Sosyalist çi 526

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

526

3 Haziran 2015 2 TL. sosyalistisci.org

HDP’YE OY VER

BARIS, KAZANSIN GARO PAYLAN: HDP BÜTÜN MİLLİYETÇİLİKLERİN PANZEHİRİ sayfa 5

NURAN YÜCE: KARBON SALIMLARI NASIL DURDURULACAK? sayfa 8

AYLA DEREN: BARIŞ SULU YALNIZ DEĞİLDİR!

sayfa 11


GÜNDEM

MİT TIRLARI: AKP’YE BİR SUÇÜSTÜ DAHA HDP’YE OY VER BARIŞ KAZANSIN Seçim sonuçlarının en önemli yanı, çözüm sürecinin kaderi üzerinde yaratacağı etki olacak. Seçimler, çözüm sürecinin şu ya da bu yönde, şu ya da bu tempoda ilerlemesinde belirleyici olacak. Türkiye’de, en önemli siyasal sorun, çok açık ki Kürt sorunu. Kürt halkının kendi kaderini tayin etmesi sorunu, bütün mücadelelerin merkezinde yer alıyor.

En başından beri çözüm sürecini beğenmeyen, sürece eleştirel yaklaşanlar bu gerçeği unutturmaya çalışıyorlar. “AKP’yle barış mı olur?” diyenler, İmralı heyetini soldan ses çıkartıyormuş gibi yaparak itibarsızlaştırmaya çalışanlar, özellikle Abdullah Öcalan’ın sahip olduğu ptrestiji yerle bir etmeye çalışanlar, sistematik br şekilde savaş koşullarını yeniden yaratacak bir propagandanın mimarları oldular. Çözüm sürecinin mimarı olan Kürt Özgürlük Hareketi liderliği ve Abdullah Öcalan ise, aslolanın barış için mücadele olduğunun keskin bir şekilde farkındaydılar ve savaşan bir güç olarak barış sürecini kiminle sürdürecekleri konusunda da kafaları çok netti. Bu güç, ister sağcı ister solcu, ister muhafazakar ister demokrat olsun, iktidardaki parti olacaktı. Barış sürecine burun kıvıranlar, Kürtlere bu süreci kiminle sürdürmeleri gerektiğini de söylemeliydiler. Bu söylenmediği sürece, Kürtlere yapılan öneri, “bekleyin” demekten başka bir anlama gelmiyor. AKP nobran mı? Nobran. AKP neoliberal mi? Neoliberal. Erdoğan başkanlık için her şeyi erteleyebilir mi? Erteleyebilir, erteledi de zaten. Yolsuzlukları aklamak için, dümeni tam sağa kırmış durumda değil mi AKP? Evet, aynen öyle. Barışın birincil düşmanları Balyozcular, Ergenekoncular serbest bırakılmadı mı AKP tarafından? Evet bırakıldı.

KEMAL BAŞAK

Kamuoyunda MİT tırları olarak bilinen olayın Cumhuriyet gazetesinde yeniden gündeme gelmesi ve tırlardaki silahların fotoğraflarının yayınlanmasıyla, hükümet köşeye sıkışan kedi gibi saldırganlaştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Cumhuriyet gazetesi genel yayın müdürü Can Dündar’ı açık açık tehdit etti. MİT tırlarıyla ilgili soruşturmayı yürüten savcılar derhal görevden alındı. Hükümet yolsuzluk sürecinde olduğu gibi bir kez daha suçüstü yakalandı. Yalanlar Hükümet yetkilileri silahların Suriye’deki Bayırbucak Türkmenlerine gittiğini iddia ediyor. Türkmenler ise kendilerine silah yardımı yapılmadığını açıkladı.

Hükümet yetkilileri ve Erdoğan tırlarla ilgili iki taktiği aynı anda hayata geçiriyor: Birincisi, içerde millyetçiliği okşuyorlar. “Türkmen kardeşlerimizin” kendisini koruması gerekiyor. Bu milli yardım duygusuyla ilaç kargo kutularının altına silahları gizlemelerini meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Diğer taktik ise “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır hamlesi. Suçüstü yakalananlar suçüstünü tespit edenlere saldırıyor. Bütün bu yalanların ardındaki gerçek ise şu: Suriye’nin stratejik önemi, iç savaşa yönelik dış müdahaleleri de eksik bırakmıyor. Hem dünya hegemonyası için mücadele veren emperyalist devletler, hem de bölgesel bir güç olma mücadelesi veren alt-emperyalist devletler Suriye iç savaşı üzerinden kendi konumlarını güçlendirmek için bazen gizli, bazen açıktan müdahil oluyorlar. Türkiye de bu devletlerden biri.

Suriye devrimiyle dayanışmanın en etkili yolu, mevcut diktatör yerine başka bir muktediri getirmek için uğraşan AKP’ye karşı, Suriye’yi sömürülecek yeni bir pazar olarak gören egemen sınıfa karşı mücadele etmektir.

BİR KOYUP ÜÇ ALMANIN YENİ VERSİYONU: STRATEJİK DERİNLİK 2001 krizinin yarattığı tahribat üzerinden iktidara gelen AKP, ekonomiyi toparlamaya çalıştığı ilk döneminde bölge devletleri ile iyi ilişkiler kurmaya özen gösteriyordu.Erdoğan, bugün kanlı bıçaklı düşmanı olan Esad’la 2008 yılında birlikte tatil yapmıştı. Ancak bu “komşu ülkelerin içişlerine saygılı” dönem çok uzun sürmedi. İstikrarlı ekonomik büyüme sonucu egemen sınıfın dış pazar iştahının kabardığı dönemde patlak veren Arap Devrimleri, yönetim kademelerinde Yeni Osmanlı İmparatorluğu hayalleri görenlerin hiç eksik olmadığı AKP’yi yeni bir dış politikaya yönlendirdi. “Stratejik Derinlik” tezi ile imparatorluk topraklarında kurulan bütün devletleri Türkiye’nin doğal “etki alanı” olarak gören Davutoğlu, AKP liderliğini Arap Devrimlerinin Türkiye’nin yıllardır beklediği fırsatı sağladığına, yani daha “müdahaleci” bir dış politikaya ikna etti. Egemen sınıfın bölgesel bir güç olma arzusuyla birleşen bu politika sonucu ard arda

Yine de unutmayalım. Çözüm sürecinin kendi mekaniği, cumuriyet tarihinin en önemli normalleşme sürecinin üzerinde yükseldiği zemini sundu. Bu AKP, Kürt hareketinin barış yönündeki basıncı ve batıda savaştan duyulan bezginlik ve bazı barış kampanyalarının ve işçi sendikalarının barış yönündeki basıncı sayesinde masaya oturmak zorunda kaldı. Şimdi o masayı ortada bırakmış olabilir, Erdoğan’ın çıkarları için çözüm sürecini bozmuş olabilirler. Ama, sürecin iktidar partisi ya da zaten sürece karşı olan CHP-MHP tarafından sonsuza kadar buzdolabına kaldırılmasını engellemek için sürecin garantörünün, Kürt halkı, Kürt hareketi, DTK, HDP, PKK ve Abdullah Öcalan’ın elinin güçlenmesi gerekiyor. Seçimler bu yüzden önemli. Barışın kazanmasını isteyen herkes, oyunu HDP’ye vermeli ve barış için verilen mücadelenin bir akivisti olmalıdır.

Her fırsatta ayaklanan Suriye halkının, Mısır halkının, diğer halkların yanında olduğunu söyleyen iktidar sözcüleri, gerçekte bu ülkelerdeki karşıdevrimin mimarları olan S. Arabistan ve Katar rejimleri ile kirli ortaklıklarını sürdürüyorlar. AKP liderlerinin esas derdi Suriye’de kendileri ile uyum içinde çalışacak bir yönetimin işbaşına gelmesi. “İnsani yardım” kisvesi altında yapılan silah sevkiyatını ortaya çıkaran güvenlik görevlilerini ve bu sevkiyatlara ait görüntüleri paylaşan basın mensuplarını vatana ihanetle suçlayacak kadar ileri giden, özgürlüklerin zerresinden rahatsız olan bir iktidarın, başka bir ülkenin özgürlüğünü istemesi için hiç bir geçerli neden yok.

“Biz onu kaybettik ama ben onu ekmeğe gönderiken, hastaneden kaldıramadım içime dert oldu. Tayyip Erdoğan bu da O küçük yaşı, kocaman yüreği ile seni feth etti. İtibarını sıfıra indirdi, bu da sana dert olsun” Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan

müdahaleler gelmeye başladı. Barış gücü altında Türk askerlerinin çatışma bölgelerine gönderilmesi, Mısır’da Mursi örneğinde olduğu gibi, kendi ideolojisine yakın bulduğu Arap liderlikleri ile yakınlaşmalar ve BM Güvenlik Konseyi üyeliği için kulis yapılması ile bölgesel güç olma provaları yapan Türk Devleti, Suriye iç savaşı ile aradığı fırsatı buldu. Daha önce can ciğer kuzu sarması oldukları Esad’ın aslında devrilmesi gereken bir katil olduğunu “fark eden” AKP, Türkiye’yi adım adım bu savaşın içine çekti. Geçmişte Turgut Özal’ın K. Irak (G. Kürdistan)’a müdahale etmek için önerdiği “bir koyup üç almak”tan daha fazla “derinliği” olmayan bu strateji ile Suriye’ye tırlarla silah gönderen AKP, Türkiye’ye güç alanı yaratmak amacıyla başka bir ülkenin iç işlerine karışıyor, Türkiye Kürtleri için hayati önem arzeden Rojava’yı gözden çıkartıyor, kendine bağlı gruplar oluşturuyor.

KARGA KAFASI

Sahip olamaz da. Bombaların patladığı, gerilla ve asker cenazelerinin her gün kalktığı, savaşın hüküm sürdüğü ve savaşın kurallarının geçerli olduğu durum, Kürdistan dışındaki alanlarda da siyasal mücadelenin üzerinde bir kabus etkisi yaratıyor. Savaşta her ölüm, özellikle milliyetçiliği ve ırkçılığı güçlendirerek batıda yaşayan insanlar arasında muazzam bir politik gerilim yaratan bir bölen işlevini görüyor.

AKP hükümeti, dışarıdan müdahale ile Suriye devriminin boğulmasına katkıda bulunanların başında.

#KampArmenİadeEdilsin

Bu iddai ne bir korkutma ne de tehdit içeriyor. Bu, gerçek. Türkiye devleti Kürt halkına yeniden savaş açtığında oluşan siyasal iklim, çözüm sürecinin işlediği, Abdullah Öcalan’la devlet heyetinin ve İmralı heyetinin görüşmeleri sürdürdüğü siyasal koşullarla hiçbir benzerliğe sahip değil.

ASIL DÜŞMAN İÇERİDE

KEMAL GÖKHAN GÜRSES

2


GÜNDEM

3

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

ERDOĞAN’DAN KORKAN MEDYA Mehmet Barlas gazeteciler tarihine “altın harflerle” yazıldı Erdoğan’ı ağırladığı programında. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı o kadar övdü ki Erdoğan bile bu kadarını beklemiyordu! Bir gazeteci neden Erdoğan’ı bu kadar över ki? Nedir bir insanı kişiliğini böyle ayaklar altına almaya iten? Kazandığı maaşın sürekliliğini sağlamak mı? Elde ettiği konum mu? Cumhrubaşkanıyla görüşebilme yeteneğine sahip olmak mı yoksa? Yoksa korku mu?

