DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
571
11 Ağustos 2016 2 TL. sosyalistisci.org
DARBE BİR DAHA ASLA!
DEMOKRASİ
CÖZÜM ,
ÖZGÜRLÜK
2
GÜNDEM
İÇ SAVAŞ HEYULASI
DARBECİLERLE MÜCADELEYE EVET! OHAL’E HAYIR!
Özellikle Suriye’de halk isyanının iç savaşa dönüşmesiyle birlikte, Türkiye’de bir iç savaş yaşanacağı öngörüsünde bulunanların sayısı her geçen gün arttı. 2015’in Temmuz ayında Kürt sorununda savaş politikalarının devreye girmesiyle birlikte, iç savaşın elinin kulağında olduğu daha sık tekrar edildi.Her gelişme, bir türlü gelmeyen iç savaşın ayak sesi olarak değerlendirildi. Silopi, Cizre, Sur gibi Kürt il ve ilçelerinde oluşan yıkım iç savaş nedeniyle yıkıma uğrayan Suriye şehirlerini anımsatsa da henüz bir iç savaş başlamadı. Başlamadı ama muhtemelen kıyısından dönüldü. O aranan, beklenen, bir türlü kavuşulamayan iç savaş, 15 Temmuz gecesi gerçekten de burnunu gösterdi. 15 Temmuz darbe girişiminin hunharca diyebileceğimiz karakteri, darbecilerin böyle bir plana sahip olduğunu gösteriyor. Cumhurbaşkanı yakalanabilir ya da öldürülebilirdi; Abdullah Öcalan öldürülebilirdi (Öcalan’ın sağlık durumu ve koşulları hakkında bilgilenmek için avukatları ve ailesiyle derhal görüştürülmesi gerekir), başbakan öldürülebilir ya da mecliste onlarca milletvekili öldürülebilirdi. Boğaz Köprüsü’nde vatandaşları tarayan cuntacı kafa, bu adımlardan birisini atarak yaygın çatışmaları tetikleyebilirdi. Ama olmadı! 15 Temmuz’da sokağa çıkan kitleler, darbeyi püskürtürken bu yıllara yayılma ihtimali olan çatışma potansiyellerini de püskürttüler. Fakat daha darbe gecesi direnen kitlelerin attığı bazı sloganlar, “iç savaş” tehlikesinin ha geldi ha geliyor olduğunu ilan etmeyi demokratlık, solculuk olarak yutturan ulusalcıların darbe karşıtlarından iç savaşta kafa kesen IŞİD militanı çıkartması için yeterli oldu. 15 Temmuz gecesi darbeye direnenler, mevcut siyasal demokrasinin sınırlarını korudu. Attıkları sloganların siyasi içeriğinden bağımsız olarak böyle bu. 15 Temmuz’da sokağa çıkanları karalama makinesinin dişlisi gibi çalışanlar, Selahattin Demirtaş’ın 31 Temmuz’da Diyarbakır mitinginde söylediği şu sözlerden sonra, seslerini biraz kıstılar: “Biz asla askerden yana olmayacağız. 15 Temmuz’da sokağa çıkanları selamlıyoruz. Darbeye karşı çıkmak, darbe zihniyetine karşı net tutum almak demokrat olmak adına zorunluluktur. Darbeden medet umarak kimse demokrat olamaz. Darbeye karşı olmak bir şarttır ama yeterli değildir. “Fakat sonra yeniden devreye girdiler. İç savaşa gittiğimiz uyarısını, iç savaş çıkartmayı amaçlayan darbecileri eleştirerek değil, darbeye karşı direnen insanların kılık kıyafetine bakarak yapıyorlar. İç savaş bezirgânları iç savaş çağırmaya devam ededursunlar, bizler, darbe karşıtları, hızla, darbe karşıtı mücadeleyi demokrasi ve barış mücadelesine bağlamak için harekete geçmeliyiz: - AKP liderliğinin darbeyi durduran kitleleri bir milli mutabakat oluşumu etrafında harmanlama girişimine karşı çıkmalıyız. Yenikapı mitinginde alanda yüzbinlerce insan darbeyi durdurmuş olmanın coşkusuyla dururken, kürsü, milli, yerli, militarist öğeleri de içeriyordu AKP-CHP uzlaşma havasının yanı sıra. - Genelkurmay başkanları hiçbir gerekçeyle hiçbir mitingde konuşturulmamalı. - HDP’yi dışlayan bir birlik ve beraberlik havası, darbelere karşı olan milyonlarca Kürt’ün dışlanması demektir. Darbeye karşı sokaklara çıkan insanların, barış isteyen Kütlerle arasında hiçbir sorun yoktur. - OHAL hızla sonlandırılmalı, darbecilerin üzerine gidilirken darbeyle hiçbir alakası olmayan insanların mağdur olması engellenmelidir. - Kürt sorununda çözüm politikaları hızla devreye sokulmalıdır. - Suriye’nin ve hiçbir ülkenin iç işlerine karışılmamalıdır. Suriye’ye tek müdahale, yardım olmalıdır. İnsani yardım, sağlık yardımı, yiyecek yardımı. Suriyeli mültecilerin Türkiye’deki konumu düzletilmeli, mültecilik hakları tanınmalıdır. - Askeri liseler, harp okullarının kaldırılması doğrudur ama yetmez. Ordunun içinde cunta yapılanmasına cevaz veren bütün mekanizma dağıtılmalı, askeri vesayetin tüm tortuları tasfiye edilmelidir. “İç savaş geliyor” tatavası yapmak yerine, birleşik bir şekilde bu talepler etrafında mücadele etmek, darbe karşıtı hareketin atabileceği bir adım olmanın ötesinde, iç savaş isteyenlere ve otoriterleşme gibi eğilimlere karşı da omuz omuza mücadele etmek anlamına gelir.
AKP liderleri, 15 Temmuz darbe girişi-
mi sonrası ilan edilen olağanüstü hâlin “halka değil devlete” karşı olduğunu iddia etmişlerdi. Bu durumun tek göstergesi, sokakta bundan önceki dönemlere göre daha fazla bir baskı politikası uygulanmaması. Hükümetin darbecilere karşı ilan ettiği seferberlik çerçevesinde, Taksim Meydanı olmak üzere ülkenin birçok yerinde protesto, eylem ve gösteri düzenlenebiliyor. Ancak olağanüstü hâl, Erdoğan tarafından çıkarılan kanun hükmünde kararnameler ile “FETÖ’ye karşı mücadele” adı altında her türlü keyfiliğin önünü açıyor. Bunda topyekûn bir saldırıya girişildiğini söylemek doğru olmaz, zira birçok isim gözaltına alındıktan veya memurluktan açığa alındıktan kısa süre sonra serbest bırakıldı veya görevine geri alındı. Fakat yine de cemaate yakın sermaye gruplarının elindeki şirketler, okullar ve diğer birçok alanda uygulanan baskı nedeniyle on binlerce kişi mağdur oldu. Darbe girişimine aktif olarak katılmayan hiç kimse kovuşturulamaz, mağdur edilemez. Hesap sorulması gereken, öğretmenlik lisansı iptal edilerek lise mezunu seviyesine getirilenler değil darbeci generaller
ve subaylardır. Patronlar her tür grevi engellemek için OHAL bahanesine sığınmaya çalışırken, Çatalca Kaymakamlığı dün taş ocağı inşaatına karşı eylem yapmak isteyen yaşam savunucularını ilçeye almamaya çalıştı. Bunu yanı sıra, 15 Temmuz’dan beri 280 KESK üyesi kamu emekçisi açığa alındı. Solcu akademisyenler, barış için imza verenler “FETÖ” operasyonlarında gözaltına alınabiliyor. Yazar Hayko Bağdat’ın pasaportuna keyfi olarak el konuldu. OHAL süresince darbecilerin konulduğu hapishanelerde kalan mahpuslar üzerinde baskı artışını hak ihlalleri izledi. Urfa’da gözaltında tutulan iki genç polisten işkence gördü. Darbecileri durdurmanın yolu, sivilleri de kapsayan “güvenlik” konseptli olağanüstü hâl politikaları değildir. Askeri okulların kapatılması, TSK’nın komuta kademesinin sivil siyasetçilere bağlanması, darbe girişiminden bir gün önce geri getirilen EMASYA protokolü benzeri zırhın kaldırılması ve generallerin “siyasi yeteneklerinin” önünü açan Kürt sorununun “terörle mücadele” ekseninden çıkarılarak çözüm sürecine dönülmesidir.
