DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
510
15 Ocak 2015 2 TL. sosyalistisci.org
HRANT DİNK: 1954-1915 CHARLİE HEBDO: MEDENİYETLER ÇATIŞMASI DEĞİL KATLİAM!
sayfa 4-6-7
NURAN YÜCE: KARAKIŞTA KÜRESEL ISINMA
sayfa 11
YETVART DANZİKYAN: “Ermeni soykırımıyla ilgili yapılacak iş inkârın bırakılması ve olup bitenle yüzleşmektir”
sayfa
5
2
GÜNDEM
BARIŞ TRAFİĞİ HIZLANDI CHP’YLE İTTİFAK OLMAZ!
HDP Grup Başkanvekilleri Pervin Buldan, İdris Baluken, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve DTK Eşbaşkanı Hatip Dicle’den oluşan heyet hava muhalefeti nedeniyle Abdullah Öcalan ile yapamadığı görüşmeyi geçen hafta gerçekleştirdi.
Ne yazık ki Türkiye’de solun bazı kesimlerinin CHP’yle dansı asla sona ermeyecek. ÖDP Eşbaşkanlarından Alper Taş, AKP’yi yenmenin yolunun HDP’nin CHP’yle ittifak yapması olduğunu savundu.
HDP’nin Öcalan ile yaptığı görüşmede, müzakereye geçiş sürecinde kurumların oluşturulması konusunda görüş birliği sağlanırken heyet önümüzdeki günlerde bu kapsamda yeni temaslarda bulunacak.
Zaman zaman HDP içindeki bazı arkadaşlarımız da CHP’ye çağrı yapıyor.
Görüşme sonrasında heyet bir açıklama yapmadı ancak basında yer alan bilgilere göre görüşmenin temel gündemini müzakere tartışmaları oluştururken, tartışmaların odağında müzakereye başlanması için oluşturulacak kurumların şekillenmesi oldu.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce, çok yakınımızda olan, beraber kampanyalar yaptığımız insanlar, CHP ve HDP’nin ortak cumhurbaşkanı adayı çıkartması için hızlandırılmış bir mesai harcamışlardı. Yine bazı arkadaşlarımız yerel seçimlerde Sarıgül’e oy verebilmişlerdi. Buna politika yapmak, demokratik muhalefet adı veriliyor. Nihai olarak asla birleşemeyecek olan, birleştiği tek siyasal hat ulusalcılık olan Haziran grupları, seçimler öncesi bir hazırlık için bir araya gelmiş görünüyorlar. Amaç, CHP etrafında kümelenmek, CHP’yle ittifak yapmak ve seçimlerde AKP’yi CHP’yle birlikte yenmek. Bu grupların arasında şimdiden boykot tutumu almak gerektiğini söyleyenlere de aldırmayalım: Bu da CHP’ye oy çağrısı yapmanın yeni formülü. Ankara’da yerel seçimlerde kendi belediye başkan adaylarını yarı yolda bırakıp Mansur Yavaş’a oy verdiklerini biliyoruz. Ulusalcılar bir noktayı gözden kaçırıyor, birbirine doğrudan bağlı olan iki ayrı ipliğin düğümlendiği nokta bu: AKP’yi yenmek için AKP tabanının bir kesiminin AKP’den kopması gerekiyor. Ama ulusalcı bir heyezanla yıllar içinde şekillenen CHP tabanını kazanmaya çalışan politikaların bu tabanı AKP’de kopartması mümkün değil. Tersine, AKP’nin bir dizi tutumundan rahatsız olan, alternatifi olmadığı için hala bu partiye oy veren yoksul kesimler, CHP’yi kazanmaya çalışan politikalar nedeniyle AKP’ye lehimleniyor. CHP’yi demokratikleştirmek için gösterilen çaba, AKP’yi demokratikleştirmek için gösterilen çaba kadar anlamsız.
Öcalan, müzakere kurumlarının oluşturulması için heyetten çalışmalarını hızlandırmasını isterken, İmralı’da devlet heyeti ile Öcalan arasındaki görüşme trafiğinin de hızlandığı ortaya çıktı. Kandil ile görüşme Görüşme sonrasında HDP heyeti görüşme notlarını Kandil’e gönderdi, ardından yapılacaklar konusunda planlama yapıldı. Heyet ilk olarak Kandil’e giderek KCK yetkilileri ile görüşecek. Görüşmede Öcalan’ın önümüzdeki döneme ilişkin aldığı kararlar Kandil’e aktarılacak. Kandil’in onay vermesi durumunda yeni döneme ilişkin planlar hükümet ile paylaşılacak. Karşılıklı görüşlerin alınmasının ardında heyet İmralı’ya giderek yeniden Öcalan ile görüşecek. Öcalan’ın bu görüşmeden sonra kamuoyuna silahsızlanma gibi önemli konularda açıklama yapması bekleniyor. Öcalan’ın talep ettiği ve beklediği sürecin yolunda gitmesi durumunda çözüm süreci açısından Şubat, Mart ve Nisan aylarında tarihi gelişmeler yaşanacağı belirtiliyor. Tüm bu görüşme trafiği bize çözüm sürecinin hızlandığını
SEÇİM BARAJININ BEKÇİSİ VAR
CHP, toplumu laik-dindar şeklinde bölen tüm politikalardan vaz geçtiğini ilan etmelidir.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç geçen hafta verdiği bir röportajda HDP’nin seçim barajını geçip geçemeyeceğine dair bir soruya şu yanıtı verdi: “Kendine güveneceksin, barajı aşarsan herkes sana selam duracak, alkışlayacak, aşamazsan ‘Türkiye’de karşılığı buymuş’ diyeceksin… ”
Ermeni soykırımını tanıdığını, Suriyeli göçmenlere ayrımcılık yapmayacağını, Esad’ı desteklemeyeceğini, Kobanê’nin kendi kaderini tayin ahkkına saygı duyacağını açıklamaladır.
Hükümet yetkilileri hemen her konuda egemen olmanın verdiği avantaja yaslanmayı tercih ediyor. Üstelik bir de karşı tarafın yasal dezavantajlarını
CHP, önce bir seçim taktiği olarak bile çözüm sürecini desteklediğini, Kürt halkının temel haklarının hepsini hemen tanıyacağını, PKK kadrolarının siyaset yapmasının olanaklarını yaratacağını açıklamalıdır. CHP, Dersim’den dolayı özürü dilemelidir.
sanki kendilerinin kabahatiymiş gibi sunuyorlar. 12 Eylül’ün sorumlularını yargıladıklarını söylüyorlardı ama onun uygulaması olan %10 barajının bugün bekçiliğini yapıyorlar. O barajı geçemeyen onlarca parti var iken mecliste anti-demokratik bir biçimde fazladan sandalyeye sahip olanlar dönüp “siz de yüzde on alın sizin de fazladan sandalyeniz olsun” diyorlar. AKP’nin demokrasi anlayışı bu elbette ve ellerindeki hiçbir gücü de mecbur
her türden Ergenekoncu, Balyozcu unsurla selamı sabahı kesmelidir. Çözüm sürecinde Abdullah Öcalan’la görüşülmesinden rahatsız olan Kılıçdaroğlu’nun bu adımların birisini bile atması mümkün değildir. Bu adımları atarsa, ortada CHP diye bir şey kalmaz. Bu yüzden bu seçimlerde de “Ne AKP neoliberalizmi ne CHP kemalizmi” içerikli, özgürlükçü, sol, bütün ezilenlerin sesi olmayı hedefleyen ve kendi güçlerine, bu güçlerin harekete geçme potansiyellerine güvenen bir kampanya yapılmalı. HDP adayları etrafında böyle bir seçim kampanyası yapmak mümkün, gerekli ve zorunlu.
gösteriyor. Bu olumlu bir gelişme. Ancak bu süreçte barış talebinin, Kürtlerin haklarının tanınmasının özellikle Batı’da dile getirilmesinin önünü açacak bir toplumsal desteğe ihtiyaç var. Bunun yaratılamadığı her durum kırılganlığını koruyacaktır. Cizre’den sık sık çatışma haberlerinin gelmesi, Ümit Kurt’un devlet tarafından öldürülmesi bize bu tür süreçlerin aynı zamanda alttan alta güç mücadelelerinin devam ettiği süreçler olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla hükümeti Kürt halkı lehine adım atmaya zorlayacak her hareket bu süreçte Kürt halkının elini güçlendirecektir. Batı’da bize düşen görev böyle bir hareketi inşa etmektir.
“Ben Hristiyan olarak doğdum. Bu durumda Rupert Murdoch benim sorumluluğumdaysa, o zaman kendimi aforoz edebilirim.” (Harry Potter’ın yazarı JK Rowling)
kalmadıkça bırakmaya niyetli değiller. Yüzde 10 barajını kaldırtmak, meclisteki temsiliyet sıkıntısını biraz daha dengeli bir hale getirmek ve iki kutuplu meclise farklı renklerin girmesini sağlamak açısından önemli. Arınç’a kendi cümlesini biraz çevirip şunu sormak gerekiyor: Eğer barajı kaldırdığınızda şimdikiyle aynı oy oranını alacağınıza inanıyorsanız neden kaldırmıyorsunuz?”
GÜNDEM
HANİ DARBE GİRİŞİMİYDİ?
3
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
HDP, PARLAMENTO VE SEÇİMLER HDP yönetim kadroları, seçime parti olarak girileceği yönünde açıklamalar yapıyor. Hükümet ise bu açıklamalara geleneksel hale gelen nobranca yanıtlar veriyor. Önümüzdeki günlerde çözüm sürecinin içinden geçeceği kritik viraj seçim tartışmalarıyla keskinleşecek. Abdullah Öcalan, seçimlere hangi biçimde katılım olması gerektiğiyle ilgili görüşlerinin önümüzdeki günlerde açıklayacağını söyledi. HDP seçimlere nasıl katılacak? Parti olarak katılırsa barajı geçer mi geçmez mi? Bu konularda kehanette bulunmaya gerek yok! Her şeyden önemlisi, seçim barajının hala mevcut olması. AKP’nin bir yandan 12 Eylül yasalarını eleştirirken bir yanda da bu yasalara sırtını dayayabilmesindeki pişkinlik. Seçim barajı, genel demokratikleşmenin düzeyini belirleyen önemli bir etken ve barajın kaldırılması için verilecek mücadele çok önemli.
25 Ocak 2012 - Zaman gazetesinin 25. yaşgününü kutlayan Tayyip Erdoğan pasta kesiyor
Bülent Arınç, geçtiğimiz hafta yaptığı bir konuşmada söyledikleriyle, yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının “darbe girişimi” olduğuna dair AKP tarafından üretilen argümanların gerçek olmadığını itiraf etmiş oldu. “Paralele karşı mücadele” yemini eden Arınç, Gülen cemaatini “AKP’ye ihanet etmek” ile suçladı, “Bir sene öncesine kadar kendilerine her konuda yardım ve destek yaptığımız
insanlar...” diyerek bugün “suçlu” ilan edilenlere yıllar boyunca yardım ve yataklık yapmış olduklarını hatırlattı. Başbakan Yardımcısı Arınç’ın, “darbe girişimi” olarak saydığı şeyler arasında “seçimlerde hükümeti devirmeye çalışmak” ve “gizli-açık ittifaklar yapmak” da vardı. Siyasi olarak manevralar yapmanın ve seçimleri kazanmanın “darbe girişimi” olarak nitelenmesi de AKP liderliğinin iktidarını kaybetme korkusuyla geldiği noktanın göstergesi.
