Sosyalist işçi 507

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

507

17 Aralık 2014 2 TL. sosyalistisci.org

n Yolsuzluk ve rüşvetin üstünü örtmek için Ergenekon ile ittifak kuran AKP, şimdi de “inlerine gireceğiz” dediği cemaate operasyona başladı n AKP’li yazarlar “hukuk sınırları içerisinde kalan” operasyon istiyor. Hükümetin ise hak ve hukukla alakası yok. KCK davası, Ergenekoncuların salınıvermesi bunun örnekleri n Operasyonların talimatını, Rıza Sarraf ve bakan çocuklarını serbest bırakan hakim verdi n Hükümet, 12 yıldır meydana gelmiş olan her türlü olumsuz gelişmeyi Gülen cemaatine yıkmanın derdinde n Türkiye ve dünyada basın örgütleri, insan hakları savunucuları operasyonları kınadı

OPERASYON YOLSUZLUĞU AKLAYAMAZ ABD’DE ON BİNLER YÜRÜDÜ: SİYAHLARIN HAYATI ÖNEMLİDİR!w

sayfa 4

ARİFE KÖSE YAZDI: KAPİTALİZM REFORMLARLA DÜZELTİLEBİLİR Mİ?

sayfa 8

n AKP’de yine çatlak var: Abdülkadir Selvi “Dünyaya rezil olduk” diyor n Hükümet operasyona karşı çıkanları “cemaatçi” diye itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Tıpkı birkaç yıl önce Ergenekon’a karşı çıkanlara “AKP’li” diyenler gibi n Gezi direnişşilerini karalayan haberler yapan, Roboski’de “kaçakçılar vuruldu” diyen Zaman gazetesi “demokrasi”yi hatırladı n Cemaate yakın isimler KCK davaları veya Hrant Dink cinayetindeki rolleri nedeniyle değil yolsuzluk ve rüşvet operasyonları nedeniyle gözaltına alınıyorlar. n Şimdi hukuku keyfine göre kullananlara, yolsuzlukları aklamaya çalışanlara, darbecileri, Ergenekoncuları salıverenlere, çözüme, barışa karşı olanlara ses çıkartmalıyız. Özgürlük istiyoruz!

sayfa 6-7 MEMET ULUDAĞ, İRLANDA’DAKİ SU HAKKI MÜCADELESİNİ ANLATIYOR

sayfa 11


2

GÜNDEM

ÖCALAN ÇÖZÜM İÇİN BASTIRIYOR

BALYOZ DARBE PLANI GERÇEKMİŞ! Hükümetin 17 Aralık’ta açığa çıkan yolsuzluk ilişkilerini aklamak için geliştirdiği teoriyi hepimiz biliyoruz. Yolsuzlukları devlet içindeki bir “çete”, hükümete darbe yapmak için gündeme getirdi. Teori burada bitmedi. Her teorinin başka gelişmeleri de açıklayacak bir iç tutarlılığa ihtiyacı olduğu için, “bu çete neler yapmış başka?” sorusuna da yanıt vermek zorunluydu. Hükümetin buna yanıtı, daha önceki darbe girişimlerinde bulunan delillerin de bu “çete”nin işi olduğunu kanıtlamak oldu. Sonuçta, hükümete operasyon yapan çetenin daha önceden de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne operasyon yaptığını anlatmaya başladılar. Böylece hükümet kendisini aklamak için, paralel yapı adını verdiği cemaatin mağdurlarından birisinin de Balyoz darbe girişiminden yargılanan TSK üyeleri olduğunu açıkladı. Balyozcular, en başından beri, Balyoz davasının itibarını yok etmek, dava hakkında şüphe yaratmak istiyorlardı. Balyozcuların aileleri, damatları, gazetecileri de tüm dava sürecinde dava hakkında kamuoyunda şüphe yaratmayı amaçlamışlardı. Bu şüphe tohumları hükümetin şüphe yaratan dalgasıyla birleşti. Balyoz davası yeniden görülmeye başladı. Bu sırada garip bir şey oldu. Mahkemede daha önce “darbe girişimini ben engelledim” diyen ama son mahkemede “darbeden haberim yok” diyen dönemin ordudaki ikinci adamı eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, Hürriyet gazetesine verdiği röportajda bir darbeden söz ediyor. Çetin Doğan’ın kendi emri dışında EMASYA’yı görüştüğünü, yani iç tehdidi masaya yatıran bir plan semineri gerçekleştirdiğini açıklayan Yalman, “Ama ben bu hareketi gerçek bir darbe olarak görmüyorum” derken, tek gerekçesi, gerçek bir darbenin birkaç yıllık bir planmalaya bağlı olarak ele alınabileceği. Nitekim aynı röportajda, Aytaç Yalman, Balyoz seminerini, “Benim için gerçekdışı bir darbe ve bir kahramanlık gösterisidir” diyerek ele alıyor. Aytaç Yalman’ın söyledikleri çok açık. Balyoz bir darbe planıdır ama hayata geçme ihtimali yoktur, bu yüzden gerçek dışıdır! Balyoz davası hakkında şüphe yaratmaya ve Balyozcuları aklamaya çalışanlar için şimdi susma vaktidir.

“Taleplerimiz karşılanana kadar bahane,

geri çekilme, uzlaşma, teslimiyet olmasına izin vermeyelim! Cesur ve adaleti seven insanlar olarak sıkı duralım! Özgürlük-adalet-eşitlik ya da ölüm!

New York’taki ırkçılık karşıtı büyük eylemin basın metninden

İmralı’da hapis yatan Abdullah Öcalan, kendisiyle görüşen HDP heyetine sunduğu kapsamlı müzakere yol haritasının yanı sıra 10-11 Kasım’da düzenlenen Avrupa Birliği Kürt Konferansı’na yolladığı mesajda şunları söyledi: “İki yıla yakın bir süredir büyük bir umut ve kararlılıkla yürütmüş olduğumuz demokratik çözüm ve barış sürecinin, müzakere aşamasına geldiği son derece tarihsel bir süreci yaşıyoruz. Bu demokratik müzakere süreci yüzyıllık bir sorunu adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturmakla kalmayacak aynı zamanda ortaya çıkaracağı demokratik siyasal sonuçlar itibariyle Ortadoğu barışına ve halkların demokratik ortak geleceğine büyük bir katkıyı da beraberinde getirecektir.” Bu açıklamaların yanı sıra, Öcalan kendisiyle görüşen heyetlere Nisan ayının ortasına kadar hükümetin bir dizi önemli adımı atması gerektiğini vurguladı. Hükümet ise tüm sermayesini Öcalan’ın PKK’ye yapacağı “Silahı bırakın” çağrısına yatırmış durumda. Oysa böyle bir açıklama yapılmayacağı çok açık. Hükümet temsilci-

leri hiçbir adım atmazken, sorunu her seferinde PKK’nin silahsızlanmasına indirgiyor. Karşılıklı pratik adımlar silsilesinin en son adımını en başa koyan hükümet adına konuşan Yalçın Akdoğan HDP heyetiyle yaptığı görüşmeden sonra, “HDP’lilerle görüşmede sürecin genel değerlendirmesi yapılmış; özerklik, genel af, İmralı’nın taslağı gibi konular kesinlikle konuşulmamıştır.” diyerek, çözüm sürecinde hükümetin derdinin ne olduğunu açığa çıkarttı. Kobanê’yle dayanışma eylemlerinden sonra “kamu güvenliği” vurgusunu öne çıkartan hükümet kanadı, süreci asayiş sorunu olarak ele aldıkça, çözüm sürecinin bir barış sürecine evrilmesi zor görülüyor. KCK’nin tüm liderlik kadrosu HDP heyetine, Abdullah Öcalan’ın sunduğu 66 maddelik müzakere taslağını bütün olarak kabul ettiklerini ve bu taslağın hayata geçmesi için ellerinden geleni yapacaklarını açıkladı. Şimdi ya hükümet pratik adımlar atmalı ya da kendisi bir müzakere taslağını gündeme almalı. Ara yol yok! Bu müzakere taslağı da sürece en az Abdullah Öcalan kadar ciddi bir şekilde yaklaşmalı.

Cumartesi Anneleri, insan hakları mücadelesinin simgesi.

İNSAN HAKLARININ GARANTİSİ MÜCADELE Geçtiğimiz hafta, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilan edilişinin 66. yıl dönümüydü. 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde dünyadaki durum aşağı yukarı şöyleydi: ABD’de siyahları vurarak öldüren polislerin ceza almamaları nedeniyle protesto gösterileri düzenlendi, CIA’in 11 Eylül sonrası tutuklulara yaptığı işkencelerde tüm uluslararası hukuku ihlal ettiği ortaya çıktı, İsrail sokak ortasında bir Filistinli bakanı vurarak öldürdü. Uluslararası Af Örgütü’nün raporuna göre son beş yılda 141 ülkede işkence vakası görüldü. 10 Aralık mesajında dünyanın muhtelif yerlerinde yaşanan insan hakları ihlallerinden üzüntü duyduğunu açıklayan Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’sinde de manzara pek farklı değil. Meclisten geçirilen son güvenlik paketi, “makul şüphe” kaydıyla polise her yerde arama yetkisi veriyor, gözaltı ve ateşli silah kullanma teşvik ediliyor. Türkiye’de insan hakları için kurulan Kamu Denetçiliği Kurumu, Gezi direnişi günlerinde polisin değil aktivistlerin “toplumu terörize ettiğini” savunuyor. TİHV ve

İHD tarafından yayımlanan raporlara göre 2014 yılında 2 bin kişi insan hakkı ihlalleri nedeniyle öldü. Bini aşkın kişi işkence gördüğünü beyan etti. İnsan hakları, egemenler tarafından bize bahşedilmiş şeyler değil, bizzat sıradan insanların verdikleri mücadeleler sonucu elde edildiler. Dolayısıyla hâlâ bir mücadele konusu olmaya devam ediyorlar. İnsan hakları ancak demokrasi ve özgürlük için verilen kitlesel mücadelelerin kazanımlarının olduğu yerlerde gelişebilir.

ÇOCUKLARINI ÖLDÜREN BABAYA DEVLET DENİR...

İŞSİZLİK ARTIYOR

2014 Eylül ayında işsizlik oranında Şubat 2011’den bu yana en yüksek rakam yakalandı. Son dört yılın zirvesinde, işsizlik Eylül ayında resmi verilere göre %10.5 olarak gerçekleşti. Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2014 yılı Eylül döneminde 3 milyon 64 bin kişi oldu. AKP hükümeti, ekonomik büyümeyle övünürken, yoksullar bundan pay alamıyor. Kişi başı milli gelir 2 bin liraya yaklaştı. 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 1125, yoksulluk sınırı ise yaklaşık 4 bin lira. Asgari ücret ise hâlâ bunların altında, 891 lira. Milyonlarca asgari ücretli, bir öğün yemek için yalnızca 75 kuruş ayırabilecek düzeyde sefalet içinde yaşarken 3 milyon kişi de işsiz. Öte yandan milletvekili maaşları 23 bin lira. Tayyip Erdoğan’ın 1150 odalı Ak Saray’ına 1 milyar 370 milyon TL harcandı. İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Türkiye’nin gelir dağılımında kaydettiği ilerlemeye karşın, üyeleri içinde servetin en adaletsiz biçimde paylaşıldığı ikinci ülke olduğunu açıkladı.