KAMP ARMEN: OYALAMA VAKFA İADE ET! Kamp Armen direnişi bu satırların yazıldığı sırada 28. gü-

nüne girmişti. Yıkıma karşı direnişin 17. gününde yürüten devlet heyeti ile Ermeni toplumunun temsilcileri arasında süren müzakerelerde son gelinmiş, ertesi gün kampın bulunduğu arazinin tapusunu elinde tutan Fatih Ulusoy vakfa bağışlayacağına açıklamıştı. Bu açıklamanın üzerinden 10 gün geçmesine rağmen Tuzla yetimhanesinin tapusu hala Ermeni halkına verilmiş değil.

Ermeni halkı ve dostlarının direne direne kazandığı Kamp Armen’in tapusunun iade edilmemesi, aç gözlü kapitalist ile direnişi sililkleştirip kendi vermiş gibi göstermek isteyen hükümetin tutumundan kaynaklanıyor. Tapu vakfa iade edilene kadar nöbetin süreceğini açıklayan Kamp Armen Dayanışması, bu durumu “oyalama” olarak nitelendirerek “tapuyu derhal vakfa verin” çağrısını yaptı.

NE AKP NE CHP-MHP

DÜZEN PARTİLERİNE OY YOK

Seçimler yaklaşırken AKP’nin yalanları bir bir ortaya çıkıyor.

İçinde insani yardım olduğu söylenen MİT TIR’larında silah ve mühimmat taşındığı ortaya çıktı, AKP şimdi bunu sorgulayan herkesi “vatan hainliği” ile suçluyor. Tayyip Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığı’na alınan Mercedes aracın 330 bin lira olduğunu iddia etti, aracın 1 milyon TL değerinde olduğu ortaya çıktı.

lancılara oy yok!

“Demokratik” bir ambalajla sunulmaya çalışılan CHP’de ise, yıllardır beklenen değişim hâlâ gelmedi. CHP hâlâ Kürt sorununda çözüme karşı. Ermeni Soykırımı konusunda hâlâ inkârcı koronun bir parçası. Suriyeli mültecileri kovmakla tehdit ediyor. MHP’li faşistlerle ittifak peşinde koşmaya devam ediyor.

Erdoğan, Papa’nın özel uçağı olduğunu iddia etti. Bu haber de yalan çıktı.

CHP asgari ücrette artış ve taşeronlaştırmaya son verme vaatlerinde bulunadursun, CHP’li belediyelerde taşeron işçiler direnişe geçiyor.

AKP yalanların yanı sıra ayrımcılığa başvuruyor. Kürtlere “Zerdüşt” diyor, HDP’ye destek verdiği iddiasıyla “Ermeni diasporası”nı nefret objesi olarak öne sürüyor, LGBTİ’lere homofobik bir dille saldırıyor.

MHP ise parlamentoya girme iddiası bulunan partiler arasında en sağda duruyor. AKP’ye ırkçı temellerden, bu partinin “bölücübaşı ile anlaştığını” söyleyerek muhalefet ediyor.

Cinsel yönelime, dine ve ırka dayalı ayrımcılık yapan ya-

7 Haziran’da hırsızlara, ırkçılara, nefret saçanlara oy yok!

HAFTANIN IRKÇISI OSMANİYE’DE YOLCU OTOBÜSÜNE SALDIRANLAR Batman’dan Mersin’e yolcu taşımakta man Seyahat firmasına ait bir yolcu parti MHP’nin şefi Devlet Bahçeli’nin olan Osmaniye çıkışında yaklaşık 100 grup tarafından durduruldu.

olan Star Batotobüsü, faşist de memleketi kişilik ırkçı bir

Irkçılar, önünü kestikten sonra taşlar ve sopalarla oto-

büse saldırdılar. Saldırıda 1’i çocuk, üzere toplamda 8 kişi yaralanırken, diğer yolcular saldırganlara karşılık direnişi karşısında ırkçı saldırganlar kaldılar.

3’ü kadın olmak otobüste bulunan verdi. Yolcuların kaçmak zorunda

Kürdistan’dan gelen yolcu otobüslerine yapılan bu tür kitlesel ırkçı saldırılar, özellikle seçim zamanlarında artış gösteriyor. Bu saldırıların bir diğer ortak özelliği ise olay yerine gelen polis kuvvetlerinin ya olaya seyirci kalması, ya da ırkçı saldırganları koruma altına alması. Bu saldırıda da olay yerine gelen polisler, herhangi bir incelemeye gerek görmeden olay yerinden ayrıldılar. Sadece Batman’dan geliyor olması nedeniyle bir yolcu otobüsünün durdurularak saldırıya uğraması, ırkçılığın en billurlaşmış örneklerinden birini teşkil ediyor. Bu nedenle Star Batman otobüsüne saldıranlar, haftanın ırkçısı olmaya hak kazandılar.

Söz konusu Barlas olunca büyün nedenler devreye girmiştir ama korkunun en başta gelen nedenlerden birisi olduğunu düşünüyorum. Önceki yıllarda, askerlerden, Genelkurmay başkanlarından korkulurdu, gazetecilik mesleğini askeri bildirilerin yayınlandığı birifing metinlerini çoğaltmak olarak algılayan ve ordu merkezlerinden çıkmayan “gazetecilerin” yerini, şimdilerde, Erdoğan’dan korkan ve Erdoğan’a istediği pasları atarak röportaj yapıp mesleki kariyerinin sürekliliğini sağlama alan “gazeteciler” kaplamaya başladı. NTV’de Oğuz Haksever de Erdoğan’la bir program yaptı. Her şey güzel giderken, Oğuz Haksever hayatının hatasını yaptı ve Erdoğan’ın HDP’ye aşırı ve sert bir şekilde yüklenip yüklenmediğini sordu. Sonra insanı Oğuz Haksever yerine utandıran gelişmeler yaşandı, Erdoğan Haksever’e o kadar kızdı ki, yılların program yapımcısı suratında soğuk bir gülümsemeyle kala kaldı. Erdoğan, “Oğuzbey Allah aşkına burada herkes bu milletin evlatları olarak nerede durması gerektiğini bilmesi lazım.” diye çıkışıyor. Haksever de durması gerektiği yeri hemen bilerek Erdoğan’a onaylayan bir şekilde bakıyor. Korkuyor çünkü, devam etse, geri adım atmasa, vatan haini damgasını yiyeceğini biliyor. Bu yüzden, gazetecilik yerine bir parti lideri gibi konuşan bir cumhurbaşkanının propagandasını onaylama görevini yapmaya başlıyor. Erdoğan bugünlerde Cumhuriyet gazetesine takmış durumda. Canlı yayında Can Dündar’ı tehdit etti. Cumhuriyet gazetesi kamuoyuna “MİT tırları” olarak bilinen olayda durdurulan tırlarda silah taşındığını kanıtlayan görüntüleri yayınladı. Erdoğan, bunun hesabını soracağını ilan etti. Cumhurbaşkanı, başkanlık yolunun taşlarını kokuyla döşemeye çalışıyor. Korkutuyor. Korkutmaya çalışıyor. Korkuyu ise en rahat medya üzerinden gerçekleştireceğini düşünüyor galiba. Gazeteciliğin yurtttaşın haberlere bağımsız bir şekilde ulaşması için çalımak, haberlerin ise gerçeği açıklamak zorunda olmak gibi niteliklere sahip olduğunu bile isteye unutan “gazeteciler” medyayı bir baştan diğerine kaplamışken, Erdoğan’ın işi kolay. Kimse simit satıp onurlu yaşamayı göze alamıyor! Erdoğan’ın işini kolaylaştıran bir diğer etken de Erdoğan karşıtlığının da gazetecilik olarak yutturulmaya çalışılması. Ama bu başka bir yazının konusu.


4

DÜNYA

EMPERYALİZMİN SURİYE KRİZİ: EĞİT-DONAT ÇÖKÜYOR

HİNDİSTAN’DA KATLİAM: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ÖLDÜRÜYOR! Hindistan’da iki haftadır süren ve ülkenin güneyinde etkili olan sıcaklık artışı nedeniyle ölenlerin sayısı iki bine yaklaştı. Sıcaklıklar 48 dereceye yaklaşırken, yollardaki asfaltlar erimiş, su kaynakları yetersiz kalmış ve binlerce kişi hastanelere akın etmiş durumda. Birçok kentte elektrik kesintileri yaşanırken, ülkedeki zayıf sağlık sistemi nedeniyle hastanelerin yetersizliği ölümleri artırıyor. Hindistan’da sıcaklıklardan ölümler her yıl yaşanıyor da olsa, iklim değişikliğiyle birlikte durum katlanılamaz hâle geliyor. Bu, dünyada kaydedilen en büyük beşinci, Hindistan’da ise ikinci büyük ölümcül sıcak hava dalgası. 2015 yılı için şimdiden ölümlerin oranı yıllık ortalamanın iki katına çıktı.

Eğit-Donat, Suriye halkı için değil emperyalizmin sadık dostu Türkiye’nin bölgesel çıkarları için. OZAN TEKİN

Tunus ve Mısır devrimlerine hazırlıksız yakalanan Batı emperyalizmi, Libya’da askeri müdahale yoluyla devrimi boğmayı başarmıştı. Rusya-Çin gibi küresel, İran ve Hizbullah gibi bölgesel güçlerin diktatör Esad’a verdiği destek nedeniyle, aynısı Suriye’de tekrarlanamadı. ABD, bu yüzden, en başından beri bu ülkede kendi çıkarlarını savunacak bir siyasi güç oluşturmaya çalışıyor. Bunun için çalışmalar ilk önce masa başında yapıldı. Devrim patlak verdikten birkaç ay sonra Suriye Ulusal Konseyi kurulmuştu. Sürgündeki muhalif siyasi figürlerden oluşan bu yapı, uzunca süre devrime katılanların çatı örgütü gibi anlatıldı. Konsey’in sahadaki etkisi sıfıra yaklaştığında, yine ABD’nin talimatıyla bu yapı dağıtılarak “daha kapsayıcı” olması hedeflenen Suriye Ulusal Koalisyonu kuruldu. Ancak ismi değişse de Batı’nın desteklediği muhalefetin etkisizliği değişmedi. ABD, bir yandan da IŞİD’in ortaya KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse

ÇİN, BÜYÜME VE İŞÇİ SINIFI Çin’in ABD’nin yerini alacak yeni süper güç olduğu ileri sürülüyor. Hatta ABD emperyalizmine karşı Çin’in bu gelişiminden “anti-emperyalizm” adına mutlu olanlar bile var. Çin’in büyüme hızı gerçekten çok yüksek. Bunun temel nedeni ulusal gelirden yatırıma ayrılan payın dünyanın diğer bütün ülkelerine göre daha fazla olması. Dünya Bankası verilerine göre Çin’in 2000-2013 arasında yatırımlarında artış oranı yüzde 12. Ancak Çin’in yatırım hızındaki bu artışı olanaklı kılan, Çin’in milli gelirden işçi sınıfına ve yoksul köylülere düşen paya el koyması. Çin’de nüfusun en zengin yüzde 10’u ile en fakir yüzde 10’u arasındaki gelir farkı 26 kat. Emekçilerin ulusal gelir içindeki payı 1990’da yüzde 61 iken, 2007’de yüzde 53’e geriledi. Sigortalı çalışanlar sağlık harcamalarının yüzde 35’ini kendisi ödemek zorunda. GSYMH’dan sağlık ve sosyal alanlara ayrılan pay sadece yüzde 5,7. Çin, küresel kapitalizm ile rekabet edebilme çabasının sonucunda ortaya çıkan işgücü açığını kapatmak için

