DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
584
23 Aralık 2016 2 TL. sosyalistisci.org
ÖLÜMLERE BOMBALARA SUİKASTLARA SON
BARIŞ VE ÖZGÜRLÜK İSTİYORUZ
2
GÜNDEM
BÜYÜKELÇİNİN ÖLDÜRÜLMESİ
MHP’YE VE DARBECİLERE HİZMET EDEN BOMBALAR!
Rusya büyükelçisi Karlov'un bir sergide yaptığı konuşma sırasında bir polis tarafından öldürülmesi, eşine az rastlanır bir cinayettir. Cinayet gerçekleştiği andan itibaren FETÖ adı verilen örgütlenmeden El Nusra'ya kadar çok sayıda odak şüpheli ilan edildi. Olabilir. Bu cinayeti derin örgütlenmeler, darbeciler ya da Suriye kökenli örgütler planlamış ya da işlemiş olabilir. Bu ilerleyen günlerde açığa çıkar. Ama bizim açımızdan önemli olan bu derin yapılanmaların ya da Suriye kökenli yapıların polis teşkilatının arasına nasıl sızmış olduğunun açığa çıkartılmasıdır. Önemli olan ikinci nokta bu cinayet aynı zamanda değişik türden bir canlı bomba eylemidir. Polis teşkilatı içinde bu türden kaç kişinin olduğunun açığa çıkartılması tüm kamuoyu açısından yaşamsal önemdedir. Önemli olan bir diğer nokta ise devlet ve hükümet yöneticilerinin hamaset yüklü konuşmalara derhal son vermeleridir. Dış politikada barışıl siyaset iç politikada hamaset yüklü milliyetçi politikalara ve konuşmalara son verilmesi büyükelçi cinayetinin de gösterdiği gibi atılması gereken en acil adımdır. Son nokta ise tüm dünyanın gözü önünde Suriye'de bir halk katledildi ve bu kitlesel katliamın etkilerini tüm dünya yaşamaya devam edecek. ***
EL BAB: KAYIPLAR ARTIYOR El Bab'da operasyon yapan silahlı kuvvetler mensubu 14 asker IŞİD saldırısında yaşamını yitirdi. Kasım ayından beri süren El Bab operasyonunda çatışmalar arttıkça ölen asker ve ÖSO üyesi sayısı da artıyor. Sınır ötesi operasyonların gerekçesi, IŞİD ve TAK gibi örgütlerin Türkiye'ye tehdit olmasını engellemek. Fakat sınır ötesinde geçen her gün Türkiye'yi daha fazla hedef haline getiriyor. Hem sınır ötesinde, El Bab'da olduğu gibi yoksul askerler ölüyor hem de içerde bombalı saldırılar onlarca insanın ölmesine, yüzlerce insanın yaralanmasına neden oluyor. Ölümlere son verecek olan barışçıl dış politikayı devletin temel ekseni haline getirmek için mücadeledir. ***
SURİYE HALKLARININ KENDİ KADERİNİ TAYİNİ Rusya, İran ve Türkiye Suriye'nin geleceği hakkında uzlaşmış görünüyor. Türkiye Suriye'de Esad rejiminin değişmesi gerektiği yönündeki fikrinden vaz geçmiş görünüyor. Üçlü zirve, Suriye'de rejim değişikliğini öngörmüyor. Zirve rejimin seküler ve üniter yanına vurgu yaptı. Esad rejimi, Suriye iç savaşının sonunda Rusya ve İran'ın desteğiyle bütün katliamlarına rağmen ayakta kaldı. İç savaşın Suriye halkına bedeli çok pahalı oldu. Türkiye ise dün de bugün de Suriye'ye sadece insani yardım çerçevesinde müdahale etmeliydi. Göçmenlere kapının açılması, haklarının tanınması, Suriye'de tüm halkların kedi kaderini tayin etme hakkına saygı duyulması hakim yaklaşım olmalıdır.
1,2 yılda 33 intihar saldırısı yaşandı, sonuncusu Kayseri. KEMAL BAŞAK
Türkiye’nin Batısı yedi gün arayla yapılan bombalı saldırılarla sarsıldı. 10 Aralık tarihinde Beşiktaş’ta yapılan ve çoğunluğu polis 44 kişinin hayatını kaybettiği büyük saldırının şoku daha atlatılmamışken 17 Aralık tarihinde bu sefer Kayseri’de bombalı saldırı gerçekleştirildi. İçinde hafta sonu iznine çıkan askerlerin bulunduğu belediye otobüsüne yönelik saldırıda 14 asker hayatını kaybetti, 60 asker yaralandı. Bu sonuncusu ile birlikte, 5 Haziran 2015 tarihinde HDP’nin Diyarbakır mitingine yapılan saldırı ile başlayan bombalama eylemleri zincirinde 363’ü sivil 460 kişi hayatını kaybetti, 2 binden fazla kişi yaralandı. 2015 yılında gerçekleştirilen intihar eylemlerinin hedefinde HDP kitlesinin olması, bu eylemlerin gerçekleştirilme aşamalarında devletin güvenlik güçlerinin en hafif tabiriyle umursamaz bir tutum takınmasına yol açmıştı. 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Tren Garı’ndaki IŞİD katliamında polisin tavrı, “umursamazlığın” çok ötesine geçmiş, kurtarılabilecek durumdaki onlarca yaralı, katliamın ardından yapılan polis saldırısı sonucu hayatını kaybetmişti. İktidar partisi, bu saldırıları planlayan IŞİD odaklarını ortaya çıkarmak yerine, saldırıların siyasi sonuçlarından yararlanmaya çalıştı. Ancak, 2016 yılında önceki saldırılara “yanıt” iddiasıyla gerçekleştirilen TAK saldırılarının
ve bu sefer Türk devletine de karşı savaş açan IŞİD’in saldırılarının peş peşe gelmesi iktidar partisinin “şiddet” kontrolünü kaybetmesine neden oldu. İktidar partisi aklı selim davranarak çözüm sürecine dönmek yerine intikam çığlıklarıyla yangını körüklemeyi tercih etti. AKP sözcüleri ve onların medyadaki uzantıları, eş başkanları dahil 12 milletvekilinin ve 6 bin parti üyesinin tutuklu olduğu HDP’yi hedef gösterdiler. Bu kör şiddetin durması ve Türk devleti ile PKK’nin yeniden görüşme sürecine dönmesi için, ateşkes için, barış için mücadele eden HDP, TAK saldırılarının ardından devletin ve faşistlerin boy hedefi haline getirildi. Batı’daki parti binalarının onlarcası kullanılamaz hale getirildi, bine yakın parti üyesi gözaltına alındı. Kayseri’deki faşistler, HDP ile birlikte DİSK, CHP ve EMEP binalarına da saldırdı. Patlayan her bomba demokrasi düşmanlarının, faşistlerin ve darbecilerin işine yarıyor. Hayatı son bir buçuk yılda zaten cehenneme dönmüş olan Kürt halkının intikam bombacılarına değil, barışa, özgürlüğe, demokrasiye ihtiyacı var. Türkiye’nin Batısında yaşayan emekçilerin talepleri de aynı. Bu taleplerin gerçekleşmesine en fazla yaklaştığımız dönem silahların sustuğu 2013-2015 yılları arasındaki çözüm süreci dönemiydi. Bu şiddet sarmalından kurtulmak, taleplerimizi daha fazla ortaklaştırmak için çözüm sürecine dönülmesi gerekiyor.
HALEP HALKI İÇİN SOKAKTAYDIK Halep'te muhaliflerin kontrolündeki sivil yerleşimlerin Suriye ordusu, Rusya ve İran askeri güçleri tarafından katledilmesi Türkiye'de büyük eylemlerle protesto edildi. Soldan tek protesto eylemi ise Antikapitalistler'den geldi. Türkiyeli ve Suriyeli özgürlükçü aktivistler Beyoğlu'nda düzenlenen basın açıklamasında katliamı kınadı.
GÜNDEM KARDAK: YUNANİSTAN’LA ASKERİ GERİLİM Ak Parti ile CHP arasındaki ‘Lozan mı Sevr mi’ tartışması, Yunanistan’la askeri gerilim yarattı. 20 yıl sonra Kardak’ta yeniden gerilim var. Kardak bir kayalık fakat Türkiye ile Yunanistan karasularının sınırında yer alması burayı iki devlet arasında çekişme alanı haline getiriyor. 1996’da iki ülke arasında savaş çıkartacak gelişmelere neden olan Kardak’ta bugün Türk ve Yunan savaş uçakları ile gemileri karşı karşıya geliyor.
SAATLER GERİ ALINSIN! Karanlıkta okula ve işe gidiyoruz. Sebep enerji tasarrufu bahanesiyle Türkiye’nin kış saati uygulamasına geçmemesi. Oysa rakamlar tam tersini gösteriyor. TEAŞ’ın Kasım ayı rakamlarına göre elektrik tüketimi geçen yılın aynı zamanına göre yüzde 6,5 oranında arttı ki bu bir rekor. Sanayi üretiminin küçüldüğü bu dönemde elektrik tüketimini artıran hükümetin kararı: Sabah karanlık olduğu için ışıklar açılıyor, daha fazla tüketiliyor. Kaybeden yine vatandaşlar, faturalar daha da kabarık geliyor. Hükümet, tepkilere rağmen, 'bu uygulamaya devam' kararını sürdürüyor.
