DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
518
25 Mart 2015 2 TL. sosyalistisci.org
ERDOĞAN’A RAĞMEN
BARIS , KAZANACAK ADNAN YILDIRIM: BAŞKA BİR AVRUPA MÜMKÜN!
sayfa 5
FERDA KESKİN: ŞİRKET OLARAK YAŞAM VE AKP NEOLİBERALİZMİ
sayfa 8
TUĞBA MARAN: ÜSTÜNDE NE VARDI? DEVLET!
sayfa 11
2
GÜNDEM
İŞSİZİN ÇALIŞANIN ÇEKTİĞİ UMURLARINDA DEĞİL
Avrupa Parlamentosu üyesi Cem Özdemir’in soykırımın 100. yılında Erivan’a gitmiş ve “ Türkiye kökenli olmam Soykırım Anıtı’nı ziyaret etmeye beni mecbur etti” açıklamasını yapmıştı.
ERDOĞAN AMİGOLARINA DUYURU! Erdoğan son üç yıldır hem hız tutukunu hem de sarhoş bir sürücüye benziyor. Frene basamıyor. Duramıyor. Kızlı erkekli tartışmasında duramadı. Gezi direnişinin ilk günlerinde duramadı. 1 Mayıs tartışmalarında duramıyor. Çevre katliamına ara veremiyor.
Buna twitter da yanıt veren Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek, Özdemir’e “Senin kökenin Ermeni mi?” dedi.
Gezi direnişi günlerinde en ulusalcısından, en Erdoğan’ın düşmanından en Erdoğan fanatiğine kadar herkesin gözü kulağı Kuzey Afrika ülkeleri gezisinden dönen Erdoğan neler söyleyeceğindeydi. Herkes bir yumuşama, ılımlı bir açıklama bekliyordu. Ama Erdoğan bodoslama daldı ve tüm Gezicileri aşağılamaya devam etti. Duramıyor Erdoğan. 2011 seçimlerinden beri, toplumu kutuplaştırıyor. Kutuplaştırma taktiğini bir siyaset yapma aracı olarak kullanıyor. Uludere katliamından sonra da duramadı. Kürtaj tartışmalarında da. İçki içenlere de bulaştı sigara içenlere de. İnternete de öfke kustu twittera da. Siyasal güç ellerinde merkezileştikçe, daha da sağcılaştı. Sağcılaştıkça kutuplaştırma siyasetinin nimetlerinin farkına vardı. 17 Aralık’tan sonra, çubuğu daha da sağa kırdı ve Gezi direnişi günlerinde ifrada vardırdığı kutuplaşma siyasetini, tek ve mutlak taktik haline getirdi. Hiç ara vermiyor Erdoğan. Sadece kendisine oy vermeyen yüzde 50’yi gözden çıkarmış değil. Kutuplaşma siyasetinden haz etmeyen AKP’lileri de bir cümlede siliyor. Duramıyor. Hız bağımlısı bir formula yarışçısı gibi. Freni patlamış bisikletin üzerinde yokuş aşağıya gidiyor gibi. Hızlanmanın zevkiyle, her seferinde daha sağcı bir figür olarak çıkıyor. Askerlerle anlaşıyor. Orduya güzelleme yapıyor. Kandırıldığını söylüyor. Askerlerin affına sığınıyor. Daha da hızlanıyor. Yarattığı sağ iklim çevre katliamının günlük işler haline geldiği koşulları besliyor. 301 madenci ölüyor, o yine duramıyor, “fıtratında var bu işin” diyor. Soma’da acılı insanların önünde tekme tokat şovu yapılmasını teşvik ediyor. Polis tarafından öldürülen bir çocuğun annesini babasını yüz binlerce taraftarına yuhalatıyor. Esnafların doğal polis kuvveti olduğunu açıklıyor. En sonunda, “Abdullah Öcalan meşrulaşır” diyerek, çözüm sürecini de dinamitleyen açıklamalar yapıyor. Erdoğan freni patlayan bisikletin üzerinden bakınca, karşısındakini başkanlık rejimi olarak görüyor olabilir. Cumhurbaşkanlığı sarayını, başkanlık sarayı sanıyor da olabilir. Ama buradan bakınca, freni patlamış bisiklet üzerindeki çaresiz bir siyasetçi olarak görülüyor. Önce kendi yüzde 50’si için toplumun yüzde 50’sinin üzerini çizdi. Ama şimdi kendi yüzde 50’si içinde de kutuplaştırma siyaseti uyguluyor. Erdoğan amigolarına duyurulur!
İşsizler çaresiz, sayıları artıyor. İşi olanlar ise maaş ve ücretlerinin hiçbir şeye yetmediğinden şikayetçi. Merkez Bankası ile Cumhurbaşkanı arasında yapılan faiz kavgasının ardından toplanan ekonomi zirvesi milyonların ekonomik durumunu düzeltmek yerine işsizlik ve fakirlik yaratan neo-liberal ekonomik politikalara devam kararı aldı. 2015’in genel ekonomik verileri henüz açıklanmadı. Ancak göstergeler 2014’ün son üç ayında olduğu gibi bu yılın ilk üç ayında da üretimdeki yavaşlamanın devam ettiğini söylüyor. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi iktisatçılarının yaptığı araştırmaya göre: n 2014 yılı son 3 aylık döneminde büyüme yavaşlamıştı. Tahminlere göre büyüme yüzde -0.2 oldu. İşte 2014 yılının bu son 3
SEÇİLMİŞ REKTÖRÜN YANINDAYIZ! Prof. Dr. M. Raşit Tükel, İstanbul Üniversitesi’nin rektörlük seçimlerini 300’e yakın oy farkıyla kazandı. YÖK’ün Cumhurbaşkanı’na atama için gönderdiği listede, seçilmiş aday Türkel ikinci sıraya, seçimi kaybeden aday ise birinci sıraya konuldu. İÜ öğrencileri ve öğretim üyeleri ise seçildiği günden beri Raşit Türkel’e destek için eylemler düzenliyor, YÖK’ün darbesini kabul etmeyeceklerini haykırıyorlar.
“Anlaşılan odur ki ülkeyi yönetenlerin Taksim inadı basitçe bu alanın kullanımına dair bir inat değildir. Ülkeyi bir “Anonim Şirket” gibi yönetenler, işçi sınıfının her türlü hakkını, tüm kazanımlarını gasp etmek istemektedir.” DİSK Genel Başkanı Kani Beko
MELİH GÖKÇEK’TEN NEFRET TOHUMLARI
Daha önce YÖK’ü kaldıracağı vaadiyle oy toplayan AKP ise şimdi bundan vazgeçti. Üniversiteleri 35 yıldır baskılayan, askeri bir darbenin ürünü olan 2547 sayılı Yükeköğretim Kanunu’na sarılıyor. Demokrasi için sürekli sandığa işaret eden AKP, rektörlük atamalarında demokratik seçimleri çiğniyor.
aylık dönemine göre, 2015 yılının ilk 3 ayı için büyüme tahmini yüzde 0.2 oranında. n 2014 yılının ilk 3 ayına göre ise 2015 yılının ilk 3 ayında büyüme yok. Büyüme yüzde “0.0” oranında. n Sanayi üretiminde aralık ayındaki yüzde 0.7 artış, uzun soluklu olamadı. Ocak ayında üretim yüzde 1.4 düştü. 2014 yılının son 3 ayında sanayi üretimi yüzde 0.7 oranında artmıştı. Ocak ayındaki düşüş, ilk 3 ayda sanayi üretiminde yüzde 1 oranında gerilemeyi işaret ediyor. Ekonominin yavaşlamasının olumsuz sonuçlarını emekçi sınıflar çekerken, seçimlere kilitlenmiş siyasetçilerin gündeminde bunlar yok. Zengin sınıflar ise döviz kurlarında artış ve faiz oranlarını kendi zenginliklerini artırmak için bir fırsat olarak değerlendirirken, cari açığı küçülttüğü gerekçesiyle ekonomideki yavaşlamayı olumlu olarak görüyor.
Demek ne güçle, ne saltanatla, ne parayla kazanılıyor dostluklar...
Dedeleri soykırıma katılan Türkler ve Kürtler için 1915’te ölen Ermenilerin yasını tutmak önemli. Gökçek’in bunu engellemek istiyor. Hükümet twitter’da Cumhurbaşkanı’na hırsız ve katil diyenler için av düzenliyor. Gökçek ise nefret tohumları saçıyor.
SALGINI GİZLEDİLER Domuz gribi salgını nedeniyle binlerce insan hasta. Koruyucu sağlık hizmeti vermekten kaçan Sağlık Bakanlığı ise salgının üstünü örtmeye çalışıyor. Bakanlık müsteşarı geçen hafta “salgın yok” demişti. Ancak Sağlık Bakanı domuz gribi salgınının olduğunu ve 30 kişinin öldüğünü söyledi.
KARGA KAFASI
KEMAL GÖKHAN GÜRSES
GÜNDEM
ÜNİVERSİTELERDE IRKÇI SALDIRILAR Üniversitelere ülkücü faşistler tara-
fından yapılan saldırılar MHP Kurultayı sonrası devam etti. Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü ve Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü’nde Newroz kutlamaları sırasında başlayan faşist saldırı devam ediyor. Ülkücü faşistler daha önce polis korumasında satır ve sopalarla Cebeci Kampüsü’ne saldırmış İletişim Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin camlarını kırmışlardı. Hacettepe’de de Newroz kutlaması sırasında saldırı girişiminde bulunup öğrenciler tarafından püskürtülmüşlerdi. Faşist MHP’nin lideri Devlet Bahçeli’nin çözüm süreci ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni hedef alan sözlerinden sonra ülkücü saldırılar bu hafta da devam etti. Sosyal medyada Cebeci Kam-
püsü’nün ve Hacetepe’nin PKK işgali altında olduğu propagandası yapan faşistler iki üniversitede eş zamanlı olarak saldırıya geçtiler. Hacettepe’de Vatan Partisi’nin gençlik örgütlenmesi TGB ile birlikte bir bayrak yürüyüşü organize ederek 1500 civarı kişiyi harekete geçiren ülkücüler ardından satır, tırmık ve bıçaklarla faşist provakasyonu protesto eden öğrencilere saldırdılar. Faşistler ile beraber polis de gaz bombası kullanarak saldırıya katıldı. Cebeci Kampüsü’nde ise öncelikle solcu öğrencilerin kendilerini sınavlara sokmadığı propagandası yapan faşistler, sınavlara katılmalarına izin verildikten sonra kampüs dışına çıkan bir öğrenciye saldırarak burnunu kırdılar. Cebeci Kampüsü öğrencileri dışarıda toplanan 40-50 kişilik faşist
3
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
ÖLÜM-YAŞAM, SAVAŞ-BARIŞ! Newroz’da, Diyarbakır’da yüz binlerce insanın oluş-
grubu kampüse sokmamak için kampüs kapısında beklemeye başladılar. Faşistlerin saldırısı üzerine yaşanan çatışmanın ardından eli satırlı ülkücü gruba dokunmayan polis, kampüsü korumaya çalışan öğrencilere plastik mermi ile saldırdı. Faşistler gün içinde birkaç kere daha toparlanarak saldırı girişiminde bulundular ancak öğrencilerin direnişi ile karşılaştılar. Ege Üniversitesi’nden ülkücülerin silahla bir kişiyi yaraladığı DTCF’ye, Cebeci Kampüsü’nden Hacettepe Üniversitesi’ne kadar faşistlerin yaygın saldırıları, yükselen barış sesini boğmak ve MHP’nin seçim kampanyasını yapmak adına üniversitelere saldırıların devam edeceğini gösteriyor. Polis ise her zaman olduğu gibi eli satırlı faşistleri korurken antifaşist öğrencilere saldırmaya devam ediyor.
