DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
532
4 Ağustos 2015 2 TL. sosyalistisci.org
HİC KİMSE ASKER DOĞMAZ
ERDOĞAN’IN SAVASINA SON! g
g
9 AĞUSTOS’TA İSTANBUL BARIS. MİTİNGİ barışbloku
2
GÜNDEM
SAVAŞ HÜKÜMETİNE HAYIR BİZ BU SAVAŞI DURDURABİLİRİZ! Bu savaş, Erdoğan’ın çıkarttığı bir savaş. Bu savaşın temel nedeni, Erdoğan’ın seçim sonuçlarını hazmedememesi. 7 Haziran seçimleri, Erdoğan’ın başkanlık hayallerini suya düşürmekle kalmadı, AKP’nin de hükümetten düşmesine neden oldu. Bu savaş, Erdoğan’ın ve AKP’nin iktidara tutunmak için çıkarttığı, baştan sona kirli bir savaştır. Bu savaşta ölen her asker her gerilla, Erdoğan’ın çıkarları için, devlete ve ekonomiye çöreklenmiş bir kliğin siyasi ve ekonomik çıkarlarını hırsla savunması nedeniyle ölmektedir. Kirli savaşa hayır! Bu savaşa derhal son vermek zorundayız. Bu savaşı durdurmak zorundayız. Bu savaşı durdurabiliriz! Savaşı durdurmanın ilk yolu savaş yalanlarına son vermekten geçiyor. Bu kirli savaşın ilk ve en büyük yalanı, bu savaşı Kürt hareketinin çıkarttığı iddiasıdır. Bu savaşı, Erdoğan çıkarttı. Savaş iklimini Erdoğan yarattı. “PKK eşittir IŞİD” dediğinde bu iklimi yarattı, Dolmabahçe mutabakatını çöpe attığında, ardından Kürt sorunu çözülmüştür dediğinde, zaten savaşı başlatmış bulunuyordu. Şimdi Kandil bombalanıyor. Sanki bombaların üzerinde kanatlanmış gibi yazı yazan, yazıları bombalardan daha fazla tahrip gücüne sahip olan savaş borazanı gazeteciler ne derse desin, bu Erdoğan’ın çaresizliğinin ürünü olan bir savaş. Yalçın Akdoğan gibi Erdoğan kliğinin mensubu olanların, çözüm sürecini bir şantaj malzemesi haline getirmesine Kürt halkının daha fazla izin vermemesinin nedeni olan bir savaş. HDP parti olarak seçime girip barajı aştığı için çıkartılan bir savaş. “Milletin iradesi” HDP’ye barajı aştırdığı için “milletin iradesi, milletin iradesi” diyerek yıllardır başımızın etini yiyenlerin, milletin iradesini çiğneyerek çıkarttığı bir savaş. Bu yüzden bu savaşı durdurmak, önceki dönemlere göre daha kolay. İktidardan düşmemek için savaşa tutunanların çıkarttığı gürültüyü engellemekle işe başlamak bu yüzden çok önemli. Bu toplumun büyük çoğunluğu, insanların ölmesini istemiyor. Bir hiç uğruna ölmek istemiyor, bomba sesi istemiyor, savaşın gürültüsünü duymak istemiyor insanlar.
7 Haziran genel seçimlerinde tek başına hükümet etme yetkisini kaybeden ve iktidardan düşen AKP kendisini hâlâ hükümet sanıyor. AKP’nin oyları Türkiye’nin hemen her yerinde düşmüş, Türkiye’nin doğusunda yani Kürdistan’daysa adeta bir tabela partisi haline dönüşmüştü. AKP’yi iktidardan düşüren en büyük etkenler çözüm sürecinde aldığı oyalayıcı tavır, seçim dönemi boyunca takındığı Kürt düşmanı tutumlar, ‘Kobâne düştü düşecek’ söylemi olmuştu. AKP’nin şu anda tek yetkisi yeni bir hükümetin yani bir koalisyonun kurulmasını sağlamak. Ancak yetki sınırlarını aşarak adeta bir saray darbesiyle savaş başlattı. 7 Haziran’da vekil seçilmeyen AKP’liler hâlâ meclis kürsüsünü işgal ederek halkın oylarıyla seçilen 80 HDP vekilini düşmanlaştırıyor, savaşı ve insanların ölüme gönderilmesini meşrulaştırmaya çalışıyor. Bunu yeterli görmüyorlar ve Kandil bombalanıyor, yüzlerce Kürt gözaltında, HDP’nin kapatılması için kampanya başlatıldı, parti eş başkanları hakkında soruşturma açıldı. Demirtaş nezdinde tüm vekiller ve HDP tehdit ediliyor. Devletin eski taktikleri uygulanmaya başladı, Kürdistan’da özel tim sivillerin evlerine operasyon yaparak infaz ediyor. Medya aracılığıyla yalanlar ve manipülasyonlar pompalanıyor. Kandil’de sivillerin yaşadığı köylere ‘Ne mutlu Türküm diyene’ yazılı bombalar atılıyor. Zergelê’deki katliam tıpkı Roboski gibi hasıraltı edilmeye çalışılıyor. PKK’nin ‘müzakereler yeniden başlamalıdır’ çağrısına rağmen AKP’liler ‘vatan savunması’ adına gençleri ‘feda etmeye’ hazır olduklarını söylüyor. Çözüm, barış, özgürlük! Türkiye toplumunun yüzde 67’si çözüm sürecini destekli-
CHP SAVAŞI DESTEKLİYOR
Her fırsatta Kürt düşmanlığı yapan faşist MHP koalisyon için tek şartının çözüm sürecinin bitirilmesi olduğunu açıklamıştı. Faşist Devlet Bahçeli ‘köküne kadar kazıyın’ diyerek açıkça katliam çağrısı yapıyor. MHP halkların kardeşliğinin ve barışın bir numaralı düşmanı. Suruç katliamında öldürülen gençleri suçlayacak kadar nefret dolu. Bahçeli 6 milyon insanın oy verdiği HDP’nin kapatılması gerektiği çağrısını yapınca, milliyetçilikten medet uman AKP harekete geçti. Savaş ikliminden beslenen MHP’nin katliam isteği bu toplumdaki barış arzusuyla yarışamaz. Kapatılması gereken bir parti varsa ‘topyekun barış’ çağrısı yapan HDP değil, ‘katliam’ diye salya akıtan faşist MHP’dir.