11 AYDA 3.5 MİLYAR LİRA Binali Yıldırım, 2017'yi "tasarruf" yılı ilan etti, yaklaşmakta olduğu iddia edilen krizin faturasının işçi sınıfına çıkarılacağını itiraf etmiş oldu. Yerli-milli koalisyonu ise hem içeride hem dışarıda savaşıyor ve milyarlarca lira bu savaşlar için harcanıyor.
n Güvenlik ve savunma harcamaları kasım ayında tavan yaptı. Güvenlik ve savunma için 837 milyon 350 bin lira harcandı. Ekim ayında bu kalem için 477 milyon lira harcanmıştı. Böylece harcamalar bir ayda iki kat arttı. n Kasım ayında silah, araç gereç ve savaş teçhizatları için 384 milyon 557 bin lira harcandı. Ekim ayında bu rakam 103 milyon olarak tabloya yansımıştı. n 62 milyon 801 bin liralık mühimmat alındı. n Ekim ayında bu kalemlerde yapılan
BARIŞA KATKI SUNMAK 2016'nın son haftasındayız. Barış açısından 2016 hatırlamak istemeyeceğimiz bir yıl oldu. 2015 yılının sonlarında Tahir Elçi öldürüldü. Sona eren çözüm sürecinin yeniden başlayacağı yönündeki umutlar 2016 yılı boyunca yaşanan gelişmelerle azaldı. 2016 yılının en dramatik gelişmesiyse DBP'li belediyelere kayyım atanması ve ardından, önce Gülten Kışanak gibi barış siyaseti yürüten bir belediye başkanının ve hemen sonra HDP'li vekiller tutuklanması oldu. Bir buçuk yıl önce yaklaşık 6 milyon seçmenin oyunu alan bir partinin eşbaşkanlarının tutuklanması 2016 yılının çözüm süreci açısından en olumsuz gelişmesi oldu.
Her ölüm bir arada yaşama duygusuna, çözüm sürecinin yeniden başlama ihtimaline ağır bir darbe vurdu. Zaten derinleşmekte olan kutuplaşma ölümler etrafında yaşanan ayrışmalarla daha da derinleşti.
Güvenlik harcamaları tavan yaptı
n ‘Gizli Hizmet Giderleri’ kaleminden kasım ayında yapılan harcama 228 milyon 238 bin lira.
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
2016 yılının vahim bir gelişmesi de şehir merkezlerinde yaşanan çatışmalar, şehirlerin allak bullak olması ve bombalı saldırılardı. Van, Diyarbakır, Ankara, İstanbul, Kayseri’deki bombalı saldırılarda yüzlerce insan öldü.
Maliye bakanlığının kasım ayı bütçesindeki örtülü ödenek harcaması rekor seviyeye ulaştı. ‘Gizli Hizmet Giderleri’ kaleminden yapılan harcama 228 milyon 238 bin lira oldu.
Cumhuriyet’in haberine göre bakanlığın kasım ayı ve ocak-kasım dönemine ilişkin bütçe uygulama sonuçlarından dikkat çekici bölümler şöyle:
3
Ücretlerimizden kesilen vergiler tanka, topa, bombaya harcanıyor.
harcamaların, kasım ayı harcamalarının yaklaşık üçte birine denk geliyor. Yani bir ayda harcamalar kat be kat artmış oldu. 11 ayda 3.5 milyar TL n Güvenlik ve savunmaya yılın 11 ayında harcanan toplam miktar dudak uçuklatıcı: 3 milyar 553 milyon 412 bin lira. n Güvenlik ve savunmaya yönelik silah, araç, gereç ve savaş teçhizatı alımına 2016 yılında toplamda 1 milyar 274 milyon 856 bin lira para harcandı. n Mühimmat alımına toplamda 326 milyon 829 bin lira harcandı.
FAŞİSTLER İSTİYOR, ONLAR DESTEKLİYOR Avrasya Tüneli’nin açılışında bir grubun "Meclis'te köpekleri istemiyoruz, idam istiyoruz" diye tempo tutmasına TBMM Başkanı İsmail Karaman “Bu milletin sesi” karşılığını verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise "Haklısınız, talebinde haklısın" dedi. Başbakan Adnan Menderese ve bakanlar. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan gibi devrimciler. Türkiye’de idam denince ilk akla akla gelenler toplumun vicdanında savunulanlardır. İdam cezası için kampanya yapan ülkücü faşistlerin yolunda ısrarla giden Erdoğan ve Ak Parti yöneticileri, düne kadar eleştirdikleri kanlı devlet geleneğine sahip çıkıyor.
Örtülü bir ayda ikiye katladı n Örtülü ödenek olarak bilinen ‘Gizli Hizmet Giderleri’nde de kasım ayında yapılan harcama, 2016 yılının 10 ayının en yükseği oldu. Kasım ayında örtülü ödenekten 228 milyon 238 bin lira harcandı. n Örtülü ödenek harcaması ekim ayını böylece ikiye katladı. Ekim ayında ‘örtülü’den 119 milyon 716 bin lira harcanmıştı. 11 ayda 1 buçuk milyar: Yılın 11 ayında örtülü ödenekten yapılan toplam harcama da 1 milyar 457 milyon 31 lira oldu.
TÜİK’İN ASGARİ ÜCRET RAKAMINA TEPKİ
2016 yılı, savaş politikalarını savunanların sesinin daha gür çıktığı bir yıl oldu. Ama bu akan kanın durmasını isteyenlerin hiç ses çıkarmadığı anlamına gelmiyor. Bir kaç sene önce çözüm sürecine yüzde 80'leri aşan destek veren halk, aynı halk. Bugün aynı insanların sürece mesafelenmiş olmasının bir dizi nedeni var ve bu nedenler tek taraflı değil. Özellikle çatışma politikalarının devreye girmesinin ardından gerçekleşen 15 Temmuz darbe girişimi ve darbecilerin tasfiyesi gerekçesiyle gündeme gelen OHAL'in toplumsal muhalefete de yönelmesi, çatışmaların sona ermesi ve sorunun demokratik siyaset alanında çözümlenmesi gerektiğini düşünenlerin elini zayıflatsa da çözüm yönünde bir iradenin devreye girmesi için çaba gösterenler hiç eksilmedi. Şu çok açık ki çözüm sürecinin en kötü günü, çatışmaların başladığı dönemle kıyaslanamayacak kadar olumluydu. Bu olumluluk milyonlarca insanın bilincinde yer edindi. 2017 yılı bombalama, çatışma ve ölüm istemeyenlerin bu olumlu bilince seslendiği, "Barışın kaybeden olmaz" sözünün ne kadar gerçekçi olduğunun görülmesi için harekete geçtiği bir yıl olacak. 2016 yılında her şeye rağmen barış için, kardeşlik için çabalayanlar, yeni yılda da aynı çabanın içinde olacak.
GENÇLERDE İŞSİZLİK ORANI ARTIYOR
Türkiye İstatistik Kurumu’nun bir işçinin asgari yaşam maliyeti olarak 1669 lira rakamını açıklamasına DİSK tepki gösterdi. Yeni yılda asgari ücretin en az net 2 bin lira olmasını talep eden sendika şu açıklamayı yaptı: “TÜİK geçen sene bu rakamı 1600 TL olarak açıklamıştı. Bu hesaba göre bir yılda asgari yaşam maliyeti sadece yüzde 4 civarında artmıştır. Çarşıda pazarda karşılaştığımız gerçek bu mudur? Soruyoruz: TÜİK enflasyon oranını yüzde 7-8 civarında açıklarken, asgari yaşam maliyetinin sadece yüzde 4 artmasını neye dayanarak iddia edebilmektedir?" Asgari Ücret Tespit Komisyonu'ndaysa pazarlıklar devam ediyor.
Ağustos-Eylül-Ekim aylarını kapsayan dönemde, işsizlik oranı geçen seneye göre bir puan artarak yüzde 11,3 çıktı. İşsiz sayısı geçen yıla göre 420 bin kişi arttı ve 3 milyon 520 bin kişiye çıktı. Gençlerde işsizlik oranı 1.4 puanlık artış ile yüzde 19.9 oldu. İşgücündeki artış ise 828 bin kişi oldu ve işgücü 31.8 milyon kişiye ulaştı.
4
DÜNYA
GÜNEY KORE: YOZLAŞMIŞ BAŞKAN PROTESTOLARLA GİTTİ
Güney Kore halkının kazanan mücadelesi Asya halklarına örnek oluşturabilir.
Güney Kore’de 10 Aralık günü sokağa çıkan yaklaşık bir milyon kişi başkan Park Geun-hye’nin hemen istifa etmesini talep etti. Sokağa çıkanlar ana akım gazetelerin ve milletvekillerinin meclisin Cuma günü başkan hakkında soruşturma açmaya karar vermesinin ardından yaptığı, gösterilerin sona ermesi çağrısına uymadılar. Bir üniversite öğrencisi şöyle diyordu: “Onlar bize evlerimizde kalmamızı söylüyor ama ben onlara inanmıyorum. Park yenildiğini kabul edene ve çekilene kadar gösterileri sürdürmeliyiz.” Pek çok kişi aynı zamanda başkanlığa vekâlet eden başbakanın da istifasını isti-
yor. Onlar, açılan soruşturmayı onaylaması gereken anayasa mahkemesine güvenilmeyeceği konusundaki kuşkularını diye getiriyorlar. Pek çok kişi soruşturma ile ilgili önergenin mecliste ezici bir çoğunlukla kabul edilmesinin ardından, toplumu değiştirebilecek güce sahip olduğunu düşünüyor. Ancak mücadelenin daha bitmediğini düşünmelerinin de somut nedenleri var. Park’ın atadığı bakanlar hâlâ görevlerinin başında ve başbakan da kötü şöhretli bir sağcı. Anayasa mahkemesi de çok muhafazakâr bir güç. Park öğretmenlerin sendikasının, yasal varlığını tanımadığında ve beş milletvekili olan Birleşik İlerici Parti’yi dağılmaya zorladığında mahkeme onu des-
ÇİN ABD’NİN ROBOTUNA EL KOYDU 17 Aralık Cumartesi günü, ABD başkanlığına seçilen Donald Trump attığı bir twitte, Çin’in ABD donanmasına ait insansız bir denizaltıya el koymasını eleştirdi. Trump Çin’in uluslararası sularda bulunan, ABD donanmasına ait bir araştırma denizaltısını sudan çıkardığını ve Çin’e götürdüğünü söyleyerek bunun “benzeri görülmemiş” bir hareket olduğunu söyledi. Pentagon’un açıklamasına göre siviller tarafından kullanılan denizaltıya Perşembe günü Güney Çin Denizi’nde, Filipinler yakınlarındaki Subic Körfezi’nin 57 mil kuzeybatısında Çin tarafından el konuldu. Denizaltının el konulduğu bölge uzun süredir Çin ve ABD arasında gerilim kaynağı durumda. Çin bölgenin tamamen kendisine ait olduğunu savunup bölgede yapay adalar oluşturuyor veya var olan adaları kıyı şeridinde denizi doldurarak büyütüyor. Geçtiğimiz hafta Çin’in bu adalara önemli bir miktarda silah yerleştirdiği haberleri yayınlanmıştı. Yerleştirilen silahlar arasında füzesavar sistemleri de bulunuyor.
