DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
508
24 Aralık 2014 2 TL. sosyalistisci.org
2015’İ BARISIN · VE ÖZGÜRLÜĞÜN YILI YAPALIM RONİ MARGULİES: “Odaklanmamız gereken seçimler değil, direniş kıpırdanmaları”
sayfa 3
ÇAĞLA OFLAS, ROMANYA’DA STALİNİST REJİMİ YIKAN DEVRİMİ ANLATIYOR
sayfa 8
2014’TE DÜNYA, TÜRKİYE VE İKLİM: SAVAŞIN VE PROTESTOLARIN YILI
sayfa 5-6-7
2
GÜNDEM
HERKES DARBECİ, ÇEVİK BİR VE ÇETİN DOĞAN HARİÇ! ARİFE KÖSE
ERDOĞAN’IN PARALEL DÜNYASI Ergenekon davaları başladığında toplumda müthiş bir demokrasi umudu yeşermişti. Hiç birimizin katil olduklarından şüphe duymadığımız, devlet içinde özel örgütlenmelerle dokunulmazlık zırhına bürünmüş olan derin yapılara karşı operasyon başlamıştı. Bu derin yapılar çok büyük miktarlarda parayı da kontrol ediyordu. Bu, aynı zamanda bir çıkar şebekesiydi. Bugün, AKP’liler ve AKP’nin önündeki her engeli bertaraf etmeyi gazetecilik ve demokratlık olarak yutturmaya çalışanlar, Ergenekon davasının delillerinin sahte olduğunu kanıtlama yarışı içindeler. Davanın delillerinden bağımsız olarak şunları hatırlamak zorundayız: Ergenekon demek sadece bir örgüt şeması değildir. Ergenekon demek bu devletin kirli tarihidir. Kozmik oda yalan mı? Asit kuyuları, Cumartesi anneleri, Özgür Gündem gazetecilerinin başına gelenler, Yassıada duruşmaları, 12 Mart idamları, Diyarbakır Cezaevi yalan mı? Değil. Ergenekon bir şema değil bu devletin 1915 Ermeni soykırımından itibaren devam eden tarihinin adıdır. Buna ne isim verdiğinizin hiçbir önemi yoktur. Bu, Erdoğan “paralel yapı”yı icat etmeden önce de Türkiye’de çalışan bir katliam örgütüydü ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin darbeci geleneğinden, darbeci örgütlenmesinden güç alıyordu. Bu örgütün gücü hakkında tam bir bilgimiz yok. Ama Türk Silahlı Kuvvetleri dimdik ayakta dururken, bu yapının yok olduğunu düşünmek saflık olur. Bu yapı, Erdoğan ne kadar uğraşırsa uğraşsın, “paralele sığmaz.” Davutoğlu, Bursa AKP toplantısında yolsuzluk yapanların kolunu kesip atmaktan söz ediyor. Davutoğlu ciddiyse, saraydan başlamalı bu kol kesme operasyonuna. Ama başlayamaz. Hatta bu yönde gaz veren konuşmalar yapmaya devam ederse “paralelci” ilan ediliverir daha ne olduğunu anlamadan. Zaman gazetesine yapılan medyatik “terör örgütü operasyonu”nun baştan sona uydurma olduğu çok açık. 2008’de adı geçen örgüt, 2014 yılında Gülen cemaatine yönelik terör örgütü suçlamasının aracı haline getiriliyor. Gülen cemaatinin önde gelenlerinin çözüm sürecine karşı olması, Kürtlere yönelik düşmanlığı, devletin çeşitli kademelerinde örgütlü olması bir şeydir ve buna karşı çıkmak gerekir ama yolsuzluk dosyalarının gündeme getirilmesini darbecilikle suçlayıp, yolsuzluğu aklamak için bir paralel yapı icat etmek başka bir şeydir. Yapılması gereken çok açık: Hem darbe ve darbecilikle hem de yolsuzluk ve hırsızlıklarla aynı derecede hesaplaşmayı önemseyen bir sol muhalefeti örgütlemeliyiz. AKP’nin bu darbecilik suçlamasının tutmasının tek nedeni bugüne kadar Türkiye’nin darbeler tarihiyle köklü bir hesaplaşmayı göze alabilen bir muhalefetin olmamasıdır. Hem Türkiye’nin darbeler tarihiyle hem AKP’nin yolsuzluk ve hırsızlıklarıyla ve aynı zamanda darbecilerle kendini aklama pahasına kol kola girmesiyle hesaplaşan bir muhalefet inşa etmek zorundayız. Sosyalist İşçi bu görevi yerine getirmek için mücadelesini sürdürecek.
AKP’nin kendisine tehdit olarak gördüğü her türlü muhalefete karşı izlediği strateji, bu muhalefetleri ya da tehditleri kendi tabanındaki en büyük hassasiyet ile yani darbe korkusuyla çerçevelemek oldu. İktidar, rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu yargı içindeki örgütlü bir grubun “yargı darbesi” gerçekleştirmek için sorumsuzca ve militanca hareket etmesi olarak değerlendirdi. Darbe söyleminin çok yaygın kullanıldığı bir başka olay da Gezi oldu. Hem cumhurbaşkanı ve hükümet hem de medyadaki iktidar yanlısı gazeteciler sık sık Gezi’nin bir darbe olduğunu iddia ettiler. Bununla da yetinmeyip darbeden marjinal gruplara, oradan dış güçlere, faiz lobisine uzanan çok yaratıcı bir zincir tarif ettiler. İktidara ve hatta cumhurbaşkanının kendisine yönelik her türlü muhalefetin adı darbe olarak konulunca bu kavramın içinin boşalması kaçınılmaz oluyor. Darbe nedir? Darbe, bir iktidarı devirmeye yönelik her türlü muhalefetin adı ve eylemi değildir. Askeri darbe basitçe sadece baskı, şiddet ve zorbalıktan da ibaret değildir. Türkiye’de 27 Mayıs, 12 Eylül, 12 Mart, 28 Şubat darbeleri hem korkunç bir baskı ve zorbalıktır hem de darbenin hedefinin kim olduğundan bağımsız olarak toplumsal muhalefetin her kesiminin imha edilmesi demektir. Kapitalizm böylece yeniden nefes almaya başlar. Bu yüzden 12 Eylül darbesi yüzlerce insanı öldürdü, Diyarbakır zindanı gibi insanlık suçları yarattı. 28 Şubat başörtüsü takan kadınları idamla yargıladı. 12 Mart ve 27 Mayıs insanları idam etti. Yolsuzluk ve hırsızlık operasyonları darbe midir? Aslında soruyu “yolsuzluk ve hırsızlık yapılmış mıdır?” diye sormak gerekir. Bu sorunun cevabının “evet” olduğu çok açık. Bu durumda bir hükümetin üyelerinin yolsuzluk ve hırsızlık yaptığı onu devirme amacıyla bile ortaya çıkarılmış olsa o hükümetin önünde iki seçenek olabilir; birincisi, eğer bu bir yalansa bunun yalan olduğunu ve bu yalanı söyleyenleri ortaya çıkarmak. İkincisi ise, eğer doğruysa, yolsuzluk ve hırsızlık yapanları yargılamak ve tutuklamak. AKP bunların hiçbirini yapmadı. Gazetecisinden memuruna, yargıcından savcısına kadar herkesi kendisine darbe yapmak suçuyla tutukluyor. Çarşı grubunu, akademisyenleri darbe yapmakla yargılıyor. Gerçek darbeciler ve AKP kol kola Bu arada gerçek darbe davaları olarak bilinen Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat davalarından artık tutuklu yargılanan kimse kalmadı. Bu davaların hepsi sil baştan görülecek. Ancak Balyoz davasında olduğu gibi bu davaların yeniden görülme gerekçesi darbecilerle daha köklü bir hesaplaşma
Darbeciler inatçı sokak eylemleri üzerine yargılanmıştı. yapmanın amaçlanması değil. Amaç, bu davaların açılmasına ve sanıkların tutuklanmasına yol açan delillerin gerçek olmadıkları şüphesini kanıtlamak. Yani hükümete kumpas kuranların geçmişte de kumpas kurduklarının kanıtlanması. AKP’nin kendi yolsuzluk ve hırsızlıklarından yırtmak için Ergenekon ile kol kola girmesi. Yani kendisine yönelik her türlü muhalefeti darbeci olmakla suçlayan AKP’nin gerçek darbecileri salıverme operasyonu. AKP’ye göre Gezi eylemcileri, yolsuzluk kayıtlarını ortaya çıkaranlar, Berkin Elvan’ı öldürttüğü için “Katil Erdoğan” diye bağıranlar darbeci ama 28 Şubat’ta başörtüsü takan kadınların idamla yargılanmasının bir numaralı sorumlusu olan Çevik Bir darbeci değil. Darbe olursa buna direnenleri Fenerbahçe Stadyumu’na toplamayı planlayan Çetin Doğan darbeci değil. Ölüm kuyularında insanları asitle yakan cinayetlerin emirlerini veren Mehmet Ağar, İbrahim Şahin gibi katiller darbeci değil. 12 Eylül işkencecileri darbeci değil. AKP’nin bugün serbest bıraktığı, kendilerine darbeci diye kumpas kurulduğunu iddia ettiği isimlerin hepsi Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun raporunda adı geçen isimlerdi. Hükümet, delillerin sahte olduğunu kanıtlamaya çalışmayı bırakıp sadece o rapora baksa bile kimin darbeci olup olmadığını görebilir. İdil’deki Kobane eylemleri sırasında 10 yaşındaki Yusuf İdem polisin attığı gaz bombası ile ağır yaralandı...