Söz konusu savaş olduğunda AKP, CHP ve MHP hızla yan yana geldi. Daha önce AKP’ye taviz vermeyeceğini anlatan CHP, koalisyon ihtimaliyle çark etti. Kılıçdaroğlu şimdi AKP’yle koalisyon kuramazlarsa ‘üzüleceğini’ söylüyor. Koalisyon için 14 şartını hızla 4’e indirdi. CHP’nin şartları arasında barışa dair hiçbir şey yok. Mart ayında ‘Öcalan’la masaya oturmam’ diyen Kılıçdaroğlu zaten CHP’nin çözüme yaklaşımını açıklamıştı. AKP’yle koalisyon görüşmelerini yürüten CHP milletvekili Haluk Koç ‘teröre müsamaha gösterilmeden mücadele edilmeli’ diyerek bombardımanları savundu.
KARGA KAFASI
KEMAL GÖKHAN GÜRSES
Buna son vermeliyiz.
Bu gerçeklerin en başında bir soru yer almalı: Abdullah Öcalan’la görüşmeleri neden engellediniz?
yor. AKP halkın çoğunluğunun iradesinin üzerine basarak çözüm sürecini çöpe attı. Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisini korumak için savaş başlattı. Mevcut meclis aritmetiğine göre kurulacak herhangi bir koalisyonda yolsuzluk dosyaları meclis gündemine gelebilir. Yüce Divan’da yargılanması ihtimalini tamamen yok etmek isteyen Erdoğan erken seçimi zorluyor. Ancak AKP’nin tek başına iktidar olduğu bir mecliste, tepesinde kendisinin oturduğu yolsuzluk çarkı gündeme gelmeyebilir. Erdoğan neredeyse AKP kazanana kadar seçimler tekrar edilsin istiyor. Cumhurbaşkanı MHP’nin destekleyeceği altı aylık bir azınlık hükümeti kurma peşinde. Savaş hükümetiyle seçimlere gidildiğinde, milliyetçi oylarla AKP’nin tek başına iktidar olabileceğini sanıyor.
HDP DEĞİL MHP KAPATILSIN
Şimdi her gün ölüm haberleri, bombalama haberleri geliyor. Bunun bir tek yolu var: Amasız, fakatsız savaşa karşı büyük bir hareket inşa etmek. Yüzbinlerce insanı harekete geçirmek. Dev bir barış gövdesi oluşturmak. Bunu batıda yapmak, Kürt halkına barış eliniz uzatmak zorundayız. Yalanlar gözümüzün önünde söylenip yazılıyor, gerçekleri de herkesin duyabileceği gibi yüksek sesle söylemek atılacak ilk adım olmalı.
Barış Bloku basın açıklaması, İstanbul.
“Hırsızdan hesap soracağız” deyip sarayda sefa sürenler mi şerefli?” HDP Eşgenel Başkanı
Selahattin Demirtaş. Faşist Bahçeli’nin HDP’ye oy verenlere hakaret etmesine verdiği yanıt
GÜNDEM
İNCİRLİK KAPANSIN, ÇOCUK PARKI YAPILSIN
3
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
BARIŞ KÜRT HALKININ TALEPLERİNİN ANAYASAL GÜVENCEYE ALINMASI İLE MÜMKÜNDÜR
Savaş karşıtları, Irak’ın işgalinin ardından verdikleri mücadele ile İncirlik Üssü’nün kullanımı engellemişti. Türkiye’de Afganistan ve Irak işgallerine yönelik 2000’li yılların başında gündeme gelen savaş ihtimaline karşı örgütlenen savaş karşıtı hareket, en başından itibaren İncirlik Üssü’nin kapatılması gerektiğini savundu. İncirlik Üssü’ne karşı başlatılan bu kampanya, ABD’nin savaş suçlarının ortağı olunmasına karşı başlayan bir kampanyaydı. ABD Irak işgali boyunca yüz binlerce Iraklıyı öldürdü. İncirlik Üssü uzun yıllardır, sadece ABD’nin insansız hava araçlarına kullandırılıyordu. Fakat son on beş gün içinde gelişmeler hız kazandı. ABD heyetiyle Türkiye heyetleri arasında süren görüşmeler, ABD başkanı Obama ile Erdoğan’ın yapığı görüşmelerle pekiştirildi ve İncirlik Üssü ABD liderliğindeki savaş koalisyonunun kullanımına yeniden açıldı. Kanlı pazarlık İncirlik yeniden kullanıma açılırken ABD ve Türkiye arasında kan pazarlığı yapıldığı çok açık. Özellikle Suruç katliamından sonra hükümetin IŞİD’e açık ya da örtülü destek olduğu yönündeki algı hem