslam Milleti’ne katılan mühtediler, soyadlarını, atalarından köle sahipleri tarafından alınan soyisimlerinin bilinmezliğine işaret etmek için X olarak değiştirirlerdi. Bu örgütün resmi fikirleri en iyi “alışılagelmişin dışında” olarak tarif edilebilir. İslam’ın bazı elementlerini almışlardı, ancak beyaz insanların 6 bin yıl önce siyah bir bilim insanının yaptığı garip bir genetik deneyin ürünü olduğunu ileri sürüyorlardı. Onlara göre, siyahların kurtuluşu, beyazlardan tamamen ayrılmaktan ve İslam Milleti’nin yolunu takip etmekten geçiyordu. İnsanları çeken ise bunlar değil, siyahları aşağı gören fikri cüretkârca reddetmeleriydi. 1950’lerin başında İslam Milleti’nin üye sayısı birkaç yüzdü. Bundan 10 yıl sonra ise 100 bine ulaşmıştı. Güneyde hukuki ırk ayrımcılığına karşı hareket, sivil haklar hareketi patlarken, İslam Milleti de kuzeyde siyahların yaşadığı gettolarda güçlendi. Malcolm, 1959’da bir TV belgeseli için röportaj verdiğinde, örgütün en çok tanınan sözcüsü hâline gelmişti. Irkçılığa karşı bazı mütevazi hukuki karşı çıkışlar sorulduğunda şöyle yanıt veriyordu: “Birisi sırtımı 9 inç derinliğinde bıçakladıktan sonra bunun 6 inçini geri çıkardığında bana bir iyilik yapmış olmuyor. Beni en baştan hiç bıçaklamamalılardı.” İki hafta içinde gazetelerin ön sayfalarına sıçradı ve anında “tersten ırkçılık” yapmakla suçlandı. Sivil haklar hareketine sempati duyan yorumcular dahi Malcolm’un, beyazların üstünlüğünü savunanlar kadar şeytani olduğunu söylüyorlardı. Ama ırkçılığa verilen bir yanıt, kafa karışıklığı içerse de, ırkçılığın kendisiyle aynı şey değildir. Daha sonradan Malcolm’un dediği gibi: “Eğer beyazların şiddetine şiddetle tepki verirsek, buna siyah ırkçılığı denmez. Eğer benim için gelir ve boynuma ip dolarsanız, ben de sizi bunun için asarsam, ırkçılık değildir. Sizin yaptığınız ırkçılıktır ama benim yaptığımın ırkçılıkla bir ilgisi yokur”. Kamuoyunda, Malcolm, İslam Milleti’nin politik hattına bağlıydı. Onunla ilgili yapı-

Ve sağlam bir antikapitalist hâline geldi: “Bana bir kapitalist göster, ben de sana bir kan emici göstereyim” ve “ırkçılık olmadan kapitalizm olmaz” diyordu. Ekliyordu: “Eğer ırkçı olmadıklarına sizi ikna edebilen insanlara rastlarsanız, bunlar genellikle sosyalisttir.” Malcom X, mücadelesi ve dönüşümüyle özgürlük isteyenlere ilham vermeye devam ediyor.

lan harika bir filmde yer alan bir sahnede, beyaz bir öğrenci ona ırkçılıkla mücadele etmek için ne yapabileceğini sorduğunda, “Hiçbir şey yapamazsın” diye yanıt veriyordu. Daha sonra, bunun hayatında yaptığı en kötü hatalardan biri olduğunu söyleyecekti. 1960’ların başında, Malcolm farklı bir yöne kaymaya başlamıştı. Otobiyografisinde şöyle yazıyordu: “Kendi içimde, eğer eylemlerle daha fazla ilişkilenirsek, İslam Milleti’mizin Amerika’daki siyahların mücadelesinin bütününde daha da etkili bir güç olabileceğine ikna olmuştum.” Nisan 1962’de Los Angeles polisi 7 siyah müslümanı vurduğunda, Malcolm ülke çapında bir kampanya başlatmak istemişti. “Bu kez bir Müslüman camisiydi.. Bir sonrakinde Protestan kilisesi, Katolik katedrali veya Yahudi sinagogu olabilir” diyordu. Örgütün lideri Elijah Muhammed, kampanyayı baltaladı. Ertesi yıl ise Malcolm ile yolları ayrıldı. Aralık 1963’teki bir toplantıda, Malcolm’e, bir hafta öncesinde suikast sonucu öldürülen başkan John F Kennedy ile ilgili ne düşündüğü soruldu. Radikal retoriğine rağmen, İslam Milleti üyelerine ölen başkanı eleştirmeme talimatı vermişti. John F Kennedy, ABD’nin Vietnam’a askeri yığınağını başlatan ve sivil haklar hareketini evcilleştirmeye çalışan bir liderdi. Malcolm ise Kennedy’nin öldürülmesi hakkında şöyle dedi: “Tavuklar tünemek için evlerine döndüler. Eski bir çiftçi çocuğu olarak, tünemek için eve gelen tavuklar beni hiçbir zaman