SOYKIRIM İNKÂRCILARI İÇİN HÜSRAN Irkçı İşçi Partisi’nin başını çektiği Talat Paşa Komitesi’nden bir heyet, soykırımı inkâr etmek için Atina’nın Sintagma Meydanı’nda bir basın açıklaması yapmak üzere Yunanistan’a gitti. Ancak olayın önceden haber alınmasıyla provokasyon önlendi. Yunan makamları, Komite üyelerine Schengen Vizesi’ndeki belgelerin eksik olabileceği ihtimalini gerekçe göstererek sınır dışı kararı aldı.
Nazi cinayetlerini kötü niyetle küçümseyen ve inkâr edenlere para ve hapis cezası öngörüyor.
Yunanistan Parlamentosu, ırkçılıkla mücadele kapsamında hazırlanan Irkçılığa Karşı Mücadele yasa tasarısını 9 Eylül 2014’te oy çokluğuyla kabul etmişti. Yasanın ikinci maddesi, uluslararası mahkemeler ve Yunanistan Parlamentosu’nun resmen kabul ettiği savaş suçlarını, insanlığa karşı işlenen suçları, 1915 Ermeni Soykırımı’nı, Pontus Rum ve Küçük Asya Hıristiyan halklarının soykırımını,
2015’in ilk günlerinde soykırım inkârcıları ilk yenilgilerini Atina’da aldılar. Onları Türkiye’de de mağlup etmek için tüm ırkçılık karşıtları kollarını sıvamalı. DurDe platformu, geçtiğimiz hafta İstanbul’da hem 1915’e yönelik bir aktivistler toplantısı düzenledi hem de Mazlum-Der ile ortak olarak “Türkiye’de Ermeni olmak” başlıklı bir yüzleşme toplantısı yaptı.
HAFTANIN IRKÇISI
İP çetesinin başını çeken Doğu Perinçek daha önce de İsviçre ve benzer ülkelerde benzer eylemlerde bulunmuştu. Bu ırkçı çevre, AİHM’in “kendilerini haklı bulduğu” yönünde yalan haberler de yayımlıyor.
rı yazdı: ‘’Müslümanların çoğunluğu barışsever olabilir ama içlerinde büyüyen Cihatçı kanserin farkına varıp ortadan kaldırılana dek onlar da sorumlu sayılmalıdır.’’
FOX TV’NİN SAHİBİ RUPERT MURDOCH
20. yüzyılın başında Almanya’da iktidarı ele geçirmek için harekete geçen Naziler, Yahudileri, Çingeneleri, eşcinselleri hedef almıştı. Azınlıklara saldırdılar, faşist terörün yarattığı yılgınlık ortamında Alman işçi sınıfını boğmaya yöneldiler.
Charlie Hebdo katliamı sonrası dünya nefrete karşı ayağa kalkarken, en iğrenç açıklama medya patronu Rupert Murdoch’tan geldi. Dünyanın 117. en zengin kişisi olan Murdoch, katliamdan sonra Twitter’da şunla-
21. yüzyılda Avrupa’da ve ABD’de ise ırkçıların hedefi Müslüman göçmenler. Küresel ölçekte yayılan İslam düşmanlığının, Nazilerin Yahudi düşmanlığından bir farkı yok.
Ama bu, muhtemelen 7 Haziran seçimlerinden sonra daha fazla gündeme oturacak bir mücadele konusu olacak. Şimdi sorun, HDP parti olarak mı girecek seçimlere, bağımsız adaylarla mı? Çözüm sürecinin ivmesi, kolaylaşması açısından Haziran ayından sonra da mecliste Kürt siyasilerin olması, Abdullah Öcalan’la diyalog kapılarının asla kapanmaması çok önemli. Çözüm süreci açısından, HDP’nin mecliste olması çok önemli. Ama önemli olan tek şey bu değil. Önemli olan tek şey seçimler değil. Seçimler, mücadele eden güçlerin, mücadelenin taleplerinin kitlelerde nasıl bir yansıması olduğunu, hangi siyasi grupların ve partilerin kitlelerin taleplerini güven veren bir şekilde ifade ettiğinin görülmesi açısından çok önemli. Fakat parlamento tek başına, başlı başına önemli değil. Kürt halkı, parlamentoda milletvekilleri olduğu için bugün sahip olduğu siyasal düzeye ulaşmadı, bugün sahip olduğu siyasal düzeyi inşa eden çok yaygın ve etkili bir mücadele verdiği için parlamentoda da etkili, güç sahibi bir hareketi örgütleyebildi. Meclise girmiş olmasına rağmen partisi kapatılıp milletvekilleri hapsedilmesine rağmen, Kürt halkı geri adım atmadı. Bu mücadele bugün müzakere sürecinin ilk aşamasına ulaşılmasını sağladı. “Kürtlerin seçime parti olarak girmesi AKP’yle bir pazarlığın ürünü olabilir ancak” dedikodusunu yayanlar, belli ki siyaseti pazarlıktan ibaret görüp öyle yaşıyorlar. Bu dedikoduyu yayınların büyük çoğunluğu ise her seçimde CHP’yle pazarlık edenler. Bu dedikodu HDP’ye oy vermemenin yolunu açıyor. Bize düşen, HDP’nin alacağı tutum hakkında zar atmak değil, her koşulda HDP’yi desteklerken bir yandan da çözüm sürecinin selameti için aşağıdan bir barış kampanyasını kitlelerle beraber örgütlemek için kolları sıvamaktır.
arşivimize buradan ulaşabilirsiniz:
www.sosyalistisci.org
4
DÜNYA
MİLYONLAR CHARLİE HEBDO KATLİAMINI PROTESTO ETTİ
SOSYALİSTLER: “İKİ TARAF DA ÖZGÜRLÜĞÜN DÜŞMANIDIR” Fransa’daki Yeni Antikapitalist Parti (NPA): “Mizah dergisi Charlie Hebdo’nun ofisine yapılan saldırı, yazarlara ve çalışanlara yönelik bu gözü dönmüş ve ölüm saçan şiddete karşı öfke ve infial yaratmıştır. Bu şiddet, gerici ve cehaleti besleyen önyargılar adına ifade ve basın özgürlüğüne karşı terör tohumları ekmeyi hedeflemektedir... Irkçılıkla kumar oynayan, yabancılara ve bilhassa Müslümanlara karşı nefreti kışkırtan ya da yeni baskıcı yasalar koymak için bu hadiseden faydalanan sihirbaz çıraklarıyla kurulacak herhangi bir ulusal birliğin parçası olmayacağız. Zira bugün içinde yaşadığımız yabancı düşmanı ve zehirli iklimden ciddi anlamda sorumludurlar. İki taraf da demokrasinin, özgürlüğün düşmanıdır; emekçilerin, halk sınıflarının düşmanıdır; dayanışma içinde bir dünyanın düşmanıdır.” İngiltere’deki Sosyalist İşçi Partisi (SWP): “Irkçılar ve sağcılar, çarşamba günü Paris’te gerçekleşen korkunç katliamı, işçileri bölmek, emperyalist müdahaleyi gerekçelendirmek ve İslamofobiyi arttırmak için kullanıyorlar. Hemen hemen herkes, saldırıların yanlış ve hiçbir şekilde kabul edilemez olduğunun farkındadır. Bu saldırıların ırkçılık üretmek, daha fazla savaşı gerekçelendirmek ya da aşırı sağı güçlendirmek için kullanılmasına izin vermemeliyiz.”
ONUR DEVRİM ÜÇBAŞ
Charlie Hebdo katliamı başta Fransa olmak üzere tüm dünyada yaklaşık dört milyon kişi tarafından anıldı. Katliamın gerçekleştiği gün Paris’te 35.000, Fransa genelinde ise 100.000 kişi sokağa çıkarak Je Suis Charlie (Hepimiz Charlie’yiz) dövizleri ve öldürülen çizerler için kalemler taşıdı. Eylemlerde katliama karşı öfke öne çıkarken Fransa’da son yapılan AB seçimlerinden birinci çıkan faşist Ulusal Cephe eylemlere müdahale edemedi. Montreal, Brüksel, Berlin, Avusturya, İrlanda, Münih, Stockholm, Washington, Quebec ve Londra’da yapılan anmalara binlerce kişi katıldı.
Katliama karşı yapılan en büyük gösteri ise 10-11 Ocak’ta Fransa genelinde yapılan gösteri oldu. Paris’te yapılan ve Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın da katıldığı yürüyüşe 1,5 milyondan fazla kişi katıldı. Yürüyüşün en KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse
İSLAM VE ŞİDDET Norveçli terörist Andrev Breivek, 2011 yılında Norveç’in ve Avrupa’nın İslamîleşmesini ve çok kültürlülüğü protesto etmek için önce Oslo’da, ardından sosyal demokrat partinin gençlik kampında bomba patlattı; 77 kişi öldü, 242 kişi yaralandı. Irak’ta 2003 yılından beri bir buçuk milyondan fazla kişinin ölmesinin baş sorumlusu George Bush ve bir numaralı müttefiği Tony Blair, Hıristiyan. Kurulduğu günden bu yana dünyanın dört bir yanında pek çok yeri bombalayan NATO asıl olarak Hıristiyan ülkelerden oluşan bir askerî ittifak. Bu ittifak, örneğin, 1999 yılında Yugoslavya’ya operasyon düzenlediğinde ilk bombaladığı yerlerden biri Sırbistan Radyo ve Televizyonu olmuştu. O günlerde Pentagon bu saldırıyı “Sırbistan TV’si Miloseviç’in savaş makinesinin bir parçası, bu nedenle meşru bir hedef” diyerek savunmuştu. Binada ölenler gazeteciydi. İfade ve basın özgürlüğü açısından ne büyük bir gaflet ve delalet, değil mi? Zaten kendisi teokratik bir devlet olan İsrail bugüne kadar yüz binlerce Filistinliyi öldürdü ve evinden, yurdun-
önünde polis korumasında ise Hollande ile birlikte kendi ülkelerinde ifade özgürlüğünü kısıtlayan, başka ülkelerin işgalini destekleyen pek çok sağcı lider de yer aldı. Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Almanya Başbakanı Angela Merkel, İngiltere Başbakanı David Cameron, İspanya Başbakanı Mariano Rajoy, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun da yürüyüşteydi. Avrupa’da yaşayan Müslümanlar yaptıkları pek çok eylem ve kampanya ile katliamı kınadılar. Hollanda’da bir grup Müslüman öncülüğünde, internet üzerinden “Benim İslamım değil” (Niet mijn İslam) kampanyası başlatıldı. Kampanyaya ilk gün 11 bine yakın kişi destek verdi. İtalya’da Milano şehrinde yapılan eylemde Müslüman göstericiler “Benim adıma değil” yazılı pankartlar taşıdılar. Almanya’daki Müslümanlar ise Salı günü Berlin’de sokağa çıkacak. dan etti. Peki tüm bunlar olurken hangimiz Hıristiyanlık ve Yahudilik ile şiddet arasında özsel bir ilişki olup olmadığını sorduk? Hiçbirimiz. Ama İslam söz konusu olduğunda herkes İslam ile şiddet arasındaki özsel ilişkiyi kanıtlamaya çalışıyor. Yani şunu diyorlar; Kuran öyle bir kitaptır ki bunu okuyanı şiddete yöneltir. Eyvah! Dünyada 1,6 milyar Müslüman var. Hepsi Kuran’dan yola çıkarak şiddete yönelecekse vay başımıza gelenler! Öyle ya, Kuran öyle bir kitap ki okuyanları otomatik olarak şiddete yöneltiyor. Devletler ya da NATO gibi kanlı askerî ittifaklar yapınca terörden sayılmadığı için de dünyada geriye kalan bütün şiddet olayları (artık kaç tane kalıyorsa!) Müslümanların başına patlıyor. Bu iddianın saçmmallığını anlatmak için yukarıda Hıristiyanlık ve Yahudilik ile ilgili verdiğim örmeklere ek olarak İslam’ın içindeki farklı yorumlardan, her dinî kitapta olduğu gibi Kuran içinde de hem şiddet yanlısı hem de şiddet karşıtı sözler olduğundan, dünyaya Marksizm’in gözünden bakan bir materyalistin hiçbir olguyu soyut bir dinî inanış ile açıklayamayacağından, dinî inançların da bunlara inananların da kutsal kitaplar tarafından değil tamamen maddî, bu dünyaya ait güdülerle hareket ettiğinden, başka türlü her açıklamanın idealizmden başka bir şey olamayacağından söz etmeyeceğim bile.