çıkışı ve ilerlemesiyle, bu kez sahada kendi çıkarlarını savunacak silahlı gruplar oluşturmaya yöneldi. Bu kapsamda, 5 bin silahlı militanın eğitileceği ve silahlandırılacağı “eğit-donat” projesi oluşturuldu. Aylardır konuşulan proje, hayata geçirildikten çok kısa bir süre sonra çökmek üzere. Eğitim gören militanlara “Esad’a karşı savaşmama” şartı getiren bir anlaşmanın imzalatılmaya çalışılması kriz yarattı. Batı’nın desteğini kabul eden 1000 kadar militan, bu dayatma üzerine programdan çıkmayı düşünüyor. Ortadoğu’da Irak işgalinden beri belini doğrultamayan ABD, Arap Baharı ile birlikte bir darbe daha aldı. Batı emperyalizminin zayıflaması, bölgede altemperyalist güçlerin daha fazla inisiyatif almasına ve bu güçler arasındaki ittifak ve çelişkilerin sürekli değişmesine yol açıyor. AKP de başından beri ABD emperyalizminin “eğit-donat” projesinin en ateşli savunucularından biriydi. çok hızlı bir şehirleşme yaşadı. Çin’in kentli nüfusu 2011 yılında 690 milyona ulaştı. Bu işçiler son derece kötü koşullarda çok ucuza çalışıyor. Eğer Çin’in Sovyetler Birliği’nden ödünç aldığı bir tür ülke içi pasaport sistemi olan Hukou sistemine kayıtlı değillerse, sağlık, eğitim ve konut edinme gibi devletin sağladığı sosyal hizmetlerden yararlanamıyorlar. Apple ve HP gibi Amerikan elektronik devlerinin ürünlerini Çin’deki fabrikalarında üreten Tayvan kökenli Foxconn şirketinde, gece yarısı kaldıkları koğuşlardan alınan işçiler 12 saatlik vardiyalarla ve üstelik ABD’deki işçilerin beşte biri oranında ücretlerle çalıştırılıyor. Foxconn fabrikalarında yapılan bir incelemede, işletmenin 43 yasayı ihlal ettiği ve işçilerin 11 güne kadar varan kesintisiz sürelerde, haftada 60 saatin üzerinde çalıştırıldığı ortaya çıktı. Apple, 2007-2010 yılları arasında gerçekleştirdiği denetimlerde, reşit olmayan ve rızası dışında işçilerin çalıştırılması, kayıtlarda sahtekarlık yapılması, gerektiği şekilde muhafaza edilmeyen zehirli atıklar yüzünden zehirlenen yüzden fazla işçi olması gibi, toplam 70’in üzerinde kural ihlali tespit etti. Yani Çin, bu büyümenin ve emperyalist rekabetinin maliyetini emekçilere ve yoksullara ödetiyor. Emekçiler ve yoksullar için ise hiçbir emperyalizm diğerinden daha iyi değildir. Onlar için emperyalist rekabetin tek anlamı daha fazla sömürü ve ölümdür.

Uç hava olaylarından toplumdaki en dezavantajlı kesimler en çok etkileniyor. Sıcaklık artışları da asıl olarak tarım ve inşaat işçilerini, evsizleri, yaşlıları, kronik hastaları ve çocukları vurdu. Hindistan’da yaşananların sorumlusu kapitalizm. Böyle manzaraların ortaya çıkacağı ve felaketlerin yaşanacağı bilinmesine rağmen, devlet-sermaye işbirliği sonucu hiçbir ülke gerekli adım atmadığı için gezegen yok oluyor. Sera gazı emisyonlarının 13 yılda %110 arttığı Türkiye de kirli enerji politikaları ve kâr odaklı “kalkınma” hırsıyla iklim değişikliğine yol açan politikaların sorumlularından. Birleşmiş Milletler liderleri bu yılın sonunda Paris’te 21. kez iklim için buluşacak. “İklimi değil sistemi değiştir” diyenler de harekete geçiyor. Dünyanın her yerindeki iklim aktivistleriyle birlikte, Küresel Eylem Grubu da şirketleri ve hükümetleri harekete geçmeye zorlamak için Aralık ayına gidilen süreçte kitlesel bir kampanya yapacak.

KÜRESEL MÜCADELELER Şili: Öğrenciler eşit ve parasız eğitim için mücadeleye devam ediyor. Başkan Bachelet’in eğitim reformunu yetersiz bulan yüzlerce öğrenci Santiago’da sokağa çıktı. Polisin gaz bombalı müdahalesi ile başlayan çatışmalar saatlerce sürdü. ABD: Arizona eyaletindeki Phoneix kentinde bir cami önünde toplanan ırkçılar, Muhammed karikatürleri ve İslam’ı hedef gösteren pankartlar açtı. Bir faşist grup ırkçı göstericileri koruma bahanesiyle alanda otomatik silahlarla yer aldı. Silahsız, korumasız kalabalık bir grup aynı yerde ırkçıları protesto etti. Hollanda: Metal işkolunda toplu sözleşme görüşmelerinin tıkanması üzerine FNV sendikası 24 saatlik grev yaptı. CNV sendikası da grevi destekleyeceğini açıklarken diğer sendikalar süreci izlemeyi tercih etti. Türkiye’deki MESS’in muadili, metal patronlarının örgütü FME, krizi bahane ederek toplu iş sözlemesine ve sendikaların taleplerine ‘hayır’ diyor. FNV’nin çağrısıyla Eindhoven ve Rotterdam’da metal işçileri greve çıktı. Kanada: Başkent Ottawa’da yürüyen 5 binden fazla yerli, 1840’ta açılan ve 1996’da kapatılan yatılı kilise okullarında katledilen 6 bin çocuğun katillerinin açığa çıkarılmasını istedi. ‘Daha fazla oturmak yok’ sloganıyla protesto örgütleyen Kanada yerlileri, soykırım ve asimilasyon politikalarının mahkum edilmesini istiyor.


RÖPORTAJ

5

GARO PAYLAN: HDP BÜTÜN MİLLİYETÇİLİKLERİN PANZEHİRİ

6 Haziran 2015, direnişteki Gezi Parkı’nda Hrant Dink Caddesi açılışında Garo Paylan konuşuyor. HDP İstanbul 3. Bölge Milletvekili Adayı Garo Paylan’la seçim kampanyasını ve soykırımın 100. yılında Ermeni bir milletvekilinin mecliste olmasının önemini konuştuk. Seçim kampanyanız nasıl ilerliyor? Hem kendinin hem de genel olarak HDP’nin kampanyasını nasıl değerlendiriyorsun? Coşkulu ve umut veren bir kampanya yapıyoruz. Bunun karşısında kırmaya çalıştığımız ön yargılar var. ‘Söylediğiniz şeyler çok güzel’ dendikten sonra bir ama kelimesi duyuyoruz. O ‘ama’ları kırmaya çalışıyoruz. Büyük oranda aşındırdık. 7 Haziran’da o ‘ama’ları ne kadar kırdığımızı ve oya dönüştürdüğümüzü göreceğiz. Çok sempati kazandık ama ne kadar oya dönüştüğünü bu Pazar akşamı göreceğiz. HDP’nin seçim kampanyasının diğer üç partiden temel farkı ne, hangi vurgular HDP’yi farklı kılıyor? Amasız fakatsız demokratik ilkeleri ve temel insan haklarını savunuyoruz. En temel fark bu. Diğer partiler toplumsal hafızaya oynayan ve bariyerlerin arkasında geleneksel oylarını konsolide etmek üzere kampanya düzenliyorlar. Biz oy kaygısından öte eşitlik ve insan hakları ne gerektiriyorsa, hem geçmişle yüzleşmek hem de eşit gelecek kurma anlamında siyaset üretiyoruz. Gençlik arasında çok fazla teveccüh buluyoruz. Bunları söylemek siyaseti etkilemek demek. Siyaset kısa vadeli bir mesele değil. Bu bile uzun vadede büyük bir kazanım. HDP’ye şartları neye bağlıyorsun? Öncelikle önyargılara bağlıyorum. Ayrıca herkeste örtük

milliyeçilik var. HDP bütün milliyeçiliklerin panzehiri. Toplumsal hafızada mücadelenin kendisi terör olarak yaftalanmıştı. Bunu da anlaşılır buluyorum. Yaptığımız mücadelenin ve hayal ettiğimiz dünyanın anlatıcısı olmamız lazım. İnsanları sadece suçlayarak bir yere varamayız. Bundan arındırmanın yolunu bulmalıyız. Seçim kampanyamız boyunca ‘ama’ları kırabildiğimizi gördüm. Binlerce insanla tanıştım, konuştum. İnsanların ikna edilebilir olduğunu görmek umut veriyor. Sistem on yıllardır tüm muhalefeti terörist olarak yaftalamayı becerdi. Bunun karşısında biz kendi propagandamızı suçlayarak değil daha iyi anlatıcılar olarak başarmalıyız. Bunu da bu seçim sürecinde büyük oranda başardığımızı düşünüyorum. Ermeni soykırımının tanınması için gelişen hareketin de aktivisti olarak mecliste nasıl bir mücadele stratejisi izleyeceksin? Partimin duruşu benim için çok önemli. Ermeni meselesinde amasız olarak soykırımı tanıması, geçmişle yüzleşme çağrısı yapması, devleti özür dilemeye çağırması ve bu politikayı gayri Ermenilerin savunması bana güç veriyor. Son yıllardaki en önemli kazanım bu meseleyi diğer kimlikli insanların savunması. Bu konuda partimin duruşu net. Ama daha öncelikli olarak şu anda kimliğim her akşam televizyonlarda nefret objesi olarak sunuluyor, nefret suçları işleniyor. Bunları durdurmak çok önemli. Bunlar halkımı korkutan, güvercin tedirginliğine iten şeyler. Bunları durdurmaya çalışacağım ve bunların karşısında dimdik dura-

cağım. Bunlarla ilgili ceza yasalarının çıkması ve uygulanması için mücadele edeceğim. İkinci olarak Ermenilerin Patrik veya Vakıf seçimleri gibi iç demokrasi sorunlarını çözmeleri için mücadele edeceğim. Devletin toplumumun üzerindeki baskısının kalkması ve kendi özerkliğinin, iç yönetim mekanizmalarının ihya edilmesi için mücadele vereceğim. Soykırımın 100. yılında yüzleşme mücadelesi 24 Nisan’dan sonra ara vermiş gibi. Yüzleşmenin gerçekleşmesi için hangi adımlar atılmalı? Önemli bir yol aldık son on yılda. En azından Türkiye toplumu kötü bir şey olduğunu artık biliyor. Adil hafıza çerçevesinde adını koymakta zorlanıyor. Yeni kuşaklar bu konuda çok daha fazla bilgiye sahip. Suçla ilgili idrak büyük oranda var. İdrakın büyümesi ve bilinir olması sonrasında HDP’nin güçlenmesiyle birlikte bunun isminin konulabileceğini düşünüyorum. Kısa vadede suçun idrak edilmesi ve faillerine katil denilmesi meselesinin çözülmesini umut ediyorum. Daha sonra uluslararası hukuk çerçevesinde isminin konulması ihtiyacı tabi ki var. Devletin özür dilemesi meselesi var. Önümüzde bu konuyla ilgili mücadele edeceğimiz pek çok yıl olabilir. 100. yıldan ziyade önemli olan yüzleşmenin tamamlandığı, geçmişlerimizin ruhlarının şad olduğu, cinayetin faillerine katil dendiği, katillerin isimlerinin sokaklardan silindiği yıl en önemli yıl olacak. O yılın yakın olması mücadelesini vereceğiz. O yılın geleceğinden şüphem yok. Önemli olan bunun çok yakın zamanda olması. Umarım önümüzdeki dört yılda benim vekilliğim döneminde bunlar olur.