“10-20 yıl sonra gelecek adalet, adalet olmayacaktır. Vicdanları da rahatlatmayacaktır. Roboski barış sürecinin ayak bağlarından biridir. Türkiye’de yargı, siyasete karşı güçlü bir duruş sergilemediği için failler bulunamıyor. “ Roboski katliamından sonra başlayan davanın avukatlarından Noşirvan Elçi
KARGA KAFASI
KEMAL GÖKHAN GÜRSES
RÖPORTAJ
3
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
BARIŞ İSTİYORUZ! Kürt sorununun, çözümü imkansız bir sorun olmadığı içinden geçmekte olduğumuz çözüm süreciyle açığa çıktı. Tabular yıkıldı, tartışılamaz sanılan konular tartışma masasında. Değerini bilelim. Çözüm sürecini önemsiz görmeyelim. Ne yazık ki sistemli bir şekilde çözüm sürecini itibarsızlaştırmak isteyenlerle cebelleşiyoruz. Sürecin en başından beri böyle bu durum. Gezegende yaşanan her süreci ve her gelişmeyi, “AKP’nin işine yarar mı yaramaz mı?” diyerek de-
“Odaklanmamız gereken seçimler değil, direniş kıpırdanmaları”
ğerlendirenler, çözüm sürecini de sadece ve sadece bu açıdan ele alıyor. AKP’nin işine yaraması ihtimali olan her gelişmeye, kaba bir tabirle, “kafadan karşı” olan bu cenah, çözüm sürecine bu açıdan karşı. Ama yanlış anlaşılmasın, MHP ve aşırı sağcılar dışında hiç kimse ve hiçbir parti, “çözüm süreci sonlan-
DSİP üyesi ve yazar Roni Margulies sorularımızı yanıtladı
dırılsın” demiyor ortalığa çıkıp. Daha farklı bir taktik
Sizce 2014 yılı AKP hükümeti açısından ve hükümete muhalif olanlar açısından nasıl bir yıl oldu? Yaşanan önemli gelişmeler nelerdi?
sınırından sonra Suriye sınırında da bir Kürt devletiyle komşu olma derdinden kurtulacağını umuyordu. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Ama bu arada iki şey bir kez daha kanıtlanmış oldu: Hükümetin burayı hâlâ bir Türk devleti ve Türk vatanı olarak gördüğünü, Kürt halkını gerçek vatandaş olarak düşünmediğini, Kürt hareketini hiç anlamadığını gördük; Kürt hareketi de bir kez daha gücünü, kitleselliğini, kararlılığını göstermiş oldu. Hükümet istese de istemese de, çözüm sürecinin devam etmesinin ve başarıya ulaşmasının garantisi de zaten Kürt hareketinin bu gücü.
Kürt hareketi etrafında sürekli olarak tartışıyorlar.
İkinci önemli gelişme, Abdullah Öcalan’ın “uzunca bir süredir üzerinde çalıştığı ‘Barış ve Demokratik Müzakere Süreci Taslağı’nı genel hatlarıyla olgunlaştırdığını ve devlet heyetiyle detaylı bir şekilde üzerinde tartıştıklarını, gelinen nokta itibarıyla üzerinde müzakere yürütülebilecek bir çerçeve olduğu konusunda mutabık kaldıklarını” söylemesi, taslağın Kandil’e götürülüp orada da onaylanması. Hükümet istediği kadar gargara yapsın, Türk bayrağı sallasın, oyalamaya çalışsın, benim hiç kuşkum yok, süreç Öcalan’ın ve Kürt hareketinin istediği doğrultuda ilerlemeye devam ediyor ve edecek.
en büyük zararı veriyorlar.
Yıla yolsuzluk dosyalarıyla girdik, hatırlarsınız. Dört Bakan istifa etmek zorunda kaldı. Ve şimdi yolsuzluk dosyalarının doğurduğu sonuçlarla yılı geride bırakıyoruz. Dosyaların sonuçlarını hiçbir hukuk, adalet veya etik mantığıyla açıklamak mümkün değil! Yolsuzluğu belgeleyenler hallaç pamuğu gibi atıldı, suçlayan durumundan çıkıp suçlu durumuna düştüler, “silahlı terör örgütü” kurmuş oldukları “çıktı” ortaya! Yolsuzluk yaptıkları belgelenenlere ise hiçbir şey olmadı. Ne o dört bakana, ne dönemin Başbakan’ına ne de hükümete. Dahası, o Başbakan bir de Cumhurbaşkanı oldu! Bence 2014’ün iki önemli gelişmesi daha var. Biri, Soma’da 301 madencinin ölümüyle başlayan ve inşaat işçileriyle, başka madenlerle devam eden işçi cinayetleri. Ve bunların yol açtığı direnişler. İkincisi, Yırca’da 6000 zeytin ağacının bir şirket tarafından kesilmesiyle en simgesel ifadesini bulan doğa katliamları. Ve bunların yol açtığı direnişler. İşçi direnişleri de, doğa katliamı direnişleri de elbette daha önceki yıllarda da oluyordu, fakat 2014’te çoğaldıklarını, yaygınlaştıklarını, geçmişten farklı olduklarını hissediyorum. Bu direnişlerin henüz ciddi zaafları var. Kopuk kopuk, ayrı ayrı direnişler. Henüz genelleşmiyorlar, birleşemiyorlar. Özellikle işçi sınıfındaki kıpırdanma büyük ölçüde örgütsüz. Sendikalaşma oranı çok düşük, sendikalar çok zayıf ve üstelik bölünmüş. Ama bu zaaflar aşılmaya başlanırsa, AKP hükümetini tehdit edecek güç bu hareketlenmenin içinden doğacak; parlamentodan, CHP’den, Cemaat’ten filan değil. Çözüm sürecindeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Yılın ikinci yarısında iki önemli gelişme oldu. Birincisi, IŞİD’in Kobanê’ye saldırısı ve AKP hükümetinin buna karşı kayıtsızlığı. Belli ki hükümet, Rojava devrilirse, Irak
Önümüzdeki yıla bakınca neler görebiliyorsunuz? Yılın en az önemsediğim olayı seçimler olacak. AKP yine kazanacak ve biz işimize bakacağız. Seçimlerle ilgili tek önemli nokta, Kürt hareketinin temsilcilerinin Meclis’e yine girebilmesi. Odaklanmamız gereken, seçimler değil. Birincisi, yukarıda sözünü ettiğim direniş kıpırdanmaları. Bunları bir araya getirmek, ölümlerin de doğa katliamlarının da kapitalizm ile ilişkisini vurgulamak, işyerlerinde sendikalaşmayı geliştirmek, örgütlülüğü yükselmek. İkincisi, Kürt hareketine Batı’dan el uzatacak, destek olacak bir barış hareketi yaratmak için çalışmaya devam etmek. Üçüncüsü, Ermeni Soykırımı’nın yüzüncü yılında bu konunun gündemden hiç düşmemesini sağlamak, hükümetin Soykırım’ı tanıması ve özür dilemesi için mücadele etmek. Dördüncüsü de, bütün bunları daha etkili, daha kazanımlı bir şekilde yapabilmek için yeni ve kitlesel bir hareket yaratma çabalarına devam etmek.
izliyorlar. Süreci yıpratıyor, sürecin bir ucunda duran
Kürt hareketiyle cepheleşmekten çekindikleri ve süreç toplumun büyük çoğunluğundan onay almış olduğu için böyle bu. Bu nedenle, “söyleyin kim çözüme karşı, kimmiş o savaştan yana olanlar” deseler de, sürecin ilerlemesi için tek bir katkı yapmadıkları gibi, sonuçta, atılan her adımın AKP’nin işine geldiğini anlatan bildiğimiz kara bir propaganda yaparak sürece
Süreci zora sokan ise esas olarak AKP. Şu çok açık: AKP, her sorunu “AKP’nin işine yarar mı?” sorusunu sorarak ele alanlar gibi davranıyor, çözüm süreci, özellikle seçimler sürecinde AKP’yi nasıl etkiler sorusu üzerinden hamle yapıyor. Önce, AKP’nin seçimlerde elde edeceği başarı, sonra çözüm sürecinin ihtiyaçları. Süreç, tam da bu nedenle ikili bir karaktere sahip: Bir yandan çok olumlu, birkaç sene önce hayal etmesi bile zor olan adımlar atılıyor, bir yandan da atılması gereken adımların yanında devede kulak olan hamleler her an sonlanabilirmiş gibi pazarlıkçı bir yaklaşım hükümet tarafından sık sık gündeme taşınıyor. Bugünlerde olduğu gibi, hükümet hem Öcalan’ın taslağını tartışmıyormuş gibi yapıyor, hem de vali ve kaymakamlara, “çözüm süreci bozulur diye elinizi korkak alıştırmayın” diyerek, demokratik gösterilere daha sert müdahale edilmesi için yeşil ışık yakıyor. Bu yüzden süreçten Kürt halkının haklarının kazanılarak çıkmasını savunanlar, “Barış İstiyoruz” diyerek çözümü ve özgürlükleri savunmak için hızla sokağa çıkmalılar.
4
DÜNYA
RUSYA’DA EKONOMİK KRİZ
ONUR DEVRİM ÜÇBAŞ
ABD ve AB’den ekonomik yaptırımlar
Rusya’da rublenin hızla değer kaybetmesi, yeni bir ekonomik krizin başlangıcı kabul ediliyor. Rublenin değer kaybında, hem petrol fiyatlarındaki düşüş hem de ABD ve Avrupa Birliği’nin uyguladığı ekonomik yaptırımlar etkili olurken, Rusya Merkez Bankası’nın faizleri %10,5’dan %17’ye yükseltmesi rublenin düşüşünü engelleyemedi. Rusya’da binlerce kişi elindeki rubleyi dolara çevirmek için döviz bürolarına akın ederken, pek çok kişi de televizyon, beyaz eşya gibi değerini koruyan mallardan satın aldı. Ekonomik krizin en az birkaç yıl sürmesi bekleniyor.
Ukrayna’da başlayan Euromaidan gösterilerinin ve Batı yanlısı Petro Poroşenko’nun iktidara gelmesinin ardından Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi, Ukrayna’da Donetsk ve Lugansk’taki silahlı muhalif hareketi desteklemesi ve Ukrayna’ya asker sokması, ABD’nin ve AB’nin Rusya’ya bir dizi ekonomik yaptırım uygulamasına neden oldu. Özellikle Avrupa bankalarının Rus şirketlerine borç vermeyi kesmesi, Rusya’nın Avrupa ile arasındaki ticari ilişkilere zarar verdi. Ancak yaptırımların etkisini abartmamak gerekiyor. Örneğin pek çok Avrupa ülkesinin bağımlı olduğu Rusya’dan doğalgaz alımı devam ediyor.
Petrol fiyatlarında düşüş etkili Ekonomik krizin en önemli etkenlerden biri Rusya ekonomisinin büyük ölçüde bağımlı olduğu petrol fiyatlarında meydana gelen düşüş. Rusya’nın ihracatının %70’ini enerji sektörü (petrol, doğalgaz, kömür ve enerji) oluştururken, bütçe gelirlerinin yarısı da bu sektörden sağlanıyor. Petrol fiyatları bu yılın başlangıcında varil başına 100/110 dolar civarındayken, bu rakam geçen hafta 60 dolara kadar düştü. ABD’nin petrol üretiminin artması ve 27 Kasım’da yapılan OPEC toplantısında fiyatlara müdahale edilmemesi kararı alınması, fiyatların düşmesinde etkili oldu. KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse
KOLOMBİYA’DA BARIŞ İÇİN ÖNEMLİ BİR ADIM Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC - Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia = Kolombiya Silahlı Devrimci Güçleri), 20 Aralık’tan itibaren süresiz ateşkes ilan edileceğini açıkladı. FARC ve Kolombiya hükümeti arasındaki barış müzakereleri Küba’da gerçekleşiyor ve Şili, Küba, Venezuela ve Norveç hükümetleri bu görüşmelere gözlemci olarak katılıyor. FARC, Küba’dan yaptığı açıklamada, “Tek taraflı ateşkes ilan etme ve düşmanlığa süresiz olarak son verme kararı aldık” dedi. Ayrıca FARC, ateşkesin resmileşmesi gerektiğini belirtip ancak saldırıya uğramaları durumunda sona ereceğini açıkladı. FARC’ın resmi web sitesinden yapılan açıklamada, hükümet ile “yoksulluluğun ortadan kaldırılması, eğitim, geliştirme programları, tarımsal üretimde ekonomik teşvik, gıda ve beslenme politikalarını” gibi konularda anlaşmaya varıldığı belirtiliyor. (http://www.farc-ep.co/) Bu kapsamda, topraksız köylülere üç milyon hektar toprağın verilmesi söz konusu.