üzmemiştir, hep memnun etmişlerdir.” İslam Milleti, ona yasak getirdi. O da 1964 Mart’ında örgütten ayrıldı. Artık istediği gibi konuşmakta özgürdü. Irkçılık karşıtı hareketin ve sömürgeciliğe karşı mücadelenin onun üzerinde büyük etkisi oldu ve sivil haklar hareketinin genç siyah aktivistleri içinde gitgide daha büyük bir kitleye hitap ediyordu. Sonraki 11 ay boyunca Ortadoğu ve Afrika’ya gitti ve ABD’nin birçok yerinde toplantılarda konuştu. Fikirleri daha da radikalleşti. Mekke’de ortodoks İslam’ı kabul etti. ABD’ye döndüğünde yeni bir örgüt kurdu ve şöyle dedi: “Müslüman olduğumuz ve dinimizin İslam olduğu doğrudur. Ama dinimizi ekonomimizle ve politikamızla karıştırmıyoruz – artık yapmıyoruz.” “Toplumumuza acı veren şeytanları ortadan kaldırmak için herkesle, her yerde ve her şekilde bir araya geliriz.” Afrika’da sömürgecilik karşıtı hareketin galip liderlerinden bazıları ile tanıştı. Öldürülmesinden birkaç hafta önce, Gana’nın Cezayirli büyükelçisi ile yaptığı bir konuşmadan bahsetmişti. Büyükelçi’den ‘son derece militan ve gerçek dünya algısında olan bir devrimci’ olarak bahsetmişti. Malcolm ona, felsefesinin “siyah milliyetçiliği” olduğunu söylemiş. Ama bu bir beyaz olarak büyükelçiyi nereye koyuyor? Malcolm şöyle devam ediyor: “Bu Fas, Mısır, Irak ve Moritanya devrimcilerini nereye koyuyor? Bu nedenle çok daha fazla kafa yormalı ve siyah milliyetçiliği tanımımı yeniden yapmalıyım.”

Malcolm X bir sosyalist olmadı. Ama o bir devrimciydi ve bu, ezilenlerle sömürülenlerin onları baskılayan sistemi nasıl yıkabileceklerini düşünmek demekti. “Bıkmış beyazlar var, bıkmış siyahlar var. Zamanı geldiğinde bu düzenden bıkmış olan beyazlar, bıkmış olan siyahlarla düzgün bir iletişimi nasıl sağlayacaklarını öğrendiklerinde ve birlikte hareket etmeye başladıklarında; bir şeyleri değiştirecekler. Bunun için ikisine de ve ikisinin sahip olduğu her şeye de ihtiyaç var.” Malcolm X, böyle bir birliğin çok önemli olduğunu ama bu birliği elde etmenin çok zor olduğunu düşünüyordu. İlk adımın militan bir siyah örgüt kurmak olduğunu ileri sürüyordu. 1960 sonlarındaki Vietnam savaşına oluşan savaş karşıtı hareket ve siyah gettoalarındaki ayaklanmalar, beyaz ve siyahların bir araya gelmesinin ve her iki grubu da içeren bir devrimci örgütün kurulmasının mükün olduğunu gösterdi. Yaşasaydı ve bunlara şahit olsaydı, Malcolm’un fikirleri değişir miydi, bilemeyiz. Aydınlanmış elitlerin ırkçılığı ortadan kaldıracak reformlar yapabileceğine hiç inanmadığını biliyoruz. Malcolm X diyordu ki, “Bir tavuğun ördek yumurtası yumurtlaması imkansızdır. Yalnızca üretim için yapılmış özel sistem paralelinde üretim yapılabilir, yumurtlayabilir. Bu ülkedeki sistem Afro-Amerikalıların özgürleşmesini sağlayamaz. Bu sistemde, bu ekonomik sistemde, bu politik sistemde, bu sosyal sistemde, sistemin bu döneminde bunun olması mümkün değildir.” Bu nedenle, “hangi yol gerekliyse” onu kullanarak bu sistemle mücadele etmeniz gerekir.


SINIF MÜCADELESİ

YİNE PATRONLARIN İSTEDİĞİNİ YAPTILAR

İNŞAAT SEKTÖRÜ, DENETİMSİZLİK, İŞ CİNAYETLERİ

simleri için iş güvencesinin tamamen yok olması, sendika ve tazminat gibi hakların ise tarihe karışması anlamına geliyor.

Marmara otoyolu ihalesini alan Cengiz inşaat büyürken işçiler iş kazalarında ölmeye devam ediyor. Bingöl’ün Solhan ilçesindeki baraj inşaatında taşeron firmada çalışan işçi Sevran Arlı 30 metreden düşerek öldü. İşçilerin 12 saat çalıştırıldığı inşaatın, daha önce de adı iş cinayetleriyle anılan Cengiz İnşaat tarafından yapıldığı ortaya çıktı.

Erdoğan’ın liderliğindeki AKP hükümeti, bir yandan kamu çalışanlarının iş güvencesini yok etmek istiyor, diğer yandan milyonlarca işçiyi ilgilendiren kıdem tazminatını gasbetmek istiyor. Tüm bunları yaparken ise güvendiği, farklı sendika konfederasyonlarından işçileri ortak talepler etrafında bir araya getiren, güçlü bir emek platformunun var olmaması. Böyle bir birleşik mücadele potansiyeli, hükümete tüm bu saldırılarında geri adım attırabilir.

Samsun’da özelleştirilip Cengiz Holding’e devredilen Eti Bakır İşletmesinde 2012 Kasım’ında amonyak tankının çökmesi sonucu 6 işçi yaşamını yitirmiş, 10 işçi yaralanmıştı. Cengiz Holding, 2012 Şubat’ında Adana Kozan’daki barajda da iş cinayetiyle anıldı. Baraj kapağının patlaması sonucu yaşamını yitiren 10 işçinin patronlarından birisi Cengiz Holding idi. Olayın ardından yapılan arama çalışmaları sonucu 5 işçinin cesedine ulaşılırken 5 işçi bulunamadı.