6

GÜNDEM

EKONOMİ ALARM VERİYOR Seçimler sonrası istikrarsızlık unsurlarının en önemli bileşenini ekonomi oluşturuyor. Son on yılda büyüme hızında yüzde 9,4’lük rakamlarla tavan yapan ekonomi son yıllarda daralmaya başladı. 2014 yılında büyüme hızı yüzde 2,9’da kaldı. IMF’in Büyüme Beklentileri Raporu’na göre 2015 yılında bu rakam yüzde 3,6 civarında. Ekonomideki yavaş büyüme işsizliği körüklemekte. Dolardaki kur dalgalanmalarıyla birlikte TL’deki kayıplar ekonomik performansın daha kötüleşmesine yol açıyor. Krizin gelmekte olduğuna ilişkin bir başka alamet ise inşaat sektöründeki durgunluk. Hükümetin büyüme stratejisinin temel dayanağı olan inşaat sektörü durgunluk sinyalleri vermeye başladı. Türkiye Müteahhitler Birliği analizlerine göre 2014’te konut stoku artmıştı; 2015’te ise herhangi bir canlanma gözlenmiyor.

HAVADA MÜCADELE KOKUSU VAR

İnşaat sektörünün dışında imalat sektörü de kriz sinyalleri veriyor. Türkiye Bankalar Birliği’ne göre mart sonu itibarıyla 2,1 milyon kişi kredi kartı borcunu ödeyemediği için icralık oldu. Ödenmeyen borç tutarı 5,6 milyar lira ile tüm zamanların rekorunu kırdı. Bankalara 2002’de 6 milyar lira borçlu olan vatandaşın hal-i hazırda borcu 350 milyar TL. Yüksek petrol fiyatlarının piyasaya yansıması, faiz oranlarındaki yükselme ve iklim değişikliği nedeniyle artan sebze fiyatlarının enflasyona yansımasıyla birlikte alım gücü düştü. Bu durumun yol açtığı iç tüketimdeki azalma da krizi tetikleyen bir başka risk oluşturuyor.

FATURAYI PATRONLARA ÖDETELİM Büyüyen ekonomiyi işçi sınıfına saldırı üzerine inşa eden AKP hükümeti; işler kötüyü gitmeye başladığında, kriz çıktığında işçi sınıfına saldırmaktan hiç çekinmeyecektir. Hükümet şimdiden seçim sonrasında işçi sınıfına yeni bir saldırı başlatacağının işaretlerini vermekte. Bu saldırıların başında kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesi geliyor. Bugüne kadar sendikaların genel grev tehdidi nedeniyle konuyu gündemden kaldırmış gibi görünen hükümet, seçim sonrasında kıdem tazminatı hakkını ortadan kaldırmak için elinden geleni yapacaktır. Hükümetin saldıracağına ilişkin bir başka gösterge ise asgari ücret tartışması. Siyasi partilerin seçim propagandasında asgari ücret rakamlarının 1500’den 5000 TL’ye kadar yükseltilmesine ilişkin rakamlara tahammül gösteremeyen AKP liderleri seçim sürecine rağmen işçileri patronlara şikâyet ettiler. AKP liderliğinin cüreti seçim sonrasında işçi sınıfını mücadelenin beklediğini gösteriyor. İşçi sınıfını grev yasaklarının ve sendikal barajın aşılması, asgari ücretin 2000 TL’ye çekilmesi ve kıdem tazminatının gaspının engellenmesi gibi bir dizi mücadele bekliyor.

AKP hükümeti önce Şişecam ardından metal fabrikalarındaki grevi yasakladı. İşçi hareketi, fabrika işgalleri ve grevle yanıt verdi. ÇAĞLA OFLAS-MELTEM ORAL

Genel seçimlere dair kesin olarak söylenebilecek tek şey 7 Haziran’dan sonra yepyeni bir mücadele döneminin başlayacağı. Seçim sonuçları ne olursa olsun, AKP’yi en zor dönemi bekliyor. Tam da bu yüzden Erdoğan ağzını her açtığında havayı gerginleştiriyor. Kendi korkusunu, gerginliğini yansıtıyor. Üstelik gerilimin tek nedeni seçimler veya HDP’nin barajı aşıp aşamayacağı değil. 7 Haziran’da kaderimizi değiştirecek olan şey Erdoğan’ın başkan olup olamayacağı da değil. Havayı belirleyen şey, Gezi direnişinden bu yana biriken öfke ve Türkiye’nin hızla sürüklendiği hem ekonomik hem de siyasi istikrarsızlık. Seçim atmosferinden dolayı sanki herhangi bir durummuş gibi görünen ama hem sermayeye hem de AKP’ye korku salan grevler, içinden geçtiğimiz süreci belirleyen en önemli başlık. Bursa, Eskişehir, Bolu ve daha pek çok şehirde bir anda patlayan işçi direnişleri dipten gelen bir işçi sınıfı

hareketinin göstergeleri. Erdoğan’ın ‘üç yıldır ekonomide patinaj yapıyoruz’ itirafı ve alım gücünün giderek düşmesiyle, AKP’nin alamet-i farikası olan ekonomik istikrardan çatırdama sesleri geliyor. AKP’nin üzerindeki perdeler hızla kalkıyor. Tüm nobranlığıyla neoliberal politiklar bir yanda, kentsel ranttan grev yasaklarına kadar büyüyen neoliberalizm karşıtı öfke diğer yanda. Seçim sonuçları ne olursa olsun, bizi bekleyen istikrarsızlık ve mücadele. Önemli olan her biri farklı yerde süren bu mücadeleleri birleştirebilmek. Özgecan için oluşan tepkiyi Gebze’de grevi yasaklanan metal işçilerinin öfkesiyle birleştirmek için hazırlanmalıyız.AKP’ye karşı inadına barıştan, Soma’da tekmelenen maden işçisinden, ranta karşı yaşam alanını savunanlardan yana olanlar antikapitalist bir blok inşa etmek için şimdiden kolları sıvamalıyız.


GÜNDEM NÜKLEER SANTRALA HAYIR AKP hükümeti enerji sorununda yaşadığı krizi milyonlarca insanın ve canlının yaşam alanlarını gasp ederek çözmeye çalışıyor. Canlı yaşamın sonunu getirecek nükleer santrali kurmak için seçim sonuçlarını beklemeden harekete geçti bile. Her yere “ Güçlü Türkiye, güçlü enerji” yazılı afişler asan Hükümet Akkuyu’da bir, Sinop’ta iki nükleer santral kurma hazırlıklarına başladı. Milyonlarca insanı bir araya getiren, sokakta yürütülecek bir kampanya hükümetin nükleer yalanlarını ortaya çıkarabilir ve nükleer santral yapımını durdurabilir.

MHP NAZİDİR NAZİLERE GEÇİT YOK Türkiye istikrarsız bir döneme doğru giderken, faşist parti MHP sermayeye yeni bir istikrar unsuru olarak kendini pazarlıyor. Seçimler sonrasında oylarında artış olacağı tahmin edilen MHP son günlerde ana akım medyanın gözbebeği. Kravatlı beyler, şık hanımlar, Sorbon Üniversitesi mezunu okumuş faşistler sık sık tartışma programlarına davet ediliyor. Bir taraftan bu “efendi” hanımlar TV programlarında “makul” bir izlenim bırakırken, Kürtlere, Ermenilere zehir kusuyorlar. Devlet Bahçeli ne zaman konuşsa ardından faşistler üniversitelerde satırlarla öğrencilere, Kürtlere saldırıyor.

ÖRGÜTLENELİM, BİRLEŞELİM, KAZANALIM Gezi sonrasında işçi hareketindeki artış işçi sınıfının bu mücadeleye hazırlıksız yakalanmayacağının ipuçlarını veriyor. Soma katliamı sonrasında patronlara ve hükümete karşı yükselen öfke işyeri mücadelelerine yansıdı. Önce Şubat ayında metal işçileri greve çıktı. MESS patronlarının çağrıları sonunda Hükümet grevi yasakladı. Ardından Denizli’de, Kayseri’de binlerce işçi iş bıraktı. Geçen ay Bursa’da metal işçileri harekete geçti. İşgal, direniş ve grev hareketleri tüm şehirlere hızla yayıldı. Metal işçileri yıllardır önlerindeki en büyük engel olan, her toplu sözleşme döneminde patronların çıkarını savunan Türk Metal’i yendi. Üstelik hareket sendikasız işyerlerine de sıçramış vaziyette. Metal grevleriyle aynı günlerde sağlık iş kolunda çalışan işçiler de harekete geçti. Birinci Basamak sağlık hizmetleri çalışanları hükümetin dayattığı fazla çalışma ve angaryalara karşı üç günlük grev gerçekleştirdi. Seçimlerden sonra Hükümetin kitlesel bir işçi hareketiyle karşı karşıya kalacağını söylemek yanlış olmaz. Üstelik şimdi harekete geçen işçilerin çoğunluğunun geçmişte AKP’ye oy veren işçilerden oluşması, hükümet bir seçim başarısı kazansa bile bu zaferin kalıcı olmayacağını gösteriyor. Öte yandan, işçi sınıfının büyük bölümünün sendikasız olması, hareketin bölünmüş olması ve sendikal bürokrasi hareketin zaaflarını oluşturmakta. Ancak aşağıdan birleşik bir mücadeleyle bu zaafları aşmak mümkün. Metal işçileri mücadelesinin deneyimleri işçi sınıfının geneline ışık tutmalı. Metal işçileri burjuva yasalarının sunduğu çerçevenin dışına çıkarak “yasa” yerine fiili mücadele yöntemini hayata geçirdi. İşyeri koordinasyon kurullarını kurdular. Söz, yetki ve karar süreçlerine doğrudan katılarak ve Türk Metal’i etkisizleştirerek zafer elde ettiler. Hem patronları hem de hükümeti yenmenin yolu örgütlenmekten ve birleşmekten geçiyor.

1980 öncesinde, ekonomik ve siyasi kriz ortamında MHP sermayenin istikrarı için çalıştı. İşçi hareketine saldırdı, sokakları terörize etti. Maraş’ta, Çorum’da katliamlar dahil pek çok cinayet işledi. Bugün ana akım medya ve bazı solcular MHP’yi aklamaya çalışıyor. Bu çok tehlikeli bir tutum. MHP nazi partisidir ve kapatılmalıdır.

ERMENİ SOYKIRIMI İNKÂRINA SON Bu yıl 24 Nisan Soykırım Anması her zamankinden daha kalabalık oldu. Aynı gün Almanya suç ortaklığını da kabul ederek soykırımı tanıdı. Diasporadan gelen yüzlerce Ermeni İstanbul’daki anmaya katıldı. Rusya ve Fransa devlet başkanları Ermenistan’daki soykırım anmasına katıldı. Öyle ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıldır sakladığı soykırım suçu artık saklanamaz boyuta geldi. Ardından Tuzla’daki Ermeni yetim çocuklarına ait Kamp Armen’in yıkılması yeni bir mücadele sürecine yol açtı. Kampın yıkılmasına karşı direnenler yıkımı engelledi. Soykırımın tanınması için, gasp edilen malların geri verilmesi için sokakta kitlesel mücadelenin olanakları her zamankinden daha fazla. Soykırımın tanınması Türk milliyetçiliğinin kaybetmesi, işçi sınıfı ve ezilenlerin kazanması anlamına geliyor.