NİJERYA’DA KATLİAM!
Nijerya’da İslamcı Boko Haram örgütü ülkenin kuzeydoğusundaki Baga kentinde gerçekleştirdiği katliamda en az 2000 kişi öldü. 3 Ocak’ta Çad, Nijer ve Nijerya ordularının ortak karargahına saldıran Boko Haram, bu üssü ele geçirdikten sonra Baga’da kitlesel bir katliama girişti. En az 35.000 kişi Boko Haram’dan kaçmak için evlerini terk ederken bir kısmı sınırdaki Çad gölünde boğuldu. Bu saldırıyla Boko Haram Baga’nın bulunduğu Borno bölgesinin çoğunluğunu elinde tutmaya başladı. Nijerya dünyanın en yoksul ülkelerinden biri. Nüfusun çoğunluğunun geliri günlük 2 doların altında, ortalama yaşam süresi ise sadece 55 yıl.
KÜRESEL MÜCADELELER n Gine’de sendikalar işçi ücretlerine en kısa zamanda zam yapılması talebiyle greve çıktı. 6 Ocak’ta gerçekleşen grev sonucu kamu ve özel sektörde çalışmalar dururken, trafik felç oldu. Gine hükümeti 1 Temmuz 2015’te ücretlere yüzde artırılacağını duyurmuştu. İşçiler ise bekleyecek bir günümüz yok diyerek grev yapıyor. n Hindistan’da bulunan dünyanın en büyük kömür madeninin özelleştirilmesini durdurmak için 7 Ocak’ta greve çıkan yarım milyondan fazla işçi kazandı. Tarihin en büyğk maden grevinin 2. gününde beş sendika ile masaya oturan Hindistan hükümeti, Coal İndia adlı şirketi satmayacağının teminatını verdiğini açıkladı. Ancak başka sektörlerde özelleştirmelere devam edeceğini de duyurdu. n Brezilya’nın Sao Paulo kentinde on binlerce kişi ulaşım ücretlerine yapılan zamma karşı çıkmak için yürüdü. 10 Ocak’ta gerçekleşen protestoya müdahale eden polis biber gazı ve plastik mermi ile saldırdı. n Almanya’nın Dressden kentinde yaptığı mitingle gündeme gelen ırkçı Pegida’ya yanıt bir çok merkezdeki protestolarla yerde verildi. Irkçılar, 25 bin kişi toplamıştı. Aynı yerde 35 bin antifaşist toplanırken, Almanya genelinde 100 bin kişi Pegida’ya dur dedi.
RÖPORTAJ
5
“Ermeni soykırımıyla ilgili yapılacak iş inkârın bırakılması ve olup bitenle yüzleşmektir” Hrant’ın Arkadaşları’ndan, gazeteci-yazar Yetvart Danzikyan sorularımızı yanıtladı Paris’te gerçekleşen katliam ve ardından yaşananlar Türkiye’de çok sert bir biçimde tartışılıyor. Siz saldırıyı ve saldırı etrafından süren tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
seçimlerden önce Türkiye’nin politik iklimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Seçimler bu iklimi ne yönde etkileyebilir? Yetvart Danzikyan: Doğrusu seçim atmosferi tahmin etmek her zaman güçtür. Bir olay her şeyi değiştirebilir. Ancak çözüm sürecinin getirdiği bir iklim var. Hükümet bu iklimi sürdürmek isteyecek ve süreç muhtemelen masada kalacaktır. Ancak AKP’nin sürekli düşman yaratması ve böyle bir düşman olmadan seçime gitmemesi de soru işareti yaratıyor. Yeni düşman kim olacak? Cemaat meselesi artık neredeyse kapandı ve AKP tabanını hala motive edecek bir argüman mı doğrusu değilim. Beri yandan Fransa’taki katliamın yansımaları nasıl olacak, Batı’da yeni bir döneme mi girilecek, yeni saldırılar olacak mı, bunlar da soru işareti. Eğer bu tip saldırılar sürerse gündemi İslamcılığın belirlediği ve bunun varyantlarını tartıştığımız bir dönemde bulabiliriz de kendimizi
Yetvart Danzikyan: Saldırının ama’sız ve kayıtsız şartsız kınanması gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta bu bir ifade özgürlüğü meselesidir. İfadenin ölümle susturulması gibi bir mesele var. Ancak Türkiye kamuoyu, Hükümet’in de konuyu buraya sürüklemesiyle konuyu getirip İslamofobi’ye bağladı. Yani bu saldırı acaba Batı’da varolan İslamofobi’yi tetikleyecek miydi? Doğrusu burada öncelikle yapılacak bu katliamla yüzleşmek. Kaldı ki, Batı, İslam karşıtlığının doğduğu ancak bu karşıtlığa gerek sivil toplum gerekse hükümetler düzeyinde en etkili yanıtların verildiği yer aynı zamanda. Yani İslam karşıtlığı evet var ama Türkiye’nin bu konuda epeyce bir ders almasını gerektirecek düzeyde bununla mücadele de var. Üstelik bunu söyleyen ülke, daha iki hafta önce Noel Baba’ların sokaklarda kovalandığı, Protestanların hala korku içinde yaşadığı ülke. Ancak düşününce, bu reaksiyon aslında iyi seçenek. Daha derinlerde ise Türkiye kamuoyunda bu katliamı olumlayan, haklı gören bir çizgi olduğunu biliyoruz. Ki asıl mesele de bu galiba. Uzun süredir davanın peşini bırakmayan Hrant’ın Arkadaşları grubundasınız. Bu yıl 19 Ocak’ta hangi vurguları öner çıkartacaksınız? Davanın gelişimini, bazı kamu görevlilerinin ifade vermesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yetvart Danzikyan: Bu yıl cinayetin sekizinci Ermeni soykırımının ise 100. yılı. Hrant Dink’in öldürülmesine de soykırımı bir devamı olarak bakmak mümkün. Ancak bu iki konuyu illa bitiştireceğiz diye bir amacımız da yok. Meselenin kendisi bunu kendi akışı içinde nasıl önümüze getiriyor-
Ermeni soykırımının 100. yılı hangi açılardan ele alınmalı ve öne çıkartılmalı?
sa öyle bakacağız. Beri yandan evet bazı kamu görevlileri ifade veriyor, bazı gelişmeler olacak gibi görünüyor. Şimdiye kadar olup bitenden cinayetin Gülen cemaati ile hesaplaşma çerçevesi içinde çözülmek istendiği gibi bir niyet olduğu şüphesini taşımaktayız ancak bekleyip göreceğiz. Bunu derken şu notu da her zaman düşüyoruz elbette. Bunu derken Cemaate yakın polislerin bu işte dahli olmadığını söylüyor değiliz. Vardı. Ancak artık hepimiz biliyoruz ki
cinayet devlet içindeki çok daha geniş bir mutabakatın sonucu. Şöyle bir benzetme yapmak abartılı olmaz bence. 1915 nasıl bir mutabakat içinde gerçekleşti ve üstü kapatıldı, katilleri korundu ise, Hrant Dink cinayeti de benzer bir mutabakat içinde işlendi ve tetiğin ardındaki eller şimdiye kadar korundu. Dolayısıyla 1915 ile yüzleşmeye Hrant Dink cinayetini tam anlamıyla çözerek de başlamak mümkün. Haziran ayında gerçekleşecek genel
Yetvart Danzikyan: 1915’in 100. yılı, artık bu topraklarda Ermenilere bir haksızlık yapıldığının kabulü açısından ele alınmalı. 1915’te olanların bir nedeni vardı, Ermenileri bu topraklardan sürmek, temizlemek. Bir sonucu oldu: Ermeniler bu topraklardan kazındı ve 100 binlerce insan öldürüldü. Bir sonucu daha var: Ermenilerin mallarına el kondu ve böylece ekonomi Türkleştirildi, millileştirildi. Yani savaş sırasında olup biten bir talihsizlikten söz etmiyoruz. 1915’ten olanların ilk önce bu açıdan ele alınmasında fayda olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bence yapılacak iş, inkarın bırakılması ve olup bitenle yüzleşmektir. Ve bir özür. Bu zemin üzerinden yürüyebilirsek her açıdan işimiz daha kolay olur diye düşünüyorum.
6
TÜRKİYE
İSLAMOFOBİ BATIDA VE TÜRKİYE’DE YAYILIYOR
PARİS
İSTANBUL
Katliamın ardından hem Avrupa’da hem Türkiye’de “Müslümanlar saldırıyı kınamalı” baskısı başladı. Batılı solcular, geçmişteki başka katliamlardan örnek vererek, bunlarda saldırganların dinine mensup diğer insanların sorumlu tutulmadığını hatırlattılar. Dünyanın birçok yerindeki Müslüman dernekleri, sivil toplum örgütleri, Hamas ve Hizbullah gibi güçlü İslamcı örgütler veya Müslüman entelektüeller saldırıyı kınadı. Türkiye’de de AKP iktidarda olduğu için tüm Müslümanların iktidarda olduğunu düşünen ve AKP liderliğinin her yaptığından tüm Müslümanları sorumlu tutanlar, Paris katliamıyla kendi argümanlarına bir dayanak bulduklarını hissettiler. Sadece cihatçılar veya İslamcılar değil, dindar olan herkes barbar ve gerici ilan edildi.