turduğu okyanusun içinde taşınan bir döviz çok ilginçti. Dövizde ‘’Dağlar, insanlar hatta ölüm bile yorulduysa şimdi en güzel şiir barıştır...’’ yazıyordu. Diyarbakır’da her defasında meydanları dolduran Kürtlerin yaratıcılığı benzersiz. Daha önce Paris’te üç kadın gerillanın öldürülmesinden sonra yapılan kitlesel anma sırasında da bir dövizde, “Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz!” yazılmıştı. Her iki döviz de, barışa olan özlemi dile getiriyor. Her iki slogan da savaştan yaşanan bıkkınlığı, savaştan en çok çeken halkın gözünden dile getiriyor. Kürt halkı, kimliğini inkar eden devlete karşı mücadeleye başladığında, devletin ilk tutumu, inkarı devam ettirmek için Kürtlere şiddetle saldırmak oldu. Bu şiddet akla gelen tüm yöntemleri içerdi. İşkenceler, tutuklamalar, köy yakmalar, kitlesel katliamlar, geril-
GENELKURMAY SUÇ İŞLİYOR
la cesetlerini yerlerde sürüklemeler, parti kapatmalar,
Öcalan Newroz mesajında ‘Eşme Ruhu’na vurgu yapmıştı.
younluklu savaş”sa bir diğer adı da boşuna “kirli
gazeteleri bombalamalar, milletvekillerini cezaevlerine atmalar, dernekleri yıkmalar, faili meçhuller, kültürel aşağılamaları sıradan işler haline getirmeler, ırkçılığı, linç girişimlerini kullanmalar. Devletin Kürt sorunundaki siyasetinin bir adı “düşük
Kast ettiği TSK ile YPG’nin Süleyman Şah türbesini taşımak için ortak operasyon yapmasıydı.
savaş” olarak belirlenmedi. “Temiz” bir savaştan söz
Genelkurmay ise Öcalan’ın örnek olarak gösterdiği ortak operasyonu halktan gizlemek istiyor. Basın açıklaması yaparak türbenin ortaklaşa alınıp Kobane’de bir Kürde ait araziye taşınmasını yalanlayarak “şiddetle kınadı.”
litikası, kirle, alçaklıkla, insanlık adına utanç verici
n Atanmış, maaşları vergilerimizle ödenen generaller siyasi açıklama yapamaz.
kirli savaşın anti tezi gibi.
etmek çocukça olur ama Kürtlere yönelik devlet pouygulamalarla doluydu. Son iki yıldır, adım adım ilerleyen çözüm süreci, bu
Çok büyük adımlar atıldı bu süreçte. Atılan en önemli
n Her yurttaşın Süleymen Şah operasyonunda ne olduğunu bilmeye hakkı vardır. n Geçtiğimiz günlerde İncirlik Üssü’nden kalkan bir insansız hava aracı Suriye’nin lazkiye kentinde düşürüldü. İncirlik Üssü ve Türkiye hava sahası, Irak ve Suriye’deki savaş için kullanılıyor mu? Genelkurmay asıl bunu açıklasın.
adım, Kürt halkının siyasal olarak tanınmaya başlanması. Kürt halkının varlığının kabul edilmek zorunda
Süleyman Şah Türbesi’nin yeni yeri Kobane’de. YPG bayrağı ve Türk askerleri.
kalınması. Bunun göstergesi ise, Abdullah Öcalan! Öcalan’ın Kürt hareketinin siyasi temsilcisi olarak sahip olduğu meşruluğun batıda da kabul görmesi, Kürt halkının mücadelesinin en önemli kazanımı.
HAFTANIN IRKÇISI MHP GENEL BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ Tam da 21 Mart gününde, yani Newroz’da toplanan MHP’nin 11. Büyük Kurultayı’nda bir konuşma yapan Devlet Bahçeli, Kürt halkına kin ve nefret kustu.
Newroz kutlamalarında milyonlarca kişi tarafından sözleri büyük bir heyecan ve sevgiyle karşılanan Abdullah Öcalan başta olmak üzere, Kürt halkının meşru temsilcilerini her zamanki gibi nefret dolu ve ötekileştirici bir dille bebek katili, bölücü, yıkıcı, hain gibi kavramlarla suçladı. Ardından da kimse sabrımızı sınamaya cesaret etmesin dedi.
Kürt sorunu konuşuluyor, tartışılıyor, çeşitli adımlar atı-
Faşist Bahçeli ne zaman sabır, itidal çağrıları yapsa, faşist güruhlar sokaklarda Kürt ve devrimci avına çıkıyor.
yüzde 10 seçim barajını aşma potansiyeli, çözüm
Kurultaydaki ırkçı nefret yüklü konuşmasından sonra bu saldırıların artarak devam edeceğinden şüphe edilmeyen Devlet Bahçeli, kurultaydaki ırkçı performansından ötürü haftanın ırkçısı olmaya hak kazandı.
lıyor. Bugün HDP diye bir parti varsa ve bu parti yüzde 10’luk seçim barajını dağıtmak üzere müthiş bir kitlesel hava yakaladıysa, bu, her şeyden çok çözüm süreciyle oluşan politik iklim sayesinde olmuştur. Omurgasını Kürtlerin oluşturduğu bir siyasi oluşumun sürecinin en önemli meyvesidir. Barış, savaştan yorulmuş halkların dinlenme evresi değil sadece, savaştan bıkmış olan Kürt halkının siyasal olarak ayağa kalkma ve sıçrama hamlesi de aynı zamanda.
4
DÜNYA
AVRUPA IRKÇILIĞA KARŞI SOKAKTAYDI
FRANSA’DA FAŞİSTLER İKİNCİ PARTİ
Paris’te ırkçılığa karşı yürüyüş. Fransa’da 22 Mart 2015’de yapılan yerel seçimlerin ilk turunda faşist Ulusal Cephe (FN) oyların %26’sını alarak seçimlerden Sarkozy’nin partisi UMP’nin kurduğu ve oyların %30’unu alan koalisyonun ardından ikinci parti olarak çıktı. Seçimlerde sağ partilerin toplam oyu %60’ı buluyor. Seçimlerden önce Fransa’daki 101 ilden 61’ini kontrol ede Sosyalist Parti bu illerden yalnızca 20’sini elde tutabildi. Faşist FN ise ilk turda 5 ilde seçimleri kazanırken seçime katıldığı bölgelerin yüzde 70’den fazlasında adaylarını ikinci tura taşımayı başardı.
Mancester’da ırkçılığa karşı yürüyüş, İngiltere. ONUR DEVRİM ÜÇBAŞ
Dünya ırk ayrımcılığına karşı mücadele günü olan 21 Mart’ta başta Avrupa’da binlerce kişi ırkçılığa, İslamofobiye ve faşizme karşı sokağa çıktı. Avrupa’da aşırı sağ partilerin yükselişine, Müslümanları hedef alan nefret söylemi ve nefret suçlarına karşı yapılan uluslararası çağrıya binlerce kişi yanıt verdi. En kitlesel eylem Yunanistan’da yapılırken eylemciler faşist Altın Şafak partisinin yöneticilerinin hapse atılmasını talep etti. KEER-
FA’nın (Irkçılığa ve Faşist Tehdide karşı hareket) örgütlediği eyleme ülkedeki göçmen işçilerle, sendikalar da yoğun bir katılım sağladı. İngiltere’de, Londra’da yapılan ve 4000 kişinin katıldığı eylemde göstericiler, yaklaşan seçimleri göçmen karşıtı söylemini yaygınlaştırmak için kullanan ırkçı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’ni (UKIP)protesto ettiler. Almanya’daki eylemde ırkçı PEGİDA hareketi protesto edilirken, İspanya, Fransa ve Hollanda’nın yanı sıra Türkiye’de de İstanbul ve İzmir’de ırkçılığa karşı eylemler yapıldı.
Sosyalist Parti üyesi ve Fransa Başbakanı Manuel Valls ise UMP’yi faşist FN’ye karşı taktik oy kullanmadığı için kınadı. Sosyalist Parti seçmenlerinin FN karşısındaki en güçlü adaya oy verdiğini söyleyen Vallis, UMP’nin ise seçmenlerini böyle bir tutuma yöneltmediğini söyledi. Sosyalist Parti 2002 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda da Marine Le Pen’in babası Jean-Marie Le Pen’e karşı sağcı aday Jacques Chirac’ı desteklemişti. Ancak bu yöntem solun oylarındaki azalmanın önüne geçememiş, FN’nin yükselişi tüm ana akım partilerin sağa açılmasına neden olmuştu. Seçimlerin ikinci turu 29 Mart’ta yapılacak.
KÜRESEL MÜCADELELER Brezilya: Geçen hafta sonu 1 milyon kişinin yolsuz-
KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse
KAPİTALİZM VE SU KRİZİ Haberlerde, ders kitaplarında sık sık karşılaştığımız konulardan bir tanesi de dünyamızın giderek çölleşmekte olduğu. Birleşmiş Milletler’in raporlarına göre 15 yıl sonra sahip olunan su ancak dünya nüfusunun yüzde 60’ına yetecek. Dolayısıyla bu kaynağın kim için ve nasıl kullanıldığı önemli. Ancak şu anda yapılanlara baktığımızda kapitalizmin, pek çok konuda olduğu gibi, bu konuda da son derece akıl dışı davrandığınız görüyoruz. Gezegende bir yerlerde hala var olan su, dünyanın su kaynaklarına endüstriyel gelişimi teşvik etmek amacıyla müdahale edilmesinden dolayı (yer altı sularının gereğinden fazla miktarda çıkarılması, su kaynaklarının yataklarının yönünün değiştirilmesi vb) artık doğru yerde ya da içilebilir durumda değil. Diğer yandan her yıl dünyada 3.6 milyon kişi (bunun 1.5 milyonu çocuklardan oluşuyor), ishal, tifo, kolera ve dizanteri gibi su ile ilgili hastalıklar nedeniyle ölüyor. Bir milyar kişi hala tuvalet ihtiyacını açık alanda gideriyor ve 2.5 milyar kişi temel hıfzısıha hizmetlerinden mahrum. 2030 yılında 5 milyardan fazla insan – yani dün-
ya nüfusunun yaklaşık yüzde 70’inin – uygun hıfzısıha hizmetlerinden yoksun olacağı tahmin ediliyor.
luk yapan devlet başkanı Roussef’in istifa etmesi için
Tabii ki bu durumun toplumsal sonuçları var. Birleşmiş Milletler raporları, kadınların su toplamak için her yıl 40 milyar saat harcadıklarını gösteriyor. Birçok ülkede kadınlar, su getirmek için günde beş ya da altı saat harcıyorlar ve kız çocukları da onlara eşlik ediyor ve böylece okula gitme fırsatını kaçırıyorlar.