teklemişti. Aynı zamanda Park soruşturmanın mahkemece bozulmasını sağlamak için “elinden geleni yapacağını” söylemişti. Buna karşılık olarak harekete liderlik eden çatı örgütü Halk Eylemi (PA) Park’ın “derhal istifası” talebini yeniden vurguladı. Örgütün bir diğer talebi de bütün bakanların da istifa etmesi. Ancak muhalefet partileri hareketin bakanların kovulması talebini desteklemiyor bunun yerine güçlerini iktidardaki partiyle müzakerelerin yürütülmesine başlanması konusunda yoğunlaştırıyorlar. Gösterilerin durumu siyasetçilere ve anayasa mahkemesine bırakması gerektiğini söylüyorlar. Ancak bu partilerin amacı gelecek yıl yapılacak başkanlık seçimleri için avantaj elde etmek. Halk Eylemi PA içindeki en ılımlı gücü sivil toplum kuruluşları oluşturuyorlar, bu kuruluşların ana kapitalist parti olan Demokrat Parti’yi desteklemekle geçen uzun bir tarihleri var. Hareketin “stratejik bir adım” atması ve burjuva muhalefet partilerini desteklemesi gerektiğini savunuyorlar. Stalinistler de hareketi Demokrat Parti’yi desteklemekle sınırlandırmaya çalışıyor, böyle yaparak gelecek hükümete katılma şansları olabileceğini düşünüyorlar. Sonuç
olarak Stalinistler ve STK’lar PA içindeki muhafazakâr güçleri temsil ediyorlar. Ancak onların görüşleri göstericilerin duygularını temsil etmiyor. Pek çok gösterici yıllardır gördükleri siyasi manevralardan ve ihanetlerden sonra muhalefet partilerine büyük bir şüpheyle bakıyor. Dahası gençler ve sendikacılar radikalleşiyorlar. PA’deki görevlilerden biri şöyle diyor: “Her hafta yüzlerce kişi eylemlerde konuşmak için başvuruyor. İlginç olan ise çoğunun sendikacılardan veya gençlerden olması. Pek çok sendikacı yıllardır Park’a direnenlerin kendileri olduğunu söylemek istiyor. Gençler sosyal eşitsizliğe ve 250 lise öğrencisinin boğulduğu Sewol feribot kazasının Park tarafından örtbas edilmesine olan öfkelerini dile getirmek istiyor.” Sendikal hareket ve Sewol için adalet kampanyası kitle hareketinin arkasındaki temel iki dinamik. Egemen sınıf içindeki mücadeleyi ve skandalın medya tarafından nasıl işlendiğini öne çıkaran pek çok yorumcu hareketin sosyal dinamiklerini gözden kaçırıyor. Devrimci marksistlerin de içinde olduğu PA’daki sol güçler hareketin muhalefet partilerinden bağımsız davranması gerektiğini savunuyor ve radikalleşmeyi destekliyor. PA bu ay her cumartesi eylem yapmaya devam edileceğini açıkladı, 31 Aralık eylemine ise özel olarak önem verilecek.
DÜNYA
5
‘ON YILDIR ANLATTIĞIMIZ GERÇEKLER KANITLANIYOR’ Hrant Dink cinayetinde ihmali veya dahli olan kamu görevlilerinin yargılanmasında önemli gelişmeler yaşanıyor. Hrant’ın Arkadaşları’ndan Bülent Aydın duruşmaları takip ediyor. 9. celseye verilen bir günlük arada, sanık ifadelerinde ortaya çıkan gerçeklere dair değerlendirmelerini Bülent Aydın’a sorduk. Hrant’ın arkadaşları 10 yıldır dahli ve ihmali olan devlet görevlileriyle tetikçilerin birlikte yargılanması gerektiğini söylüyordu. Bu talep neden önemliydi? Bu dava ilk başladığında müsamereyi bırakın demiştik. Sadece tetikçilerin yargılandığı hatta onların mahkeme salonunu şov yeri haline getirdiği duruşmalar gördük. Bu duruşmalarda başta Dink ailesi olmak üzere insanlar taciz edildi. Bu dönemde duruşmalar Beşiktaş’taydı ve Hrant’ın Arkadaşları’nın mahkeme önündeki adalet nöbetleri sürüyordu. Biz bugün gelinen aşamayı önemsiyoruz. Şubat 2016’daki Yargıtay kararının peşinden, soruşturulmasına izin verilen 26 kamu görevlisi için dava bozulup yeniden görülen davayla birleştirildi. 16 Şubat’ta kesinleştirildi bu karar. Daha sonra ilk celse 19 Nisan’da gerçekleşti. 19 Nisan’dan itibaren hemen her celse 2-3 tetikçi değil, kusuru, dahli, ihmali görülen kamu görevlileri ki üst düzey görevliler bunlar, yargılandığı başka bir aşamaya geçti. Şu an ortasında olduğumuz davanın 9. celsesi. Onların yargılanmaya başlamasından itibaren, bizim en başta dikkat çektiğimiz gerçeklerden bir kısmı; tutuklu, tutuksuz sanıkların ifadelerindeki çelişkilerde ve birbirlerine yönelttikleri suçlamalarda ortaya çıktı. Baştan beri altını çizdiğimiz gerçeklerin bir kısmının kanıtlandığını düşünüyoruz. Bu davanın en önemli sanıklarından, en başından itibaren Hrant Dink cinayeti süreciyle doğrudan ilgisi olan, İstihbarat eski Daire Başkanı ve Trabzon eski Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek’in sorgusu tamamlandı. Sanık ifadelerinde çok önemli bilgiler ortaya çıkıyor. Cinayet istihbaratında “öldürülecek” ifadesinin değiştirilmesi gibi. Kamu görevlilerinin ihmalinin, kusurunun, dahlinin ortaya çıktığı başka ifadeler oldu mu? Önceki duruşmalarda Ramazan Akyürek ve dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah arasında tartışma olmuştu. Cinayetten 1 yıl önce Trabzon’dan yazılan raporda, Hrant Dink’in Yasin Hayal ve grubu tarafından “ne pahasına olursa olsun öldürüleceği” biliniyor. Bu yazı ilgili kurumlara yollandığı için aslında herkes biliyor.
Hrant için adalet nöbeti 10 yıldır devam ediyor.
Celalettin Cerrah’ın cinayetin ardından, Hrant Dink’in öldürüleceği bilgisinin yer aldığı bu raporun imha edilmesini istediği ortaya çıktı. Raporu imha etmeyi reddettiğini söyleyen Ramazan Akyürek, Cerrah’ın kendisine “Raporu imha et yoksa yanarız” dediğini ifade etti. Celalettin Cerrah neden “hepimiz yanarız” diyor? Çünkü cinayetten bir yıl önce, Hrant Dink’e yönelik eylem hazırlığı bilgisi İstanbul’a gelmesine rağmen Emniyet, MİT, Valilik kısaca devlet kurumları, Hrant Dink’i korumak için hiçbir şey yapmıyor. O dönemi hatırlarsak, Trabzon’daki ırkçı milliyetçi çetenin tertibi dışında başka faktörler de vardı. Hrant Dink mahkum edilmişti, İstanbul’da ona karşı linçler yürütülüyordu, Agos’un önünde toplanıp ırkçı mesajlar veriliyordu, hemen her gün Hrant Dink hakkında gazetelerde hedef gösteren şeyler çıkıyordu, Hrant Dink’in bizzat kendisi hayatının tehlikede olduğuna dair yazılar yazıyordu. Bütün tehditlere rağmen hiçbir şey yapılmadı. Mahkeme heyeti çapraz sorgusunda Ramazan Akyürek’e söz konusu ifadelerini tekrar sordu. Cinayetten sonra Ramazan Akyürek Ankara’ya çağrılıyor, Emniyet Genel Müdürü, İçişleri Bakanı, İçişleri Müsteşarı ve Başbakan’ın olduğu bir yerde, kendi ifadesiyle Cerrah’ın “uygunsuz teklifini” anlatıyor. Eski Mülkiye Başmüfettişi Şükrü Yıldız’ın dünkü duruşmadaki ifadesinde de önemli bilgiler vardı. Bütün bunlar birbirini tamamlayan şeyler.