İşçiler yoksullaşacak Rusya ekonomisi 2010’da %4,5 büyümüş, 2014 yılında %0,2’lük büyüme bekleniyor. Enflasyon ise %9 düzeyinde. Rusya’da Putin’in çevresindeki patronlar servetlerini korurken, krizin bedeli yine işçi sınıfına ödetilmeye çalışılacak. Dolarla borç alan pek çok şirket batacak veya işçi çıkartacak, borçlu olan milyonlarca kişi yoksullaşacak. Ancak Rusya işçi sınıfı bunu engelleyebilir. 2011’de Kazak petrol işçileri greve gitmiş, 2012’de Putin’e karşı çok büyük gösteriler yapılmıştı. İşçi sınıfının ekonomik krize karşı tepkisi, Putin’in otoriter yönetimine karşı yönelebilir.
Küba’da 2012 yılında başlayan barış müzakereleri, 50 yıldır süren ve 220 bin kişinin ölümüne neden olan çatışmaların sona erdirilmesini amaçlıyor. Ancak görüşmelerin ilk başlangıcı 2012’den çok daha önceye, 1982 yılına dayanıyor. Dönem dönem kesintiye uğrasa da 30 yıl boyunca devam eden görüşmeler, 2008-2010 yılları arasında kamuoyuna kapalı ve gizli bir şekilde yürütülmüş. Yani taraflar zaman zaman masadan kalksa bile kimse masayı devirmemiş. Birçok başka ulusal kurtuluş hareketinde olduğu gibi Kolombiya örneği de bize barış görüşmeleri denen sürece dair önemli ipuçları sunuyor. Gördüğümüz gibi hiçbir yerde barış üç beş günde, ayda, yılda kazanılmıyor. Yıllar alıyor. Bu yıllar içerisinde zaman zaman mücadelenin sertleştiği, kan aktığı, masanın devrilmeye çok yaklaştığı dönemler oluyor. Ancak bu tür görüşmelerin kalıcı barış ile sonuçlanmasının en temel iki koşulu şunlar; birincisi, o barış masasını her ne olursa olsun asla devirmemek. Yani o masadan birisi geçici bir süre kalksa bile masanın devrilmeden durmasını sağlamak. İkincisi ise devletin ezilen tarafın taleplerini kabul ettiğini açıkça ilan etmesi. Yani amacın diz çöktürerek teslim alma değil, kalıcı, eşit ilişkiye dayalı barış olarak belirlenmesi. Bunlar olduğu sürece Kolombiya’da da gördüğümüz gibi barış, kolay değil ama mümkün.
JAPONYA: SEÇİME KATILIM EN DÜŞÜK SEVİYEDE Japonya’da 14 Aralık’ta yapılan erken genel seçimleri Şinzo Abe’nin liderlik ettiği iktidardaki Liberal Demokratik Parti kazandı. Katılımın %52 ile İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en düşük seviyede kaldığı seçimlerde, Japonya’daki iki ayrı mecliste de çoğunluğu sağlayan parti Şinzo Abe’nin ismiyle anılan ekonomi politikalarını sürdürecek. Bu politikalar ucuz kredileri, kamu yatırımlarını, işgücündeki kadın sayısını arttıracak yapısal reformları ve ülkenin dış rekabete karşı korunan tarım sektörünün açılmasını içeriyor. Abe, ülkenin fiyatların düşmesine bağlı talep ve üretim azalmasından çıkışı ve iki katına çıkmış kamu borcunun ödenmesi için emek piyasasını işçi çıkartılmasını kolaylaştıracak şekilde kuralsızlaştırmayı dayatıyor. Şinto Abe aynı zamanda Fukuşima nükleer santralindeki kazanın ardından yeniden nükleer enerji kullanmaya başlamayı ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Japon ordusuna getirilen kısıtlamaları kaldırmayı Fukuşima nükleer santrali,. savunuyor.
CASTROCULAR ABD İLE BARIŞIYOR ABD ile Küba arasında 50 yıl sonra yeniden diplomatik ilişkilerin kurulması için görüşmelere başlandı. Küba yönetimi, beş yıldır tutuklu olan ABD’li iş adamı Alan Gross’u serbest bırakırken, ABD’de casusluk iddiasıyla 1998’de tutukladığı beş kişiden halen hapiste olan üç kişiyi serbest bıraktı. ABD, Havana’da yeniden büyükelçilik açacak, iki ülke arasında üst düzey görüşmeler yapılacak, ancak Küba için en önemli konu olan ticari ambargonun kaldırılıp kaldırılmayacağı henüz belli değil. Küba’daki bürokratik devlet kapitalisti rejim, 2010 yılından itibaren ekonomide bir dizi reform yaparak küçük çaplı özel işletmelere izin verilmeye başlamıştı.
KÜRESEL MÜCADELELER n ABD’de ırkçı polislere hiçbir yaptırım ve ceza uygulanmaması siyahların öfkesini artırıyor. Bir yanda protesto eylemleri sürerken öte yandan öfke şiddete dönüşüyor. New York’ta iki, Florida’da bir polis memuru öldürüldü. New York’ta iki polisi öldürdükten sonra intihar eden Ismaaiyl Brinsley, sosyal medyada öldürülen Afro Amerikalıların intikamını alacağını yazmıştı. n Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi, kadına şiddet ve tecavüz karşıtı protestolara sahne oldu. Halk, 2012 yılında tecavüz edildikten sonra hayatını kaybeden 23 yaşındaki üniversite öğrencisinin ölüm yıl dönümünde anma yürüyüşü düzenledi. Yürüyüşte “kadınların özgürlüğü ve güvenliği” için sloganlar atıldı. n İspanya’da hükümetin Güvenlik Yasası binlerce kişi tarafından protesto edildi. Yasaya göre “izinsiz” bir gösteriye katılan kişi 1000 avro para cezasına çarptırılacak. Polislerin eylemcilere uyguladığı şiddetin fotoğraflarını yayınlamak suç kabul edilecek. Sosyal medya aracılığıyla bir gösteriye çağrı yapmak cezalandırılabilecek. Polis ile çatışmalar yaşandığı takdirde, çağrı yapana karşı 30 bin avroya kadar para cezası verilmesini getiren yasa, “Tasma Yasası’na hayır” sloganıyla protesto edildi.
DÜNYA Suriye’de ABD bombardımanın yarattığı yıkım.
5
Kobane’de IŞİD’e direnen YPG savaşçıları.
2014 savaşın ve protestoların yılı Geride bıraktığımız yıl tarihteki en büyük Ebola virüsü salgınına tanıklık etti. 19000 insanı etkileyen bu salgında 7400’e yakın insan öldü. BM’ye göre salgını yok etmek için bir milyar dolara ihtiyaç var. Askeri harcamalara yıllık 640 milyar dolar ayıran ABD, bölgeye doktor ve sağlık görevlisinden çok asker yolladı. 4 Şubat’ta Bosna Hersek’te, yüksek işsizlik oranlarına ve politik yozlaşmışlığa karşı duyulan öfke üzerine protestolar başladı. 2014 Soçi Kış Olimpiyatları 1864 Çerkes Soykırımı ve Rusya’daki LGBTİ hakları sebebiyle protesto edildi. Ukrayna: Rus yanlısı başkana karşı geniş kitlelerin katıldığı isyan dalgası sonucu hükümet devrildi. Ancak mücadele, çok kısa sürede milliyetçilikle bölündü. AB yanlısı yeni hükümeti faşistler de destekliyor. Öte yandan ülke, ABD ve Rusya liderliğindeki iki farklı emperyalist bloğun kapışma sahası hâline gelerek kanlı bir iç savaşa sürüklendi. 14 Nisan’da Nijerya’dan 276 kadın Boko Haram tarafından kaçırıldı. 16 Mayıs’ta Dünya Kupasına harcanan paralardan rahatsızlık duyan ve kentsel dönüşüme karşı çıkan Brezilyalılar, grevler ve protesto gösterileriyle sokaklardaydı.
Arap Baharı’nın yenilgisi, IŞİD gibi örgütlerin zemin bulmasını sağladı. Katil İsrail yine ölüm saçtı 8 Temmuz-26 Ağustos tarihleri arasında üç İsrailli gencin kaçırılıp öldürülmesi ve Filistinli bir gencin intikam amacıyla öldürülmesi üzerine, siyonist rejim haftalar boyunca Gazze’ye saldırdı. Saldırılar 2 bini aşkın Filistinlinin ölümü ve 11 bin kişinin yaralanmasıyla sonuçlandı. 10 Temmuz’da İskoçya Bağımsızlık Referandumu yapıldı. Referanduma günler kala anketlerde “Evet” oylarının önde gözükmesi üzerine bütün İngiliz egemen sınıfı alarma geçti ve İskoçya’ya çıkarma yaptı. Referandumda hayır kazandı. ABD’de ırkçılığa karşı öfke dalgası 9 Ağustos’ta siyah genç Michael Brown’un Ferguson’da bir polis tarafından silah ateşlenilerek öldürülmesinin ardından haftalarca süren protesto gösterileri gerçekleşti. 24 Kasım’da ise savcının polis memuruna dava açmama kararı üzerine başka bir protesto dalgası yükseldi. ABD’nin 37 eyaletinde 170 kentte on binlerce kişi günlerce polis şiddetine ve ırkçılığa karşı gösteri yaptı. Hong Kong’da demokrasi talebi
IŞİD’in ilerleyişi ve emperyalizmin saldırısı
26 Eylül’de Hong Kong’da on binlerce gösterici, 2017’de yapılacak liderlik seçimi öncesinde, Çin’in adayları inceleme ve seçimlere kısıtlama getime planlarına karşı ayaklandı. Meydanların işgaliyle başlayan gösteriler haftalarca sürdü.