IRKÇILAR SALDIRIYI İSTİSMAR EDİYOR Geçtiğimiz yıl yapılan AP seçimlerinde birinci olan faşist Ulusal Cephe, geleneksel olarak dergiye düşman olmasına rağmen, katliam sonrası harekete geçti. Marine Le Pen, 2017 yılında başkanlık seçimlerini kazandığı takdirde ölüm cezasını geri getireceğini açıkladı. Paris’teki merkezi gösteriden dışlanan faşistler, haftaya kendi mitinglerini düzenlemeye hazırlanıyor. Bunun dışında, İngiltere’de yükselen ırkçı parti UKIP’in lideri Nigel Farage, suçluyu “iğrenç çokkültürlülük politikaları” olarak tarif etti. Hollanda’daki aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders, Fransa’da Charlie Hebdo dergisine düzenlenen saldırının sorumlusunun İslam dini olduğunu öne sürdü ve “Korkmuyorum desem yalan olur” dedi. Almanya’da ise son haftalarda gittikçe kitleselleşen ırkçı gösteriler düzenleyen Pegida hareketi bu pazartesi günü saldırıyı kullanarak geçtiğimiz hafta içinde Almanya’nın tümünde yaşadığı yenilgileri telafi etmeye çalışacak.
AKP’DE YİNE ÇATLAK AKP cenahı, son dönemdeki pek çok gelişme karşısında olduğu gibi, Paris saldırısı sonrasında da net bir tutum belirleyemedi. Resmi ağızlar saldırıyı kınadı, Batılı liderlerden aynı tepkilerin “Müslümanlar katledildiğinde de” gösterilmesini istedi. Hükümet yanlısı gazeteler ise saldırıyı üstlenen bir yayın çizgisi benimsediler. Türkiye gazetesi ilk anda “Peygamber efendimize hakaret eden dergi” başlığıyla duyurduğu haberi geri çekmek zorunda kaldı. AKP’li troller Twitter’da Penguen ve Leman dergilerini “Sizin de sonunuz böyle olur” diyerek tehdit ettiler. Abdurrahman Dilipak ve Akit çizgisi katliamı savundu. Katliama karşı çıkanların görüşleri de birbirleriyle çelişiyordu: Bir iddiaya göre, saldırıyı “Müslümanları kötü göstermek isteyen” Fransız devleti örgütlemişti. Bir diğer iddiaya göre ise Sultanahmet ve Paris’teki saldırılar “Suriye politikaları uyuşan” Fransa ve Türkiye’yi hedef alıyordu. Yani AKP’ye karşı kurulan küresel komplonun bir parçasıydı.
KATİL FRANSA Fransız emperyalizminin tarihi boyunca 6 ayrı kıtada onlarca sömürgesi oldu. Afrika ve Ortadoğu’da hakimiyet kurmak için kanlı işgaller gerçekleştirdi. Cezayir’in ulusal bağımsızlık hareketine karşı savaştı. 1961’de Paris’te gösteri yapan 30 bin Cezayirlinin üstüne ateş açan polis 200 kişiyi öldürüp cesetlerini nehre attı. Afrikalılara sürekli devlet terörü uygulayan Fransa, son yıllarda Libya ve Mali’ye yönelik emperyalist müdahale ve bombardımanların başını çekti.
MEDENİYETLER ÇATIŞMASI DEĞİL KATLİAM! OZAN TEKİN
Fransa’da yayın yapan Charlie Hebdo adlı mizah dergisinin bürosu basılarak 12 kişi katledildi. Dergi, tüm dinleri hedef alan, mesele Müslümanlar olduğunda ise zaman zaman Avrupa’daki ortalama ırkçılığı besleyen yayınları nedeniyle tehdit ediliyordu. Paris doğumlu iki Cezayirli kardeş olan saldırganların Yemen El Kaide’sine bağlı oldukları tahmin ediliyor. Kovalamacanın ardından bir matbaaya sığınan Kouachi kardeşler ve onları kurtarmak için bir süpermarketi basarak çok sayıda kişiyi rehin alan Amedi Coulibaly, düzenlenen polis operasyonlarında öldürüldü. Markete yönelik operasyonda 4 rehine de yaşamını yitirdi. Öncelikle, Charlie Hebdo’nun yayın çizgisi ne olursa olsun, yalnızca karikatür çizen mizahçıların öldürülmesinin hiçbir meşru gerekçesi olamaz. Katliam yapan cihatçı örgütler, medeniyetler çatışması tezini bir diğer yönden besliyor, herkesin demokrasi düşmanı iki odak etrafında kutuplaşmasına –ve böylelikle Müslümanları kendi safına çekebilmesine- zemin hazırlamak istiyor. Paris’te yaşanan kanlı günler, tüm Avrupa’da ırkçıları harekete geçirdi. Göçmen düşmanı, İslamofobik ve ırkçı siyasi
akımlar, saldırıyı Müslümanların tümüyle ve İslam’la ilişkilendirdi. “Medeniyetler çatışması” tezleri bir kez daha dolaşıma sokuldu. Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren Batılı siyasetçiler, ikiyüzlü bir şekilde, böyle bir tarih yokmuş gibi, Paris’teki yürüyüşte boy gösterdiler. Fransa devletinin sömürgeciliği, giriştiği savaşlar ve işgaller çeşitli ülkelerde on binlerce insanın ölümüne neden oldu. Buna rağmen, mesele basitçe “barbar Müslümanlara” karşı “medeni Batılılar” olarak sunulmaya çalışılıyor. Charlie Hebdo baskınının ardından, korkulacak boyutlara varmasa da, Fransa’nın çeşitli yerlerinde camilere yönelik saldırılar gerçekleşti. Günler boyu protesto için sokağa çıkan yüz binlerce kişi ise oldukça tutarlı bir çizgi izledi. Eylemler ırkçılıktan ve İslamofobi’den olabildiğince uzaktı. Paris’tekine benzer katliamları ve cihatçı örgütleri durdurmak için, onların değirmenine su taşıyan savaşları, dünyanın efendilerinin Ortadoğu’daki işgallerini ve bombardımanlarını durdurmak zorundayız. İfade özgürlüğünü savunmalı, ırkçılığa ve göçmen düşmanlığına karşı çıkmalıyız. Bütün bunları yapmanın yolu hem Ortadoğu’da hem Avrupa’da antikapitalist siyasi güçlerin daha iyi örgütlenmesinden geçiyor.
TÜRKİYE
CİHATÇI ÖRGÜTLER ORTADOĞU’NUN GELECEĞİ OLAMAZ
7
GÖRÜŞ Roni Margulies
GERÇEK TERÖRİZME KARŞI
Şu resimde ön sıralardaki insanlara bir bakın. “Terörizme karşı” yürüyorlar. Aralarında bir de Obama olsa, Batı dünyasının bütün büyük ordularının baş komutanları yan yana olacak. Küçükleri de arka sıralarda. Görünmüyor, ama Ahmet Davutoğlu da orada. Dünyada ölümüne yol açtıkları insan sayısı binlerle, yüz binlerle değil milyonlarla ifade edilen kişilerin hepsi yan yana. Ve “terörizme karşı” yürüyorlar!
Canlarını kurtarmakl için IŞİD’den kaçan Ezidiler ÖZDEŞ ÖZBAY
EL Kaide ve IŞİD bugün dünyada en vahşi ve acımasız örgütler olarak biliniyor. Bu örgütlerin vahşi ve acımasız oldukları muhakkak. Bu şiddetin arkasındaki somut nedenleri açıklamak, cihatçı örgütleri var eden ortamı anlamamızı sağlayabilir. Savaşlar ve baskıcı rejimler Ortadoğu’da 1980’lere kadar, yani İran’daki İslamcı karşı-devrim ve Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgal edilmesine kadar, yükselen toplumsal muhalefeti işçi sınıfı hareketleri ve seküler sol partiler oluşturuyordu. Baasçılık ve Nasrcılık gibi seküler Arap milliyetçiliği de en güçlü akımlar arasındaydı. Politik mücadele bu iki seküler grup arasındaydı. Bölgede Siyasal İslam’ı besleyen ABD oldu. Petrol kaynaklarını kendi kontrolü altında tutmak isteyen ABD, Ortadoğu’daki sol ve milliyetçi hareketlere karşı siyasal İslam üzerinden hegemonya kurmaya çalışıyordu. El Kaide ve IŞİD gibi vahşi cihatçı örgütlerin Afganistan, Irak ve Suriye gibi ülkelerden doğmaları bir tesadüf değil. Önce Sovyetler tarafından daha sonra da ABD tarafından işgal edilen, yoksul bir ülke olan Afganistan’da işgallerin ve yoksulluğun biriktirdiği öfkeye önce Taliban daha sonra da El Kaide tercüman oluyordu. Ardında da Irak’ın ABD tarafından işgali ve Suriye devriminin kanlı bir iç savaşa yönelmesinin oluşturduğu koşulların üzerinde yükseldi bu örgütler. IŞİD emperyalistlerin yapay sınırlarını kaldırarak Sünni bölgelerde egemenlik kurdu. Bir örgütün kendisine devlet adını vermesine kolay kolay tanık olamayız ama IŞİD hedef kitlesinin bir düzen arayışı içerisinde olduğunun farkındaydı. Karaborsa, hırsızlık, suç, işsizlik, hastalık, rejim tehditleri ve iç savaş, IŞİD bunların hepsine son vermeyi vaat ediyordu. Gittiği yerde her türlü muhalefeti acımasızca ezerek düzen getirmeyi amaçladı. Bir yandan da ticaretin akmasını sağlayıp vergi topluyordu. Hastaneler ve mahkemeler kurarak uzun süredir bölgede işlemeyen devlet hizmetlerini işler hale getiriyordu. Dolayısıyla IŞİD bölgenin tüccarları, küçük burjuvazisi ve toprak sahipleri için zen-
ginleşebilecekleri bir “düzen” sağlamaya çalıştı. Çelişkiler IŞİD’in getirmeye çalıştığı “düzen” ezilenler için önceki rejimlerin düzeninden çok da farklı değil. Vahşi bir şiddet mekanizması ile sağladığı “düzen” işçilerin, köylülerin ve işsizlerin çıkarına değil. Onlara daha iyi bir yaşam sunmuyor. Onlara bir baskıcı rejimin yerine başka bir baskıcı rejim öneriyor. Kurmaya çalıştığı devlet aslında Sünni-Arap ulus devleti. Yerel egemen sınıflardan destek alıyor. Fakat barındırdığı çelişkiler IŞİD’in fazla bir geleceği olamayacağını açıkça gösteriyor. Ezilenlere umut olamadığı gibi egemen sınıflar için de bütün dünya ile kavgalı ve neredeyse keyfi derecede şiddet uygulayan bir silahlı milis güç asla ulusal bir ekonomi yaratamayacak. IŞİD kontrol altında tuttuğu bölgelerdeki büyük sınıfsal çelişkileri çözebilecek bir örgüt değil. Karşılaştığı sorunları sadece vahşi bir şiddet tehdidi ile örtüyor. Böylece daha önce kendisinden çok daha güçlü olan diktatörlük rejimlerine dahi baş kaldıran kitleleri şimdilik kontrol altında tutmaya çalışıyor. Silahlı milislerin ve cihatçı grupların bölgedeki konjonktürden yararlanarak yükselişe geçmesi onların başarılı olabileceği anlamına gelmiyor. Ne egemen sınıflara ihtiyaç duydukları devlet aygıtını sağlama kapasitesine sahipler ne de işçi, köylü ve işsizlere daha rahat bir yaşam sağlayabilirler. Verebilecekleri tek şey iç savaşın karmaşasına karşı vahşi bir baskı “düzeni”. Oysa Ortadoğu halkları bu kadere mahkûm değil. Ortadoğu devrimlerinin aşağıdan, yığınsal mücadele deneyimleri hala ezilenlerin hafızasında duruyor. Genel grevler, yerel koordinasyon komiteleri, bütün dini ve etnik gruplardan yığınların ortak eylemleri ve sloganları, öz savunma birlikleri gibi deneyimler hala kitlelerin hafızasında yaşıyor. Bu noktada ise sosyalist örgütlere olan ihtiyaç ortaya çıkıyor. Mücadelenin hafızasını taşıyarak işçi sınıfının kolektif eyleminin hem cihatçıları, hem yerel egemen sınıfları hem de rejimleri aşabilecek tek yöntem olduğunu anlatabilecek devrimci sosyalistler aşağıdan kitlesel mücadele içerisinde sosyalist bir alternatifi inşa edebilirler.