KARGA KAFASI

KEMAL GÖKHAN GÜRSES


GÜNDEM

YENİ TÜRKİYE GÜVENLİK REJİMİ İç güvenlik paketinde yer alan mahkemeye gitmeden bir dilekçeyle soyadı ve isim değişikliğinin yapılabilecek olması, pasaport ve sürücü ehliyetlerini artık polisin vermeyecek olması, jandarma ve sahil güvenlik güçlerinin askeri olmayan konularda doğrudan İçişleri Bakanlığına bağlı olması gibi bir dizi düzenleme bir iyileşme izlenimi yaratıyor. Bu tür düzenlemeler kişilerin günlük yaşamlarını kolaylaştırmasını sağlasa da paketin tamamı göz önüne alındığında “Yeni Türkiye”nin, “kamu düzeni” adlı güvenlik politikalarını artıran, sınırlı özgürlüklerden ibaret bir toplumsal düzenek olduğu daha fazla açığa çıkıyor. Vesayet devam ediyor Pakette CMK’da Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda yapılan bir takım değişiklikler, özgürlükler alanını genişletmediği gibi 2005 öncesini hedefliyor. Kolluk güçlerine savcının talimatı olmadan dört güne kadar uzayabilen gözaltına alma yetkisi veriyor. Gözaltına alma yetkisinin uygulama

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

KATİLLER! ABD senatosu CIA’nin 11 Eylül saldırılarından sonra uyguladığı işkence tekniklerini açıkladı. ABD’nin bir devlet aygıtı olarak yeryüzündeki en gelişkin, en tehlikeli katliam mekanizması olduğu bu raporla bir kez daha görünür oldu. Rapor, gerçekten de insanı dehşete düşüren bilgilerle dolu:

alanı genişletiliyor. Yeni düzenlemede vesayet rejiminin sona ermesine yönelik herhangi bir değişiklik de söz konusu değil, atanmışlardan oluşan vali ve kaymakamların yetkileri genişletiliyor. Sıkıyönetim dönemlerinde komutanlara verilen soruşturma ve gözaltına alma yetkisi yine atanmışlardan oluşan vali ve kaymakamlara veriliyor. Paket, polis ve jandarmanın 24 saat sonra hâkim ve savcılar yerine mülki amirden alınan izinle gelebilecek arama yapmasını öngörüyor. Sermayeye değil emekçiye barikat Toplantı ve gösteri özgürlüğüne kısıtlamalar getiren pakette “ben nerede nasıl istersem öyle gösteri “ anlayışı kendini gösteriyor. Hükümetin “terör örgütünün propagandasına dönüşen gösteriler” diye adlandırdığı gösterilerde cezanın alt sınırını 3 yıla çıkartarak bu konuda geçen yıl son verilen tutuksuz yargılanma olanağı da ortadan kaldırılıyor.

HRANT’IN KATİLLERİ AKLANAMAZ! Hrant Dink’i katleden tetikçi Ogün Samast’ın çeşitli emniyet mensupları hakkında verdiği bir takım ifadelerin ardından hükümete yakın havuz medyası cinayetin sorumlusu olarak “paralel yapı”yı göstermeye başladı.

Samast, son ifadesinde, kamuoyunda cemaatçi olarak bilinen polis şeflerinin adını veriyordu. Agos gazetesinin Samast’ın konuşmasını yorumlarken söylediği gibi: “Bugün, AK Parti iktidarı ile Gülen cemaati arasındaki 10 yıllık ortaklığın bozulmasının ardından, yeni bir çatışma ve kutuplaşma dönemini yaşıyoruz. Tarafların birbirlerini zayıflatmak için her yolu mubah saydığı bir savaş bu. Anlaşılan o ki, bu kin ve ihtiras dolu ortamda, Hrant

Dink cinayeti, iktidar tarafından, Cemaat’e karşı kullanılabilecek bir silah olarak görülüyor. Memleketin en büyük adalet sınavlarından birinin araçsallaştırıldığı çirkin bir plan bu.” Cinayette hepsinin rolü var Hrant’ın Arkadaşları’ndan Ümit Kıvanç’ın, Samast’ın konuşmasından sonra şöyle yazdı:

“Önce hatırlatayım: MGK “misyoner tehlikesi”ne ilişkin kararlar aldı - Genelkurmay, Hrant’ı suçlayıp tehdit eden özel açıklama yaptı - Yargıtay âdetâ onun için “öldürülebilir” vizesi verdi - Hrant’ın öldürülüşüne giden süreçte hem polis hem jandarma var; tıpkı katile Türk bayrağı verip poster

HAFTANIN IRKÇISI YENİ AKİT GAZETESİ Yeni Akit gazetesinin her sayısında ırkçı yazılar, yorumlar ve hedef göstermeler var. Ama “Berkin Elvan meğerse Yunanlı Yorgo’ların kardeşiymiş” başlıklı haber ırkçılıkla vicdansızlığın elele gittiği bir örnek olarak geçtiğimiz hafta öne çıktı.

3

pozu ve video çektirirken olduğu gibi - hem Trabzon polisi hem İstanbul polisi var - Hrant’ı tehdit edenler MİT görevlisiydi - MİT, mahkemeye “cinayet hakkında elimizde bilgi yok” diye yazı yazdı - Ramazan Akyürek, önce Trabzon Emniyet Müdürü, sonra Emniyet İstihbarat Daire Başkanı’ydı - ordu, polis, yargı, MİT, hükümet, Cemaat: bu güçlerden hiçbiri, cinayetin aydınlatılması için kayda değer hiçbir çaba göstermedi; aksine, soruşturmayı geciktirme, saptırma, imkânsızlaştırma ve delil karartma konularında elbirliğiyle çalıştılar. Buradan, “bu işi Cemaat yaptı” çıkmaz. “Cemaat de işin içindeymiş” çıkar. Öbürleri gibi, öbürleri kadar.”

Yeni Akitçiler, kısa bir haberde hem ırkçılık yaptılar, hem 15 yaşında polisin attığı gaz bombası nedeniyle ölen Berkin Elvan’ı karalamaya çalıştılar hem de Gezi eylemlerini “dış mihrakların” oyunu olarak gösterip karalamaya çalıştılar. Yeni Akit’teki ırkçı haberin nedeni, Yunanistan’da yapılan gösteride Berkin Elvan’ın da anılmasıydı. 2008’de Yunanistan’da polis tarafından öldürülen Alexis Grigoropoulos’u anan aktivistler, Alexis’in ağzından “Kardeşimsin Berkin” yazılı bir pankart astılar. Polis tarafından öldürülenlerin enternasyonal dayanışmasını polis cinayetlerini de meşrulaştırarak haber yapan Yeni Akitçilerin anlaması zaten mümkün değil.

n CIA ajanları bir esiri düzmece bir idam sehpasına koydu, boğazına ip geçirip esiri konuşturmak için uzun süre infazla tehdit etti. n Birçok vakada saldırgan sorgu tekniklerine başvuruldu. Esirlerden bazıları 180 saat uykudan mahrum bırakıldı. n Betona zincirlenen bir esir hipotermiden (vücut ısısını kaybetme) öldü. n Kafalarına kukuleta geçirilen bazı mahkumlar çıplak halde koridorlarda sürüklendi, kırbaçlanıp dövüldü. n Birkaç esir gördükleri işkencelerden halüsinasyon, paranoya ve uykusuzluğa maruz kalarak kendilerine zarar vermeye kalkıştı. n El Kaide zanlısı Ebu Zübeyde, suda boğulma hissi yaratan sorgu yöntemine uzun süre maruz kalınca tamamen tepkisizleşti. Ağzından köpükler çıkmaya başladı. Ebu Zübeyde ayrıca 266 saat tabut şeklindeki bir kutuda bekletildi. (Basında çıkan özetlerden) Taraf gazetesinden Sezin Öney, Ebu Zübeyde’nin başına gelenleri aktarmış. Ebu Zübeyde 11 Eylül saldırılarıyla ilgili FBI’a önemli bilgiler veriyor. Bu bilgiler “insani diyalog yoluyla” alınıyor. Bu yöntemin ne kadar tehdit içerdiği ayrı bir tartışma konusu ama devreye CIA’yle anlaşmalı psikologlar giriyor ve Zübeyde’ye en ağır yöntemlerle öldüresiye işkence yapıyorlar. Raporda, bazı esirlerin dışkılarının atılmasına izin verilmediği, dışkılarıyla birlikte aynı alanda yaşamak zorunda kaldığı, bazı esirlere matkapla işkence yapılırken, bazılarına süpürge sapıyla tecavüz tehdidinde bulunulduğu gibi bilgiler yer alıyor. Raporun 6 bin 200 sayfalık kısmı hala gizli tutuluyor. Ama açıklanan kısmı bile ABD’nin ışıl ışıl demokrasisinin vahşi, hukuk dışı bir devlet mekanizmasını maskelediğini çok keskin bir şekilde açığa çıkartıyor. Bush ve Chenney gibi dönemin ABD yöneticileri CIA’nin işkencelerini savunmaya geçti. CIA tutuklulara işkence yaparken, ABD Irak’ı bombalıyor, işgal ediyor ve yüz binlerce Iraklıyı öldürüyordu. ABD yine Irak ve Suriye’yi bombalıyor. Yine insani yardım yaptığını söylüyor. İnsani yardım ve ABD, insani yardım ve CIA! Bu yalanların, işkencelerin hesabını sormak tüm dünyada tüm savaş karşıtlarının temel görevlerinden birisi olmalı.

KİTAPÇILARDAN VE SOSYALİST İŞÇİ DAĞITIMCILARINDAN ALABİLİRSİNİZ


4

DÜNYA

ABD: ONBİNLER IRKÇILIĞA VE POLİS ŞİDDETİNE KARŞI YÜRÜDÜ

CIA: İŞKENCE MERKEZİ

ONUR DEVRİM ÜÇBAŞ

ABD’de son zamanlarda artan ırkçı polis cinayetlerine karşı çıkan onbinlerce kişi başta New York, Washington, Boston, Chicago ve Oakland olmak üzere pek çok şehirde sokakları doldurdu. 50.000’den fazla kişinin katıldığı ve ana sloganı “Siyahların hayatı önemlidir” olan New York’taki eylemde göstericiler New York Polis Teşkilatı’nın merkezine yürüdüler. Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu eylemde beyaz, siyah, Asyalı, Hispanik, Müslüman, Hristiyan ve Yahudi Amerikalılar birlikte yürürken, sendikalar da eyleme kitlesel bir şekilde katıldı. Kortejin en önünde çocukları polis tarafından öldürülen anneler yürüdü. Eylemin talepler arasında; polisleri şikayet edebilmek için seçimle gelen sivil bir kurul oluşturulması, polis cinayetlerini araştıracak bağımsız ve cezalandırma gücü olan her dereceden polisi soruşturabilecek bir kurumun hayata geçirilmesi, görevini istismar eden polis görevlilerinin soruşturma devam ederken ücret ödenmeksizin açığa alınması, polislerin üstlerinde, araçlarında ve silahlarında bulunan kameralardan elde edilen görüntülerin halkla paylaşılması, her türden örtbas olayının ağır şekilde cezalandırılması, polislerin her türlü görevi istimar vakasını rahatça soruşturma makamlarına bildirebilmesinin güvence altına alınması ve ırksal ayrımcılığa son verilmesi yer aldı. 9 Ağustos’ta Micheal Brown polis tarafından vurulmuş, 17 Temmuz’da polis silahsız Eric Garner’ı yere yatırmış ve koluyla nefesini keserek öldürmüştü. Her iki vakada da mahkeme polisi aklamıştı. 5 Ağustos’ta John Crawford III, 20 Kasım’da Akai Gurley öldürülürken, polisin son kurbanı 12 yaşındaki Tamir Rice olmuştu. Elindeki plastik silahla oynayan Rice, polisin bulunduğu yere gelmesinden 2 saniye sonra vurularak öldürüldü. Polisler, Rice’ı vurduktan sonra ona sağlık müdahalesi yapmamışlar bunun yerine 14 yaşındaki kardeşini kelepçeleyip, annesini tutuklamakla tehdit etmişlerdi. Rice’ı görüp polisi arayan kişi silahın büyük ihtimalle oyuncak olduğunu söylemişken bu bilgi polise iletilmemişti. Ateş eden polis daha önce çalıştığı yerden “duygusal olarak dengesiz” olduğu için göreve uygun bulunmayarak işten çıkarılmıştı. KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse

