DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
582
8 Aralık 2016 2 TL. sosyalistisci.org
DEMOKRASİ İCİN , HEP BİRLİKTE! İTALYA’DA HALK AB’Yİ VE SİYASİ ELİTLERİ YENDİ! sayfa 4
NİÇİN DEVRİMCİ PARTİYE İHTİYACIMIZ VAR? sayfa 8
KASIM’DA 190 İŞÇİ ÖLDÜ: İŞ CİNAYETLERİNİ DURDURALIM
sayfa 9
2
GÜNDEM
KUTUPLAŞ-MA! Elinin altında kamu gücü bulunanların toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmeleri kuşkusuz çok tehlikeli. Siyasal hedefinin Türk tipi bir başkanlık rejimi olduğu giderek açık edilen yeni “yerli ve milli koalisyon”, yani AKP-MHP ittifakı, bu kutuplaşmayı derinleştirmek, yaygınlaştırmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor, hatta tersine fırsat üzerine fırsat yaratıyor. Bu siyasal kutuplaşmanın nasıl bir tehlike içerdiği ise idam tartışmasında açığa çıkıyor: Neredeyse, “idama hayır” diyenlerin vatan haini ilan edildiği dinamik bir siyasal süreç içinden geçtiğimiz. Kutuplaştırma, hükümet açısından aynı anda birkaç işleve birden sahip: Öncelikle, kendi tabanını bir düşmana karşı sürekli harekete geçirerek safların sıklaşmasını sağlıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, çok uzun bir süredir sadece ama sadece kendi tabanına sesleniyor. Kendi tabanı dışındaki milyonlarca insanın bir önemi yokmuş gibi davranıyor. Kutuplaştırmanın hükümet ve devlet kadroları açısından ise, çatlak seslerin engellenmesi gibi bir işlevi var. TL’nin Dolar karşısında değer kaybetmesi ya da Erdoğan’ın Avrupa Birliği konusundaki açıklamalarına hükümet kadroları arasından katılmayanlar, bunu ya çok sessiz bir şekilde dile getiriyorlar ya da bütünüyle suskun kalıyorlar. Kutuplaşma bir başka işe daha yarıyor: Hükümet yetkilileri dün söylediklerini bugün inkar ettiklerinde ya da dün uyguladıklarını bugün reddettiklerinde tartışma yerine kutuplaşmanın şiddeti yaşandığı için sistemli bir eleştiri getirmek mümkün olmuyor. “Dün çözüm süreci vardı” demek, dün AB reformları için adım atılıyordu demek, kutuplaşmanın şiddeti tarafından anlamsızlaştırılıyor. Üstelik, çok sayıda tv ekranı ve gazete köşesinde, bu kutuplaştırma siyasetini en büyük gürültüyle derinleştiren, günlük politikanın temel malzemesi haline gelmesine yardımcı olan insanlar kolektif bir mesai harcıyor. Kutuplaştırma siyasetinin bir başka faydası da hükümetin muhalefeti paralize etmesini sağlamasında. Örneğin CHP, karşı kutupta görünmemek için, başkanlığa karşı düzenlediği kampanyayı, AKP ya da MHP’nin de kullanabileceği bir başlıkla, “Ülkeyi böldürtmeyeceğiz” sloganıyla düzenliyor. Muhalefet, ayrıca, tıpkı hükümet gibi sadece kendi tabanına seslenen bir siyaset izleyerek, hükümetin, yerli ve milli koalisyonun ekmeğine yağ sürüyor. Kuşkusuz CHP, tam olarak muhalefet sayılmaz. CHP, ruhu yerli ve milli koalisyonda olsa da bedeni bir süreliğine bu koalisyonun dışında yer alan bir parti. Daha önemlisi, radikal muhalefetin de aynı kutuplaştırıcı dili kullanmaya başlaması. Radikal muhalefet bu dili kullandığı ölçüde, AKP tabanını blok bir şeriatçı-gerici-faşizan kitle olarak kodluyor. AKP’ye oy veren milyonlarca yoksul, emekçiyi özellikle OHAL döneminde Fethullahçı darbeciler ve darbeye bulaşan tüm gruplar dışında kalan on binlerce insana yönelen baskı politikalarının sorumlusu, ortağı ilan ediyorlar. Bu, kutuplaştırma siyasetinin hükümetin işine en çok yarayan işlevi. Muhalefet, bu kutuplaştırma siyasetini aynen kullandıkça, Erdoğan’a kilitleniyor, Erdoğan dışında her olguya gözlerini kapatıyor. Dev bir Erdoğan silueti, Türkiye egemen sınıfının arkasına sığındığı, Türkiye kapitalizminin görünmez olduğu bir maskeye dönüşüyor. Bu ise Türkiye’de inşa edilmesi zorunlu olan egemen sınıfla işçi sınıfı arasındaki sahici kutuplaşmayı sürekli olarak erteliyor.
ERDOĞAN’DAN U DÖNÜŞLER Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin durdurulması yolunda aldığı tavsiye kararının ardından yaşananlar, iktidarın içinde bulunduğu acıklı durumu çok net bir şekilde ortaya koyuyor. AP’nin kararının ardından “Bana bak!” diye başlayan ve “Siz de kimsiniz, size ihtiyacımız yok!” diye sözde sert çıkışıyla seçmenlerine dik duruş mesajları vermeye çalışan Erdoğan, aradan birkaç gün geçtikten sonra, 1 Aralık’ta muhtarlara yaptığı konuşmada, kendini tekzip etti.. AB ülkelerinde 5 milyon Türk’ün yaşadığını söyleyen Erdoğan, “Ülkemize karşı anlamsız husumeti bir tarafa bırakırlarsa AB’ye tam üye olmaya hazırız. Vize serbestisi, mülteci yardımı, fasılların açılması konusunda adımlar atılırsa biz de iyi niyetimizi göstereceğiz” diyerek, AB üyeliği konusunda ne kadar çelişik bir tavır içinde bulunduğunu ortaya koydu. Başbakan Binali Yıldırım ise TÜSİAD Yüksek İstişare Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, “Gümrük Birliği’ni yeniden gözden geçireceğiz, bu kadar seneden sonra sanayide durum ne, tarım ne, e-ticarrette güncelleme yapılacak. Çünkü Güm-
rük Birliği’nde de maalesef bize madik attılar, mal ve hizmetler serbest olacaktı üstüne yattılar” diyerek, AB’ye yönelik politikalarının çöktüğünü argoyla ifade etti. Esad rejimine tavır Erdoğan, Suriye konusunda yaptığı ve Rusya ile gerilim yaşanmasına neden olan açıklamalarından da çark etti. Fırat Kalkanı harekâtının amacının Suriye’deki Esad rejimini devirmek olduğunu ilan eden Erdoğan, bu açıklamadan sonra Rusya Devlet Başkanı Putin ve Başbakan Lavrov’la yaptığı görüşmelerin ardından söylediklerini inkâr ederek, “Fırat Kalkanı harekatının hedefi herhangi bir ülke veya kişi değil, terör örgütleridir” demek zorunda kaldı. Bütün bunlar, iktidarın bütün sert söylemlerine karşın, giderek derinleşen istikrarsızlık ortamı karşısında çaresiz durumda olduğunu ortaya koyuyor. İktidar bu çaresizliğini sert OHAL politikaları ile perdelemeye çalışırken, milyonlarca insanın hayat koşullarını giderek zorlaştırıyor.
ABD DARBEYİ DESTEKLEMEMİŞ MİYDİ? Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, geçen hafta İncirlik'te ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Joseph Dunford ile görüştü. Akar, 15 Temmuz günü ordunun darbe yaptığını hükümete bildirmemiş ve 16 Temmuz sabahı ortaya çıkmıştı. Dunford ise Ankara’da meclisi vuran savaş uçaklarının kalktığı askeri üslerin sahibiydi ve ABD ordusu açıkça darbeyi destekledi. Buna rağmen Adana’da savaş toplantısı yaptlar Neler konuştukları bilinmiyor fakat İncirlik ve Diyarbakır askeri üslerinden kalkan ABD koalisyon savaş uçakları her gün Suriye ve Irak’ı vurmaya devam ediyor.
CHP’DE FETÖ KRİZİ “Ülkeyi Böldürtmeyeceğiz” kampanyasının Adana’da yapılan ilk mitinginde Kılıçdaroğlu’nun yaptığı konuşma CHP içinde sert bir tartışma başlattı. Türkiye’nin hızla bir diktatörlük rejimine itildiğini söyleyen Kılıçdaroğlu, tutuklu gazetecilerin arasında Nazlı Ilıcak, Mehmet Altan ve Ali Bulaç’ın da isimlerini saymıştı. Ulusalcılar isyanda CHP içinde ilk tepki Bolu milletvekili Tanju Özcan’dan geldi. Parti içindeki ulusalcılardan biri olan Özcan “CHP, oraya buraya savrulan, hiçbir konuda net duruşu olmayan, hiçbir krizi yönetemeyen bir duruma geldi” diye konuştu. Mitingin akşamına CNN Türk canlı yayınına katılan Deniz Baykal’dan geldi. FETÖ’nün kasediyle genel başkanlık koltuğundan indirilen Baykal, “Ergenekon sürecinin mimarları konumunda olan... hiçbir inandırıcı delil olmadan bizzat
kamuoyuna aktararak büyük bir komplonun aktif unsuru olarak görev yapmış olanların ödüllendirilmesini, topluma saygıdeğer bir hedef olarak gösterilerek alkışlanmasının sağlamasını haklı bulmak mümkün değil” diyerek ağır eleştirilerde bulundu. ‘Ülkeyi böldürtmeyeceğiz’ kampanyasında bir yandan rejimin ve devletin bekasını diğer yandan hak ve özgürlükleri savunan Kılıçdaroğlu’nun çelişkili sözleri ise havaya karıştı. Başdanışmana Bylock gözaltısı CHP içindeki tartışmaları Kılıçdaroğlu’nun başdanışmanı Doç. Dr. Fatih Gürsul, Bylock operasyonunda gözaltına alındı. Son seçimlerde Elazığ’dan birinci sırada aday olan İstanbul Üniversitesi eski öğretim üyesi Gürsul, bir süre önce FETÖ’nün darbe girişimi soruşturması kapsamında görevden uzaklaştırılmıştı.
HAPİSHANELER TIKLIM TIKLIM Tutuklu ve hükümlü sayısı 2015’te bir önceki yıla göre yüzde 11,7 artarak 177 bin 262’ye yükseldi. Bu kişilerin yüzde 96,3’ü erkekler, yüzde 3,7’si de kadınlardan oluştu. Bu rakama 2016 yılındaki tutuklamaları eklendiğinde hapiste bulunan kişi sayısı 200 bini geçmiş durumda.