IŞİD, Haziran ayı başında Musul’u ele geçirdi. Kısa sürede Irak’taki ilerleyişiyle birlikte Suriye ve Irak’ın yarısına yakınını kontrol etmeye başladı. El Kaide tarafından dahi “radikal” bulunan bu mezhepçi örgütün ilerleyişine ve katliamlarına karşı Batı harekete geçti. Asıl katil ABD’nin liderliğinde oluşturulan emperyalist koalisyon, önce Irak, sonra Suriye’de bombardımana başladı. Oysa IŞİD, bizzat ABD işgalinin yarattığı mezhepçi boğazlaşmanın ürünü.
31 Eylül’de 1987’den beri Burkina Faso’yu diktatörlükle yöneten Blaise Compaoré’nun üç dönem daha seçilebilmesini sağlayacak anayasa değişikliğine karşı ülke çapında protestolar sonucunda Compaoré istifa etti. Ordu yönetime el koyarak geçici hükümet kurdu.
22 Mayıs’ta Tayland’da ordu darbe yaptı.
27 Eylül’de Meksika’da 43 solcu öğrencinin kaçırılması ve uyuşturucu çetelerince öldürülmesi üzerine halk Devlet Başkanı Nieto’nun istifası talebiyle sokaklara döküldü.
Ferguson’da ırkçı cinayetleri protesto eden bir genç: “Adalet yoksa barış da yok.”
6
TÜRKİYE
28 Şubat 2013, Yetti Artık protestosu, İstanbul.
İKTİDARIN MUHALEFE
Geride bıraktığımız 2014 yılında AKP’ye karşı sayısız alanda tepkiler şekillendi. AKP’nin, hemen her muhalefeti darbecilikle suçlaması giderek iş cinayetlerinin, kadın düşmanlığının, yolsuzluğu aklama çabalarının maskesi haline geldi. Yıl boyunca hem AKP’ye hem de ulusalcı odaklara karşı mücadele çok önemli deneyler biriktirdi. 19 Ocak: Binlerce kişi “Hepimiz Ermeni’yiz” dedi Hrant Dink, ölümünün yıl dönümünde Taksim’den Osmanbey’e yapılan yürüyüşün ardından Agos gazetesinin önünde anıldı. 2014’te cinayetle ilgili dava yeniden görülmeye başlandı. Kamu görevlileri için soruşturma başlatıldı. Hükümet, yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının üstünü örtmek için giriştiği seferberliğin bir parçası olarak, cinayeti planlayan Ergenekon’u ve Dink’in öldürülmesinde ihmali veya payı olan diğer devlet görevlilerini aklayarak suçu Gülen cemaatine atmaya çalışıyor. 28 Şubat: Yetti artık! Yolsuzluğu da 28 Şubat’ı da AK’lama! AKP, yolsuzluk ve rüşvet operasyonları nedeniyle Gülen cemaatiyle ittifakını bozdu, “paralel yapı” diyerek bu güce savaş açtı. Bu süreçte Ergenekoncular, Balyozcular, 28 Şubatçılar ve tüm darbeciler salındı. “Yetti artık” platformu, Erdoğan’ın darbecilerle kurduğu ittifakı ve yolsuzlukların üstünün örtülmesini İstanbul, Ankara, İzmir ve Tekirdağ’da yaptığı eylemlerle protesto etti. 11 Mart: Berkin Elvan yaşamını yitirdi, ülke çapında AKP protestoları başladı Gezi direnişi sırasında polis tarafından vurulan 14 yaşındaki Berkin Elvan, 269 gün komada kaldıktan sonra hayatını kaybetti. İki gün boyunca yapılan protestolara ve cenaze törenine Türkiye çapında yüz binlerce kişi katıldı. Sosyalist İşçi o hafta “Ergenekon’u aklamayı, yolsuzluğu gizlemeyi, Berkinleri öldürmeyi iyi bilirsiniz...” kapağıyla çıktı. Tayyip Erdoğan, Elvan’ın annesini miting meydanında yuhalattı. 30 Mart: Yerel seçimlerde “Basgeç” politikası çöktü Gezi direnişi sonrası bir de yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla sarsılan AKP, buna rağmen 2014 yerel seçimlerinden %45.6’lık oyla birinci parti olarak çıktı. İstanbul’da Mustafa Sarıgül ve Ankara’da ülkücü faşist Mansur Yavaş etrafında kurulan CHP-MHP ittifakı ile “AKP gitsin de kim gelirse gelsin” mantığıyla yürütülen “Tatava yapma, bas geç” kampanyası hüsranla sonuçlandı. Ülkücüleri ve kemalistleri, Kürt hareketi ve sosyalistler ile birleştirmeyi hedefleyen saçma ittifak, AKP karşıtı mücadeleye zarar verdi. 24 Nisan: Binlerce kişi Ermeni Soykırımı’nın kurbanlarını andı
Taksim Meydanı başta olmak üzere birçok şehirde 1915’te soykırıma uğratılan Ermeniler anıldı. İstanbul’daki anma programı tüm gün sürerken, dünyanın birçok yerinden diaspora Ermenileri ve ırkçılık karşıtları da DurDe’nin düzenlediği etkinliklerde yer aldı. 23 Nisan’da DSİP tarafından düzenlenen soykırımla ilgili panellere yüzlerce kişi katıldı. 1 Mayıs’ta polis terörü 1 Mayıs’ta Taksim bir kez daha AKP tarafından işçi ve emekçilere yasaklandı. Demokratik hakkını kullanmak isteyen sendikalar ve sol örgütler, yoğun bir polis terörüyle karşılaştı. 13 Mayıs: Soma’daki madenci katliamında 301 işçi öldü Manisa’nın Soma ilçesinde meydana gelen iş cinayetinde 301 madenci öldü. Yaşam odalarının olmamasından denetimlerin düzgün yapılmamasına kadar şirketin ve devletin birçok ihmali açığa çıktı. İlçeye giden Tayyip Erdoğan yoğun protestolarla karşılandı. Kalabalığın içinden bir yurttaşı tehdit etti, bir başka kişiye ise fiziksel olarak saldırdı. Erdoğan’ın bir danışmanı, bir madenci yakınını yerde tekmeledi. AKP’liler patronlarla ise el sıkıştılar. Birçok yerde
katliamı protesto eden kitlesel gösteriler yapıldı, Zonguldak’ta madenciler iş bıraktı. Soma sonrası işçi eylemleri gözle görülür ölçüde arttı. 31 Mayıs: Gezi’nin yıl dönümünde Gezi Parkı halka kapalı Gezi direnişinin başlangıcının yıl dönümünde polis İstanbul’da yoğun “güvenlik” önlemi aldı. Gezi Parkı bir kez daha halka kapatıldı. Gösteri yapmak isteyenler polis şiddetiyle bastırıldı. Haziran: Şişecam grevine 5800 işçi katıldı, AKP grevi yasakladı Cam işçileri 10 fabrikada 5800 kişiyle greve çıktılar. Bir hafta sonra grev, Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklandı. AKP’nin işçi düşmanı yüzü bir kez daha açığa çıktı. “Erteleme” kararının bitiminden sonra, işçilerin çoğunluğunun ret oyu verdiği referandum kararına rağmen, sendika bürokratları patronla sözleşme imzaladı. 18 Haziran: 12 Eylülcüler müebbet aldı netekim! 12 Eylül darbecileri Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya,
TÜRKİYE
N SALDIRISI ETİN KRİZİ Soma’da 301 maden işçisinin ölümü ile işçi sınıfının sorunları gündeme geldi.
6-7 Ekim: Diren Kobanê!
DOĞAN TARKAN’IN DEVRİMCİ FİKİRLERİ VE MÜCADELESİ
IŞİD’in Kobanê kuşatmasına karşı Tayyip Erdoğan’ın Kürtler aleyhine yaptığı açıklamalar ve kentin düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalması, Kuzey Kürdistan ve Türkiye’nin batısında kitlesel gösterilerin başlamasına sebep oldu. Devlet güçlerinin ve faşistlerin eylemlere yönelik saldırılarıyla başlayan şiddet sarmalında 50 kişi yaşamını yitirdi. AKP bu gösterilerden birkaç gün sonra, ABD’nin havadan PYD’ye silah atması sonrası peşmergelerin geçişi için koridor açmak zorunda kaldı. Böylece Kürtler, fiili olarak taleplerini kazandılar. Kobanê direnmeye devam ediyor.
14.00-15.30: AŞAĞIDAN SOSYALİZM, ENTERNASYONALİZM VE İŞÇİ SINIFININ ROLÜ Moderatör: Gül Dönmez Roni Margulies Sinan Özbek Canan Şahin Yıldız Önen Volkan Akyıldırım
Ağustos: Suriyeli sığınmacılara yönelik saldırılara dur de! Yaz ayları boyunca Suriyeli sığınmacılar birçok şehirde saldırı ve linç girişimleriyle karşılaştı. Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De girişimi, mültecilerle dayanışmak için bir kampanya başlatarak İstanbul ve İzmir’de paneller, yürüyüşler ve eylemler gerçekleştirdi. Polisler saldırganlara dokunmazken, hükümet saldırılar karşısında “dilencilik yapan Suriyelilerin kamplara gönderilmesini” öneren bir genelgeyi 81 ilin valiliğine yolladı.
25 Ekim: Cumartesi Anneleri’nde 500. hafta... Cumartesi Anneleri’nin 500. oturma eylemi için Galatasaray Meydanı’nda binlerce kişi toplandı. 28 Ekim: Madenciler bu kez Ermenek’te öldü yargılamanın sonunda müebbet hapis cezası aldılar. Darbelere ve askeri vesayete karşı yıllardır mücadele edenler büyük bir zafer kazandı. 29 Haziran: Susma haykır, eşcinseller vardır! 22. İstanbul LGBT Onur Haftası kapsamında yapılan 12. Onur Yürüyüşü’nde oldukça genç bir kalabalık İstiklal Caddesi’nde LGBTİ bireylere özgürlük talep etti. 10 Ağustos: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sol zafer kazandı! Hırsız Tayyip Erdoğan ile CHP-MHP birliğinin adayı Ekmeleddin İhsanoğlu karşısında üçüncü aday olarak başkanlık seçimlerine katılan Selahattin Demirtaş, muazzam bir başarı göstererek Kürt hareketinin oylarını bir buçuk katına çıkardı. Batı’da bir milyonu aşkın kişi, değişim ve özgürlük için HDP’nin adayına oy verdi. Demirtaş, eleştirisinin merkezine AKP’yi koyarken CHP-MHP blokuyla mesafeli duran ve AKP tabanındaki yoksulları kazanmayı hedefleyen (dolayısıyla HDK’nin kurulduğundan beri izlediğinden farklı) bir siyasi çizgide durdu. Çapulcu denilenlerle terörist denilenlerin birliği, sol için muazzam bir başarı getirdi.