İSRAİL’İN CİNAYETLERİ BİTMİYOR Ortadoğu’nun 1948’den beri önüne geçilemez seri katili İsrail, geçtiğimiz haftalarda Filistinli bakan Ziyad Ebu Ayn’ı öldürdü. Fetih hareketinin üyesi Ebu Ayn, Filistin birlik hükümetinde Yerleşimler ve Ayrımcı Duvara Karşı Faaliyetler Bakanı olarak görev yapıyordu. Filistinliler’den 1948’de zorla alınan topraklar üzerine kurulan İsrail, Siyonist fikirlere dayalı yerleşimci bir devlet olarak yaratıldı. Bu fikir Yahudilerin ancak ayrı bir devlette yaşayarak huzur bulabilecekleri inancına dayanıyordu. Filistin topraklarını seçmelerinin nedeni ise, bu bölgenin 2 bin yıl önceki İsrail’in bulunduğu yer olduğu inancıydı. Bu toprakları kontrol etmelerinin tek yolu ise emperyalist güçlerin desteğiydi. İsrailliler sadece nüfusun yüzde 30’unu oluşturuyor olmasına rağmen, 1947’de Birleşmiş Milletler Siyonistlere Filistin topraklarının yüzde 55’ini veren bir çözüm ilan etti.

Guantanamo Kampı Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı’nın (CIA) sorguladığı esirlere yaptığı işkenceler ortaya çıktı. Senato İstihbarat Komitesi’nin hazırladığı raporda James Mitchell ve John Jessen isimli ki psikologun önerdiği işkence yöntemlerinin uygulandığı, iki psikologun bunun karşılığında 81 milyon dolar aldıkları kaydediliyor. CIA’nin işkence yöntemleri arasında; matkapla işkence, süpürge sapıyla tecavüzle tehdit etmek, 180 saat uykudan mahrum bırakmak, çıplak kırbaçlayıp dövmek, boğulma hissi yaratacak şekilde ağzını kapayıp kafasına su dökmek, kırık ayak üzerinde durmaya zorlamak ve esirleri annelerine tecavüzle tehdit etmek de bulunuyor. CIA Beyaz Saray’a en az bir kişinin öldüğü işkencelerin “verimli yöntemler” olduğunu söylemişti. Raporun ardından dönemin ABD Başkanı George W. Bush CIA’yi savundu.

KÜRESEL MÜCADELELER New York, 13 Aralık 2014. Siyonistler 1948’de Filistinlilere yönelik büyük bir saldırı başlattı ve Filistinlileri evlerinden attı. O günden beri mülteci kamplarında onlarca nesil yetişti. Bu insanlar bugüne kadar evlerine dönemedi. İsrail 1967’den bu yana Filistin’in geri kalanını da, yani Gazze ve Batı Şeria’yı da işgal etmiş durumda. Gazze bir hapishane kampı. İsrail buraya bütün giriş çıkışları (Mısır ile bağlantıyı kuran gizli tüneller dışında) kontrol ediyor. İsrail’in kurulduğu yıllarda Batı için bölgedeki en büyük tehdit ulusal kurtuluş hareketleriydi. Batı, bölgedeki kaynakları ve Süveyş kanalı gibi önemli ticaret yollarını kontrol edebilmek için kendisine olabildiğince çok ittifak bulmaya çalıştı. İsrail, Batı’nın bölgedeki bekçisi oldu. ABD bir yandan Vietnam’da savaşırken, İsrail de Ortadoğu’da onun adına Altı Gün Savaşı’nda Mısır, Suriye ve Ürdün’ü yendi. İsrail o günden bu yana ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki durumunda. Bunun karşılığında her yıl ABD’den milyarlarca dolar yardım alıyor. Filistin sorununun İsrail’in ayrı bir devlet olarak var olmaya devam ettiği bir biçim ile çözülmesi mümkün değil. Çünkü İsrail’in var olmasının yolu Filistinlilerin haklarını yok saymak. Tek çözüm, Yahudilerin ve Arapların birlikte yaşayacakları tek bir devlet olması ve Filistinlilerin evlerine geri dönmelerine olanak tanınması.

n Belçika’da geçen ay 130 bin işçinin hükümetin kemer sıkma ve emeklilik yaşını yükseltme saldırısına karşı sokaklara dökülmesinin ardından genel grev geldi. Fabrikaların ve işyerlerinin tamamına yakını kepenklerini kapatırken, pilotlar grevde olduğu için 600 sefer iptal edildi. Tren, metro ve otobüs seferleri yapılmadı. Anvers, Zeebrugge ve Gent limanları da grevle durdu. Belçika’da dokuz yıl aradan sonra gerçekleşen genel grev, son bir ayda farklı şehirlerde yapılan bölgesel grevlerin üzerine geldi. Kamu ve özel sektörde çalışan işçiler bunun sağcı koalisyon hükümetine ilk uyarı olduğunu söylüyor. n Rusya’da başkenti Moskova’da doktorlar sağlık ve eğitimden yapılan bütçe kesintilerini protesto etti. Yeni sağlık sigortası sisteminden dolayı bir çok polikliniğin kapanacağından söz eden eylemciler şunları söyledi: “Bu kendiliğinden ortaya çıkan bir protesto hareketi. Sağlık ve eğitim harcamalarında bütçe kesintilerine gidiyorlar. Bu yüzde doktorlar işsiz kalacak, bazı okullar birleşecek. Elbette insanlar bu reformdan memnun değil ve burada tepkilerini ortaya koyuyorlar.” n Makedonya’da hükümetin eğitim reformu tasarılarını ve üniversite dışından ek sınav uygulamasına karşı Üsküp’te 10.000’den fazla öğrenci sokağa çıktı. Öğrenci eylemine büyük medya şirketleri tarafından sansür uygulanırken, bazı liselerde öğrenciler eyleme katılmamaları için okula kitlendi.


RÖPORTAJ

5

“AKP neoliberal, nobran ve kibirli bir liderliğe sahip” DSİP Eş Sözcüleri Meltem Oral ve Şenol Karakaş ile AKP’nin son manevralarını konuştuk. AKP ne yapıyor sizce? Gezi direnişinden bu yana AKP politikalarını nasıl yorumluyorsunuz? Meltem Oral: AKP neoliberal, sağcı bir burjuva partisi neler yaparsa onu yapıyor. AKP’nin ne yaptığını anlamayı zorlaştıran şey onun ne olduğu analizinin genellikle doğru yapılmaması. AKP, küresel sermayeyle entegrasyonunu güçlendirmek isteyen, bölgede kendi hegemonya alanlarını kurmak ve geliştirmek isteyen, içerde maksimum kâr elde etmek için rekabet eden büyük sermayenin yıllardır aynı ekonomik programı uygulayan partisi. Bu nedenle, AKP sermayenin programını uyguluyor. Bu programın, sonucu iş cinayetlerinde en net şekilde görülen, doğrudan işçi sınıfının yaşam standartlaryıla ilgili bir yanı var. Bunun yanı sıra egemen sınıfın ekonomik büyümesi için mahkum olduğu habire yeni enerji ihtiyacı var. Bugün Türkiye’nin en büyük 10 şirketinden 6’sı petrol ve enerji sektöründen. Yaşanan rant ve talan çılgınlığının kimlerin çıkarına olduğu ortada. AKP bu programı hayata geçiriyor ve başlangıçta daha reformlardan yana görünen yüzü şimdi geri plana itti. Bu programı uygularken hem ekonomik krizden uzak durmayı başaran ve nispeten büyüyen bir ekonominin üzerinde durması hem de demokrasi dışında güçlerle tepişmesi, öte yandan da muhalefetin hiçbir şey vaad etmeyen hâli AKP’nin sarsılmadan bugünlere gelmesini ve yoksullardan oy almasını sağladı. Ama 2011 seçimlerinden beri reformlara meyleden değil, siyasal demokrasinin nefes borularıyla zoru olan bir parti görünümünde. Bu durum, AKP’nin içine battığı, yolsuzluk bataklığının boyutlarının muazzamlığıyla ilgili. Bu açığa çıktı. Hırsızlık açığa çıktı. Bu durumu ancak, düşmanlar yaratarak, sürekli meydan okuyarak, sürekli savaş hâlinde bir organizma gibi davranarak gölgeleyebilirlerdi. Aynen böyle yapıyorlar. Başarıyorlar da, yolsuzluktan daha fazla, “paralel yapı” konuşuluyor. Şenol Karakaş: Enteresan olan, bu gelişmelere “Yeni Türkiye” adlandırmasını verenlerin durumu. Bir kişinin halk oyuyla cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Erdoğan’ın seçim kampanyasının sloganını siyasal bir hat hâline getirmeye çalışanlar oldu. Oysa şişe biraz yeni gibi görünse de şarap eski şarap! “Ananı da al git!” diyen adam Soma’da madenci yakınlarını şahsen dövmeye çalışan adam. Aynı zamanda emlak komisyoncusu gibi çalışan adam, aynı zamanda Kalkavan gibilere ihalelere nasıl girmesi gerektiğini anlatan bir adam. Halk

“Muazzam gelişmeler de yaşanıyor. Askeri vesayeti geriletiyoruz, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını sağlıyoruz, Gezi gibi bir direniş patlak veriyor, Kürt halkı mücadele ediyor ve liderlerini devlet muhatap almak zorunda kalıyor. “ oyuyla seçildi diye Türkiye yeni olamaz. Yenilik sınıf dengeleriyle ilgili bir süreçtir ve sınıf dengelerinde hiçbir değişiklik yok. AKP döneminde işçilerin reel ücretleri önceki dönemlere göre daha yüksek. Bir miktar yeni müteahhitler sınıfı şekillendi ama Türkiye’nin efendisi hâlâ TÜPRAŞ, Koç grubu, büyük sermaye. AKP’nin yeniliği 21 Şubat 2001 krizine öfke duyan yoksulların sesi olacağı yönündeki beyanıydı. Muhalefetin köhnemişliği, ulusalcılığı nedeniyle büyük sermayenin programını kolaylıkla hayata geçiren AKP, bunu yaparken yoksulların platformu gibi görünmeyi başardı. Askeri vesayetle cebelleştiği içinde darbelere karşı mücadele eden siyasi güç olarak göründü. Bu dönemde kendisini darbeyle devrimek isteyen güçlere karşı, genel bir demokrasi programını savunuyormuş gibi hareket etti. Oysa AKP ordunun kendisine, yapısına, işleyiş mekanizmalarına değil, ordunun kendisini devirme ihtimaline karşıydı. Bu ihtimal geri çekildiğinde reformları, yoksulları savunuyor görüntüsünden tümüyle koptu. Orduyla anlaştı. Yolsuzlukların açığa çıkması, AKP’nin daha sağ politikaları uygulama konusunda daha aceleci davran-

masına neden oldu. Yolsuzluklar olmasa, Gezi direnişi olmasa daha ağırdan alarak gideceği daha sağ çizgiyi hızla kat etmeye başladı. Neoliberal kibirle dolu nobranlık, AKP liderliğinin kendini savunma mekanizmasının yüzsüzce açığa vurulması olarak görülmek zorunda. Peki çözüm süreci bir olumluluk değil mi? Meltem Oral: Türkiye’deki genel manzarayı ya hepten berbat ya da her yönüyle muhteşem olarak kodlamak yanlış olur. Bu hem AKP’nin hem de ulsulacıların kutuplaştırıcı politikalarının yarattığı toplumsal kamplaşmanın bir sonucu. Her gelişmeyi 1990’larla kıyaslayanlar var. 1990’larda yaşamıyoruz artık. Muazzam gelişmeler de yaşanıyor. Askeri vesayeti geriletiyoruz, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını sağlıyoruz, Gezi gibi bir direniş patlak veriyor, Kürt halkı mücadele ediyor ve liderlerini devlet muhatap almak zorunda kalıyor. Hiçbir kazanım yokmuş gibi karamsar bir hava yaratanlar, her gelişmenin ve olumluluğun AKP’nin hanesine yazılmasına neden oluyor.