GÜNDEM
ORDUNUN YAPISI DEĞİŞİYOR, YETMEZ
3
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
“DARBE MEKANİĞİ” VE DEMOKRASİ MEKANİĞİ 15 Temmuz darbe girişimini örgütleyenler, Kürt sorununda savaş politikalarının işlerini ne kadar kolaylaştırdığını biliyordu muhtemelen. Savaş, savaşan güçlerin komutanlarına siyasi alana da müdahale etmek için cesaret veriyor. “Madem savaşan biziz, dar kafalı siyasilere mahkûm olmak zorunda değiliz” diye düşünen ilk darbeciler 15 Temmuzcular değil. Savaşın ya da istikrarsızlık getiren çatışma ortamlarının bir başka özelliği ise toplumun geniş, en azından savaştan doğrudan etkilenen kesimleri açısından derin bir umutsuzluk yaratması. Bu umutsuzluk, darbe eyleminin kurtarıcı, toparlayıcı bir misyonu olan bir girişim olarak algılanmasına neden olabiliyor. Türkiye’de 2013-2015 yılları arasında, daha önce eşine rastlamadığımız bir çözüm süreci deneyimi yaşandı. Bu deneyim, pratik kazanımlarının neler
KEMAL BAŞAK
15 Temmuz Darbe Girişiminin ardından hükümetin darbecilere ve darbeye zemin hazırlayan kurumlara yönelik operasyonları hız kazanmaya başladı. Bu kurumların başında 143’ü general olmak üzere tam 8651 personeli, 35 uçağı, 37 helikopteri, 74’ü tank 246 zırhlı aracı, 3 gemisi ile darbe girişimine katılan Türk Silahlı Kuvvetleri geliyor. "Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname" kapsamında, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları, Milli Savunma Bakanına bağlandı. Ayrıca Cumhurbaşkanı ve Başbakanın, gerekli gördüklerinde Kuvvet Komutanları ile bağlı komutanlarından doğrudan bilgi alabileceği ve bunlara doğrudan emir verebileceği, verilen emrin herhangi bir makamdan onay alınmaksızın derhal
yerine getirileceği de karara bağlandı. Aynı kararname kapsamında Harp Akademileri, askeri liseler ve astsubay hazırlama okulları kapatıldı, Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) ve asker hastaneleri Sağlık Bakanlığına devredildi, Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde Milli Savunma Üniversitesi adıyla yeni bir üniversite kuruldu. Milli Savunma Üniversitesi, rektörlüğe bağlı olarak, kurmay subay yetiştirmek ve lisansüstü eğitim vermek amacıyla yeni kurulan enstitülerden kara, deniz ve hava harp okullarından, astsubay meslek yüksekokullarından oluşacak. Kurumsal düzenlemeler elbette önemli ve olumlu, ancak bütün kötü taraflarının yanında esas olarak siyasi bir suç olan darbeciliği sadece organizasyonel değişikliklerle önlemek mümkün değil. Ordunun kışladan çıkmasını esas engelleyecek şey darbeci iklimi bereketli kılan siyasi ortamı değiştirmek daha fazla özgürlüğü
HAFTANIN IRKÇISI SPORCUNUN IRKÇI OLANINI SEVEN BAKANLIK 2016 Rio Olimpiyatları açılış töreninde, Türkiye bayrağını milli sporcu Rıza Kayaalp taşıdı. Kayaalp, sıradan bir isim değil. Gezi olayları esnasında sosyal medya hesaplarından “Ermenilere bıraktınız meydanı, Allah
garanti altına almak. Bunun yolunun ise darbe karşıtı mitingde Genelkurmay Başkanını kürsüde konuşturmaktan, darbeye zemin hazırlayan yeni EMASYA protokolünden, eski darbecilerin salıverilmesinden ve başta OHAL olmak üzere anti demokratik uygulamalardan geçmediği çok açık. Bunun yanında artık bir klasik haline gelen "torba yasa" kurnazlığı aracılığıyla iktidar partisinin doğrudan yasalaştırmaktan çekindiği emek ve demokrasi karşıtı düzenlemeleri darbeye karşı düzenlemelerle harmanlamak, darbeciliğe yol açan zemini canlı tutmaya yarıyor. 15 Temmuz’da halkın üzerine ateş açma emri veren generallerin bu deneyimi Kürt şehirlerini yakıp yıkarken edindiklerini hiç unutmamak gerekiyor. Bu açıdan Kürt şehirlerinde sürdürülen askeri operasyonların derhal sonlandırılması ve Kürt halkının temsilcileriyle yeniden müzakere masasına oturulması darbe karşıtı mücadeleye sağlam bir temel oluşturacaktır.
belanızı versin eylemci çapulcuları”, “Ermenistan halkı kutlama yapıyormuş taksimi işgal ettik türkiyeye rahatça hakaret edebiliyoruz diye”, “Sizin yaptığınız eylemi s.... vatan hayinleri” şeklinde peş peşe ırkçı, cinsiyetçi mesajlar yayınlayan bir ırkçı. Bu ırkçının Türkiye bayrağını taşıması, yani olimpiyatlarda ülkesini temsil eden yüz olması, her kurumu gırtlağına kadar ırkçılığa batmış olan devlet için bir sorun teşkil etmiyor. Güreş Federasyonu, yaptığı açıklamada, alay edercesine Kayaalp’in “kişilik olarak çok mütevazı ve centilmen birisi” olduğunu iddia etti. Bu tescilli ırkçıyı olimpiyatlara gönderen ve bayrak taşıttırarak gövde gösterisi yapan Gençlik ve Spor Bakanlığı, haftanın ırkçısı olmaya hak kazandı.
olduğunu bir yana bıraksak bile, Kürt sorunun toplumun her kesiminde her boyutuyla tartışılmasını sağlayan muazzam bir gelişmeydi. Silahların yerine, ucu açık bir şekilde çizilen bir yol haritası devlet tarafından “planlanmış” olsa da diyalog yönteminin devreye girmesi, Kürt halkının haklarının ve bu hakların nasıl güvence altına alınacağının kamuoyu önünde açıktan tartışılması, siyasal demokrasiyi gümbür gümbür geliştirmese de sınırlarını güvenceye alan, güç veren bir hamleydi. Çözüm ve diyalog ortamı siyasetin, savaş ve çatışma ortamı apoletlilerin elini güçlendirir. Tam da böyle oldu. Cizre, Sur, Lice... Bütün bu şehirlerde yaşanan gelişmeler, savaşın başlamasından bir süre önce mitinglerde, şehir merkezlerinde patlayan bombaların yarattığı yıkım, korku ve hayal kırıklığıyla birleşerek Türkiye’nin siyasiler tarafından yönetilemediği duygusunun, toplumun en az bir kesiminde hakim hale gelmesine yardımcı oldu. Darbecilerin başarısızlığının nedeni, bu duygunun darbe yapmak isteyen askerlere toplumsal bir destek sunmaya yetecek kadar motive edici olmamasıydı. Savaş, siyasilerin ipin ucunu kaçırdığı yönündeki toplumsal algının yerleşmesi ve güçlü bir Erdoğan karşıtlığı, darbecilerin hem cesaret bulacakları hem de insanların kendilerini destekleyeceklerini düşündükleri bir zemin yarattı. Bu zeminin, sadece bir iki yerde darbecileri destekleyenlerin alkış tutması dışında sokak hareketine dönüşmemesi bizleri yanıltmasın, darbe mekaniği devreye girdi bir kez. Darbe mekaniğini ortadan kaldırmanın tek yolu var: demokrasi mekaniğini devreye sokmak. Bunun ise Kürt sorununda savaş politikalarına son vermeden mümkün olmadığını biliyoruz. Barış ve demokrasi, darbe mekaniğinden sonsuza kadar kurtulmanın da şifresidir.
4
DÜNYA
İNCİRLİK ÜSSÜ KAPATILSIN
NATO DEFOL VOLKAN AKYILDIRIM
Türkiye ordusunun Rus savaş uçağını düşürmesi ile başlayan askeri gerilim, Erdoğan’ın geri adım atması ve uçağı düşüren askerlerin darbeci çıkması ile ortadan kalkmış gözüküyor. Türkiye, NATO üyeliğinden çıkmadan, İncirlik üssü kapatılmadan, işgalci ordular nükleer bombalarıyla defolup gitmeden savaştan kurtulmayacağız. Gazetemiz baskıya hazırlandığı sırada ABD darbeci Gülen’i iade etmek yönünde bir adım atmamış, Erdoğan ve hükümet ise ‘o iade edilmezse Türkiye’yi kaybedersiniz’ demekteydi. Darbecileri destekleyen Avrupa Birliği’ne karşı da yine mültecilerin hayatını siyasi pazarlık konusu yapıyorlar. Türkiye vatandaşlarının AB’de serbest dolaşımının sağlanmasını isteyen Erdoğan, ‘sığınmacıları sınırlarımız içinde tutmayız, size yollarız’ diye AB’yi tehdit ediyor. Yunan halkının ‘oxi’, Bitanya emekçilerin ‘exit’ diyerek çıkmak istedikleri küresel kapitalist örgütlerden Türkiye emekçileri de kurtulmalıdır. Gün, Ortadoğu’da emperyalist savaşa, işgal girişimlerine, zalim rejimlerin savaş politikalarına, IŞİD-Nusra Cephesi gibi mezhepçi örgütlere karşı birleşik mücadele günüdür. - 15 Temmuz’da darbecilerin savaş uçakları, İncirlik üssünden kalkan tanker uçakların yakıt ikmali sayesinde havada kaldı. İncirlik üssündeki ABD ve savaş koalisyonuna ait
uçaklarsa 36 saatlik bir kesintinin ardından, katil IŞİD bahanesiyle Suriye ve Irak’ı bombalamaya devam ediyor. Savaş karşıtlarınınyıllardığı söylediği gibi: Darbenin merkezi, İncirlik Amerikan üssü kapatılsın! - Türkiye NATO’dan çıksın! Tarihi boyunca darbelerin, kontrgerillanın, savaşların sebebi olan küresel kapitalizmin cinayet örgütüne üye olmaya son. NATO’dan çıkış, başka halkları da cesaretlendirecektir, milyonlarca insanın kanını elinde taıyan bu savaş örgütünün çöküşünü hep birlikte başlatalım. - Katil ABD Ortadoğu’dan defol! Savaş, işgal, ambargo, bombardıman ile toplumları yıkan, delirten, dünyanın başına katil IŞİD
KÜRESEL BAKIŞ Meltem Oral
ABD darbeyi destekledi mi? Bu her türlü saptırmaya çok açık bir soru. Hükümet yanlısı yayın organları ya da ‘yerli-milli’ ittifakla palazlanan ve cemaatten boşalan yerleri yeniden doldurmaya hevesli Perinçekgiller sürekli bunu anlatıyor. Onlara göre ABD bizzat düğmeye bastı hatta darbe girişimini ABD’li komutanlar yönetti. 15 Temmuz gecesi İncirlik Üssü’nden kalkan uçaklar iddiası, Rusya ve İran basınında darbenin NATO –CIA bilgisi hatta planıyla gerçekleştiğine dair haberler, darbenin arkasında ABD’nin olduğu yönündeki açıklamalarda sıkça kullanılıyor. Bunların üstüne hükümet ve ABD arasında Gülen’in Türkiye’ye iadesi konusunda yaşanan açıklama trafiği veya Batı ülkelerinin 15 Temmuz ve sonrasındaki tutumu eklenince ‘darbenin arkasındaki güçler’ mefhumu daha ciddi bir tartışma konusu haline geliyor.
ve mezhep savaşlarını bela eden; Rusya ile askeri gerilimi tırmandırıp, bölgeyi savaş arenasına çeviren ABD emperyalizminin jandarmalığına son! - Türkiye elini Suriye’den çek! Suriye’nin kaderini Suriye halkı belirlemelidir. Dışarıdan müdahale eden tüm devletler gibi bundan vazgeçmelidir. Asker kışlaya! - Mülteciler kardeşimizdir! Sınırlar açılsın, mülteci hakları tanınsın! Türkiye’de savaşa, küresel kapitalizme, NATO’ya karşı olan tüm güçler, Ortadoğu halklarıyla birlikte, emperyalist savaşa karşı mücadeleyi yükseltmelidir.