içerde hem de küresel düzeyde bir vaka haline geldi ve Erdoğan IŞİD’le arasına mesafe koymadan daha fazla adım atamayacağını gördü. ABD, Türkiye’nin IŞİD’e karşı savaş koalisyonunda daha aktif olması için bastırdı. Savaş koalisyonunun aktif parçası olmak ise ABD açısından pratik kanıtlara ihtiyaç duyuyordu. İncirlik Üssü, bu nedenle gündeme geldi. ABD Ortadoğu’da her savaşta İncirlik Üssü’nü kullanmak ister. IŞİD’e karşı ise İncirlik Üssü savaş uçaklarının Basra Körfezi’nden kalkıp, bombardıman yapıp geri dönmesinden çok daha ucuz ve işlevseldir. Böylece Türkiye üssün kullanımını ABD savaş koalisyonu-
HAFTANIN IRKÇISI MÜLTECİ DÜŞMANI ALTINDAĞ BELEDİYESİ Ankara’da yaklaşık 65.000 Suriyeli göçmenin sığındığı Önder Mahallesi’nde Altındağ Belediyesi tarafından kentsel dönüşüm adı altında yıkım başlatıldı. Polis ablukası ve TOMA’lar eşliğinde yürütülen yıkımda göçmenler evsiz kalırken, daha önce yıkım hakkında bilgileri olmadığı için son bir çaba ile eşyalarını kurtarmaya
na açar ve ABD’yle güven ilişkisini tesis ederken, ABD’den de Kandil’i bombalamak için yetki aldı. Bir akşam üzeri IŞİD’e savaş açan Türkiye, bir kaç saat sonra IŞİD cephelerini sadece üç kere vurduktan sonra Kandil’e bomba yağdırmaya başladı. Türkiye ABD’yle ittifakını pekiştirmek için IŞİD karşıtı koalisyonun savaş yeteneğini artıracak İncirlik Üssü’nü kullanıma açarken, ABD de halhazırda terör örgütü listesinde yer alan PKK’yi Türkiye’nin bombalamasını görmezden geldi. İncirlik Üssü’nün kapatılması, savaş güçlerine kullanımının yasaklanması hem savaş koalisyonlarının Türkiye’de üslenmesini engellemek için hem de Türkiye’nin bölgesel oldu bittilere girişmek açısından elinde bulundurduğu kozlardan brisinin ortadan kaldırılması için barış hareketlerinin savunmak zorunda olduğu temel sloganlardan birisi olmaya devam edecek.
SAVAŞA DEĞİL EMEKÇİYE BÜTÇE! Suriye’deki IŞİD hedeflerine saldırı ile başlayan ancak Irak Kürdistanı’nda PKK’nin denetimi altındaki geniş bölgeyi hedef alan bombardıman, bu gazete çıktığında 10. gününde. 2007’de yine Kandil’e yapılan 4 saatlik bombardımanın 100 milyon dolar olduğunu geçen sayı yazmıştık. Dağa, taşa, köye atılan bombaların parası, emekçilerin ödediği vergilerden geliyor. Türk-İş, Hak-İş ve Memur-Sen yönetimleri, patron örgütleriyle birlikte savaşı destekleyen ortak bildiri yayınladı. Bu tutum üyelerinin çıkarıyla taban tabana zıttır. Savaşın ne büyük yoksulluk getireceğini 90’lardan biliyoruz. Doğru talep, savaşa değil emekçiye bütçe!
çalışıyorlar. Altındağ Belediyesi mahalleyi üç yıl önce “kentsel dönüşüm” alanı ilan etmiş, bunun üzerine mahallelinin önemli bir bölümü evlerini yaklaşık 1,5 yıl önce Suriyeli göçmenlere kiralamış. Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, mahalleye Türkçe ve Arapça olarak duyuru yapıldığını söylese de göçmenlerin yıkım kararından haberleri yok. Mahalledeki kentsel dönüşüm projesi aynı zamanda hukuksuz bir şekilde yürütülüyor. Mazlum-Der’in itirazı üzerine Danıştay tarafından yıkıma dayanak oluşturan Bakanlar Kurulu kararı iptal edilmesine rağmen Altındağ Belediyesi bir yol genişletme kararı alarak yıkımı başlatmış durumda. Elektrik ve suyun da kesildiği mahalledeki göçmenlere hiçbir uyarı yapmadan ve onlara kalacak hiçbir yer göstermeden, polis ablukası altında gerçekleşen yıkım kapitalizmin kentsel dönüşüm politikaları ile göçmen karşıtı politikaların nasıl el ele yürüdüğünü gösterir nitelikte.