Şenol Karakaş: Bu açıdan, çözüm süreci çok olumlu, önemi tartışmassız bir olgu. Çözüm sürecine göz bebeğimiz gibi bakmamız gerektiğini düşünüyoruz. Bu, tarihsel bir kazanım. Mücadeleyle elde edilmiş bir kazanım. Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçiminde elde ettiği büyük zafer de böyle. Çok olağanüstü bir başarıydı bir Kürt cumhurbaşkanı adayının yüzde 10 civarında oy alması. Bu kazanım yokmuş gibi davrananlar şöyle insanlar: AKP döneminde hiçbir iyi adım atılamaz, siyasi gelişme yaşanamaz diyenler. Böylece çözüm sürecini de gölge altında bırakan genel ve yaygın bir karamsarlığın oluşmasını hızlandırıyorlar. Mücadele ettiğimizi, daha kalıcı mücadelelere imza atabileceğimizi, Kürt halkının ardından batıda da korku duvarının aşıldığını, AKP’nin bir blok olarak gidişattan memnunlar kitlesini oluşturmadığını anlatabilmek lazım. Çözüm süreci hem demokratik gelişmeler hem de Kürt halkının özgürlüğünün sağlanması ve bir bütün olarak morallerin yükseltilmesi açısından da çok önemli.


6

GÜNDEM

AKP’DA ÇATLAK SES: “DÜNYAYA REZİL OLDUK” Bir grup AKP’li operasyonları canhıraş savunurken, Abdülkadir Selvi, Yeni Şafak gazetesinin “Hesap zamanı” manşetine karşı “Dünyaya rezil olduk” diye yazdı. “Kim yaparsa yapsın yanlışa itiraz ediyorum” diyen Selvi, “Bu operasyonu yapanlar nasıl bir algı yönetimine hizmet ettiklerinin farkında mı? Yaptıkları Türkiye’yi dünyaya rezil etmekten başka bir işe yaramadı” ifadelerini kullandı. AKP’de son dönemde her konuda yeni ayrışmalar ve gruplaşmalar yaşanıyor. “Yolsuzluklar tamamen palavra değil” diyen Başbakan’ın başdanışmanı Etyen Mahçupyan, Mehmet Metiner’in liderliğinde bir grup milletvekilinin saldırısına uğramıştı. Daha önce Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanı Yiğit Bulut, açıktan Abdülkadir Selvi’yi hedef aldı. Gezi sonrası dönem AKP sürekli krizlerle boğuşurken, bunların yansımaları parti örgütlerine ve tabana da yansıyor.

OPERASYONA KARŞI ÇIKMAK CEMAATİ SAVUNMAK MIDIR? AKP’liler operasyonlara karşı çıkanları “Gülenci” ilan etmeye çalışıyor. Tıpkı bundan birkaç sene önce darbecilere karşı çıkanların tümüyle “AKP’ci” olarak karalanıp itibarsızlaştırılmaya çalışılması gibi. O gün de demokrasiden ve özgürlükten yanaydık, bugün de öyleyiz. Cemaatçiler Hrant Dink cinayetinde payları olduğu için, KCK tutuklamalarındaki rollerinden dolayı değil AKP’yle ittifaklarını bozup yolsuzluklar ve rüşvet konusunda adım attıkları iddiasıyla yargılanıp operasyona maruz kalıyorlar. Üstelik, Gülen cemaatinin bir “darbe girişimi”nde bulunduğu söylemi, gerçek darbe tehlikesini önemsizleştiriyor. Dünyanın birçok ülkesinde yolsuzluklara karışan iktidarların elemanları yargılanabiliyor, hapis cezaları alabiliyorlar. Geçtiğimiz birkaç ay içinde İspanya, Fransa ve Portekiz’de çok büyük operasyonlar yapıldı ve hiçbiri “darbe” olarak kodlanmadı. Üstelik bu önemsizleştirme girişimi tam da Ergenekoncuların serbest bırakılmasına yol açtı. “Darbe” tehlikesine karşı gerçek darbeciler serbest bırakıldı.

ÖZGÜR BASIN KİME DENİR? Zaman gazetesi, operasyonlardan sonra “demokrasi” kavramını hatırladı ve kendini “özgür basın” olarak nitelemeye başladı. Oysa aynı gazete, Gezi Parkı direnişini ve ona katılan aktivistleri karalamak için AKP’nin tüm söylemlerini aynen sayfalarına taşıyor, Roboski’de katledilen Kürt köylülerden “Kaçakçılar vuruldu” diye bahsediyordu. Son bir senede AKP ile ittifakları bozulunca tüm bu konularda çark ettiler. Gezi direnişçilerine ve Roboski’ye “adalet” talep etmeye başladılar. Zaman ve Gülenci medya için önemli olan demokrasi veya özgürlük değil kendi çıkarları. Türkiye’de özgür basın demek, düzene karşı çıktığı için devlet tarafından her dönem hedef alınan sosyalist gazeteler ve Kürt medyası demektir. 1994’te devlet güçleri tarafından bombalanarak yerle bir edilen Özgür Ülke gazetesi.

BASKILAR HIRSIZLIĞI OZAN TEKİN

Geçtiğimiz yılın 17 ve 25 Aralık günlerinde gerçekleştirilen yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından sonra, AKP çok keskin bir merkezi hat tutturdu. Buna göre, operasyonları gerçekleştiren Fethullah Gülen cemaatine bağlı bir “çete” idi. Emniyet ve yargı teşkilatında yer tutan Gülen hareketi, İsrail ve Batılı güçlerin de içinde bulunduğu bir operasyonla hükümeti gayrimeşru yollarla devirmek istiyordu. Balyozcular aklanıyor Bu anlatının çeşitli sonuçları oldu. En vahimi, Ergenekon ve Balyoz gibi darbe davalarından hüküm giyen tüm darbecilerin ve katillerin serbest bırakılması oldu. Bugünkü operasyonlar kurgu ve hükümete komplo idiyse, aynı güç, Gülen cemaati, daha önce de “millî orduya kumpas” kurmuş olmalıydı. AKP böylelikle derin devletle uzlaştı, Veli Küçükler sokağa salındı. Bir diğer sonuç ise, hükümete muhalefet edenler, ister Gezi aktivistleri ister Soma’daki madenciler olsun, küresel bir komplonun parçası ilan edildi. Tıpkı kemalizmin “herkes Türklere düşman” şeklinde ifade edilebilecek milliyetçi retoriği gibi, Tayyip Erdoğan ve arkadaşları da paranoyak

bir algıyı topluma yerleştirmek için seferberlik ilan etti. Sonuçta, AKP’nin klasik düşmanlar listesinde “ateist, solcu, terörist” kavramlarının yanına bir de “paralel yapı” eklendi. Bütün bu “mücadele”nin sonunda, 17 Aralık’ın yıl dönümüne yakın, geçtiğimiz pazar günü, Twitter’da Fuat Avni mahlasıyla yazan kişinin daha önceden haber verdiği senaryo uygulanmaya başladı. Tayyip Erdoğan’ın daha önce “İnlerine gireceğiz” dediği Gülen cemaatine yakın medya kurumlarına operasyon başlatıldı. 13 ilde eşzamanlı ve Zaman gazetesini de kapsayan baskınların yanı sıra, Samanyolu televizyonunda iki dizinin senaristleri gözaltına alındı. Operasyon hem Türkiye hem de dünya kamuoyunda büyük tepkiyle karşılandı. 95 medya örgütü ortak bir bildiri yayımlayarak “Gazetecilere yönelik operasyon tüm medyaya tehdittir, derhal durdurulmalıdır” çağrısı yaptı. İnsan hakları örgütü Freedom House, hükümetin yolsuzlukları haberleştiren gazetecilerden adeta intikam aldığını ifade etti. Zaman gazetesi siyah beyaz manşetle çıktı, cemaat taraftarları sokaklarda “demokrasi nöbeti” tutmaya başladı. AKP’nin ideologları ise “paralel yapı” diye tanımladıkları


GÜNDEM Beyoğlu’nda AKP’yi protesto, 16 Mart 2014.

7

GÖRÜŞ Roni Margulies

YOLSUZLUK MU, DARBE Mİ? Ben en çok Star’ın manşetini beğendim: “Paralel örgütün beyin takımına operasyon - İNLERİNE GİRİLDİ”. Diğerleri de fena değil gerçi. Sabah, örneğin, “Sahte delillerle yüzlerce kişinin canını yakan kumpasçılar için şimdi hesap zamanı - LİSTENİN BAŞI GÜLEN” demiş. Yeni Şafak hiç uzun lafa gerek görmemiş: “HESAP ZAMANI”. Güneş’in kullandığı kelime oyunu ise en yaratıcı olanı: “PARALEL DUMANALTI”. Az önce konuştuğum çaycı, “Asarlar birkaç tanesini inşallah!” dedi. Gazeteler o kadarını diyememiş, ama dillerinin ucunda. Cumhuriyet Başsavcısı’nın basın açıklamasında şöyle deniyor: “silahlı terör örgütü kurmak, yönetmek, üyesi olmak... suçlarından ifadeleri alınmak üzere gözaltına alınmaları...” Bu manşetlere ve bu suçlamaya inanan var mıdır acaba? Başsavcı ve manşetleri yazanların bizzat kendileri inanıyor mudur acaba? Hükümet medyasında çalışan herhangi bir gazeteci, “Ulan, bu kadarı da biraz fazla” diye düşünmüş müdür, Zaman binasının üzerinde polis helikopteri uçuyor olmasından birazcık rahatsız olmuş mudur? Basın özgürlüğüyle ilgili herhangi bir düşünce kırıntısı beyninin herhangi bir köşesine uğramış mıdır? Yok, zannetmem. Beni ise olayın sadece basın özgürlüğü ve hukuk yanları ilgilendiriyor.