Darbeye dair Batı ülkelerindeki tavırsızlık, ABD’nin tavrını darbe girişiminin akıbeti belli olduktan sonra göstermesi, yayın organlarında darbecilere hayırhah bakıldığı izlenimi veren bir çizginin hakim olması üzerine düşünülmesi gereken noktalar. Darbe girişiminin ardında doğrudan ABD’nin bulunup bulunmadığını bilebilecek durumda değiliz. Ancak eğer darbe başarılı olsaydı ABD’nin darbe yönetimini tanıyacağını, Mısır’da olduğu üzere yarım ağızla yapılan kınayıcı açıklamalardan sonra darbe yönetimiyle işbirliğine gideceğini varsaymak mümkün görünüyor. Ancak daha fazlasını iddia etmek, hükümet çevreleri gibi ABD’yi darbenin mimarı olarak göstermek için elde henüz yeterli veri yok. Bu gelişmeleri gerçekçi bir bağlama oturtmak için önce komplo teorilerinden sıyrılmak, ardından uluslararası sistemin güncel durumunu analiz etmek gerekiyor. ABD emperyalizminin Irak yenilgisinden sonra gücündeki gerileyiş ve bu gerileyişin son yıllarda uluslararası konjonktürde yarattığı hegemonya krizi malum. Bu krizin yarattığı gerilimi Suriye’deki gelişmelerde daha somut
SURİYE: HALEP KUŞATMASI KIRILDI ONUR DEVRİM ÜÇBAŞ
Suriye’de Esad rejiminin Temmuz ayındaki saldırısıyla çembere almayı hedeflediği Halep’te, şehrin muhaliflerin elindeki bölümü üzerindeki kuşatma kırıldı ve kente dışarıdan yiyecek yardımı girmeye başladı. Ancak açılan koridor, gerekli yardımın geçmesi için hala çok dar ve sürekli tehdit altında bulunuyor. Yaklaşık 300.000 kişinin yaşadığı bölgeye saldıran Rus uçaklarına karşı halk, sokaklarda lastik yakarak uçakların saldırısını engellemeye çalışmıştı. Kuşatmayı kıran askeri hareketin başını, içinde daha önce El-Nusra olarak anılan ve El-Kaide’nin bir parçası olan mezhepçi Şam’ın Fethi Cephesi’nin de içinde olduğu Fetih Ordusu çekiyor. 2011 yılında başlayan Suriye Devrimi’nde Halep’te de büyük gösteriler düzenlenmiş 2012 yılında ise muhaliflerle rejim güçleri arasında silahlı çatışmalar başlamıştı. Çatışmalardan önce 2,5 milyon kişinin yaşadığı şehir, bugün harabeye dönmüş durumda, şehirden kaçan milyonlarca insan ise mülteci olarak başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelerde yaşamaya devam ediyor. Halep hem rejim hem de muhalifler için stratejik bir öneme sahip. Esad rejimi şehrin muhaliflerin elinde bulunan bölümlerine yönelik uçak saldırıları, top atışları ve helikopterden atılan varil bombalarıyla halkı kolektif olarak cezalandırma yolunu seçti. Bölgedeki hastaneler, pazar yerleri, mülteci kampları bombalandı. Suriye İnsan Hakları Örgütü’ne göre Halep’e 2015 yılının ilk beş ayında toplam 3.000 kişinin ölüme neden olan yaklaşık 7.000 bomba atıldı.
olarak görüyoruz. Hegemonya bunalımı ve ABD’nin kontrol yetisindeki göreli güç kaybı, farklı bölgesel güçlerin bu krizden kendi fırsatlarını yaratabileceği koşulları beraberinde getiriyor. Türkiye devletinin Ortadoğu politikası kendi fırsatını yakalamaya çalışmanın bir örneği. Ortadoğu’daki hegemonya boşluğunu doldurma hevesiyle bölgesel güç olma hedefi İslami veya ideolojik bir takıntı olmanın ötesinde emperyalizmin bunalımıyla doğrudan ilişkili. Bu hedefin pek çok kez ABD’yle karşı karşıya gelişi beraberinde getirdiğini de son yıllarda Suriye üzerinden gördük. Görmeye devam etmemiz de çok olası. Savunma Bakanı’nın ‘ordunun yeniden yapılandırılması NATO ittifakına ve ruhuna uygun olacak’ açıklamasının ardından, 15 Temmuz’un mimarına dair komplo teorisi üretenlerin vardığı NATO’dan çıkılacağı sonucu şimdilik gerçekçi gözükmüyor. Ulusalcı-AKP ittifakının ikizleşen popülist anti-emperyalist söylemine, komplo teorilerine savrulmayan bir emperyalizm okuması bölgede yaşanacak pek çok keskin gelişmeye hazırlıklı olmanın tek yolu.
RÖPORTAJ
5
“DİRENEN KİTLELERDEN ÖĞRENİLİR” Sol içerisinde, 15 Temmuz darbe girişimini engellemek için sokağa çıkanların kimlerden oluştuğu, ne zaman, hangi saiklerle sokağa çıktıkları üzerine tuhaf sorgulamalar sürüyor. Ancak her geçen gün ortaya çıkan yeni videolar, tanıklıklar ve anketler bu tuhaf soruların ardındaki en hafif tabirle art niyeti gösterir nitelikte. Sosyalist İşçi olarak bu hafta 15 Temmuz gecesi Tekirdağ’da sokağa çıkanlardan sosyalist Hasan Fehmi ile konuştuk. ‘Neden ve hangi amaçla sokağa çıktığını’ sorduk.
15 Temmuz’da neden sokaktaydın? 15 Temmuz gecesi 22:30 civarı sosyal medyadan Boğaz Köprüsü’nü trafiğe kapayan askerlerden birinin “yönetime el koyduk herkes evine gitsin” dediğini duyduğumuzda bir refleks gibi şehrin meydanına indik. Henüz darbeyi kimin yaptığı belli değilken kimseden çağrı beklemeden meydana inip herkesi de meydana davet edebilmemizin ardında 28 Şubat’la büyüyüp 27 Nisan e muhtırasını görmüş olmamız ve her 28 Şubat’ın yıldönümünde “Darbelere karşı 70 milyon adım” pankartının altında tek tek tüm darbeleri sayıp “bir daha asla “ diye bağıran darbe karşıtı blokta bulunmamızın olduğu apaçıktır. Meydana çıkma çağrınıza karşılık verenler oldu mu? Tekirdağ’da “Meydanlara inelim” çağrımıza ilk cevap verenler “Suriyeli Mülteciler Kardeşimizdir Platformu” üyeleriydi. Bu ise birleşik mücadelenin ne kadar önemli ve etkili olduğunu bir kez daha gösterdi bize. Aydoğdu mahallesinden gelen Romanların da bulundu-
ğu kalabalık 25-30 kişiye ulaştığı esnada askeri aracın Valilik binasına yaklaştığını gördüğümüzde yıllardır sokakta attığımız “dur de, dur de, darbecilere dur de“ sloganı bambaşka bir anlam kazanmış ete kemiğe bürünmüş Valiliğe doğru koşuyordu. Az sonra meydan yüzlerce insanla dolmuş, birbirini tanımayan insanlar devlet adına hareket eden zorbalara karşı omuz omuza direnişe geçmiş ve hep bir ağızdan “darbeciler dağıtılacak” diye bağırıyordu. O geceden beri sokakta olan kitlelerin niteliği hakkında bir muhasebe sürüp gidiyor. Ne düşünüyorsun? Tanklarla, F16’larla ve her türlü ağır silahla donatılmış ve insan öldürmekten çekinmeyen darbeci orduya karşı direnmek için sokağa çıkan kitleleri görünüşlerine, attıkları sloganlara ve getirdikleri tekbirlere bakarak yargılamak dünya tarihindeki kitlesel direnişlerden ve devrimlerden hiçbir şey anlamamış olmayı gerektirir maalesef. Hatta Gezi eylemlerinde polis şiddetine, gaz bombasına ve tomalara karşı direnmiş olanların Gezi’den çok daha ağır koşullar olan tank, F-16’lar ve gerçek mermilere ve
ölümlere rağmen yapılan bu direnişi eleştirmek bir yana dursun saygı ile karşılaması, ilk fırsatta bu direnişe katılması gerekirdi. Darbeye koşulsuz karşı olmak neden önemli? Güçlerin siyasal alana el koyduğu rejimle, bu silahlı güçleri, seçimlerde elde ettiği güçle denetleyerek siyasal alanı darlaştıran seçilmişler arasındaki farkı bilen sosyalistler olarak meydanlarda bu direnişe katılan kitlelerle iletişime geçmek ve AKP’nin tabanını kazanmaktan başka yol yoktur. Direnen kitlelere bir şey öğretilmez onlardan öğrenilir. Ordunun “yenilmezliği “ imajının yerle bir edilebileceğini kitlelere yıllarca uğraşsak anlatamazdık ama onlar bunu bir gecede başardılar bile. 15 Temmuz gecesi darbeye direnen kitlenin yanında olmaktan ve daha o gece erken saatlerde darbeye amasız fakatsız karşı çıkan tek sol parti olan DSİP’in mensubu olmaktan gururla bahsedeceğim yıllarca !