ÇÖZÜM, BARIŞ, ÖZGÜRLÜK Gerek seçim sürecinde gerekse seçim öncesinde yaşananlar çözüm sürecini AKP’nin insafına terk etmemek gerektiğini defalarca kanıtladı. Oysa çözüm süreci hükümetin inisiyatifine bırakılmayacak kadar kıymetli. Çözüm sürecinin başladığı 2009 yılından beri çatışma nedeniyle ölümlerin olmaması çok büyük bir kazanım. Yine milyarlarca liranın savaşa harcanmamasının ekonominin iyi gitmesindeki payı büyük. Bunu en iyi hisseden batıdaki emekçilerle yıllardır mücadele eden Kürt halkının taleplerini birleştirmek için harekete geçmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Hükümetin süreci savsaklamasının karşısına batıda, başta anadilde eğitim hakkı olmak üzere Kürtlerin taleplerini içeren bir barış hareketi inşa etmek artık savsaklanamayacak hale geldi.

7

GÖRÜŞ Roni Margulies

“YA HAK”, KURAN, FETİH VE YOLSUZLUK Bilal Erdoğan, Kahramanmaraş’ın Türkoğlu ilçesinde ‘Uluslararası Türkoğlu Avasım Geleneksel Türk Oyunları Festivali’nde kaftan giyip ok atmış. Erdoğan gençlerin geleneksel sporlara ilgilenmesi gerektiğini belirterek şöyle demiş: “Ok atan gencimiz, oku atarken ‘Ya Hak’ diyecek. Ya Hak derken, kendisini yaratan, bu dünyaya kulluk için gönderen Allah’ı, Rabbi’ni düşünecek. Rabbi’ni düşünürken terbiyeyi düşünecek. Rabbi’nin rızasını kazanarak nasıl yetişirim diye düşünecek. Ya Hak derken, adaleti, doğruluğu düşünecek.” Hak, terbiye, adalet ve doğruluk hakkında Bilal’den öğrenecek çok şeyimiz var. Ben kendi hesabıma okçuluk hakkında da kendisinden ders almak isterdim, vakti olursa. Bütün bu konularda Bilal’in derin bilgisi olduğu kesin. Babası seçim meydanlarında Kuran-ı Kerim sallayan bir çocuk, adil ve doğru, dürüst ve namuslu olacak şekilde büyütülmüştür kuşkusuz. Gerçi, babasının adalet ve doğrulukla da ilgili bazı sorunları olduğu söyleniyor. Bağımsız mahkemelerin verdiği tarafsız kararlar ve Meclis’teki tarafsız oylama hiçbir sorun olmadığını kanıtlamış olsa da, Bilal’le babasının üzerine bir gölge düştü. Bu gölgenin kalkması için mahkeme ve Meclis kararları biraz yetersiz kaldı. Oysa kaldırmak gerek. Ne yapmalı? En önemlisi, “Ya Hak” demek ve “Ya Hak” derken Rabbi’ni düşünmek. Sonra, Kuran sallamak. Üzerine gölge düşen kişilerin Kuran sallaması çok önemlidir. Kuran sallamanın hem fiziksel hem sözel yolları vardır. Bazen bizzat Kitabın kendisi sallanabilir, bazen de iyi seçilmiş bir iki cümle aynı etkiyi yapabilir. Bilal’in babasının şu cümleleri çok etkilidir örneğin: “Bu şehrin minarelerini ezansız bırakma Yarabbi. Bu aziz şehrin mihraplarını secdesiz bırakma Yarabbi. Değerli kardeşlerim, bugün fethin 562’nci yıldönümünü farklı kutluyoruz. İstedik ki çok farklı bir kutlama olsun. Bu şehri ezanla, namazla buluşturan Fatih Sultan Mehmet Han’dır. Bu şehri Müslümanlık’la buluşturan dili dualı, yüreği imanlı Fatih’in ordusudur.” “Bilesiniz ki, ‘Pontus Soykırımı, Ermeni Soykırımı’ diyen hainlere göz yummayacağız. İstanbul’u, kutsal emanetler başında kesintisiz Kuran okunan bir şehir olmaktan çıkarmaya çalışanlara imkân tanımayacağız. Bu ülkeyi bölmek, bu milleti parçalamak için her yola başvuranlara yol vermeyeceğiz.” “Ya Hak”, Kuran ve Fetih. Biraz da okçuluk. Bakalım Erdoğanların ve AK Parti’nin üzerindeki gölgeyi kaldırmaya yetecek mi bunlar. Haftaya göreceğiz.

KİTAPÇILARDAN İSTEYİN!


8

İKLİM

KARBON SALIMLARINI DURDURMANIN TEK YOLU KAPİTALİZMDEN KURTULMAK NURAN YÜCE

Bir aydır sıcak hava dalgası ile kavrulan Hindistan’da

ölenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Son resmi verilere göre ölenlerin sayısı 2.200’e yükseldi. Ölenlerin çoğunluğunu yaşlılar, evsizler ve dışarıda çalışmak zorunda olan işçiler oluşturuyor. Fazla sıcaklığa maruz kalmanın, susuzluğa, sıcak çarpmasına, dokuların hasar görmesine, bilinç kaybına, kalp krizine yol açtığı ve vaktinde müdahale edilmemesi ile ölümlere neden olduğu belirtiliyor. Sıcaklığın 50 derecelere ulaştığı bir ortamda yetkililer insanlara mümkün olduğunca evlerinden çıkmamalarını tavsiye ediyor ama bazıları için bu mümkün değil. Çalışmazlarsa bu sefer de açlık çekecekleri için “yapacağımız bir şey yok sıcak da olsa işe gitmek zorundayız” diyorlar ve en fazla ölümler de bu insanlar arasında oluyor. İklim değişikliğinden en fazla etkilenecekler; en yoksullar, en dezavantajlı gruplar olacak diyorduk. Hindistan’da bu durum birebir yaşanıyor. Hindistan bir istisna mı? Hindistan’da her zaman Muson yağmurlarının öncesinde sıcaklıklar artar. Tıpkı Filipinlerin tayfunları ile ünlü olması ya da Afrika kıtasının soluğunu kesen kuraklıkların yaşanması gibi. Kuraklık, seller, tayfunlar vb olaylara alışkınız. Alışkın olmadığımız bu doğal afetlerin sayısının ve şiddetinin artması. Artık Hindistan’da sıcak hava dalgası o kadar şiddetli yaşanıyor ki sıcaklık nedeniyle ölenlerin sayısı binleri aşıyor. Hindistan’a bereket taşıyan Muson yağmurları da şiddeti ile tarım alanlarını sular altında bırakan sellere ve yine toplu ölümlere yol açıyor. Her yıl sonunda BM bünyesinde yapılan ve devlet yetkililerinin katıldığı iklim zirvelerinin 19’uncusunda Hayian Tayfunu ile yerle bir olan Filipinler adına konuşma yapan kişi şöyle demişti: “Ülkem tayfunlara alışkındır. Ama iklim değişikliğinin şiddetlendirdiği saatte 300 km hızındaki tayfunlara değil. Bizim beklemeye ve bir başarısız iklim zirvesine tahammülümüz yok. Her geçen gün ülkemi yerle bir eden tayfunların şiddetini arttırıyor.” Bu konuşmanın yapıldığı zirvenin üzerinden de bir dört sene geçti. İklim değişikliğini durdurma konusunda atılan herhangi ciddi bir adım olmadığı gibi iklim değişikliğinin devletler nezdinde konuşulmaya başladığı günlerde CO2 oranı atmosferde 297ppm iken bu yılın başında 401ppm’e ulaştı. Bu artış ile sıcaklık artışının 2 derecenin altında tutulması neredeyse imkânsız hale geldi. Duvara karşı son sürat İklim değişikliği ile tüm canlılar bir araba içinde son sürat hızla duvara karşı ilerliyoruz. Duvarla aramızda mesafe gittikçe azalıyor. Hızı artan arabanın içinde artan seller, kuraklık, fırtına ile savrulup duruyoruz, duvara çarptığımızda ise ne duvar kalacak ne de araba. Bu durum çok uzun zamandır sayısız bilimsel raporda ifade ediliyor. Bilim insanları yıllardan beri söyledikleri net bilimsel bilgilerin neden anlaşılamadığı konusunda şaşkınlık yaşıyorlar. “25 yıldan beri açıkladıklarımızın neresini anlamadınız?” diye soruyorlar? Mantıksızlığın adı kapitalizm Bu akıldışı, mantıksız, irrasyonel, vicdansız duruma nasıl sürüklendiğimizi, neyin bizi buna ittiğini açıklayabilmemiz gerekiyor. Keşke sadece baştaki politikacıların, fosil yakıt şirketlerinin kötü olması ile açıklanabilecek

Karbon salımları durmadığı takdirde şimdiki kuşaklar büyük yokoluşla karşılaşabilir. bir durumda olsaydık. Yerlerine daha iyilerini geçirerek sorunu çözebilirdik. Lakin sorun daha köklü, yoksulluk, açlık, işsizlik, eşitsizlik ve adaletsizliğin kaynağı olan kapitalist sistem şimdi bütün bu başlıkları kesen üst bir başlık ve devasa bir krize neden oldu: İklim değişikliği. Bu krizin temelinde kapitalist sistemin ekonomik işleyişi yatmakta. Büyümek kapitalist sistemin fıtratı, doğası, temel işleyişi. İstinasız her bir işletme açısından geçerli olan sürekli büyümek için daha fazla üretim yapmak, rekabet koşullarında ürün satmak, satarken kâr elde etmek, öz sermayesini büyütmek ve bunu her yıl büyüterek devam ettirmek üzerine kurulu bir işleyiş, bir döngü. Bu hedefi gütmeyen bir işletme ayakta kalamaz. Bu işleyiş içinde yatırımcıların derdi ne doğal varlıklar ne çocuk emeğinin kullanımı, ne toplumsal kaygılar ne de başka bir şey. Kapitalizmin büyüyemeden yaşayamayacağı gerçeği çevremizdeki her şeyi bir artı değer konusu haline getiriyor. Üretimin en önemli girdilerinden biri de doğal varlıklar ve doğal varlıklar da sonsuz değil. Sermaye birikiminin, sonlu bir kaynak ile sonsuza kadar sürdürülmesi bugün tüm sürdürülebilirlik iddialarına ve enerjinin yeşile boyanması çabalarına rağmen mümkün değil. Limitler zorlandıkça olumsuz sonuçlar artıyor hatta tüm canlı yaşamı tehdit eder hale geliyor. Hâlihazırda doğal varlıklar yerine tekrar koyulabileceğinden %30 oranında daha hızlı bir biçimde tüketiliyor. Eğer bundan sonra da şu ana kadar olduğu gibi tüketilmeye devam edilirse, 2035 yılında bütün insanlara gereken besin, enerji ve yaşam alanı sağlamak için yeni bir dünyaya ihtiyacımız olacak. Ama böyle yedekte bekleyen bir gezegen yok! Buna rağmen BM’nin tahminlerine göre 2050 yılına kadar dünyada ya-

ratılan toplam katma değer 3-4 katına çıkacak. Oysa bu büyüme hedefi ile karbon salımlarını azaltma konusunda ciddi bir uyuşmazlık var. İklim değişikliğini 2 derece altında sınırlamak için fosil yakıtların kullanımının %80 oranında düşürülmesi gerekiyor. Yani dünya ekonomisinin patronları olan ABD, Avrupa ve hızla büyümekte olan Çin ve Rusya, Brezilya, Hindistan, Türkiye gibi gelişen ve karbon salımları hızla artan ülkelerin büyümenin motoru olan fosil yakıtlardan vazgeçmeleri gerekiyor. Bizim, başka bir ekonomiye, başka bir yaşam tarzına, başka bir toplumsal ilişkiler ağına tam da bu yüzden ihtiyacımız var. Kapitalist sistem işlemiyor, kriz yaratıyor. Sürekli üretim ve tüketimi zorunlu kılan sistem dünya üzerinde yoksulluk ve adaletsizliği ortadan kaldırmıyor aksine yaygınlaştırıyor ve derinleştiriyor. Ekonominin temeli pazara dayandığı ve pazarda yer alan işletmeler de birbiriyle rekabet ettikleri sürece, kapitalizmin bütün olumsuz sonuçlarının katlanarak artacağını bilmemiz lazım. Bütün insanlığın hayatını etkileyen, ama işletme sahipleri dışında kimsenin söz sahibi olamadığı pazarın diktatörlüğüne son vermemiz gerekiyor. Hepimizin hayatını doğrudan ilgilendiren konularda karar alma süreçlerine öyle temsili falan değil, doğrudan katılabilmemiz gerekiyor. İklim krizini ancak planlı bir üretim, ihtiyaca göre bir üretim-tüketim ilişkisi ve kirliliğe sınırlamalar koyabilecek planlı bir ekonomi çözebilir. Karbon salınımlarının azaltılmasını istiyorsak bunun adını koymamız gerek. Kapitalist pazarlarla insanlık arasında bir seçim yapmak zorundayız. İkisinin birden kurtulması olanaksız.