Şükrü Yıldız hemen cinayetten sonra görevlendirilmiş. İstanbul Emniyet, Trabzon Emniyet ve Jandarma’yla ilgili araştırma yapmış. “Araştırdığım zaman İstanbul ve Trabzon Emniyet Müdürleri, Trabzon İl Jandarma Komutanı ve Vali’nin hemen görevden alınmasını istedim” dedi. Ankara’da dönemin Başbakanının olduğu toplantıda, İstihbarat Daire Başkanı, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü’nün belge yok etme teklifini reddettiğini, İstanbul’a gitmek istemediğini söylüyor. Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra görevden uzaklaştırılanlar var, fakat Celalettin Cerrah’a hiçbir şey yapılmadı. Hakim Ramazan Akyürek’e “olaydan sonra bazı yüksek rütbeli emniyetçiler görevden alındı ama siz ve Ali Fuat Yılmazer görevden alınmadınız, bunu nasıl yorumluyorsunuz” diye sordu. Akyürek’in cevabı “bunu bana değil cinayetten sonra Vali, Emniyet Müdürü ve Bakan olanlara sorun” oldu. Davanın ilk aşamasında, Beşiktaş’ta slogan atarken isim verirdik “yargılansın”diye bu söylediğimiz insanların bir kısmı yargılanıyor. Ama bir kısmı için ne soruşturma ne yargılama açıldı. Hrant’ın Arkadaşları’nın açıklamasında ilk dava müsamereydi, bu sefer sahici olabilir ama engeller var deniyor. Nedir engeller? Birincisi bugün anayasadan tutun yasalara, yargıyla ilgili uygulamalara kadar yaşanan karmaşalar ve adalet sürecindeki
boşluklar. İkincisi kamu görevlileri davasında hissedilen, cinayetin sorumluluğunu devlet içindeki bir kesime yükleme çabası. Bu çaba cinayetin üzerindeki karanlık perdenin hâlâ sürmekte olduğunu bize gösteriyor. Ayrıca davalarda cinayetin önemli ayaklarından biri eksik. Hepimizin daha fazla şey bildiğini tahmin ettiğimiz Jandarma boyutu var. En başından beri Trabzon’da yuvalanmış olan, Alperen Ocağı, Nizamı Alem Ocağı, yerel mafya bağlantıları sık sık gündeme gelen Yasin Hayal ve grubunun Jandarma’yla ilişkisi var. Cemaat operasyonuna bağlı gelişmelerle, Jandarma görevlilerinin Agos ve Hrant Dink’in evinin etrafında bulundukları, cinayet günü tetikçiyle konuşmaları ve görüntüleri tespit edildi. Jandarma rolü yadsınamaz. Bu konuda soruşturma var ama davaların birleştirilmesini istiyoruz. Bu olmazsa dava, bir Mülkiye Müfettişinin ve Ali Fuat Yılmazer’in çapraz sorgusuyla ilerleyecek. Çoğu üst düzey kamu görevlilerinin savunma ve sorguları tamamlanacak. Tanıklar dinlenecek ve ondan sonra davayla ilgili mütalaa verilecek. Bizim görüşümüz, bu dava bu haliyle eksik. Adalete ulaşmak için gerideyiz. İlk dava sürecine göre bu yılki süreç daha gerçek bir yargılama. Ama hâlâ adalete ulaşmakta kuşkularımız var. Röportaj: Meltem Oral
6 GÜNDEM DARBELERE KARŞI DİRENİŞ
2016: İSTİKRARSIZLIK VE KRİZE
16 Temmuz sabahı kazanan halk oldu .
2016’ya damga vuran olaylardan biri de Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişimi oldu. Ordunun yönetime el koyma çabasına karşı milyonlarca insan sokaklarda demokrasiyi savundu ve darbeyi püskürttü. Bu direniş bütün dünyada büyük yankı buldu. Benzer şekilde Brezilya’da ise seçilmiş başkan Dilma Rousseff görevinden azledildi. Buna karşı milyonlarca kişi sokağa çıkarak onun yerine getirilen Temer’e “defol” dedi. Venezuela’da da solcu hükümete karşı burjuvazinin ve sağın demokrasi dışı girişimleri direnişle karşılaştı.
İŞÇİLERİN MÜCADELESİ
Suriye'yi yerle bir eden savaş dünyayı içine çekiyor.
2016 dünyada istikrarsızlığın arttığı, kapitalizmin krizinin sürdüğü, savaşların ve ölümlerin tırmandığı, egemen sınıflar açısından bir dizi büyük sarsıntının yaşandığı bir yıl oldu. Brüksel’den İstanbul’a dünyanın birçok yerinde patlayan bombalar, Nice’te ve Berlin’de kalabalıkların içine dalan kamyonlar, Orlando’daki bir eşcinsel barında gerçekleştirilen nefret katliamı, Ortadoğu’da Yemen, Irak, Libya ve Suriye’de hız kesmeyen savaş ortamı, tüm sıradan insanlar için dünyanın artık daha güvensiz bir yer olduğunu ortaya koyuyor. Sistemin krizi, İngiltere’nin referandumla Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı alması, İtalya’da benzer bir referandumun benzer sonuçlanmasıyla başbakanın istifası, ABD’de ise Donald Trump’ın başkan seçilmesi gibi gelişmelerle derinleşerek devam ediyor.
16 Temmuz sabahı kazanan halk oldu .
Avrupa, 2016 yılının ortasında kitlesel grevlere tanıklık etti. Fransa’da Euro 2016 yaklaşırken hükümetin egemen sınıf yanlısı çalışma yasasına karşı haftalarca süren gösteriler ve genel grevler yaşandı. Öyle ki, bir dönem kupanın yapılıp yapılamayacağı dahi tartışıldı. İşçilerin mücadelesi toplumun çoğunluğunun desteğini görürken, Hollande’ı kendi hükümeti içinde dahi azınlıkta bıraktı. Dolayısıyla yasa meclis oyuna sunulmadan geçirilmek zorunda kalındı. Aynı dönemde Belçika’da işçiler “tasarruf” tedbirlerine karşı genel greve gitti. Yunanistan’da Syriza’nın AB ile işbirliği hâlinde uyguladığı yıkım politikalarına karşı yıl boyunca direniş ve grevler vardı. Hindistan’da 150 milyon kişinin katılımıyla dünyanın en büyük grevi yaşandı.
Bazı yerlerde kitlesel mücadeleler ve işçi direnişleri, bu krize soldan yanıtların doğma ihtimalini beraberinde getiriyor. Bunların olmadığı yerlerde ise merkez sağın daha sağındaki radikal alternatifler, ırkçı popülistler veya doğrudan faşistler güçleniyor. Türkiye de tüm dünyadaki bu kriz ve istikrarsızlık ortamı-
IRKÇILIĞA KARŞI MÜCADELE Otoriter içe kapanma politikaları, her yerde milliyetçiliğin ve ırkçılığın yükselişine yol açıyor. Buna karşı dünyanın her yerinde çok önemli mücadeleler yaşandı. ABD’de “Siyahların Hayatı Önemlidir” (Black Lives Matter) hareketi, her ırkçı polis cinayetinin ardından sokaklara çıkarak kitlesel gösterilere öncülük etti. Avrupa’da 2015 yılından itibaren inşa edilen mültecilerle dayanış-
nın bir parçası. 2015’te ilk adımlarını atan yerli-milli koalisyonu, 2016’da da milliyetçi bir dalgayı yükselterek yoluna devam etti. Barış için akademisyenlerin kovuşturulmasıyla başlayan yılda, Türkiye’de de birçok yerde bombalar patladı. Kürt sorununda derinleşen savaş binlerce kişinin canına mal oldu. Ahmet Davutoğlu’nun Tayyip Erdoğan tarafından başbakanlık görevinden alındığı ve yerine Binali Yıldırım’ın atandığı günlerin sonunda, 15 Temmuz’da yaşanan korkunç darbe girişimine şahitlik ettik. Darbe girişiminden barış, özgürlük ve demokrasi yönünde atılacak adımlarla çıkmak mümkündü. Hükümet ise OHAL ilan ederek, KHK’ler yoluyla istikrarsızlık ve kaos ortamını kalıcı hâle getiren “güvenlik” adımları attı. On binlerce kişi hapse atıldı, yüz binler işinden oldu. Bu süreci HDP eş başkanlarının ve milletvekillerinin tutuklanması izledi. 2016’nın son günlerinde, Beşiktaş ve Kayseri’de patlayan bombalar, Rus büyükelçisinin öldürülmesi, Türkiye’nin dış politikada İsrail ve Rusya ile işbirliğine giderken ABD’de Trump’tan medet umuşu, 2017’de beklenen ekonomik krizle birleşince otoriter-sağcı politikaların daha da kuvvetlenme eğilimini ortaya koyuyor. Hem dünyada hem de Türkiye’de ise bu eğilime karşı kitlesel mücadeleler gerçekleşti. ma hareketleri, 18 Mart 2016’da kıtanın birçok yerinde eşzamanlı gösterilerle ırkçılığa darbe vurdu. Bunun sonucunda birçok ülkede kamuoyu görüşü mültecilerle dayanışma lehine değişti. Türkiye’de ise Hrant Dink’in öldürüldüğü gün olan 19 Ocak anması, 24 Nisan’da Ermeni Soykırımı’yla ilgili yapılan anma, Suriyeli sığınmacılarla dayanışma ve barış için inşa edilen sayısız irili ufaklı gösteriyle yükselen milliyetçiliğe karşı direniş sürdü.
GÜNDEM 7
E KARŞI DİRENİŞ
KADINLAR SOKAKTA!
GÖRÜŞ Roni Margulies
TÜRKİYE'YE KARŞI BİR OYUN? Yemen'de geçen hafta bir intihar bombacısı 49 kişiyi öldürdü. Ölenlerin büyük çoğunluğu bir askerî üssün yakınlarında maaşlarını almak için kuyrukta bekleyen askerlerdi. Yaklaşık 60 asker de ağır ve hafif yaralı olarak hastaneye kaldırıldı. Katliamı IŞİD üstlendi. Sekiz gün öncesinde yine Aden şehrinde yine IŞİD'in üstlendiği bir başka patlamada 50 Yemen askeri ölmüştü. Bu hafta Berlin'de bir Noel etkinliğine yapılan saldırıda 12 kişi öldü, 48 kişi yaralandı. Alman polisi saldırının "terör eylemi" olduğunu tahmin ediyor.
Arjantin kadınlar sokakta.
2016 yılında kadınlar dünyanın pek çok yerinde sokaktaydı. İzlanda’da ekim ayında kadın işçiler, erkeklerle eşit ücret talebiyle iş bıraktılar. Yine aynı ayda Polonya’da kürtaj hakkı için grev yapan 6 milyondan fazla kadın taleplerini kazandı. Arjantin’de aynı dönemde kadın cinayetlerine karşı kitlesel bir grev gerçekleştirildi. Kadın mücadelesi Türkiye’de de parıltılı bir yıl geçirdi. Bombaların patladığı, savaşın ve umutsuzluğun tırmandığı günlerde, İstanbul’da yapılan 8 Mart eylemine binlerce kişi katıldı. Bu, o karanlık günlerde mücadele etmek isteyen herkes için umut olmuştu. Benzer bir durum geçtiğimiz haftalarda da yaşandı. Önce AKP’nin çocuk istismarı yasasına karşı, sonra da 25 Kasım vesilesiyle yapılan kitlesel eylemler, özgürlük ve demokrasi umudunu OHAL koşullarında canlı tuttu. Hükümetin istismar yasasından vazgeçmek zorunda kalması yılın en önemli kazanımlarından biri oldu.