“Terör” kelimesi “korku” anlamına gelir. Bu fotoğrafta ön sırada yürüyenlerin uyguladığı politikalar dünyada milyonlarca kadın, erkek ve çocuğun yüreğine korku salıyor. İnsanlı veya insansız uçaklardan atılan bombaların korkusu; ekonomisi çökertilmiş ülkelerde ekmek bulamama korkusu... Dünya nüfusunun azımsanmayacak bir yüzdesi, Paris’te “terörizme karşı” ön saflarda yürüyen bu kişilerin uyguladığı terör altında yaşıyor. Bu kişilerin temel özelliği, mensup oldukları din değil. Zaten hepsi Hıristiyan değil, ama olsalardı da, önemli olan o değil. Hepsi Budist veya putperest de olsa, hiçbir şey farketmezdi. Bu kişiler yaptıkları şeyleri Hıristiyan oldukları için yapmıyor, uyguladıkları politikaları herhangi bir kutsal kitaptan öğrenip uygulamıyor. Hangi kitaba inandıklarının, inanıp inanmamalarının hiçbir önemi yok. Bunlar, dünya kapitalist sisteminin siyasî yöneticileri. Afganistan’ı veya Irak’ı veya Suriye’yi bombaladıkları zaman, Hıristiyanlığın çıkarları için değil, kapitalizmin, sermayenin, ticaretin çıkarları için bombalıyorlar. “Müslüman bombalıyoruz” diye değil, emperyalizmin önündeki engelleri ortadan kaldırmak için bombalıyorlar. Müslüman diye bir dertleri yok; gerektiğinde Hıristiyanları da bombalıyorlar, Hıristiyan ülkelerde de darbe yaptırtıyorlar. Dolayısıyla, verilmesi gereken mücadele, Müslümanlığın Hıristiyanlığa karşı mücadelesi değil. Aynı şekilde, Paris’te insan öldürenler ve IŞİD ve Boko Haram, yaptıkları şeyleri Müslüman oldukları için yapmıyorlar, Kur’an’da böyle emredildiği için yapmıyorlar. Kendilerine, ailelerine, halklarına zehir edilen bir dünyaya karşı tepki gösteriyorlar. Yanlış bir tepki ve başarı şansı olmayan bir tepki gösteriyorlar, ama ezilen, yoksul, çaresiz insanların tepkisi, Müslümanlıkla ilgili değil. Aynı tepkiyi dünyanın her tarafında Kızılderililerden Latin Amerikalılara, Vietnamlılardan Çinlilere kadar her dinden her türlü insan tarihte göstermiştir, hâlâ göstermektedir. Dolayısıyla, Müslümanların özür dilemesi, vicdan azabı çekmesi gerekmiyor. Gerekli olan, din meselesine hiç takılmadan, tüm ezilenlerin birlikte mücadele etmesi. Paris’te öldürülenler için dayanışma gösterileri ve yürüyüşler yaptık. İyi yaptık. Şimdi biraz da hakiki teröristlerin dünya çapında uyguladığı terörle ilgilenebilir miyiz?
8
GELENEK
“ÇAR BABA” DİYEN İŞÇİLER NASIL DEVRİM YAPTI? İDİL ÜGÜT
1905’in 3 Ocağında St.Petersburg’da bulunan Putilov makine işletmelerinden 4 işçi, Gapon soyadında çarlık polisiyle bağlantısı olan bir papazın önderi olduğu ‘Rus Fabrika ve Atölye İşçileri Meclisi’ne üye oldular. Bu meclis aslında rejime son derece sadık, emek ile sermaye arasındaki mücadeleye katılmaya ise bir o kadar uzak olsa da bu 4 işçinin işten çıkarılmasına sebep oldu. Rusya’nın en büyük fabrikalarından Putilov’da bu olay grevle yankı buldu. 1905 devrimine giden yolda 4 işçinin bir polis sendikasına üye olmak için adım atması ve işten atılmaları devrime giden yolda mütevazi bir başlangıç oldu. Fabrikadaki tek bir işten çıkarmadan başlayan hareket giderek daha talepkar bir hal aldı. Rus işçilerinin son derece zor maddi koşullarda yaşamalarından elle tutulur bir haklarının olmamasına varan genel sorunlar hareketin beklentilerini yükseltti. Diğer yandan Papaz Gapon işçileri hem mücadeleyi ekonomik taleplerle sınırlamaları konusunda etkiliyor hem de onlara öğrencilerce dağıtılan ve çarlığa karşı mücadele talepleri içeren bildirileri yırtmalarını söylüyordu. Bu tutum meclis önderlerinin işçileri destek için çara başvurmaya ikna etmesi ve taleplerini ortaya koyacak bir dilekçeyle ağırbaşlı bir eylemin temel unsurları- çarın resimleri, dini ikonalar, kilise sancakları- hep beraber bir yürüyüş fikrini ortaya çıkardı. Meclis önderlerinin planlamadığı şeyse sosyalistlerin meclisin bölgesel toplantılarına konuşmacılar göndererek dilekçenin ilk ha-
line değişim katabilecekleriydi. Kattıkları yeni talepler ise sekiz saatlik iş günü, işçilere toplanma özgürlüğü, kilise ile devletin ayrılması, Rus-Japon savaşına son ve bir Kurucu Meclis çağrısıydı. Putilov grevi 3 Ocak’ta başlayıp 7 Ocak’taysa St.Petersburg çapında bir genel greve dönüştü. Genel grev sadece tüm fabrikalarda değil, küçük atölyelerde ve gazetelerde de ses buldu. 100-150.000 grevcinin sokağa çıkması bu grevi Rusya’nın o zamana kadarki en büyük işçi mücadelesi yaptı. Paris Komünü’nün yenilgisinden 35 yıl sonra devrimin Avrupa’ya dönüşünün habercisi olması ise bu grevin döneminin en önemli işçi hareketi olduğunun kanıtı. Gapon önlerde, 200.000 Petersburg işçisi 9 Ocak Pazar günü, çarın kışlık sarayına kalabalık ama olaysız bir yürüyüş yaptı. Çar dilekçenin kabülünü dahi reddetti ve askerlere kalabalığa ateş açmalarını emretti. Bu ateş sonucu binden fazla işçi öldürüldü ve iki bin kadar kişi yaralandı. 9 Ocak artık “Kanlı Pazar” diye anılacaktı. Olayın gecesinde Gapon kalabalığa hitabında artık bir çarlarının olmadığını söylerken, askerleyse masumların kanını döken çara karşı sorumluluklarından kurtulmaları için seslendi. İşçilerse bu acı ders sonucu, ağırbaşlı eylemlerin tabanca ve tüfek kadar etkili olmadığını öğrendi. 1905 yılında gerçekleşen olaylar, 20. yüzyıl Marksizminin en temel iki gelişmesi sayılan Rosa Luxemburg’un kitle grevi analizinin ve Leon Trotsky’nin sürekli devrim teorisinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
POLİS SENDİKASINDAN AYAKLANMAYA Rusya’da 1905 yılında gerçekleşen devrim, işçi sınıfının mücadelesinin her hangi bir kalıba sığmayacağını olduğu kadar, hareketin liderliğiyle tabanda yer alan işçilerin mücadele sırasında hızla değişme dinamiklerinin kıyas götürmeyeceğini de gösterdi. 1900’lü yılların hemen başında sosyalistlerin fabrikalardaki ajitasyonlarından rahatsız olan Çarlık polisi, kendisi Zubatov adlı bir polisin liderliğinde sendikalar kurdu. Amaç, işçilerin sosyalist eğilimlerini törpülemek ve denetim altına almaktı. Zubatov sendikaları kısa sürede çığrından çıktı ve polis, polis sendikasının rejim için tehdit olduğuna karar verdi. Zira 1902 yılında Zubatov sendikaları greve çıkmak zorunda kalmıştı. Grevlerin yayılmasının ardından sendika kapatılsa da “devrimci hareketlere karşı” polis sosyalizmi anlayışı yeniden devreye sokuldu. Bir hapishane papazı olan Gapon Atölye İşçileri Meclisi adı altında yeniden işçilerin bilincini bulanıklaştırmak için kooperatif tarzı bir işçi dayanışma ağı örgütledi. Olayların gelişimi, Gapon’u 200 bin kişilik bir işçi kortejinin önünde Çar’a talepler sunmak için yürüyüş yapmak zoruda bıraktı. Türkiye’de bazı sendikaları sarı, bazı sendika liderliklerini dindar olarak suçlayıp işçi sınıfının sendikal mücadelesini bölenlerin Papaz Gapon liderliğindeki bu yürüyüşün kanla bastırılmasından sonra devrimin aniden patlamasından çıkartması gereken dersler var. Filistinli devrimci Tonyy Cliff durumu şöyle özetliyor: “Rus devrimi deneyimi ve diğer ülkelerin deneyimleri, şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlamıştır ki, derin bir siyasal bunalımın nesnel şartlarının mevcut olduğu bir ortamda devrimin asıl doğum yerinden görünüşte uzak, en ufak bir çarpışma, halkı duygularındaki kabarmayı alevlendirecek bir kvılcım olabilir.” 1905 devrimi, hepimize, her hareketin, özellikle işçi hareketinin en derinlerine bakmasını öğretmeye devam ediyor.