SINIF MÜCADELESİ

METAL İŞÇİLERİ ZİNCİRLERİNİ KIRIYOR Bursa’da direnişin ateşini yakan Renault, TOFAŞ, Mako ve Coşkunöz gibi fabrikalarda işçilerin kazanım elde ederek işbaşı yapmasının ardından, metal işçilerinin mücadelesi birçok başka kente ve fabrikaya sıçradı.

Patronlar örgütü MESS’in işbirlikçisi Türk Metal sendikasından kitlesel olarak istifalar sürerken, birçok yeni fabrikada işçiler sürekli olarak veya geçici bir süre için iş bırakarak üretimi durduruyor. Ankara ve Sakarya’da Türk Traktör’ün, Kocaeli ve Eskişehir’de Ford Otosan’ın fabrikalarında grev devam ediyor. Gazetemiz yayına hazırlandığı sıralarda, Bursa Nilüfer’de kurulu Baykal Makina Sanayi ve Tic. Aş fabrikasında çalışan işçiler hakları için üretimi durdurarak iş bıraktı. Bunun yanı sıra, Bilecik Bayırköy’de kurulu bulunan, eski adıyla TEKERSAN yeni adıyla Mefro Wheels fabrikasında

çalışan DİSK/Birleşik Metal-İş üyesi işçiler iş bırakarak eyleme başladı. Bolu’da 1500 Arçelik işçisi Türk Metal’den istifa ederken, hafta içinde Bursa’da kurulu Er Metal fabrikasında işçiler gece vardiyasında üretimi durdurdu. Er Metal işçileri kısa sürede taleplerini kazandı. Kocaeli’de ise Dytech Automotive’de işçiler ücret iyileştirmesi ve Türk Metal’in fabrikadan gitmesi için geçici olarak iş bıraktı. Yine Kocaeli’de, Çayırova’da TAYSAD OSB’de kurulu bulunan HP Pelzer Pimsa Otomotiv işçileri de Türk Metal’den kurtulmak için adım atmaya başladı ve bir vardiyada üretimi durdurdu. Bursa’da başlayan ve hızla birçok kente yayılan metal işçilerinin grevi, işçi sınıfının diğer sektörlerdeki kesimlerini de harekete geçiriyor. İzmir Aliağa’da petrokimya işçilerinin mücadelesi, bunun bir örneği.

FABRİKALAR, HASTANELER, İŞYERLERİNDE NELER OLUYOR? n Konya’da Hidrolik Makina Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nde (Hidrokon) çalışırken işten atılan Birleşik Metal-İş üyesi işçilerin direnişi sürüyor.

n 292 gündür direnen Enerji-Sen üyesi BEDAŞ işçileri kazandı! Yönetim ile yapılan görüşme sonrası işe geri dönüş süreci başladı. n Petrol-İş Ankara Şubesi, Konya Organize Sanayi Bölgesi’nde sulama ve alt yapı sistemleri üreten Düzgünler Plastik işten atmalara karşı işyeri önünde basın açıklaması yaptı. n Sarıyer Belediyesi’nde çalışan taşeron işçiler, seslerini duyurmak için geldikleri CHP genel merkezinde eylem yapmak isteyince dışarı atıldı.

n DİSK/Gıda-İş sendikasına üye oldukları için işten atılan Koç Holdinge ait Divan Turizm AŞ işçilerinin, işe iade davası Kartal’da bulunan Anadolu Adliyesinde görüldü. Dava öncesi yapılan açıklamada, “101 gündür direnen Divan işçileri için adalet istiyoruz” denildi. n Elazığ Eyüpbağları Sulama Birliği işçileri, hakları için başlattıkları açlık grevini aldıkları sözler karşılığında sonlandırdıklarını açıkladılar. n Zet Farma işçilerinin işten atma saldırısına karşı ve sendikal hakları için başlattıkları direniş 210. gününü geride bıraktı. - KESK’e bağlı Büro Emekçileri Sendikası (BES) İstanbul 3 No’lu Şube üyesi SGK emekçileri, gasp edilen ikramiyelerinin derhal ödenmesi talebiyle eylem yaptı. MARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım

İSTİKRARSIZLIK VE MÜCADELE DÖNEMİ 7 Haziran seçimlerinin sonucu ne olursa olsun istikrarsızlıkla belirlenen bir döneme girdiğimiz açık. Burjuvazi ve işçi sınıfı arasında ekonomik büyümeye dayalı uzlaşma sona erdi. Son iki yılda birçok işkolunda kendini gösteren, yasaklanan metal grevinin ardından Renault ve Tofaş başta olmak üzere bir çok otomotiv fabrikasından Petkim’e sıçrayan mücadeleler gösteriyor ki, darbecilerin yargılanıp aradan çekilmesi, Batı’da işçi sınıfı hareketinin bastırılmasının aracı olan Kürt sorununda çözüm görüşmelerinin

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

İŞÇİ SINIFININ EN TEHLİKELİ DÜŞMANLARI Metal işçilerinin Türk Metal sendikasının imzaladığı toplu iş sözleşmesine itirazları dalga dalga yayıldı. Şimdiye kadar 15 bine yakın işçi Türk Metal’den istifa etti. Patronlar mücadelenin baskısı ile işçilerin seçtikleri temsilcilerle masaya oturmak zorunda kaldı, şimdilik işçilerin talepleri kabul edildi. İşçilerin bugün öfkeyle istifa ettikleri Türk Metal sendikası, MESS’in 12 Eylül darbesi sonrası işçileri zorla üye yaptığı sendikadır. MESS’e karşı yaptığı tek grev, 1991 yılında, Birleşik Metal İş’in başlattığı ve kendisinin katılmak zorunda kaldığı grevdir. O tarihten sonra MESS’e karşı herhangi bir grev yapmamıştır. Türk Metal, 1998 krizinde “2 ay ücretsiz çalışalım”, “zararı yüzde 50 yüzde 50 paylaşalım” diyen, 2008 krizinde Erdemir’de yüzde 30’luk ücret indirimine imza atan, esneklik dayatmalarını şevkle kabul eden, tam bir işveren yanlısı sendikadır. İşçilerin bu sendikada bir saniye bile durmaması gerekir. Türk Metal’in 1975-2010 yılları arasındaki 35 yıllık genel başkanı Mustafa Özbek’in Ergenekoncu Veli Küçük ile bağlantıları, bizzat JİTEM tarafından eğitilen bir özel tim oluşturduğu, bunu kendisine muhalefet eden sendika şubelerinin yöneticilerini ve üyelerini vurdurtmak için kullandığı Ergenekon iddianamesinde yer almıştır.

n Samsun Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi’nde çalışan Göğüs Cerrahı Op. Dr. Kamil Furtun’un silahlı saldırı sonucu katledilmesini protesto eeden sağlık emekçileri 1 Haziran günü ülke genelinde iş bıraktı.

n İzmir Büyükşehir Belediyesine ait olan İZENERJİ Şirketi ile şirkette örgütlü olan Genel İş İzmir 2 Nolu Şube arasında devam eden toplu iş sözleşmesi, Büyükşehir’in yüzde 6’lık zam teklifi önermesi üzerine arabulucuya gitti. Arabulucu süresinin sona ermesi ve tarafların anlaşamaması üzerine sendika grev hakkını kullanacağını açıkladı.

9

PETKİM İŞÇİSİ KAZANDI Aliağa’daki Petrim fabrikasında Petrol-İş sendikası üyesi 1800 işçinin önce üretimi durdurup sonra ürün çıkışın izin vermeyerek başlattığı direniş, 5. gününde kazandı. Bursa’da metal işçilerinin yarattığı isyan dalgasının hemen ardından harekete geçen işçiler, imzalanan toplu iş sözleşmesi sonucunda maaşlarında, kıdem skalasının yarattığı ücret eşitsizliğinin giderilmesinde, bayramlarda ödeme yapılmasında ve aylık sosyal yardımın artırılmasında kazanımlar elde ettiler. başlaması, AKP hükümetinin 1 Mart 2003 tezkeresinin çöpe atılmasından sonra Gezi Parkı’nda en büyük sokak muhalefetiyle çatlaması, emekçilerin önünü açtı. Şimdi işçi hareketi tabandan örgütlenerek, hem patrona hem de işbirlikçi sendikalara kök söktürüyor. Bu, 12 Eylül darbesi ile kurulan, 28 Şubat darbesi ile pekiştirilen işyerlerindeki statükonun aşağıdan yerle bir edilmesidir. Paşabahçe ve metal grevlerinin yasaklanmasına karşı, Bursa’daki otomotiv işçileri fabrikaları işgal etti ve “yasadışı grev” yaptı. Bu, tabanda sımsıkı örgütlenmiş ve planlanmış bir hareketti. Seçimlere az kala direnişe geçen otomotiv işçileri, bu dönemin talep etme ve kazanma fırsatı verdiğini biliyordu. Seçimler hükümetin elini kolunu bağladı, iki yıldır yükseltilen devlet terörü kullanılamadı ve direnişler yayıldı. İşçiler aralarına hiç kimseyi almadı. Bu, sola karşı bir hareket olarak başlayıp böyle görülse de, hükümetin

İşçiler aynı zamanda patronların örgütü MESS’e karşı da mücadele etmektedir. Mücadelede MESS’in alacağı tavır dikkatle izlenmelidir. MESS patronların en acımasız ve baskıcı savaş örgütüdür. 12 Eylül darbesinin arkasında MESS vardır. 24 Ocak kararları MESS tarafından dikte ettirilmiş, MESS başkanı Turgut Özal daha sonra 12 Eylül hükümetinde Başbakan Yardımcısı olmuştur. Darbe sonrası oluşturulan tüm baskıcı iş yasaları ve yüzde 10 barajı, gruplandırma sistemi, işçilerin bir gecede Türk Metal’e üye yapılması gibi düzenlemeler MESS’in dayatmalarıdır. 28 Şubat darbesinin arkasında da MESS vardır. 20 Şubat’ta Türk Metal’i yanına alarak darbe bildirgesi yayınlayan MESS’in bu çağrısı, hemen sonrasındaki MGK bildirgesinin de ana çerçevesini oluşturmuştur. Siyaseti dizayn etme çabaları her zaman devam eden MESS Türkiye’deki derin devletin en önemli kurumlarındandır. Metal işçileri Türkiye işçi sınıfının en tehlikeli düşmanları ile savaşıyor, mücadelenin çok çetin geçeceği muhakkak, henüz daha yolun başındayız. Gezi direnişine hayasızca saldırısından çıkan acı dersin sonucu. İşçiler bölünmemek, siyasi partiler ve güçler tarafından istismar edilmemek, ekmek için verdikleri kavgayı sağa sola çektirmemek, bolca piyasaya sürülen provokasyonlara gelmemek için çok katı davrandı. Fabrikaların içine işçilerden başka kimsenin alınmaması, direnen işçilerin siyasete ilgisiz, sola ve sosyalistlere karşı tepkili olduğunu göstermez. “DirenReno” yazan Bursa metal işçileri, Gezi direnişinin diliyle konuşuyor. Petkim işçileri “Her yer Bursa, her yer direniş” diyerek açıkça politik tutum alıyor. Bunlar, 13 yıldır işini kaybetmemek adına istikrarı seçip AKP’ye oy veren işçi kitlelerinin bu sermaye partisinden kitlesel kopuşunun ilk adımları. Oyumuzu birden fazla gerekçe ile HDP’ye vereceğiz. Fakat toplumsal dönüşümün alanı parlamento değil, her gün işyerlerinde süren sınıf mücadelesidir. AKP ve tüm sermaye partilerinin nihai sonunu işçiler getirecek.