6 GÜNDEM
CUNTA KOALİSYONUNUN PANZEHİRİ DEMOKRASİDİR
ŞENOL KARAKAŞ
15 Temmuz darbe girişimi, bir milat hâline geldi. 15 Tem15 Temmuz darbe girişimi, bir milat hâline geldi. 15 Temmuz’dan önceki siyasi koşullar, darbe girişimiyle birlikte radikal bir şekilde değişti. Burjuva politikasının son üç dört yıldır şekillenen normları, alışkanlıkları 15 Temmuz’la birlikte bütünüyle değişti. Şimdi, Türkiye’de çok özel bir rolü olan, devletin en önemli örgütü olduğunu söyleyebileceğimiz ordunun hallaç pamuğu gibi atıldığı, dolayısıyla devletin hallaç pamuğu gibi atıldığı, bazı temel mekanizmalarının yeniden şekillendirildiği bir dönemden geçiyoruz. Darbe sürecini kavramak, 15 Temmuz’dan sonra değişen koşullarda hangi politik talepleri öne çıkartacağımızı tartışmak açısından çok önemli. Aşağıdaki başlıklar, hem darbe sürecini kavramak hem de önümüzdeki politik gelişmelerde öne çıkartacağımız talepleri netleştirmek için kaleme alındı. 1. Darbe! 15 Temmuz’da yaşanan açık bir askeri darbe girişimidir. 15 Temmuz’da, TSK’nın açıklamasına göre, darbe girişimine “ 35 uçak, 37 helikopter, 246 tank ve zırhlı araç, 3 gemi, 3 bin 992 adet hafif silahla 8 bin 651 asker” katıldı. 8 bini aşkın askerin katıldığı 15 Temmuz, belki ordunun sayısal kalabalığını düşününce, minik bir cunta girişimi sanılabilir. Bu, gerçeği çarpıtan bir veri. Ordunun kurmay heyeti içinde darbeye bulaşanların ağırlığı, darbe girişiminin ordu içinde büyük bir desteğe sahip olduğunu göste-
riyor. TSK’da toplam 358 general-amiral görev yapıyor. 15 Temmuz darbe girişimine katıldığı için gözaltına alınan ve tutuklanan general-amiral sayısı 151, yani toplam general sayısının yüzde 42’si. Ordu içinde kapsamlı, örgütlü, yaygın bir cunta girişimiydi 15 Temmuz’da yaşadığımız. Darbe girişiminin ilk dakikalarından itibaren bu girişimi sulandırmaya, önceden haberli bir girişimle karşı karşıya olduğumuzu iddia etmeye, yaşananın bir simülasyon olduğunu anlatmaya başlayanlar, meclisin bombalanmasını, İstanbul belediye binası önünde sivillerin bombalandığını, Boğaz Köprüsü’nde sivillerin askerler tarafından tarandığını bilmelerine rağmen bir tiyatrodan söz edebildiler. Bunun temel nedeni, Türkiye tarihinde ilk kez bir darbe girişiminin sokaklara çıkan sivillerin direnciyle karşılaşmış olması. 2. Cunta koalisyonu: 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında, başını çok açık ki, vahşi bir silahlı kanata sahip olduğunu darbe gecesi öğrenmiş bulunduğumuz Fethullahçı generallerin çektiği bir cunta koalisyonu var. Bugün bize, tüm girişimin cemaatçilerin başının altından çıktığı anlatılıyor. Bu, cemaatçilerin, general ve amirallerin yüzde 42’sini 40 yıl boyunca örgütlediği iddiası, ordunun Kemalist, darbeci yapısını ve tarihini aklayan bir çabadır. Darbe girişiminde liderliği cemaatçiler yapsa da, laik-kemalist hassasiyetlere sahip general ve amirallerin de cemaatçilerle birlikte davrandığı çok açık. Bugün sadece 15
Temmuz’un değil, tüm yakın tarihin cunta girişimlerinin sorumluluğunu cemaatin üstüne yıkmak, yakın tarihi yeniden yazmak, ordunun üst kademesinin geride kalanını korumaya ve general kademesindeki ulusalcı askerlerle ittifak kurmaya çalışan hükümet açısından anlaşılabilir. Hükümetin, devletin temelini, orduyu yeniden organize ederken, ordunun geleneksel darbeci eğilimlere sahip olan ama Ergenekon ve Balyoz davalarıyla gerilemiş kesimleriyle ittifak kurması süreci, Türkiye’nin yakın tarihini de aşan bir şekilde tüm devlet suçlarını cemaatin üzerine yıkma eğilimini güçlendiriyor. Cemaatten önce ve bağımsız olarak darbe girişimlerinin olduğunu ama aynı zamanda ordu içinde ulusalcıları tasfiye etmek ve merkezi konumları elde etmek için kumpas örgütleyen cemaatçilerin 15 Temmuz darbe girişiminde merkezi bir rol oynadığını aynı anda savunmak, özetle bir cunta koalisyonuyla yüz yüze olduğumuzun farkında olmak zorundayız. Ulusalcı sosyalistlerin özenerek kullandığı şekliyle “yurtsever generallerin” önümüzdeki dönemde bir darbe girişimi için serbest bir alan bulmasını engellemenin yolu, cunta girişiminin arkasındaki koalisyona işaret etmektir. 28 Şubat darbesi, 27 Nisan muhtırası, İstanbul’un üzerine çökmekten söz eden darbe plan seminerlerinin varlığı gerçektir. Cemaat’in sulandırmaya çalışması, Ergenekon’un ve ulusalcı darbe girişimlerinin gerçekliğini gizleyemez. 3. Darbe karşıtı direniş: Darbenin başarısız olmasının ne-
GÜNDEM 7 deni, çok açık ki darbecilerin hiç beklemediği bir kitle hareketinin askerlere meydan okuması oldu. Darbe girişimini amatör bir hamle gibi gösteren de, ordunun uzun süre tarafsız kalan kesimlerini darbe karşıtı pozisyona iten de sokaklara çıkan insanların tanklara, uçaklara, tüfeklere karşı direnişiydi. Halk, darbeyi durdurdu, darbecileri böldü, ordunun bir bölümünü kazandı. Uzun bir darbeler tarihinden söz ederken, artık, bir de darbeyi durduran hareketten söz edeceğiz. Darbe girişimi haberi alındığı andan itibaren sokaklara on binlerce insan akmaya başladı. Erdoğan’ın da kaçmadığının, tersine İstanbul’a geldiğinin anlaşılmasıyla kalabalıklar daha da arttı. Darbecilerin girişim sırasındaki mesajlaşmaları, halk kitlelerinin sokağa çıkmasını şaşkınlıkla karşıladıklarını gösteriyor. 4. Erken darbe ve iç savaş planı: Darbenin başarısızlığının bir nedeni de, gece 03.00 yerine, saat 22.00 civarında başlaması. Ordu içinde bir hareketlilik olacağı bilgisinin elde edilmesi, cuntacıların erken harekete geçmesine neden oldu. Cuntacıların bir bölümünün kendine güvenle harekete geçmesi, bazı kilit isimlerin yakalandığına ya da öldürüldüğüne duydukları güvenle harekete geçtiklerini gösteriyor. Meclisin, Beştepe’de ve belediye binalarının önünde bekleyen sivil insanların bombalanmasının arkasında bir intihar girişimi değil, beklentisi karşılanmayan cuntacıların öfkesi yer alıyor. Bu beklentilerin başında, darbe karşıtları kadar darbeden yana tutum alan kitlelerin de sokağa çıkacağı geliyordu. Mısır darbesinin bir model olarak alındığı çok açık. Bir meydanda darbeden yana, diğer bir meydanda darbeye karşı olanlar birikecek ve cuntacılar bir kitlesel destekle harekâtı tamamlayacaklardı. 5. Darbe ve ABD: ABD yetkilileri, uzun süre darbeye karşı net bir tutum almadı. ABD, darbenin başarılı olamayacağı belirginleşmeye başladığında ancak bir açıklama yaptı. Bu, darbeyi ABD’nin planladığını değil, Obama ve ekibinin darbenin akıbetini merakla beklediğini ve darbenin başarılı olmasından büyük bir rahatsızlık duymayacağını gösteriyor. Sadece ABD değil, AB ülkeleri de benzer bir tutum alarak, darbeye karşı açıklamalar yerine darbe girişimi sonrası demokrasiye çağıran açıklamalar yaptı. ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel, ilişkide oldukları bazı Türk subayların tutuklu olmasının işlerini zorlaştıracağını açıkladı. ABD ile askeri işbirliğinin sona ermesi, Türkiye’nin yıllardır savunduğumuz gibi NATO’dan çıkması için 15 Temmuz bir uyarıcı işlevi görmelidir. 6. Hareketin mantığı: 15 Temmuz’da sokağa çıkarak darbeyi engelleyen hareket, son yıllarda dünyanın çeşitli meydanlarında sokakları işgal eden hareketin, özellikle Arap Baharı’nda diktatörleri deviren hareketin bir parçasıdır. Harekete katılanların bazılarının attığı sloganlar, hareketin içeriğini tanımlamak açısından yeterli değil. Çoğu kez olduğu gibi, 15 Temmuz akşamı da harekete katılan bireylerin mantığı, tarihsel hareketin mantığının gerisinde kaldı. Darbe karşıtı hareketi bazı sloganlar nedeniyle gerici, şeriatçı bir faşizmin tabanı olarak ilan edenler, aceleci bir yaklaşıma sahipler. Darbeyi engelleyen, bu toplumun en yoksul proleter kesimleri oldu. İki sendika dışında tüm sendikalar darbeye karşı çağrı yaptı. İşçi sınıfı tanklara direndi. 15 Temmuz’un ardından gelen demokrasi nöbetleri, darbeye karşı sokaklara çağrı yapan AKP liderliğinin hegemonya kurma çabası nedeniyle giderek daha fazla AKP’li bir karakter kazansa da, bunun sorumluluğu hareketi AKP liderliğinin kucağına gönüllü bir şekilde bırakan ulusalcıların tutumu ve işçi sınıfının bazı kesimleri üzerinde giderek azalan etkisidir. 7. Hareketin niteliği: 15 Temmuz hareketi, hem bir ölçüde kendiliğinden hem de bir ölçüde örgütlü bir hareketti. Konda’nın yaptığı ankete göre Erdoğan çağırmadan önce darbeye karşı sokaklara çıkanların oranı yaklaşık yüzde 27. Darbeye karşı harekete geçen her dört kişiden birisi Erdoğan meydanlara çağırmadan sokaklara çıkıp direnmeye başlamış. Darbeye karşı mevcut durumu, mevcut durumunu korumak için sokağa çıkan kitleler, kısıtlanmış da olsa siyasal demokrasinin sınırlarını korumak için mücadele