Güvencesiz ve esnek çalışmayı dayatan yasa tasarısı, işçi düşmanı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın onayının ardından Resmi Gazete’de yayımlandı. Böylelikle, işçi kiralama yasal hâle geldi. Benzer bir düzenleme, 2009 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından veto edilmişti. “Terleyen” cumhurbaşkanı Erdoğan ise işçinin alınterine gözünü dikti. Özel istihdam büroları aracılığıyla şirketleere işçileri asgari ücret üzerinden istihdam edip daha sonra başka patronlara kiralama hakkı veren yasa, işçi sınıfının en yoksul ke-

n Avcılar'da Belediye-İş'te örgütlenen işçiler, ücretlerinin yatırılmaması ve sendikal örgütlenme sonucunda bazı işçilerin işten atılmasına karşı iş durdurdu. n İzmir’de Lastik-İş'te örgütlendikleri için işten atılan Akdeniz Kimya işçileri, sendika haklarının tanınması için fabrika önünde eylem yaptı. n ABD merkezli kozmetik şirketi Avon’un Gebze deposunda çalışan Depo ve Liman İşçileri Sendikası’na (DGD-Sen) üye olan 8 işçi, “sendikalaşma faaliyetleri” gerekçe gösterilerek 19 Mayıs’ta işten atıldı. İşçiler direnişe geçti. n Zonguldak Kilimli’deki Balçınlar Madencilik’te ücret alacakları ve iş durumlarındaki belirsizliğinin çözülmesi için yeraltında açlık grevine başlayan madenciler, direnişlerini sürdürüyorlar.

n İstanbul Kıraç’ta yer alan Bakırcılar ve Pirinççiler Sanayi Sitesi içindeki Rec Örme tekstil fabrikasında, çalışma saatlerinin 8 saatten 12 saate çıkarılmasına tepki gösteren işçiler iş bıraktı. n Zonguldak’ta De-Ka Madencilik işçileri, seslerini duyur-

MARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım

YENİ DÖNEMDE DSİP Şubat SOL MUHALEFET

Durmadan korku propagandası ayı lantıları

ve umutsuzluk yayan, kamplaşmaya çanak tutan sahte muhalefet gibi “radikal demokrasi” yani burjuva demokrasisinin sınırları içinde sistemi düzeltme önerisi de yeni dönemde geçerliliğini yitirdi. Meselenin sadece Erdoğan ve AKP hükümetinin bazı uygulamaları ile söylemleri üzerinden değil devlet olduğu, CHP’nin hem savaşa hem dokunulmazlıkların kaldırılmasına blok olarak “evet” oyu vermesiyle kendini ortaya koydu. Yitirdiler çünkü korku yayan, her gün, her şeyin önceki

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

İnşaat sektöründe ölümlü iş kazasının meydana gelmediği hiçbir gün yok. Emekçilerin hayatını hiçe sayan, gözünü kar hırsı bürümüş kapitalist sistem var olduğu sürece bu iş cinayetleri yaşanmaya devam edecek. 2014 Eylül ayında meydana gelen ve 10 işçinin ölümüne yol açan Torunlar faciası sonrası yetkililerin almaya söz verdiği tedbirler ve sıkı denetimler hemen unutuldu. İşçi sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanmasında önemli görevi olan Çalışma Bakanlığı denetim görevini yerine getirmediği gibi, yaptığı kısmi denetimlerde tespit ettiği aksaklıklara da yaptırım uygulamıyor, kazaları sadece seyrediyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) raporlarına göre 2016 yılının ilk 4 ayında inşaat ve yol işkolunda en az 126 işçi iş cinayetlerinde can verdi.

İŞYERLERİNDE NELER OLUYOR?

n İzmir Çiğli’deki Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Kastaş Kauçuk’ta müdür ve formenlerin taciz ve mobbingi ile kölece çalışma koşullarına karşı örgütlenme çalışmaları nedeniyle işten atılan iki kadın işçi direnişlerini sürdürüyor.

9

Avcılar Belediyesi işçileri eylemde.

mak için kentteki yüksek bir binanın çatısına çakarak saatlerce süren eylemle haklarını istediler. n DERİTEKS ile Deri İşverenleri Sendikası arasında 11 işyerinde 800 işçiyi kapsayan sözleşme görüşmeleri tıkanması üzerine sendika tarafından haftalar önce yapılan “grev” çağrıları, bugünlerde hız kazanıyor. n Sakarya’da Başkurt işçileri, istedikleri zam verilmeyince açlık grevi başlattı. günden daha kötü olacağını anlatan bu “solcu muhalefet” tarzı Erdoğan’a olmadık bir güç, muhaliflerine ise beklenen bir bozgun ve demoralizasyon getirdi. Radikal demokrasiden de eser kalmadı. Devletin PKK ve Suriye Kürdistanı’nda bir Kürt yönetimi oluşumuna karşı topyekun savaş ilanı ve gelen yanıtlarla, HDP’nin 7 Haziran’da Batı’dan aldığı destek silikleşti. Radikal demokraside Kürtlerin ve tüm ezilen halkların kendi kaderlerini tayin hakkından başka bir şeyler bulmayı umanlar hayal kırıklığı içinde. Bu aslında bir illüzyon. Ekonomi ve siyaseti birbirinden ayırmaya alışmış radikal demokrasiciliğin, batıda sınıfları hesaba katmayan yaklaşımından ve ekonomik alanda sürmekte olan sınıf mücadelelerine odaklanamamasından kaynaklanıyor. Sosyalist İşçi, geçen dört seçim boyunca HDP’ye barış için oy isterken, AKP’nin tabanında duranları kazanmaya dönük bir politik hattın engelleri aşacağını durmadan yazdı.