SINIF MÜCADELESİ
15 BİN METAL İŞÇİSİ GREVE HAZIRLANIYOR
9
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
EN TEHLİKELİSİ: İŞÇİ SINIFININ LAİK-DİNDAR BÖLÜNMESİ İşçi sınıfı, Paris’te yaşanan katliam nedeniyle bir kez daha laik-dindar kutuplaşmasının içine itiliyor. Paris katliamı elbette ifade özgürlüğüne bir saldırıdır, kınanmalıdır. Ama bu katliamın bir amacının da dünyadaki sınıf çatışmalarını geri plana atmak olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Dünyada asıl olarak iki sınıf vardır. İşçiler ve patronlar. Kapitalist sömürü düzeninde patronlar, işçilerin emeğini sömürür. Daha iyi bir dünya isteyenler bu sömürü düzenini ortadan kaldırmak için mücadele ederler. Halbuki Paris katliamına benzer olaylar, bu sömürü düzenine karşı mücadele eden işçilerin arasına ayrılık sokar, işçileri kapitalistlerin, emperyalistlerin uyguladığı politikaların destekçisi yapar.
Kocaeli ISUZU fabrikasında Birleşik Metal-İş üyesi işçiler toplantı yapıyor.
Metal patronlarının örgütü MESS dayatmalarının reddedildiği Toplu İş Sözleşmesi sürecinin sonunda Türk-Metal’in işçilere ihanet anlamına gelen bir anlaşmaya varmasının ardından, DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş’in ne yapacağı haftalardır tartışılıyordu. Metal işçileri onlarca fabrikada birden fazla kez eylem yaparak patronları uyarmıştı. Sendikanın son Merkez TİS Kurulu toplantısından ise grev kararı çıktı. Yapılan açıklamada “İşyerlerinden gelen bilgiler, metal işçilerinin büyük bir çoğunlukla MESS dayatmalarını kabul etmediklerini, ücret uçurumunun kapatılması için iyileştirmelerin olmadığı, metal işçilerinin yaşam standardını yükseltmeyen ve düşük ücret sistemini 3 yıllık
sözleşme ile kalıcılaştırmayı hedefleyen sermayenin dayatmalarına karşı ‘bedeli ne olursa olsun’ direnmek yönünde oldu” denildi. Birleşik Metal-İş’in örgütlü olduğu 42 fabrikada 12 ila 15 bin işçinin greve çıkması bekleniyor. Hızla greve hazırlanan sendikada komiteler greve göre yeniden düzenlenecek, ihtiyaç sebebiyle eğitimler verilecek ve uluslararası sendikal hareketin desteği alınacak. Metal işçilerinin mücadelesinin yaygınlaşması ve kazanması için seferber olmalıyız. Soma sonrası işçi hareketindeki kıpırdanma, tecrit edilmiş yerel direnişlerin bir araya getirilmesi, her yerde direnen işçilerle kitlesel dayanışma gösterilerinin düzenlenmesi ile kazanımlar elde edecek hâle gelebilir.
SİLAH FABRİKASINDAN AİLE HEKİMLİĞİNE: İŞÇİLER DİRENİYOR n Kırıkkale’de Makine Kimya Endüstri Kurumuna ait silah fabrikasında yapımı süren piyade tüfeğinin (MPT) özel sektöre verilmek istenmesine karşı MKE’de çalışan yüzlerce işçinin katılımıyla miting yapıldı. n Maltepe Üniversitesi Hastanesi işçileri, mücadelelerinin 34. gününde “Maltepe’de direniş kazanacak!” diyerek bir yürüyüş gerçekleştirdiler. n Aile hekimleri, cumartesi günleri nöbet dayatmasını boykot ediyor. Nöbete katılmama oranının dikkat çektiği iller arasında yüzde 80 ve üzerindeki oranlarıyla Giresun, İstanbul, Antalya, Kocaeli, Urfa, Çanakkale, Aydın, Antep, Çorum, Sivas, Adıyaman, Adana, Artvin’nin yanı sıra birMARKS DİYOR Kİ Volkan Akyıldırım
SENDİKALAR GÜÇLENMEDEN OLMAZ “İlk ortaya çıkış amaçları bir yana, sendikalar, şimdi işçi sınıfının tam kurtuluşunun genel çıkarı için sınıfın örgütlenme merkezleri olarak bilinçli davranmasını öğrenmek zorundadırlar. Onlar, bu doğrultuda eğilim gösteren her toplumsal ve siyasal harekete yardım etmelidirler. Kendilerini bütün işçi sınıfının savunucuları ve temsilcileri olarak görüp ona göre davranırken, örgütlenmemiş insanları kendi saflarına kazanmamazlık edemezler.” (Karl Marx, Sendikaların Görevleri, 1866)
çok il de bulunuyor. n Tek Gıda-İş sendikasının örgütlendiği Namet’te 17 işçi “performans düşüklüğü” iddiasıyla işten atıldı. Sendikalı olarak işe geri dönmek isteyen işçiler, talepleri kabul edilmezse direnişe başlayacak. n Giresun’da Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne bağlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi’nde işten atılan 7 taşeron işçisi direnişe geçti. n Ankara Kızılay’da bulunan Nefes Bar’da çalışan işçiler, çalışma koşullarının düzeltilmesi, sigortalarının yapılması, yıllık izin haklarının kullanılması ve keyfi uygulamaların olmaması için greve çıktılar. Sendikalar, 200 yıl önce gerçekleşen Sanayi Devrimi’yle birlikte işçi sınıfının haklarını korumak için ortaya çıktı. “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganıyla iktidarı asillerin elinden alan burjuvazi, işçi sınıfına günde 12-14 saat çalışmayı, kadınları ve çocukları maden ocaklarına indirmeyi, ücretli köleliği dayattı. O günden bugüne devam eden sermayenin ekonomik saldırısına karşı işçilerin birleşmekten başka yolu yoktu. İşçi sınıfının gücü sayısal çokluğundan ve üretimde tuttuğu nesnel konumdan gelir. Bütün işçilerin ortak sorunlarına ortak çözümler öneren sendika denen işçi birlikleri, fabrikalardan, işyerlerinden doğdu. İşçi sınıfının örgütlenme merkezleri olan sendikalar, onun sermaye ile kavga ettiği ekonomik alandan çıkıp genel siyasi mücadele alanına müdahale edebilir hale gelmesinin de aracıydı. Ve sadece kendi üyelerinin değil değil kapitalizmin kurbanı olan tüm kesimler için de mücadele
11 Eylül saldırıları ile birlikte dünyanın en büyük emperyalist gücü Amerika, yaptığı işgalleri haklı göstermek için Batı dünyasında bir İslam öcüsü yarattı. Batılı işçi sınıfında da etkili olan İslamofobi, Avrupa’daki göçmen Müslüman işçilerin sorunlarına karşı duyarsızlığı, ayrımcılığı getirerek sınıf hareketinin zayıflayıp güçten düşmesi sonucunu doğurdu; her türlü anti-demokratik uygulamanın meşrulaştırılmasını kolaylaştırdı. Türkiye’de ise İslamofobi, 28 Şubat 1997’deki askeri darbe sonrası önce devlet politikası olarak uygulanmaya başlandı. Daha sonra Kemalist sol kesimdeki parti ve sendikaları etkiledi. Bugün artık Kemalist sol, işçi sınıfının birlikte mücadelesi ile ilgileneceğine, “laiklik elden gidiyor” sloganı ile eylemler yapıyor. Şu anda Türkiye’de sendikalarda örgütlü işçilerin yüzde yetmişi, İslami kesimdeki konfederasyonlara üye. Bu durumda Kemalist solun mücadele ettiği kitle işçi sınıfının bizzat kendisi haline gelmiş demektir. Laiklik için dindarlara karşı mücadeleye çağrıda bulunmak, işçi sınıfını böler, sınıf hareketini uzun yıllar toparlanamayacağı bir çıkmaza sokar. 28 Şubat sonrası yaşanan laik-dindar kutuplaşması işçi hareketinin 1999 ve 2001 krizleri kadar ağır kriz dönemlerinde bile etkisiz kalmasına yol açmıştı. Sonrasında aynı işçi sınıfı AKP gibi neo liberal kapitalist bir partiye ısrarla oy vermeye devam etti. Laik-dindar kutuplaşmasının, islamofobinin en azından son 15 yıldır işçi sınıfı içinde yarattığı bölünmeyi görmek gerekir. Bu politikada ısrar uzun bir dönem daha işçi sınıfının etkisizleşmesine yol açacaktır. 28 Şubat’tan beri işçi sınıfının başındaki en büyük bela budur. ettiklerine milyonları ikna etmeliydiler. Bugün Türkiye’deki duruma baktığında insan “Marx ne kadar haklısın” diye bağırmak istiyor. Asgari ücret hükümet tarafından tek taraflı belirleniyor. Sendikalardan tepki yok. Madenlerde, şantiyelerde, tersanelerde işçiler ölüyor. Sendikalardan ses yok. Türkiye’de barış süreci yaşanıyor yani Kuzey Kürdistan ve Türkiye işçi sınıfının en büyük problemi çözülüyor. Sendikalardan destek yok. 20 milyondan fazla emekçinin sadece yüzde 10’u sendikalı ve sendikalar örgütsüz çoğunluğu kapsamak için hiçbir şey yapmıyor. Her türden sağcılığın işçi sınıfı saflarında cirit atmasının nedeni işçi sınıfının örgütsüzlüğüdür.
10 MEKTUPLAR
GREV YAPAN NEFES BAR İŞÇİLERİ KAZANDI! HRANT DİNK’İN MİRASINA SAHİP ÇIKALIM! 10 Ocak’ta İstanbul’da DurDe Platformu’nın 100 Yıllık Yüzleşme Kapmanyası kapsamında gerçekleştiren “1915’te ne oldu?” atölyesine katıldım. Bu sorunun cevabının verilmesi, Ermeni soykırımının 100. yılına sadece birkaç ay kalan bu günlerde büyük önem taşıyor. Bugüne dek kesintisiz bir şekilde süregelen inkâr politikalarının artık son bulmasının yanı sıra, sıradan insanların gündelik hayatlarında Ermeniler başta olmak üzere, Hıristiyanlara karşı sahip oldukları önyargıların kırılması da büyük ölçüde buna bağlı. Soykırımın ardından yüz yıldır devletin yalan ve inkâr politikalarınca rehin alınan vicdanlar, ancak gerçeklerin ortaya çıkmasıyla birlikte özgürleşebilecek. Soykırım halkasının bir parçası olarak bundan sekiz yıl önce katledilen Hrant Dink’in ardından kurulan çok sayıdaki mücadele örgütünden biri olan Dur De Platformu, gerçeklerin ortaya çıkartılması için düzenlediği sayısız etkinlikle, Hrant’ın mücadele mirasına etkili bir şekilde sahip çıkıyor. Atilla Dirim - Ankara
TOPLANTI DUYURULARI RESMİ TARİHLE YÜZLEŞME ATÖLYELERİ
BEYOĞLU
22 Ocak
SYRİZA’NIN YÜKSELİŞİ Konuşmacı: Meltem Oral Leyla Teras, İstiklal Cad. Mis sok. No:6 Kat:4 Beyoğlu
YAHUDİ SOYKIRIMI, TÜRKİYE’DE ANTİSEMİTİZM
Ankara Kızılay’daki Nefes Bar’ın 11 çalışa-
nından 10’u, bir arkadaşlarının işten çıkarılmasının ardından geçtiğimiz hafta iş bırakarak direnişe geçmişti. Gazetemiz matbaaya gitmeden hemen önce, grevin tüm talepleri kazanıldı. Direnişçi işçilerden biri, süreci Sosyalist İşçi’ye şöyle anlattı: “Patronla bir görüşme talep ettik ve izin aldığı için bir arkadaşımızın işten atılamayacağını söyledik. Çok sert bir karşılık gördük. İş bırakacağımızı söyledik, tehditler savurdular.” Talepleriniz neler?