Halkın öfkesini üzerinde toplayan Roussef, yolsuzluk
Kapitalizmin su krizine yanıtı dünyanın her yerinde özelleştirmeyi teşvik etmek oldu. 2008 yılında başlayan ekonomik kriz bunun için bulunmaz fırsat oldu. Troika krize müdahale ettiği her yerde suyun özelleştirilmesi şartını da koydu. Yunanistan’ın iki büyük kenti Selanik ve Atina’nın su hizmetlerinin özelleştirilmesi de bunun bir parçasıydı. Şimdi Yunanistan’da su faturalarını ödeyemeyen ailelere su verilmiyor. Ancak yine biliyoruz ki dünyadaki en zengin yüz milyarderin 240 milyar dolarlık 2012 net geliri aşırı yoksulluğu dört kere tarih yapmaya yeter. Oxfam, geçtiğimiz yirmi yılda yüzde 1’lik en zengin kesimin, ekonomik kriz ile birlikte gelirini yüzde 60 artırdığını söylüyor. Yani su kaynaklarımızı yoksullar, evlerinde çeşme suyu kullanan insanlar değil çılgınca bir sanayileşme ve zenginleşme hırsına sahip patronlar yani kapitalizm tüketiyor.
sokakları dökülmesinin yarattığı sarsıntı devam ediyor. ve rüşvetle mücadele sözü verdi. Yolsuzluk yapanlara hapis cezasının 25 yıla çıkartılması ve malvarlıklarına el konulmasını içeren bir düzenleme gündemde. Devlet başkanının koltuğunu koruyup koruyamayacağı ise belirsiz. İrlanda: Hükümetin getirdiği yeni kesinti paketine karşı halk sokaklara döküldü. 7 yıl içerisinde 30 milyar Euro’luk tasarruf yapmayı planlayan hükumet her evden su kullanımı için ücret almaya başladı. Dublin’de toplanan 80 binden fazla kişi hükümeti protesto etti, Yunanistan’la dayanışmasını gösterdi. İspanya: Kesintilere karşı çıkan binlerce kişi Madrid’de Onur Yürüyüşü yaptı. Hükümete aldığı dış kredileri ödememesi çağrısı yapan protestocular iş ve ev istedi. Almanya: Lufthansa pilotları emekliliğe geçiş süreleri konusunda yaşanan anlaşmazlıktan dolayı grev yapıyor. Seferler yapılamazken, binlerce yolcu etkileniyor.
RÖPORTAJ
5
“Başka bir Avrupa mümkün“
“Halk bankalara karşı”, “Halk piyasalara karşı”, “Kâr değil insan” sloganları Almanya’daki antikapitalist protestoda taşındı.
Almanya’nın Frankurt kentinde binlerce insan neoliberalizmin kemer sıkma politikalarına karşı sokaktaydı. Avrupa sermayesinin yeni güç gösterisi olan Avrupa Merkez Bankası’nın 1,3 milyar avroluk binasının açılışında gerçek güç eylemdeydi. Paris Komünü’nün 144. yıldönümünde Avrupa ve Almanya’nın dört bir tarafından gelen binlerce kişinin taleplerini, Blockupy hareketini ve Alman işçi sınıfının mücadelesini, protestolara katılan Sol Partili Marburg Biedenkopf Belediye Başkan Yardımcısı Adnan Yıldırım’la konuştuk. Gösteri nasıl hazırlandı? Blockupy (Abluka) 2011 yılından bu yana Almanya ve Avrupa` nın çeşitli ülkelerinde Avrupa Merkez Bankası‘nın, Avrupa Komisyonu‘nun yoksullaştırma, işsizleştirme, emeğin değersizleştirilmesi ve kesinti politikalarına karşı alternatif düşünce ve eylem üreten politik bir hareket olarak ortaya çıktı. 18 Mart‘ın, Avrupa Merkez Bankası‘nın 185 metre uzunluğunda ve 1,3 milyara mal olan ikiz kuleli binasının açılış töreninin yapılacağı gün olarak belirlenmesinden sonra Blockupy da harekete geçti. Tüm iş yerlerine, sokaklara afişler asıldı, bildiriler dağıtıldı. Beklenenin iki katı kadar insan protestolara katıldı. Hareketin hedefleri neler? Yoksullaştırma ve tasarruf politikaları üzerine inşa edilen bu kutlamaların hiçbir haklılığı yok. Avrupa sermayesinin kurumları meşru değildir ve değişmesi gerekir. Bankaların gücüne karşı aşağıdan demokrasiyi ve sosyal adaleti örgütlemeliyiz. Sermayenin Avrupa çapında örgütlenmesine karşı bizim direnişimiz de Avrupa çapında olmalı. Aynı zamanda yükselen ırkçı hareketi ezmeyi ve silahlanmaya karşı mücadeleyi büyütmeyi hedefliyoruz. Protestolar nasıl geçti? Egemen sınıf bir hafta önceden hazırlıklara başladı. Basında çok tehlikeli bir gösteri olacağını, işe gidenlerin o gün
kravat ve takım elbise giymemeleri gerektiğini anlattılar. Okulları tatil ettiler. 10 bin polisi donattılar. Avrupa Merkez Bankası‘nın yeni binasının çevresini Nato dikenli telleriyle çevirip beton duvar ördüler. Helikopterler gökyüzünde sürekli göstericileri izledi, binalara polisler yerleştirdiler. Sabahın ilk saatlerinden itibaren her geçen dakika göstericilerin sayısı arttı. Polis copları, tomaları ve biber gazlarıyla caddeleri, sokakları doldurdu. Zaman zaman göstericilere müdahale etti. Otonomcu grupların polis araçlarını boyarken veya yakarken görüntüleri devasa gösteriyi karalamak için kullanıldı. Küreselleşme karşıtı yazar Naomi Klein‘ın dediği gibi esas egemenler tüm gezegeni yakıyorlar. Hükümetin protestolara karşı tavrı neydi? Alman anayasasında gösteri ve proresto hakları garanti altında olduğu için hükümet doğrudan karşı çıkamadı. Basın yoluyla bizim kötü göstericiler olduğumuzu, ortalığı karıştıracağımızı topluma anlattı. Diğer taraftan 10 bin polisi Frankfurt'a yığarak yıldırmaya çalıştı. Hükümet belli ki çok kızmış. İki gün sonra Federal Hükümet İç İşleri Bakanı teröre karşı bütçeden pay ayırdıklarını, özel bir tim kuracaklarını açıkladı. Tüm bu hazırlıklar önümüzdeki yılların daha çetin geçeceğini gösteriyor. Onlar anti demokratik yasalar düzenleye dursunlar biz demokrasinin ve sosyal adaletin aşağıdan örgütlenmesine devam edeceğiz. Başka bir Avrupa’nın, başka bir dünyanın mümkün olduğunu söylemeye ve örgütlenmeye devam edecegiz. Son dönemde kamu emekçileri ve pilotların grevleriyle sol arasındaki ilişki ne durumda? Neoliberalizmin kemer sıkma politikalarından Alman emekçileri de payını aldı. Uzun zaman zam alamayan emekçilerin yaşam standartı her gün düştü. Avroya geçişle birlikte yüzde 100 enflasyon emekçileri büyük oranda olumsuz etkiledi. Ücretler yarı yarıya düştü. Temel tüketim ürünlerinde fiyatlar arttı. Emekçilerin satın alma güçleri azaldı. Bugün kamu emekçileri yüzde 5,5 ya da aylık en az
175 avro zam talebiyle uyarı grevleri yapıyorlar. Hükümetse bu talebi yerine getirmediği gibi, saldırıya geçerek emeklilik sigortalarında yüzde 20 kesinti yapmak istiyor. Bugüne kadar sendikalar ve işverenler üç kez masaya oturdular ve anlaşma sağlanamadı. Nisan‘da tekrar masaya oturulacak. Eğer anlaşma sağlanamazsa tektar süresiz greve gidilecek. Alman Hava Yolları‘ndaki pilotlar bir yılda 12 grev yaptı. İsteklerinin çoğunu elde ettiler. Şimdiki talepleri emekli olana kadar elde edilen haklarının garanti altına alınması. Almanya’da sol olarak adlandırabileceğimiz önemli güçler Sol Parti (Die Linke)‘de birleşti. Sendika bürokratlarının çoğunluğu hâlâ yoksullaştırma politikalarının sorumlusu olan Sosyal Demokrat Parti’de. Sol Parti tüm işçi direnişlerini ve grevlerini destekliyor. Tüm dünya Alman Merkez Bankası’nı Yunanistan’a yaptığı şantajla tanıyor. Bu politikaların arkasında ne yatıyor? Alman egemen sınıfı 1980’lerden beri kemer sıkma politikalarını dayatırken Almanya’nın dünyanın merkezi olacağını anlattı. 2008’de başlayan finansal krizde hükümet bankalara 750 milyar avro verdi. Yıllarca kemer sıkmak gerekir diyen hükümetin bir anda bu kadar çok parayı bankalara vermesi emekçileri öfkelendirdi. Ancak bu gündem hasıraltı edildi. Ardından İspanya, Portekiz, İtalya ve Yunanistan'da sorunlar patlak verdi. İşsizlik, yoksulluk, sosyal hakların budanması ve kemer sıkma politikalarının ürünü olan sorunlar çığ gibi büyüdü. Almanya Yunan emekçilerine savaş açtı. Yunanistan işçi sınıfının tembel olduğu, hayat şartlarının yüksek olduğu, yattıkları yerden para kazandıkları gibi söylemler yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Hükümet Alman emekçilerini, Yunan emekçilerine karşı kışkırttı. Aradan geçen zamanda Yunan emekçilerinin mücadelesi sayesinde Troyka‘nın tasarruf politikalarının yüzbinlerce insanı açlığa, yoksulluğa, işsizliğe ve sefalete sürüklediğinden Alman kamuoyu da haberdar oldu. Syriza’nın hükümet olması da etkili oldu.
6
MÜCADELE
KÜRTLER ‘BARIŞ VE ÖZGÜRLÜK’ DEDİ 2015 Newroz kutlamalarına katılan milyonlarca Kürt birlik olduğunu gösterdi ve Öcalan’ın barış çağrısına destek verdi. Polis, Batman’da ve Van’da Newroz’u barışçıl bir şekilde kutlayan halka gaz bombası ve plastik mermilerle saldırdı. Erdoğan ve adamlarının “vandal” dediği Kürtler provokasyona gelmedi. Sivas’ta, İzmir’de ve bir çok yerde ırkçılar HDP’lilere bıçakla sopayla saldırdı. Barış sürecini sabote etmek için yapılan faşist provokasyonlar da boşa çıkartıldı. Kürtler Türklerle eşit haklara sahip barış içinde bir arada yaşamak yönünde tercihini gösterdi. Kobane direnişinin de kutlandığı 2015 Newroz’u 29. Kürt isyanının sonunda ezilen halkın özgürlüğü kazanmakta kararlı olduğunu ortaya koydu.
ÇÖZÜM EKSİK DEMOKRATİK
HÜKÜMET İLE ERDOĞAN BİRBİRİNE GİRDİ 2015 Newroz’u hükümet ile Cumhurbaşkanı arasındaki kavganın doruğa çıkmasına neden oldu. Kürt tarafının bir talebi olarak geçen yıl yasalaşan İzleme Heyeti’ne basın önünde karşı çıkan Erdoğan’a karşı konuşan hükümet sözcüsü Bülent Arınç, hükümetin karar verici olduğunu, bu adımların da atılacağını söyledi. Bazı AKP milletvekilleri Arınç’a tepki gösterek çözüm sürecinin mimarının Erdoğan olduğunu, yani onun karar vermesi gerektiğini söyledi. Düne kadar Kürt hareketini parçalı bölüklü davranmakla suçlayan AKP’liler darmadağın oldu. Arınç ve Erdoğan’ın kavgası çözüm sürecinde Öcalan’ın rolünü gölgelemek için de kullanıldı. 21 Mart günü 2 milyon insan Diyarbakır’da barışı kutlarken, Türkiye’de medyanın yüzde 65’lik dilimini kontrol eden laik cephe ekranlara MHP’nin ırkçılık gösteri yaptığı kurultayı getirdi.