10 MEKTUPLAR

TOPLANTI DUYURULARI 28 Mayıs Perşembe 19:00

KAMP ARMEN DİRENİŞİNİN DERSLERİ

RAHAT NEFES ALMAK İÇİN İki haftadır hem Kamp Armen’in iade edilip edilmeyeceği hem de seçimlerin son döneminde HDP’nin barajı aşıp aşamayacağı kesinleşmediğinden DSİP’liler olarak rahat bir nefes alabilmiş değiliz. İki haftadır istikrarlı bir şekilde Pangaltı Metro durağının önünde bildiri dağıtıyoruz. Bildirilerimiz, hem Ermeni halkından gasp edilmiş olan, Kamp Armen’in sesini Tatavla’ya ulaştırmak için hem de HDP’nin sandıktan zaferle çıkması için sokaktaki mücadelemizi güçlendirecek bir araç. Bildiri dağıtımı gibi sokakta gerçekleştirilen faaliyetler, insanlarla yüzyüze temas kurmamıza, onlarla politika tartışmamıza ve ilişkilerimizi güçlendirmemize fırsat tanıyor. Yalan haberler veya vaadler sonucu Kamp Armen’in iade edildiğini zannedenlere ‘’Hayır, tapu henüz verilmedi, oyalanıyoruz.’’ diyebilme olanağı bulurken ‘’Bölücülere oy yok!’’ diyenlere terapi uygulayamasak da dilimiz döndüğünce derdimizin ‘bölmek’ olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. Yüzyüze temas ile o ‘görünmez el’ paranoyasını aşıp insanların akıllarındaki sorulara cevaplar veriyoruz ve en önemlisi düşüncelerimizi yayma fırsatı buluyoruz. Ne kadar fazla katılımlı sokak faaliyeti yaparsak o kadar fazla insana ulaşma olanağına sahip olduğumuzu bilerek herkesi sabah faaliyetlerine bekliyoruz. VELİ HALİTOĞLU

ŞİŞLİ

Konuşmacılar: Sayat Tekir (Nor Zartonk eşsözcüsü) Volkan Akyıldırım (DSİP MK üyesi) Adres: Rumeli Cad., Nakiye Elgün Sokak, İkbal Apt, No. 32/3, Osmanbey. KADIKÖY

22 Mayıs 2015, İstanbul’da Kamp Armen Yıkılmasın yürüyüşü.

HALA İADE EDİLMİŞ DEĞİL

KAMP ARMEN’İ ANLAMAK

Kamp Armen’in Ermeni halkına geri verilmesi için 28 gündür dayanışma içinde direniyoruz. Hafta içinde daha çok yerelden gelen ziyaretçilerle sohbet halindeyiz. İki günlük etkinlik organize ettiğimiz haftasonları ise yüzlerce insan bir araya geliyor. Neşemizden hiçbir şey kaybetmeden nöbet tutarak yaşamaya çalışsak da, unutmayalım ki burada direnişteyiz. Tapu vakfa iade edilene kadar da bu direnişimiz sürecek. Bu kazanım ne “vicdan sahibi” patronların, ne Markarların sayesinde olacak. Bu kazanım 28 gündür burada direnen Ermenilerin, aktivistlerin, bizlere yemek pişirip getirenlerin, her ihtiyacımızı karşılamaya çalışanların sayesinde olacak. Tapuyu iade ettirecek güç burada kararlılıkla sürdürülen direniş ve dayanışmadır.

İstanbul’un bir ucunda, bugün etrafı villalarla çevrili bir halde sessiz sedasız bu dönüşüme direnen içi boş bir yetimhane Kamp Armen. Ancak 28 gündür hiç de sessiz sedasız değil. Aksine yüzlerce insanın geldiği, şarkılarla, halaylarla eğlenilen, akşamları çorba kaynatılan, sıcacık bir yer oldu burası. Bir de yetimhaneyi kendi elleriyle yapan eski öğrencilerini tanıdığınızda, burada yaşamış şimdinin büyükleriyle birlikte yemek yapıp sohbet ettiğinizde çok daha iyi anlayabiliyorsunuz bu yetimhanenin neden önemli olduğunu. Bazen anlatanın bazen de dinleyenin gözleri doluveriyor kolayca.

BERKAY BAĞCI

ANIL YÜKSEL

Buradaki direniş tapu iade edilene kadar sürecek ve sonrasında da bu sıcacık yaşam burada devam ettirilecek. Kamp Armen artık boş bir binadan çok daha fazlası.

HAZİRAN 2015: ANTİKAPİTALİST FORUM VAR! Fatih 12 Haziran Cuma saat 19.00

n Yeni, kitlesel bir sol

n Seçimlerin ardından: Nasıl bir Türkiye, nasıl bir mücadele

Sinemalar Sokağı, No: 51/3

Beyrut Kafe At Pazarı Meydanı, No: 7

Ankara, 13 Haziran Cumartesi, saat 14.00-18.00

n Seçimlerin ardından nasıl bir Türkiye, nasıl bir mücadele n Kitlesel, antikapitalist yeni bir muhaefet ihtiyacı Konur Sokak 14/13 Kızılay

Şişli, 13 Haziran Cumartesi saat 14.00-18.00

n Seçimlerin ardından nasıl bir Türkiye, nasıl bir mücadele

İzmir, 13 Haziran Cumartesi saat 14.00-18.00

n Seçimlerin ardından nasıl bir Türkiye, nasıl bir mücadele n Çözüm, barış, özgürlük 1462 Sk. No:20/1 Alsancak

Kadıköy 13 Haziran Cumartesi 14.00-18.00

Tekirdağ, 20 Haziran Cumartesi

n Seçimlerin ardından nasıl bir Türkiye, nasıl bir mücadele n Neden antikapitalist bir bloğa ihtiyacımız var?

n Seçimlerin ardından nasıl bir Türkiye, nasıl bir mücadele

Serasker Cd. Nergiz Apt. No:88-90 Kat:3

n Barışı nasıl kazanacağız? Nakiye Elgün Sok. No:32/3 Osmanbey

DSiP

Konuşmacılar: Meltem Oral (DSİP Eş Sözcüsü) Norayr Olgar (Nor Zartonk) Serasker Cad., Nergiz Apt., No:8 8-90, Kat:3. GASP EDiLEN ERMENi MALLARI VE KAMP ARMEN DiRENiŞi Konuşmacılar: Meltem Oral (DSİP Eş Sözcüsü) Sayat Tekir (Nor Zartonk Eş Sözcüsü) Garabet Orunöz (Senarist) Tarih: 5 Haziran 2015 Cuma Saat: 19.00 Yer: İsmail Beşikçi Vakfı Adres: Kuloğlu Mah. İstiklal Cd. Ayhan Işık Sok. No: 21/1 Beyoğlu IRKÇILIĞA VE MİLLİYETÇİLİĞE DURDE

BİZİ ARAYIN:

Ankara 05324750150 Sincan: 05397440268 İstanbul Beyoğlu: 05368474650 Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099 Kadıköy: 05334479709 Üsküdar: 05075550272 İzmir 05544602111 Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445 Üniversiteler 05397980171 www.sosyalistisci.org


EZİLENLER 11

BARIŞ SULU YALNIZ DEĞİLDİR AYLA DEREN

Trans Derneği başkanı ve uzun süredir Türkiye’deki LGBT hareketinin içinde yer alan Barış Sulu, HDP’den milletvekili adayı olarak gösterilen tek LGBTİ isim oldu. Bu açıdan adaylığı LGBT hareketi açısından da bir milat teşkil ediyor. Heteroseksist anlayış genel olarak LGBTİ bireylerini mümkün olduğunca yok saymaya ama bunu başaramadığında ise nefret söylemi ile ötekileştirmeye çalışır. Barış Sulu’nun açık eşcinsel kimliğiyle milletvekili adayı olması da onu homofobik saldırıların hedefi haline getirdi. Son dönemde Star, Sabah, Yeni Şafak, Takvim, Akşam ve Yeni Akit dahil olmak üzere bir dizi gazete, HDP milletvekili adayı Barış Sulu’yu açıktan hedef göstererek, HDP’nin programında eşcinsel evlilik olduğunu, böyle bir partinin nasıl olur da “Türkiye partisi” olma iddiasında olduğunu yazdı-çizdi. Arkasından danışmanlar kadrosu ve Cumhurbaşkanı da bu koroya katıldı. Buradayız, alışın, gitmiyoruz AKP heteroseksüel tek eşliliğin kalesi olan aileyi her fırsatta kutsuyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın yaptığı son açıklama bunun tipik örneği. İslam, “Aile bütünlüğünü korumak için TOKİ’nin yaptırdığı sosyal konutlarda artık 1+1 dairelere izin vermiyo-

ruz” dedi. Devlet kaynaklarını kullanarak bütün topluma yukarıdan aşağı dayatılan bu politikalar trans cinayetlerine, lezbiyen ve biseksüellerin üzerindeki baskıların artmasına neden oluyor. LGBTİ’lerin namus adı altında nefret suçlarına maruz kalmasına seyirci kalan AKP, nefret suçlarıyla ilgili yasal düzenleme yaparken LGBTİ’leri koruma kapsamı dışında bırakarak bu cinayetlere ortak olmayı sürdüreceğini bir kez daha ilan ediyor. Tüm baskılara rağmen Barış Sulu’nun adaylığı büyüyen bir mücadelenin başarısıdır. Ortak ve herkesin kimliğine saygılı bir dünya hayal etmenin, dil, din, ırk, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği gözetmeksizin, herkesin emeğiyle gerçekleşeceğinin göstergesidir. Barış Sulu’nun dediği gibi: “Evet, daha yolun başındayız. O kadar çok korkutulmuş, küstürülmüş, ötekileştirilmiş kesim var ki... Ermeniler, Aleviler, Kürtler, cinsel kimlikler çok korkunçmuş gibi lanse edildi, yok sayıldı... O yüzden bu uyanış ‘biz de buradayız’ şeklinde ortaya çıktı. Lazlar da burada, Süryaniler de burada, translar da burada. Biz hep buradaydık aslında.”