Öncelikle işten atılan arkadaşımızın işe dönmesi. Onun ardından güvenceli iş, sigorta-
ların yatırılması, keyfi uygulamaların son bulması. Tehdit, hakaret ve emir gibi davranışların son bulması. Servisin özerkliği. Günde 13-15 saate varan çalışma saatlerinin düzenlenmesini istiyoruz. Temel taleplerimiz bunlar. Aslında bu biraz sektörel bir sorun. Bu direnişi genelleştirme doğrultusunda görüştüğünüz kurumlar var mı? Henüz yok ama düşünüyoruz, sendikalaşma sürecine gidilebilir. Bu mücadeleyi, bar emekçilerinin bu sorunlarını çözüp burada bırakacak değiliz. Taleplerimiz karşılanırsa Nefes Bar’a döneriz ama mücadelemize devam edeceğiz.
KAZANMAK İÇİN TEK İHTİYACIMIZ BİRLİĞİMİZ Antikapitalist çalışanlar iki haftadır toplanıyor. Geçen haftaki toplantımızda Gezi ayaklanmalarının ardından çeşitli iş kollarında artan direnişleri konuştuk. Önümüzdeki dönemde işçi hareketinin yükselmesine ilişkin pek çok emareler var. Gelişmekte olan sınıf hareketinin bir parçası olmak için sendikalı olmayan yerlerde sendikalaşmak, sendikalı işyerlerinde ise var olan örgütlenmeleri güçlendirmek için şimdiden harekete geçmeliyiz. İşyerlerimizde gündelik sorunlarımızdan hareketle genel mücadele talepleri arasında bağ kuracak kampanyaları bugünden inşaa etmek kitlesel bir işçi sınıfı mücadelesi açısından çok önemli. Öte yandan var olan küçüklü büyüklü direnişlerle dayanışmalı, her bir
mücadelenin kazanması için mücadele etmeliyiz. Bugün işçi sınıfının her bir başarısı önümüzdeki sürece ilişkin çok daha kitlesel mücadelelerin temelini oluşturacaktır. Bir sonraki hafta yaptığımız toplantıda Teksif İş Sendikası işyeri temsilcisi bir arkadaşımız Lewis Fabrikası’nda işveren ve sendika baskısına rağmen grev yapan işçilerin kazanımlarını anlattı. Sınıf mücadelesinde başarı için işçilerin eğitime, paraya ya da özel bir yetene ihtiyacı olmadığını aktaran arkadaşımız işçi sınıfının birliğini sağlamanın kazanmak için tek formül olduğunu kişisel deneyiminden yola çıkarak aktardı. Antikapitalist alışanlar her hafta Cumartesi günleri saat:14.00’de toplanıyor. Çağla Oflas - İstanbul
FATİH
16 Ocak Cuma, 19:00
MÜSLÜMANLAŞTIRILAN ERMENİLER
1980 ÖNCESİ SOLUN SİYASİ HAYATI Konuşmacı: Faruk Sevim Beyrut Cafe, Ali Kuşçu Mahallesi, At Pazarı Meydanı, No:7
20 Şubat DİL SOYKIRIMI VE ASİMİLASYON 6 Mart 1964: RUM SÜRGÜNÜ 20 Mart 2015 SOYKIRIM VE ADALET, ÖZÜR VE TAZMİNAT DSİP Şişli İlçe Örgütü Rumeli Cd. Nakiye Elgün Sokak İkbal
ŞİŞLİ
11 Ocak Perşembe, 19:00
KİTAPÇILARDA!
8 yıl oldu... Hrant Dink, tam sekiz yıl önce bizden koparıldı. Adalet arayışı ise hala sürüyor.
• Yıldız Önen
• Osman Kavala
Cumartesi
Konuşmacılar:
• Şenol Karakaş
• Cengiz Aktar
• Ufuk Uras
Saat: 16.00
• Cüneyt Sarıyaşar
•Yetvart Danzikyan Düzenleyen: DurDe Platformu
ERİYEN ADALET: HRANT DİNK DAVASI Konuşmacı: Ümit Kıvanç Kargart, Kadife Sokak , No: 16
ÜSKÜDAR
17 Ocak 2015
• Garo Paylan
DİNLEME PRATİKLERİ VE POLİTİKA Konuşmacı: Tolga Tüzün 22 Ocak Perşembe, 19:00 Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt., Kat:3
15 Ocak Perşembe, 19:00 1915’TEN HRANT DİNK’E Konuşmacı: Levent Şensever 22 Ocak Perşembe, 19:00 MARKSİZM VE DİN Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey
• Melek Ulugay
• Eren Keskin
KADIKÖY
15 Ocak Perşembe, 19:00
Moderatör:
Ancak ne kadar direnirlerse dirensinler, bizler, geride kalanlar, adalet yerini bulmadığı sürece “Hrant için, Adalet için!” demeyi sürdüreceğiz. Biz bitti demeden bu dava bitmez!
CHARLIE HEBDO KATLİAMI MEDENİYETLER ÇATIŞMASI MI? Konuşmacı: Arife Köse 22 Ocak Perşembe, 19:00
6 Şubat
BU DAVA BİTMEZ! Bu siyasi cinayetin satrancındaki tüm hamleleri görebiliyoruz artık. Bir el ısrarla asıl sorumlular “yargılanmasın” diyor. Devlet kendi adamlarını hakim önüne çıkarmamak için elinden geleni yapıyor.
15 Ocak Perşembe, 19:00
Yer: Cezayir Restaurant Adres: Hayriye Cad. No:12, Galatasaray, Beyoğlu (Galatasaray Lisesi’nin altında, İstiklal Caddesi’ne paralel sokak)
CHARLIE HEBDO KATLİAMI MEDENİYETLER ÇATIŞMASI MI? Konuşmacı: Arife Köse Daimler Pastanesi Tunusbağı Cad No:46/b ANKARA
15 Ocak Perşembe, 18.30 “HEPSİ ORADAYDI! BİR SOYKIRIM KURBANI: HRANT DİNK” Konuşmacı: Atilla Dirim 22 Ocak Perşembe, 18.30 AKP ELİNİ KADINLARDAN ÇEK! Konuşmacı: Merve Diltemiz
İKLİM 11
KARAKIŞTA KÜRESEL ISINMA
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ GÖÇLERİ ARTIRACAK
Bilim insanları uyarıyor: Hükümetler, küresel ısınmayla bağlantılı doğal afetler ve olağanüstü hava koşulları nedeniyle artacağı öngörülen milyonluk göçlere hazırlıklı olmalı. 2013’te, Filipinler’deki Haiyan Tayfunu başta olmak üzere, olağan üstü koşullar 22 milyon insanın bulunduğu toprakları terk ederek göç etmesine sebep oldu. Bu rakam, çatışmalar nedeniyle yaşananın üç katı.
NURAN YÜCE
Geçtiğimiz haftadan beri tüm Türkiye’yi etkisi altına alan kötü hava koşulları neredeyse en önemli gündem maddemiz haline gelmişti. Bir biri ardına gelen uyarılar; sıcaklık değerlerinin hızla eksilere düşeceği, yoğun kar yağışı, karın ardından buzlanma tehlikesi karşısında; kar lastiği ya da zinciri olmayan araçların trafiğe çıkmaması, okulların tatil edilmesi vb...Tüm gelişmeler olağanüstü bir durumun olduğuna işaret eder nitelikteydi. Zaten soğuk havaların İstanbul’u da etkilemesi konunun kendiliğinden önemli kılınmasına yeterli oldu. Oysa yurdun belirli bölgelerinde her yıl aylarca kalkmayan metrelerce kar ile kapanan yollar, ulaşılmayan köyler hep olur. Olur ama kimse boylarını aşan kar altında okullarına ulaşmaya çalışan çocukları dert etmez ya da bir türlü oralarda okullar tatil edilmez. Tıpkı hepimizin lanetle kınadığı Fransa’da 12 kişinin öldürüldüğü sırada benzer niteliklere sahip teröristlerin Nijerya’da 2000 kişiyi öldürmesi gibi. İki olayın birbirinden farklı olduğuna ilişkin çok sayıda gerekçe sıralanabilir ama hiçbir gerekçe, nerde olursa olsun ölenlerin insan ve dünyanın ne kadar adaletsiz bir yer olduğu gerçeğini değiştirmez. Sibirya soğuğu Sibirya’ya aittir Sibirya’dan gelen soğuk hava dalgasının yurdu esir aldığı günlerde yaşanan trafik kazaları ve ölümler oldu. Evsizlerin, Suriye’den gelen mültecilerin zor yaşam şartları bazıla-
Ankara 0532470150
Üsküdar: 05075550272
Sincan: 05397440268
İzmir 05544602111
İstanbul
Karşıyaka: 0505822991
Beyoğlu: 05368474650
Tekirdağ 05332334150
Şişli: 05547307216
Eskişehir 05543127196
Fatih: 05053524099
Akhisar 05443270445
Kadıköy: 05334479709
Üniversiteler 05397980171
rımızın aklına geldi, vicdanlarını sızlattı. Hasta ya da yolda kalanların kurtarma ekipleri ya da askerler tarafından kahramanca kurtarılmaları, vatandaşların karın zevkini doyasıya çıkardı haberleri ile birlikte verildi. Ne de olsa Sibirya’dan gelen soğuk hava dalgası Sibirya’ya aitti. Bu sene yanlışlıkla, kazara bizim yaşadığımız bölgelere uğramıştı, bir süre sonrada yurdu terk ederdi. Hatta barajların “rekor” doluluk oranlarına ulaşması, sıcaklık değerlerinin de mevsim normallerinin altında olması hem yıllardan beri küresel ısınma var diye ortalığı velveleye verenlere hem de susuz kalacağız diyenlere iyi bir yanıt oldu diye sevinenlerde vardı. 2012 yılından beri devam eden kuraklığın ve İstanbul’daki barajların neredeyse boşaldığı günlerin ardından yağan azıcık bir yağmurdan sonra Veysel Eroğlu “ Çok şükür zor zamanlarda Allah hep yardımımıza yetişir “demişti. Bu açıklamanın ardından Prof Dr. Miktad Kadıoğluda “şaşkınlara uyarı; kuraklık kısa dönemli yağışlarla geçmez” diyen o meşhur tweetini atmıştı. Şaşkınlara bir uyarıyı da iklim değişikliği ileilgili yapalım. İklim değişikliği: Aşırı uç hava olaylarının yaşanmasıdır. Aşırı uç hava olayları içinde; sıcak hava dalgaları, çok soğuk ya da sıcak gün sayılarında artış, yağış rejiminin bozulması, aşırı yağışlar vb bulunmakta. İklim değişikliği olmayan bir hava olayını var etmiyor, sadece olan hava olaylarının şiddetini arttırıyor. Birçok iklimbilimciye göre bugünlerde yaşadığımız aşırı soğuk günlerin nedenin de küresel ısınmadan kaynaklı.