LAİK CEPHE FAŞİZM KARTINI KALDIRDI
TV’lerde çözüm sürecinin bir ihanet olduğunu söyleyen, Kürtleri aşağlayan ırkçı sesler yükseltildi. Laik cephe, zafer kutlaması yapan Kürtlere karşı seçenek olarak faşist MHP’yi öne çıkardı. Bu yeni bir gelişme değil. AKP’ye ve Erdoğan’a karşı çıkan laik cephe 2007’den bu yana CHP-MHP koalisyonundan yana. Kemalist CHP’nin kriziyle bu ortaklık hep MHP’ye yaradı. Çözüme karşı çıkan zengin laik sınıflar MHP’nin ölüm vaatlerine destek oldu. Bu kesimleri temsil eden Sözcü gazetesi uzun zamandır MHP’yi destekliyor. Doğan Holding gazeteleri ise Devlet Bahçeli’yi partisini sokağa dökmediği için takdir ediyor ve ırkçılık dolu açıklamalarını sanki saygın bir merkez siyasetçi gibi duyuruyor. 2014 seçimlerinde HDP ve Demirtaş’a karşı bas geç tutumunu alan ulusal solcular ise Ankara’da MHP artığı Mansur Yavaş’ı desteklemişti. Onlar açık açık ‘AKP olmasın MHP olsun’ diyenler. Kürtlere, kadınlara, eşcinsellere kendilerinden olmayan herkese saldıran ülkücü faşistler ise laik cepheden aldığı meşruiyetle barış sürecini bozmak için güçlenmeye çalışıyor. Irkçılığa karşı mücadelenin ve antifaşist güçlerin birliğinin önemi bir kez daha ortaya çıktı. Barış ve kardeşlik için ırkçılık yasaklanmalıdır. Demokrasiye düşman MHP ve Ülkü Ocakları kapatılmalıdır.
VOLKAN AKYILDIRIM
Diyarbakır’daki Newroz kutlamalarında mesajı okunan Abdullah Öcalan, Dolmabahçe’de AKP ile HDP ortak toplantısında ilan edilen 10 maddelik deklarasyonda mutabakat oluşmasıyla birlikte PKK’nin 40 yıllık silahlı mücadelesini sonlandırmak üzere bahar aylarında bir kongre yapmalarını istedi.
Öcalan’ın mesajının okunmasından saatler sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dolmabahçe toplantısını doğru bulmadığını belirterek 10 maddede demokrasi çağrısının bulunmadığını ileri sürerek “yeni yeni talepler ortaya çıkıyor” diyerek hoşnutsuzluğunu belirtti. 10 madde ne anlama geliyor? 2013 yılının son günlerinde başlayan, 2014 Diyarbakır Newroz’unda Öcalan’ın silahların kalıcı olarak susması ve demokratik siyaset çağrısı ile ilerleyen Kürt sorununun demokratik çözüm süreci diyalogdan müzakere aşamasına geçiyor. Müzakere, sorununun çözümü için atılacak adımlar ve Kürtlerin taleplerinin nasıl hayata geçirileceği üzerine savaşan tarafların bir araya gelerek karar verme sürecidir. Öcalan tarafından önerilen 10 madde Kürt sorununun çözüm görüşmelerinin hangi başlıklarda ve kapsamda ele alınacağını içeriyor. Cumhurbaşkanı “demokrasi yok” dese de Öcalan’ın 10 maddesi bütünüyle Türkiye’nin demokratikleşmesiyle ilgili: 1. Demokratik siyaset; tanımı ve içeriği, 2. Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması, 3. Özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri,
4. Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına dönük başlıklar, 5. Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları, 6. Çözüm sürecinde demokrasi-güvenlik ilişkisinin kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması, 7. Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri, 8. Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi, 9. Demokratik Cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması, 10. Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleşleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa. Çözümün yolu çoktandır belli Cumhurbaşkanının “Yeni yeni talepler çıkıyor” iddiası doğru değil. Bu 10 madde son on yıldır Kürt sorununun çözümüyle ilgili her platformda kabul ediliyor. Erdoğan’ın topladığı Akil İnsanlar Heyeti de yedi bölgede yaptıkları çalışmanın sonucunda hazırlanan raporda Öcalan’ın önerdiği başlıklarda çözüm getirilmesi gerektiğini vurgulamıştı. Cumhurbaşkanı kendi hazırlattığı bu raporu kendi elleriyle çöpe atmıştı. Öcalan, Kürtlerin cumhuriyetin kuruluşunda gasp edilen haklarının eksiksiz iadesinin sağlanması kadar bu hakların anayasal güvence altına alınmasını istiyor. “Ortak vatanda” Kürtlerin Türklerle eşit statüye sahip olmaları ve haklarını kullanabilmeleri için topyekun demokratikleşme öneriyor. Sadece Öcalan ve HDP tabanı değil AKP’ye oy veren yığınlar da baskı altındaki kimliklere eşitlik getiren demokratik
MÜCADELE
KSİZ KLEŞME
BARIŞ İÇİN YÜRÜYORUZ 4 Nisan 2015 Cumartesi saat 15.00
Tünel’den Galatasaray Meydanı’na Barışa Söz Ver n 10 madde kabul edilsin. İzleme Heyeti İmralı’ya gitsin. Hakikatları Araştırma Komisyonu kurulsun. Çözüm müzakeresi hemen başlasın. n Devlet adına Cumhurbaşkanı Kürtlerden özür dilesin ve eşit haklarının güvence altına alınacağını açıklasın. n Hükümet anadilde eğitim başta olmak üzere Kürtlerin kimliklerini her alanda adımlar atarak hayata geçirsin. n Hiçbir halkı diğerlerine üstün kılmayan, tüm halkların eşit haklarını tanıyan demokratik anayasa süreci başlasın.
7
GÖRÜŞ Roni Margulies
ABİMİZİ YIPRATIYORLAR Abi’ye bu yapılır mı ya! Bu nasıl bir vicdansızlık? Olur mu ya! Bakın ne diyor: “Operasyonlarla şahsım başta olmak üzere, tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldı.” Tamam, tüm ülkeyi aldattınız, dert değil, biz zaten ülke olarak aldatılmaya alışığız, çok da sorun etmeyiz. Ama bu kadar saf, bu kadar temiz bir delikanlı aldatılır mı ya! Diyor ki: “Yolsuzluk kılıfı altında başlattıkları bir operasyonla şahsımla birlikte ülkemizin tüm millî kurumlarını, millî projelerimizi hedef aldılar.” Millî kurumlarla projeleri istediğiniz kadar hedef alın, hiç önemli değil, biz zaten kendimiz de onları pek ciddiye almayız, ne halt olduklarını biliriz. Ama bu kadar sevecen, iyiniyetli bir abi hedef alınır mı ya! Bu o kadar iyi bir abi ki, bakın nasıl samimiyetle ifade ediyor: “Eski Genelkurmay Başkanımız başta olmak üzere, birlikte mesai sarf ettiğim için yakından tanıdığım pek çok komutanın tutuklanmasına şahsen gönlüm hiçbir zaman razı olmadı.”
Diyarbakır’daki Newroz kutlaması
n Dağdakilere siyaset hakkı tanınsın. Müzakerenin hızla sonuçlanması için Öcalan özgür bırakılsın.
Ve o kadar efendi ve kibar ki, sevgili ordumuzun maruz kaldığı kumpasa gönlü hiç razı olmamasına rağmen, kendisinin dediği gibi, “hukuk devleti ilkesine saygının gereğini yerine getirmek dışında bir duruşumuz olmadı.”
bir anayasadan yana olduğunu 12 Eylül 2010 referandumunda göstermişti.
ne destekten kaynaklı oyları AKP’ye yöneltmek için çözüm sürecini zora sokuyor.
Abimize bunları yapanlar, aldatanlar, hedef alanlar belli: paralelci, kumpasçı, lobici filan.
İşçiler bu saflaşmada hangi tarafta durmalı?
Ya Bülent Arınç’a ne demeli?
Öcalan’ın 10 maddesi Dolmabahçe’de okunmadan önce dağdakilere gönderilmiş, Kürt sisyasi hareketinin yasal ve yasadışı tüm kurumları bu 10 madde çerçevesinde çözüm müzakerelerinin süreceği garanti altına alındığı takdirde silahların nihai olarak bırakılacağını kabul etmişti.
“Bugün geldiğimiz noktadan, yarın geleceğimiz noktadan sayın Cumhurbaşkanı’nın habersiz sayılması mümkün değil. Her şeyi çok iyi bilmektedir. Yani ‘Bunu soğuk ya da sıcak karşıladım’ şeklindeki beyanları kendi hissi beyanlarıdır, kendi düşünceleridir” demiş iyi kalpli abimiz hakkında. Ayıp değil mi? Denir mi böyle şeyler. “Anca gidersin” demesine ramak kalmış.
Erdoğan sadece Öcalan ve PKK’ye değil Fırat’ın batısında ve doğusunda yaşayan emekçilerin acil isteklerine karşı çıkıyor. Cumhurbaşkanı neden itiraz ediyor? Kürt sorununun çözüm süreci, kıran kırana bir pazarlık süreci. Kürtlerin silahlı direnişi ve savaş politikalarının iflası ile siyasi çözüm masasına oturan devlet, benzer süreçlerin geçtiği tüm ülkelerdeki gibi, karşı tarafın en az hakla masadan ayrılmasını, kendisinin de gücünü yitirmemesini ister. Cumhurbaşkanı’nın 10 maddeye itirazı çözüm görüşmelerinin kapsamını daraltmak, milyonların kabul ettiği anadilde eğitime hala itirazında görüldüğü gibi olabildiğince az hak vermek ve yaklaşan seçimlerde kendi başkanlığını garanti altına almak için HDP’yi etkisiz kılmak. Erdoğan, Türklerin Kürtlerden üstün olduğu şoven yapının yerini eşit kardeşliğe bırakmasına karşı. Türk milliyetçiliğini korumak ve bu süreçten devleti güçlendirerek, PKK’yi de yıpratarak, mümkünse tasfiye ederek çıkmak istiyor. Cumhurbaşkanı burada sadece kendinin değil Türk burjuvazisinin çıkarlarını dile getiriyor. İzleme Heyeti’ne itirazı da bunun için. O tıpkı Demirel gibi devletin adamı. Öcalan ile devlet arasındaki çözüm müzakerelerinin sivillerin hakemliğinde izlenmesi ve kamuoyuna duyurulmasını istemiyor. Görüşmelerin MİT tarafından yürütülmesini, gizli kapaklı olmasını, toplumun orada geçen konuşmalar hakkında bilgilenmemesini tercih ediyor. Bütün bunlar elbette HDP’nin barajı geçmesini engellemek için. Erdoğan, HDP’nin zaferinden ölesiye korkuyor. AKP yerine HDP’nin kazanacağı her vekillik onun başkanlık hayallerinin suya düşmesi demek. Bu yüzden masadaki Kürt tarafını küçük düşürmek, etkisiz göstermek, çözüm süreci-
Eğer Erdoğan’ın istediği olursa bugün Kürtler bir çok can feda ederek verdikleri mücadele ile buraya kadar getirdikleri taleplerin kabul edilmediğini ve aldatıldıklarını düşünecek. Kürt hareketi yenildiği için değil kazandığı için masada oturuyor. Bundan taviz vermeleri ise düşünülemez. Herkesin akan kan durduğu için memnun olduğu çatışmasızlık ortamı sona erecektir. Savaşın ne kadar kötü bir seçenek olduğunu cephede evlatlarını yitiren ve maaşlarından kesilen fahiş vergilerle silah alınan işçiler bilir. Yeniden çatışmaya tahamülümüz yok. Biliyoruz ki Kürtlerin talepleri yerine getirilmeden çözüm gelmez. 12 Eylül referandumunda aldığı tavırla barıştan yana ağırlığını koyan biz emekçilerin çıkarı 10 madde etrafında müzakerenin bir an önce başlaması, hızla adımlar atılması, PKK’ye demokratik siyaset hakkı tanınması ve böylece kalıcı barış ortamının kazanılmasıdır. Türkiye’nin demokratikleşmesi, yeni anayasa, özgürlükçü bir demokrasi emekçilerin ortak talebidir. Kürt halkı uğradığı onca haksızlığa rağmen barış deyip elini uzatıyor. Biz bu eli sımsıkı tutmalıyız. Türkiye işçi sınıfı kardeş Kürt halkının yanında tutum almalı ve devleti Kürtlerin haklarını kabul etmeye zorlamalıdır. Şimdi barış için mücadele zamanı!