SEÇİMLERDE SOL ALTERNATİFLER
Türkiye'de de geçen hafta önce Beşiktaş'ta, sonra Kayseri'de üç bomba patlatıldı. Polis ve askerin yanı sıra sivil vatandaşlar da öldü. Beşiktaş bombalarını TAK üstlendi. Almanya'yı ve Yemen'i bilemem, ama Türkiye'de saldırılara verilen resmî tepki, Cumhurbaşkanı'nın ağzından, şöyle oldu: "Türkiye'ye terör örgütleri ve ihanet çeteleri üzerinden savaş açanlar bugüne kadar istedikleri neticeyi elde edemediler. Miletimiz tüm oyunları birer birer bozdu. Bölgemizdeki hiçbir hadise ülkemizde yaşanan darbe girişiminden ve terör eylemlerinden farklı değildir. Hepsi aynı alçak oyunun parçasıdır. Riyakârlıkları deşifre olmuştur. Yaşadığımız dönem, en az İstiklal Harbi kadar önemlidir, kritiktir. Hayatî sonuçlar doğuracak ehemmiyettedir. Ortada daha büyük bir oyun var. Saldırıya uğrayan özgür ve müreffeh Türkiye mücadelesidir." Cumhurbaşkanı'nın bu ve buna benzer sözleri, "Bütün dünya bize düşman, biz Türkler hepsinin hakkından geliriz" yaklaşımı, irili ufaklı politikacılar ve bütün medya tarafından iştahla tekrar ediliyor. Öyle bir hava yaratıldı ki, bütün yabancı gazeteci ve diplomatlar casus, ağzını açan her Türk hain. Sanki dünyanın geri kalanında her taraf süt liman da, bir tek Türkiye'de bombalar ve ölüm hüküm sürüyor! Belli ki, Erdoğan da, gazeteciler de, fark edememiş: İngiltere'den Malezya'ya, New York ve Paris'ten Kahire ve Keşmir'e, birkaç yıldır keşmekeş, istikrarsızlık ve şiddet at koşturuyor.
Washington'da kitlesel protesto.
İKLİM VE ADALET İÇİN Eylül ayının sonunda, atmosferdeki karbondioksit miktarının 400 ppm’i geçtiği açıklandı. Kapitalizmin kâr hırsı, gezegeni adım adım yok ediyor. İklim aktivistleri, Fas’ta gerçekleştirilen COP22 zirvesinde bu duruma itiraz etmek için buluştu. Dünyanın birçok yerinde ise ekoloji mücadeleleri sürdü. Son aylarda ABD’de yaşanan Kuzey Dakota yerli halklarının petrol boru hattına karşı direnişi, tüm dünyada mücadele edenler açısından dikkat çekiciydi. İrlanda’da su hakkı mücadelesi bu yıl da güçlü bir şekilde sürdürüldü. Zimbabwe’de ekonomik krize kuraklığın da eklenmesi sonucu başlayan gösteri ve grevler neredeyse rejimi deviriyordu. Türkiye’de ise Cerattepe’de Cengiz Holding’in yapmak istediği madene karşı tüm halk ortak direnişe geçti. Direniş inşaatı püskürttü, ancak mahkeme ve hükümet şirketten yana kararlar almaya devam ediyor.
İspanya'da işçiler ve öğrenciler sol diyor.
Kitlesel mücadeleler, birçok yerde seçim süreçlerinde de sol alternatifleri yarattı. 2015 yılında İngiltere’deki İşçi Partisi’nin başına, aşağıdan yükselen bir hareketin sonucunda gelen Jeremy Corbyn, Brexit şokunun ardından tüm sağcı güçlerin saldırısına rağmen bir kez daha liderlik yarışını kazandı. ABD’de demokratik sosyalist Bernie Sanders, neredeyse Hillary Clinton’ı geride bırakarak Demokrat Parti’nin başkan adayı oluyordu. Bugün birçok yorumcu, Sanders aday olsaydı Trump’ın yenilebileceğini söylüyor. Almanya’da Berlin seçimlerinde Die Linke’nin yükselişi, İspanya ve Portekiz’de merkez solun daha solundaki siyasi odakların güç kazanması, 2016’da egemenlerin krizini derinleştiren diğer etkenler olarak kayda geçti.
Türkiye'de yaşananlar dünyada olup bitenlerin sadece bir parçası. Ortada "büyük bir oyun" filan yok. Ama olayların gerçek nedenini konuşmak yerine, "birlik beraberlik" geyiği yapmak, "millî seferberlik" ilan etmek daha kolay ve daha faydalı. Oysa, şu basit soruları sormak yeterli olur: Barış süreci sona erdirilmeseydi TAK bomba patlatıyor olacak mıydı? Suriye'ye müdahale edilmeseydi IŞİD Türkiye'yle ilgilenecek miydi? Türkiye'ye karşı bir oyun sahnelenmiyor. Yanlış hesapların, hatalı politikaların bedelini ödüyoruz.
8
KRİZ
EKONOMİK KRİZ KAPİTALİZMİN OHAL’İ Mİ?
Dünyayı yönetenler ekonomik krize bir çözüm bulamıyor. MELTEM ORAL
2008’de küresel finansal kriz başladığı andan itibaren ana akım ekonomistler tarafından krizin nedenine dair bir dizi farklı görüş açıklandı. Krizin nedenini anlamak konusundaki temel motivasyonları sistemin bu krizden nasıl çıkartılacağının, yani kapitalizmin nasıl “kurtarılacağının” yolunu bulmaktı kuşkusuz. O dönem bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkında olan ana akım ekonomistlerin ilk tepkileri hakikatin karşısında oldukça naifti. ABD Merkez Bankası (FED) Başkanlığı yapan Ben Bernanke, 2008’de büyüme hızının düşeceğini ama durgunluk yaşanmayacağını iddia ediyordu. Ancak kısa sürede şok gerçekle yüzleştiler ve birden “dünyanın efendileri”, onların danışmanları, ekonomi yorumcuları bir kaos havasına sürüklendi. Dönemin popüler tartışmalarından birisi de gelmekte olan felaketin nasıl fark edilemediği, uzmanlığını 1929 Büyük Buhran’ı üzerine yapmış olan Bernanke gibilerin bile finans sistemi gemisinin buzdağına çarpmakta olduğunu nasıl öngeremediğiydi. Kapitalizme her zaman kendisini batmaktan kurtaran bir gemi olarak güvenenler açısından, naiflik ve ardından gelen şok şaşırtıcı değil. Sistemin işleri elbet yoluna koyacağına dair mutlak güven duyanlar, krizin bir anomali olduğu yorumlarını tarihsel deneyimlere dayandırdılar. Kapitalizm 1873’te, 1929’da, 1970’lerde aniden yolundan çıkmış, ancak bu bariyerleri aşarak olağan rotasına devam edebilmeyi başarmıştı. Gemiyi rotadan saptıran faktör ise sistemin yapısal sorunlarından değil bir takım hata-
lardan kaynaklanıyordu. Kimileri için faiz krizin sorumlusuydu. Piyasa ekonomisinin kriz üretmeyeceğini düşünenler , kredi sisteminin iyi kontrol edilememesine suçu attılar. Oysa ekonomik krizler kapitalizmin doğal bir parçasıdır. Kriz olağan dışı bir sapma değil tam tersine sistemin olağan halinin bir sonucudur. Ekonomik krizlerin sorumlusu tek başına, yatırımcıların hataları, piyasayı düzenleyen kurumların acizliği, iyi idare edemeyen merkez bankaları, spekülasyonlar, iktidardakilerin kötü para politikaları, siyasi başarısızlıklar veya tek tek ülkelerin sorunu, Yunanistan halkının tembelliği filan değildir. Kuşkusuz yukarıda sıralananların bir kısmı 2008’den beri küresel çapta yaşanan krizde rolü olan çeşitli aktörler. Ancak başrol değil. Neoliberalizm krizi önledi mi? Bugün çöküş yaşayan neoliberal ekonomi politikalar, 1970’lerdeki krizden sistemi kurtarmanın bir yolu olarak uygulanmaya başlandı. 1960’lardan itibaren, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan genişleme döneminin sonuna gelindi. 1970’lerde işgücündeki artışı ve kâr oranlarındaki düşüşü kontrol altına almanın yolu olarak neoliberal politikalar, sistemi krizden kurtarmanın parlak bir yöntemi olarak görüldü. Kriz “atlatılmış”, sistem kurtarılmıştı. Ne pahasına? İşçilerin ücretlerinin düşürülmesi, sosyal hakların ortadan kaldırılması, özelleştirmeler, özel sermayeye teşvikler ekonomiyi kurtarmak adına krize verilen yanıt oldu. Eş zamanlı olarak ücretlerin düşürülmesinin yaratacağı etkiye karşı kredi ekonomisi güçlendirildi. Borçlanma arttı
ve borçlar ödenemez hale geldi. Krizlerin sistem için “yaşandı bitti” durumu olduğunu ve kapitalizmin yine kendi içinde bir çözüm üretebileceğini öne sürenler, krizden çıkış kartlarının kriz ürettiğini “öngöremediler”. Zenginler ve yoksullar arasındaki uçurumun daha da derinleştiği, milyonlarca işçinin ücretlerinin sürekli düştüğü, güvencesizleştiği on yılların ardından, neoliberalizmin en azılı savunucularının bazıları geriye bakıp hata yapmışız diyerek, neoliberalizmin sorun olduğunu “görebildi”. Hatta ekonomistlerin bir kısmı daha da ileri giderek “sistemik kriz” gibi bir kavram geliştirip, üstü örtük de olsa kapitalizmde yapısal bir sorun olduğunu “itiraf ettiler”. Kapitalizmde kriz olmak zorunda mı? Ekonomik krizlerin nedeni kapitalizmin, sermaye birikim modelinin kendi içinde barındırdığı çelişkilerdir. Kapitalizm rekabete dayalıdır. Kapitalistler sadece açgözlü oldukları için değil sistemin yapısı her zaman elindekinden daha fazlasını kazanmayı dayattığı için, kârlarını arttırma çabası içindedir. Bu çaba içerisinde değilse rakipleri tarafından yutulmaya mahkumdur. Kârın temel kaynağı ise emek gücü yani işçilerdir. İşçilerin emeğinden daha fazla faydalanacak uygulamalar veya emek gücünün karşılığı olan ücretleri düşürmek kârı arttıran unsurlardır. Kâr oranları sermayenin yatırım biçimine göre belirlenir. Ancak kâr oranlarının akıbetini belirleyen şey sadece ürünlerin fiyatları veya işçilerin ücretleri değil. Yoksa kâr oranlarının sürekli yükselme eğiliminde olmasını sağlamak çok daha basit olurdu. Ancak kapitalizmde kâr oranları düşme
eğilimindedir. Kapitalizm geliştikçe daha çok üretim aracı, emek gücünün yerine geçer. Ancak kârı üreten esasen emek gücüdür, emek gücünün oranının azalması kâr oranlarının da azalması anlamına gelir. Kapitalizmde kaçınılmaz olan rekabetin, kârı koruma ve üretimi arttırma dayatması karşısında kâr oranlarındaki düşme eğilimi çıkışı olmayan bir döngüyü sistem içerisinde yeniden üretir. Ekonomik krizler nedeniyle sistemin devam edemez hale gelmesi, otomatik oalrak işçi sınıfı lehine devrimci bir koşulu garantilemez. Ama her kriz böylesi koşullar için olasılıklar yaratır. Son dönemde Türkiye’de liranın dolar karşısındaki değerinde yaşanan dalgalanmalar kriz tartışmalarını gündeme getirdi. İşsizlik, alım gücündeki zorluklar ekonomide yaşananların görüntüleri. Elbette eşitsizlik, yoksulluk, işsizlik tek başına kapitalizmde bir sorun olduğunun göstergeleri değil. Bunlar sistem açısından “olağan” dönemlerde de mevcut olan şeyler. Ancak kesin olan şey yaşadığımız ekonomik sistemin her zaman krizler doğurma potansiyelinin olduğu. Üstelik ana akım ekonomistler, 2008’den bu yana küresel çapta yaşanan krize pansuman bile yapabilmiş değiller. Yani krizi birkaç on yıl bastıracak, sistemdeki yapısal soruna perde çekecek bir “parlak fikir” geliştirebilmiş değiller. Türkiye’de açık olan şeyse, 2009’da krizin teğet geçmesi için çaba gösterilirken bulunan “alın verin ekonomiye can verin” sloganı da şimdiki “haydi dolarları bozuyoruz arkadaşlar” motivasyonu da gelmekte olan ekonomik gelişmeleri göğüslemek için yeterince parlak fikirler değil.