GÜNDEM
KONTRGERİLLANIN ÜZERİ YİNE ÖRTÜLDÜ
3
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
ÇÖZÜM VE DEMOKRASİNİN SINIRLARI Çözüm süreci 2013 yılının başlarında gündeme geldiğinde sürece karşı çıkan ulusalcılar, “demokrasi olmadan çözüm olmaz” diyorlardı. Bu, Kürt sorununda en önemli demokratik adımların atılmasını amaçlayan bir sürece, Türkiye’nin birikmiş bütün sorunlarının da çözümü için yüklenmek anlamına geliyordu. Bugün daha farklı bir koşuldayız. Bugün, çözüm sürecinin yeniden başlaması için, eğer çözüm diyalog demekse, diyaloğun bir ucunda yer alması gerekenlerin, rahatça, dilediğini söyleyerek siyaset yapmasının koşulları sağlanmak zorunda. Dün, “demokrasi olmadan çözüm olmaz” çıkışı yanlıştı, fakat bugün çözüm sürecinin devreye girmesi için demokrasinin vazgeçilemez, ertelenemez, görmezden gelinemez temelleri devreye girmek zorunda.
Zirve davasında ilk kez bir katliam bütün yönleriyle açığa çıkarılmıştı.
Susurluk, Ergenekon, FETÖ... Farklı adlar ve yüzlerle karşımıza çıkan yasadışı devlet örgütlenmelerinin üzeri her seferinde örtüldü. Zirve yayınevi katliamı davasının gerekçeli kararı bunun bir belgesi gibi. Ne olmuştu? 18 Nisan 2007 günü Malatya’da Zirve yayınevine gelen 5 kişi içeride bulunan yayınevi çalışanlarını vahşice işkence etmiş ve katletilmişti. O gün biri Alman ikisi Türk üç kişi sadece Hristiyan oldukları ve bu konuda yayınlar çıkarttıkları için boğazları kesilerek öldürüldüler. Bu Ergenekon adı verilen kemalist darbeci örgütlenmenin azınlıkları hedef alan şiddet kampanyasının doruğuydu. Çökertilen dava 5 kişiye üçer kez müebbet hapis cezasının verildiği davanın gerekçeli kararına göre:
n Zirve katliamı örgütün işi değil bireysel bir suç. n Sanıkların ateşli silahları yok. Kuru sıkı tabancaları ve bıçakları var bu yüzden örgüt olamazlar. n Sadece bu katliamı işlemek için bir araya geldiler. Yani örgütsel bir süreklilik yok. n Katliamı tertipleyen Gökhan Günaydın yaşça diğer sanklardan büyük olsa da aralarında bir hiyerarşi yok. n Santoro, Dink, Zirve cinayetleri 1 yıllık bir zaman diliminde arka arkaya işlenmişse de aralarında bir bağlantı yok. n TUSHAD adı verilen bir devlet örgütlenmesi yok. n Dava hakkında gelen ihbar mektupları tek bir merkezden gönderildi, bu Ergenekon-Balyoz kumpasını kuranlar yani FETÖ. Dolasıyla ihbarlar asılsız.
11 İLİN BELEDİYESİ ANKARA'DAN YÖNETİLİYOR Kürt şehirlerindeki 96 DBP'li belediyenin 29'u kayyumla yönetiliyor. Bunlardan 11'il belediyesi. Yani Türkiye'nin 81 ilinden 11'inin belediyesi halkın seçtiği siyasetçiler tarafından değil Ankara'dan atanan bürokratlarla yönetiliyor. Aralarında Ahmet Türk'ün de bulunduğu 41 belediye eşbaşkanı hapse konulurken, tutuklama dalgasının devam edeceği söyleniyor. Bu tutuklama dalgası neyi değiştirecek? Hiçbir şeyi. Seçilmiş Kürt siyasetçilerin tutuklanması, yasal partilerin faaliyetlerinin engellenmesi devlet tarafından defalarca denendi. Bunlar Kürt sorununu ortadan kaldırmadığı gibi daha da içinden çıkılmaz hale getirdi.
Neredeyse her anı belgeli olmasına rağmen Zirve davasından generaller, ilahiyat profesörleri, istihbaratçılardan oluşan sanıkların hepsi, ‘Ergenekon ve Balyoz FETÖ kumpası’ denilerek serbest bıraklmıştı.Bu gerekçeli karar ile korkunç katliamda açığa çıkan yasadışı devlet güçlerinin üzeri tamamen örtüldü. Oysa Zirve katliamı davası, Ergenekon davaları arasında FETÖ’nün iştirakinin bulunduğu tek olay. BBP’ye yakın olduğu söylenen katliamın tertipçisi Gökhan Günaydın, Gülen cemaatine ait bir yurttan getirdiği 4 öğrenciyi yanınana alarak yayınevine gitmişti ve onlarla birlikte cinayet işlemişti. Öldürülen protestanlar jandarma istihbarat tarafından yakından takip ediliyordu. 15 Temmuz sonra ‘hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ demiştik. Darbe yenildi fakat darbecileri aklama girişimi son hızla devam ediyor.
BU HUKUK DEĞİL İNTİKAM
Üstelik, bu çok acil. Ahmet İnsel “Post-gerçekle, nereye kadar?” başlıklı köşe yazısında, Paris Kürt Enstitüsü’nün 2 Aralık’ta yayımladığı
dökümü
şöyle
özetliyor:
BDP-DBP’nin
yönettiği “102 büyüklü küçüklü belediyenin 58’inde belediye başkanları görevden alınmış durumda. Dün itibarıyla bu sayı 60’a çıktı... Daha sonra DBP’ye dönüşen BDP’nin kazandığı 3 büyükşehir belediyesinin eş başkanları tutuklu. 11 il merkezi belediyesinden 10’unun eş başkanları görevden alınmış ve bunların 7’si tutuklu durumdalar. Kısacası Meclis’te HDP’nin iki eş başkanı ve Meclis grubunun altıda birinin tutuklu olduğu, DBP’nin yönettiği 102 belediyenin yüzde 60’ında seçilen eş başkanların en azından birinin görevden alındığı ve 70’inin tutuklu olduğu bir tablo var ortada.” Bu tablo hızla değişmeli. Seçilmişlerin görevlerine iade edilmesi ve halktan aldıkları onayla görevlerine devam etmeleri, siyasetin yeniden devreye girmeye başladığını gösterecektir. Bunun tersine, her hafta Kürt siyasetçilerin görevden uzaklaştırılması ya da tutuklanması çözüm sürecinin arkada, giderek uzaklaşan bir nokta gibi kalmasına neden oluyor. Her tutuklama, devletin, Kürt sorununda çözüm sürecini devreye
HDP heyetinin Edirne F tipi hapishanesinde tutulan eş başkanları Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etmesine izin verilmedi.
sokmak fikrinden giderek uzaklaştığının işareti çünkü.
Demirtaş iki yıl önceki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmuş, 4 milyona yakın oy almıştı. Bir yıl sonra yapılan genel seçimlerde partisinin oylarını 6 milyona çıkarırken, Ak Parti’nin meclisteki mutlak çoğunluk kurmasını engellleyerek Erdoğan’ın başkanlık planlarını bozmuştu.
ki. Uzaklaşan, aynı zamanda, Kürtlerin zihninde yer
Hakkari milletvekiliyken Edirne’de bir hücrede tecritte tutuluyor. Kaldığı blokun bir tarafındada IŞİD’çiler kalıyor.
Fakat uzaklaşan sadece çözüm süreci değil ne yazık edinen çözüm umudu. Kürtler, oy verdikleri temsilcilerinin yerine kayyum atanmasından, oy verdikleri partilerin eş başkanlarının tutuklanmasından hangi sonuçları çıkartacaklardır? En iyi ihtimalle siyasete kayıtsızlık. Kürt ve Türk yoksulların çıkarı, Ankara’da düzenlenen
Adalet Bakanlığı, aynı hapishanede tutuklu bulunan HDP Hakkari Milletvekili Abdullah Zeydan’ın Demirtaş’la birlikte kalma talebini de reddetti. Gerekçe Demirtaş’ın güvenliği!
Yaşam İçin Ses Ver panelinde söylendiği gibi, savaş-
Çeşitli hapishanelerde tutuklu diğer milletvekilleri de aynı durumda. Bu adli soruşturma, adil yargılama, hukuk değil düpedüz intikam.
le gelenin seçimle gitmesi” Türkiye’de siyaset yapan
tan çıkarı olmayanların barış için mücadeleyi aralıksız sürdürmelerindedir. Bu mücadelenin ilk adımı, “seçimtüm partiler için eşitlik ilkesiyle uygulanmasıdır. Asgari demokrasidir yani.
4
DÜNYA
İTALYA’DA HALK AB’Yİ VE SİYASİ ELİTLERİ YENDİ
AVUSTURYA’DA FAŞİZME GEÇİT YOK!
Devrimci sosyalistler anti-faşist mücadelenin başını çekiyor.
Avusturya’da yapılan Başkanlık seçimlerinde Faşist FPÖ (Özgürlük Partisi) üyesi Norbert Hofer yapılan seçimlerde yine kaybetti. Oyların % 46,7’sini alan Hofer’e karşılık Yeşiller partisinin eski lideri, bağımsız aday Alexander Van der Bellen oyların %53,3’ünü alarak ülkenin yeni başkanı oldu. Hofer’in ırkçı partisine yer açan ülkedeki ana akım partilerin sağa kayması oldu. Ülkenin sosyal demokrat başbakanı Christian Kern seçimlerden önce partisinin bundan böyle FPÖ ile birlikte çalışabileceğini açıkladı. Hofer, ırkçılık ve Müslümanlara ve göçmenlere ayrımcılık temelinde bir seçim kampanyası yürütmüştü. Eski bir Nazi Bakanı ve SS subayı tarafından kurulan FPÖ’nun Nazilerden oluşan bir çekirdeği var. Hofer parlamentoda Avusturya Nazilerinin sembolü olan mavikantaron çiçeğini taktığı için eleştirilmişti. Avusturya’daki sosyalistler Hofer’e karşı canlı bir kampanya yürüttüler. 26 Kasım’da Viyana’da yapılan yürüyüşe 5000’den fazla kişi katılırken, 3 Aralık’ta Viyana’da yapılan ve devrimci sosyalist örgüt Linkswende’nin başını çektiği yürüyüşe yüzlerce kişi katılmıştı.
İtalyan işçi sınıfı krize karşı mücadelede.
İtalya’da halk, hükümetin yetkilerini artıran ve başbakanın elinde merkezileştirmeyi amaçlayan yasa tasarısına yüzde 59 oyla ‘hayır’ dedi. Renzi ve Demokratik Parti hükümetinin sandıkta yenilmesi, Avrupa’nın en sorunlu finans kuruluşları olarak görülen İtalyan bankalarının kurtarma paketinin de reddedilmesi anlamına geliyor.
ken büyük bir istikrarsızlığa sebep oldu.
Hükümete karşı öfke, seçmenlerin yüzde 65’inin sandık başına gitmesine yol açtı. Bu İtalya için oldukça yüksek bir katılım oranı.
Referandumda ‘evet’ diyenlerin kim olduğuna bakıldığında, bunlar Obama’nın arkasındakilerin yerel izdüşümleri. Yani küresel sermaye, Avrupa Birliği ve İtalyan elitleri. Halkı soyan kemer sıkma politikalarının hızla uygulanması için Renzi’nin kumarına katıldılar ve yenildiler.