Demiş ki bir de, “Görüyorum ki sayın cumhurbaşkanımızın bu tür konuşmaları eleştirilere yol açabilir, bu haksız ya da haklı eleştiriler sebebiyle sayın Cumhurbaşkanımız üzülebilir, yıpranabilir.” Bak, bak! Tehdit ediyor resmen yahu! “Fazla konuşma, yıpranırsın” diyor açık açık. Zaten az konuşan, her zaman düşünerek, tartarak konuşan abimize böyle tehdit savurulur mu ya? Arınç yetmezmiş gibi, bir de Abdülkadir Selvi çıktı ortaya! “Arınç’ın açıklaması bilgiye dayanan bir açıklama. Katılıyorum. Önemli ve değerli” dedi. Yahu, senin işin köşe yazılarında abimizi desteklemek, övmek, allamak pullamak. Arınç’a katılmak değil. Arınç’a katılacaksan niye Yeni Şafak’ta yazıyorsun, git başka yerde yaz! Böyle giderse yalnız kalacak vallahi. Altı oyulacak. Desteğini kaybedecek. Sevgili ordumuzdan başka hiç seveni kalmayacak.
8
GELENEK
ŞİRKET OLARAK YAŞAM VE AKP NEOLİBERALİZMİ FERDA KESKİN
Cumhurbaşkanı Erdoğan nihayet malumu tüm çıplaklığıyla ilan etti ve uzun zamandır anlattığımız bir hakikati birinci ağızdan doğruladı. Malum olan, AKP iktidarının ekonomik, toplumsal ve politik olarak safkan neoliberal bir modeli uyguluyor olması; ilan eden ise Erdoğan’ın bu modelin önündeki engel olarak gördüğü mevcut sisteme dair şu sözleriydi: “Bu sistemde ısrar etmek milletimize inanın haksızlıktır. Sizden benim bir istirhamım şudur: Yeni Türkiye’yi, başkanlık sistemini, yeni anayasayı her fırsatta milletimize anlatmanızdır. Sizler bir işadamı gibi bu ülkenin yönetilmesini istemez misiniz? Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı, yürü yürüyebilirsen. Bu ülke bu şekilde sıçramaz.” Erdoğan’ın bu bir kaç cümlesi aslında farklı perspektiflerden yapılacak uzun bir analiz gerektiriyor ve kuşkusuz burada bu kadar kapsamlı bir analiz gerçekleştirmek mümkün değil. Ama yaşadığı bunca krize rağmen neoliberalizmin hayatımızın en kılcal damarlarındaki varlığını hala muhafaza etmesinin nedeni Erdoğan’ın derdinde ifade buluyor. Pierre Dardot ile Christian Laval’in bir kaç yıl önce Türkçede de yayımlanan kitapları Dünya’nın Yeni Aklı’nda ayrıntılı bir şekilde açıkladıkları üzere neoliberalizm ne yalnızca bir iktisat politikasından ne de bir ideolojiden ibarettir. Bu iktisat politikası ile ideolojinin devamlılığını sağlayan şey, neoliberalizmin insan yaşamını bütünsel olarak kuşatan bir rasyonalite olmasıdır ve bu rasyonalite dayattığı düşünme ve davranma kurallarını kapitalizmin en vahşi halini mümkün kılacak bir normatif sisteme, yani değerler bütününe dayandırır. Daha spesifik olarak söylemek gerekirse, neoliberalizmin “başarısı” piyasa ekonomisini düzenleyen norm olan genel rekabet ilkesini, piyasanın çok ötesine taşıyıp tüm bireysel, toplumsal ve siyasi ilişkilere dayatmasıdır. Bu başarının bekası ise aynı ilişkilerin şirket modeline göre yapılandırmasını gerektirir. Tam da bu yüzden Erdoğan’ın arzusu, neoliberalizmin fikren iyice olgunlaştığı ve iktidara doğru yürüdüğü 1970’li yıllarda Batı’da öne çıkan (ve Erdoğan’ın yaklaşık 30 yıllık bir gecikmeyle dile getirdiği) söylemi tekrar ediyor. Sosyal demokrasinin piyasa ekonomisinin büyümeye pranga vurduğunu öne süren bu söylemin amacı elbette emeğin maliyetini düşürmek ve sermaye üzerindeki vergi yükünü hafifletmek yoluyla verimi artıracak bir yönetim modeli oluşturmaktır. Ancak, aynı söyleme göre, emekçi kesimlerin
Neoliberalizmin özeti: Erdoğan’ın müşaviri, katliamdan bir kaç gün sonra Soma’da madenciyi tekmeliyor. toplumsal ve siyasi yaşamdaki söz hakkı demokrasileri yönetilemez hale getirmiştir. Dolayısıyla neoliberalizmin önerisi – liberalizmden farklı olarak – devletin piyasadan çekilmesi ve müdahaleden kaçınması değil, yeni hedefler ve yöntemler üzerinden sermaye lehine yönetime çok daha güçlü bir biçimde katılmasıdır. Bu yüzden devlet eleştirisi, her zaman neoliberal teorinin en önemli unsurlarından biri olmuştur. Eski hedefleri eleştirirken neoliberalizmin şikâyeti elbette (eğitim, sağlık, güvenlik, vb. alanlarındaki) kamu hizmetleri, devletin yüklendiği (işsizlik sigortası ve emeklilik gibi) korumacı sorumluluklar ve gelir dağılımında güdülmesi beklenen adalet anlayışıdır. Neoliberalizm bu amaçların hem bireysel hem de kolektif anlamda sorumsuzluğu beslediğini; aylaklık edenleri atalete teşvik ettiğini ve çalışandan alınan vergiyle çalışmayanı desteklemenin toplumsal adaletsizliğe neden olduğunu iddia eder. Dolayısıyla bu sistemde ısrar etmek aslında, Erdoğan’ın tabiriyle, milletin ta kendisine “haksızlıktır.” Yeni hedefler ise devletin işini artık bir
bütün olarak nüfusun refahını sağlamak yerine serbest piyasayı genişletme, hatta piyasa yaratma ve rekabet kurallarını gözetme olarak tanımlar. Bu hedeflere uygun yeni yöntem ise sadece piyasayı değil, devletin kendisini de şirket modeline uygun olarak yapılandırmaktır. Eğer eski devlet bürokratik olarak örgütlenmiş, çalışanlar arasında rekabetin olmadığı, iş ahlakını kaybetmiş, hantal ve aşırı maliyetli bir yapı ise yeni devlet bunu tam tersi olacaktır: Çalışanların hesap verebilirlik ilkesine uygun olarak denetlendiği; ücretler, sözleşmeler ve yükselmenin “performans” kriterlerine endekslendiği; performansın rekabet üzerinden ölçüldüğü bir şirket. Kuşkusuz ve belki de en önemlisi, neoliberal teori bireyleri böyle bir yapı içinde itiraz etmeden var olmaya, hatta sistemi benimsemeye ikna etmenin argümanını da geliştirmiştir. “İnsan sermayesi” kavramıyla özetlenebilecek bu argümanın en önemli ayağı, noliberalizmin emeği bir tür sermaye, ücreti de bu sermayenin yatırıma dönüştürülmesi sonucu oluşan bir tür gelir olarak tanımlamasıdır. Böylece
emek-sermaye çelişkisi bir çırpıda ortadan kaldırılırken, emek-gücünün sahibi olan yatırımcının kendini kar-zarar hesabı yapan bir girişimci ve dolayısıyla bir şirket olarak görmesi sağlanmış olur. Dolayısıyla, her girişimci gibi emekçi de serbest rekabet ilkesine uygun olarak yaptığı yatırımla risk alan bir sermayedardır. Eğer yatırımı başarısız olur ve bir birey-şirket olarak batarsa bunun sorumluluğu da kendisine aittir ve hiçbir toplumsal dayanışma mekanizmasının müdahale etmesine gerek yoktur. Sonuç olarak, aileden topluma ve devlete tüm insani ilişkiler ağı bu insan sermayesinin rekabet hırsıyla kendine yatırım yapması, kendini geliştirmesi ve verimli hale getirmesi gereken bir iktisadi alana dönüşür. Richard Sennett 1998 yılında yayımladığı Karakter Aşınması başlıklı kitabında “yeni kapitalizm” adını verdiği bu sistemin insan karakterinde yaptığı hasarı örnekleriyle anlatmıştı. Hala AKP neoliberal değil diyenlerin de bu kitabı okumasında birden fazla nedenle fayda olabilir.
İŞÇİ HAREKETİ
SURİYELİ İŞÇİLER KARDEŞİMİZDİR Üç çocuk babası Ahmet Ahmed, Gaziantep İslahiye kampında kalan bir Suriyeli sığınmacıydı. Diktatör Esad rejimi ve savaştan canınını kurtarsa da çalıştığı işyerinin 5. Katından inşaat malzemeleri indirirken asansörle duvar arasına sıkışarak hayatını kaybetti. Urfa’nin Birecik İlçesi’nde, çalıştığı un fabrikasında elini buğday öğütme makinesine kaptıran Suriyeli 34 yaşındaki Muhammed Dibiz, yaşamını yitirdi. Suriyeli işçiler de Türkiyeli işçiler gibi iş kazalarında ölüyor. Çok daha az ücret alarak, çok daha uzun çalışarak. Onların hiçbir hakkı yok. Irkçılar ise kölelik koşullarında çalıştıran patronları değil Suriyeli işçileri, Türkiyeli işçilerin işini elinden almakla suçluyor.
Kampta yaşayan Suriyeli mevsimlik işçi.