EMEK GÜNDEMİ
İŞYERLERİNDE NELER OLUYOR? n Asil Çelik patronu ile Birleşik Metal-İş Sendikası arasında yürütülen TİS görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine alınan grev kararı asıldı. n İzmit Ali Kahya Sanayi Bölgesi'nde bulunan Bekaert fabrikasında işçilerin grevi ikinci haftasını doldurdu.
DAYANIŞMA KAZANDI!
n KESK İzmir Şubeler Platformu, 2017 bütçe görüşmelerine ilişkin eylem yaparak “Savaşa ranta değil emekçiye bütçe” dedi.
n EMİS ile Birleşik Metal-İş arasında yürütülen toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşmazlık sürerken, Kartal ABB işçileri geçtiğimiz hafta yine eylemdeydi. n KESK’in ihraçlara karşı İstanbul’dan Ankara’ya “İşimi, ekmeğimi geri istiyorum” diyerek başlattığı Emekçi Yürüyüşü’ne polis engel oldu.
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
BİRLEŞİK MÜCADELE ZORLANMALI Ağustos ayında ilan edilen ve üç ay bile sürmeyeceği öne sürülen OHAL’in ikinci üç ayı tamamlanıyor. OHAL kararnameleri ile 110 bin kamu emekçisi mahkeme kararına gerek duyulmadan açığa alındı, işten atıldı. İşten atılan veya açığa alınan kişilerin yargı yoluna başvurmaları, yani haklarını aramaları yasak. Sadece Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabiliyorlar, bu başvurulardan da şimdiye kadar hiçbir sonuç alınamadı. Yani tam bir hukuksuzluk durumu hakim. Sendikalaşma mücadeleleri, grevler ve tıkanan sözleşmeler için yaptıkları eylem ve etkinliklerin hemen hepsinde işçilerin karşısına OHAL yasakları çıkarıldı. OHAL düzeni toplumsal cinnet durumunu artırmaya devam ediyor. Çözüm ve barış sürecinin bitirilmesi, savaşın tercih edilmesi sonucu yaşanan çatışmalarda, patlayan bombalarda yüzlerce insanımız öldü, yaralandı. Art arda gelen bombalı saldırılar ve sonrasında özellikle HDP’lilere yönelik ırkçı linç girişimleri toplumda derin bir ümitsizlik ve korku ortamı yarattı, toplumsal kutuplaşma arttı. Elbette hiçbir şiddet eylemi meşru değildir. Gerekçesi ne olursa olsun, bu eylemler insanları sokaktan ve sivil siyasetten uzaklaştırmaktan başka hiçbir şeye yaramıyor. Ancak bunu salt asayiş ve güvenlik sorunu olarak gösterip saldırganları kınamak, sorunun ne açıklanmasına ne de çözümüne katkı sağlıyor.
n KESK’e bağlı Enerji, Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası (ESM) üyeleri, KHK ile ihraçlarla ilgili Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı önünde basın açıklaması yapmak istedi. Polis eyleme saldırdı, üç kişi - gözaltına alındı. n Petrol-İş İstanbul 2 No’lu Şube’de örgütlenen Mefar İlaç işçileri, sendikal örgütlenme haklarını patronun engelleme girişimlerini, işten çıkarmaları ve baskıları protesto etmek amacıyla fabrika önünde basın açıklaması gerçekleştirdi.
9
Hükümet, 15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL kapsamında çıkartılan KHK’lerle 11 binden fazla Eğitim-Sen’li öğretmeni açığa almıştı. Darbe girişiminin merkezinde yer alan Fethullahçılara yönelik olduğu iddia edilen süreç, “terör” gerekçesiyle Kürt ve barış isteyen Türkiyeli kamu çalışanlarını hedef almaya başlamıştı. Eğitim-Sen’in sürdürdüğü mücadele ve emekçilerin dayanışması sonucunda bu komplo neredeyse tamamen çöktü. 10297 Eğitim-Sen’li öğretmen görevlerine geri döndü. Sendika, son üyeleri görevine dönene kadar dayanışmayı ve mücadeleyi büyüteceklerini duyurdu.
MARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım
CİHATÇILIK BOMBALARLA YOK EDİLEBİLİR Mİ? Baskı ve bombardıman politik İslamcı akımları yok etmediği gibi daha da güçlenmesine yol açıyor. 1991 yılı sonunda Cezayir’de yapılan genel seçimlerin birinci turunda oyların yüzde 55’ini alan İslami Selamet Cephesi (FIS), hükümet olmayı garantilemişti. Ocak ayında seçimlerin ikinci turu yapılacakken ordu darbe yaptı ve yönetime el koydu. FIS’in belediye başkanları, yöneticileri, üyeleri tutuklanarak toplama kamplarına gönderildi. Politik İslamcıların hükümet olmasına izin vermeyen darbe solda olan birçok isim ve hareket tarafından alkışlandı. FIS, ilk saldırılarını devlete karşı değil sosyalistlere ve ezilenlere karşı gerçekleştiren bir hareketti. Darbeyi des-
Bu, OHAL koşullarında dahi birleşik mücadeleler verildiğinde kazanım elde edebileceğimizi gösteren önemli bir zafer. Şimdi hükümetin bir kez daha 15 bin memuru hedef alan “kamuda PKK temizliği” hazırlığında olduğu iddia ediliyor. Bir yandan, Binali Yıldırım 2017’nin “tasarruf yılı” olacağını iddia etti. İşçilerin birleşik mücadelesi, hem kamu çalışanlarına yönelik saldırıları hem de krizin faturasını işçilere ödetmeye yönelik çabaları durduracak tek yoldur. Böylesi birlikleri ve dayanışmayı inşa etmek için mücadeleyi sürdürmeliyiz.
Doların yükselmesiyle başlayan ekonomik kriz giderek derinleşiyor, işsizlik artıyor, halkın önemli bir kesimi fakirleşiyor. Türkiye ekonomisi yılın üçüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 1,8 küçüldü. Bu durum 2009 krizinden beri ilk defa yaşanıyor. Ülkenin içinde bulunduğu ağır siyasi ve sosyal kriz, büyük bir ekonomik krizle birleştiği takdirde, çok sert bir toplumsal değişim yaşanabilir. İşçi ve emekçiler olarak bu değişime şimdiden hazırlanmazsak, haklarımıza sahip çıkmazsak, gelebilecek olan baskıcı rejim bugünlere rahmet okutabilir. OHAL hukuksuzluklarına, ırkçı saldırılara ve ekonomideki istikrarsızlığın faturasının işçilere ödetilmesi çabalarına karşı tüm emek örgütlerini birleşik mücadeleye zorlamalıyız. Önceden Emek Platformu, zorlu dönemlerde işçilerin yan yana durmasını sağlardı. Şimdi de benzer adımlar atılmalı, gidişattan memnun olmayan tüm kesimler bir araya gelmeli, her türlü hukuksuzluğa, savaşa, ırkçılığa ve krizin faturasının ödetilme girişimlerine karşı birleşik ve kitlesel eylemler düzenlemelidir.
tekleyenlere göre FIS “İslamifaşist” bir örgütlenmeydi ve devlet baskısıyla da olsa yok edilmesi gerekiyordu.