Kuzey Kürdistan’da 50 bin kişi kimlikleri tanınmadığı, siyasette söz sahibi olmadıkları, kimlik ve siyaset haklarının anayasal güvence altında olmadığı bir Türkiye’de yaşamak için ölmedi. Binlerce genç kadın ve erkek 30 yıldır evlerinden, sevdiklerinden uzak dağlarda Kemalizm’in şovenist politikaları iktidarda olsun diye direnmiyorlar. Binlerce Kürt hapishanelerde, sürgünde Kürtler baskı altında yaşasınlar diye gün saymıyor. 1923’te emperyalistlerin imzaladığı Lozan antlaşması ile dörde bölünen Kürdistanlılar 90 yıl sonra kendi kimlikleri ile tanınmak, siyaset yapmak istiyorlar. Bu hak tanınmadan anayasal güvence altına alınmadan, bunun yapılacağına dair bir müzakere süreci başlatılmadan Türkiye’ye barış gelmeyecek. O yüzden bu hakkı Kürtlerden alan ve vermeye yanaşmayan devlete ve hükümete çağrı yapmalıyız. “Bu hakkı istemeyin” demenin zamanı çoktan geçti. “Kürtler ayrı bir ulus-devlet istemesinler” diyenler iki hatayı birden yapıyor. Kürtler zaten ayrı bir devlet kurmak istemediklerini beyan etmiş bulunuyor. Kürtlerin Türkiye’de eşit yurttaşlar olarak yaşaması sağlanmadan, Kürtlere akıl vermek doğru bir yöntem değil. Aksi takdirde iktidarda kim varsa siyasi dengelere göre istediğinde bombalarla Kürtleri katledecek, ses çıkarmak isteyebilecek olanları tutuklayacak, ve bizler de hep beraber sadece ama sadece PKK’ye seslenip “silahı bırak, barış yap” diyeceğiz. Ve bunun adı barışçıl br politika olacak! Bu günün somut ilk adımı müzakere sürecinin yeniden başlatılmasıdır. Öcalan ile görüşmeler hemen başlamalı, Dolmabahçe’de açıklanan süreç işletilmelidir. Savaş ikliminin son bulması için giriş adımı bu olmak zorundadır.
EZEN ÜLKENİN SOSYALİSTİ OLMAK Ezen ülkenin sosyalisti olmak, özellikle bu ülkede ulusal bir sorun, ulusal ezilmişlik sorunu söz konusuysa, öncelikle ezen ülkenin milliyetçiliğine karşı çıkmayı zorunlu kılar. Sosyalist değilseniz sorun yok! Önce ezilen halka karşı çıkabilir, ezilen halka akıl verebilirsiniz. Unutulmaması gereken, bu akıl verme esprisinin, berbat bir şovenizmi gizlemeyi her şeye rağmen başaramayacağıdır. Kürt sorunu, ağır bir ulusal baskı demekir, bir halkın varlığının inkarından ve bu inkarın kurumsallaştırılmasından kaynaklı bir sorundur. Kürt sorunu, Kürtlerin baskı alına alınması sorunudur ve bu sorunun tek bir çözümü vardır. Kürt halkının nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşaması gerektiğini Türk devletine karşı savunmak. Kürt halkının özgür ve demokrati bir şekilde siyasal haklarına kavuşması için mücadele etmek. Türk milliyetçiliği adındaki asimilasyon ve imhaya dayalı ideolojiyle hesaplaşmadan, bırakalım sosyalistliği, demokrat olmak bile mümkün değildir.
4
DÜNYA
SYRİZA’DA SOL KANADI TASFİYE HAZIRLIĞI MİLİTARİZM, NEFRET VE HOMOFOBİ Yunanistan’daki ekonomik krize genel grev dalgalarıyla ÖZDEŞ ÖZBAY
cevap veren Yunanistan işçi sınıfı kemer sıkma politikalarına karşı bir programa sahip olan Radikal Sol Koalisyon Syriza’yı Ocak ayında yapılan seçimlerde iktidara taşımıştı. Syriza’nın merkez politika yanlısı liderliği ise iktidara geldiğinden beri işçi sınıfına verdiği sözlerin aksini yapıyordu. En son referandumda halkın %62’si borç ödemelerine ve IMF, Dünya Bankası ve Avrupa Merkez Bankası ile müzakerelere hayır demişken Syriza liderliği borç ödemesini ve yeni kemer sıkma uygulamalarını kabul etmişti. Çipras’ın uluslararası kuruluşlarla antlaşmaya varmasından sonra Syriza içerisinde yer alan radikal sol unsurlar Çipras liderliğine karşı açıklamalar yaptı, partiden istifalar yaşandı. Syriza’nın bir çok şehir temsilciliği Çipras’ın parti programına aykırı davrandığını belirten bildiriler yayınladı. Parlamentodaki antlaşma oylamasında 39 Syriza milletvekili evet oyu kullanmadı. Merkez Komite üyesi 201 üyeden 109’u antlaşmaya karşı olduklarını ilan eden bir bildiri yayınlayarak MK’yı toplantıya çağırdı. Syriza lideri Çipras da parti içinden yükselen muhalefeti sonlandırmak için yeni bir adım attı. Çipras oylamada hayır oyu kullanan Bakanları görevlerinden aldı. Bunlar arasında Enerji Bakanı Panagiotis Lafazanis, Çalışma Bakanı yardımcısı Dimitris Stratoulis de var. Bu isimlerin yerine Çipras’a sadık olan isimler getirildi. Stratoulis yerine ise Syriza’nın koalisyon ortağı sağcı ANEL’den bir bakan atandı. Çipras, meclis sözcüsü ve Sol Akım üyesi Zoe Konstantopoulou’nun istifasını istedi. Eylül başında da olağanüstü genel kurul çağrısı yaptı. Eğer genel kurulda muhalefeti temizleyerek kendi söylemi ile “parti bütünlüğünü” sağlayamaz ise erken seçime gideceklerini ilan etti. Merkez Komite kararı Parti içi sol muhalefetin haftalardır MK toplantısı çağrısı 30 Temmuz’da karşılık buldu ve MK toplantısı gerçekleştirildi. 2012’de Syriza içerisindeki sosyalist grupların oluşturduğu Sol Platform, Çipras’ın “antlaşmaya karşı olanların önerdiği alternatif nedir?” sorusuna bankaların devletleştirilmesi ve sermayenin sıkı kontrolü gibi somut öneriler sundular. 14 saat süren MK toplantısındaki en büyük tartışma olağaKÜRESEL BAKIŞ Arife Köse