ÖRTBAS ETMEK İÇİN Gülen cemaatinin “sivil siyasete tehdit” olduğunu söyleyerek tasfiye edilmesi gerektiğini söyleyip “Ancak bu yapılırken hukuk sınırları içinde kalınmalı” diye uyarıyorlar. Hukuk hükümetin keyfine tabi Oysa AKP’nin hak veya hukukla bir alakası yok. Kürt sorununda savaş politikası izlediği yıllarda binlerce Kürt siyasetçiyi “KCK” operasyonlarıyla zindanlara doldurdu. Darbe suçlarından yargılanıp ceza alan generalleri, çıkarları başka türlüsünü gerektirdiğinde derhal serbest bıraktı. Gezi direnişçileri aylarca hapis yattı. Beşiktaş taraftar grubu “darbe girişimi” suçlamasıyla yargılanıyor. Daha önce “Devrimci Karargah” operasyonuyla SDP ve TÖP’lü solcu aktivistler hapse atılmıştı. Üstelik bahsi geçen operasyonlar, hukuki gerekçelerle yapılmıyor. Gülen cemaati 11 yıl boyunca AKP’ye destek verdi. Ortada çeşitli suçlar varsa hükümetin de aynı gerekçelerle yargılanması gerekirdi. Oysa AKP, son bir yıldır, geçmişte iktidarında meydana gelen kötü her ne varsa bunun suçlusunun cemaat olduğunu ve kendilerinin kandırıldığını anlatıyor. Son operasyonlar ise rüşvet ve yolsuzluğun üstünü örtmek

için yapılıyor. Zira operasyonun talimatını veren hâkim İsmail Çiçek, daha önce yolsuzluk ve rüşvetle suçlanan Rıza Sarraf ve bakan çocuklarına tahliye kararını veren isim. Bir yıllık çaba sonucunda TBMM’deki yolsuzluk komisyonunun çalışması yavaşlatıldı, hırsızlık sebebiyle tutuklananlar serbest bırakıldı, bakanların aklanacağı siyasi atmosfer yaratılmaya çalışıldı ve en sonunda bütün bunların bir komplo olduğunun ispatı için cemaate karşı operasyon başlatıldı. AKP seçmenlerinin yarısı ‘yolsuzluk var’ diyor Başbakan’ın başdanışmanı Etyen Mahçupyan’a göre, AKP tabanının %50’si yolsuzluk yapıldığını düşünüyor, ancak %90 bir darbe girişiminin yaşandığını düşünüyor. Cemaatin “silahlı örgüt” olduğunu iddia eden bu operasyonlar AKP tabanında “darbeye karşı mücadele” edildiği iddiasının inandırıcılığını kaybetmesine yol açabilir. Ancak AKP’nin tabanında yer alan yoksulların liderliğin hırsızlığa olan öfkesine seslenebilecek, milliyetçilikle ve statükoculukla alakasını kesmiş antikapitalist bir siyasi alternatif inşa edilemedikçe, CHP-MHP bloğunun muhalefet çizgisi Erdoğan’ın iktidarını sürdürmesine yardımcı olmaya devam edecek.

Hiç ilgilenmediğim yanı ise, Davutoğlu’nun Cemaat’e saldırırken kullandığı dinî ifadeler, Bülent Arınç’ın AKP’nin “dualarla kurulduğunu” ve İslam âleminin gözbebeği” olduğunu söylemesi, Cemaat mensuplarının Adliye önünde oturup Kur’an cüzleriyle Yasin-i Şerif suresini okuması. Hükümetin de Cemaat’in de yaptıklarının sanki dinle, Müslümanlık’la alakası varmış gibi davranması gerçekten çok gülünç. Cemaat’in neler yaptığı çok eskiden beri çok açık. Kendi taraftarlarının devlet mekanizmasının çeşitli yerlerine gelmesini sağlamaya çalışıyor. Eskiden bunu Kemalistler engellemeye çalışırdı, bir zamandır AKP engellemeye (ve temizlemeye) çalışıyor. Devlet mekanizmasına girmeye çalışmak suç değil. Ama engellemek amacıyla hukuku iğdiş etmek suç. Basın özgürlüğünü ayaklar altına almak suç. Üstelik hükümetin bütün bunları kendi yolsuzluğunu, hırsızlığını örtbas edebilmek amacıyla yapması daha da büyük suç. Bunlar açık ve net. Ama şöyle bir sorun var. Danışmanlık yaptığına göre Başbakan’a yakın olduğunu varsayabileceğimiz Etyen Mahçupyan’ın Hürriyet’e söylediğine göre, “Türkiye’nin yüzde 70’i yolsuzluklar var diyor, yine yüzde 70’i darbe var diyor. Bunu AK Parti seçmenine indirgediğinizde, onların da yüzde 50’si yolsuzlukların olduğunu düşünüyor, ama yüzde 90’ı da darbe olduğunu düşünüyor.” Demek ki, şu da açık ve net: Karşısında darbeci olmayan, özgürlükçü, eşitlikçi bir muhalefet çıkana kadar AKP’nin işi kolay.


8

TEORİ

REFORM MU DEVRİM Mİ? 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başında sadece Alman-

ya değil tüm dünya işçi sınıfı mücadelesine esin kaynağı olan Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin önde gelen isimlerinden ve teorisyenlerinden Eduard Bernstein 18 Aralık 1932’de hayatını kaybetti. Onun ölüm yıldönümü vesilesiyle sosyalizm mücadelesinin en kritik ve bugün hala önemini koruyan tartışmalarından biri olan ve Rosa Luxemburg’un Sosyal reform mu devrim mi? adlı eşsiz çalışmasıyla Bernstein’a yanıt vermesine yol açan reform ve devrim mücadelesi arasındaki ilişki tartışmasını hatırlamakta fayda var. Üstelik bunu sadece tarihin tozlu sayfalarında keyfi bir gezinti olarak değil bugünün birçok tartışmasına ışık tutan bir fener arayışının ürünü olarak görmekte de fayda var. Örneğin Kanadalı Marksist Sam Gindin, Guardian gazetesinde yayınlanan yazısında Yunanistan’ın yeni sol partisi Syriza’nın ‘radikal reform’ politikasını şöyle tarif ediyor: “21. Yy’daki soru reform mu devrim mi sorusu değil, hangi reformların kapitalizmin basıncına direnmemizi sağlayacak kadar devrimci olduğu ve bu reformları kazanabilecek ve aynı zamanda başka yerlere de ilham kaynağı olabilecek hareketlerin ne tür hareketler olduğudur”. İspanya’nın yeni sol partisi Podemos liderliğinin sözcülerinden biri olan Carolina Bescansa ise sanki patronların sorunu iyi ya da kötü insanlar olmalarıymış gibi iş dünyası içindeki saygın ve dürüst kişilerin yozlaşmış politikacılara karşı müttefikleri olabileceğini ima ediyor. Dolayısıyla, Bernstein ve Rosa Luxemburg arasında yaşanan reform mu devrim mi tartışması halen güncelliğini koruyor.

Kapitalizm evcilleşebilir mi?

Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin, devrimci dönüşümün yerine devletin desteği ile sosyalizmin adım adım inşasını koymasının teorisyeni Bernstein, işçi hareketinin asli özelliğini, toplumsal devrimin bir tarafı değil, demokratik ve sosyalist bir reform hareketi olmak olarak tanımlıyordu. Marks’ın tersine, kapitalizmdeki çelişkilerin keskinleşmediğini, hatta giderek ortadan kalktığını, kapitalizmin evcilleştiğini iddia ediyordu. Karteller, tröstler ve kredi kuruluşları yavaş yavaş sistemin anarşik doğasını düzene koymuş, böylece artık Marks’ın tarif ettiği sürekli tekrar eden ekonomik krizler yerini sürekli refah eğilimine bırakmıştı. Bernstein’a göre, orta sınıfın hayatta kalma yeteneği ve anonim şirketler yoluyla sermaye sahipliğinin daha demokratik dağılımı sayesinde toplumsal çelişkiler zayıflamıştı. Ayrıca sistemin zamanın ihtiyaçlarına uyum sağlayabilme yeteneği, sendikaların ve kooperatiflerin faaliyetleri sonucu işçi sınıfının ekonomik, toplumsal ve politik koşullarındaki gelişmede de görülmekteydi. Bernstein bu analizden yola çıkarak, sosyalist bir partinin kendisini, politik iltidarın bir devrim ile ele geçirilmesine değil, işçi sınıfının koşullarını adım adım iyileştirmeye adaması gerektiğini söylüyordu. Bernstein’ın bu argümanlarına Rosa Luxemburg yanıt verdi. Luxemburg, kapitalist tekellerin (karteller ve trötler) ve kredi kuruluşlarının kapitalizmin çelişkilerini azaltmak yerine daha da derinleştirdiğini ileri sürdü. Bernstein’ın kapitalizmin çelişkilerinin azaldığı yönündeki

Arife Köse, sosyal demokrasinin kurucularından Bernstein’ın ölüm yıldönümü vesilesiyle reformizmi ele alıyor.

argümanını desteklemek için kullandığı koz kapitalizmin 1873’den beri büyük bir kriz yaşamamış olmasıydı. Bernstein bunu iddia ederken hem 1900’de patlak veren krizi görmezden gelmekte hem de kapitalizmin bu genel eğiliminin ortaya çıkışını sadece belirli bir zaman diliminde ortaya çıkıp çıkmamasına indirgemekteydi. Rosa Luxemburg’a göre ise, Marksizm için asıl olan kapitalizmdeki çelişkilerin giderek artıyor olmasıdır. Bu çelişkilerin kendisini nasıl ortaya koyduğu ikinci derecede önemlidir. Luxemburg, Bernstein’ın kapitalizmin çelişkilerinin derinleştiğini reddederek sosyalizm mücadelesinin önünü kestiğini söyler. Şöyle sormaktadır Bernstein: “Sosyalizm neden ekonomik bir zorunluluğun sonucu olsun ki? Neden insanın anlayışı, adalet duygusu, iradesi sadece ekonomik zorunluluğa indirgensin ki?” Dolayısıyla kapitalizmin çelişkilerinden soyutlanmış bir sosyalizm, sadece idealist bir kuruntuya dönüşür. Luxemburg ve Bernstein arasındaki tartışmanın bir başka unsuru da sendikalardır. Bernstein sendikaları kapitalizmi zayıflatan araçlar olarak görürken Luxemburg, sendikaların ücretlerin belirlenmesi konusunda belirli bir güce sahip olmakla birlikte sistemin kendisini deviremeyeceklerinin altını çizer. Ona göre sendikalar sadece işçi sınıfının kendini savunma örgütleridir. Parlamento sosyalizme geçişi sağlayabilir mi? Bernstein’a göre kapitalizmin sosyalizme geçişte ekonomik kaldıracı sendikalar iken politik kaldıracı da parlamentodur. Ona göre parlamento toplumun iradesinin cisimleşmiş halidir ve sınıflar üstüdür. Bu nokta reform mu devrim mi tartışmasının özünü oluşturur. Çünkü bunun mümkün olup olamayacağı devletin işçi sınıfının yıkması gereken bir aygıt mı olduğu yoksa ele geçirilip dönüştürülmesinin yeterli mi olacağının yanıtı ile ilgilidir. Luxemburg’un buna cevabı nettir ve çok haklıdır: “... varolan devlet ‘yükselen işçi sınıfını’ temsil eden ‘toplum’ değildir. Bu devletin kendisi kapitalist toplumun temsilcisidir. Bu bir sınıf devletidir”.. “Sonuçta, parlamentarizm, bütün kapitalist toplumu yavaş yavaş aşılayan sosyalist bir unsur değildir. Tam tersine, burjuva sınıf devletinin belirli bir biçimidir”. Reform mu devrim mi ya da işçi sınıfı mı burjuvazi mi? Reform mu devrim mi tartışmasına verilen yanıt ya sosyalizm ya barbarlık ikiliği kadar hayatidir. Luxemburg bunu şöyle anlatır: “Yasal reform ya da devrim tarihsel gelişmenin, tarihin tezgâhından tıpkı sıcak ya da soğuk sosis seçer gibi keyfimize göre seçebileceğimiz iki farklı yöntemi değildir. Yasal reform ve devrim sınıflı toplumun gelişiminde iki farklı faktördür. Her ikisi birbirinin koşulu ve tamamlayıcısıdır ve aynı zamanda birbirlerini karşılıklı olarak dışlarlar. Çünkü her biri iki ayrı ucu, yani, biri burjuvaziyi, diğeri proletaryayı temsil eder”.