ettiler. Darbeden sonra hükümet, önce MHP, sonra CHP ile mutabakat alanlarını genişleterek, harekete daha yoğun bir milliyetçi karakter katmaya çalışıyor. Orduyu darbeden muaf göstermenin yolu tüm suçu cemaatin üzerine yıkmak olduğu için FETÖ’yü tek darbeci olarak öne sürmek, Yenikapı mitinginde olduğu gibi Genelkurmay Başkanı’nın bile konuşturulduğu bir milliyetçi bulamacın şekillenmesine hizmet ediyor. Darbe karşıtı hareketin içinden idam sloganlarının yükselmesi, bu harekete yaslanarak Kürtleri dışarıda bırakan bir mutabakatın şekillenmesi, AKP liderliğinde bir AKP-CHP-MHP mutabakatının bu kitle hareketi üzerinden inşa edilmesi, darbeye karşı direnen kitlelerin solu yanında bulmaması nedeniyle yaşanıyor. 8. Darbe karşıtlığından OHAL’e: Bu nedenle darbeyi bir kitle hareketi püskürtmüş olmasına rağmen, darbecilerle baş etmek için OHAL ilan edilebiliyor. OHAL koşullarında demokrasi mitingleri yapılması, yasaklı Taksim Meydanı’nın CHP’nin darbe karşıtı mitingine açılması, OHAL koşullarında HDP’nin darbe karşıtı demokrasi mitingleri yapması, içinden geçtiğimiz koşulların çelişkili karakterini açığa seriyor. Bir yandan polise aşırı yetki veren OHAL, bir yandan demokratik sınırların kullanılmasında kısmi rahatlık. Bir yandan gözaltında kötü muamele şikayetlerinde artış, bir yandan Batman’da on binlerce insanın katıldığı darbe karşıtı HDP mitingi. Bir yandan on binlerce insanın açığa alınması, öte yandan AKP ile CHP arasında toplumsal kutuplaşmayı azaltmaya yönelik girişimler ama aynı zamanda HDP’yi saf dışı etme planları. Bir yandan 30 günlük gözaltı süresi, diğer yandan askeri vesayeti en azından teknik açıdan imkânsız kılacak adımların atılması. 15 Temmuz’dan sonra, darbeye karşı sokaklara çıkan insanlarla bağlantı kurmayı, tartışmayı, darbeye karşı çıkanlarla demokrasinin alanının genişlemesi için mücadele etmeyi hedefleyen bir politik hat, darbe girişimlerini nihayete erdirecek olanın demokrasinin alanının genişlemesi, dolayısıyla OHAL değil sınırsız düşünce, gösteri, örgütlenme ve ifade özgürlüğü olduğunu anlatma şansına sahip. Darbeye direnen insanları iki İslamcı klik arasındaki çarpışmanın aparatları olarak görmek, IŞİDçi olarak yaftalamak, gerici ve faşist olmakla suçlamak (bu harekete katılan insanlar arasında aşırı sağcı, ulusalcı, milliyetçi ve faşistlerin olmadığını söylemek demek değildir; kuşkusuz 15 Temmuz hareketinde bu türden eğilim sahipleri de alanlardaydı) darbe sonrası siyasal alanı, AKP-CHP-MHP müdahalesi karşısında savunmasız bırakmaktır. Darbe karşıtlarına idam sloganının attırılmaya çalışıldığı yerde, “İdama hayır!” sloganını attırmaya çalışmadan, demokrasiyi savunan bir odağı güçlendirmeden kitleleri aşağılamak çocukça bir politika izlemektir. 9. Darbeden barışa: Sosyalistler, OHAL’in ilan edildiği gün İstanbul’da “Darbeye hayır! Şimdi barış zamanı” başlıklı bir basın açıklaması yaptılar. Darbeye zemin hazırlayan en önemli gelişme, kuşkusuz ki Kürt sorununda savaş politikalarının devreye girmesidir. Darbenin akıllardan çıkması için, ordunun yeniden yapılanması, küçültülmesi, harp okullarının, askeri liselerin kapatılması, TSK’nın Savunma Bakanlığı’na bağlanması önemli adımlardır. Bu adımların daha demokratik bir yöntem izlenerek atılması, parlamentoda HDP’nin de katılacağı ve toplumun içselleştireceği bir şeffaflık içinde atılması gerekir. Ama önemli olan, darbeci mantığı, her girenin bir tür darbeciye dönüştüğü militarist ordu iklimini dağıtmak için, Kürt sorununda barış sürecinin devreye gitmesi, Kürt halkının tüm temel haklarının kabul edilmesi ve bu hakları güvence altına alacak bir demokratik anayasanın hazırlanmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin soykırımcı İttihat ve Terakki geleneğinden gelen yapılanmasını devralan tarihinin aynı zamanda bir darbeler tarihi olması, Kürt sorununda çözümün sürekli ertelenmesiyle doğrudan ilişkilidir. Önümüzdeki dönem OHAL’den çıkıp demokrasiye yönelip yönelmeyeceğimiz, yeni darbe girişimlerinin engellenip sonsuza kadar yok edilip edilemeyeceği, Kürt sorununun çözüm sürecinin yeniden başlayıp başlamayacağı ve HDP’nin düşmanlaştırılmaktan vazgeçilip geçilmeyeceğiyle ilgili bir mücadele alanıdır aynı zamanda.
GÖRÜŞ Roni Margulies
BİRLİK VE BERABERLİĞİM SINIRSIZ DEĞİL Yenikapı mitingine darbenin püskürtülmesini kutlamak için, darbeyi durdururken hayatını kaybedenleri anmak için izleyici olarak katılan herkesle “birlik ve beraberlik” içinde hissediyorum kendimi. Meydanda “Demokrasiyi savunduk, askerî diktatörlüğü engelledik, seçilmiş hükümeti ordunun silahlı zorbalarına karşı koruduk” diye düşünerek coşku duyan herkesle omuz omuza duruyorum. Ama sapla saman birbirine karıştı duygusunu da içimden atamıyorum. Şöyle anlatayım. Sözcü gazetesi nasıl oluyor da sevgi ve sevinç naraları atıyor? Niye şöyle yazabiliyor: “İzmir’den Diyarbakır’a kadar bu topraklarda yaşayan 80 milyon kişi Yenikapı’da... Hatta daha fazlası. Almanya’da yaşayan, Fransa’da yaşayıp da Türkiye’ye gelme olanağı bulunmayan demokrasi aşığı Türkler’in ruhları da tüm enerjileri de Yenikapı’da.” Bir gariplik var, değil mi? Yıllardır AKP hükümetinin devrilmesi için çabalayan, “Bir Atatürk daha lazım” manşetleri atan gazete niye bu kadar seviniyor? Meydan Türk bayraklarıyla kaplı olduğu için seviniyor. Sahnede dev bir Atatürk portresi olduğu için seviniyor. (Gazetenin en çok sevdiği kişi!) Genelkurmay Başkanı Akar sahnede olduğu ve “Hainler TSK’nin şan ve şerefle dolu geçmişine kara bir leke sürmüşlerdir” dediği için seviniyor. (Gazetenin en çok sevdiği kurum!) Kılıçdaroğlu, “Gazi Mustafa Kemal şunu söylüyor: söz konusu vatansa gerisi teferruattır” dediği için seviniyor. (Gazetenin en çok sevdiği söz!) Yıldırım, “16 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan ayrılırken ne kadar umutluysa milletimiz bugün o kadar umutludur” dediği için seviniyor. (Gazetenin en çok sevdiği vapur yolculuğu!) Ve Erdoğan, “Dört ilkeye sahip olan her grupla, düşünceyle görüşebilirim: Tek vatan, tek millet, tek devlet, tek bayrak” dediği için seviniyor. (Gazetenin en çok sevdiği ilkeler!) Yenikapı’nın görüntüsünün 2007 yılının Cumhuriyet mitinglerinden, muhtemel bir darbenin tabanını hazırlamak için yapılan o mitinglerden farklı olması gerekmez miydi? Sahneden sunulan “birlik” söylemi Kemalizm’in “sınıfsız zümresiz kaynaşmış bir kitleyiz” şiarını hatırlattı bana. Alpaslan Türkeş’in “Ne mozayiği lan, beton beton” hülyasını hatırlattı. Bu hülyayı Kemalizm bile becerememişken, Erdoğan ve AKP becermeye çalışıyor şimdi. Ben ise Hulusi Akar, İlker Başbuğ, Ergenekoncular, JİTEM görevlileri, Devlet Bahçeli, Mehmet Ağar, Soma patronları, müteahhitler, 28 Şubatçılar, başörtüsü düşmanları, devlet tapınıcıları, Sözcü gazetesi gibileriyle birlik ve beraberlik içinde değilim, hiç olmadım, olmayı da düşünmüyorum.
8
GÜNDEM
İŞÇİLERE OHAL BAHANELİ BASKI
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
İŞÇİ SINIFI DARBEYE KARŞI SOKAKTA! 15 Temmuz gecesi Türkiye’de bir darbe girişimi yaşandı. Darbe girişimi son derece örgütlü bir kalkışma idi. Hükümet darbenin çapını gördükçe irkildi, hâlâ da güvenliğin sağlandığı konusunda emin değil. Generallerin yarısı doğrudan darbeye dâhil oldu. Darbenin çekirdeğini F.Gülen grubu oluşturdu. Ayrıca bazı Kemalistler ve AKP karşıtları da darbe girişiminde yer aldı. Sosyalistlerin öncelikli görevi darbe karşıtı olmaktır. Anti demokrat bile olsa seçilmiş hükümet darbecilere karşı savunulur. Sosyalistlerin yıllardır sürdürdüğü darbe karşıtı kampanyalar (örneğin Darbelere karşı 70 milyon adım) 15 Temmuz darbesinin püskürtülmesinde önemli bir rol oynadı. Sonuçta pek çok sosyalist darbenin ilk anlarından itibaren darbe karşıtı tutumlarını ortaya koydular, darbeye karşı direndiler. Darbe asıl olarak halkın sokağa çıkması ve tanklara karşı direnmesiyle püskürtüldü. Sokağa çıkan halkın tamamının işçiler, emekçiler, yoksullar veya kendi emeği ile geçinen insanlar olduğunu ölenlerin kimliklerinden anlayabiliriz. Ölenler arasında hiç burjuva yok. Türk-iş, Hak-iş, Memur-Sen, Kamu-Sen gibi sendikalar kalkışmanın başladığı ilk anlardan itibaren darbeye karşı direniş çağrısı yaptılar. Bu sendikaların işçi sınıfı içindeki ağırlığını düşündüğümüzde, işçi sınıfının büyük bir çoğunluğunun darbeye karşı direndiğini görmekteyiz.