HİROŞİMA, İRAN VE NÜKLEER SİLAHSIZLANMA 70 yıl önce bugünlerde (6 ve 9 Ağustos 1945) iki Japon şehri olan Hiroşima ve Nagazaki üzerine atılan atom bombalarıyla dünya en büyük felaketlerden biriyle tanıştı. Bu iki bombanın yarattığı yıkım ve uzun vadeli etki kitle imha silahı konseptini bambaşka bir seviyeye taşıdı. Little Boy ve Fatman adı verilen bombalar 1945 yılı sonu itibariyle 200 bin kişinin ölmesine neden oldu. 70 yıl sonra bugün ise dünya üzerinde dokuz devletin (ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere, İsrail, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore) toplam yaklaşık 19 bin adet nükleer silah bulunuyor. Bombaların bir kısmı NATO anlaşması çerçevesinde ABD’nin Avrupa’daki üslerinde bulunuyor. Ve o üslerden bir tanesi de bugünlerde yine ABD’nin kullanımına açılan Adana’daki İncirlik Üssü. Dünya nükleer silahların nasıl büyük bir felakete ve yıkıma yol açabileceğini gördükten sonra 1968’de im-
Geçtiğimiz bir ay içerisinde Türkiye, Ukrayna ve İsrail’de LGBTİ yürüyüşlerine saldırılar gerçekleşti. 28 Haziran’da Taksim’den Tünele yapılan eşcinsel Onur Yürüyüşü’ne önce polis saldırdı, sonra faşistler birkaç eşcinsel aktivisti darp etti. Hükümet, yasağı Ramazan nedeniyle toplumsal hassasiyetleri öne sürerek savundu. Erdoğan seçim çalışmaları boyunca HDP’ye saldırırken eşcinsel aday çıkarttığını da söyleyerek nefret söyleminde bulunuyordu. Ukrayna’da 6 Temmuz’da yapılan Onur Yürüyüşü’ne ise faşistler sopalar ve gaz bombaları ile saldırdı. Saldırıyı savunan faşist hareketin sözcülerinden Artem Skoropadskyi “Gay propaganda yıkıcıdır ve Hristiyan milletimize zarar vermektedir, buna izin veremeyiz.” diyerek göstericileri tehdit etti. Ukrayna’da ilk Onur Yürüyüşü 2013 yılında yapılabilmişti.
Çipras’ın uzlaşmasının ardından antikapitalistlere destek büyüyor. nüstü kongrenin tarihi konusunda yaşandı. Çipras kongrenin 3. kurtarma paketi antlaşması imzalandıktan sonra yapılmasını isterken Sol Platform ve diğer muhalifler öncesinde yapılmasını istiyordu. Çipras’ın Eylül’de olağanüstü kongre önerisi MK tarafından kabul edildi. Çipras bu kongrede sol muhalefeti tasfiye ederek partiyi kendisine bağlamayı amaçlıyor. Bu nedenle de parti kongresinin yeni delegelerle yapılmasını istiyor. Sol muhalefet ise 2013’te seçilen delegelerle yapılmasını istiyor. Bu konuda bir anlaşmaya varılamaması nedeniyle Çipras önümüzdeki Pazar günü parti içi referanduma giderek parti organlarının yeniden seçilmesini önerdi. Konuşması sırasında bir partide iki karşıt grup olmasını saçma bulduğunu söyleyen Çipras, başka partilerin desteği ile parlamentodan yasa geçirmeye devam edemeyeceklerini söyledi. Birkaç gün önce katıldığı radyo programında da oylamada evet demeyen Syriza milletvekilleri için “hem hükümetin önerisine karşı oy kullanıp hem de hükümeti destekleyemezsiniz: bu sürrealdir.” dedi. Çipras’ın parti içi birlik çağrısına rağmen MK toplantısında Maoist KOE üyesi 17 MK üyesi istifa etti. zalanan Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’ndan (NPT) bu yana nükleer silahların olmadığı bir dünya hedefini koruyor. Ancak özellikle yukarıda saydığım dokuz devletin sayesinde bırakın nükleer silahların olmadığı bir dünyayı, 70 yıl önce iki Japon kenti üzerine atılan bu bombalardan çok daha gelişkin ve etkili nükleer silahların üretimi devam ediyor. Bu devletler her yıl nükleer silahların modernizasyonuna ve yenilerinin geliştirilmesine toplam yaklaşık 110 milyar dolar ayırıyorlar. Daha geçtiğimiz günlerde Putin Rusya’nın cephaneliğine 40 adet nükleer füze alacaklarını duyurdu. Hemen ardından da Pentagon içinde nükleer cephanenin de yer aldığı 355 milyon dolarlık bir modernizasyon çalışmasını başlatacağını ilan etti. Hal böyleyken dünyanın bize nükleer silahsızlanma konusunda sunduğu en büyük başarı ne? İran ile varılan anlaşma. Artık bütün dünya İran’ın nükleer silah üretmeyeceğinden emin. Herkes çok mutlu. Ancak burada şu soruyu sormamız gerekmez mi? İran’ın elinde zaten nükleer silah yoktu ve İran hiçbir zaman nükleer silah üreteceğini kabul etmedi. Tüm dünyaya yönelik en büyük nükleer tehdit zaten İran değil, yukarıda saydığım dokuz devletti ve hâlâ öyle. ABD, dünyayı nükleer silahlardan mı kurtarmak istiyor? Önce kendisinden başlasın.