‘Tek adam yönetimi’ Başbakan Renzi’nin anayasal reform paketi, parlamentonun işleyişinde köklü değişikliğe yol açacaktı. Parlamentonun alt kanadı Temsilciler Meclisi ile eşit yetkilere sahip olan Senato'nun yapısının ve yetkilerinin azaltılması en önemli maddeydi. Halen her yasanın parlamentonun iki kanadı tarafından onaylanması gerekiyor. Bunun istikrarsızlık nedeni ve israf olduğunu savunan Renzi, Avrupa Birliği’nin istikrar paketlerini paramento engelini aşarak uygulamak istedi. Türkiye’de istikrarın tek yolu olarak sunulan yetkilerin tek elde merkezileştirilmesi, İtalya’da yenilgiye uğrar-
Bu, dünyada küreselleşmenin uygulayıcısı neoliberal parti ve liderlerin sonunu getiren tepki dalgasının bir parçası. İtalyan bankaları değer kaybediyor
Sonuçlar İtalyan banka hisselerine vurdu. Yılbaşından bu yana değer kaybına uğrayan bankaların değerleri yüzde 7 oranında düştü. Türkiye'de Yapı Kredi Bankası'nın da hissedarlarından olan Unicredit ise yüzde 5'e yakın değer kaybı yaşıyor. Renzi istifasını 2017 bütçesinin onaylanmasına kadar erteledi. Fakat bu çaresiz bir atak. Bankaları kurtarma paketinin reddedilmesi ve siyasal istikararsızlığın derinleşmesi kaçınılmaz. Avrupa Birliği bankerleri İtalya’daki krizin kıtada domino etkisi yaratacağından endişeleniyor.
Hayırcılar alternatif mi? Zafer kazanan ‘hayır’ cephesindeki en önemli siyasi odak 5 Yıldız Hareketi. Gezi parkı direnişi sırasında alternatif bir muhalefet yönetim olarak tartışılan 5 Yıldız, Avrupa Birliği’ne karşı ve eurodan çıkılması için referandum talep ediyor. İnternet özgürlüğü ve çevrecilik gibi politikalarla tannan hareket, ABD tipi kapitalizmi ve serbest piyasa ekonomisini savunan sağcı popülist bir çizgide. 5 Yıldız, Avrupa Birliği’nin dayatmalarından usanmış halkın tepki oylarını toplasa da liderliğinde yine işadamları var ve krizden emekçi sınflar lehine bir çıkış ortaya oymuş değil. Fakat ilk seçimde 5 Yıldız hükümet olabilir. Eski ve yenik başbakan sağcı Berlusconi de hayır kampanyasının başını çekenlerden biriydi. Berlusconi zafer konuşmaları yapıyor fakat o da AB’nin istikrar paketlerini uyguladığı için gitmişti. Faşist Kuzey Ligası da kazanan tarafta. İtalya’da halk bankaları kurtarma planına isyan etse de mevcut muhalefet güçleri, sağın çeşitli kanatlarından oluşuyor. Türkiye gibi İtalya’ya gerçek sol lazım!
HALEP’TE KATLİAM ÜSTÜNE KATLİAM Suriye rejimi 15 Kasım’da başlattığı Halep operasyonuyla şehrin muhaliflerin elindeki bölümünün yaklaşık yarısını ele geçirdi. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından en büyük katliamlardan birine sahne olan şehir dört aylık bir kuşatmanın ardından, neredeyse her gün Rus ve Suriye uçakları tarafından bombalanıyor. Suriye rejiminin güçlerinin önemli bir kısmını İran’ın desteklediği milislerle Hizbullah militanları oluşturuyor. Yüzlerce sivilin hayatını kaybettiği Halep’in muhaliflerin elindeki bölgelerinde, gıda ve petrol sıkıntısı var, yalnızca 30 doktor, on ambulans kaldı. Hastaneler ve okullar rejim tarafından bombalanıyor. ABD’de Rusya ve Suriye rejimiyle yakınlaşma yanlısı Donald Trump’ın seçilmesi de Esad rejimini rahatlatan bir etken oldu. Doğu Halep’te El-Kaide’nin Suriye kolu olan El-Nusra cephesinin birkaç yüz militanı bulunurken, buna karşın şehirde çeşitli ÖSO birliklerine bağlı 8.000 kişi var. Şehirde aynı zamanda gündelik işlerin yürümesini sağlayan yüzlerce taban örgütlenmesi bulunuyor. Suriye ordusunun şehrin kuzeydoğusuna yaptığı saldırının ardından, yaklaşık binlerce kişi YPG’nin kontrolündeki Şeyh Maksud semtine kaçmıştı. Siviller rejim tarafından sorgulanacakları bölgelerdense Kürtlerin kontrolündeki bölgelere sığınmayı tercih ediyorlar. Ancak YPG’nin Şeyh Maksut’dan doğuya doğru kontrol bölgelerini genişletirken Esad rejimiyle koordine hareket ettiği yönünde iddialar da var. YPG ve rejim arasındaki koordinasyon asıl olarak Türkiye destekli silahlı grupların El-Bab’a ilerledikleri ve Kürt köylerini ele geçirdikleri Kuzey Halep’te görülüyor.
DÜNYA
DONALD TRUMP’A KİMLER OY VERDİ? SADIE ROBINSON
Kimler Donald Trump’a bir sonraki ABD başkanı olması için oy verdi? Çıkış anketleri Trump’ın, başta üniversite eğitimi almamış olanlar olmak üzere, beyaz seçmenlerden aldığı destekle kazandığını gösteriyor.
Hürriyet gazetesine konuşan Long, “Yani Türkiye dünya arenasındaki önemli aktörlerden biri olsa da alevler içinde tutuşmuş değil. Dolayısıyla da bir süre beklediği muameleyi göremeyebilir” dedi. Long'un açıklamaları şöyleydi: Darbeci Gülen'in iadesi bekleyecek
Elbette Trump iğrenç derecede ırkçı bir kampanya yürüttü. Ama Latinlerden ve diğerlerinden de büyük miktarda oy aldı.
2008 ve 2012’de seçmenlerin Barack Obama’yı, ABD’nin ilk siyah başkanını seçtiği birçok eyalette, bu kez Trump kazandı. New York Times’ın (NYT) da söylediği gibi “Onlarca yıldır oylarını Demokratik parti adaylarına vermiş olan sendikalı seçmenlerle dolu endüstrileşmiş şehirler Trump’a kaydılar.” Değişmeyen veya düşen ücretler, güvenli işlerin yetersizliği ve tırmanan eşitsizliğe karşı derin bir öfke var. Clinton’in iş dünyası yanlısı politikalarının bazılarına, işçi sınıfına verecek herhangi bir hesabı olmadığı halde, Trump el koydu. Trumbull, Ohio’da Trump 6 puanla kazandı. Buradaki seçmenler 2012’de 22 puanla Obama’yı desteklemişlerdi. 2012’de Obama Iowa’yı kolayca almıştı. Bu kez Trump kolayca kazandı. Seçimler için önemli endüstrileşmiş eyaletler olan Michigan, Wisconsin ve Pennsylvania’da 2012’de Obama’nin aldığı oylara kıyasla, Clinton sırasıyla yüzde 13, 10 ve 9 puan düştü. NTY “Obama Kuzeydeki beyaz işçi sınıfın içinde güçlüydü.” diye yazdı. Bu, bu bölgelerdeki seçmenlerin basitçe ırkçı olarak azledilebilmesi sonucuna götürmez. Bu, Clinton’un kampanyasının bu bölgelerin desteğini kazanmada yetersiz kaldığını gösterir. Üniversite mezunu olmayan beyaz erkeklerin yüzde 25’inden azı Clinton’ı destekledi. Obama bu grubun dörtte üçünün oylarını almıştı. 35-54 yaşları arasındaki siyah seçmenlerin hemen hemen tamamı oylarını Obama’ya vermişti. Bunlarin yalnızca yüzde 80’i Clinton’a oy verdi. Nüfusunun yüzde 83’ü siyah olan Detroit’de Clinton Obama’nin 2012’de aldı-
TRUMP YÖNETİMİ TÜRKİYE’NİN TALEPLERİNİ YERİNE GETİRMEYECEK Ak Parti hükümetinin Trump’tan beklentileri boşa çıkıyor. Trump yönetiminin Ortadoğu politikasını anlatan Mary Beth Long, Suriye ve Irak’ta Kürtlerden vazgeçmeyeceğini söyleyerek Erdoğan’a “sabır diledi.”
Bazıları, beyaz işçi sınıfı seçmenlerinin ırkçı olduğu ve Trump’ın Meksikalılara ve Müslümanlara karşı nefreti kışkırtmasıyla oy kazandığı sonucuna bile vardı.
Seçim paterni, bunu sadece ırkçı oylar olarak görmenin çok fazla basitleştirilmiş bir yaklaşım olduğunu gösteriyor.
5
Obama’nın tutmadığı sözler, seçmenleri bıktırmıştı.
ğından 48.000 daha az oy aldı. Ve Obama Latin oylarının yüzde 70’ini almışken, Clinton yüzde 66’sını aldı. Buna karşın, Trump’ın Latinlerden aldığı oy yüzdesi ile 2012’de Cumhuriyetci aday Mitt Romney’in almış olduğu oy yüzdesi kabaca aynı. Latin erkeklerin üçte biri ve Latin kadınların yüzde 26’sı Trump’a oy verdi. Beyaz erkekler büyük oranda Trump’ı destekledi – yüzde 63 Trump’a, yüzde 31 Clinton’a oy verdi. Beyaz kadınlar da büyük oranda Trump’ın arkasındaydı, yüzde 52’ı Trump’a oy verdiğini söyledi.
Amerikalıların gelecek nesillerin şimdikinden daha iyi yaşam koşullarına sahip olup olmayacağı sorulduğunda, Demokratlara oy verenlerin yüzde 59’u evet yanıtını verdi. Cumhuriyetçilere oy veren seçmenlerin ise yüzde 63’ü hayır dedi. Sıradan insanlar sekiz yıldır Obama’nın Demokrat hükümeti altında kesintiler ve saldırılara maruz kaldılar. Yaşamlarının daha iyi olacağına dair verilen sözlerin tutulmadığına şahit oldular. Obama’nın destekçileri sağlık reformu için büyük iddalarda bulundular.
Edison Research'ün gerçekleştirdiği ve 24.537 seçmenin örneklem grubunu oluşturduğu ulusal seçim anketinde, Cliton’ı destekleyen tek beyaz grubunun universite eğitimi almış kadınlar olduğu ortaya çıktı.
Ancak seçimlere 2 hafta kala, Obamacare sağlık primlerinin 2017’de ortalama yüzde 25 artırılmak üzere düzenlendiği ortaya çıktı. Bu rakam seçmenlerin önemli bir bölümünün kaymasına neden olmuş olabilir.
Trump’ın kampanyası yalnızca ırkçılık ve göç ile ilgili değildi. Trump, iki yüzlü bir şekilde, kendini elitere karşı sıradan insanları savunan bir “dışarlıklı” olarak konumlandırdı.