Rosa Luxemburg, Stuttgart’taki mitingte konuşuyor,1907.

Dolayısıyla Bernstein’ın ölüm yıldönümü vesilesiyle yeniden gündeme getirdiğimiz bu tartışmadaki konumumuz ezilenlerin mücadelesindeki tarafımızı da belirler.


SINIF MÜCADELESİ DİRENİŞ HER YERDE! n Türkiye genelindeki 22 bin aile hekimi, çalışma saatlerinin artırılmasını, cumartesi günleri için getirilen ek çalışma süresini ve nöbet sistemini protesto amacıyla iş bıraktı. İş bırakma eylemine katılım %90 civarındaydı.

çok kez iş bırakmıştı. n Bilecik’te kurulu bulunan Toprak Demirdöküm Fabrikası işçileri, aylardır ücretlerinin ödenmemesi üzerine firmanın İstanbul’daki genel merkezi önünde eylem yaptı.

n ODTÜ’de emekçiler, banka promosyon ödemeleri görüşmelerindeki anlaşmazlık nedeniyle greve çıktı. Grev nedeniyle ODTÜ Kütüphanesi, Yemekhane ve atölyeler kapandı.

n Bursa UEDAŞ, DİSK Enerji Sen’e üye olan 6 işçiyi işten attı. Enerji işçileri UEDAŞ İşletme Müdürlüğü önünde işten çıkarmaya ve sendika düşmanlığına karşı eylem yaptı

n Sendikalaştıkları için işten atılan Maltepe Hastanesi işçilerinin direnişi bir haftayı geride bıraktı.

n DİSK/Birleşik Metal-İş üyesi işçiler, TİS sürecinde MESS dayatmalarına karşı İstanbul, Bursa, İzmir ve Kocaeli’nde birer eylem yaptılar.

n Binlerce ağacı ve doğayı talan ederek devam eden 3. köprü inşaatında işçiler bugün iş bıraktı. İnşaatın başladığı günden bu yana işçiler maaşlarını alamadıkları için

n Mahkeme kararına rağmen 3 yıldır kadroya alınmayan taşeron işçileri, Adıyaman’da trafiği bloke etti.

KESK MİTİNGİNDE SOMUT TALEP YOKTU KESK ve DİSK tarafından çağrısı yapılan 13 Aralık mitingi “Savaşa talana karşı halk için bütçe” çağrısıyla gerçekleşti. Konfederasyonlar tarafından bütçe görüşmeleri ile eş zamanlı olarak düzenlenen bu mitingler son 15 yıldır artık “geleneksel” hale gelmiş olsa da bu yıl düzenlenen miting bir yandan Soma ve Ermenek facialarının bir yandan da Erdoğan’ın sarayının yarattığı öfkenin üzerine gerçekleştiği için oldukça önemli bir mücadele anına işaret edebilirdi. Sadece biriken öfkeden dolayı değil aynı zamanda irili ufaklı direnişler nedeniyle de AKP’ye karşı bir işçi hareketinin işaret fişeği olabilirdi. 2014’ün sadece ilk yarısında

bile önceki yıla göre işçi mücadelelerinde yarı yarıya artış yaşandığı halde 13 Aralık mitingi bu havadan yoksundu. Mitinge katılım önceki yıllara göre gözle görülür derecede azalmıştı. Kürdistan’dan gelen kortejlerdeki Rojava sloganları, DİSK kortejindeki asgari ücret talebi ve bazı KESK kortejlerindeki belli belirsiz bir yolsuzluk vurgusu dışında mitinge rengini veren bir talep dahi yoktu.

Bunda elbette sendikalaşma oranlarındaki düşüşün etkisi yadsınamaz. Türkiye, sendikalaşma oranları açısından her geçen yıl geriye gidiyor. Ne var ki, sendikalar arasındaki bölünmüşlük de, birleşik bir mücadele

MARKS DİYOR Kİ Volkan Akyıldırım

İKİ BELAYI YENMEK “Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz, bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu anda varolan öncüllerden doğarlar.” (Alman İdeolojisi) Dünyada ve Türkiye’de kapitalizmin yarattığı bugünkü berbat duruma dair bir çok gelişme Sosyalist İşçi sayfalarında anlatılıyor. İki bela var ki bugünkü duruma son vermemizi gerektiriyor: İklim değişikliği ve bölgesel savaşlar ile açığa çıkan yeni bir dünya savaşını altan alta hazırlayan militarizm.

kurulmasının önünde engel teşkil ediyor. Türkiye işçi sınıfının en büyük konfederasyonu Türk-İş yönetiminden dolayı yok sayılıyor. Oysa, Yatağan direnişi ve metal işçileri bu mitinge bambaşka bir ruh hali katabilirdi. Ne yazık ki, bir fırsat daha kaçırıldı. Önümüzdeki dönemde, AKP’nin işçi düşmanı politikalarına karşı mücadele ederken, kendisini işçi sınıfının sadece bir kesimi ile sınırlayan değil, aksine işçi sınıfının bütününün birliği için mücadele eden bir birleşik işçi muhalefetine olan ihtiyaç ise her geçen gün kendisini daha derinden hissettirmeye devam ediyor.

Peru’nun Lima kentinde toplanan Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi anlaşmayla bitti. Devletlerin kendi aralarında yaptığı bu anlaşma, hiçbirinin gereken önlemleri almadan karbon salımına devam etmesi oldu. Zirve içinde yapılan bir bilimsel oturumda ise son dönemde küresel ısınmaya neden olan sera gazları salımındaki büyük artış sonucu dünyanın ısısının 2030’larda 2 dereceyi geçebileceği açıklandı. Bu, buzulların erimesi ve deniz seviyesinin onlarca metre yükselmesi başta olmak üzere iklim felaketlerinin yüksek bir risk haline geldiği geri dönülemez duruma geçiş demek. 2014 Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümüydü. Ukrayna ve Ortadoğu’daki savaşlara işaret eden farklı görüşlerden bir çok kişi, şimdiki koşulların 1914 öncesine çok benzediğini söyleyerek yeni bir dünya olasılığından söz etmeye başladı. Dünyada askeri harcamaların yıllık toplam büyüklüğünün

9

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

KAZANMAK İÇİN MÜCADELELERİ BİRLEŞTİRMEK GEREK Soma, Torunlar ve ardından Ermenek iş cinayetleri işçi sınıfı için önemli olaylardı. Hükümetin, işçilerin can güvenliğini umursamayan tutumu, yaygın bir tepki ile karşılaştı. İşçiler madenlere inmediler, sendikalar genel grev yaptı. Hükümet bazı yasal düzenlemeler yapmak zorunda kaldı, bu işçi sınıfının birlikte yaptığı eylemlerinin bir başarısıdır. Geçtiğimiz günlerde de Türkiye’nin pek çok köşesinde işçi eylemleri, direnişler, işten çıkarılmalar yaşandı. Eğitim emekçileri 24 Eylül’de koşullarının düzeltilmesi, özlük haklarının iyileştirilmesi, ayrımcılık yapılmaması için greve gitti. Yatağan’da özelleştirme girişimlerine karşı işçilerin direnişi devam ediyor. Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi işçiler, toplu sözleşme görüşmeleri yürütülen işveren örgütü MESS’in dayatmalarına karşı eylemlerine devam ediyor. Ataması yapılmayan öğretmenler (yaklaşık 330 bin) Kayseri’de yaptıkları eylemle taleplerini dile getirdiler. 4’ü sendikalı 5 işçinin daha işten atıldığı İstanbul Dora Otel’de işçilerin eylemi sürüyor. Adıyaman Karayolları 87. Şube Şefliği’nde çalışan 10 taşeron işçisi, Adıyaman – Kahta yolunu keserek eylem yaptı. Türkiye genelinde günde 12 saat çalışmaya ve getirilmek istenen nöbet sistemine tepki gösteren 21 bin aile hekimi iş bıraktı. Bandırma’daki Paksan fabrikasında işçilerin sendikalaşmaları üzerine patron 14 işçiyi işten attı, işçiler direnişe geçti. Tek Gıda-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atılan Nestle işçileri, İsviçre sermayeli şirketi İsviçre Büyükelçiliği önünde protesto etti. Maltepe Üniversitesi Hastanesi’nde işten atılan işçilerin direnişi sürüyor. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO)’nın özelleştirilmesi için hükümet düğmeye bastı, işçiler eylemlere hazırlanıyor. Bütün bu işçi eylemlerini tek tek yapılan eylemlerden çıkarıp birbirleri ile ilişkilendirmek, bugün önemli bir görevdir. KESK ve DİSK’in Ankara’da düzenlediği miting, uzun bir aradan sonra yapılan en kitlesel eylemlerden birisi olsa da işçi hareketini toparlama gücünden yoksundu. Üstelik, sadece mitinglerde bir araya gelmek yetmez. Gündelik eylemleri birleştirmek, her işçi eylemine diğer işçiler olarak destek olmak gerekir. Birleşik eylemleri devam ettirmek, mesela bütçe görüşmelerine etkin bir şekilde müdahil olmak önemli. Örneğin hükümet asgari ücrete yüzde 3 zam yapmayı planlıyor, bunu yapacağımız eylemlerle yüzde 4’e, 5’e çıkarmak bir başarıdır. Başarılara ihtiyacımız var. 1,75 trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) 2008-2012 verilerine göre en fazla silah satan beş ülke ABD, Almanya, Fransa ile Rusya ve Çin. İki emperyalist kamp Suriye’de ve Ukrayna’da karşı karşıya. Emperyalist devletlerde üstlenmiş silah şirketleri diğer haydut devletleri tepeden tırnağa silahlandırıyor. Özel mülkiyete ve rekabete dayalı bugünkü dünya ekonomisi, küresel ısınma ve savaş üretiyor. Aynı anda, iklim değişikliğine karşı gerekli önlemleri almak ve temiz enerjiye geçmek, hem de yeni bir dünya savaşını besleyen militarizmi ve savaşları sınıf savaşıyla durdurmak zorundayız. İki belayı da yenmek sınıfsız ve iktidarsız bir topluma geçmekle mümkün. Marx’ın bahsettiği komünizm bir ütopya değildir. Gerekliliği çürümüş kapitalizmin yarattığı koşullardan doğuyor.


10 MEKTUPLAR

YUNANİSTAN’DA MÜCADELE DALGASI DEVAM EDİYOR Yunanistan’da faaliyet sürdüren Sosyalist İşçi Partisi (SEK) üyelerinden:

TOPLANTI DUYURULARI BEYOĞLU

Bugünlerde Yunanistan yeni bir cumhurbaşkanı seçmeye

hazırlanıyor. Seçimler planlanandan üç ay erken yapılıyor. Herkes bunun bir başarısızlık itirafı olduğunu biliyor. Büyük olasılıkla başarılı olamayacaklar ve önümüzdeki yılın başında yeniden seçime gitmek zorunda kalacaklar.

18 Aralık Perşembe, 19:00

Başarısız olmaları için bir çok neden var. Ekonomik kriz ekonomide amaçladıkları iyileşmeye ulaşmalarını engelliyor. Ayrıca Yunanistan’da son beş yıldır büyük bir işçi hareketi var ve 27 Kasım’da, yani 2015 bütçesinin onaylanmasından hemen once büyük bir genel grev gerçekleşecek. 6- 7 Aralık’ta ülke çapında çok büyük gösteriler oldu. 6 Aralık 2008’de Alexis Grigoropoulos polis tarafından vurularak öldürülmüştü ve bu olay Yeni Demokrasi hükümetine karşı bir ayaklanmaya yol açtı. Öldürülürken Alexis ile birlikte olan arkadaşı Nikos Romanos, cinayetten altı yıl sonra banka soymaktan hapse atıldı. Nikos çok çalışarak Atina teknoloji üniversitesinde okumaya hak kazandı ancak hükümet ona derslere devam etmesi için izin vermek istemedi. Uzun bir açlık grevinden ve sendikaların, öğrenci meclislerinin ve sol partilerin destek eylemlerinden sonra nihayet hükümet Nikos’un derslerine devam etmesine izin verdi.