Emekçilerin iş cinayetlerinde ölmeleri kader değildir. İş cinayetlerinin önlenebilmesi için, iş güvenliği denetimlerinde sendikalar etkin görev almalıdır. Eksikleri bulunan işyerlerine verilmesi gereken cezalar derhal uygulanmalı, kesinlikle ertelenmemelidir. Ulusal İş Sağlığı Güvenliği Konseyi`nde sendikaların temsil oranı artırılmalı, Konseyin aldığı kararların uygulanması zorunlu hale getirilmelidir. İşyerlerinde yasa gereği oluşturulan İş Sağlığı ve Güvenliği Kurullarında işçi temsiliyeti ağırlıklı hale gelmelidir. Tüm bu tedbirlerin hayata geçmesi ve sürekliliği için işçilerin can güvenliği talebine sahip çıkan aşağıdan hareketleri sendikaların iş kazalarına karşı daha hızlı tepki göstermesi gerekir.

Tam tersine, cumhuriyet rejiminin ırkçı özü olan asker anayasasının ilk dört maddesinin olduğu gibi kalmasını savunan CHP ile radikal demokratik talepler etrafında buluşma politikası izleyenler ise AKP’ye oy veren emekçilere adeta ‘siz orada kalın’ dedi ve bugün Batıda büyük bir boşluk içinde kala kaldı. Yeni dönemde gerçek bir sol muhalefete ihtiyaç var. Bu, siyasetin ekonominin yoğunlaşmış biçimi olduğunu bilen, ekmek, barış ve özgürlük mücadelesini birinden ayırmayan antikapitalist sol olacak. Türkiye’nin batısında ciddi sosyalistler için kestirme bir yol yok: Emekçi sınıflar içinde tutunmadan, az ya da çok bir taban bulmadan, bir temsiliyet ilişkisi kazanmadan, “büyük güçler” tarafından tayin edilen bu korkunç gündemi bitirmek için aşağıdan bir müdahale geliştiremeyiz. DSİP, bu görüşleri paylaşan çok kişi olduğunu biliyor ve daha büyük/etkili bir devrimci partiyi her gönüllü ile birlikte inşa etmek istiyor.


10

GÜNDEM

21. YÜZYILDA MARKSİZM AÇIKLAYICI BİR TEORİ Mİ?

2011 ayaklanmaları sonrası dünya, Marx’ın önerdiği yöntemle bakıldığında yeni bir mücadele ve değişim döneminden geçiyor.

Günümüz dünyasında ne olduğunu açıklayabilen tek yaklaşım marksizmdir. Dünya bugün bir ‘tehditler’ karmaşası şeklinde görülüyor. Bir yandan savaşlar, bir yandan ekonomik kriz, diğer yandan da çok ciddi bir tehdit olan iklim değişimi var. Bütün bunlar daha az tehdit edici olmaktan ziyade, giderek daha çok tehdit edici hâle geliyorlar. aynı zamanda da özellikle medya tarafından birbirleriyle ilişkisiz gelişmeler olarak sunuluyorlar. Denizlerin yükselmesi, kitlesel işsizlik ve IŞİD tehlikesi birbiriyle ilişkisiz şeyler gibi görülebiliyor. Çünkü kapitalizm kendisini birbiriyle ilişkisiz ve insanların kontrolünde olmayan, karmaşık fragmanlar gibi sunuyor. Bu Marx’ın fetişizm derken kastettiği durum. Bunu açıkça kitle iletişim araçlarında görmek mümkün. Marksizm toplumsal dünyayı, birbiriyle ilişkili olguların biütünlüğü olarak anlamaya çalışır. Baştan sözünü ettiğimiz tehditlerin hepsinin ortak noktası kapitalizm. Marx bu yaklaşıma ‘ekonomi politiğin eleştirisi’ adını takar. O kısacık cümle çok anlam doludur. ‘Ekonomi politik’ 19. yüzyılda bizim bugün burjuva ekonomisi dediğimize verilen isimdi. Marx’ın ‘ekonomi politiğin eleştirisi’ sadece burjuva ekonomisinin değil, burjuva ekonomi biliminin kısmen ortaya çıkardığı kapitalist dünyanın eleştirisidir. Marx kapitalizmin iki temel karşıtlık tarafından tanımlandığını söyler. Birincisi sermaye ile ücretli emek arasındaki karşıtlık. Kapitalizm, kârın ücretli emekçilerin emeğinden kaynaklandığı bir sistem. Donald Trump gibi birine bakınca parası ve şöhretiyle şişmiş bir adam görürüz. Ama bu adamın parası ve şöhreti işçilerin yarattığı artı değerden kaynaklanıyor. Bu kapitalizmin temel özelliklerinden biri yani sınıf sömürüsü üzerine kurulmuş olması. İkinci karşıtlık kapitalistlerin kendi aralarındaki çatışmadır. Kapitalist sınıf birleşik bir bütünlükten oluşmuyor. Bir yandan işçi sınıfını sömürmek gibi ortak çıkarları var. Ama aynı zamanda kapitalistler birbirleriyle muazzam bir rekabet içindeler. İşçilerin ürettiği artı değerden daha büyük bir pay alabilmek için savaşlara varacak kadar büyük bir çatışma içindedirler. Kapitalizme dinamizmini veren, lokomotif görevi gören bu iki çatışmadır. Kapitalizm rekabetçi birikim sistemidir Kapitalistler işçi sınıfından elde ettikleri artı değerin bütü-