Çünkü saldırıları fırsat bilen ABD ordusu, önce Afganistan’ı sonra Irak’ı bombalarla yerle bir edip işgal etti.
Sonuç 1991’den 2002’ye kadar sürecek bir iç savaş oldu. FİS geriletilse de yok edilemediği gibi Cezayir’de yaşananlar tüm dünyada İslami hareketlere örnek oldu. Devlet ve hakim sınıfların İslami hareketlerin parlamenter yoldan, burjuva demokrasisini tanıyarak iktidar olmalarına izin verilmeyeceği, (bugün cihatçılık denilen) silahlı mücadele ve bireysel terörden başka yolları olmadığı fikrine vardılar. 11 Eylül 2001’de ABD’deki ikiz kulelere yapılan intihar saldırıları ve sonrası yaşananlar ise bu durumu pekiştirdi.
Irak’ta 1 milyon insan öldü, ABD direnişle büyük oranda çekilmeye zorlandı, yerine bekçi bıraktığı mezhepçi Irak hükümeti Sünnilere karşı büyük katliamlar yarattı. Sonuç Ebu Gureyb hapishanesinden mezhepçi IŞİD’in ortaya çıkması oldu.
Bugün ikiz kulelerde hayatını kaybeden binlerce masum insanı hatırlayan pek yok. Akıllarda kalan George W. Bush’un “teröre karşı savaşı.”
Sosyalistler politik İslamcı hareketlerin liderliğine karşı siyasi ve ideolojik mücadele verirken tabanlarındaki fakirleri kazanmaya çalışır. Bunun yolu tek yolu emperyalizme, kapitalizme, zorba rejim ve devletlere karşı mücadeledir.
Afganistan’da işgal sürüyor. Taliban rejimi yenilmediği gibi, emperyalizm karşısında büyük bir direniş buldu. Usame Bin Ladin ve adamları, Afganistan Rusya’nın işgaline karşı savaşan bir mücahit grup olmaktan çıktı, emperyalizmle birçok ülkede savaşan bir güç haline geldi.
Ortadoğu’da yaşayan halkların fikirleri baskıyla, bombardıman değiştirilmiyor. Bir İslami hareket, Mısır’da Müslüman Kardeşler gibi devrilse de, yenileri bu kez çok daha farklı biçimlerde ortaya çıkıyor.
Halep’te insanların yakılarak özgürleştirildiğini söyleyip alkışlayanlar ise küresel kapitalizmin dünyayı kana boğan tercihlerini destekliyor.
10 KÜLTÜR BELGESEL: SNOWDEN
KİTAP: PARÇALANAN DEVRİM DÜŞLERİ
TOPLANTI DUYURULARI
29 Aralık Perşembe 19:00 ŞİŞLİ
2017’DE BİZi NASIL BİR DÜNYA BEKLİYOR? Bylockların kırıldığı, sanal alemde milli seferberliğin ilan edildiği, sosyal medyada ihbar, hackleme, ifşa dalgasının yaşandığı bu günlerde interneti kimin nasıl kontrol ettiği önemli bir soru. Obama'nın basit bir hacker olarak gösterdiği Amerikan devletinin belkemiğindeki istihbarat örgütleri CIA ve NSA'nın analisti Edward Snowden'in hikayesi bu sorunun yanıtının aslında basit olduğunu gösteriyor. Snowden'ın Pentagon'un yazılımlar aracılığıyla ABD ve Avrupa'da milyonlarca kişiyi yasadışı olarak dinlediği ve bilgilerini elde ettiğine dair belgelerin küçük bir kısmını sızdırması, büyük bir sarsıntı yaratmıştı.
Vatan haini ilan edilen Snowden ülkeyi terk edip Rusya'ya sığındı. Yoğun baskılarla ancak küçük bir bölümü kamuoyuna ulaşabilen belgeler ise küresel dinleme skndallarını ortaya çıkardı ve dünyada sızıntı dönemini başlattı. Snowden kendisinin gerçek bir vatansever olduğunu söylüyor ve ABD anayasasındaki insan haklarını çiğneyen devleti suçluyor. Yönetmen Oliver Stone'un durağan ve siyasi durumları belirsizleştiren tarzı belgeseli yavaşlatsa da 21. yüzyılın siber savaşlarına yakından bakmak için izlenebilir. Yönetmen: Oliver Stone Yapım: Fransa, 2016
İNTERNET: 2016 ARAMA TRENDLERİ İnternette arama motoru tekeli haline yaklaşan Google, dünyada ve Türkiye’de 2016’da nelerin sorulduğunu açıkladı. Türkiye arama trendlerine büyük sosyal mücadelelerin damga vurduğu görülürken komik ve eğlenceli sonuçlarda ortaya çıktı. Yükselen genel aramalardaki ilk beş:
4. Altın fiyatları 5. Olimpiyatlar
1. Slime
"Nedir?" sorusuyla yapılan aramalardaki ilk beş: 1. Artık yıl 2. Güneş tutulması 3. Dünya Kadınlar Günü
1. EBA-Eğitim Bilişim Ağı
4. OHAL
2. Pokemon GO
5. Saat farkı
Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey
1789 Fransız Devrimi’nin sembollerinden “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganını öne çıkararak Osmanlı yurttaşlığı yaratmayı amaçlayana meşrutiyet, farklı dini ve etnik halklardan oluşan imparatorlukta yaşayanlara ne önermişti? Sonuç ne oldu? Ortadoğu tarihi hakkında uzman olan akademisyen Bedross Der Matossian'ın 1908'i Osmanlı toplumundaki azınlıklar açısından inceleyen kitabı geçen yıl Amerika'da yayınlanmış ve Ermeni tarihi üzerine araştırmalar yapan bir dernekten ödül almıştı. Parçalanan Devrim Düşleri- Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde Hürriyetten Şiddete, Bedross Der Matossian, 304 sayfa, 26 lira, İletişim yayınları 2016
KİTAPÇILARDA!
DİZİ: NARCOS "Nasıl yapılır?" sorusuyla yapılan aramalardaki ilk beş:
3. Darbe
Konuşmacı: Roni Margulies
2. KPSS başvurusu 3. Tanka nasıl çıkılır? 4. Orkide bakımı 5. Cirit nasıl oynanır? Dünyada ve Türkiye’de olan bitenlere ilişkin gerçekçi yorum ve önerilere ulaşmak için marksist.org'u ziyaret edin!
Narcos adlı TV dizisi Kolombiya ve İspanya hükümetleri arasında gerilime yol açtı. Kolombiya hükümeti, bir zamanlar ülkeye neredeyse hükmeden kokain kaçakçısı Pablo Escobar’ın hayatını konu alan dizinin Madrid’de bir meydana konulan dev reklamının kaldırılmasını istedi. Gerekçe, Escobar’ın bir kahraman olarak gösterilmesi. Türkiye’de izlenen ve tartışılan Narcos, Amerikan yapımı bir dizi. İçerdiği şiddet ve aksiyonla Kolombiya’nın savaşa geçen uzun yıllarını konu ederken, Escobar’ı yaratan ve neredeyse halk nezdinde bir lider haline getiren Kolombiya’daki fakirliğin üzerinde pek durulmuyor.
EZLN ve FARC gibi bugün Kolombiya hükümetiyle barış anlaşması yapan örgütler, toplumsal tabandan yoksun maceracılardan oluşan tuhaf yapılar olarak resmediliyor. Kolombiya’da binlerce insanın canını alan gizli devlet örgütlenmesi Ölüm Mangaları, vatansever subaylar ve polisler olarak gösteriliyor. Bir kartele karşı başka bir karteli öne çıkartıp savaştıran CIA “kötü çocuk” gibi gösterilirken, ABD müdahalelerinin Kolombiya’yı Escobar’dan kurtardığı fikrine varılıyor. Koka üreticisi köylü kitleleri gerçeği üzerinde hemen hiç durulmuyor. Kısacası Narcos’a Kolombiya hükümetinden daha fazla eleştirimiz var.
MARKSİZM 2017 12-13-14-16 NİSAN İSTANBUL
DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK İÇİN DEVRİMCİ FİKİRLER
DSiP
KADIN 11
KADINLAR İÇİN HER HÂL MÜCADELE NURAN YÜCE
Türkiye’de kadına yönelik şiddet arttı mı yoksa, şiddet vakalarının basına daha fazla yansıması kadına yönelik şiddeti görünür mü kıldı? Bu bir tartışma konusu olmakla birlikte, değişmeyen tek gerçek kadınların şiddete uğradığı ve öldürüldüğü. Resmi raporlarda ve araştırmalarda yaşı kaç olursa olsun, her üç kadından birinin şiddet gördüğü bilgisi yer alıyor. 2015 yılında 309’u silahlı, toplam 414 kadın cinayeti basına yansımıştı. 11 Şubat 2015’te Mersin’de Özgecan’ın öldürülmesi tüm Türkiye’de protesto edildi. Günlerce süren eylemlerle, Özgecan’ın kadın cinayetlerinde bir milat olması beklenmişti ama cinayetler artarak devam etti. 2016 yılının ilk günü, Osmaniye’de boşandığı eşinin evini basan eski kocanın 28 yaşındaki kızını öldürmesi, Aydın Didim’de yine eski kocanın çocukların bakımını konuşma bahanesiyle evine gittiği, altı çocuğun annesi Sultan Sarı’yı bıçaklayarak öldürmesiyle başladı. Öldürülen kadınlar anısına oluşturulan Anıt Sayaç’ta 285 yazıyor. Bu sayı 2016 yılında öldürülen kadınların sayısı. Hayatın her alanında baskı Erkekler kadınları boşanmak istedikleri, boşandıktan sonra başka birisi ile birlikte olmak istedikleri, yemeğin tuzu fazla ya da az olduğu, telefonda fazla konuştuğu, kapıyı geç açtığı gibi nedenlerden dolayı öldürdüklerini söylüyorlar. Gerçekte ise toplumsal cinsiyet rollerine, bu rollerin çizdiği sınırlara koşulsuz itaat etmeyi reddetmeleri, bu sınırlara ufacık da olsa itiraz etmeleri kadınların şiddete uğramalarına, öldürülmelerine neden oluyor. Reddeden ve itiraz eden kadınlar ise hep tek başına. 2015’te KAMER’in yeni düzenlemelere, yasaların değiştirilmesine rağmen kadına
Beyoğlu'ndaki kitlesel kadın yürüyüşü.