30 Temmuz’da da İsrail’de yapılan Onur Yürüyüşü’ne aşırı sağcı bir Yahudi tarafından saldırı gerçekleştirildi. Saldırgan, Yahudilik inancı ile bağdaşmadığını düşündüğü eşcinsellere 10 yıl önce de saldırmıştı. 2009 yılında faşist bir grup Tel Aviv’de bir gay gençlik merkezine silahlı saldırı düzenleyerek iki aktivisti öldürmüştü. Ortak noktalar Üç ülkenin de çoğunluğunun ayrı dinlerden olduğunu ve saldırganların bir kısmının sadece aşırı dindar bir kısmının da faşist olduğunu düşünecek olduğumuzda bu üç ülkedeki nefret suçlarının kökeninde başka bir ortak nokta aramak gerekiyor. O ortak noktalar da savaş ve ırkçılık. Filistin’de, Kürdistan ve Ukrayna’nın Rus çoğunluğunun yaşadığı bölümünde süren savaş toplumlarda nefretin ve tahammülsüzlüğün birikmesine yol açıyor. Savaşın meşrulaştırdığı şiddet ve nefret aşırı sağ unsurlar tarafından kendi saldırganlıklarını meşrulaştırmanın bir aracı haline geliyor. Bu nedenle her yerde militarizme, savaşlara ve ırkçılığa karşı mücadele eden diğer ezilen toplumsal kesimlerle LGBTİ hareketlerinin her yerde tutarlı bir şekilde yan yana durması bir zorunluluk olarak öne çıkıyor.
KÜRESEL MÜCADELELER ABD: Irkçılığa karşı siyahların sivil haklar mücadelesinin sembolü olan Selma yürüyüşü, Alabama’da başladı. 1965’te Martin Luther King ve arkadaşlarına saldırıldığı Edmund Pettus köprüsü şarkılar ve alkışlarla geçildi. Georgia, Güney Carolina, Kuzey Carolina ve Virginia eyaletlerinden sonra 16 Eylül’de Washington’a ulaşacak. 40 günlük tarihi yürüyüşün ana talebi polis ırkçı cinayetlerinin durdurulması, katillerin cezalandırılması. Meksika: Onbinlerce insan gazeteci cinayetlerini protesto etmek için sokağa döküldü. Mexico City, Acapulco ve Xalapa başta olmak üzere Meksika’nın bütün büyük şehirlerinde protestolar yapılıyor. Geçen hafta ünlü foto muhabir Ruben Espinosa, Veracruz eyaletinde çeteler tarafından işkence edilerek öldürülmüştü. Katledilen 100. gazeteci olan Espinosa, Veracruz valisine muhalefet eden haberler yapmıştı. İngiltere: Fransa’dan İngiltere’ye geçmek isteyen göçmenlerin Manş denizindeki dramı sürerken, Eurotunnel’ın iki tarafında mücadele var. Fransa’dan geçişi sağlayan tünelin İngiltere ayağında bulunan Folkstone kentinde ırkçılar göçmenlerin geçişinin engellenmesi için gösteri yaptı. Aynı yerde eylem çağrısı yapan anti-faşist “Göçmen ölümlerini durdurun” pankartı açtı. Sert tartışmalar yaşandı.
RÖPORTAJ
5
“SAVAŞ CEPHESİNE KARŞI BARIŞ CEPHESİNİ ÖRMEK İÇİN HEP BERABER ÇALIŞMALIYIZ” Demokratik Bölgeler Partisi Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek’le AKP’nin iktidar savaşını ve çözüm sürecinin akıbetini konuştuk. Yeniden bir savaş iklimine girdik. Sizce bunun nedeni ne? Kamuran Yüksek: Bilindiği gibi 2013 Newroz’unda sayın Abdullah Öcalan tarafından bir deklarasyon yayınlandı. Türkiye’de 1984’ten bu yana süren çatışma-savaş durumunun sonlandırılması, bundan sonra mücadelenin ‘ideolojik, fikir ve demokratik siyaset’ yoluyla sürdürülmesi, Kürt sorununun çözümü, demokratikleşme, anayasal ve yasal düzenin bu çerçevede yeniden oluşturulması hedeflendi. Bunun koşullarının oluşturulması için ilk etapta gereken, çift taraflı ateşkes ve bunu kalıcı hale getirmekti. Çift taraflı ateşkes durumu büyük oranda sağlandı ve sayın Abdullah Öcalan önderliğinde Kürt hareketi ile devlet tarafından oluşturulan heyet arasında diyalog ve görüşmeler süreci başladı. İki buçuk yıl boyunca devam eden bu süreçte Kürt hareketi çözüm için müzakerelere geçilmesi adına çok önemli adımlar attı, bu konuda samimi olduğunu ortaya koymaya çalıştı. Ancak AKP hükümeti aynı derecede adımlar atmadı. Yasal-anayasal hiçbir değişiklik yapmadı. Buna rağmen 28 şubat 2015 Dolmabahçe mutabakatıyla sayın Abdullah Öcalan yeniden önaçıcı ve süreci ilerletici çok ciddi bir adım attı. Türkiye’nin demokratikleştirilmesini içeren 10 maddelik bir programla birlikte PKK’nin silahsızlanmasını içeren çağrıyı yaptı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan bu mutabakatı da kabul etmediğini açıkladı ve aslında o gün çözüm sürecini bitirdi. Görüldü ki Erdoğan’ın, AKP’nin çözüm sürecine yüklediği anlam ve beklentiyle toplumun, demokrasi güçlerinin ve Kürt hareketinin yüklediği anlam ve beklenti aynı değildir. AKP bu süreci; kendi iktidarını kalıcılaştıracak, ülke rejimini kendine göre şekillendirecek, demokratikleşme ve Kürt sorunun çözümü adına ciddi bir şey yapmadan Kürt hareketini çözüp dağıtacak bir süreç olarak öngördü. Fakat Türkiye toplumu, demokrasi güçleri ve Kürt hareketi bu sürece ciddi