Toplantı 27 ARALIK 2014
Bu kez Ermenek’te maden faciası meydana geldi. 18 işçi yaşamını yitirdi. Tehlikenin daha önceden ilgili bakanlığa bildirildiği ve önlemlerin alınmadığı ortaya çıktı. AKP’liler yine “Hesabı sorulacak” diyerek yalan söylediler. AKP döneminde hiçbir patrondan hesap sorulmadı. Çalışma Bakanı Faruk Çelik, bir soru üzerine, “Aslolan bu kazaların olmamasıdır. Bunların olmamasıyla ilgili temennileri var herkesin. Ama olduktan sonra da hayat devam ediyor” dedi. Kasım: Tayyip Erdoğan’a Ak Saray Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı sarayının 1 milyar 370 milyon TL’ye mal olması kamuoyunda öfke yarattı. 1000 odalı olduğu söylenen sarayla ilgili, Tayyip Erdoğan “1150 odası var” dedi. Aralık: Çözüm süreci için AKP’nin bahanesi kalmadı PKK lideri Abdullah Öcalan’ın süreç için çıkardığı taslak, Kandil’deki KCK yönetimi tarafından da kabul edildi. Çözüm süreciyle ilgili olumlu adımlar hızlanıyor. Hükümetin Kürt hareketi içinde ayrım ve kargaşa yaratma planları boşa düştü, barış için öne sürülebilecek gerekçe kalmadı. Dünyada ve Türkiye’de 2014 bölümünü hazırlayanlar: İdil Ügüt ve Ozan Tekin
16.00-17.30: ERMENİ VE KÜRT HALKININ SESİ: IRKÇILIĞA DUR DE! Moderatör: Çağla Oflas Behçet Çelik Eren Keskin Hayko Bağdat Ufuk Uras Ümit İzmen Yakup Kadri Karabacak 18.00-18.30: 2015’TEKİ MÜCADELEYE HAZIRLANALIM Moderatör: İdil Ügüt Meltem Oral-Şenol Karakaş Herkesin katılımına açıktır. Yer: DSİP Şişli İlçe Örgütü Nakiye Elgün Sokak, İkbal Apartmanı, No: 32/3, Osmanbey
7
8
TARİH
21 ARALIK 1989 ROMANYA’DA HALK REJİMİ YIKTI Çağla Oflas, stalinizmi yenen devrimi anlatıyor.
Bundan 25 yıl önce, Romanya’da Çavuşes-
ku diktatörlüğü devrildi. Romanya’da da Rusya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerindeki gibi ekonomi sermaye birikim esaslarına uygun olarak bürokratik planlamayla yönetiliyordu. 1965 yılından beri ülkeyi yöneten Çavuşesku iktidarı baskı ve yasaklardan oluşmaktaydı. Rejimin emrinde “Sekuritat” adlı polis teşkilatı bulunmaktaydı. Bürokratik seçkinlerden ya da Çavuşesku çevresinden olmayanlar için hayat berbattı. Rejimin uyguladığı kalkınma programı kıtlığın ve yoksulluğun artmasına neden oldu. 13,000 köyden 6,000’i boşaltılıp yıkıldı ve burada yaşayanlar yeni kurulan, ısıtma sistemi olmayan apartmanlara yerleştirdi. Çavuşesku’nun en önemli icraatlarından biri kürtaj yasağını getirmesi oldu. Kürtaj yasağının ardından bir yıl içinde Romanya’da doğum oranı iki katına çıktı. Bir yanda sefalet yaşanırken, parlamento sarayı gibi debdebeli ve gereksiz inşaat projeleri hoşnutsuzluğu iyice arttırdı. 17 Aralık 1989 günü başlayan öğrenci gösterileri polis ve askerin örencilerin üzerine ateş açması üzerine çığırından çıktı. Çavuşesku ve eşi 21 Aralık günü Devrim Meydanı olarak anılan yerde yüz binden fazla kişinin önünde konuşmaktayken halk Çavuşesku’yu yuhalamaya başladı. Çavuşesku ve eşi binanın içine kaçıp orada ertesi güne kadar saklandılar. Ve bir helikopterle kaçtılar, birkaç gün sonra da yakalanarak idam edildiler. Ekonomik kriz devrime yol açtı Romanya’daki devrim Rusya ve Doğu Avrupa rejimlerini yıkan ayaklanmaların son halkasıydı. Kapitalist krizi başta Rusya olmak üzere Doğu Avrupa rejimleri üzerinde de etkisini göstermekteydi. Tek parti diktatörlüğü altında yaşayan emekçi yığınlar arasındaki hoşnutsuzluk giderek artıyordu. Öte yandan içinde bulundukları ekonomik krizi aşmak için dünya pazarının bir parçası haline gelmek isteyen egemenler, aşağıdan yükselecek bir hareketi de önlemek için çeşitli reformlar gerçekleştirdiler. Ancak reformlar beklentilerinin tersine ekti yaptı. Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerindeki Stalinist diktatörlüklerin sonunu getirdi. Büyük yığınlar kendilerine sunulan küçük kırıntılarla yetinmeyip ayaklandılar. Sovyetler Birliği, daha önce yaptığı gibi Doğu Avrupa ülkelerindeki ayaklanmalara müdahale edemedi. Rusya’da da derin bir kriz yaşanmaktaydı ve SSCB dağılmanın eşiğindeydi. Baltık ülkeleri başta
Temeşvar kenti banliyösünde halk, ordunun zırhlı araçlarını durduruyor. - 23 Aralık 1989.
olmak üzere çeşitli ülkeler ayrılmak istiyorlardı. Rejim başta maden işçilerinin grevi olmak üzere gösteriler ve eylemlerle sarsılıyordu. Doğu Avrupa’nın ardından SSCB de iki yıl sonra yıkıldı. Stalinizm’den üçüncü yola Doğu Avrupa rejimleri işçi yığınlarının kitlesel mücadelesi ile yıkıldı. Solun büyük bir kısmının “işçi devleti”, “sosyalist ülkeler” olarak gördükleri bu rejimler işçi sınıfının eylemleriyle yıkıldı. Bu durum solda kafa karışıklığı yarattı ve sonuçta sol giderek etkisizleşti. Solun bir kısmı hiçbir şey olmamış gibi davranmaya, Stalinist diktatörlükleri savunmaya devam etti. Az da olsa günümüze kadar varlıklarını sürdüren bu yapılar 2011’de meydana gelen Arap Devrimleri karşısında da aynı sağcı tutumu benimsediler. Mübarek ve Esad gibi eli kanlı katillerin yanında durdular. Diğer bir kesim ise “üçüncü yol denilen” aslında neo-liberalizm ve yeni sağ söylemlere karşılık gelen politikaların arkasına dizildiler.
“Devrim” ihraç edildi. Oysa bu devletlerin hiçbirinin sosyalizm ya da işçi devletiyle alakası yoktu. Rusya’da 1917’de başlayan işçi devrimi iç savaş nedeniyle geriledi ve işçi sınıfı atomize oldu. 1920’li yılların sonundan itibaren parti organlarını ve işçi organizasyonlarını işgal eden bürokrasi, karşı devrimle devrimin partisini tasfiye ederek iktidarı ele geçirdi. Parti ve çevresinin mülkiyetinde olan rejim, üretim sürecinde kapitalist esaslara dayalı birikim modeli olarak devlet kapitalizmi programını uyguladı. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda ise Rusya savaş ortakları olan ABD ve İngiltere ile yaptığı anlaşma sonucunda Doğu Avrupa’yı işgal etti ve bu ülkelerde de aynı sistemin devamı olan rejimler kuruldu.
yalı burjuva demokrasisin kırıntıları bile görülmemekteydi. Bazı ülkelerde ya hiç seçim olmuyor, ya da düzmece seçimlerde parti genel sekreterliğine aynı isimler seçiliyordu. Örneğin: Çavuşesku yıkılmadan bir ay önce güya seçimler olmuş, halkın %90’ı Çavuşesku’ya oy vermişti. Ayaklanmalar seçim sonuçlarının tam tersini gösterdi. Ne Rusya’da ne de Doğu Avrupa’da işçi sınıfı yıkılan rejimlere sahip çıktı. Aksine Rusya’da görüldüğü gibi pek çok yerde rejimler işçi sınıfının eylemleriyle yıkıldı.
İşçi sınıfının öz yönetimi sosyalizmdir
SSCB ve Doğu Avrupa’da rejimlerin yıkılmasıyla kapitalizmin zaferini ilan eden sermaye ideologları yolun sonuna gelindiğini, neredeyse tarihin sona erdiğini ilan ettiler. Oysa Rusya ve Doğu Avrupa’da olanlar devrimin hala güncel olduğunu gösterdi. Ayaklanmalar ise yolun sonu değil, sadece bir başlangıçtı.
Sosyalist ya da işçi devleti olduğu öne sürülen bu rejimlerin söz, yetki ve karar mekanizmalarının hiçbir yerinde işçi sınıfı yoktu. Hatta temsili demokrasiye da-
Kaynaklar: Doğu’da Fırtına Koptu, Chris Harman Tony Cliff Arşivi: Stalinist Rejimler ve Devlet Kapitalizmi Doğan Tarkan, Marksist ogr.tr
SINIF MÜCADELESİ
METAL İŞÇİLERİ ‘GREV’ DİYOR
Birleşik Metal-İş mitingi, Gebze.
Türk Metal’in metal işçilerinin temel taleplerinin hiçbirine
çözüm sunmayan toplu iş sözleşmesini imzalamasının ardından DİSK üyesi metal işçileri arasında grev eğilimi baskın çıktı. Birleşik Metal-İş, hafta sonunda Gebze’de kitlesel bir miting düzenledi. Mitinge çok sayıda fabrikadan metal işçileri katılım gösterdi. n Zonguldak’ta 500 madenci, yılbaşından sonra işten çıkarılma ihtimallerine karşı ocaktan çıkmama eylemi yaptı. AKP’nin “arabuluculuk” girişimi ve sendika bürokratlarının tepkisizliği nedeniyle işçiler eylemlerini bitirmek durumunda kaldı.
nin sonuçsuz kalması üzerine dün başlattıkları süresiz iş bırakma eylemi kazanımla sonuçlandı. n Maltepe Üniversitesi hastanesinde işten atılan sağlık isçilerinin direnişi ikinci haftayı geride bıraktı. n Manisa karayolunda yapımına başlanan Sabuncubeli Tüneli’nde çalışırken geçen ay işlerine son verilen 175 taşeron işçi, yaklaşık 3 aylık ücret, kıdem ve ihbar tazminatlarının ödenmediğini belirterek Karayolları 2’nci Bölge Müdürlüğü önünde eylem yaptı, alacaklarının ödenmesini istedi.
n ODTÜ emekçileri geçtiğimiz hafta iki gün greve gitti.
n DİSK’e üye oldukları için işten atılan Ülker işçilerinin direnişi devam ediyor. Patron ise direniş çadırının kaldırılması için özel güvenlik görevlilerini işçilere saldırttı.
n Eskişehir’de yapımı süren stadyum inşaatında taşerona bağlı çalışan 60 işçi, işi bitirmelerine karşın iki aydır ücretlerinin verilmemesi üzerine eyleme geçti.
n Farklı sendikalardan büro emekçileri, ödenmeyen fazla mesai ücretlerinin ödenmesi için iş bırakma eylemi gerçekleştirdi.
n Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde asistan hekimlerin, başta eğitim alma hakları olmak üzere nöbet ertesi izin hakkı, ücret artışı, iyi hekimlik koşullarının sağlanması ve angarya işlerin sonlandırılması gibi talepleri-
n Manisa’nın Soma İlçesi’nde kurulu bulunan Soma B Termik Santrali’nin özelleştirilmesine karşı çıkan Soma Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş. (SEAŞ) işçileri, işyerlerinin ihaleye çıkartılması üzerine yürüyüş düzenledi.