HÜKÜMET NÜKLEER KONUSUNDAKİ UYARILARA KULAKLARINI TIKIYOR AKP hükümetinin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın

(UAEA) Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer santral ile ilgili olarak hazırladığı ve geçen sene Şubat ayında hükümete teslim edilen “Entegre Nükleer Altyapı Gözden Geçirme” (INIR) misyon raporunda dile getirilen önerilerin hiçbirini yerine getirmediği ortaya çıktı. Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer santrale ilişkin geçtiğimiz Aralık ayında verilen ÇED raporuna karşı yürütmeyi durdurma talebiyle dava açılmış ve hükümet bu raporu mahkemeden bile gizlemiş. UAEA’nın hükümete 24 tavsiye 15 öneride bulunduğu rapor, AKP hükümetinin nükleer politikanın benimsenmesindeki görev ve sorumluluklarını netleştirmesi ve bir politika ve strateji taslağı geliştirmesi gerektiğini söylüyor. Ayrıca Akkuyu proje şirketinin (Akkuyu Nükleer A.Ş.), işletmecinin güvenlik konusundaki birinci sorumluluğunu tanımlaması ve uluslararası standartları dikkate alarak hazırlık, inşaat ve işletme sırasında işletmeci sorumluluğunu yerine getirmek için organizasyon yapısını tamamlaması ve Akkuyu proje şirketinin değerlendirme ve sorumluluk alma kapasitesine sahip olduğunu garanti etmesi gerektiğini belirtiyor. Rapor ayrıca Türkiye’nin hızla kapsamlı bir nükleer yasası ve hem de nükleer hasar için sivil sorumluluk yasası çıkarması gerektiğini vurguluyor. Bunların yanı sıra hükümetin radyoaktif atık yönetiminde gerekli faaliyet ve tesisler için uzun dönemli bir plan geliştirmesi gerektiğini, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sorumluluklarının net bir şekilde tanımlanması gerektiğini söylüyor. Ancak raporun ortaya çıkışıyla birlikte, geçen sene Şubat ayında hükümete iletilmiş olmasına rağmen bu tavsiyelerden hiçbirinin yerine getirilmemiş olduğu da ortaya çıktı.

ÖNE ÇIKAN Şenol Karakaş

TÜRK BAYRAĞI VE TÜRKİYELİLEŞME HDP mitinglerinde Türk bayrağının sallandırılıp sallandırılmaması, son hafta seçim tartışmalarının göbeğine oturdu. “HDP mitinglerinde Türk bayrağı var mı, yok mu, kaç tane var?” Günün sorusu bu! HDP’ye yaklaşımda kullanılan ses tonu, rahatsız edici. İnsanlar AKP’ye oy veriyor ama oy verirken şart koşmuyorlar. “Oy vereceğim ama AKP de şunu şunu yapmalı” demiyorlar. Örneğin, “Oy vereceğim ama Erdoğan artık miting yapmasın, şu hırsızları danışman falan yapmayın” diyene rastladınız mı? Ya da CHP. CHP’ye oy verirken, şart koşanına rastlamadım. “CHP’ye oy veririm ama bu parti çözüm sürecinden yana olduğunu açıklamalı” diyen olmadı. Ya da MHP! En çok da MHP. “Ya bu MHP de çok faşist, bütün linç girişmlerinde parmağı var, bundan vaz geçmeli önce, yoksa oy vermem” baskısına tanık olan var mı? HDP ise bir arkadaşın sosyal medyada yazdığı gibi günde beş vakit, kendini beğendirmek zorundaymış gibi davranılıyor. Oy vereceklerin şartları bitmek bilmiyor. “Oy veririm ama meclise girerse AKP’yle itifak kuracak.” “Oy veririm ama bakalım gerçekten Türkiyelileşecek mi?” HDP’ye oylar şarta bağlanmış durumda. İnsanın, “Alın o oyunuzu da” diyesi geliyor. HDP’ye oy vermek için mitinglerinde Türk bayrağı olmalıymış. Neden? Türk bayrağının neyi simglediğini düşünüyorlar? Eşitlik, kardeşlik, adalet ve özgürlüğü mü? Hayır! Bu memlekette soykırım, Rum sürgünü, askeri darbeler, faşist katliamlar, mezhepçi cinayetler, idamlar, Varlık Vergileri, 1938 Dersim katliamı, greve çıkan işçilerin kurşunlanması, faili meçhuller, otuz yıl süren kirli savaş, hep “şanlı Türk devleti”nce planlandı ve bu devletin bir bez parçası üzerindeki simgesinden başka bir şey değil Türk bayrağı. Samsun’da HDP mitinginde Türk bayrağı olmadığı için miting alanını taciz eden, mitinge katılanları linç etmek isteyen ve bir Kürt gencini hastanelik eden faşist güruh mu HDP miting ve eylemlerinde Türk bayrağı olmasının gerekçesi. Bu değil elbette. Gerekçe açık. Şartlı oy vereninden, en ırkçısına, “oy veririm ama” diyen CHP’lisinden demokrat görünümlüsüne, zaman zaman HDP güzellemesi yapan medyasından polis teşkilatına kadar, Kürt halkına yönelik ırkçı ve emperyal kibirdir HDP’ye bayrağın ve bir dizi yeminin şart koşulmasının nedeni. HDP ne fetihin bilmem kaçıncı yılını anmalı ne de Türk bayrağı kullanmalı. HDP hep kullandığı barışın bayrağını kullanmalı. Bu yeter de artar. Diğer partilere kızmalı insanlar, neden hamaset yüklü simgeler yerine barış bayrağını taşımıyosunuz diye. Başka bir Türkiye, mevcut Türkiye’nin simgeleri kullanılarak değil, mevcut Türkiye tüm simgeleriyle beraber altüst edilerek kurulabilir. Kürtlerin Türkiyelileşmesi değil savunulması gereken, biraz da Türkler Kürdistanlılaşmalılar.


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

HDP’YE OY VERMEK İCİN 99 NEDEN , OZAN EKİN GÖKŞİN

HDP’ye oy verme gerekçesi arayanlar çok şanslı. AKP ve medyasının özgürlük karşıtı propagandası, HDP’yi karanlıkta bir yıldız gibi parlatıyor. Bir yanda 12 Eylül darbesinin sola ve Kürtlere biçtiği %10 barajının en azılı savunucuları haline gelen AKP kurmayları, HDP’yi Ermeni diasporasının arkadaşı olmakla itham eden ve açıkça nefret söyleminde bulunan başbakan Davutoğlu ve HDP’nin seçimlere bağımsız girmesiyle ülkeyi kaosa sürükleyeceğini, bunun sandık darbesi olacağını iddia eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, diğer yanda ise LGBTİ aktivisti Barış Sulu’nun cinsel yönelimini manşetten düşürmeyen AKP destekçisi gazeteler. İnsanın iki kere düşünmesine gerek kalmıyor. Kürtlerin eşit vatandaşlığı, Ermenilerin soykırıma karşı SOSYALİZM SOHBETLERİ Meltem Oral

ENTERNASYONALİZM 1991’de Zonguldak’ta maden işçilerinin tarihi grevi nedeniyle kömür üretimi durunca dönemin hükümeti kömürü yurt dışından ithal etmeye karar verir. Ancak Avusturalya ve Güney Afrika’daki liman işçileri kömürleri gemilere yüklemeyi reddeder. Kısaca hükümet uluslararası işçi sınıfı mücadelesinin dayanışma ve birlik geleneğinin duvarına tostlar. İşçi sınıfının tarihi bu ve benzeri sayısız enternasyonalist dayanışma örnekleriyle dolu. Öyle bir an gelir ki, bütün milliyetçi propagandalar boşa düşer, yapay sınırlar ortadan kalklar ve Karl Marx’ın 1848’de dediği gibi işçi sınıfının vatanının olmadığı ortaya çıkar.

adalet arayışı, LGBTİ’lerin özgürlük mücadelesi, 28 Şubat darbesinde idamla yargılanan adaylar, işçi sınıfının birliği için HDP’nin birleştirici ve kolaylaştırıcı rolünü gözümüzün içine sokuyor. Şanslıyız, hiçbir parti bu konuda bu kadar cüretkâr olmayı başaramamıştı. Kolay bir mücadele değildi bu, Türkiye’nin onlarca yerinde, yüzlerece noktasında ırkçı saldırılara maruz kaldı HDP. Birçok üyesi bıçaklandı, linç edildi, iki bürosu bombalı saldırıya uğradı. İşe yaramadı. Tüm bunlara rağmen insanın içinin yağını eriten kitlesellikte mitingler gerçekleştirdi HDP. Bu seçimlerde, Emma Goldman haksız. HDP’nin alacağı her oy bir çok şeyi değiştirecek. Seçimlerden eli güçlü çıAncak enternasyonalizm yalnızca milliyetçiliğie karşı farklı ülkelerin halklarının kardeşliğini savunmak değildir. Kapitalizme karşı mücadelede enternasyonalist olmak adeta bir zorunluluktur. Uluslararası işçi sınıfının birliğinin ve dayanışmasının gerekliliği sosyalizm fikrinin merkezindedir. Çünkü kapitalizmi devirmenin dünya işçi sınıfının ortak mücadelesinden başka bir yolu yok. Bunun nedeni kapitalizmin doğuşundan itibaren küresel bir sistem olması. Tek tek ülkeler birbirinden bağımsız, izole ekonomilere sahip değiller. Dünya ekonomisi organik bir bütündür. Kapitalizm rekabete dayalı bir sistem. Rekabetin doğurduğu sürekli artan yeni pazar ihtiyacı sömürüyü dünyanın bütününe yayılmaya itekler. Sermaye için sınır hatlarının önemi yoktur ve sömürü her yerde devam eder. Bu ilişkinin tersine çevrilmesi de ancak küresel ölçekte olabilir. Sermaye sınıfının, patronların bir ülkede yenilgiye uğra-

kan bir HDP, çözüm sürecinin en büyük garantisi olacak. Yoksullar ve emekçiler, kendileri için mecliste sözü bulunan bir parti görebilecek. Devletin toplu kıyım ve resmi tarihine karşı, adaletin sesini yükselten bir parti meclis sıralarında bulunacak. Yok sayılan, hor görülen her kesim için büyük bir fırsat HDP. Nihai bir çözüm değil elbet, kıymetli bir kazanım sadece. Mitinglerinde Türk bayrağı görebildiğimiz için ve Selahattin Demirtaş karizmatik olduğu ve iyi bağlama çaldığı için değil (kabul, Demirtaş karizmatik ve iyi bağlama çalıyor), ırkçı saldırılara karşı dayanışmak için, barış için, özgürlük için, eşitlik için, seçim barajını Kenan Evren’in yanına gömmek için oylar HDP’ye.

tılmış olması tüm dünyadaki acıyı ve sömürüyü ortadan kaldırmaya yeterli değildir. Tek tek ülkelerdeki işçilerin kaderi birbirine bağlıdır. Üstelik hayatta kalmak için emeğini satmak zorunda olan işçiler açısından da grev hakkını gasp eden, zam yapmayan, ücretsiz fazla mesai yaptıran patronun Türk, Alman veya ABD’li olmasının bir önemi yoktur. Bu yüzden işçiler ‘ulus’ değil sınıf kardeşleriyle aynı gemidedir. Sosyalistler tüm dünyadaki işçi sınıfının ortak çıkarlarının savunucusu olmalıdır. Karl Marx tam da bu nedenle farklı ülkelerdeki işçilerin mücadelelerini birleştirecek bir dünya örgütü inşa etmeyi hedefledi ve bir milyondan fazla işçinin üyesi olduğu Uluslararası İşçiler Birliği’nin kuruluşuna ön ayak oldu. Kısaca enternasyonalizm kuru bir ilke,’ dünyanın bütün işçileri birleşin’nostaljik bir slogan değil. Başka bir dünyayı mümkün kılma iddiasının gerekliliğidir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.