Trump, sağ kanattaki kampanyasının arkasında, ABD toplumundaki öfkenin bir kısmını çekmeyi başardı. Irkçı ve cinsiyetçi olduğu çok açık olan birisinin bu kadar yüksek oranda oy almış olması ciddi bir endişe kaynağı.
Bir milyarder olan Trump bu insanların bundan sonra “unutulmayacaklarını” ileri sürdü. İş alanları yaratmayı, makul ücretli sağlık hizmeti sağlamayı ve konutlandırmayı iyileştireceğini taahhüt etti. Clinton ise net bir şekilde düzenin adayıydı. Edison’un anketi en yoksul kesimin (çoğu siyah veya Latinler) Demokratlara oy verme eğiliminde olduğunu, Cumhuriyetçi oyların ise gelire paralel bir şekilde arttığını ortaya koydu. Yılda 50.000 USD’ın altında kazananların yüzde 52’si Demokratlara ve yüzde 41’i Cumhuriyetçilere oy verdi. Yılde 50.000 USD’ın üstünde kazananlarda ise, Trump yüzde 49 ve Clinton yüzde 47 oranında oy aldı.
Sonuç Cumhuriyetçilere büyük bir kayış olduğunu göstermiyor. 2012 seçimlerinde Cumhuriyetçi aday Mitt Romney oyların yüzde 47,2’sini almıştı.
"İade meselesi hukuki bir konu biliyorsunuz. Hukuki süreç kendi içinde işleyecektir. Ben Trump yönetiminin bu geçiş döneminde hukuki süreci hızlandırmak için düğmeye basacağını sanmıyorum. Daha ziyade Türkiye’nin iade için gerekli delillerin ve sağlam bir dosyanın sunulup sunulmadığına bakacaktır. Ama onun ötesinde hukuki sürecin kendi mecrasında işlemesi beklenecektirİade meselesi hukuki bir konu biliyorsunuz. Hukuki süreç kendi içinde işleyecektir. Ben Trump yönetiminin bu geçiş döneminde hukuki süreci hızlandırmak için düğmeye basacağını sanmıyorum. Daha ziyade Türkiye’nin iade için gerekli delillerin ve sağlam bir dosyanın sunulup sunulmadığına bakacaktır. Ama onun ötesinde hukuki sürecin kendi mecrasında işlemesi beklenecektir... Sayın Erdoğan’a ve Türk halkına işlerin netleşmesi ve eyleme geçilmesi için biraz sabır demek istiyorum." Kürtler tampon olacak “Bakın, Erdoğan’ı endişelendiren asıl meselesinin Suriyeli Kürtler olduğunu biliyoruz. Belki yaklaşımda nüanslar olabilir ama ABD’nin IŞİD’le mücadelede ne Irak’taki ne de Suriye’deki Kürtlerden feragat edebileceğini sanıyorum. ABD’nin Kürtlerin temsil ettiği tampon bölgeden vazgeçebileceğini sanmıyorum. Kürtler muhtemel kriz sonrası Suriye’de (ya da adına ne derseniz deyin) Rusya-İran-Esad ortaklığındaki düşman yapıyla arada tampon olacaktır. Ben ABD’nin bu tamponu kaybetmek isteyebileceğini sanmıyorum. Bu bence Erdoğan’ın da değerlendirmesi gereken bir konu. Sonuçta bahsettiğimiz bu yapılar Türkiye ile sınır olacak. Erdoğan, Rusya-İran-Esad ortaklığındaki yapıyla arasında bir tampon olmasını ister mi ya da bu nasıl bir tampon olmalı? Kürtler bu tampon bölgenin içinde olmalı mı? Türkiye’nin Irak sınırı da benzer bir belirsizlikle karşı karşıya. Kürt bölgesi bağımsızlığını ilan etsin ya da şu anki haliyle kalsın, aşağıdaki Şii İran destekli kukla devletle Türkiye arasında bir tampon olacak...
Trump ise yüzde 47,5’ini aldı. Clinton kullanılan tüm oyların az bir farkla çoğunluğunu aldı.
Bence Trump nüanslı bir yaklaşım içinde olacak ve iki tarafla da ilişkilerini tutmaya çalışacaktır. Bu sırada da Erdoğan’ı Iraklı Kürtlerin ve Suriyeli Kürtlerin savaş kabiliyetlerini alandan sökmenin IŞİD ile mücadeleyi zedeleyecek bir hata olduğuna ikna etmeye çalışacaktır. Erdoğan’ı uzun vadeli düşünmeye ve bahsettiğim tampon bölgelere ihtiyaç olabileceğine ve bu bölgelerin nasıl olması gerektiğine kafa yormaya ikna etmeye çalışacaktır.”
Seçmenlerin neredeyse yarısının oy kullanmamış olduğunu unutmamalıyız.
İnsan hakkı ihlalleri konusunda uyarı
NYT Trump’ın zaferini “düzenin güçlü bir şekilde reddedilmesi” olarak yorumladı. Açık ki birçok kişi kendilerini yarı yolda bırakan bu sistemden bıkmış durumda. Socialist Worker
“Doğrudan Türkiye’ye hitaben söylemiyorum ama Trump’ın henüz insan hakları alanında konuşmamış olmasını açık çek olarak görüp ‘Gazetecilerimi tutuklarım, öğretmenlerimi ve dini liderlerimi sorgularım, askerlerimi hapse atarım ve hiçbir sonucu da olmaz, siyasi rakiplerimi sınır dışı ederim hiçbir şey de olmaz’ diye düşünen liderler varsa yanılıyorlar.”
6 GÜNDEM
MİLLİYETÇİ CEPHENİN DAYATMALARINA HAYIR!
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ TEKLİFİNDE DEMOKRATİKLEŞME YOK Ak Parti ve MHP’nin hazırladığı anayasa değişikliği teklifi meclise geliyor. İki partide fire olacağı ve Bahçeli’nin son dakika Erdoğan’a bir kazık atacağı iddiaları kulislerde konuşulsa da görünen iki partinin teklifinin meclisten geçeceği ve 2017 yaz başında referanduma gidileceği.
KAZANMAK İÇ BİRLEŞİK MÜC
İki partide meclise gelene kadar anayasa değişikliği paketinin detaylarını açıklamaktan kaçınıyor. Ancak hükümet çevrelerinin medyaya yaptığı açıklamalar Sosyalist İşçi’nin daha önce yaptığı tespiti doğruluyor. Bu anayasa değişikliği teklifinde demokratikleşmenin ‘d’si yok. Darbelerin panzehiri olacak yasa değişiklikleri yok. 12 Eylül darbe anayasasının özü olan ilk dört maddenin olduğu gibi kalmasında anlaşan Ak Parti ve MHP’nin paketinde sadece Erdoğan’ın fiili başkanlığına yasallık kazandıracak düzenlemeler var. Erdoğan seçim vaatlerini unuttu Darbe anayasasına son vermek yerine sivil ve demokratik bir anayasa getirmek 2007’den bu yana Erdoğan ve Ak Parti seçmenlerinin talebiydi. 15 Temmuz darbe girişimi bunun ne kadar elzem olduğunu gösterse de Erdoğan ülkücü faşistlerle ittifak kurarak bu fikirden caydı. Tek kazançlı çıkan faşistler Ortaya çıkan durumdan tek kazançlı çıkanlar faşistler. Ülkücüler 12 Eylül anayasasının değişmesine, Kürt sorunun demokratik çözümüne yıllardır karşı çıktılar ve bugün Erdoğan’ın başkanlık amacıyla fikirleri iktidarda. 15 temmuz darbesi öncesi ikiye bölünen MHP’de Bahçeli’nin koltuğu devletin yargı müdahalesiyle korunmuştu. Darbe öncesi seçimlerde Erdoğan ve Ak Parti’yi bitireceklerini söyleyen Bahçeli memnun. Hem muhaliflerinden kurtuldu, hem de partisini anahtar güç haline getirdi. Bu milliyetçi cephenin işi zor Türk lirasının değer kaybı ve doların yükselişi, tam da iki partinin başkanlık sistemini getirmek için görüştüğü gün başlamıştı. Başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’nin temel sorunlarına dair hiçbir çözüm getirmediği aksine demokrasi isteyenleri elbirliğiyle susturan Ak Parti-MHP milliyetçi cephesi, istikrar adına dayattıkları anayasa değişikliği ile daha da büyük bir istikrarsızlığa sebep olabilir.
Geçmişte Emek Platformu işçileri birleştiriyordu. Sendikalar yeniden yan yana gelmeli.
Hükümet, 15 Temmuz darbe girişimini püskürten demokratik halk direnişini gasp etti. Tayyip Erdoğan bunu “Milletim o gece tereddütsüz meydanlara yürüdü, darbeyi kendi lehine darbeye dönüştürdü” diyerek açıkça itiraf etti. 15 Temmuz gecesi sokağa çıkanlar “kendi lehine bir darbe” istemiyordu. Bugün o direniş sayesinde ayakta kalan Erdoğan’ın yönetiminde ilan edilen OHAL sonucu mağdur olanların sayısı oldukça yüksek. Öğretmenler, barış isteyen akademisyenler, gazeteciler baskı altında. Hukukta keyfilik sonucu gözaltılar ve tutuklamalar artıyor. Meclisin üçüncü büyük partisi HDP’nin eş başkanları ve milletvekilleri tutuklanarak barış için muhataplar rehin alındı. Kürt şehirlerinde seçilmiş belediye başkanları tutuklandı, halkın oyları gasbedilerek kayyum yönetimleri atandı. Birleşirsek kazanırız! Her türlü demokratik gösteri ve protesto hakkına saldırılan bir dönemden geçiyoruz. Bu koşullarda, birleşik mücadelenin, dayanışmanın ve toplumdaki %50-%50 kutuplaşmasını aşan hareketler inşa etmenin önemi bir kat daha arttı. Böyle yapıldığında başarıya ulaşıldığını görmek mümkün. 25 Kasım’da kadınlar binlerce kişiyle sokaklara çıkarak taleplerini haykırdılar. AKP’nin geçirdiği çocuk istismarı ya-
sası, yine kadınların kitlesel direnişi ve kamuoyunda AKP tabanı da dahil olmak üzere gösterilen tepki üzerine geri çektirildi. Birleşerek mücadele edildiğinde kitleselleşmek ve kazanmak mümkün. Ortak talepler etrafında birlik Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 1011 Aralık tarihlerinde 5 noktada bölgesel mitingler yapacak. Bunlar, özgürlükçü bir toplumsal muhalefetin kendisini gösterebilmesi açısından son derece önemli. Bu mitinglere olanca gücümüzle asılırken, OHAL’den mağdur olan herkesin ortak taleplerde bir araya gelebileceği bir hareketin inşasını savunmak zorundayız. Demokrasi talep eden herkes, örgütsel farklılıklarını bir kenara bırakıp ortak pankart ve sloganlarla yürümeli. Dağınık güçlerimizi birleştirmeliyiz. Son 15 yıllık mücadele deneyimi, böyle yapıldığında ne kadar kitlesel olunabileceğini ve taleplerin kazanılabileceğini gösteriyor. Irak işgaline karşı oluşturulan ortak kampanya, 150’den fazla siyasi parti, sendika ve demokratik kitle örgütünü bir araya getirmiş, iktidar partisini bölmüş ve tezkerenin TBMM’den geçememesini sağlamıştı. Hrant Dink öldürüldüğünde ortak pankart ve dövizlerle yapılan
GÜNDEM 7
ÇİN CADELE!