nünü kendilerine yatlar, uçaklar alarak lükse harcamaz. Tabi ki kendilerine bütün bunları da alırlar. Ama elde ettikleri artı değerin büyük bölümü birikime gider. Bunun nedeni de rakip kapitalistler arasındaki mücadeledir. Her bir sermaye birimi kendi maliyetlerini düşürme çabası içindedir. Böyle yapmadığı takdirde bunu rakipleri yapacaktır. Bunu yapan rakipler de yapmayan sermayeyi iflasa sürükleyecektir. Kapitalizmin teknolojik olarak sürekli gelişen bir sistem olması, üretim araçlarını sürekli geliştiriyor olmasının nedeni de bu rekabettir. Yani sermayeler arasındaki rekabet, her bir kapitalisti birikim yapmaya zorlar. Ama bu rekabet ve birikim hemen arkasından, sürekli sistemin bir unsuru olan ekonomik krizlere yol açar. Özel olarak krizlere yol açan durum, birikimin ve üretimin emek gücüne kıyasla daha hızlı büyüyor olmasıdır. Ancak kapitalizmin bağımlı olduğu artı değeri üreten tam da daha yavaş büyüyen emek gücüdür. Kapitalist birikim süreci kontrol edilmediği takdirde kâr oranlarının düşmesine yol açar. Kâr oranları ise her bir kapitalist için başarının ölçütüdür. Marx’ın Komünist Manifesto’da vurguladığı gibi ‘kapitalizm hem çok özgürleştirici hem de çok yıkıcı bir sistem’. Kapitalizmi özgürleştirici kılan sürekli olarak eski, alışıldık kurum ve ilişkileri yıkması ve dünyayı tekrardan yaratması. Yeni teknolojiler, daha önce hiçbir şeyin olmadığı yerde dev şehirler yaratıyor ama aynı zamanda bu süreç muazzam bir yıkımla kol kola gidiyor. Sadece ekonomik krizler değil, aynı zamanda çevrenin ihmal edilmesi. Türkiye’de de bir yandan çok hızlı bir gelişme bir yandan muazzam yıkımı izlemek mümkün. Fredric Jameson ‘kapitalizm insanlığın başına gelen hem en iyi hem en kötü şey’ der. Şu anda içinden geçmekte olduğumuz ekonomik kriz, kapitalizmin tarihsel krizlerinden biri. Büyüme hızında kısa vadeli, ufak bir yavaşlama değil. Kapitalizmin karşı karşıya gelmiş olduğu ciddi bir çıkmaz sokak. Bazı marksist ekonomistler bunun kâr oranlarının düşüyor olmasından kaynaklandığını kanıtlamış durumdalar. İklim değişikliği açık ki küresel çapta kontrolsüz birikimin doğrudan bir sonucu. Marx bu konuda temel sorunu anlıyordu. Kapital’in üçüncü cildinde netçe söyler; ‘kapitalizm insanın çevreyle ilişkilerinde bir yarılma yaratır’. Süreç Marx’ın yazdığı döneme kıyasla çok daha ileri gitti ama sonuç olarak bu durum, kapitalizmin adeta kör güçlerce sürülürcesine birikim sürecinden kaynaklanıyor.

Son 20 yılda Ortadoğu arka arkaya savaşlara sürüklendi. Bunun nedeni, önde gelen emperyal güç ABD’nin, rakiplerine kıyasla bir güç kaybı yaşaması. Bu güç kaybını engellemek için askeri gücünü kullanarak, Ortadoğu’da gücünü kanıtlamaya çalışıyor. Bu dünya tarihindeki en çarpıcı başarısızlıklardan biri. ABD’nin gücünü kanıtlaması bir kenara tam tersine daha vahim bir istikrarsız durum yarattı, savaşların daha da çoğalmasına yol açtı. IŞİD gibi bir örgütün tabiki kendi dinamikleri var ama böylesi bir örgütü emperyalizmin yaptıklarından bağımsız ya da ilişkisiz düşünmek mümkün değil. Kısaca marksizmin bugün gözlemlediğimiz, birbiriyle ilişkisiz gibi görünen olayları açıklama gücü var. Ama marksizm sadece böylesi bir teorik perspektif sunma amacını gütmez. Marx zaman zaman kapitalizmden ‘yaşayan çelişki’ diye söz eder. Nedeni kapitalizmin sadece bir dizi ekonomik mekanizmadan oluşan bir sistem olması değil. Kapitalizmin hareket etmesine yol açan şey işçi sınıfı ama bunu durdurabilecek olan da işçi sınıfı. İşçi, emeğinden başka satacak hiçbir şeyi olmayan, emeğini satmadığı takdirde yaşamını sürdüremeyecek olan kişidir. İşçi sınıfını böyle anladığımız zaman işçi olup olmamak, yaptığınız işin ve çalıştığınız iş yerinin niteliğinden bağımsızdır. Apple, Facebook, Google gibi dev bilişim teknolojisi şirketler geçtiğimiz on yıl içerisinde muazzam büyüdüler. Bu şirketler büyük sanayi fabrikalarının herhangi birinden farklı değiller. Kısacası teknoloji, ürünler değişiyor ama sermaye ve ücretli emek arasındaki çatışmanın niteliği değişmiyor. Marx için işçi sınıfının mücadelesi sadece kendi başına bir amaç değil. Geleceğin tohumlarını içinde taşıdğı için önemlidir. Her grevin içinde gelecek komünist toplumun bir nüvesi mevcuttur. Çünkü her işçi sınıfı mücadelesinin temelinde dayanışma yatar. Gelecek toplumun temeli de zaten dayanışma olacak. Marx için işçi sınıfı mücadelesi kendi kendini özgürleştirme sürecini de içinde barındırır. Sosyalizm işçilerin başaracakları bir şeydir, herhangi bir gücün onlara takdim edeceği bir şey değil. Tarihsel nedenlerle, Marx’ın düşüncelerini işçilerin gündelik hayatlarına bağlayan kırmızı ip şu anda zayıflamış durumda. Bizim önümüzdeki iş, o bağlantının tekrar örülmesini sağlamak. Ama bu kendi başına otomatik oalrak gerçekleşecek bir şey değil. Örgütlenmek gerekir.