GÜNÜMÜZDE EMPERYALİZM

İŞÇİ SINIFI NEDEN ÖNEMLİDİR? 25 Aralık Perşembe, 19:00

Katılım için arayın: 05314516251 FATİH

19 Aralık Cuma, 19:00 TÜRKİYE İŞÇİ SINIFININ DURUMU Konuşmacılar: Faruk Sevim - Ferhat Bakırcıoğlu Beyrut Cafe At Pazarı Meydanı No:7 KADIKÖY

18 Aralık Perşembe, 19:00 LİSELERDE EĞİTİM KİMİN İÇİN? GENÇLER Mİ PATRONLAR MI? Konuşmacı: Aspurçe Gizem Kılınç

Çarşamba günü cumhurbaşkanı seçimi için ilk oylama yapılacak ve aynı gün 5 saatlik grev olacak. Onları devirmek için örgütlenmeliyiz!

ALMANYA’DA IRKÇI SALDIRGANLIK Almanya da yeniden ilticacıların kaldıkları evler Neonaziler tarafından kundaklanırken göçmen karşıtı ırkçı hareket giderek kitleselleşerek sokağa iniyor. Geçen hafta kentte ilticacıların kaldıkları bir ev kundaklandı Naziler tarafından. Hannover’de mülteci-

lerin kaldıkları kamp 11 Aralık’ta kundaklandı. Niedersachsen’de 18 Ağustos’ta yine mültecilerin kaldıkları eve saldırı olmuştu. Bu arada birkaç camiye kundaklama girişimi oldu. Toplumsal atmosfer son yıllarda sağın lehine gelişti. Son aylarda “endişeli vatandaşlar” mültecilere karşı öfkelerini daha sesli dillendirilirken, “Batının İslamileştirilmesine karşı Yurtsever Avrupalılar” (PEGIDA) adı altında neredeyse her şehirde örgütlenip sokağa

inerek yeni bir kitlesel sağ hareket ortaya çıktı. Geçen hafta en kitlesel gösterilerini 10.000 kişi ile Dresden kentinde yaptılar. Batının İslamlaştırılması ve hükümetin iltica politikasını eleştiri adı altında ırkçılar önderliğinde göçmenlere karşı nefretlerini kustular. Almanya’da yapılan son araştırmalara göre her üç Alman’dan biri Avrupa’nın İslamileştirilmesinden korkuyor. Bu atmosferde PEGIDA’nın söylemleri geniş kesimlerde karşılık bulmakta. Her 3

vatandaştan biri PEGIDA’nın ırkçı taleplerini doğru bulabilmekte. Bu durumun farkında olan İçişleri Bakanı Maiziere (CDU) hızla kitleselleşmelerini endişe verici bulduğunu açıkladı. Spiegel dergisinin araştırmasına göre PEGIDA’nın birçok şehirdeki organizatörleri arasında, ırkçı, sağ popülist bir parti olan AfD nin (Almanya icin Aternatif) kadroları ve diğer Naziler olduğu görülüyor. Mustafa Korkmaz, Almanya

BİLGİ’DE SOYKIRIMLA YÜZLEŞME

MİMAR SİNAN’DA FAŞİZME GEÇİT YOK!

Bilgi Üniversitesi Antikapitalist Öğrenciler grubu olarak Ermeni soykırımının yüzüncü yılında “Bir Zamanlar Ermeniler Vardı” etkinlikleri düzenlemeye başladık. 9 Aralık tarihinde gerçekleştirdiğimiz ilk panelde Murat Belge yeni çıkan kitabından yola çıkarak “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Edebiyatta Ermeniler”i anlattı. İstanbullu bir Ermeni olan opera sanatçısı Artür Bağdasaryan ise şu an hazırlamakta olduğu kitabından yola çıkarak “Osmanlı Müziğinde Ermeni Etkisi”ni anlattı.

9 Aralık’ta Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Bomonti Kampüsünde gerçekleşen “Anti-faşist Şenlik” okulumuzda son zamanlarda gerçekleşen faşizan eylemlere karşı farkındalık yaratmak ve duruşumuzu sergilemek için güzel bir etkinlik oldu.

Ermeni soykırımı üzerine önceki yıllarda da 19 Ocak ve 24 Nisan gibi özel tarihler yaklaştığında çeşitli etkinlikler gerçekleştirmiştik. Ancak bu yıl amacımız biraz daha farklı. Bu yıl sadece anma yapmakla yetinmek istemiyoruz. Bu topraklarda 1915 sonrasında Ermeni kelimesi, önüne “affedersin” eklenerek kullanılan bir küfür haline getirildi. Osmanlı tarihinde çok önemli bir yeri olan Ermeni kültürü tarihten silindi ve yeni kuşakların Ermenileri tanıması engellendi. Bu nedenle 2015 yılı boyunca bir dizi etkinlik düzenleyerek soykırımcı devletin hafızamızdan silmeye çalıştığı Ermenilerin bu topraklarda ne kadar önemli bir etkiye sahip olduklarını anlatacağız. Kolektif bir şekilde örgütlediğimiz bu etkinliklerin aynı zamanda okulda ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı bir cephe de oluşturacağını umuyoruz. Özdeş Özbay

Şenlik, tamamen kolektif çalışmalarla organize edildi ve desteklendi. Etkinliğin başında birkaç arkadaşımız söz alarak okulumuzda son zamanlarda yaşanan faşist eylemlerle ilgili yorumlarda bulundu. Halkların kardeşliği çağrısında bulunuldu. “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları kampüsümüzde yankılandı. Ardından Kürtçe ve Türkçe ezgiler eşliğinde barış ve kardeşlik vurgusuyla halaylar çekildi. Küçük bir grupla başlayan halay bütün okula yayıldı ve çoğu kez olduğu gibi beraberliğin canlı bir örneğini oluşturmuş olduk. Şenliğin sonunda Komik Günler müzik grubu bize katıldı. Çeşitli şarkılarla bir kere daha halkların kardeşliğine vurgu yapıldı. Okulumuzda faşizme karşı yapılan bu etkinlik ne ilk ne de son olacaktır. Mimar Sinan’lı öğrenciler bu şekilde birleşerek özgürlük mücadelelerine devam edecek, faşizme geçit vermeyecektir. Heval Arıcı – Eylül Çetin

NEOLİBERALİZMİN BEDENLER ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜMÜ Konuşmacı: Ferda Keskin Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt., Kat:3 ŞİŞLİ

18 Aralık Perşembe, 19:00 AKP’Yİ NASIL YENECEĞİZ? Konuşmacı: Ferhat Kentel 25 Aralık Perşembe, 19:00 2014: SAVAŞ VE DİRENİŞİN YILI Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey ÜSKÜDAR

18 Aralık Perşembe, 19:00 YOLSUZLUKLARDAN ZAMAN OPERASYONUNA Konuşmacı: Volkan Akyıldırım Daimler Cafe, Tunusbağı Caddesi 46/b İZMİR

20 Aralık Cumartesi Saat: 16.00 2015 BÜTÇESİ NE VAAT EDİYOR? Konuşmacı: Mehmet Ali Fırat 27 Aralık Cumartesi Saat: 16.00 YENİ YILDA MÜCADELE OLASILIKLARI VE SEÇİMLER Konuşmacı: Ziya Dinçsoy 1462 Sokak No: 20/1 Alsancak ANKARA

23 Aralık Salı saat 19.00 YOLSUZLUKLARDAN ZAMAN OPERASYONUNA 30 Aralık Salı saat 19.00 2014: SAVAŞ VE DİRENİŞİN YILI Konur Sk, No:14/13, Kızılay


AKTİVİZM 11

“SU HAKKI GÖSTERİLERİ EGEMENLERİ KRİZE SOKTU” 2008 yılında İrlanda’da öncelikle banka ve inşaat sektöründe patlak veren ve ardından da giderek derinleşen ekonomik krize karşı, dönemin hükümeti, Troyka (AB, IMF ve Avrupa Merkez Bankası) ile yaptığı anlaşmalar gereği bir dizi önlemler aldı. Bu önlem paketi sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, ücretler gibi pek çok alanda kesintilerin yanında yeni vergiler ve kimi kamu hizmetlerinde özelleştirmeyi de içermekteydi. Getirilen yeni vergiler içerisinde en ağır olanları, öncelikle yeni konut vergisi ve ardından da suyun ücretlendirilmesi idi. Suyun ücretlendirilmesi ile daha da fakirleşmeye karşı İrlanda’da bu yılın başından beri eylemlilik düzeyi her geçen gün artan bir su hakkı mücadelesi ortaya çıktı. İrlanda Right2Water kampanyası ve “Kâr değil önce insan” koalisyonu üyesi Memet Uludağ ile yaptığımız kısa söyleşide Uludağ,“ İrlanda’da büyüyerek devam eden su hakkı gösterileri egemenlerin krizi haline dönüştü” diyor. Su hakkı mücadelesi neden bu kadar büyüdü? MU: Çünkü halk bu sefer hükümeti yenebileceğine inandı. İnsanlar “su insan hakkıdır” sözünün, bu hak elden alındığında ne anlama geldiğini gördü ve mahalle mahalle örgütlendi. İşçi sınıfı artık ‘Yeter’ dedi. İrlanda’da başlangıçta su sayaçlarına hayır diyen hareketin mücadele içinde taleplerinin geliştiğini görüyoruz. Bu gelişi nasıl oldu?

sal niteliğinin mesajlarını da veriyor. Sosyalistlerin yıllardır ortaya koyduğu argümanlar yüzbinlerin çok kolaylıkla tekrarlayabildiği ve daha da ileri götürdüğü fikirler haline geldi. “Sadece siyasi değil, ekonomik demokrasi de istiyoruz” diyen bir işçi sınıfı hareketi gelişmekte. Bir bakanın mecliste “artık halk siyasi bir faktör” demesinin altında yatanlar bir yandan kapitalist demokrasinin aslında nasıl bir ‘zengin diktatörlüğü’ olduğu ve bu sistemin siyasetçilerinin alttan gelen örgütlü işçi sınıfı mücadelesinden ne derece korktuklarının bir göstergesi. Ekim, Kasım ve en son 10 Aralık tarihinde meclisi kuşatılmasını içeren eylemler oldu. İrlanda’da eylemler nasıl devam edecek. Memet Uludağ: Her bir eylem kararı bir önceki eylem anında tüm katılımcılarla birlikte alınıyor. 10 Aralık tarihinde meclisi kuşatan on binlerce insan, 31 Ocak 2015 yılında ekonomik hayatı durduracak nitelikte yeni bir eylem kararı aldı. Ve artık hükümet suyun ücretlendirmesine ilişkin ne kadar geri adım atsa da bu hareket ücretlendirmenin tamamının kaldırılmasını kazanıncaya kadar mücadele etmeye kararlı olduğunu gösterdi. Ve bunun sadece su ücretleri alanında kalacağını da beklemek saflık olur. Bu alanda başarırsak neden diğer alanlarda da başarmayalım? Mücadele kazanmaya olan inancımızı her geçen gün arttırıyor.