BARIŞ İSTEDİĞİ İÇİN İŞİNDEN OLAN DR. ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU: ‘ORTAK PAYDADA BULUŞMAK ÖNEMLİ’ Yaşanan gelişmeler de son derece olumsuz. Her geçen gün baskıların, antidemokratik baskıların miktarı artıyor. İnsanlar ne yapacaklarını bilemez halde, karamsar kötümser durumda buluyorlar kendilerini. Ülkemiz kutuplaşmış ve kamplaşmış durumda, Erdoğancılar ve karşıtları, şu particiler ve karşıtları ve benzeri. Herkes buna kendini kaptırmış durumda. Bundan dolayı kişiyi hedef almayan ama değerleri korumayı hedef alan esas alan bir ortak payda duruşu son derece önemli. Hukuksuzluğa karşı sadece benim, senin hakkını savunmak yeterli değil. Hepimizin hakkını savunmamız gerekiyor, çünkü mesele ben-sen meselesi değil, mesele mağdur edenlerle edilenler, mazlumla zulüm arasında. Demokratik değerleri yükseltici bir tavır, barışı kardeşliği yükseltecek bir zeminde kalabilmek önemli. Herkes farklı düşünüyor olabilir, ancak ortak paydada buluşmak önemli, yeni bir duruş gerekli. Mağduriyetler yoğun bir şekilde artıyor ve genel bir sessizlik havası var. Mağdur edenler de bunlardan memnunlar. Mevcut havayı aşmak için insanların üzerlerinden bu ölü toprağını atmaları, silkinmeleri lazım. Yanlış bir şey yapmadıklarını, doğruyu yaptıklarını bilmeleri lazım. Üsluba dikkat ederek, kutuplaşma tuzağına düşmeden bir aktivite gösterilebilirse birleşik bir mücadeleyle bu çarkı kırabiliriz.
ELÇİN POYRAZ (RESSAM): ‘DAYANIŞMA VE BİRLEŞİK MÜCADELE DÖNEMİ’ 25 Kasım’da Taksim’de gerçekleşen kadın yürüyüşü son derece coşkuluydu. Genç ve enerjikti, dans ede ede yürüdük. OHAL karşıtı bir yürüyüştü ve bu koşullarda mücadele etmek isteyen ne kadar çok insan olduğunu gösterdi, hepimize moral verdi. Dayanışmanın ve birleşik mücadelenin önem kazandığı bir dönemden geçiyoruz. Tüm demokrasi güçleri, özgürlük isteyenler ortak talepler etrafında bir araya gelirse kapsayıcı olmak ve mücadeleyi büyütmek mümkün olur.
eyleme yüz binlerce kişi katıldı. Küresel Eylem Grubu, iklim değişikliğini ve kirli enerji politikalarını dert edinen binlerce kişiyi tek bir pankartın arkasına topladı, Kyoto Protokolü’nün imzalanmasını sağlayan mücadeleyi yürüttü. Darbeye Karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu, ortak pankart ve sloganlarla “solcu-İslamcı-manken” koalisyonunu bir araya getirerek askeri vesayete karşı aktif bir karşı çıkışın adresi oldu. Somut mücadele başlıkları Böylesi bir birlik, herkesi demokrasi ve özgürlük talepleri konusunda OHAL’e karşı harekete geçirebilir. Ancak bunun inşa edilebilmesi için ezilenleri bölen her türlü anlayışa karşı çıkmamız gerekiyor. Bunların bir bölümü, ırkçılık, homofobi, cinsiyetçilik gibi egemen sınıf fikirleri. Birleşik bir mücadele hattı elbette ki Kürt halkının barış özlemini, kadınların eşitlik taleplerini ve LGBTİ bireyleri kapsamalı. Bir diğer nokta ise “laiklik” etrafındaki kutuplaşmanın dışında, iki taraftan emekçileri birleştirecek bir hattı savunmak. Devletin laiklik “hassasiyetini” paylaşıp dindar çoğunluğu aşağılayan söylemleri barındıran bir mücadelenin başarıya ulaşma şansı yok. 10-11 Aralık’taki KESK mitingleri, bunların dışında, gerçek özgürlükçü bir sol muhalefetin sesini duyurması için iyi bir fırsat.
ÖZDEŞ ÖZBAY (AKTİVİST): ‘BİRARADAYIZ, BURADAYIZ’ 7 Haziran seçimlerinde parti üyesi olmayanların kampanyası olarak HDP’ye oy çağrısı yapan 10danSonra kampanyası, 11 Aralık’ta İstanbul’da yapılacak KESK mitinginde “Barış Olağanüstü bir şeydir” pankartı arkasında bir kortej oluşturacak. Kadın eylemleri gösterdi ki, barış ve özgürlük isteyenlerin sayısı, örgütlerin yan yana geldiklerinde ulaşabildiği rakamlardan çok daha büyük. Bu nedenle mitingde örgütlerin bayrakları altında buluşmak yerine OHAL’in kalkmasını ve savaşın bir an önce durmasını isteyenlerle birlikte bir barış korteji örgütlüyoruz. İçerisinden geçtiğimiz dönemde yaşamakta olduğumuz hemen her sorunun kökeninde savaş olduğunu düşünüyoruz. Savaşan bir devlet olduğu için rejim giderek otoriterleşiyor. Bir yanda savaş öbür yanda ekonomik sıkıntılar sadece muhalif kesimlerde değil AKP tabanında da, özellikle işçi sınıfında ciddi bir hoşnutsuzluk yaratıyor. Barış talebi hepimizin hayatını etkileyen, bizi bir araya getirebilen bir talep. Yapay bölünmeleri aşarak yan yana gelebileceğimiz bir ortak hedef. Bu nedenle 11 Aralık’ta bütün barış yanlılarını kortejimize davet ediyoruz.
GÖRÜŞ Roni Margulies
ÇATIRDAYAN DÜNYA Matteo Renzi ve Donald Trump, dünyanın nasıl bir dönemden geçtiğini şu son birkaç gün içinde, adeta benim bu yazıyı yazmamı kolaylaştırmak istermiş gibi, açıkça gözler önüne serdi. İtalya Başbakanı Renzi, anayasayı değiştirmek için yapılan referandumu kaybetti ve hemen istifasını ilan etti. Sadece İtalya’da değil Avrupa Birliği’nin her tarafında paçalar tutuştu. Cumhurbaşkanı istifayı “dondurdu”; en azından 2017 bütçesi Senato’dan geçene kadar Renzi’nin görev başında kalmasını istedi. Daha iki yıl önce, Amerika’nın Fortune dergisi Renzi’yi “dünyada 40 yaşının altında en güçlü üçüncü kişi” ilan etmişti. Avrupa Birliği’nde Angela Merkel merkez sağın, Renzi ise merkez solun lideri olarak biliniyor, ikisine bazen “Merkenzi” deniliyordu. Merkenzi’nin enzi’si artık yok! Dünyanın öte tarafında, müstakbel başkan Trump da paçaları tutuşturmakla meşguldü. Üstelik bu sefer konu kadınlar veya göçmenler değildi. Egemen sınıfın çok daha önem verdiği bir konuydu: Çin ile ilişkiler. Trump, Amerika’yla Çin arasındaki protokolü yerle bir ederek Taiwan’ın Cumhurbaşkanı Tsai Ing-wen ile telefonda konuştu, ardında Twitter üzerinden Çin’e veryansın etti. ABD Dışişleri görevlileri birkaç gündür durumu toparlamaya çalışıyor Emekli diplomat Henry Kissinger, “Çin liderliğinin gösterdiği tepkinin sakinliği” övdü, “bu tepki, makul bir diyalog geliştirme konusunda kararlı olduklarını gösteriyor” dedi. Çin’in devlet medyası ise hiç sakin değil. Trump’ın “anlamsız, sorumsuz, şımarık provokasyonlarına” öfke kusuyor, “Çin-ABD ilişkileri sorunlu günlere giriyor” deniliyor. Nedir bu olanlar? Bir yandan Avrupa Birliği çatırdıyor. İngiltere AB’nin ikinci büyük ekonomisiydi, AB nüfusunun yedide biriydi. Ayrılıyor. Ayrılırken sadece AB’yi çatırdatmıyor. İngiltere hükümeti de dağılabilir. Muhafazakâr Parti’nin ayrılmaya karşı olan 40 milletvekili hükümete karşı oy kullanacağını belirtiyor. Bir yandan dünyanın siyasî fay hatları, ABD-Çin, ABD-Rusya, Ortadoğu’nun bütünü, güney Avrupa, sarsılıp duruyor. Siyasî istikrar sağlanamıyor. Amerika hegemonyasını sürdüremiyor, Amerika’nın başlıca rakipleri kendi hegemonyalarını kuramıyor. Ve bütün bunların temelinde, 2007-2008’den beri etkisini sürdürmekte olan ekonomik kriz yatıyor. Kriz, tüm Batı dünyasında emekçiler ve yoksullar arasında sisteme karşı derin bir öfke ve yabancılaşma duygusu yaratıyor. Merkez partilerin hiçbir politikası tutmuyor, partilerin hiçbirinin yarın ne olacağı belli değil. Böylesi bir istikrarsızlık döneminde yaşamak, tek tek bireyler için hoş bir duygu değildir. Dönemden nasıl çıkılacağını, nasıl bir yeni döneme girileceğini etkileyebilmek için ise örgütlü olmak gerekir.