Uzmanlar, olağan üstü hava koşulları ile doğal afetlerin savaşların sebep olduğundan çok daha fazla insanı yerinden edeceğine işaret ederek, hükümetlerin iklim değişimi kaynaklı olarak artan göçe karşı daha iyi hazırlanması gerektiği uyarısında bulundu. Önde gelen iklim bilimcilerin küresel ısınma ile bağlantılı olarak yükselen deniz seviyelerine, sıcaklık dalgalarına, sellere ve kuraklıklara ilişkin projeksiyonları, milyonlarca insanın, bazıları asla geri dönemeyecek şekilde, zarar görecek bölgelerden uzaklaşmasını gerektiriyor. Ekonomik kriz kaynaklı kemer sıkma önlemlerinin ev sahibi ülkelerin konukseverliğini kısıtladığı ve göçmen karşıtı algıların birçok ülkede, özellikle de Avrupa’da yükselişte olduğu bir dönemde, bu, politik açıdan hassas bir konu. Cenevre’deki Ülke içinde Yerinden Edilme İzleme Merkezi’ni (Internal Displacement Monitoring Centre – IDMC) yürüten Norveç Mülteci Konseyi başkanı Jan Egeland, “Doğal afetler, dünya çapında savaşların ve çatışmaların birlikte sebep olduğundan 10 kat daha fazla insanın yerinden olmasına sebep oldu” diyor. IDMC verileri, 2013’te, Filipinlerdeki Haiyan Tayfunu başta olmak üzere, olağan üstü koşulların, 22 milyon insanın bulunduğu toprakları terk ederek göç etmesine sebep olduğunu gösteriyor. Bu rakam, çatışmalar nedeniyle yaşananın üç katı. 1970’lerin başında, yerinden olmuş/edilmiş insan sayısı sadece 10 milyon kadardı. Olağan üstü koşullar arasında, hava koşuları ile ilgili olmayan depremler ve tsunamiler de var. Egeland, Oslo’da düzenlenen göç ve iklim değişimi konulu bir konferansta “Giderek artan sayıda insan, daha olağan üstü hava koşullarına daha fazla maruz kalma tehlikesi içinde yaşıyor” dedi. Birleşmiş Milletler ülke içinde yerinden edilmiş kişilerin insan hakları özel raportörü Chaloka Beyani, Reuters’e, hükümetlerin göçmenlerle ilgili hazırlık yapması gerektiğini söyledi. “Gelecekte felaketlere maruz kalma riski altındaki insanların planlı olarak yerlerinin değiştirilmesine daha fazla odaklanıyoruz” dedi. Deniz seviyesi, BM iklim uzmanlarına göre Antlardan Alplere ve Grönland’ın buz örtüsüne kadar eriyen buzulları da içeren faktörler nedeniyle 1900’den beri 19 cm yükseldi ve birçok sahil bölgesinde fırtınaları şiddetlendiriyor. BM uzmanlarının senaryolarına göre, 21. yüzyılın sonu itibariyle 26 ila 82 cm’lik bir yükselme daha olacak. Uzmanlar, fosil yakıt tüketimi başta olmak üzere, ısınmanın ana sebebinin en az %95 oranında insan faaliyetleri olduğunu söylüyorlar. “Bir adanın batıp da tüm bir nüfusun yeryüzünden silinmesi için 50 sene beklememize gerek yok” diyor Beyani: “Planlı bir taşıma ve yeniden yerleştirme olmalı.” İklim değişimi insanların gıda ve su kaynaklarında yaşanan kesintiler sebebiyle evlerini terk etmesinin üstüne daha fazla sebep ekledi. “İklimsel faktörler nedeniyle kısıtlı hale gelen kaynaklara erişme sorunu çatışmaları da ateşliyor” dedi.
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
YÜZLEŞİN! HRANT’LA, SOYKIRIMLA!
19 OCAK’TA VURULDUĞU YERDE AGOS’UN ÖNÜNDEYİZ
19 Ocak 2015. Hrant’ın öldürülmesinin üzerinden tam sekiz yıl geçmiş olacak. 2015, ayrıca Ermeni soykırımının 100. yılı. 100 yıl önce 24 Nisan’da Ermeni aydınlar, Ermenilerin önde gelen sözcüleri evlerinden alındı ve soykırım adım adım örgütlendi. 2007 yılında, bir Ermeni olduğu için, Ermenilerin sorunlarını çok özel bir anlatımla, herkesi kucaklayarak anlatmaya başarabilen Hrant Dink katledildi. Katilleri koruyan cinayete ortaktır! Hrant’ın Arkadaşları, on binlerce insan, hep birlikte 19 Ocak günü yine Agos’un önünde, Hrant Dink’in vurulduğu yerde olacağız. Katillere, “başaramadınız” diyeceğiz. Hükümete, “cinayete ortaksınız” çünkü katilleri, öldür emri verenleri, cinayeti planlayanları korudunuz, kolladınız, terfi ettirdiniz diyeceğiz. “Hepiniz oradaydınız, boşuna bir birinizi suçlamayın” diyeceğiz. Hrant Dink tam teşekküllü bir devlet planlamasıyla öldürüldü. Ordusundan polisine, MİT’ine kadar cinayetin işleneceğini bilmeyen kurum neredeyse yoktu. Hrant Dink, hakkında açılan “Türklüğe hakaret” davasıyla hedefe alındı. Bu mahkeme Hrant Dink’in ölüm emrini verenlerin başında gelir. Mahkemeyi basan, duruşmalar sırasında Hrant Dink’e hakaret eden Ergenekoncular cinayette aktif rol aldılar. Hükümet ise yıllarca cinayette ihmali olan kamu görevlilerinin soruşturulmasını engelledi, Hrant’ın avukatlarının yargılanmasını söylediği hemen herkesi terfi ettirdi. Ama yılmadık! Hrant Dink’i aramızdan aldıkları günden beri mücadele ediyoruz. Sekiz yıldır mahkemenin peşindeyiz. İki yıl önce mahkeme devleti aklayan kararla sonuçlandığında, “Biz bitti demeden bu dava bitmez!” dedik. Bu mücadelenin sonucunda, dava yeniden başladı, gerçekler gizlenemedi, bu mücadelenin sonucunda, bazı kamu görevlileri hakkında yakalama kararı çıkartıldı. 19 Ocak’ta Taksim’den Agos’a yürüyoruz. On binlerce insan Hrant’ı unutmadığını, devletin siyasi cinayet geleneğini, devletin Ermeni soykırımı üzerinde yükselen nobranlığını bildiğini haykıracak. Hrant cinayetinin 100 yıl önce işlenen o büyük suçun bir devamı olduğunu haykıracak. Devleti hem Hrant Dink’le hem de soykırımla yüzleşmeye çağıracak. Siz de katılın!
SOSYALİZM SOHBETLERİ Meltem Oral
KARAMSARLIK DEĞİL ÖRGÜTLENME ZAMANI Arap devrimlerinin gerileyişinin etkisi bütün dünyadaki mücadelenin havasını belirliyor. Bundan birkaç sene önce peşpeşe diktatörleri deviren bir rüzgar tüm dünyadaki mücadeleye ilham veriyordu. Tahrir’deki direniş ABD’de greve çıkan işçilerden İspanya’da meydanları işgal edenlere kadar her yerde büyük bir dayanışma ve coşkuyla karşılaşıyordu. Çünkü kaderimiz ortak. Bugün dünyadaki manzara kuşkusuz farklı. Karşı devrim ve dünya egemen sınıfı gücünü toparlamaya ve bu
dalgayı boğmaya çalışıyor. Tüm dünyaya emsal olan Arap devrimlerine ‘ayar vermek’ aynı zamanda egemen sınıfın bizlere karşı verdiği ideolojik savaşın bir parçası. Mısır’da darbe harekete vurdu, muhalifler baskı altında. ABD bombaları yeniden Ortadoğu’da. Paris’te yapılan katliam tam da Avrupa’da aşırı sağın sokakta güçlü eylemler örgütlemeye başladığı bir dönemde gerçekleşti. Katliam Avrupa sağı tarafından ‘birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz zaman’ gibi söylemlerle kullanılmaya çalışılıyor. 2008’den bu yana Avrupa’da kemer sıkma politikaları uygulayan hükümetler ve işçi sınıfı arasındaki keskin kutuplaşma ‘ulusal birlikle’ silikleştirilmeye çalışılıyor, çalışılacak. Yunanistan’da müstakbel iktidar sol parti Syriza’ya karşı sağın temel argümanı bu oldu bile. Sağcı Samaras’ın katliama dair söylediği ilk şey ‘Syriza işte bu göçmenler daha fazla ülkemize gelsin isiyor’ oldu.
Gelelim Türkiye’ye. Son zamanlarda bir karamsarlık hali var. Arkasında AKP’nin asla yenilemeyeceği fikri olan bu karamsarlık geri çekilmeyi de beraberinde getiriyor. Sokaktaki karamsarlık en çok egemen sınıfa yarıyor. Oysa mücadele dolu bir dönemdeyiz. Avrupa’da yürüyüş yapan aşırı sağa karşı, iki kat daha kalabalık olan ırkçılık karşıtları toplandı. Türkiye’de AKP liderliğindeki çatlaklar hiç olmadığı kadar görünür halde. Daha birkaç ay önce Batı’da Demirtaş’ın aldığı oylar önümüzdeki genel seçim sürecinde barıştan, özgürlükten yana olanların önüne büyük fırsatlar sunuyor. ‘Gelecekteki kötü günler’ karşısında el ele tutuşmak gerektiğini anlatanlar, korku üzerinden örgütlenmeye çalışıyorlar. Ancak umutlu olmamıza neden olan şey mücadele ve önümüzdeki fırsatlar. 2015’in devletin Ermeni soykırımından özür dilediği, kalıcı barış için somut adımlar attığı, özgürlükçü güçlerin mevcut kutuplaşmayı parçalamak üzere örgütlendiği bir yıl yapmak bizim elimizde.