MARKS DİYOR Kİ Volkan Akyıldırım
KAPİTALİZM ISLAH EDİLEMEZ “Bizim için mesele özel mülkiyetin şekil değiştirmesi değil, yok edilmesi; sınıf uzlaşmazlıklarının yumuşatılması değil, sınıfların ortadan kaldırılması; mevcut toplumun düzeltilmesi değil, yeni bir toplumun kurulması olabilir ancak.” (Komünistler Birliği’ne Tebliğ’den, 1850) 1989 Doğu Avrupa devrimleri ve 1991’de Rusya’da madencilerin greviyle stalinizm yıkılışı, burjuva ideologları tarafından “Tarihin sonu” olarak ilan edilmişti. Onlara göre Burjuva demokrasisi insanlığın ulaşabileceği en ileri sistemdi, hatta ABD bağrındaki refahla komünizme geçişe en yakın toplumdu. Bu lafların edilmesinden 25 yıl sonra burjuva demokra-
sileri derin bir krizde. ABD’de de en dipte olan siyahlar nefes alamadıklarını söyleyip ayaklanırken, Avrupa Birliği’nde işçiler krizin faturasını kendilerine çıkartan hükümetlere direniyor. Burjuva ideologları bugün Marx’ın haklı olduğunu, kapitalist sistemin kendi yapısından kaynaklanan sorunlarla kaçınılmaz olarak krize gireceğini kabul ediyor. Ancak hâlâ burjuva demokrasisi ile işleyen kapitalizmin uygarlığın bulduğu en iyi yol olduğunu söylemeye devam ediyorlar. Türkiye’de bugünlerde sağcılar, “Tarihin Sonunu” ilan ediyor. Onlara göre AKP hükümeti, bu toplumun ulaşabileceği en ileri iktidar. Erdoğan ve adamlarının işine karışılmamasını, onlara hiçbir konuda muhalefet edilmemesini istiyorlar. İstedikleri olmuyor. İşini, ekmeğini, deresini, zeytin ağacını, kimliğini, özgürlüklerini korumak isteyenler dört bir
9
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
İŞÇİ SINIFI YAPAY AYRIMLARDAN KAÇINMALI Türkiye’de işyerlerinde çalışan yaklaşık 21 milyon işçinin 12 milyonu SSK, 3 milyonu ise Emekli Sandığı kapsamındadır. 6 milyon civarında işçi ise sigortasız çalışmaktadır. 15 milyon kayıtlı işçiye karşılık 2,8 milyon sendika üyesi vardır. 2,8 milyon sendikalının 1,2 milyonu işçi sendikalarının, 1,6 milyonu kamu sendikalarının üyesidir. İşçi konfederasyonlarının üye sayıları Türk-İş 790 bin, Hak-İş 250 bin, DİSK 120 bin, diğerleri 40 bin şeklindedir. Kamu çalışanları konfederasyonlarının üye sayıları ise Memur-Sen 762 bin, Türk Kamu-Sen 448 bin, KESK 240 bin, Birleşik Kamu-Sen 50 bin, diğerleri 90 bin şeklindedir. İşçi sınıfının bu bölünmüş sendikal yapısı, başarısının önündeki en büyük engeldir. Üstelik bu sendikaların büyük bir çoğunluğu sınıf kimliklerinin dışında laik, dindar, seküler, Müslüman, milliyetçi vb. etiketlerle anılmaktadırlar. Bu durum sınıf mücadelesinin gelişmesinde önemli bir handikap oluşturmaktadır. AKP iktidarının kutuplaştıran diline karşı, sendikal önderlikler sınıfı birleştiren, işçi-memur gibi ayrımları ortadan kaldıran, eylemlerde diğer işçi örgütleri ile bir arada olmaya çalışan bir örgütlenme ve mücadele hattı izlemek zorundadır. Aksi halde geçen hafta yapılan KESK-DİSK-TMMOB-TTB ortak mitingindeki zayıf tablolarla karşılaşmaya devam ederiz. 2014 yılı başından itibaren karşılaştığımız pek çok olayda, Soma’da, Torunlar’da, Ermenek’te büyük acılar yaşadık. Soma katliamında 301 işçi öldü, sonrasında sendikalar genel grev yaptı ve hükümete iş güvenliği tedbirleri alınması konusunda adım attırdı. Artık her iş cinayeti toplumda büyük bir tepkiyle karşılanıyor. İşçilerin öfkeleri giderek büyüyor. Hükümet işçilerin kıdem tazminatını fona devretmeye hazırlanıyor. İşyerlerindeki taşeron işçiler her türlü haktan, iş güvencesinden yoksun olarak çalışmaya devam ediyor. 2015 yılında TPAO, Demiryolları, madenlerde yeni özelleştirmeler gündemde. Resmi enflasyon yüzde 10’larda dolaşırken, asgari ücrete, kamu çalışanlarına ve emekli maaşlarına yüzde 3 zam yapılacak. Derinleşen bir ekonomik krizle birlikte mevcut AKP iktidarına karşı işçi hareketinin muhalefeti yükselecektir. İşçi örgütlenmeleri bu dönem için hazırlıklı olmalıdır. İşçi hareketinin önündeki en önemli görev sendikal bölünmüşlüğü aşmak, direnişlerini birleştirmek, patronlara karşı sınıfın ortak mücadelesini örgütlemektir. yanda ideal iktidar olarak sunulan kapitalizme isyan ediyor. 20. yüzyıl kapitalizmi ıslah etme çabalarıyla geçti. Marksizmden kopan sosyal-demokrasi mülkiyetin tabana yayılmasını, yasalar yoluyla siyasi hayatın ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini, mevcut toplumun düzeltilmesini savunuyordu. Özel mülkiyet biçim değiştirse de kapitalizm değişmedi, fakat sosyal-demokrat partiler sosyal-liberal partilere dönüştü. Muhafazakar ve liberal partilerle aynı ekonomik programı uygulayan düzen partileri oldular. Kazanılan hiçbir reform kalıcı olmuyor, egemen sınıf saldırıp geri alıyor. Birimiz mutlaka tutsak ve hiçbir birimiz özgür değiliz. Ücretler ve haklar ancak yoğun bir direnişle korunabilirken bu yüzyılın insanları mutsuz, öfkeli ve değişim istiyor. 2015’te yeni bir toplumun için daha fazla cesaret, daha fazla mücadele!
10 MEKTUPLAR
“EN CİNSİYETÇİ KİM?” YARIŞI
TOPLANTI DUYURULARI RESMİ TARİHLE YÜZLEŞME ATÖLYELERİ 2015 PROGRAMI 9 Ocak 1915: SEYFO, SÜRYANİ SOYKIRIMI 22 Ocak YAHUDİ SOYKIRIMI,
Son bir haftadır cinsiyetçilik konusunda bizim bilmediği-
miz bir yarışma başlatılmış gibi. 2014’ün son demlerinde ‘yılın en cinsiyetçisi’ ödülünü kapmak için sıraya girdiler.
Önce Sağlık Bakanı Müezzinoğlu ‘sezeryan fıtrata aykırıdır’ dedi. Soma’dan sonra AKP hükümeti ‘fıtratı’ keşfetti. ‘Bunca yıldır niye aklımıza gelmedi’ dercesine her konunun üzerini kapatmak için araya fıtratı sokuşturur oldular. Hükümetin her kapıyı açan anahtar muamelesi çektiği fıtrat işçi sınıfı için ölmek, eşitsizlik ve sürekli üremek demek. Sağlık Bakanı ‘kadın dediğin doğurur’ söylemini bir adım yukarı taşıyarak kadınların nasıl doğurmaları gerektiğini de devletin kararına bağlamak istiyor. Bakan birkaç kez doğum yapmış olacak ki ‘Niye bıçağı attırıp karnı, karın zarını, rahmi kestirip bir sürü dikiş yiyeceğim?’ deme cüretini gösteriyor. Müezzinoğlu’dan iki gün sonra İstanbul Aydın Üniversitesi Rektörü Yadigar İzmirli, kadın akademisyenlerin mini etek ve tayt giyemeyeceklerine dair bir genelge yayınladı. Kendini meşrulaştırmak için sıkça başvurulan ‘bunlar Batı’da da var’ söylemine sığınan rektör ‘akademisyenler örnek
Kocaeli Kadın Platformu, Erdoğan ve hükümetin cinsiyetçiliğini protesto ediyor. olmalı’ dedi. Yani rektöre göre öğrenciler, hatta hiçkimse mini etek ve tayt giymesin! Cumhuriyet modasından vazgeçmeyen rektörün aklı 50’li yılların Avrupa’sında kalmış olacak ki, hâlâ Batı’da öğrencilerin tayyör ve takım elbiseyle okula gittini düşünüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan bütün bir yıl sarfettiği cinsiyetçi söylemi yeterli bulmamış görünüyor. Gezi’den beri ‘hain odaklar’ icat etmeden siyaset yapamayan Erdoğan’ın yeni düşmanı ‘doğum kontrolü lobisi’. Erdoğan ‘Bu ülkede yıllarca bir doğum kontrolü ihaneti yaptılar ve neslimizi kurutma yoluna gittiler’ dedi. Yeni ihanet odağını cemaate bağlayıp bağlamayacağı merak konusu olan Erdoğan aynı anda hem cinsiyetçilik hem milliyetçilik yapıyor. Yeni işçi kuşağına ihtiyaç duyan egemen sınıfın sesi Erdoğan ve şûrekası cinsiyetçidir. Kadın bedenini kontrol etmeye çalışan devletin başarısızlığa mahkûm olduğunu, 2012’de kürtaj hakkı için sokağa çıkan ve yasağı püskürten kadınlar göstermişti.