İşimizi savunmanın, ücretlerimizi artırmanın tek yolu Türkiyeli ya da göçmen tüm işçiler için çalışma güvenliğinin sağlanması, eşit işe eşit ücret verilmesi. Agari ücretin 2 bin liraya çıkarılması, kim çalışıyorsa pasaportuna bakmadan bu ücretle işe başlaması. Sadece Suriyeliler değil, Afganlar, Pakistanlılar, Afrikalılar, dünyanın dört bir tarafından daha iyi bir yaşam bulmak için yola çıkıp bu topraklarda sefaleti bizimle paylaşan işçilerle birlikte örgütlenmek ve mücadele etmekten başka yolumuz yok.
GREVLER, DİRENİŞLER n Bakırköy Belediyesi bünyesinde faaliyet gösteren Bakırköy Yapı İnşaat Ulaşım Hizmetleri AŞ’de (BUYAŞ) çalışan Belediye-İş Sendikası işçileri, toplu sözleşme hakkının tanınması ve işten atılan arkadaşlarının geri alınması için grev başlattı. n Kartonsan’da toplu iş sözleşmesinde talepleri kabul edilmediği için grev kararı alan işçiler işverene geri adım attırdı, sözleşme imzalandı n İstanbul Kalkınma Ajansı çalışanları, toplu sözleşme sürecinde hak ihlalleriyle ilgili taleplerinin yerine getirilmesi için iş bıraktı, işveren bir gün sonra geri adım attı n Bandırma’da Eti Maden İşletmesi’nde çalışan işçiler, işletme müdürünün kötü muamelelerini protesto etti.
Somalı Ege Linyit işçileri eylemde.
n Bursa’da sendikalaştıkları için işten atılan Kafkas işçileri Kafkas’a ait pastane önünde eylem yaptı. İşçiler bir süreliğine pastaneyi işgal etti.
n Tazminat alacakları ve iş talepleri ile ilgili bir süredir TKİ Ege Linyit İşletmesi Bölge Müdürlüğü önünde oturma eylemi yapan işçiler, oturma eylemlerini sonlandırdı. İşçiler talepleri için mücadeleyi sürdüreceklerini vurguladı.
n Grev kararının alındığı Bursa Gemlik’te kurulu Arcelor Mittal fabrikasında TİS talepleri kabul edilmeyen Türk Metal üyesi işçiler eylemlere başladı.
n Zonguldak’ın Kilimli ilçesinde özel maden ocağı işletmesinde çalışan maden işçileri, ücretleri ödenmediği için ocaktan çıkmama eylemi yaptı.
MARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım
FAŞİZME KARŞI MÜCADELE Newroz günü milyonlarca Kürt ‘barış’ derken, MHP kurultayından savaş sesleri yükseldi. Ertesi gün üniversitelerde ülkücüler, öğrencilere vahşice saldırdı. Sadece okullarda değil bir çok ilde HDP binaları, üyeleri, Kürt göçmen işçiler, Kürtçe konuşan ya da şarkı söyleyen insanlar hedef alınıyor. Merkez medyanın saygın bir siyasetçi olarak gösterdiği MHP lideri Devlet Bahçeli, Kürt sorununun demokratik çözümüne izin vermeyeceklerini söylüyor. Ülkücüler saldırıyor. Sonra Bahçeli çıkıp “sağduyu” çağrıları yapıyor. Sağdan ve soldan alkışlanıp meşrulaştırılıyor.
9
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
BİRLİKTE MÜCADELE EDEN İŞÇİLER KAZANIR 2014 yılında iş cinayetlerinde 1886 işçi yaşamını kaybetti. İş cinayetleri işçi sınıfının en önemli sorunlarından biri olmaya devam ediyor. Ne yazık ki, sendikalar bu cinayetler karşısında yeterli kitlesel direnişler örgütleyememektedir. İşyerlerinde bulunan işçi sağlığı ve iş güvenliği kurulları işlevli olamamakta, sendikalar bu kurulların düzgün çalışmasını sağlayamamaktadır. İşçilerin örgütlü ve kitlesel mücadelesi olmadan bu sorunun aşılamayacağı ortadadır. TBMM’de görüşülmekte olan Yeni İş Yasasında iş cinayetleri konusunda yeni bir riskli alan daha ortaya çıkacak gibi görünmektedir. Mevcut İş Yasasına göre akşam saat 20.00 ile- sabah saat 06.00 saatleri arasında işçilerin çalışmaları “gece çalışması” olarak tanımlanmakta ve en fazla 7,5 saat ile sınırlandırılmaktadır. İş yasası bu sürenin üzerindeki çalışmaya, işçiler için kaza riski yüksek olduğundan izin vermemektedir. Gece çalışması işçilerin sağlığı için tehlikelidir. Gece çalışanların mutlaka bir hafta sonra gündüz çalışmasına alınması zorunludur, ayrıca sağlık raporu alan işçiler gece çalıştırılamaz. Ama yeni çıkarılmakta olan yasada gece çalışma süresindeki 7,5 saat sınırı kaldırılmak istenmektedir. Kanun tasarısına komisyonda eklenen maddeyle, “sanayiden sayılmayan işlerde işçinin yazılı onayının alınması şartıyla yedi buçuk saatin üzerinde gece çalışması yaptırılabilir” cümlesi eklenmiştir. Bu madde ile sanayi dışındaki gece işlerinde riskli bir çalışma biçimi gündeme getirilmekte, iş cinayetlerine ve meslek hastalıklarına yeni bir alan açılmaktadır. Uzun ve yoğun çalışma iş cinayetlerinin en temel nedenlerinden birisidir. Bu çalışma bir de üstelik gece saatlerinde yaptırılmak istendiğinde tehlikenin boyutu misliyle artmaktadır. Yasa tasarısının başka bir maddesine göre ise kendisine tebliğ edilen iş güvenliği önlemlerini almadığı öne sürülen işçiler tazminatsız olarak işten çıkarılabilecektir. Bu madde patronlara istedikleri işçiyi tazminatsız çıkarabilmenin kapısını açmaktadır. Tamamen suiistimale açık bir maddedir. İşçiler ve sendikalar bu hafta meclis genel kurulunda görüşülmeye başlanacak olan torba yasayla çok yakından ilgilenmelidir. İş yerlerinde işçilerin iş güvenliği bahanesi ile işten çıkarılmalarına, gece uzun süreli çalıştırılmalarına karşı mücadeleye hazırlanmalıdır. Sendikaların işçilerin somut sorunları etrafında geliştirecekleri politikalar ve eylemler işçileri birleştirir, birlikte mücadele kazandırır.
Ülkücülere bu cüreti veren sadece arkalarındaki devlet desteği değil. Kendisini sol olarak gösteren ulusalcılar ve kemalistler için MHP bir partner. MHP’nin soldan meşrulaştırılması sonucu faşistler önce işçi eylemlerine sızdı. Ardından Gezi’de boy gösterdiler. 2014 yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ‘bas geç’ denilerek desteklendiler. Muhaliflere “Faşizm nedir? Faşist kimdir” diye sorsak AKP ve Erdoğan yanıtını verir. MHP ise AKP’ye karşı yeğlenecek ve ittifak kurulacak bir güç onlar için.
çiler değil, işçileşmekten ölesiye korkan küçük burjuvalar, umutsuz işsizler ve lumpenler yer alır.
1. Her burjuva partisi, her sağ akım faşist değildir. Faşizm, mücadele ettiğimiz güçleri kitlelere kötü göstermek için kullanılan bir sıfat ya da küfür de değildir. Faşizm, kapitalizmin krizinde ortaya çıkan ve bunalıma tekelci sermaye lehine kanlı bir çözüm getiren özel bir rejimdir. 1930’ların Avrupa’sında, Almanya’da Naziler, İtalya’da faşistler, İspanya’da Francocular gibi.
5. Faşizm, yasal olarak örgütlenme imkanı bulduğunda demokrasiyi yıkmak için istismar eder. Burjuva demokrasisinde her düşüncenin örgütlenme ve kendini ifade etme hakkını savunuruz. Faşizmin asla.
2. Faşizm bir kitle hareketidir. Tabanında işçiler ve emek-
3. Faşist parti, askeri bir örgütlenmedir. Almanya’da SA, Türkiye’de Ülkü Ocakları, faşizm siyasetle değil saldırılarla güçlenir ve sokak hakimiyeti kurmak ister. 4. Bir kitle hareketini, kitle hareketi durdurabilir. Faşizme karşı mücadele, kitlesel antifaşist eylemler ve birleşik işçi mücadelesiyle geriletilebilir.
Düşmanlarımızı iyi tanımalıyız ki yenebilelim. AKP neoliberal bir sağ parti, MHP ise faşist. Stalinist ve ulusalcı yanlış faşizm teorilerinin aptallaştırıcı etkisinden kurtulmalıyız ki faşizmi yenebilelim.
10 MEKTUP&DUYURU
21 MART IRKÇILIĞA KARŞI MÜCADELE GÜNÜ TOPLANTI DUYURULARI BEYOĞLU
sosyalist işçi
26 Mart Perşembe, 19:00
iletişim:
MİLLİYETÇİLİĞİ YENMEK
Ankara 0532470150
MÜMKÜN MÜ?
Sincan: 05397440268
Konuşmacı: Çağla Oflas
İstanbul
Leyla Teras İstiklal Cad. Mis Sok. No:6
Beyoğlu: 05368474650
Kat:4 Beyoğlu
Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099 Kadıköy: 05334479709
FATİH
Üsküdar: 05075550272
27 Mart Cuma, 19:00
İzmir 05544602111
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445 Üniversiteler 05397980171 Arşivimize buradan ulaşabilirsiniz: www.sosyalistisci.org
İZMİR’DE HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN EYLEM 21 Mart dünyanın pek çok yerinde Irkçılığa Karşı Mücadele Günü başlığıyla eylemlerin yapıldığı bir gün oldu, bu eylem-basın açıklamalarından bir tanesi de İzmir Alsancak’taydı. Londra’dan Atina’ya, New york’tan İstanbul’a kadar, farklı şehirlerde aynı amaç ve benzer sloganlarla ortak bir eylemin parçası olmak, ortak siyasal talebi yükseltmenin kendisi başlı başına oldukça önemli. Zira aldığı biçimler farklı olsa da, dünyada ırkçılık hala oldukça yaygın. Bu yaygın ve yer yer güçlenen hareketler karşısında, ırkçılık karşıtlarının mücadelesinde temel silahlarından birisi de, eylemlerin renkliliği ve çeşitliliği olacaktır-nitekim bu vurgunun pek çok yerde doğal olarak yapıldığını da anımsamak gerekir-. Tek tip bir dünya, insan tahayyülü
olan ırkçı-faşist hareketlere ve gruplara karşı, 21 Mart eylemlerinin kitle olarak verdikleri mesaj doğrudan buydu. Bizler de İzmir’de, şehrin göbeği olan Alsancak’ta “Hepimiz Kürdüz Hepimiz Ermeniyiz” pankartımızla, yapılan eylemlerle ortaklaşarak, ırkçılığın Türkiye’de aldığı biçimde sürekli saldırdığı iki halkın yanında olduğumuzu, olmamız gerektiğini bir kez daha göstermiş olduk. Milliyetçiliğin yoğun ve saldırgan olabildiği bir yerde yapılan bu eylem, ırkçılığa karşı mücadelenin örgütlenmesine ve ırkçılığın yenilmesine dair de umut vericiydi. Ziya Dinçsoy - İzmir
GÜNDOĞDU MEYDANI’NDA COŞKULU NEWROZ İzmir’de Newroz 4 yıllık bir aradan sonra bir kez daha Gündoğdu Meydanında kutlandı. Meydan tamamen doldu, ara sokaklar dahi Newroz alanının bir parçası haline geldi. Gündoğdu Meydanı şehrin tam ortasında, en merkezi noktalardandır, kutlamalar burada yapılmadığı zamanlarda, Buca Hipodrom alanında da oldukça coşkulu ve kitlesel geçiyordu elbette. Ancak şehrin orta yerinde yapılan Newroz’un coşkusunun, izole, pek kimselerin olmadığı bir alanda yapılan Newroz’dan farklı olduğu da bir gerçek. Gündoğdu Meydanında on binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen Newroz’a bizler de aktif bir biçimde katıldık. Alan, halkların bütün renklerini de içinde barındırıyordu. Barış/Aşitî/Pace bayraklarımız oldukça ilgi çekti. Kürt halkının taleplerinin ve barış süreci konusunda kararlılığının görülmemesi oldukça zor olurdu. Newroz meydanlarındaki kitlelerin söylediği bir başka şey, seçim barajına dairdi: Bu coşku ve heyecan onu da alt edecek diyordu. İzmir’den Sosyalist İşçi okurlar
VE KAPİTALİZM Konuşmacı: Anıl Yüksel Beyrut Cafe, Ali Kuşçu Mahallesi, At Pazarı Meydanı, No:7
KADIKÖY
26 Mart Perşembe, 19:00 KÜRTLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ VE BARIŞ MÜCADELESİ Konuşmacı: Berkay Bağcı Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt., Kat:3
ŞİŞLİ
26 Mart Perşembe, 19:00 SANDIKTA HDP SOKAKTA MÜCADELE Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey
ÜSKÜDAR
26 Mart Perşembe, 19:00
İSTANBUL’DA IRKÇILIĞA DUR DEDİK
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
Dünya ırkçılığa karşı mücadele gününde Galatarasay Meydanı’nda eylem yaptık. Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Platformu’nun aktivistleri olarak Türkiye’de ırkçılığın hedefi olan tüm ezilenlerle dayanışmamızı belirttik. Irkçılık yasaklanmalı, ırkçı örgütler kapatılmalı. Bunu kazanmadan ırkçı cinayet, saldırı ve aşağılamaları durduramayız.