BİZ DE ÖFKELİYİZ 13 Aralık ABD’deki ırkçılık karşıtı aktivistler tarafından ‘öfke günü’ ilan edilmişti. Türkiye’deki ırkçılık karşıtları da İstanbul’dan Ferguson’a selam yollamak için 12 Aralık Cuma günü bir araya geldiler. Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe tarafından çağrısı yapılan basın açıklamasında ABD’de siyahlara yönelik polis şiddetine değinilirken ‘biz de öfkeliyiz’ dendi. Türkiye’de polis ve askerin özellikle Kürdistan’da işlediği cinayetler hatırlatıldı. Açıklama hepimiz Kürdüz, Ermeniyiz, Suriyeliyiz, siyahız vurgusuyla sona erdi.

SARAYA DEĞİL EMEKÇİYE BÜTÇE Geçen haftasonu emek örgütleri KESK ve DİSK’in çağrısıyla Ankara’da bir miting gerçekleşti. AKP’nin önerdiği 2015 bütçesinin protesto edildiği mitinge birçok farklı ilden de katılım oldu. DSİP üyeleri de ‘savaşa saraya değil emekçiye bütçe’ manşetli Sosyalist İşçi gazetesiyle alandaydı.

SU HAKTIR!

Memet Uludağ: ‘Kriz yönetimi’ adı altında ‘serbest piyasa’ yatırımcılarının ekonomik koruyuculuğuna girişen İrlanda hükümeti ciddi bir siyasi krizin içinde. Uygulanan politikalar işçi sınıfının tüm sosyal-ekonomik koşullarına, zenginlerin zenginliklerini korumak için yapılan saldırılardı. Öncelikle su sayaçlarının takılmasına engel olmak için başlayan hareket, kriz uygulamalarına karşı işçi sınıfının başkaldırısına dönüşmüş durumda. Artık talepler sadece su hakkı üzerine değil, hükümetin istifası ve kriz uygulamalarının sonlandırılması ilişkin.

İrlanda’da yüzbinleri harekete geçiren su hakkı mücadelesinin deneyimleri geçen haftasonu İstanbul’daydı. Aynı zamanda İzmir’le canlı bağlantı kuruldu. Su Hakkı Kampanyası tarafından düzenlenen toplantıda İrlanda’daki mücadeleden aktivist Mehmet Uludağ hareketin nasıl geliştiğini, talepleri ve deneyimleri aktardı.

YÜZLEŞME ATÖLYESİ DSİP Şişli ilçesi tarafından düzenlenen Yüzleşme Atölyesi’nin yeni programı başladı. Bu dönemki programın ilk etkinliği Agos yazarı Ohannes Kılıçdağı ve gazetemiz yazarı Roni Margulies’in sunumuyla ‘II. Meşrutiyet dönemi azınlık politikaları’ üzerineydi.

“Havadan sudan” diyebileceğimiz bir taleple sokağa çıkan yüzbinlerce kişinin bir siyasi krize neden olduğundan bahsediliyor, bu nasıl oluyor? Memet Uludağ: “Hakkımızı almak için yeni bir iktidarı beklemiyoruz” diyen yüz binlerce kişi bu mücadelenin sınıfToplantı 27 ARALIK 2014

DOĞAN TARKAN’IN DEVRİMCİ FİKİRLERİ VE MÜCADELESİ 14.00-15.30: AŞAĞIDAN SOSYALİZM, ENTERNASYONALİZM VE İŞÇİ SINIFININ ROLÜ Moderatör: Gül Dönmez Roni Margulies Sinan Özbek Canan Şahin Yıldız Önen Volkan Akyıldırım

16.00-17.30: ERMENİ VE KÜRT HALKININ SESİ: IRKÇILIĞA DUR DE! Moderatör: Çağla Oflas Behçet Çelik Eren Keskin Hayko Bağdat Ufuk Uras Ümit İzmen Yakup Kadri Karabacak

18.00-18.30: 2015’TEKİ MÜCADELEYE HAZIRLANALIM Moderatör: İdil Ügüt Meltem Oral-Şenol Karakaş Herkesin katılımına açıktır. Yer: DSİP Şişli İlçe Örgütü Nakiye Elgün Sokak, İkbal Apartmanı, No: 32/3, Osmanbey


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

MARAŞ’I UNUTMA UNUTTURMA

19 Aralık 1978 günü ülkücülerin “Güneş Ne Zaman Doğa-

cak” isimli anti-komünist propaganda filmini izledikleri sırada sinema salonuna bomba atılmasıyla başlayan olaylar, Maraş’taki Alevi ve Kürt halkına karşı pogroma dönüştü. Ancak Maraş’ın tarihi bu ve benzeri katliamlarla dolu. 16. Yüzyıldan itibaren şehir Osmanlı’ya karşı birçok isyanda önemli rol oynamıştı. Bu durumundan dolayı onlarca kez egemenlerin hedefinde olmuş, bunun yanında şehirdeki Ermeni, Yahudi ve Rum nüfusu da İttihat ve Terakki güçlerince 1915 Ermeni Soykırımı sonucunda nihaî olarak temizlenmişti. Şehrin 70’li yılların sonundaki Maraş’ta ise Alevi Kürtler yoğunluktaydı ve sol yapılar da güçlü vaziyetteydi. Maraş Katliamı da işte böyle bir ortamda gerçekleşti. Sinemaya, daha sonra Ökkeş Kenger’in Ülkücü Gençlik Derneği Maraş Şubesi İkinci Başkanı Mustafa Kanlıdere’nin emriyle attığını öğrendiğimiz bombanın ardından, faşistler Alevilere ait bir kahvehaneyi bombalamış, solcu ve Alevi oldukları bilinen iki öğretmeni de katletmişlerdi. Öğretmenlerin cenaze töreni on binin üzerinde insanın katıldığı antifaşist bir gösteriye dönüşmüş, cenazenin kalkacağı camiye önceden giden silahlı iki bin faşistin saldırısıyla kitle dağıtılmıştı. Buradan Çarşı’ya yürüyüşe geçen ülkücü gruplar Alevilere ait olduğu bilinen iş yerlerini yakıp yıkmaya yağmalamaya başladı. MHP, ÜGD flamaları asılı ve camlarında Üç Hilal çizili olan dükkânlara dokunulmuyordu. Aynı akşam Alevilerin silahlandığı yalanını ortaya atan faşistler silahlanmaya başladı. 23 Aralık sabahı Alevilerin yaşadı¬ğı Serintepe, Mağarah ve Yenimahalle semtlerindeki evlere saldırıldı. Binlerce Alevi, ülkücülerin öncülük ettiği bir katliamla karşı karşıya kaldı. İnsanlar silahlarla, sopalarla, baltalarla vahşice öldürüldü. Ertesi gün geç kalınmış bir müdahaleyle sıkıyönetim ilan edildiğince bilanço ortaya çıktı: Resmi rakamlara göre 111, yaşayanlara göre 500’e yakın kişi yaşamını yitir¬miş, binin üzerinde insan yaralanmış, 552 ev ve 289 işyeri tahrip edilip, yakılmıştı. SOSYALİZM SOHBETLERİ Meltem Oral

IRKÇILIK OLMADAN KAPİTALİZM OLMAZ ABD’de siyahlara yapılan ırkçılık, sivil haklar hareketinden bu yana en yoğun şekliyle gündemde. Son yıllarda dünyanın dört bir tarafında ırkçılık giderek daha fazla konuşulan bir konu. Küresel finansal krizinden etkilenen ülkelerde göçmen düşmanlığı ve ırkçılık artıyor. Türkiye’de de ırkçı söylemler çok kolaylıkla kullanılabiliyor. İsrail politikalarının faturasını Yahudilere kesenler, Suriyeli göçmenlerin ‘huzur bozduğunu’ anlatanlar, ‘Arap’ turistlerden rahatsız olanlar, Ermenileri hedef gös-

Aralık 1978, MHP’liler Alevilerin mahallesine yürüyor

KATİLLER ARAMIZDA DOLAŞIYOR Katliam, MİT, MHP, Ülkücü Gençlik Derneği ortaklığıyla gerçekleştirilen açık bir kontrgerilla operasyonuydu. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit olaydan aylar önce eline bir rapor geçtiğini ancak üzerine gidilemediğini söylüyordu. Yapılan yargılamalar, Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde katilleri açığa çıkarmaktan uzaktı ve hatta katliamın üzerini örtmek amacını taşıyordu. Katliamın önemli

faillerinden Ökkeş Kenger(Şendiller) davadan beraat etti, 1991 yılında Refah Partisi listelerinden MHP milletvekili olarak meclise girdi. Yine Muhsin Yazıcıoğlu’nun katliamdaki rolü görmezden gelindi, faşist bir katile muteber bir siyasetçi gibi davranıldı. MHP, ÜGD (şimdiki adı Ülkü Ocakları Derneği) gibi faşist paramiliter yapılanmalar dağıtılmadı, devlet tara-

terenler, Kürtleri tehdit unsuru olarak görenler ırkçılık yapıyorlar. Irkçılığın insanlık suçu olduğu fikrinin hakim olması için her gün bu mücadeleyi sürdürmek gerek. Irkçı fikirleri yaygınlaştıran medya, köşe yazarı, siyasetçilerin yakasını bırakmamak ve en ufak ırkçı söyleme taviz vermemek, güçlü bir hareket örmek çok önemli. Ancak ırkçılığın yaşadığımız sistemle bağını kurmak mücadelenin kazanması için şart. Malcolm X’in başlıkta yer alan sözleri bu bağı özetliyor: Irkçılık olmadan kapitalizm olmaz. Toplumun çoğunluğu, siyah-beyaz veya Türk-Kürt, küçük ve ayrıcalıklı olan elit bir kesimin daha fazla zengin olması için eşitsiz koşullarda yaşıyor. Bu elit kesim, egemen sınıftır. Kapitalizmin ilk günlerinden beri egemen sınıfın en büyük korkusu bize dayattığı yaşam koşullarını değiştirmek üzere kendisine karşı birleşmemiz oldu. Eşitsiz koşul-

fından yıllarca korunarak her yerde özgürlük mücadelesi verenlerin üzerine salındı. Bu yapılanmalar 1970’lerin ortalarından itibaren Beyazıt, Bahçelievler, Sivas, Çorum, Maraş, Malatya gibi birçok katliamın faili oldular. Sosyalist öğrencileri ve işçileri sokak ortasında öldüren faşist katiller çoğu zaman ceza almadı hatta bunlara devlet tarafından kahraman muamelesi yapıldı.

larda yaşayan ve dünyanın zenginliğini üreten toplumun çoğunluğunun birleşik mücadelesini engellemenin yollarından biri de ırkçılık. Yani patronlara yönelecek öfkeyi işçilerin birbirine yöneltmesini sağlamak. ABD’de beyazların bir kısmının kendilerini siyahlardan daha üstün görmesinin nedeni egemen sınıfın ürettiği ırkçılık. Oysa beyazların siyahların eziliyor olmasından bir çıkarı yok. Siyahların ve beyazların çıkarına olan ırkçılığı yenmektir. Irkçılık egemen sınıf için sadece sınıfı bölmeye yaramaz aynı zamanda verimlidir de. Irkçı fikirler göçmenlerin ve siyahların ucuz işgücü olmasını meşrulaştırmaya çalışır. Ücretler düşer böylece daha fazla kâr elde edilir ve iş gücü arzı artar.Bu durum egemen sınıf için ırkçı fikirleri kullanmayı vazgeçilmez hâle getirir. Irkçılık karşıtlığı herhangi bir ‘yan konu’ değil kapitalist toplumdaki adaletsizliklere karşı mücadelenin olmazsa olmazıdır. Bu yüzden ırkçılığa karşı mücadeleyi kapitalizme karşı mücadeleyle birleştirebilmeliyiz.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.