8
GELENEK
NEDEN DEVRİMCİ PARTİYE İHTİYACIMIZ VAR? VOLKAN AKYILDIRIM
Mısırlı, Lübnanlı, Suriyeli devrimci sosyalistler Arap Baharı'nı boğan karşı-devrimden çıkan en büyük dersi döne döne vurguluyor: Eğer ayaklanmaya hazırlıksız yakalanırsak, emekçi kitlelerle canlı bağlara sahip devrimci partilerimiz yoksa kazanamayız. Hazır güçler müdahale eder, devrimi çalar ve boğar. Batıda burjuva demokrasilerinde mücadele eden sosyalistler de aynı çelişkiyi yenmek için uğraşıyor: Kitleler neoliberal elitleri redderken, ırkçılar demagojik eleştirileriyle destek buluyor. Krize ve ırkçılığa karşı mücadele eden güçleri birleştirecek, reformist solun solunda etkili devrimci partiler sağa kayışı durdurabilir. Geçen üç yıl içinde Gezi Parkı ve 15-16 Temmuz direnişlerini yaşayan ve bugün onyıllardır aşağıdan mücadeleyle elde ettiği kazanımları gasp edilen bizler de aynı sorunu yaşıyoruz. Gezi'de başını liseli ve üniversiteli öğrencilerin çektiği halk hareketini CHP çaldı. Dipten gelen dalgayı ard arda gelen sokak yenilgileri ve parlamenter hesaplarla bitirdiler. 15-16 Temmuz'da başını çalışan sınıfların çektiği muazzam halk hareketini ise Ak Parti ve MHP çaldı. Beşinci kere darbe yapmaya kalkan ordunun direnişle yenilmesini makus talihin değiştiği, hak ve özgürlüklerin olabildiğince tanındığı tam bir demokrasiye geçişle değil baskı ve savaşla sonlandırdılar. Krizle düzeni bozulan bugünün dünyasında her yerde: Büyük çoğunluğun çıkarlarını gözetecek, acil taleplerini kazanması için kitleleri birleştirecek, işçi sınıfı bölen her türden burjuva fikirle mücadele edecek, uluslararası mücadelenin deneyimlerini bugünkü mücadelenin kaybetmemesi için kullanacak devimci partilere ihtiyacımız var. Kitle partileri ve azınlığın örgütlenmesi Üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf aynı zamanda entelektüel üretim araçlarının da sahibidir. Bu yüzden kapitalist toplumlarda hakim fikirler, hakim sınıfın fikirleridir. Başta 'mevcut düzenin kötü de olsa bir başkasının imkansız olduğu ve buna katlanmamız gerektiği' olmak üzere milliyetçilik, mezhepçilik, ırkçılk, cinsiyetçilik
DSİP korteji, 1 Mayıs İstanbul.
gibi işçi sınıfı bölen burjuva fikirlerin hakimiyeti, sınıflı toplumların binlerce yıllık geleneği ve bu geleneğin taşıyıcısı devletin şiddet tekeliyle sağlanıyor. Toplumun çoğunluğu oluşturan emekçi sınıflar kriz, ayaklanma ve devrimci durumlar gibi özel dönemlerin dışında mevcut düzenden hoşnutsuz olsa da devrimden değil yaşam koşullarının iyileştirilmesinden, halktan yana reformlardan yanadır. Kötünün iyisi olarak kabul ettikleri sermaye partilerinin şu ya da bu düzeyde maddi taleplerini içerip içermediğine bakarak oy verirler. Fakat bu normal zamanlarda da sınıf mücadelesi devam eder. Ekonomik talepleri karşılanmayan işçiler grev yapar. Geçen yıl Bursa'nın en büyük otomotiv fabrikalarında işçilerin düşük ücretlere ve patron yanlısı sendikaya karşı üretimi durdurmaları, bu grev dalgasının bir çok sektördeki büyük fabrikalara yayılması gibi. Patronlara karşı mücadeleye atılan işçiler, çoğu Ak Parti'ye oy veren sanayi işçileri gibi, mücadele içerisinde bu düzenin hiçbir yönüyle kötünün iyisi olamayacağını görür. Mücadele kazanımlı ya da kazanımsız bitince kitleler evlerine döner. Dört bir yandan pompalanan burjuva fikirler, artık kolektif bir mücadelenin parçası olmayan tek tek bireylerde yeniden hakimiyet kurar. Ama bir fark vardır. Her mücadelenin içinden çıkan bir azınlık mücadeleyi yeni koşullarda devam ettirmeye çalışır. Bun-
lar öncü işçiler ve aktivistlerdir. Hareketin her seferinde sıfırdan başlamaması, yenilmemesi, bir sonraki kitlesel mücadele dalgasının büyütülmesi, ayrı ayrı yürüyen mücadelelerin biribirine bağlanabilmesinin tek yolu işçi sınıfının içindeki devrimci azınlığın siyasi örgütlenmesidir. Birleşik mücadele Sosyalistler işçi sınıfının diğer örgütlenmelerine karşı varolamazlar. Farkımız sadece bir parçanın, bir kesimin, bir halkın değil hepimizin talep ve çıkarlarını kazanmak için mücadeledir. İşçi sınıfının düzen içi iyileştirmelerle yetinen çoğunluğu ile devrim isteyen azınlığı arasındaki mücadele birliğini kuracak yegane güç bu devrimci partidir. Fabrikalarda ve ofislerde mücadele eden öncü işçileri, doğanın yıkımına karşı her yerde, okullarda ve ezilenlerin mücadelesindeki aktivistlerle birleştirecek bir parti
PARTİ VE SINIF “Öncü kesim ile onun çekiminde kalan kitlelerin tümü arasındaki ayrımı unutmak, öncü kesimin hep daha geniş kitleleri kendi düzeyine yükseltme görevini unutmak, ancak kendimizi kandırmak anlamına gelir; görevimizin dev boyutlarını gözden kaçırmak ve bu boyutları
olmadan hareketi çalan sermaye partilerine dur diyemeyiz. Devrimci parti devrim anında kitlesel bir partiye dönüşür. Bu ana kadar işçi sınıfının gündelik mücadelesi içinde yer alarak birleşmesine, dışarda bırakıldığı siyasi alana müdahale etmesine, örgütlenmesine yardımcı oluruz. Günde 14-16 saat çalışan işçilerin ve dört bir yanda mücadele eden aktivistlerin merkezi siyasal örgütlenmesi pratik ve hayati bir konudur. Protestoların ve ayaklanmaların yüzyılında devrim sırası bize geldiğinde hazır olmanın yolu gücünü pratikten alan, teorik olarak berrak, politik olarak bağmısız ve esnek; fikirlere karşı devrimci fikirlerle her alanda hegemonya mücadelesi veren, vargücüyle demokrasi, barış ve özgürlük isteyen emekçilerin birliği için çalışan kolektif devrimci bir yapı. DSİP'nin varlık nedeni ve yapmak istediği budur. Devrimci sosyalistlere katılın, bu kez kazanalım. sınırlamak anlamına gelir.” Rusyalı devrimci sosyalist Lenin’in bu yaklaşımının sadece 1902 Rusya’sında değil günümüzde her yerde pratik bir sorun olduğunu söyleyen Chris Harman Parti ve Sınıf adlı makalesi konuyu derinlemesine ele almak için iyi bir kaynak. Sosyalist İşçi dağıtımcılarından isteyebilirsiniz
EMEK GÜNDEMİ
İŞ CİNAYETLERİNİ DURDURALIM
9
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
KESK MİTİNG VE EYLEMLERİ KÖTÜ GİDİŞATI TERSİNE ÇEVİREBİLİR
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi “Kasım ayı İş cinayetleri raporu”nu açıkladı. Rapora göre Kasım ayında en az 190 işçi iş cinayetine kurban gitti. Ekim ayında 169, Eylül ayında 150, Ağustos ayında 206 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmişti. 2016 yılının 11 ayında iş cinayetlerinde ölen işçi sayısı 1816. OHAL’de iş cinayetleri
OHAL KHK’ları ile onbinlerce kamu emekçisi, savunma hakkı bile tanınmadan ihraç edildi. İhraç edilenler arasında KESK Büro Emekçileri Sendikası Genel Başkanı Fikret Aslan da var. Çıkarılan KHK’ler ile anayasa ayaklar altına alındı, OHAL’in gerekçesi olan darbe girişimiyle ilgisi olmayan düzenlemeler yapıldı. Sendikal hak ve özgürlükler ortadan kaldırıldı. Ekonomik kriz tüm ağırlığı ile emekçi sınıfların üzerine çökmeye, zamlar yağmur gibi yağmaya başladı.
Rapor, OHAL koşullarının sadece baskı, hukuksuzluk, tutuklamalarla değil, işçilerin günlük çalışma koşullarıyla da yakından ve olumsuz bir ilgiye sahip olduğunu gösteriyor. OHAL ilanına kadar ayda 154 işçi iş kazalarında ölürken, OHAL’in ilan edilmesinin ardından ölen işçi sayısı ortalama 177’ye yükselmiş durumda. OHAL işçi sağlığı ve işyeri güvenliği koşullarını daha da kötüleştirdi.
KESK kamu emekçilerine yönelik ihraçlara ve yaşanan hukuksuz uygulamalara karşı bu ay çeşitli eylemler gerçekleştirecek:
Kasım ayında iş cinayetlerinin yüzde 28’i ezilme göçük, yüzde 22’si trafik servis kazası ve yüzde 20’si düşme nedeniyle yaşandı.
10 Aralık’ta Mersin, Samsun ve Van’da, 11 Aralık’ta ise İstanbul ve İzmir’de “Haklar, OHAL ve KHK’lerinizden önce gelir: İhraçlarınıza, açığa almalarınıza, sürgün ve cezalarınıza teslim olmayacağız” sloganı ile bölge mitingleri düzenlenecek. 15 Aralık’ta 2017 bütçesine karşı tüm illerde basın açıklaması yapılacak
İş cinayetlerinin ezici çoğunluğu, işyerlerinde hükümet denetiminin eksikliği, patronların yatırım yapmaması ve sendikaların baskı altına alınması nedeniyle yaşanıyor. Bu nedenler ortadan kaldırıldığında iş cinayetlerini önlemek mümkün.
OHAL KOŞULLARINDA EKMEK MÜCADELELERİ
20 Aralık’ta ‘İşimi ekmeğimi geri istiyorum’ sloganı ile İstanbul’dan Ankara’ya ihraç edilen üyelerin en önde olacağı araçsız ‘Emekçi Yürüyüşü’ düzenlenecek ve Ankara’da merkezi bir eylem ile yürüyüş sonlandırılacak.
n Günsan Elektrik’te işten atılan işçilerin direnişi devam ederken, işçiler arkadaşlarının işe alınması için geçtiğimiz hafta bir gün üretimi durdurdu.
Bu eylem ve etkinliklerin ses getirmesi, sonuç alabilmesi için güçlü ve kitlesel olması, tüm demokrasi güçlerini kapsaması gerekir. Özellikle en son yapılacak Ankara eylemi ki muhtemelen merkezi bir miting olur, çok önemli.
n Elektronik ve Metal İşverenleri Sendikası’na (EMİS) üye General Elektrik/Grid Solutions, ABB Elektrik, Schneider Elektrik ve Schneider Enerji işletmelerine bağlı işyerlerindeki grup toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde uyuşmazlık çıkması üzerine örgütlü olduğu işyerlerinde her cuma eylem kararı alan DİSK/Birleşik Metal-İş üyesi işçiler, geçtiğimiz hafta Schneider’de eylemdeydi.
KESK mitinglerinin tüm demokrasi güçlerini kapsaması için yapılması gerekenler var. KESK liderliği öncelikle sarı-kızıl diye ayırmadan tüm emek örgütlerine çağrı yapmalıdır. Bırakalım bu sarılar ya da kızıllar çağrıyı kabul etmesin. KESK liderliği, mitingin örgütlenmesini en baştan herkese açık hale getirmelidir. Bu herkesten kasıt, OHAL döneminde mağdur olanların tümü olmalıdır.
n KESK üyeleri Adana’da ve Mamak’ta ihraçlara ve açığa almalara karşı eylem yaptı. BES Mersin Şubesi, yönetici ve üyelerinin açığa alınmasını basın açıklamasıyla protesto etti. BES üyeleri İstanbul ve Ankara’da vergi daireleri önünde OHAL’e ve KHK’lere karşı eylem yaptı. n Zonguldak’ta Dünya Madenciler
Günü için yapılan eylemde iş güvenliği talebi öne çıktı.
rilen “Vicdan ve Adalet Nöbeti”nin 57’incisi yapıldı.
n Adalet Arayan İşçi Aileleri tarafından iş cinayetlerine dikkat çekmek amacıyla her ayın ilk Pazar günü Galatasaray Lisesi önünde gerçekleşti-
n Kırklareli’nde işten atılan AYPATEKS işçileri, patron tarafından gasbedilen haklarını almak için toplantı gerçekleştirdi.