VE KAPİTALİZM
Ali Eren - İstanbul
www.dsip.org.tr
Konuşmacı: Anıl Yüksel Daimler Pastanesi Tunusbağı Cad 46/b 05314516251
AKTİVİZM 11
SU KRİZİNE KOLEKTİF ÇÖZÜM NURAN YÜCE
Birleşmiş Milletler’in 1993’te aldığı bir karar ile 22 Mart “Dünya Su Günü” olarak her yıl kutlanıyor. BM aldığı bu kararı ile su krizine tüm dünya genelinde dikkat çekmek, su varlıklarını korumak ve suya erişemeyen insanların sayısını azaltmak gibi hedefler belirlemişti. Üzerinden 22 yıl geçmesine rağmen dünya genelinde su varlıkları daha fazla kirlendi ve azaldı. Temiz suya fiziki ya da ekonomik nedenlerle erişemeyenlerin sayısı arttı ve hala salgın hastalıkların %80’i sudan kaynaklanıyor. Şehirlerde su hizmetlerinin kalitesi düşmesine rağmen su fiyatları artıyor ve tüm dünya nüfusunu müşterisi haline getiren yeni bir sektör olan ambalajlı su sektörü çok kârlı bir biçimde büyüyor. BM’nin aldığı bu karar sonrası su krizi çözülmek bir yana daha da derinleşti ve yaygınlaştı. Bunun nedeni BM’nin bu kararı aldığı tarihlerde hala tüm canlıların ortak varlığı kabul edilen, su hizmetlerinin de kamu eliyle verilmesi gerektiği anlayışı ile kapitalizmin yıkıcı etkisinden kısmen korunabilmiş olan suyun piyasa koşullarına açılmasını savunan neoliberal politikaların bu alana da sirayet etmesi idi. Tüm canlıların temel yaşam kaynağı olan suyun artık
temel bir hak değil de , bir “ihtiyaç” maddesi olarak kabul edilmesi gerektiği söylenerek su, herhangi bir ihtiyaç maddesi gibi piyasanın koşulları içinde alınıp satılabilir bir meta haline getirildi. Kamunun ne finansman ne de teknik kapasitesi büyüyen su hizmetlerini karşılamaya yetmiyor denilerek de bu hizmetler ya direk özel şirketlere ya da kamu-özel işbirliklerine devredilerek su hizmetlerinin özelleştirilmesine başlandı. Tarihsel olarak su sorununun oluşmasında çok sayıda etmen sayabiliriz. Hem kırsal kesimde, hem de kentlerde yaşayanlar açısından bu sorunu son otuz yılda daha da derinleştiren, kriz boyutuna taşıyan iki önemli neden ise neoliberal politikalar ve iklim değişikliği. Büyüyen su krizini çözmek için temelde bir paradigma değişimine ihtiyacımız var: Su bir ihtiyaç maddesi değil, temel bir insan hakkıdır. Su hizmetleri özelleştirilemez, ticarileştirilemez. Su hizmetlerinin tekrar kamusal hizmet alanına dahil edilmesi ve demokratik, katılımcı bir su yönetiminin gelişmesi, su krizinin çözümü için atılacak başlıca adımlardır. Büyüyen su krizi karşısında “noeliberal politikalardan başka bir alternatif yok” diyenlere karşı kâr değil önce insan ve doğa diyen bir anlayışla kolektif çözümler üretebiliriz.
ÜSTÜNDE NE VARDI? DEVLET! TUĞBA MARAN
Karaman’da 15 yaşındaki kız çocuğu Z.C’nin, 8 kişinin tecavüzüne uğradığı için açtığı dava sonucunda 8 kişi beraat etti. Hemen akabinde, Z.C kendisini savunamamış olduğunu düşündüğü için hakime bir mektup yazdı. Şimdi burada durup nefes alıyoruz. Bu çocuk, 8 kişinin tecavüze uğradığı ve tecavüzcülerinin serbest bırakıldığı yetmezmiş gibi bir de onu hayal kırıklığına uğratan “apoletli amcalara” oturmuş mektup yazmış. Çünkü bu haksızlık içine oturmuş, hadi tecavüzcüleri geçmiş diyelim, onlar zaten canavarlar ama “hakim amca” ve polislerin ona duyduğu kızgınlığı ve suçlayıcı tavrı bir türlü anlamamış. Hala yazık ki –her mağdur gibi- kendisini anlatma derdinde. Yazığı mektup sosyal medyada çokça paylaşıldı. Haberi görmeyenler için mektubu alıntılıyorum: “Hâkim amca ben yaşadıklarımı utandığım için bir de polisler ve siz bana inanmıyor gibi davrandığınız, alay ettiğiniz için anlatamıyorum. Her erkeğin bana tecavüz edeceğini sanıyor, korkuyorum. Hakimsin bir daha bana bağırma. Beni azarlamayın. 15 yaşında 38 kilo bir kızım. Benim gücüm bu adama yetmez ki karşı koyup onu yeneyim. Polisler de siz de beni suçladınız. ‘Neden karşı koymadın’ diye. Bu adamın benim üç katım kilosu ve gücü var. Bir erkekle benim gücümü nasıl bir tutuyorsunuz. Canlı cenaze gibiydim. Tek düşündüğüm bir an önce ölmekti. İntihar edecektim, beceremedim. Bu son ifademdir. Bana inanmayan dalga geçer gibi davranan aşağılayan mahkemenize gelmeyeceğim. Sizi adalet ve vicdanınızla baş başa bırakıyorum.” Peki, neden her alanda güçsüz görülen kadınların, mevzu tecavüz olunca yaşı kaç olursa olsun güçlenip karşı koyması beklenir? Cevap basit: Çünkü baştan kimse
bunun tecavüz olduğuna inanmaz. Açık veya kapalı şekilde çocuktan veya kadından bir davet geldiği varsayılır. Ama “sütü bozuk” bir çocuk, ama “aranan” kadın.. Suç mutlaka kadındadır. Kadının cinsindedir. “Homo demonstrans” türünden olan erkekler bu konuda bizi aydınlatmaktan geri kalmaz. Televizyonlarda maç yorumlayan adamlar “kot pantolonlu kadına kimse tecavüz edemez” der. Bunun ima ettiği şey “hafif” giyinmiş (misal etekli ya da elbiseli) kadına tecavüz edilmesinin daha kolay olduğudur. Fakat biliyoruz ki bu basit bir kolaylık-zorluk ilişkisi değildir. Bu, yine tecavüz edilene sorulan “üstünde ne vardı?” sorusunun başka bir formudur. Esas soru şudur aslında: “acaba ne yaptın da adama kendini tecavüz ettirdin?” Tecavüz haberlerinde eril zihinlerin aklına düşen ve dahası davalarda hakimlerin dillendirmekte beis görmediği “acaba saat kaçtı, üstünde ne vardı, alkol almış mıydın” gibi soruları tek tek düşünün. Bunların hepsi önce kadının toplumsal davranış kodlarını layıkıyla yerine getirip getirmediğini ve kamusal alanda “izinli” olduğu saatleri aşıp aşmadığını kontrol etme amaçlıdır. Kısacası tecavüzcü sahneye çok nadir durumlarda misal “masum bir kızın” öldüğüne ikna edildiğimizde gelir. Bunun dışında sorgucu erkin spot ışıkları kadının üstündedir. Her ne kadar davacı tarafın elinde, Z.C vakasında olduğu gibi, psikolojik ve zihinsel zararın belgesi olsa da tecavüzde rıza aranır ve bir şekilde bulunur ve dolayısıyla suç kadına isnat edilir. İşte Z.C’ ye mektup yazma ihtiyacı doğuran, kendisine erkeklerin nefretini yönelten bu öfke tam da bundan kaynaklanır. Kadın suçlanır, erkek beraat alır. Çünkü hegemonik erkekliğin en örgütlü biçimi olan devlet böyle bir ideolojik arka plan üzerine inşa edilmiştir ve bu yapıyı koruyacak çeşitli kurumları vardır: hukuk da bu kurum-
lardan biridir. Hukuk bu zihniyeti verdiği kararlarla sürekli olumlar ve yeniden üretir. Kapitalist sistemin temel dayanağı olan ezen-ezilen ilişkisi “sapına kadar” eril bir kurum olan devletin çeşitli ideolojik aygıtları tarafından üretilir ve sürdürülür. Bildiğiniz üzere her ezen-ezilen ilişkisinde olduğu gibi, ezilen hesap verir; ezen hesap sorar. Bu ilişki kökten değişmediği sürece kadınlar da hesap veren olmak durumunda kalacaktır. AKP’nin fıtratında var! Bu sistematik erkek şiddetinin AKP döneminde ve özellikle son 7 yılda yüzde %1400 arttığını biliyoruz. 2014 yılında kadına yönelik şiddetin bilançosunu açıklayan İHD Genel Merkezi Kadın Sekreteri Songül Erol Abdil, 2014 yılında 296 kadının öldürüldüğünü, 39 kadının intihar ettiğini, 191 kadının tecavüz ve tacize uğradığını, 585 kadının darp sonucu yaralandığını söyledi. Devlet eliyle kadına karşı yürütülen bu savaş çığ gibi büyüyen rakamlarla birlikte öfkemizi ve isyanımızı arttırıyor. Talebimiz ve mücadelemiz bu ve benzeri dava sonuçlarını sineye çekmeyip, olağanca gücümüzle itiraz edip Z.C ve benzeri davalardaki adaletsiz kararların tekrar ele alınarak yeniden yargılanmasını talep etmek, tecavüz ve taciz davalarında kati suretle kadının beyanının esas alınması yönünde olacaktır. Tecavüz vakalarında ısrarla rıza aramak - eldeki belgelere rağmen- devletin tecavüze ortak olmasından başka bir şey değildir. Bu ortaklığa son verecek tek şey ise kadınların örgütlü mücadelesidir. Hegemonik erkekliğin yarattığı erkeklik hiyerarşisinde elbette erkekler de zarar görmektedir. Dolayısıyla, erkekler de bu mücadeleye kadınların önderliğinde destek vermeli ve bu hegemonik erkeklik el birliğiyle yıkılmalıdır.