ANTİKAPİTALİST

SUYU YÖNETMEDİNİZ TÜKETTİNİZ!

Yanlış tarım ve su politikaları yüzünden kuruyan otantik Meke Gölü, Konya Ereğlisi. ANIL YÜKSEL

Geçtiğimiz günlerde İslam İşbirliği Teşkilatı 3. Su’dan Sorumlu Bakanlar Toplantısı’nın açılış konuşmasını yapan Erdoğan, “Biz iktidara gelmeden önce sularımız derelerden denizlere akar giderdi. Anadolu’da bir söz vardır: Su akar, Türk bakar. Biz bu sözü tersine çevirdik. Su akar, Türk yapar dedik ve barajlarımızı, göletlerimizi çoğalttık. Suyu ciddi manada yönettik” cümleleriyle bir kez daha skandal açıklamalara imza attı. Derelerin denizlere akmasını kabullenemeyen, elini uzattığı tüm su varlıklarını üretim sahasına dönüştüren ve bu tecrübelerini Müslüman ülkelerle paylaşmaya hazır olduğunu söyleyen Erdoğan belli ki, küresel iklim değişikliğinin ve kuraklıkların hem Türkiye’de, hem Ortadoğu’da, hem de tüm dünyada nasıl bir kriz yarattığı konusuna kulaklarını kapatmış durumda. Öyle ki, karbon emisyonunu azaltmayı hedefleyen Paris İklim Sözleşmesi imzalandıktan yalnızca birkaç gün sonra bir termik santral açılışında, su ve kömür kaynaklarının ileri düzeyde kullanılması gerektiğini savunmuştu. Nisan ayında yeni bir sıcaklık rekoru kırılmışken, bilim insanlarının 2016 yılının tarihin en sıcak yılı olacağı uyarıları birbirini takip ederken, Amerika’dan Afrika’ya,

HAFTANIN CİNSİYETÇİSİ KADIN DÜŞMANI YARGI! Gazeteci Arzu Yıldız MİT tırlarını Adana’da durdurdukları için yargılanan savcıların savunmasını yayınladığı gerekçesiyle mahkeme tarafından cezaya çarptırıldı. Bu cezanın ikili bir yönü var. Bir yönü, Arzu Yıldız’ın hapsi yatmasını öngörüyor. Her gazeteci için çarpıcı bir gazetecilik girişimi olan bir haberi yayınlaması nedeniy-

Hindistan’a, kuraklık yıkıcı etkilerini her gün devam ettirirken ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu Doğu Akdeniz kuşağı kuraklık anlamında son 900 yılın en kötü dönemini geçirirken Erdoğan’ın bu alaycı tavrı, neoliberal politikaların yaşam alanlarımız üzerindeki tahakkümünden başka bir şey değil. 2011’den bu yana Suriye’de mücadele eden halkın isyanındaki en önemli faktörlerden biri 1,5 milyon insanın kırsaldan kentlere göç etmesine sebep olan kuraklıktı. Yıllardır Somali, Kenya gibi Afrika ülkelerinde toplamda yüz binden fazla insanın göç etmesine ve hatta bazılarının hayatını kaybetmesine yol açan yine kuraklıktı. Kaliforniya’da, Etiyopya’da, Hindistan’da telafi edilemeyecek boyutlara varmak üzere olan da yine kuraklık. Erdoğan yerli-milli olmayana kulak asmak istemiyor olsa da, Türkiye’de birçok şehirden kuraklık haberleri geliyor. Başta buğday olmak üzere birçok tarım ürünü kuraklığın etkisiyle verimsizleşmekte ve bu da gıda fiyatlarını artırmakta. Türkiye’de ve dünyada bunlar yaşanırken Erdoğan’ın iklim değişikliği ve kuraklık karşısında bu dalga geçercesine açıklamaları kabul edilemez. İklim krizi ve buna bağlı yaşanan kuraklıklar derhal müdahale edilmesi gereken günümüzün en ciddi sorunlarıdır. Alay konusu değil.

le, Arzu Yıldız’a 1 yıl 8 ay hapis cezası verildi. Hem Erdoğan hem de devlet MİT tırlarıyla ilgili gelişmeleri haber yapan gazetecilere göz açtırmamaya kararlı. Bu durum, MİT tırlarında devletin bir şeyleri gizlediğini tamamen kanıtlıyor. Fakat Arzu Yıldız’ın aldığı cezanın bir yönü daha var ki, bu yön Yıldız’a bu cezayı veren mahkeme heyetinin haftanın cinsiyetçisi olarak öne çıkmasına neden oluyor. Mahkeme, 1 yıl 8 ay hapis cezasının yanı sıra Yıldız’ı annelik hakkından men ederek de cezalandırdı. Mahkeme heyeti, bir kadının bedeni ve çocuğuyla ilişkisi hakkında MİT tırları haberinden yola çıkarak yasakçı bir karar alabileceğini düşündüğü için haftanın cinsiyetçisi.