Yenilen darbe girişiminin ardından
ilan edilen OHAL’in hemen ardından, Avcılar’da CHP’li belediye, direnişçi işçilerin çadırlarını kaldırmak istemişti. Bunun ardından da olağanüstü hâl uygulamaları bahane edilerek işçiler birçok saldırıya uğradı: n Antep’te büyükşehir belediyesine bağlı Gazi-Ulaş’ta TÜMTİS’e üye işçilere yönelik işten atma saldırısı sürerken, belediye ve şirket yönetiminin işçileri “OHAL” ile tehdit ettiği, sendika değiştirmeye zorladığı ortaya çıktı. n Darbe girişiminin ardından Gülen cemaatine yönelik operasyonlarda patronu gözaltına alınan Adana’daki mobilya fabrikasının işçileri işten atıldı. Tazminatlarını alamayan işçiler eylem yaptı.
ZENGİNLER VERGİ ÖDESİN! BORÇLAR SİLİNSİN
n Hükümetin OHAL gerekçesiyle yayınladığı ilk kanun hükmünde kararnamelerden (KHK) birisi “sözleşmeli öğretmenlik” uygulaması oldu. Böylece “cemaati temizleme” adı altında kamuda tasfiye gerçekleştiren AKP, bu süreci bir süredir gündeminde olan sözleşmeli öğretmenliği uygulamaya geçirmenin aracına dönüştürdü. n Hakları için eylem yapan Elazığ’daki AKSA Elektrik işçileri, OHAL gerekçesiyle gözaltına alındı. n Hükümet, bir süredir gündeminde olan Bireysel Emeklilik Sistemi düzenlemesine ve “Türkiye Varlık Fonu” adı ile yeni fon oluşturulmasına yönelik yasa tasarılarını OHAL vesilesiyle meclis gündemine aldı.
n Darbe girişiminin ardından “cemaate yönelik” operasyonlarda 280 KESK’li kamu emekçisi açığa alındı. n OHAL’i fırsata çeviren BEDAŞ, geçmişe dönük davalarını geri çekmeyen işçileri işten attı. n İzmir Petkim'de ve Star Rafinerisi’nde toplam 50 işçi darbe girişimi ile ilişkilendirilerek işten atıldı. n Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, dağıttığı anketle çalışanlarının 17-25 Aralık operasyonları öncesi ve sonrasındaki tutumlarını açıklamalarını istedi. n Tüm Bel-Sen Antep Şubesi, üyelerinin ‘Ya emekli olursunuz ya da sizleri paralelci yaftasıyla açığa alırız” şeklinde tehdit edildiğini açıkladı.
İşçi sınıfının büyük bir kesiminin darbe karşıtı eylemler içinde yer alması önümüzdeki süreçte sosyalistlerin işçi sınıfı ile daha güçlü bağlar kurmasını sağlayacaktır. Çünkü darbeye karşı çıkmak için sokaklara inen, tanklara, kurşunlara, F16’lara kafa tutan işçiler, kendi haklarını korumak için artık daha fazla özgüven sahibi olurlar. Sokağa çıkmak, demokrasiyi savunmak, militarizme karşı tutum almak işçileri değiştirir, mücadeleye atılma konusunda güçlendirir. Siyasi iktidar darbeyi bahane edip, OHAL aracılığı ile sertleşebilir. Bugün Fetöcü diye yapılan işten atmalar, tutuklamalar cadı avına dönüşüyor, Ergenekon öne çıkarılıyor, ama Ergenekoncular da darbecidir, bu asla unutulmamalıdır. Bizler, sosyalistler; darbe karşıtı zeminlerde ve sokakta olalım. Demokrasinin sınırlarının genişletilmesini talep edelim. Kürt sorununda çözüm sürecinin yeniden başlatılmasını isteyelim. OHAL uygulamalarına karşı çıkalım. İşçi sınıfı içindeki çalışmalarımızda darbe karşıtı mücadelenin önemini vurgulayalım. İşçilerin kazanılmış haklarına yapılacak saldırılara karşı uyanık olalım.
Bedava toplu taşım ve belediye tuvaletlerini, 6,3 milyon kişinin vergi borçlarının silinmesi istedi. Tankları durduran emekçiler çok daha fazlasını hak ediyor.
vergi gelirlerinin yüzde 60’tan fazlası emekçilerin maaşlarından kesilenlerden karşılanıyor. Zenginliğe el koyan azınlık ise az vergi ödüyor, ödemekten olabildiğince kaçıyor.
n Darbecilerin yarattığı ekonomik zarar, onları destekledikleri iddia edilen patronların şirketlerine ve mal varlıklarına el konulmasıyla kapatıldı.
n Vergi borçlarının azaltılması ve ödeme kolaylığına tamam ama işçilerin borç krizinin kaynağı bankalar. Adalet Bakanlığı’na göre Türkiye’de 25 milyon kişi bankalara borçlu. 2 milyon 670 bin kişi bankaların icra takibinde. 13 yılda tüketici kredisi borçları 134 kat, kredi kartı borçları ise 17 kat arttı. Son beş yılda borcunu ödeyemeyen vatandaşlardan 110 bin 361’i hapse girdi. Darbeyi önledik, meclisi kurtardık, fakat bankalardan bir türlü kurtulamıyoruz!
n Vergi affı ile 6,3 milyon kişinin devlete olan 90 milyar borcunu kapsıyor. Taşıt vergisi borcu olan 3,9 milyon kişi bu affın merkezinde. Onları trafik para cezası olanlar, karayollarından usülsüz geçenler izliyor. Öğrenim kredisi ve emlak vergisi borcu olanlarla birlikte, bu durumda olanların borcu azaltılıp, taksitlendirilecek. Vergi dairelerine 50 liranın altında borçlar tamamen silinecek. n Af iyi de ne vergi adaletsizliğini ortadan kaldırmıyor. Devletin
n Eğer temiz bir başlangıç herkesin hakkıysa işçinin, memurun, emeklinin, çalışanların bireysel banka borçlar silinmelidir. Herkes serveti oranında vergi ödemelidir.
NÜKLEERE HAYIR
9
HİROŞİMA... BİR DAHA ASLA! Yetmiş yıl önce bugünlerde (6 ve 9 Ağustos 1945) iki Japon şehri olan Hiroşima ve Nagazaki üzerine atılan atom bombalarıyla dünya en büyük felaketlerden biriyle tanıştı. Bu iki bombanın yarattığı yıkım ve uzun vadeli etki kitle imha silahı konseptini bambaşka bir seviyeye taşıdı. Little Boy ve Fatman adı verilen bombalar 1945 yılı sonu itibariyle 200 bin kişinin ölmesine neden oldu. 71 yıl sonra bugün ise dünya üzerinde dokuz devletin (ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere, İsrail, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore) toplam yaklaşık 19 bin adet nükleer silah bulunuyor. Bombaların bir kısmı NATO anlaşması çerçevesinde ABD’nin Avrupa’daki üslerinde bulunuyor. Ve o üslerden bir tanesi de bugünlerde yine ABD’nin kullanımına açılan Adana’daki İncirlik Üssü. Dünya nükleer silahların nasıl büyük bir felakete ve yıkıma yol açabileceğini gördükten sonra 1968’de imzalanan Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’ndan (NPT) bu yana nükleer silahların olmadığı bir dünya hedefini koruyor. Ancak özellikle yukarıdaki dokuz devletin sayesinde bırakın nükleer silahların olmadığı bir dünyayı, 70 yıl önce iki Japon kenti üzerine atılan bu bombalardan çok daha gelişkin ve etkili nükleer silahların üretimi devam ediyor. Bu devletler her yıl nükleer silahların modernizasyonuna ve yenilerinin geliştirilmesine toplam yaklaşık 110 milyar dolar ayırıyorlar. Daha geçtiğimiz günlerde Putin Rusya’nın cephaneliğine 40 adet nükleer füze alacaklarını duyurdu. Hemen ardından da Pentagon içinde nükleer cephanenin de yer aldığı 355 milyon dolarlık bir modernizasyon çalışmasını başlatacağını ilan etti. Emperyalizm ve nükleer silahlanma Nükleer silahların kullanılmaları durumunda yaratacağı bu korkunç felaketi bu silahlara sahip dokuz devlet başta olmak üzere bütün dünya biliyor ancak günümüzde nükleer silahlar hala NATO gibi askeri ittifakların srtatejilerinde önemli bir yer tutuyor. Putin 2015 yılının Aralık ayında “Umarım IŞİD’e karşı nükleer silah kullanmak zorunda kalmayız” diyerek nükleer gücünü aslında IŞİD’e değil başta ABD olmak üzere bütün dünyaya hatırlattı. Polonya Savunma Bakan Yardımcısı Tomasz Szatkowski yine 2015 Aralık ayında ülkesinin "NATO Nükleer Programı"nın parçası olmak istediğini ifade etti. Çeşitli yayın organlarında sık sık özellikle ABD ile Rusya arasında nükleer savaş çıkma ihtimalinden bahseden ha-
berler, yazılar okuyoruz. Silahsızlanma rejimi değişmeli Nükleer silahsızlanma konusundaki en önemli diğer sorun ise varolan uluslararası anlaşmaların yukarıdaki dokuz devlete nükleer silah sahibi olma hakkı tanıyıp dünyanın geri kalanına bunu yasaklaması. ABD, nükleer silah sahibi olma hakkına sahipken İran’ın her tür nükleer programını engellemeye çalışması bir anlam ifade etmediği gibi başka devletlerin de bu silahları edinmesi çabasını artırıyor. Dolayısıyla nükleer silahlar ayrım gözetmeksizin bütün ülkeler için yasaklanmalı. ABD, İngiltere, Fransa gibi nükleer silah sahibi ülkeler ise bugüne kadar bu yöndeki tüm çabaları, konferansları protesto ettiler, baltaladılar ve mesela NATO üyesi olan diğer ülkelerin de katılmasını engellemek için ellerinden geleni yaptılar. Dünyadaki silahlanma yarışının son yıllarda en yüksek
seviyeye çıkması tesadüf değil. Özellikle Orta Doğu’da bir türlü sonlamayan ve giderek tüm dünyanın dahil olduğu savaş silahlanmanın bir numaralı sebebi. Nükleer silahlar ise sahip oldukları benzersiz güç ve etki nedeniyle bu tür durumlarda ülkelerin birbirlerine karşı kullandıkları bir numaralı tehdit haline geliyor. Ancak Hiroşima ve Nagazaki’nin bize verdiği en büyük ders şu ki bu silahlar var oldukları sürece kullanılabilirler. Artık ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’ye İkinci Dünya Savaşı’nı bitirmek için atom bombası atmadığını, Japonya’nın zaten teslim olmak üzere olduğunu herkes biliyor. Dolayısıyla sadece tehdidin yeterli olmadığını düşünen ve nükleer silaha sahip herhangi bir devlet bugün de aynı şeyi yapabilir. İnsanlık açısından bir felaket demek olan bu silahların bir daha kullanılmamasının yolu bugün savaşa hayır demekten geçiyor. Nükleer silahların olmadığı bir dünya mücadelesi ancak savaş karşıtı hareket ve silahsızlanma hareketinin birliği ile sağlanabilir.