anlamlar yükleyerek yaklaştı. Toplum 40 yıllık büyük acılardan sonra gerçek bir barış ve çözüm isteyerek süreci desteklemiştir. Demokrasi güçleri ve Kürt hareketi ülkenin demokratikleşmesini, Kürt sorunun çözümünü ve bundan sonra silah değil ‘fikir, ideoloji ve demokratik siyaset’ yoluyla mücadelesini sürdürmeyi, bunun için gerekli yasal anayasal koşulların oluşmasını beklemiştir. AKP’nin beklentisinin tersine demokrasi güçleri ve Kürt hareketi bu süreçteki samimi yaklaşımları sonucu topluma kendini anlatabilmiş, toplumda karşılık bulmuş ve ciddi biçimde büyümüştür. HDP’nin parti olarak seçime girme kararı bu sürecin son ve en önemli halkası oldu. Çünkü barajın aşılması Erdoğan ve AKP planlarını tümüyle alt üst edebileceği için daha fazla endişelendirmiş, bunu engellemek için seçim sürecinde saldırılara başlamışlardır. Ağrı-Diyadin, Adana-Mersin, Erzurum, Bingöl ve Diyarbakır saldırıları bu kapsamda olmuştur. Seçimlerde tam da korktukları gibi HDP barajı geçip AKP de tek başına iktidar olamayınca Erdoğan-AKP çözüm sürecini tümüyle rafa kaldırarak savaş kararı almıştır. Bu kararlarını uygulayabilmek, buna zemin oluşturabilmek için 7 Haziran’dan sonra parça parça planlarını devreye koymuş, zorlaya zorlaya ülkeyi savaş sürecine sokmuştur. Acıdır ki Suruç’ta 31 devrimci sosyalist gencin katledilmesi dahil diğer tüm ölümleri göze almıştır. Bu geliştirilen savaş kesinlikle Türkiye halklarının savaşı değil. Savaş ülke tehdit altında olduğu için değildir. Bu savaş Erdoğan’ın kendi gelecek planlarını gerçekleştirmek ve AKP’yi yeniden tek başına iktidar yapmak üzere geliştirdikleri kanlı bir iktidar savaşıdır.
Kamuran Yüksek Çözüm sürecinin sona erdiğini düşünüyor musunuz? Bundan sonra nasıl bir gelişme öngörüyorsunuz? Kamuran Yüksek: Süreç iki buçuk yıldır devam eden biçimi ve AKP’nin beklentileri bağlamında esasen bitmiştir. Ancak eğer demokrasi güçleri ve toplumla beraber AKP’nin bu yeni savaş dalgasını kırabilirsek daha rasyonel, sadece niyetlere bağlanan değil somut kaidelerle yürüyen yeni bir süreç yaratabiliriz. Bunun için AKP’nin kendini merkeze alan yeni bir rejim oluşturma sevdasından tümüyle uzaklaşması, bunun olamayacağını görmesi gerekiyor. Başarabilirsek, Türkiye’nin çoğul yapısına dayalı, barış, demokrasi, adalet ve özgürlüklere dayalı bir Türkiye’nin inşaası çok uzak değildir. Şu aşamada Türkiye yeniden bir arafta ve yol ayırımındadır. AKP’nin mevcut savaş dayatması, ülke içi ve dış politikası ile devam edilirse ülkenin Irak ve Suriye gibi bir sürece girmesi de kaçınılmaz olur. Sizce Abdullah Öcalan’a neden yeniden tecrit uygulanmaya başladı? Kamuran Yüksek: Savaş ve şiddet sarmalından çıkmanın ilk yolu sayın Öcalan üzerindeki tecritin kaldırılmasıdır. Sayın Öcalan’ın devreye girmesiyle bu sürecin yeni bir ivme kazanabileceğini en iyi bilen AKP’dir. Ama AKP bunu istemiyor, savaş olmasını istiyor. Kendince hem Rojava’da hem Türkiye’de hem de uluslararası alanda bu kadar güçlenen Kürt hareketinin mevcut haliyle müzakereye oturmak istemiyor. Savaş yoluyla gücünü kırmak, HDP’nin
yükselişini engellemek için yıpratmak, itibarsızlaştırmak ve egemen gücün kontrol edebileceği bir düzeye çekmek istiyor. Bu nedenle sayın Öcalan’la görüşmelere izin vermiyor. Ancak bu politika sürdürülebilir değildir. İnsan canı ve kanı üzerinde yürütülen bu taktiklere ve iktidar oyunlarına karşı Türkiye toplumu tepki koyacaktır. Öte yandan Kürt hareketini hiçbir biçimde yenilgiye uğratması mümkün değildir. Kürt hareketi, Türkiye devrim ve demokrasi güçlerinin yükselişi devam edecektir, kaybedecek eşiği aşıyorlar. Aksine Ortadoğu’daki durum ve ülkeyi bekleyen ekonomik kriz gözetildiğinde devrimci bir durumun oluşması daha mümkündür. Barışı savunmak için neler yapmayı planlıyorsunuz? Barış için hangi adımların atılmasını öneriyorsunuz? Kamuran Yüksek: AKP politikalarının ülkeyi savaş, kaos ve yoksulluğa sürükleyeceği açıktır. Bunu engellememiz gerekiyor. Daha fazla insanımız ölmeden ve yine halklarımız arasında bu kez uzlaşmaz bir kutuplaşma oluşmadan AKP’nin savaşını durdurmalıyız. Ülkenin demokratik dönüşümü mümkündür. Bunun için AKP’nin kanlı iktidar politikasını halka teşhir etmeliyiz. Halkımız gerçekleri bilmelidir. Halkımız bu savaşın toplum ve geleceği için değil AKP iktidarı için yürütüldüğünü, evlatlarının bunun için ölüme gönderildiğini bilmelidir. Hem ülke içinde hem dışında bunu anlatmak, mitingler, etkinlikler, siyasi-diplomatik tüm araçları kullanarak savaş cephesine karşı barış cephesini örmek için hep beraber çalışmalıyız.