KESK şubeleri mitingin, kampanyanın örgütlenmesinin demokratik ve dışa açık platformları haline gelebilirse eylemler çok daha başarılı olur. Ama görev sadece KESK’in değil. Bu mitingin bir nefes borusu açması, tüm ezilenlerin yan yana gelmesinin platformu olması gerektiğini düşünenler katılımı artırmak için çaba göstermelidirler. Tüm OHAL karşıtlarının demokrasi talebi altında birleşip, KESK kampanya ve yürüyüşlerine katılmasını sağlamalıyız. KESK mitingleri güçlü ve kitlesel olabilirse, belki de bu kötü gidişatın tersine çevrilmesinde en önemli dönüm noktası olabilirler.
10 KÜLTÜR-SANAT KİTAPLAR ARAŞTIRMA:
MARKSİST TEORİ
Sevinç Doğan, analitik bir mikro iktidar perspektifiyle, İstanbul - Kâğıthane’nin işçi ve gecekondu mahallesi Sanayi Mahallesi örneğinde iktidar partisinin nasıl işlediğine bakıyor. Partinin yerel örgütü toplumsallaşma dinamiklerine nasıl etki ediyor, himayeci/koruyucu ilişkiler vasıtasıyla kurduğu “şirket” mekanizmasını nasıl çalıştırıyor, insanların gündelik pratiklerine nasıl değiyor?
Rusyalı sosyalist Buharin geçen yüzyılın başında emperyalizmin ortaya çıkışına tanık olan ve marksist açıklamasını yapan bir kaç isimden biri. Emperyalizmin çoklu bir kriz yaşadığı, dünyanın bir çok yerinin çatışma alanı haline geldiği bugün Buharin’i okumakta fayda var.
Mahalledeki AKP - Sevinç Doğan, 270 sayfa, 22 lira, İletişim 2016
SOSYALİZM TARTIŞMALARI: “Sosyalizmin tesisinden elde edilecek en büyük kazanç, bizleri o pek sıkıcı şeyden, başkaları için yaşama zorunluluğundan kurtarması olacaktır” diye başlayan Wilde, sosyalizmi bireysel kurtuluş temelinde ele alıyor. Belirleyici olanın insanın hayırseverliğe muhtaç olma durumundan kurtulması olduğunu vurgulayan Wide’in kitabı edebi olarak güçlü bir metin olmanın yanısıra başta ahlakçılık eleştirisi olmak üzere güncel bir çok tartışmayı kapsıyor.
Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi – Nikolay Buharin 16 lira Kalkedon
EDEBİYAT Stalinist bir toplumda yaşamak nasıl bir şeydir? Bir çok ödül kazanan romanda yazar Romanya’daki Çavuşesku rejiminin son 100 gününü anlatıyor. Rejime destek için kitleleri polis zoruyla meydanda toplayan Çavuşesku, kendisini önce alkışlayı sonra yuhalayan halk tarafından iktidardan indirilmiş ve kurşuna dizilmişti. Baskıcı rejimin çürümüşlüğü ve bitişi, bürokrasi ve alttaki karakterler üzerinden detaylı olarak ele alınıyor Son 100 gün Patrick McGuinness 368 sayfa, 25 lira, Habitus 2016
DİZİ: THE FOLLOWİNG Dizilerin 21. yüzyılın türü olarak hayatımıza girdiği çok söyleniyor. Öyle ki Cumhurbaşkanlığı Türkiye’ye ve dünyaya 15 Temmuz darbesiyle Gülen örgütünü anlatmak için bir Hollywood dizisini referans verdi. Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan ''10 Soruda 15 Temmuz Darbe Girişimi ve Fethullahçı Terör Örgütü'' isimli Türkçe ve İngilizce olarak yayınlanan broşürde "FETÖ'yü anlamak isteyenlere The Following dizisini izlemeleri" önerildi! 2013-2015 yılları arasında üç sezonu yayınlanan The Following karizmatik ve psikotik seri katiller topluluğu üzerine vasat bir dizi. Peki 15 Temmuz darbecileri ile ne alakası var?
Şehirden ve toplumdan uzakta, kendi kendine yeten doğal bir yaşam, bugün bir çok insanın hayali. Toplumdan izole bir şekilde yaşamak mümkün müdür? Bunun sınırları nedir?
ısrarla savunduğu bir görüş. Kaptan Fantastik, Kuzey Pasifik ormanlarında altı çocuğu ile birlikte izole bir hayat sürdüren bir babanın hikayesini anlatırken gayet derin ve eğlenceli şekilde, sorulara ve tartışmalara yanıt veriyor.
Çocuklar eğitim sisteminin yararsız bilgi yığını ve resmi ideolojisi yerine hem gündelik işlerde pratik olarak hayatı öğrenseler hem de bilimsel ve sanatsal bilgilere ulaşsalar harika olmazlar mıydı?
Özellikle çocuklar olmak üzere iyi oyunculuklar, etkileyici ve kaliteli bir film izlemek isterseniz Kaptan Fantastik’i internetteki film sitelerinden bulabilirsiniz.
Kapitalizm içinde özgür adacıklar oluşturarak sistemin dışında yaşamak 1960’ların sonunda bir politik alternatif olarak sunuldu. Bugün de bazı anarşist ve ekolojistlerin
n Kaptan Fantastik: Yönetmen Matt Ross, Oyuncular: Viggo Mortensen, Frank Langella, George Mackay Tür: Drama, komedi Süre: 1 saat 58 dakika Yapım yılı: 2016
15 Aralık Perşembe 19:00 ŞİŞLİ
Sosyalizm ve İnsan Ruhu – Oscar Wilde, 136 sayfa, 15 lira, Metis 2016
FİLM: KAPTAN FANTASTİK
TOPLANTI DUYURULARI
Psikopat bir seri katil olan edebiyat profesörü etrafına seri katilleri topluyor ve yönlendiriyor. Cumhurbaşkanlığı’na göre darbe girişimi bir meczup olan Gülen ve etrafına topladığı meczupların psikopatlığından ibaret.
SEATTLE’DAN BUGÜNE ANTİKAPİTALİST HAREKET Konuşmacı: Yıldız Önen
Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey
KADIKÖY
KADIN HAREKETİNİN DERSLERİ Konuşmacılar: Diren Cevahir Şen - Meltem Oral Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt., Kat:3
22 Aralık Perşembe 19:00 ANTİKAPİTALİSTLER FORUMU:
BARIŞ VE ADALET İÇİN İŞYERLERİNDE DAYANIŞMA Cezayir Salon adres: Hayriye Cd. No:12 (Galatasaray Lisesi’nin arkası)
29 Aralık Perşembe 19:00 ŞİŞLİ
2017’DE BİZi NASIL BİR DÜNYA BEKLİYOR? Konuşmacı: Roni Margulies
Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey
15 Temmuz Türkiye ordusunun beşinci darbesi olmasaydı bu açıklama birazcık daha konuşulmaya değer olabilirdi. Meselenin bireysel psikopatlık değil devlet geleneği olduğu gerçeğini gizlenirken darbeci Gülen’in istediği yere varılıyor: ‘15 Temmuz bir darbe değil tiyatroydu’ sulandırıcı fikrine. Devletin yasadışı örgütlenmesinde yer alan ve bir istibarat örgütü gibi çalışan ‘derin yapı’ sulandırılarak gizlenmesinden kazançlı çıkan yine Gülen. The Following’i bilmeyip şimdi merak edenlere: İzlemeyin zaman kaybı.
DSiP
GÜNDEM 11
YÜZDE 3’E BİLE TAHAMMÜL YOK!
ÖNE ÇIKAN Özdeş Özbay
KUZEY DAKOTA’DA PETROL BORU HATTI KARŞITI DİRENİŞ İLK ZAFERİNİ KAZANDI ABD’nin Kuzey Dakota eyaletinde, Dakota Erişim Petrol Boru Hattı projesi (DAPL) isimli proje inşaatına karşı Nisan ayında başlayan direniş 4 Aralık’ta ilk kazanımını elde etti. Kuzey Dakota’dan elde edilen ham petrolü Illinois eyaletine taşıyacak olan 1886 km uzunluğundaki petrol boru hattı Energy Transfer Partners şirketi tarafından gerçekleştiriliyor. Büyük oranda tamamlanan 3,8 milyar dolarlık boru hattı yerli halka ait topraklarda bulunan suyollarından geçerken direnişle karşılaşmıştı. Direnişin başladığı günden bu yana polis birçok kez yerli halka ve su savunucularına saldırdı. Kimi zaman nehir kıyısında yaptıkları dua ayinlerine, kimi zaman yürüyüşlerine, kimi zamansa kamp alanlarına saldırdı. Bu saldırılarda toplamda yüzlerce kişi yaralandı yine yüzlercesi gözaltına alındı. Küçük bir ilçe olan Morton’da (kamp alanlarının bulunduğu bölge) hapishaneler yetmeyince yerli halk köpek barınaklarına atıldı.