yönelik şiddetin neden giderilemediğini incelediği “ Suçlu Kim” çalışmasında 22.864 kadınla görüşme yapılmış. Görüşmelerin sonuçları çok çarpıcı. Görüşme yapılan kadınların sadece %34’ü anlaşarak %4’ü zorla, %62’si ise görücü usulü ile evlendiğini söylüyor. %64’ü okula gitme imkanı bulmuş ancak bunların yarısı ilkokuldan sonrasına devam edememiş. %19’u hiç Türkçe bilmiyor. %20’si ise erken yaşta evlenmiş. Kadınların %37’si mirastan pay aldığını, %57’si almadığını, %5’i ise bilmediğini söylemiş. Eğitimden yoksun bırakılan, erken yaşta evlendirilen, anadili yasaklanan, ekonomik olarak desteklenmeyen kadınların hayatta kalma mücadelesi tabi ki kolay olmuyor. Hele bir de bu sürece itiraz edip koca, baba, erkek kardeş ya da akraba baskısına, şiddetine karşı direndiyse, adli süreçler ve koruma tedbirleri gereğince yerine getirilmediği gibi çoğu zaman kadınların önünde engel
oluşturuyor. Kadınlar sisteme güvenmiyor Kadınlar bu süreçte de yalnız bırakılıyor. 61 kadına ait 108 dava doyası aynı çalışma içinde incelenmiş. Adalete erişimde adli yardım hizmetinden yararlanmanın önemine rağmen, 61 kadından sadece altısı boşanma, nafaka gibi hukuk davalarıyla sınırlı olmak üzere, adli yardım talebinde bulunmuş. Baroların adli yardım bürolarına gitmek için evden çıkamayan ya da muhtarlıktan fakirlik belgesi, ikametgah gibi belgelerin istenmesi nedeniyle taleplerinden vazgeçmek zorunda kalan kadınlar var. Kendisinin ya da çocuğunun hayatı hakkında endişe duyan kadınlar, jandarma ya da polise “sen de hak etmişsindir, olmaz öyle şey dön evine” denebileceği için gitmediklerini ve adalet sistemine güven duymadıklarını söylüyorlar. Anadili Türkçe olmayan kadınların baro-
lara başvurusu ise yok denecek düzeyde. Tüm cesaretlerini toplayıp, can havli ile şikayette bulanan kadınların ceza dava dosyalarının neredeyse tamamında erkekler ceza indiriminden (TCK 62. Madde) faydalandırılmış. 27 ceza dava dosyasında, şiddet failleri hakkında birden fazla şikayet olmasına ve her bir şikayetin yargılamaya konu edilmesine rağmen, her biri ayrı bir dosya gibi ele alınmış ve sanıklar hakkında ceza verilirken her birine iyi hal indirimi uygulanmış. Bizzat mahkeme “suç işlemeye meyilli kişilik” tespiti yaptığı erkekler için bile iyi hal indirimi uygulanmış. Bu uygulamalar çok doğal bir biçimde Türkiye’de kadına yönelik şiddeti azaltmaz, artırır. Kadına yönelik şiddetin daha görünür olması ise, “her hâlde” şiddete, cinayetlere karşı direneceklerini söyleyen kadınların mücadelesinin ve dayanışmasının sonucudur.
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
SURİYE: ÇALINAN DEVRİM ATİLLA DİRİM
KATLEDİLEN HALK
Arap Baharı adı verilen ve dünyayı sarsan bir dizi ayaklanma, altıncı yılını doldurdu. Tunus'tan başlayıp Körfez ülkelerine kadar çok geniş bir coğrafyanın neredeyse tümü, bu dalgadan az ya da çok etkilendi. Açlıktan, sefaletten, siyasi baskılardan, yaşam kalitesinin kötülüğünden bıkan kitlelerin ayağa kalkması ve devrilmez denilen diktatörleri alaşağı etmesi, bütün dünyaya umut oldu.
Akla gelebilecek neredeyse bütün emperyalist ve bölgesel güçlerin hareket sahasına dönüşen Suriye'nin asıl kaybedeni ise sivil halk. 2010 yılından bu yana savaşta ölen sivillerin sayısının 500.000 civarında olduğu tahmin ediliyor. Birçok şehir ağır bombardımanların etkisiyle harabeye dönmüş durumda. Yaklaşık 6 milyon kadar Suriyeli, canlarını kurtarmak için kitleler halinde komşu ülkelere sığındı. Türkiye de Suriyelilerin sığındığı bu ülkelerden biri. Ancak Türkiye devletinin sığınmacı politikasının temelini insani amaçlar oluşturmuyor. Milyonlarca Suriyeli sığınmacı Avrupa Birliği’yle yapılan siyasi pazarlıklarda koz olarak kullanılacak, adeta rehinelere indirgeniyor.
Ancak aradan geçen altı yılda dünyayı sarsan Arap Baharı, devrimci alternatiflerin yokluğunda, emperyalizmin dört koldan saldırısına uğradı. Tunus'ta kurulan burjuva hükümetlerin hiçbiri, işçi sınıfının ve ezilenlerin dertlerini sona erdirmedi. Libya'da devrilmez denilen Kaddafi diktasını sona erdiren hareket, daha en başından itibaren emperyalizmin yoğun bir saldırısına uğrayarak paramparça oldu. İşçi sınıfının çok çarpıcı bir şekilde ayağa kalktığı Mısır'da ise emperyalistler aralarındaki bütün çelişkileri bir kenara koyarak, General Sisi darbesinin önünü açmak için ellerinden geleni yaptılar. Şu anda Mısır'da Mübarek dönemini aratmayacak ağırlıkta koşullar hüküm sürüyor.
Türkiye'de son derece kötü koşullarda yaşamaya çalışan Suriyeli mülteciler, bir umut olarak gördükleri Avrupa ülkelerine ölümü göze alarak kaçmaya başladıklarında, Avrupa ülkeleri mülteci akınını durdurmak için Türkiye ile kirli bir anlaşmaya imza attı ve sınırlarını kapadı. O günden bu yana mültecilerin Türkiye'deki durumu daha da kötüleşti.
Suriye'de de halk, iktidarı babasından devralan diktatör Esad'a karşı ayağa kalktı. Arap coğrafyasının en zalim diktatörlüklerinden biri olan Suriye'de, baba Hafız Esad döneminde de bazı isyan girişimleri yaşanmış, bunlar olabilecek en büyük şiddetle ezilmiş, Hama ve Humus şehirleri yerle bir edilerek on binlerce insan öldürülmüştü. Daha fazla demokrasi ve özgürlük için sokağa çıkan insanlara karşı rejim yine baskı, şiddet ve geniş çaplı tutuklamalarla cevap verdi, insan hakları ihlalleri ve işkence raporları zirveye çıktı. Kısa bir süre sonra rejim isyan eden şehir ve kasabaların üzerine askeri birlikler ve tanklar gönderince, kanlı çatışmaların kapısı aralanmış oldu. Suriye'de rejim güçleri ile isyancılar arasındaki çatışmaların başlamasından sonra, Irak'a ABD müdahalesinin bir ürünü olarak ortaya çıkan karşı-devrimci IŞİD, hem Irak'ın hem de Suriye'nin geniş bölgelerini ele geçirdi. Suudi Arabistan ve Katar gibi devletlerin desteklediği çok sayıdaki karşı devrimci örgüt ve grup, nüfuz alanlarını büyütmek için savaşmaya başladılar. Emperyalist devletlerin de müdahalesiyle, Suriye kanlı bir iç savaş
Bütün bunlar olurken, Rusya destekli rejim güçleri ülkedeki kontrolü giderek daha fazla eline geçirmeye başladı. Son olarak Halep’in doğusundaki sivil halkı bombalamaya başladı. Uluslararası kamuoyunun baskısıyla, savaşan güçler arasında Doğu Halep'in tahliye edilmesi için anlaşmaya varıldı. Günlerden beri aç ve susuz kurtarılmayı bekleyen sivillerin tahliyesi, her an bombalanma ve ölüm tehlikesi altında ağır aksak da olsa sürüyor.
EMPERYALİZMİN MÜDAHALESİ bataklığına sürüklendi. Bu devletlerden Rusya'nın Suriye'de önemli jeopolitik çıkarları bulunuyor. Rusya'nın Tartus’ta, son zamanlarda genişletilen bir donanma üssü ile Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim’de bir hava üssü bulunuyor. Yani eğer jeostratejik düzeyde Suriye’yi kaybe-
derse, Rusya’nın Akdeniz havzasında bir varlığı ve diplomatik nüfuz sağlayabileceği bir kanalı kalmamış olacak. Bu nedenle de olanca gücüyle Beşar Esad'ı desteklemeye devam ediyor. ABD içinse bölge tartışılmaz bir öneme sahip. Irak'tan yenilgiyle çıkmak zorunda kaldıktan son-
ra, IŞİD'in varlığının bahanesiyle birlikte bölgeye tekrar müdahale etmeye başladı. Şu anda bölgede hatırı sayılır bir hava gücü var ve müttefiki olan İsrail ile Körfez ülkelerinin güvenliğini sağlamak adına, daha doğrusu, kendi çıkarlarını güvence altına almak adına, savaşın aktif bir parçası oldu.
Türkiye devleti için, Kürtlerin Suriye'nin kuzeyinde elde ettiği kazanımlar tam bir kâbus halini aldı. Daha önceki asıl hedefi Esad’a karşı, Suriye’de olası bir rejim değişikliği vesilesiyle bölgesel güçlerden biri olarak nüfuzunu artırmak iken, Kürtlerin kazanımlarıyla birlikte politika değişikliğine gitti. Türkiye devletinin Suriye politikasının merkezine, Kürtlerin Suriye’de elde ettiği kazanımların engellenmesi hedefi alındı.