ÖNE ÇIKAN Şenol Karakaş
#seniistemiyoruzbülentarınç Muhtemelen dünyanın en saldırgan ikinci tweet trol grubu olan Aktroller, Bülent Arınç’ı yıpratma kampanyasına son gaz başladılar. Evet, AKP’nin sosyal medya cengaverlerinden söz ediyorum. Gezi günlerinde Erdoğan’ı sağlam irade olarak selamlayan, 17 Aralık yolsuzluk operasyonlarından sonra Meclis’te Erdoğan’ın konuşmalarını amigoluk yaparak izleyen insanlar. Bu kez bu insanların hedefinde Bülent Arınç var. Bülent Arınç, Erdoğan’a karşı hükümeti savunduğu, Erdoğan’ın hükümete üst perdeden yaptığı çıkışlara karşı söz söylediği için AKP’lilerin sosyal medya saldırganları Arınç’ı linç ediyor. Arınç’ı paralel ilan eden de çıktı aralarından, Fuat Avni’nin aslında Arınç olduğunu söyleyen de. Büyük ihtimalle Arınç “paralel” üyesi değil ve yine büyük ihtimalle Fuat Avni adlı sosyal medya fenomeni de değil. Bülent Arınç, Erdoğan’ın başına buyruk çıkışlarının hükümete zarar verdiğini düşündüğü için yaptı bu çıkışı. Ama boşuna uğraşıyor. Erdoğan, cumhurbaşkanı olduğu günden beri, hükümetin kendisi olmadan bir hiç olduğunu kanıtlayan adımlar atıyor. Zira tek bir derdi var: başkanlık! Başkanlık hedefiyse söz konusu olan, gerisi teferruat Erdoğan için. Çözüm süreci de bu teferruatlardan birisi. Bu nedenle, #bülentarınçseniistemiyoruz başlıklı sosyal medya taaruzundan daha önemli olan, Erdoğan’ın tutumunu anlaşılır ve kabul edilir kılmaya çalışan sağdan soldan tartışmaya katılanların tutumu. Bunlara göre Erdoğan çözüm sürecinin mimarı olduğu için yıpratılmamalı, Erdoğan muhafazakar Türk seçmeninin nabzını tutmakta özel bir yeteneğe sahip olduğu için çözüm sürecindeki çıkışının anlaşılması lazım, Erdoğan’ı yıpratmak paralel yapıyla süren asli mücadeleye zarar vereceği için çok büyük hatadır. Kabaca böyle özetleyebiliriz her dönem Erdoğan’ı savunmayı asli işleri haline getirenlerin iddialarını. Bu iddialar çürük ama: Evet! Çözüm sürecinin tek mimarı değil ama Abdullah Öcalan’la birlikte iki mimarından birisi, Erdoğan. Ama mimarlardan birisi yıpranacak diye, kimse süreçten geri adım atılmasına sessiz kalamaz. Görüldü ki, Erdoğan açısından her gelişme, başkanlığına giden yolda fütursuzca şantaj malzemesi yapılabilir. Çözüm süreci de şantaj malzemesi yapılabilir. “Ya başkanlıkla çözüm süreci ya da çözüm sürecine elveda” diye koyarsanız ikilemi, ikisini birden kaybedebilirsiniz. Kimse, Erdoğan’ın başkanlığını kabul etmek zorunda değil. Hem çözümden yana olup hem de Erdoğan’ın başkanlığına karşı çıkıp demokrasinin sınırlarının genişlemesini savunmak, emin olun aynı anda savunulabilecek politik ve doğru tutumlardır.
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
İspanya, kesintilere karşı protesto.
n İspanya, Yunanistan, İrlanda, İngiltere, Lübnan ve Suriye’den devrimciler anlatıyor. n Dünya, Türkiye ve sosyalizm hakkında 26 toplantı, farklı geleneklerden onlarca konuşmacı n 1915 Ermeni Soykırımı ve yüzleşme mücadelesi hakkında dört oturum n Kreş, kitapçı, sosyal hareketler ve politik kampanya stantları
2015
marksizm Küresel kapitalizmin iflas ettiği, her yerde protestocuların devletlere karşı mücadele ettiği dünyada kritik bir dönemden geçtiğimiz açık.
Podemos’un yükselişi izledi. Milyonlar aç, mutsuz, öfkeli, kapitalist sisteme isyan ediyor.
Neo-liberal partiler meşruiyetlerini yitirirken, ırkçı ve faşist hareketler bu krize kendi karanlık çözümlerini dayatıyor. Cihatçı akımlar barbarlıkla karşı koyarken, dünyada antikapitalist solun özgürlük isteyen sesi yükseliyor.
Türkiye, büyük mücadelerle belirlenen dünyanın bir parçası. Son on yılda yaşananlara bakın. Hrant’ın ardından “Hepimiz Ermeniyiz” yürüyen onbinler sayesinde Ergenekon soruşturması başladı, darbeciler yargılandı. Askeri vesayet rejimi geriye itildi, barış süreci başladı. Generaller aradan çekildi, silahlar sustu, Gezi patladı. Parkını, deresini, ağaçlarını, şehrini koruyanlar her yerde direnişe geçerken, işçi cinayetlerine karşı tepkiyi grevlerin ve direnişlerin yayılması takip etti. Ermeni Soykırımı’nın 100. yıldönümü olan 24 Nisan’da Taksim’de ve bir çok yerde sokağa çıkacak binlerce insan kanlı rejimle hesaplaşma iradesini ortaya koyacak.
Arap devrimleri ile başlayan küresel protesto dalgasını, Yunanistan işçi sınıfının Avrupa egemen sınıflarını yenmesi ve İspanya’da işçilerle öğrencilerin yarattığı yeni sol
En büyük sorun Kürt halkının büyük mücadelesi ile çözülmeye yaklaşırken Türkiye’nin batısında mücadele var. 13 yıldır iktidarda olan Erdoğan ve AKP’nin doğayı ve toplu-
ABD ve Avrupa’dan yayılan neoliberalizmin bunalımı iklim kriziyle birleşiyor. Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Doğu Avrupa’da patlak veren savaşlar, ekonomik rekabetin askeri rekabetle yürütüldüğünü gösteriyor. Silahlanma yarışı ve emperyalist devletlerin restleşmeleri, küresel savaş eğilimlimlerini körüklüyor.
SOSYALİZM SOHBETLERİ Meltem Oral
YESİNLER BİRBİRLERİNİ DEYİP GEÇELİM Mİ? Erdoğan ve bazı hükümet yetkililerinin farklı açıklamaları giderek Beyaz ve Candan Erçetin atışması izliyormuş tadıyla takip edilmeye başlandı. Arınç’ın Erdoğan’ı “izleme komitesi” ve çözüm sürecine dair beyanatları dolayısıyla adeta “haşlaması”, bunun son örneğiydi. Ama vaziyet çekirdeklerimizi çitlerken kim kime daha ‘şok’ sözler söyledi diye sadece izlemekle yetinebileceğimiz bir şey değil. Süreci sadece Erdoğan ve diğerleri arasındaki ‘kişisel’ husumet olarak okumak yanlış olur. Genellikle bu gibi durumlar egemen sınıf içerisindeki farklı
8-12 NİSAN TAKSİM HİLL OTEL TAKSİM MEYDANI
mu yıkan neoliberal sağcılığı karşısında mücadeleye hazır milyonlar var. Hırsızlıklara, polis terörüne, darbecilerin aklanmasına, demokratik kazanımların gasp edilmesine, düşük ücretlere ve kötü çalışma koşullarına karşı büyüyen hareket var. Ancak muhalefet derin bir krizde. İktidardan daha sağ güçler muhalefet alanını kaplarken, özgürlükçü ve antikapitalist güçlerin örgütlenmesinin yakıcı ihtiyacı kendini her geçen gün daha da derinden hissetiriyor. Gelin tüm bunları dünyanın farklı ülkelerinden gelen devrimcilerle birlikte konuşalım. Neler yapabileceğimizi tartışalım. Mücadele ve örgütlenme deneylerimizi paylaşalım. Yeni bir dünya için Marksizm 2015’te buluşalım.
Detaylı bilgi ve katılım için bizi arayın:
0531 451 62 51
siyasal eğilim ve projeksiyonların dolaylı bir ifadesidir. Bu tür ihtilaflar hiçbir zaman sadece ‘kişisel’ meseleler olarak görülemez.
kadar kullanarak yenebiliriz, ve ne kadar küçük olursa olsun düşmanlar arasındaki bir (gediği) de büyük bir itina, dikkat ve ustalıkla mutlaka kullanmalıyız”.
Egemenler içerisindeki bölünmüşlük biz fanileri ilgilendirmeyen ve tepede, yüksek siyasette aklımızın ermeyeceği gerilimlerden ibaret değildir. Bu gerilimlere, olası çatışmalara kayıtsız kalamayız. Burjuvaziye dair her şey işçi sınıfını da ilgilendirir. Rosa Luxemburg, “burjuva toplumundaki sosyal güçlerin arasındaki ilişkilerdeki her geçiş, ülkedeki siyasî ilişkilerdeki her değişim ilk olarak işçi sınıfının durumunu etkiler” derken tam da bunu kastediyordu. Burjuvazi içindeki her çatışma işçi sınıfını ve sosyalistleri ilgilendirir, görmezden gelmek yerine sosyalistler bu yarılmaları işçi sınıfı lehine kullanmanın araçlarını yaratmalıdır. Üstelik egemen sınıfın içindeki çatlaklar işçi sınıfı mücadelesinin gelişmesi için potansiyeller taşır. Lenin’in sol komünistlerle tartışırken söylediği gibi “daha güçlü bir düşmanı ancak gücümüzü sonuna
Bu çatışma dolayısıyla yönetenlerin ‘eskisi gibi yönetme’ beceri ve gücünde zaaflar meydana gelir, egemenlik sisteminin meşruiyetinde ciddi çatlaklar oluşur. Böylesi durumlar işçi sınıfı ve ezilenler için harekete geçmenin, bu çatlakları kendi lehlerine değerlendirmenin zamanı olabilir. Çatlağı derinleştirmek ve egemen sınıfın yönetme kabiliyetini zayıflatmak gerekir. Kişisel ihtirasların ortalığa serildiği bir siyasal atmosferin emekçileri pasifize etmesi de olası bir tehlikedir. Ama sosyalistlere düşen, bu çatlakların egemenlerin yönetme gücündeki zayıflatmaya işaret ettiğini ortaya koymak ve oluşan boşlukları olabildiğince işçi sınıfı ve ezilenlerin talep ve mücadeleleriyle doldurmaktır.