11

“SOKAKLARI O BİÇİM KAZANACAĞIZ!”

22 Mayıs Pazar günü yapılması planlanan Homofobi ve Transfobi karşıtı yürüyüş, Ankara Valiliği’nin “toplumsal duyarlılıklar” ve “kitlesel ve provokatif tepki” gibi sebepler öne sürerek güvenlik sağlamayı reddetmesi üzerine yapılamıyor. 15. İdare Mahkemesi’nin yürüyüş başvurusu yapan Kaos GL derneği lehine yürütmeyi durdurma kararını alması Valiliği öyle panikletmiş ki bir gece operasyonuyla 20 Mayıs’ta Bölge İdare Mahkemesi tarafından karar iptali yapılarak yürüyüş resmen yasaklandı. LGBTİ’lerin her yıl yaptığı kitlesel yürüyüşleri yasaklayan bu baskıcı tutumu şiddetle kınıyoruz ve LGBTİ yoldaşlarımızla birlikte mücadele kararlılığımızı tekrarlıyoruz. DSİP, valiliğin bu yasakçı tutumunu bir basın açıklaması yaparak eleştirdi. Basın açıklamasında şu vurgular yer aldı: “2006’dan beri Ankara’lı LGBTİ’ler çok çeşitli etkinliklerle 17 Mayıs 1990’da Dünya Sağlık Örgütü’nün eşcinselliği hastalıklar listesinden çıkarmasını büyük bir kazanım olarak kutlayıp özgürlük ve eşitlik taleplerini 130 ülkedeki kardeşleriyle beraber dile getiriyorlar. Katılımın 2006’dan beri artarak sürdüğü bu yürüyüşlerde LGBTİ’ler şehrin meydanında gökkuşağı bayraklarıyla slogan atarken kolektif bir biçimde görünür olmanın gururunu dile getirip bir sürü başka mücadeleyle de dayanışma sloganlarını yükseltiyorlar. İlmek ilmek örülmüş bu kolektif mücadele pratiği ve görünürlük mücadelesi LGBTİ’lere şiddete, yok sayılmaya ve ayrımcılığa karşı mücadelelerinde güç verirken toplumdaki homofobik fikirlere karşı sokakta mücadele etmek anlamına geliyor. Yani homofobi ve transfobi karşıtı haftanın en anlamlı ve en görünür ayağını oluşturuyor. Yok edilmek istenen tam da budur. LGBTİ hak mücadelesinin kitleselleşmesinin önünü keserek ezilenleri cinsiyetçi, transfobik, homofobik ve bifobik bir eksende bölmek istemektedirler.” “AKP bu tuğlaları birer korku duvarına dönüştürmek istiyor. Birlikte sokağa çıkma irademizin korku yaratılarak engellenmek istendiğini 8 Mart’ta da gördük. Ama ters tepti ve 10 Ekim’den sonra en kitlesel hareket 8 Mart’ta oldu. Bugünkü yasaklarınız da ters tepecek. Bu duvarın tuğlalarını sallayan hareketlerden biri olan LGBTİ hareketini güvenlik yasaklarıyla, toplumsal duyarlılık palavralarıyla yok edemeyeceksiniz. Devrimci Sosyalist İşçi Partisi olarak Ankara Valiliği’nin kararını tekrar kınıyoruz. LGBTİ’lerin özgürlük mücadelesi sokakları geri alacaktır! Gelecek yerli ve milli olmayanlarındır!”


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

KIDEM TAZMİNATIMIZI GASP EDEMEZSİNİZ! AKP hükümeti, Kürt illerinde ve Suriye’de süren savaş ortamının işçi sınıfının geniş kesimlerinde yarattığı pasifleşme ve bölünmeden faydalanarak işçi sınıfının elinde kalan son hak kırıntılarını da gasp etmek istiyor. Yıllardır fiilen uygulanan esnek ve güvencesiz çalışma koşullarının yasal alt yapısını tamamlamaya çalışıyor. Böylelikle işçileri diledikleri zaman işten atabilmelerinin önündeki yasal engelleri ortadan kalkmış olacak.

İŞÇİNİN KIDEMİ GENEL GREV SEBEBİ

Kaşıkla verip kepçeyle alıyorlar Hükümet, 2012-2023 yıllarını kapsayan Ulusal İstihdam Projesi kapsamında hedeflediği işçi sınıfına yönelik kapsamlı saldırı paketini gündeme getirdi. İşçilerin kölelik koşullarında çalışmasına yol açacak kiralık işçi yasasını meclisten geçiren hükümet, kıdem tazminatının gaspı için düğmeye bastı. Hükümet bir taraftan işçileri milliyetçilik ekseninde bölerken, saldırılar karşısında aşağıdan yükselebilecek kitlesel bir işçi hareketini önlemek için küçük kırıntılar veriyor. Daha önce defalarca gündeme gelen kıdem tazminatının fona devrilmesi projesi konfederasyonların genel grev tehditleri nedeniyle rafa kaldırıldığı herkesin malumu. Hükümet, ne zaman işçilerin aleyhine bir yasal düzenleme gerçekleştirse, yanında birkaç “promosyon” düzenleme yapıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu kıdem tazminatı, kamuda taşeron sistemi ve emeklilere promosyonla ilgili düzenlemelerin yakında tamamlanacağını, 1.300 TL’lik asgari ücretten vergi kesintisine gidilmeyeceğini açıkladı.