10
DÜNYA
ABD SEÇİMLERİNDE BİR “EHVENİŞER” YOK
ALEX CALLİNİCOS
Hillary Clinton’ın Demokrat Parti’nin başkan adayı olduğu kesinleştiğinden beri, solu onun arkasına dizmek için her zamanki argümanlar kullanılmaya başlandı. Bunlardan en önemlisi Demokrat adayın olumlu niteliklerine değil, onun Cumhuriyetçi rakibinin olumsuz niteliklerine odaklanıyor. Cumhuriyetçi adayın benzeri görülmemiş bir sağcılığı temsil ettiği teması oldukça eski bir argüman. 1964’te Barry Goldwater’ı, 1980’de Ronald Reagan’ı ve 2000’de George W. Bush’u durdurmak için Demokrat Parti adaylarına oy verilmesi gerektiğinin anlatıldığını hatırlıyorum. Elbette bu söylediklerime çabuk bir cevap verilebilir ve Donald Trump’ın gerçekten de benzeri görülmemiş bir sağcılığı temsil ettiği söylenebilir. Trump’ın merkez sola Allah’ın bir lütfu olduğunu düşünenler bile olabilir. Özellikle budala bir Guardian köşe yazarı onu (ve kült lideri Charlie Manson’ı) geçtiğimiz gün Corbyn’e iftira atmak için kullandı. Gerçek olan ise Trump’ın başarısının, ABD’deki siyasal ortamın 1960’lardan bu yana istikrarlı bir şekilde sağa kaydığını gösteriyor olması. Ancak bu Clinton’a oy vermek için bir neden değil. O başlı başına bir siyasal aktör. Bu yüzden onu, eşi Bill Clinton’a benzetmek yanlış olur. Yine de Bill Clinton’ın 1993-2001 dönemindeki başkanlığında Hillary Clinton önemli bir figürdü. Bill Clinton Demokratları sözde “Reagan Devrimi”ni kabul etmeleri yönünde eğiterek siyasal ortamı sağa kaydırmakta kritik bir rol oynadı. Bu durum, içeride neo-libera-
lizm, dışarıda ise ABD gücünün daha saldırgan bir şekilde ileri sürülmesi anlamına geliyordu. Bill Clinton yönetimi küresel olarak serbest pazar politikalarını savundu, refah devletini parçaladı ve askeri tehdidi bir diplomasi aracı haline getirdi. Hillary Clinton, Dışişleri Bakanı olduğu 2008-2013 yılları arasında bu yaklaşımı sürdürdü. Askeri hareket düzenlemeye Obama’dan daha hevesliydi. Üstelik Clinton’lar kendi politikalarının desteklediği servetten paylarını almayı da garantilediler. Kısa zaman önce Financial Times gazetesinde yayınlanan bir yazıya göre “Bay ve Bayan Clinton 2001 yılında, kendi iddialarına göre para sıkıntısı çekerek Beyaz Saray’dan ayrıldıktan sonra, çoğunlukla konuşmalar yaparak, kitap yazarak ve danışmanlık yaparak çeyrek milyar dolar kazandılar. Yani Hillary Clinton, hem Trump’ın hem de Bernie Sanders’ın tarafından liderlik ettiği seçmen isyanlarının karşı çıktığı düzenin mükemmel bir sembolü. Elbette milyarder bir gayrimenkul komisyoncusu olan Trump da bu düzenin öyle ya da böyle bir parçası. Trump, Clintonların vakfına yaptığı bir bağış sayesinde onların kendisinin en son düğününe katılmasını sağladığını iddia ediyor; adı geçen herkesin ahlaki niteliklerini net bir şekilde gösteren bir etkileşim. Ama Trump’ın kendisini düzenin dışından gelen biri olarak tasvir etme çabası yalnızca demogoji değil. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ABD, bir ittifaklar ağı ve Amerikan askeri gücüyle desteklenen bir açık dünya ekonomisi kurarak küresel kapitalizme egemen oldu. Trump ise bu liberal imparatorluğu sorgulayarak bazı yoksul kesimler arasında –üniversite diploması olmayan beyaz
erkekler arasında 39 puan önde gidiyor– destek kazandı. Bu yüzden korumacı ekonomik politikaların uygulanmasını savunuyor. Yakın zaman önce, Baltık cumhuriyetlerinin NATO’ya karşı olan finansal “yükümlülüklerini” yerine getirmeleri şartıyla, bu devletleri bir Rus saldırısı karşısında koruyacağını söyledi. Bu uyarıda felç geçirircesine ağzından tükürükler saçan bir Economist üslubu var. Buna göre Trump “dünyanın bugüne kadar şahit olduğu en güçlü askeri ittifakı sarsmış”. Bunun tam aksine, Hillary Clinton bu imparatorluğun sadık bir hizmetkârı. Bu da onu düzenin bu seçimdeki adayı yapıyor. Bu yüzden pek çok önde gelen Cumhuriyetçi figür ya sessiz kalıyor veya Hillary’yi desteklemeye başlıyor. Tüm bu veriler Trump’un nahoş bir ırkçı ve cinsiyetçi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. O aynı zamanda, göreve geldiğinde ABD emperyalizminin çıkarlarına göre hareket edeceği kuşku götürmeyen bir fırsatçı. Onun mağrur vaatleri ABD toplumunun sorunlarına bir çözüm sunmuyor. Bu seçimi kim kazanırsa kazansın, sıradan Amerikalıların öfke ve düş kırıklığı artmaya devam edecek. Clinton ve Trump nüfusun büyük kesimleriyle arası giderek daha da açılan bir iktidar yapısının temsilcileri. Clinton Trump’a göre “ehvenişer” değil. Her ikisi de adaylıklarını meşrulaştırmak için diğerine ihtiyaç duyuyor. (Onur Devrim Üçbaş Socialist Worker’dan çevirdi)
ANTİKAPİTALİST
11
TEHLİKELİ REKORLARIN YILI NURAN YÜCE
İklim değişikliğinin yarattığı etkiler (sıcaklık, buzulların kapladığı alanlar, deniz sevileri vb) yıllardan beri dünyanın dört bir yanındaki ölçüm merkezlerinde tutulan verilerle karşılaştırılıyor. Farklı alanlarda kaydedilen her bir veri, bir önceki yıla, on yıla ve yüz yıla göre olumsuz artışları gösterirken maalesef 2016 yılı da şimdiden rekorların kırıldığı yıl olarak tarihe geçti. 2016’da sıcaklık rekoru kırıldı NASA Goddard Uzay Çalışamları Estitüsü’nün, 1880 yılından beri tutulan modern sıcaklık ölçümleri verileri ile 2016 yılının Ocak-Haziran döneminde gerçekleşen sıcaklık değerlerini karşılaştırdığında ulaştığı sonuç şu: 2016 yılının ilk altı ayının her biri, küresel olarak 136 yıl boyunca yaşanmış en sıcak ay oldu. Yani tek tek her bir ay sıcaklık rekoru kırarken, bu eğilim dünyanın her bir noktasında gerçekleşti. 2016 yılının ilk altı ayındaki ortalama sıcaklık değerlerinin 19. yüzyıl sonlarından 1,3 0 C daha yüksek gerçekleşmiş olması da bu ilk altı aya şimdiye kadar kaydedilmiş en sıcak yarı yıl olma unvanını kazandırdı. Sıcaklık artışına ilişkin son bir ekleme yapmak gerekirse 2015 Nisan-2016 Haziran dönemindeki son 14 ayın her birinde şimdiye kadar ölçülmüş en sıcak ay rekorları kırılıyor. 2016’da deniz buzulları azaldı Yine Maryland Greenbelt’de bulunan NASA Goddard Uzay Uçuş Merkezi tarafından 1979 yılından beri uydu kayıtları ile takip edilen Kuzey Kutup Bölgesi’nde, geçtiğimiz altı aydan beşinde en küçük deniz buz sahası gözlemlendi. Bu yıl Eylül ayında bu buzullara hiç rastlanmayacağı da ifade ediliyor. Bu radikal bir değişime işaret ediyor ve bilim insanları bir on yıl öncesinde ancak böyle bir gelişimi Kuzey Kutbu bölgesinde en erken 2100 yılında olabileceğini söylüyorlardı. 2016’da 400 ppm her yerde aşıldı Küresel ısınmanın en önemli veri kaynağı atmosferdeki seragazlarının miktarıdır. Seragazlarının artması sıcaklık artışına, sıcaklık artışı ise sayısız olumsuz gelişmeye neden oluyor ve bilim insanlarının ehvenişer olarak ifade ettikleri 350 ppm seviyesini geçenli çok zaman oldu. 400 ppm bir kırılma noktası idi ve üç sene önce, dünyanın en yüksek standartlarına sahip gözlem istasyonu bu kritik
eşiğin aşıldığını kaydetmişti. Ulusal Okyanus ve Atmosfer Yönetiminin kayıtlarına göre Güney Kutbu Gözlem Evi’nde 23 Mayıs’ta Antarktika’nın uzak bölgelerinde 400 ppm sınırı aşıldı. Bu kayıtla birlikte 2016 yılı hem Kuzey hem de Güney yarı kürede bu seviyenin aşıldığı yıl olarak tarihe geçti. Bazı bilim insanları açısından 400 ppm seviyesine ulaşılması, geri dönülemez noktan olarak kabul ediliyor ve dört milyon yıldan beri ilk kez bu gerçekleşmiş oldu. 2016 yılı içinde kırılan bu rekorların gündelik yaşantımıza, dünyadaki canlı yaşamına etkisini ise bazılarımız ya-
şamları ile bazılarımız daha yoksullaşarak hissediyoruz. Dünyanın dört bir yanında seller, Hindistan’nın kuraklık ve sellerle boğuşması, güney ve doğu Afrika’da kuraklığın sebep olduğu kıtlık ve ölümler, Amerika’da kuraklık ve şiddetli rüzgarların alevlendirdiği yangınlar, okyanusların milyonlarca yıldır en asidik seviyesine ulaşması ve ısınması ile gerçekleşen balık ölümleri … İklim değişikliği alanında kırılan her bir rekor daha tekinsiz daha güvensiz ve yaşam olanaklarının daha sınırlı olduğu bir dünyanın kapısının sonuna kadar açılmasına yol açıyor.