Tony Cliff’in dört ciltlik Troçki biyografisinin ikinci bölümü Devrimin Kılıcı, 1917 Ekim Devrimini savunmak için Kızıl Ordu’nun müthiş bir hızla kuruluşunu ve Troçki’nin bu konudaki liderliğini merkezine alıyor. Rus toplumu görece gelişmemiş, kölelikten henüz kurtulan köylülerin yoğun olduğu bir toplumdu. İşçi sınıfı güçlü fakat azınlıktaydı. İşçi sınıfı kitle devrimine öncülük etmiş, toplumun geri kalanın sadakatini kazanmıştı, fakat Sovyet Rusya’nın tek başına ayakta kalması mümkün değildi. Kızıl Ordu bu dönemde kurulmuş, hem karşı devrimci Beyaz orduyu hem de epmperyalist işgalcileri hezimete uğratmıştı. Kızıl Ordu, ilk etapta devrimin kalbi olan Petrograd ve Moskova sovyetlerinden öncü işçiler ve komünistlerden oluşuyordu. Devrimin öncülerinin cephenin önü-
25 Aralık Perşembe, 19:00 OPERASYONLAR VE GİZLENEN YOLSUZLUK Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt., Kat:3 ŞİŞLİ
25 Aralık Perşembe, 19:00 2014 DEĞERLENDİRMESİ Konuşmacı: Alper Koç Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey 8 Ocak Perşembe, 19:00 KADINLARIN EZİLMİŞLİĞİNİN KÖKENİ Konuşmacı: İdil Ügüt ÜSKÜDAR
6 Şubat
26 Aralık Cuma, 19:00
MÜSLÜMANLAŞTIRILAN
YOLSUZLUKLARDAN ZAMAN OPERASYONUNA
ERMENİLER 20 Şubat DİL SOYKIRIMI VE ASİMİLASYON
Konuşmacı: Volkan Akyıldırım Daimler Pastanesi, Tunusbağı Cad. 46b 9 Ocak Cuma, 19:00
6 Mart
TÜRKİYE’DE DEVLET, ÖTEKİ VE İSLAM
1964: RUM SÜRGÜNÜ
Konuşmacı: Roni Margulies
20 Mart 2015
İDE Kültür Merkezi, Uncular Cad. 28/4
SOYKIRIM VE ADALET, ÖZÜR VE TAZMİNAT
İANKARA
25 Aralık Perşembe, 19.00 YOLSUZLUKLARDAN
DSİP Şişli İlçe Örgütü Rumeli Cd. Nakiye Elgün Sokak İkbal Ap. No: 32/1 Osmanbey
ZAMAN OPERASYONUNA Konuşmacı: Roni Margulies
Zehra Eren - İstanbul
ZAFERE ULAŞMIŞ DEVRİM NASIL SORUNLAR YAŞAR? OZAN EKİN GÖKŞİN
TÜRKİYE’DE ANTİSEMİTİZM
KADIKÖY
ne geçmesiyle bürokrasinin yükselişe geçti. Cliff’e göre, Troçki’nin Kızıl Ordu’yu oluştururkenki başarısı, Troçki’yi zayıflatan, kendi fikir ve çıkarlarıyla bağımsız bir blokun ortaya çıkmasını sağladı. Kitabın son bölümü ise, Stalinist bürokrasi ve Rus Şovenizmine karşı Lenin’in Troçki’yle birlikte son mücadelesini anlatıyor. Troçki biyografisinin ikinci cildi Devrimin Kılıcı, bir devrimin yaşayacağı sorunları, içinden geçmek durumunda kalacağı savaşları anlamak ve gelecekte atılacak adımları belirlemek açısından büyük bir öneme sahip.
Troçki: Devrimin Kılıcı (1917-1923) TONY CLİFF
KİTAPÇILARDA VE SOSYALİST İŞÇİ DAĞITIMCILARINDA!
HAFTANIN IRKÇISI Doç. Dr. Türkan Başyiğit Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk ve Mühendislik Fakültelerinde “Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi” dersleri veren Başyiğit, soykırım inkârcılığını öğrencilerine dayattı. Başyiğit’in verdiği ödevde “Türkiye’nin soykırım yapmadığının” belgelerle açıklanması istedi. 2006 yılında Atatürkçü Düşünce Derneği’nin genel başkanlığına aday olan Başyiğit, attığı bir tweette de “Lavaşı Ermenilere kaptırdık” gibi ifadeler kullanıyor.
BİZİ ARAYIN: Ankara 0532470150 Sincan: 05397440268 İstanbul Beyoğlu: 05368474650 Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099 Kadıköy: 05334479709 Üsküdar: 05075550272 İzmir 05544602111 Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445 Üniversiteler 05397980171
İKLİM 11
AŞIRI HAVA OLAYLARI VE EYLEMLERİN YILI NURAN YÜCE-ANIL YÜKSEL
Aralık ayının başında Dünya Meteoroloji Kuru-
mu (WMO) aynı eğilim yılın son günlerinde de devam ederse 2014 yılının; 1998, 2005 ve 2010’da kaydedilen rekor sıcaklıkları geçeceğini açıkladı. 2014 yılının Mayıs ve Haziran aylarında rekor sıcaklıklar ölçülürken, Ağustos ayı da 1880’den beri en sıcak Ağustos ayı oldu. Sıcaklık ölçümleri; bu yılın ilk on ayındaki sıcaklıkların uzun vadeli sıcaklık ortalamalarının 0,57 derece üzerinde olduğunu gösteriyor. Ve bu yıl rekor sıcaklıklara eşlik eden yoğun yağış ve seller; kuraklık ve orman yangınları ile yaşanan yıkımlar bir öndeki yıllara göre artış gösterdi. Kuraklık, seller ve çamur
New York’taki iklim yürüyüşünden.
Dünyanın hemen her bölgesinde birbirini takip eden kuraklık ve sel felaketleri peş peşe yaşandı. ABD’nin Kaliforniya eyaletinin güneyi, tarihte eşi benzeri olmayan kuraklık içindeyken kuzeyi sel suları altında kaldı. Uzaydan çekilen fotoğraflardan bile görülebilecek boyuttaki kuraklıkla baş edemeyen insanlar bölgeyi terk etmeye başlarken, İran hükümeti tarımsal sulama için yeterli suyun kalmadığından “ancak insanlara içme suyu temin edebilecek durumdayız” dediği sırada Brezilya’da yüzlerce kentte su karne ile dağıtılmaya başlandı. Son 120 yılın en büyük sel felaketi yaşanan Bosna Hersek’te de durum farklı olmadı. Sel sularının yıkıp geçtiği kent ve tarım arazileri hemen ardından kuraklıkla kavruldu; seller sırasında salgın hastalıklarla baş etmeye çalışan insanlar, kuraklık döneminde susuzluk sorunu ile baş etmek zorunda kaldılar. Afganistan’ın kuzeydoğusunda aşırı yağışlar nedeniyle yaşanan heyelan sonucu bir köyün bir bölgenin toplu mezarlık ilan edilmesi de bu yıl içinde yaşandı. 100 metre yüksekliğe varabilen çamur tabakası, hem bölgede yaşayan hem de kurtarma çalışmalarına
gelen tahminlere göre 2.700 kişinin (tam sayı hala belirlenememiş)üstünü örttü. 2014 yılı uç hava olayları açısından rekorlar kırarken, bütün bu olumsuz tablonun yaratıcısı hükümet politikalarına, kapitalizmin işleyişine karşı da neredeyse sayısız irili ufaklı eylemlere, direnişlere sahne oldu. Dünya nüfusunun %99’unun %1’ine karşı verdiği hayatta kalma mücadelesi… Kâr, rekabet ve büyümenin yarattığı ekolojik yıkımlara karşı tüm dünyada milyonlarca insan her geçen gün büyüyen ve artık sadece bir çevre hareketi olarak adlandırılamayacak adalet, eşitlik talepleriyle “insan ve doğanın kârdan önce geldiğini” ifade eden bir hareketin içinde yer aldılar. Zift petrollerini Kanada’dan ABD’ye taşıyacak olan 2750 kilometrelik Keystone XL boru hattına karşına kendilerine “yerliler ve kovboylar ittifakı” diyenlerin Beyaz Saray’ın önünde kurdukları Kızılderili çadırlarına eşlik eden on binlerce insan, yüzlerce yıldır yerlilerin hakkını gasp eden devletin daha fazla bunu yapamayacağını, sularını ve topraklarını ellerinden almalarına izin
vermeyeceklerini dile getirdikleri müthiş bir mücadeleyi her geçen gün büyüterek sürdürüyorlar. Brezilya hükümetinin dünyanın en büyük barajını Belo Monte’yi Amazon nehri üzerinde kurma girişimine karşı “nehirler özgür akacak” sloganı aynı zamanda Hasankeyf’te Ilısu Barajı’na karşı da dile getiriliyor. Gezegenin sonunu getirecek daha fazla petrol, daha fazla kömür sevdalılarının her bir buluşması aktivistler tarafından kuşatılıyor. Eylül 2014 ise şimdiye kadar yapılan en büyük iklim eylemi olarak tarihe geçti. 22 Eylül’de 166 ülkede eş zamanlı olarak 2600’den fazla eylem oldu. New York sokaklarını dolduran 400 bin kişiye tüm dünya genelinde eşlik eden bir milyar insan ve ertesi gün “Flood Wall Street” sloganıyla sokakları dolduranlar “şirketlerin, kapitalizmin, devletlerin” artık hayatlarını çalmalarına izin vermeyeceklerini çok ama çok yüksek sesle dile getiriyorlar. 2014 yılı içinde gelişen iklim adaleti hareketi mücadeleye hiç ara vermeden devam ediyor ve 2015 yılının 2014 yılından daha fazla mücadele dolu bir yıl olacağı şimdiden kesinleşmiş durumda.
KÜRESEL DÜŞÜN, YEREL ÖRGÜTLEN! Türkiye’de bu yılın belki de en renkli ve coşkulu eylemi, BM’in New York’taki iklim zirvesine alternatif olarak örgütlenen 20-21 Eylül Karşı İklim Zirvesi kapsamında 20 Eylül günü yapılan İklim Adaleti Yürüyüşü’ydü. Bugüne kadar iklim değişikliğiyle ilgili olumlu hiçbir adım atmayan hükümetlerin 21 Eylül günü New York’taki buluşmasından da bir sonuç çıkmayacağını düşünen aktivistler tüm dünyada sokaklara döküldü. Türkiye’de binlerce insan, New York’ta 400.000 kişi ve bütün dünyada 700.000’den fazla aktivist iklim değişikliği konusunda bir an önce adım atmaları için hükümetlere adeta bir gözdağı verdi. İklim değişikliği tüm dünyayı her zamankinden daha fazla etkisi altına almış durumda. İnsanların sokakta olma, karar vericilerin ise adım atma zamanı. Bu yıl onlarca eylemi, mücadeleyi, direnişi geride bırakırken 2015’te çok daha coşkulu ve daha kitlesel hareketler örgütlemek gerektiğini de görmemiz gerekir.