FON DEĞİL TAZMİNAT

Hükümet, binlerce işçinin ölümüne yol açan taşeron sistemini kaldıracağına ilişkin sözlerini tutmadı. Özel sektörde taşeron sistemi devam ediyor. Yapılan düzenlemelerle Kamuda çalışan taşeron işçilerin yaşamlarında değişen pek bir şey olmayacak. Taşeron işçilere kamuda kadro yok. Kamuda çalışan taşeron işçiler kısa zamanlı sözleşmelerle istihdam edilecek. Emeklilere 600 TL’lik ödeme ise devede kulak kalıyor. Ayrıca milyonlarca emeklinin maaşları üzerindeki tasarruf hakkının elinden alınmasının demokrasiyle bir alakası olamaz. Dört kişilik bir aile için yoksulluk sınırının 4 bin 512 lira(Türk-İş’in yayınladığı Aralık 2015 verilerine göre) olduğu koşullarda asgari ücretle ilgili yapılan düzenleme ise yetersiz.

Her şeyden önce, kıdem tazminatı işverenin sorumluluğunda olan bir mesele ve esas olarak işçi ile işveren arasındaki ilişkinin sonra ermesiyle ilgili. Fona devredildiğinde işçi çıkarılmasıyla ilgili işveren üzerinde hiçbir yükümlülük kalmayacak. İşçi ve işveren arasındaki ilişkiyi düzenleyen hiç bir fon tazminat hakkının yerini tutamaz. Tazminat hakkı ortadan kaldığında iş güvencesi de ortadan kalkacak.

çinin kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için en az 3 yıl, 5 yıl veya 10 yıl çalışması planlanıyor. Mevcut sistemde işçi son brüt maaşı üzerinden tazminatı hesaplanırken Fon kurulduktan sonra işçinin kıdem tazminatı almaya hak kazandığı süre içindeki ortalama maaşı üzerinden hesaplanacak. Son maaş yerine ortalama maaş esas alındığından işçinin kıdem tazminatı mevcut sistemdekine göre büyük ölçüde azalacak.

Mevcut durumda bir çalışanın kıdem tazminatına hak kazanması için en az 1 yıl çalışması gerekiyor. Her tam yıl için işçiye 30 günlük brüt maaşı oranında ödeme yapılıyor. İşçi işten çıkarıldığında veya emekli olduğunda, her çalıştığı bir yıla 30 günlük ücreti kadar kıdem tazminatı almaya hak kazanabiliyor. İşverenin ödemediği her gün için faiz ödeme zorunluluğu var. Ayrıca, askere giden erkekler ve yeni evlenen kadınlar bir yıl içinde birikmiş kıdem tazminatını alabilirler. “İşçilerin çoğunluğu kıdem tazminatı alamıyor” bilgisi doğru değil. Tazminatın alınmaması halinde hukuki tüm yollar açık.

Sermayenin “yük” olarak gördüğü kıdem tazminatı fona çevrildiğinde, işveren işçi çıkardığında toplu bir ödeme yapmak zorunda kalmayacak. Böylece işten çıkarmalar kolaylaşacak. İşçilerin iş güvencesi ortadan kalkacak. Sendikalaşma daha da zor bir hale gelecek.

Kıdem Tazminatı Fonu kurulduktan sonra ise iş-

Öte yanda tazminat hakkının gasp edilip fona devrilmesi, pek çok riski barındırıyor. Daha önceki kurulan zorunlu tasarruf fonu, konut edindirme yardımı gibi düzenlemeler mevcut hükümetler tarafından yağmalandı. İşsizlik Fonu’ndan işsizlere çok sınırlı ödeme yapılmışken, fondan sermayeye 50 milyon liraya yakın kaynak aktarıldı.

Kıdem tazminatının gaspı karşısında sendikal liderlikler neredeyse teslim bayrağını çekmiş vaziyette. Son 50 yılın en kapsamlı saldırıları karşısında sendikaların tepkisi çok cılız. Daha önce defalarca genel grev tehdidinde bulunan sendikalardan genel grevi hedefleyen kapsamlı bir mücadele planı yok. Oysa daha önce söylendiği gibi “işçinin kıdemi genel grev sebebi” olmalıdır. Kıdem tazminatının gaspına karşı tüm çalışanları birleştiren, genel grevi hedefleyen işyeri merkezli mücadele hükümeti durdurabilir. Fransa’da işten çıkarmayı kolaylaştıran yasaya karşı işçi sınıfının birleşik mücadelesi hükümeti durdurmanın mümkün olduğunu göstermekte. Genel grev tehdidi bile kıdem tazminatının gaspını ertelenmesine yol açmışken kitlesel bir işçi mücadelesi karşısında hükümet geri adım atacaktır. Kıdem tazminatının gaspına karşı örgütlenelim, birleşelim, durduralım.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.