7 AYDA 168 KADIN ÖLDÜRÜLDÜ Kadın cinayetlerini önlemek için işe yarar hiçbir adım atılmayıp, hadım uygulaması gündeme getirilirken kadınlar öldürülmeye devam ediyor. Geçen hafta açıklanan farklı raporlar durumun vahametini ortaya koyuyor. 2016 yılının ilk 7 ayında yaklaşık 200 kadın kendi hayatı konusunda karar verdiği, vermeye çalıştığı, istediği için yakınları tarafından öldürüldü. Haziran’da 22, Temmuz ayında ise 17 kadın katledildi. Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Her
Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi Komitesi (Cedaw) da bu ay Türkiye’ye dair bir rapor yayınladı. Komite dört yılda bir yaptığı çalışmaların sonucunda kadınlara yönelik ayrımcılığın güncel durumuna dair rapor yayınlıyor. Türkiye’ye yönelik yayınlanan yedinci ve son raporda kadına yönelik şiddet, kadınların tecavüzcüleriyle evlenmeye zorlanması ve kadın cinayetleri özellikle vurgulanan başlıklar, kadın cinayetlerinde tahrik indiriminin uygulanmaması veya şiddet uygulayanların cezalandırılması ise devletin politika-
sında değişiklik yapmasının talep edildiği maddeler olarak yer alıyor.
Ancak Türkiye devletinin ve hükümetinin politikaları kadınlara ve çocuklara yönelik cinsel suçları, şiddeti önlemekten çok uzakta. Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelikle resmileşen hadım cezasının kadınları korumakla hiçbir ilgisi yok. Cinsel saldırıları arttıran şey toplumdaki cinsiyetçilik. Cinsiyetçi yasa ve uygulamalardan vazgeçmeden, toplumdaki cinsiyetçiliği önlemek için çaba göstermeden kadın cinayetlerini durdurmak, tecavüz ve
tacizi engellemek mümkün değil.
Şiddetin cezasız kalmaması, tahrik indiriminin uygulanmaması, başta hükümet liderliği olmak üzere kadınların bedenleriyle uğraşan cinsiyetçi söylemin terk edilmesi hakiki bir çözüm için atılabilecek basit adımlar. Televizyonlardan ‘anne olmayan kadın yarımdır’ diye seslenilmeye devam edildiği müddetçe kadına yönelik ayrımcılık, cinayetler ve taciz de yükselmeye, raporlar ikaz vermeye ne yazık ki devam edecek.
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69
DARBELERİ DURDURMAK İÇİN
DEMOKRATİK ÇÖZÜM İstanbul’da darbe karşıtı eylemlerin başladığı günlerde, Fatih’in duvarlarına yazılan “Darbeye hayır, savaşa hayır, yaşasın barış!” sloganları dikkat çekmişti. Benzer gruplar daha sonradan diğer eylemlerde de bu çizgiyi devam ettirdiler, İBB önüne “Darbelere tek çözüm barış” diyerek yürüdüler. Türkiye’de askeri vesayet rejiminin kurumsallaşmasında, Kürt halkının eşitlik taleplerine uygulanan baskı ve bu doğrultuda başlatılan savaşın önemi büyük. 1990’larda kirli savaşı sürdürenler, 17 bin faili meçhule imza atanlar, AKP’nin ilk iktidara geldiği yıllarda Ergenekon, Balyoz ve benzeri darbe davalarında yargılanan isimlerdi. Kürtleri öldürdükçe kahramanlaşıyorlar 15 Temmuz askeri darbesini hazırlayan faktörlerden en önemlisi de hiç kuşkusuz Temmuz 2015’ten beri Kürt illerinde sürdürülen savaş. Hükümetin “yerli ve milli” eksenini kurması, Kürt illerini yerle bir eden askerlerin “terörle mücadele eden kahramanlar” olarak pohpohlanması, darbe girişimine zemin hazırladı. Generallerin siyasete müdahale etme yeteneği ve cesareti, Kürdistan’daki savaş ne düzeyde giderse o ölçüde artıyor. 15 Temmuz’a Kürt illerindeki savaşta yer alan çok sayıda ismin bizzat katılımının yanı sıra, kendilerine Yurtta Sulh Konseyi diyen cuntacıların yayımladıkları bildiride darbe için gösterdikleri gerekçelerden biri “terörün tırmanması” ve siyasi iradenin aldığı hatalı kararlar nedeniyle “teröristlerle mücadele eden güvenlik görevlilerinin hayatını kaybetmesi” idi.
değinmiyor. Aksine, Tayyip Erdoğan katıldığı televizyon programlarında savaşın aynı şiddetle devam edeceğini söylüyor. MHP ve CHP’yi yanına alarak “milli birlik” görüntüsü verirken, HDP’yi ve Kürt halkının siyasi temsilcilerini “FETÖ’den farksız” oldukları iddiasıyla dışarıda bırakıyor.
kadar gözünü karartan bu milliyetçi ekseni dağıtmaktır. Barışın asıl önemli ayağı ise Türkiye’de Dolmabahçe’de varılan mutabakatın buzdolabına kaldırılmasına karşı tartışmak ve çözüm sürecinin, müzakerelerin yeniden başlamasını savunmaktır.
Askeri vesayete ve çözümsüzlüğe karşı çıkalım
Kürt sorununda çözümün ve barışın tesis edilmesi, darbeciliği ilelebet rafa kaldıracak, askeri vesayetin tabutuna son çiviyi çakacaktır.
Dolayısıyla, Türkiye’de askeri darbelere karşı durma kararlılığı ile barışı kazanma mücadelesi birbirine kopmaz bağlarla bağlı. Bugün darbecilikten tutuklanan generaller bir yıldır Kürt halkına bölgede kan kusturuyordu.
AKP liderliği, bundan bir yıl önce, Suriye’de Kürtlerin otonom bir yapı veya devlet kurma ihtimaline, yani Kürt halkının kendi kendini yönetme iradesine karşı çıkarak, devletin ve egemen sınıfın farklı kanatlarını savaş politikası etrafında arkasına dizdiğini düşünüyordu. Bu ittifakın ne kadar kırılgan olduğu 15 Temmuz’la birlikte ortaya çıktı.
Hükümet ise darbe karşıtı anlatısını yalnızca Fethullah Gülen cemaati üzerinden kurarak meselenin bu boyutuna hiç
Dolayısıyla yapılması gereken, Suriye’de Kürtlerin kazanımlarını engellemek için IŞİD’e dahi sesini çıkartmayacak
Erdoğan’ın Kürt düşmanlığı
MÜZAKERE BAŞLASIN! Darbecilerin planları başarılı olsaydı, Erdoğan’la birlikte İmralı’daki PKK lideri Abdullah Öcalan da hedef alınacaktı. Bir ekibin bununla görevli olduğu ortaya çıkarıldı. Hükümet, HDP’nin İmralı Heyeti’ne Öcalan’ın sağlık durumunun iyi olduğuyla ilgili bilgi verse de, Kürt halkı her yerde darbeye karşı demokrasi için sokağa çıktığında doğal olarak Öcalan üzerindeki tecridin de sona erdirilmesini istiyor. Devlet ile Öcalan görüşmelerinde hem de çözüm sürecinde devlet tarafından resmi muhatap olarak kabul edildi. Darbelerin ve savaşın son bulması için Öcalan’la görüşmeler acilen yeniden başlatılmalı.
İSTANBUL’DAN ÇÖZÜM ÇAĞRISI 15-16 Temmuz darbe girişimine karşı çıkan, içinde Sosyalist İşçi yazarlarının da bulunduğu çok sayıda aydın, sanatçı, gazeteci ve aktivistler bir bildiri yayımladı. Girişimi başlatanlar, İstanbul'da bir basın toplantısı düzenleyerek “Darbe durduruldu, şimdi barış zamanı” dediler. Halkın sokaklara çıkarak cuntacıları püskürttüğü direnişin selamlandığı açıklamada, “Darbelere karşı omuz omuza duranlar, barış, demokrasi ve herkes için adalet taleplerinde de yan yana durmalıdır” denildi.
“TERÖRLE MÜCADELE” VE DARBECİLER Geçtiğimiz haftalarda, “ikinci dalga askeri hareketlilik” tedirginliği hâlâ sürüyorken, Kürdistan’ın Tatvan ilçesinde belediye başkanı herkesi kışlanın önüne çağırdı. Halk, tekrar darbe girişimi olmasın diye olası bir müdahaleyi engellemek için buluştu. Ancak durumun sanıldığı gibi olmadığı anlaşıldı. PKK, bu olaydan bir gün önce Tatvan’a giden bir trene saldırmıştı. Kışladaki hareketlilik, muhtemelen “teröre karşı” yapılan bir operasyonun hazırlığı idi. Darbe karşıtlarının kışla önüne gitmesiyle bu operasyon durdurulmuş oldu. Benzer şekilde, Malatya’da ise tankların kışladan çıkmasını engellemek için hendek kazıldı. Hükümet, bir yıldır Kürt halkının mücadelesini itibarsızlaştırmak için “hendek” avcılığı yapıyordu. Ancak cuntacılara karşı bir araç olarak kendisi de kullandı.