AKP’NİN YIKIM POLİTİKALARINA DİRENİŞ Türkiye de, 2014 yılında ne iklim değişikliğinden muaftı ne de mücadeleden. Yağış oranlarının bölgesel olarak yüzde 70-80 oranlarında azaldığı, son elli yılın en kurak dönemini yaşadığımız 2014 yılında, hükümetin iklim değişikliğini pekiştiren, ekolojik yıkımlara yol açan küçük ya da büyük ölçekli tüm projelerine karşı; bazen yetmiş yaşında bir teyze ufacık bir parkı korumak için koca iş makinelerin önüne oturdu. Bazen binlerce insan kömürlü termik santralin yapımına karşı bedenleriyle zincir oluşturdu. Zeytin, mera, orman, park, nehir, göl, yaban hayatı 2014 yılı içinde korumak için verilen mücadelenin özneleriydi.
Haziran ayından bu yana Amasra halkının termik santrale karşı mücadelesi sürüyor. UNESCO Geçici Miras listesine giren Bartın’ın Amasra ilçesinde Gömü ve Tarlaağzı köylerine yapılmak istenen termik santrallere karşı bölge halkı ilk günden harekete geçti ve ilk ses getiren eylemlerini 4 kilometre boyunca oluşturdukları insan zinciriyle gerçekleştirdiler. Hemen sonra topladıkları 40.000 itiraz dilekçesiyle projenin askıya alınmasını sağladılar. İki farklı termik santralin gölgesinde yaşayan Soma’nın Yırca köyüne bir yenisini daha yapmak isteyen Kolin Şirketler Grubu, herhangi bir hukuk kuralı gözetmeksizin 6.000 ağacı kesti. Canlı hayatını
tehdit eden bu santral için yaşam alanlarını katletmekle yetinmeyip Yırca halkının da geçim kaynağına göz dikmiş oldular. Gece gündüz nöbet tutup dozerlere ve eli coplu özel güvenlik görevlilerine direnen köylüler ise darp edilip, alıkonulsalar da mücadeleden vazgeçmediler ve mahkeme, termik santral projesi için yürütmeyi durdurma kararı verdi. Son olarak ÇED Olumlu raporu için de durdurma kararı verilmesiyle binlerce zeytin ağacı yeniden dikiliyor. Önce HES yapılması istenen Kamilet Vadisi’ndeki Cihani Deresi için mücadele veren Artvin halkı, birkaç ay sonra Cerattepe’deki yeşil alanları maden işletmecile-
rinden korumak için harekete geçti. Tıpkı Yırca’da olduğu gibi hukuku hiçe sayarak yıkıma başlayan ve özel güvenlik görevlilerini bölgeye yerleştirmeye çalışan şirket karşısında köylüler, Rize İdare Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma kararına kadar gece-gündüz nöbet tutmaya devam ettiler. Geçtiğimiz ayların en ilginç eylemi, Hüseyin Ürkmez’in Nükleersiz Karadeniz için Hopa’dan İstanbul’a kadar bütün Karadeniz kıyılarını tek başına sandalıyla kürek çekerek kat etmesi oldu. Ağustos’ta başladığı yolculuğunu 2 Kasım günü İstanbul Ortaköy’de sonlandıran Ürkmez, nükleer santrallere karşı farkındalık yaratmayı hedeflediği projesinde oldukça destek gördü.
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
AKP’Lİ HIRSIZLAR HESAP VERECEK! OZAN TEKİN
EL KONULAN RÜŞVETLER İADE EDİLİYOR!
TBMM Soruşturma Komisyonu, AKP’li eski bakanlar Erdoğan Bayraktar, Zafer Çağlayan, Egemen Bağış ve Muammer Güler’in, haklarındaki yolsuzluk iddiaları nedeniyle Yüce Divan’a sevk edilip edilmeyeceğiyle ilgili 11 ayrı oylama yapacaktı. AKP liderliği karar veremedi, oylama 5 Ocak’a ertelendi. Medyada yer alan yorumlara göre Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran AKP’de farklı eğilimler var.
Yolsuzluklarla ilgili getirilen fakat pek kimsenin uymadığı yayın yasağından sonra, “17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk” soruşturmasının takipsizlik kararına yapılan itiraz reddedildi. Bunun üzerine Muammer Güler’in oğlu Barış Güler ile Halk Bankası eski Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın evinde bulunan paralar yasal faizi ile birlikte iade edilecek. Hükümet, 11 yıllık ortağı Gülen’in “terör örgütü lideri” ilan edildiği, Ergenekon’dan Balyoz’a tüm darbecilerin serbest bırakıldığı bir “darbeyi önleme” süreciyle yolsuzluk ve rüşvetin üstünü örtme hamlelerini tamamladı.
Yüce Divan’a sevk edilen AKP’lilerin orada aklanması mı daha iyi olacak, yoksa yargı ve emniyette çekilen operasyonlardan sonra “hukuki kanıt” bulunamamışken Yüce Divan’a sevk riskli mi olur, bütün bunlar seçim sürecine girilirken iktidar partisini nasıl etkiler, acaba “şeffaflaşma” görüntüsü için paket mi çıkarılmalı, yoksa eski bakanlardan bir ikisi feda mı edilmeli? Tayyip Erdoğan etrafında AKP liderliğinin oluşturduğu rant, rüşvet ve yolsuzluk ağının gizlenmesi, hükümet için çok kritik. Fakat hırsızlık düzeni ayan beyan ortada. Öyle ki, Başbakan’ın başdanışmanı Etyen Mahçupyan, AKP tabanının da yolsuzlukları bildiğini söylemişti. Sefaler içinde yaşıyorlar! TBMM Soruşturma Komisyonu’nca görevlendirilen MASAK uzmanının hazırladığı raporda, eski Bakanlar Zafer Çağlayan, Egemen Bağış ve Muammer Güler’in mal varlıklarının gelirleriyle orantılı olmadığı saptanıyor. Bilal Erdoğan’ın TÜRGEV’ine
Bodrum’daki 17 Aralık protestosundan. yapılan 100 milyon dolarlık bağış, şirketin 2012 yılındaki 16 milyon TL’lik giderine karşı 156 milyon TL’lik geliri açıklanamıyor. Recep Tayyip Erdoğan, başbakanlık yaptığı süre boyunca örtülü ödenekten 7 milyon TL para harcamış. Örtülü ödenek yurttaşların gelirleriyle finanse ediliyor, ancak nereye harcandığını
SOSYALİZM SOHBETLERİ Meltem Oral
SOSYALİZM ÜTOPİK Mİ? Son yıllarda dünyanın dört bir tarafında yaşanan ayaklanmalar ve 2008’de başlayan finansal krizin bedelini ödemek istemeyen Avrupa işçi sınıfının mücadelesi, kapitalist üretim ilişkilerini paramparça edecek bir alternatife daha yakın olduğumuz bir dönemde yaşadığımızı gösteriyor. Bize her zaman üretilen zenginliğin kolektif olarak paylaşıldığı, eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplum fikrinin yalnızca saf gençlik dönemi heyecanıyla savunulabileceği anlatılır. Sosyalizmin ütopik olduğu söylenir. Birçok kişi için dünyanın yok olabileceğini tahayyül
devlet bürokrasisindeki dar bir çevre dışında kimse bilmiyor.
hırsızlık, polis terörü ve tüm diğer suçlarını aklamaya çalışıyor.
Antikapitalist bir mücadele
Yolsuzluğun ve hırsızlığın hesabını soracak bir muhalefet, bu kamplaşmayı sınıf temelinde bölecek, ayakkabısı delik Recep amcalarla birlikte 1150 odalı sarayda yaşayan Erdoğan’a karşı çıkacak bir siyasal çizgide inşa edilebilir.
Tayyip Erdoğan, kendisini sıkıştıran her muhalefet karşısında mücadeleyi dindarlık-sekülerlik kamplaşmasına çekmeye çalışıyor. Kemalistlerin baskıcı yöntemlerle yarattıkları kutuplaşmadan faydalanarak,
etmek kapitalizmin devrilebileceği fikrinden daha gerçekçi. Milyarlarca insanın hayatta kalabilmek için bir avuç patronun emrinde, uzun saatler, fazla mesailerle, en büyük lüksünün bir televizyon olduğu ve onun için de aylarca taksit ödemek zorunda kaldığı koşullarda yaşaması sanki tarih boyunca hep varmış ve olacakmış gibi kabul edilebiliyor. Neoliberal politikaların azılı savunucusu İngiltere eski Başbakan’ı Margaret Thatcher’ın ünlü sözü kapitalizmin ideologları tarafından hâlâ mutlak bir gerçeklik olarak önümüze sürülüyor: Başka bir alternatif yok. Oysa gerçek olan şey yaşadığımız dünyanın rasyonel hiçbir tarafının olmadığı. 167.2 milyar liraya sahip olan Bill Gates bu dünyanın en zengin insanı. Ama içmek ve ellerini yıkamak için temiz suya erişemediği için bir yılda ölen 782 bin kişi de bu dünyanın parçasıydı. Steve Jobs’la Apple cihazları üreten Çinli işçiler
arasındaki fark neydi? Jobs günde 16 saat aralıksız çalışan işçilerden daha mı çok çalışkandı da milyarder oldu? Veya Çinli işçilerin hatası zengin olana kadar dayanamayıp, yorgunluktan intihar edecek kadar sabırsız olmaları mı? Böyle bir sistemde yaşamak çok rasyonel de sosyalizm mi ütopik? Kapitalizm rasyonel olmadığı gibi sürdürülebilirliği de olmayan bir sistem. Ancak kapitalist üretim ilişkilerini paramparça etmeden de bu eşitsizlikten kurtulamayız. Bağımsız komünlerimizi kurmak ve yaşam biçimimizi değiştirmek, kapitalizmi reddeden ‘korunaklı’ alanlar yaratmak sistemi parçalamak anlamına gelmiyor. Üstelik her gün üretim sürecinin parçası olmaya devam eden milyarlarca işçinin hayatı için de hiçbir anlam ifade etmiyor. Başka bir dünya mümkün. Zenginlerin daha zengin olmasını sağlayan ürünleri üreten işçilerin mücadelesiyle mümkün.