Tuz Gölü, kurumadan önceki yosunlu haliyle adeta cen çekişiyordu. NURAN YÜCE
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nün web sitesinde “Dünyada gelişen teknolojilerin bilinçsiz ve kontrolsüz kullanımı nedeni ile ortaya çıkan olumsuzlukların, doğada neden olduğu çöküşü durdurmak amacıyla doğayı ve doğal kaynakları koruma düşüncesi son zamanlarda tüm dünyada hızla yayılmaktadır” yazıyor. Hem Genel Müdürlüğü’n isminin “Tabiat Varlıklarını Koruma” olması hem paylaştığı bu yazı çoğumuzda doğal olarak bu kurumun asıl işinin var olan tehditler karşısında doğal sit alanlarını korumak olduğu fikrini doğuruyor. Ama durum hiç de böyle değil. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı doğal sit alanlarını kullanıma açan önemli bir değişikliğe geçtiğimiz hafta imza attı. Dünya ortalamasının çok altında Dünya Tabiat Koruma Birliği (IUCN) verilerine göre, dünya topraklarının %15’inden fazlası korunan alan olarak ayrılmış. Koruma konusunda hassas olan ülkelerde bu oran %20’lere kadar çıkıyor. Deniz ve kıyılardan dağlara, deltalardan, ormanlara, yaylalardan bozkırlara, göl ve akarsu sistemlerine derin vadiler ve kanyonlardan buzullara kadar çeşitli doğal ekosisteme sahip Türkiye’de korunan alanların büyüklüğü ne dersiniz? Sadece %3. Geçtiğimiz hafta doğal sit alanları hakkındaki yeni düzenleme ile tehdit altında olan da işte bu %3’lük alanda olanlar. Yanlışlıkla SİT ilan edilmiş Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü Kemalettin Cengiz Tekinsoy doğal sit alanlarının yeniden belirlenmesinin gerekliliğini açıklarken şöyle diyor “Zaman içinde kimi doğal sit olma özelliğini kaybetmiş, orman alanıysa yanmış, iklimsel etkilerden dolayı kurumuş, bitki örtüsü ortadan kalkmış. Sadece ağaçlar, çalılar de-
ğil orada yaşayan canlılar da yok olmuş. Doğal sit alanı ile ilgisi kalmamış. Kimi yerde yanlışlıkla sit ilan edilmiş. Örneğin Muğla ilinin %96’sı sit alanı. Bu derecelenme ve tescilin gözden geçirilmesi gerekiyordu. Örneğin, Tuz Gölü ve Beyşehir Gölü birinci derece koruma alanı. Zaman içinde çeşitli nedenlerle göl kurumuş, sınırları geriye çekilmiş”. Tekinsoy’un bu açıklamasında yer alan örneğin Tuz Gölü’nü ele alalım. Kendisinin genel müdürü olduğu kurumun yani Tabiat Varlıklarını Koruma’nın web sitesinde “Tuz Gölü havzası ülkemizde biyolojik çeşitliliğin korunması açısından büyük önem taşıyan ve uluslararası kriterlere göre A sınıfı bir sulak alandır. Tuz Gölü kuş varlığı yönünden Türkiye’nin en zengin göllerinden birisidir. Bölgede 85 kuş türü, 4 tanesi endemik 129 böcek türü, 15 memeli türü ve 38 tane endemik bitki türü bulunmaktadır. Göl aynı zamanda I.Derece Doğal Sit olarak tescil edilmiştir” yazıyor. “Çeşitli nedenler” Tekinsoy Tuz Gölü’nün kurumasında sanki kendilerinin hiç sorumluluğu yokmuş gibi “çeşitli nedenlerle” kurudu diyor. Oysa bölge insanı ve Türkiye’deki birçok çevre kuruluşu yıllardan beri “Tuz Gölü Yok Olmasın” kampanyaları ile gölü kurutan nedenlere karşı (yeni tuz sahalarının açılması, gölü besleyen Peçeneközü deresi üzerine yapılan baraj, iklim değişikliği) mücadele ediyor. Tuz Gölü’nde olduğu gibi doğal sit alanlarına yönelik yapılanlar hep aynı: Koruma altında olan bölgeleri tehdit eden her türlü (HES, baraj, maden, otoyol, kentleşme vb) işlere olur veriliyor, bunlara karşı mücadele edenler düşman ilan ediliyor, sonrada korunacak bir şey kalmadı denilerek bu alanların koruma statüsü ortadan kaldırılıp, sermayenin kullanımına açılıyor. Doğal sit alanları çeşitli nedenlerle sit olma özelliklerini yitirmiş değil, bizzat AKP hükümetinin kalkınma ve büyüme hedefleri doğrultusunda talan edilmekte.
Projenin teslim tarihi olan 1 Ocak 2017 yaklaştıkça şirketin ve eyalet güvenlik güçlerinin tepkisi sertleşmeye başlamıştı. Polisin şiddetlenen saldırıları direnişin ülke geneline yayılmasına ve birçok eyaletten 300 kadar yerli halkın ve binlerce aktivistin sayısı artan direniş kamplarına desteğe gelmesine neden oldu. 8 Kasım’da yapılan ABD Başkanlık seçimlerini, projeyi inşa eden şirkette hisseleri olan Trump’ın kazanması yeni bir dönüm noktası oldu. Daha fazla bekleme ihtiyacı duymayan şirket ve güvenlik güçleri kampa sert bir saldırı başlattı. Ardından da Kuzey Dakota Valisi bir olağanüstü kararname yayınlayarak “yaklaşan kış koşulları” nedeniyle kampın 5 Aralık tarihine kadar boşaltılmasını istedi. Bu boşaltma kararının ardından Trump ilk kez açıkça projeye destek verdiğini çünkü bu projenin “bütün Amerikalıların çıkarına” olduğunu söyledi. Ancak gelişmeler şirketin umduğu gibi olmadı. Aralık ayını Ulusal Eylemler Ayı olarak ilan eden direnişçiler mücadeleyi hem ülke geneline yaymaya hem de kitleleri kampa desteğe çağırdılar. Kampa gelen destekler arasında en önemlisi emekli askerler ve gazilerden oluşan 2.000 askerin kampı savunmak için desteğe gelmesi oldu. Kampın boşaltılma tarihi gelip çattığında ise kazanan direniş oldu. ABD Ordusu Mühendislik Birimi yaptığı açıklama ile projenin geçici olarak durdurulmasına ve bu arada yerli halka ait topraklardan geçen boru hattı için yeni bir rota çizilmesine karar verdi. Bu elbette geçici bir zafer çünkü direnişçiler boru hattı projesinin rotasının değiştirilmesini değil suyu ve çevreyi kirleten petrolün çıkarılmamasını ve projenin tamamen iptal edilmesini istiyor. Direnişin kararlığı şimdilik projenin durdurulmasını sağladı ancak şirketin bu kararı mahkemeye taşıma hakkı var. Ayrıca Obama’nın son icraatlarından biri olarak duran bu karar Ocak ayında resmi olarak Başkanlığı alacak olan Trump tarafından bozulabilir. Direnişçiler bu olasılıklara karşı direnişi sürdüreceklerini şimdiden ilan ettiler.
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
SEFALET İCİNDE DEĞİL İNSANCA YASAM İCİN , , ,
ASGARİ ÜCRET 2.000 LİRA OLSUN!
Geçen iki genel seçimde muhalefet partilerinin en önemli vaadi asgari ücreti yükseltmek olmuştu. Buna kayıtsız kalamayan iktidar partisi, 2016 yılı asgari ücretini 1.300 TL olarak belirlemek zorunda kalmıştı. Ancak zaten yetersiz olan bu ücret, daha 2016 Ocak-Şubat aylarında yapılan zamlar ve dolaylı vergi artışları ile eridi. Şimdi yeniden asgari ücretin belirlendiği dönemdeyiz ve bu sefer egemen sınıfı bir ekonomik kriz korkusu sarmış durumda.
FAKİRLİK ARTIYOR Liderliği iktidar partisinin dümen suyunda hareket eden Türk-İş’in yayınladığı açlık ve yoksulluk raporları her ne kadar hükümetin belirlediği asgari ücret tutarına göre şekillense de fakirliğin artışını gizleyemiyor. Türk-İş raporlarına göre, dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı olan açlık sınırı 2015 yılı Aralık ayında 1.385 TL iken 2016 Kasım ayında 1.417 TL’ya yükseldi. Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamaların toplam tutarı olan yoksulluk sınırı ise 2015 yılı Aralık ayında 4.512 TL iken 2016 Kasım ayında 4.615 TL’ya yükseldi.
İktidar partisi “hepimiz fedakarlık yapmalıyız” söyleminin ardına gizlenip % 11’in üzerindeki işsizlik oranını işçi sınıfına karşı şantaj olarak kullanıyor ve asgari ücreti yine Türk-İş’in raporladığı açlık sınırı civarında belirlemeyi düşünüyor. Neo-liberal politikaların uygulanmaya başladığı 1980 yılından itibaren geçen 36 yıllık dönemde, ekonominin 4 kat, kişi başına düşen milli gelirin 2.4 kat büyüdüğünü, buna karşılık asgari ücretin sadece yüzde 17 oranında arttığını ve bu tablonun şekillenmesine en büyük katkıyı neo-liberal politikaların has uygulayıcısı AKP’nin yaptığını unutmayalım. Asgari ücret açlık sınırına göre değil, insanca yaşam sınırına göre hesaplanmalıdır. Açlık sınırının 1.500 TL’ya dayandığı günümüzde asgari ücret en az 2.000 TL olmalıdır.
Açlık sınırında bir asgari ücret kabul edilemez!
TÜRKİYE EKONOMİSİ ALARMDA KEMAL BAŞAK
İki büyük krize (1994 ve 2001) sahne olan 19902001 yılları arasında Türkiye ekonomisi ortalama % 3,2 oranında büyüme kaydederken bu oran AKP iktidarının ilk yıllarını kapsayan 2002-2008 yılları arasında % 4,6 olmuştu. Ancak büyüme oranındaki bu artış istihdamda bir düzelmeye yol açmamış, 1990-2001 yılları arasında işsizlik % 7,7 iken bu oran 2002-2008 yıllarında % 10,9 olarak gerçekleşmişti. İstihdam artışı sağlanmadan gelen bu büyüme, çok açık ki burjuva sınıfların karlılığını arttırmış, işçi sınıfının üzerinde Demokles’in Kılıcı gibi asılı duran işsizlik baskısıyla ücret artışları frenlenmişti. 2001 krizi ile bir anda yüz binler-
ce kişinin işsiz kaldığı, milyonlarca kişinin aylık gelirinin açlık sınırının altına indiği Türkiye’de, 2008 krizi sonrası aynı görüntüler ortaya çıkmadı. 2008 yılında patlak veren küresel kriz gerçekten, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi, Türkiye ekonomisini teğet geçmişti. Ancak, büyük krizin üzerinden geçen sekiz yılın sonunda Türkiye ekonomisi de alarm vermeye başladı. 2008-2009’da yaşanan durgunluk ve daralmanın ardından gelen büyüme oranları (2010 hariç) % 3 civarlarında gerçekleşti. 2016 yılında son bir yıllık işsizlik oranı, daha önce hiçbir kriz döneminde bile görülmeyen, % 11.3 düzeyine yükseldi. Artan siyasi gerginliklerin etkisi ile 2016 yı-
lından itibaren Türk ekonomisindeki kötüye gidiş hızlandı. Bu durum uluslararası kredilendirme ve derecelendirme kuruluşlarını da harekete geçirdi ve Türkiye’nin notu önemli kuruluşlar tarafından “riskli” olarak açıklandı. Türkiye’yi yönetenlerin “yok hükmünde saydığı” kredi notu, ekonomiyi yönetenlerce “var hükmünde” sayıldığı için ekonomik göstergeler hızla olumsuza dönmeye başladı. Bunların en başında Türk Lirasının değer kaybı geliyor. Son bir yıl içinde 1 ABD Doları 2.90 TL’dan 3.52 TL’ya, 1 Euro 3.16 TL’dan 3.81 TL’ya yükseldi. Liradaki değer kaybı, akaryakıttan ulaşıma, temel gıdalardan sanayi ürünlerine kadar zincirleme zamlara ve gerçek ücretlerde azalmaya neden oluyor.
Ancak gerçek açlık ve yoksulluk sınırlarının daha yukarıda olması gerekiyor. Egemen sınıf sözcülerinin daha çok sevdiği ve kullandığı Gayri Safi Milli Hasıla (kişi başına düşen milli gelir) rakamları gerçek fakirleşme oranındaki artışı teyit ediyor. 2014 yılında 10.390 ABD Doları olan bu rakam 2015 yılında 9.280 ABD Dolarına düşmüştü. Son iki ayda Türk Lirasında gerçekleşen değer kaybı ile birlikte 2016 yılı için bu rakamın 9.000 ABD Doları seviyesine düşeceği görülüyor.