6 GÜNDEM AKP’NİN KÜRT DÜŞMANLIĞI AKP seçimlerden önce Erdoğan aracılığıyla “Kürt sorununun bittiğini” ilan etmişti. Kürt halkı AKP’yi bitirince savaş başlattılar. Tayyip Erdoğan, üstüne vazife olmayan konularda yorum yaparak, Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin özgürlüğünü elde etmesine “bedeli ne olursa olsun” izin vermeyeceklerini söyledi. AKP’liler hep bir ağızdan Selahattin Demirtaş ve diğer HDP liderlerini hedef hâline getirmeye çalışıyor. Yargı da AKP ve MHP’nin çığlıklarını dikkate alarak Demirtaş ve arkadaşları hakkında “terör” soruşturması başlattı.
“ÜST AKIL” YALANLARI ÇÖPE, AKP-ABD ANLAŞTI Gezi direnişini Batılı güçlerin kışkırttığına dair komplolar üreten, sürekli üst akıldan, faiz lobisinden bahseden, “uluslararası güçler” ve “küresel vesayet” saçmalıklarını anlatıp duran AKP, bugün Suriye ve Irak’ın kuzeyini bombalamak için ABD ile anlaştı. Çünkü AKP’nin Yeni Türkiye’si, “küresel sisteme kafa tutan” filan değil, tam aksine Suriye gibi savaşın yoğun olduğu karmaşık bir coğrafyada, ABD ile ittifak yapmadan adım atamayacak bir güç. ABD-AKP anlaşmasında AKP kendi politikasını esneterek IŞİD’e karşı mücadeleye katıldı, ABD ise AKP’nin PKK’ye karşı savaşına desteğini tekrar hatırlattı. Bunun karşılığında emperyalizm için çok önemli olan İncirlik Üssü bir kez daha ABD’nin uçak filosuna açıldı. Ortadoğu halklarına Batı emperyalizmi tarafından yağdırılan bombalar artık AKP’nin onayıyla Adana’dan yola çıkacak.
BİZ BU S DURDURA
EMPERYALİZMDEN MEDET UMANLAR YİNE YANILDI Batılı güçlerin herhangi bir yere askeri müdahalesi öncesinde hep “özgürlük” ve “demokrasi” nutukları atanlar bir kez daha yanıldı. IŞİD’e karşı mücadelede ABD’nin liderliğindeki koalisyona güvenmişlerdi. Emperyalist bombardıman IŞİD’i milim geriletmediği gibi, bugün ABD ezeli müttefiki Türkiye için Kürtleri bir kez daha gözden çıkardı. NATO, ABD, BM ve AB, hepsi Kandil bombardımanına “terörizme karşı” destek verdiklerini açıkladılar.
ERDOĞAN’IN MÜTTEFİKLERİ: CHP, MHP, ERGENEKON… Erdoğan-Davutoğlu ikilisi savaş politikası etrafında tüm düzen siyasetçilerini birleştirdi. Davutoğlu, “teröre karşı birlik” çağrısına yanıt veren Kılıçdaroğlu’na teşekkür etti. Tek dertleri Esad’ı korumak olan CHP’liler, meclisteki olağanüstü oturumunda “PKK terörüne karşı” konuşmalar yaptılar. MHP ise çözüm sürecinin savaş politikasına evrilmesinden memnun. Faşist parti, bunu, koalisyon şartlarının en önemlisi olarak ortaya koymuştu. Yolsuzlukların üstünü örtmek için AKP’nin özgürleştirdiği Ergenekoncular da AKP’nin arkasında. Aydınlık gazetesi, AKP’nin paçavralarıyla aynı hattan yayın yapıyor. Kimileri tarafından “muhalif” olarak parlatılan Doğan medyasının kanallarına operasyonları eleştiren kimse çıkartılmıyor.
TSK savaş uçakları tarafından bombalanan, Kandil’deki Zergelê Köyü. 9 sivil hayatını kaybetti, çok sayıda yaralı var. Sınırda bir askeri öldüren IŞİD’i bahane ederek TSK jetlerini havalandıran AKP, Kandil dağının bombalanmasını, böylelikle çözüm süreci kapsamındaki fiili ateşkesin resmi olarak ortadan kalkmasını sağladı. Sadece bir koalisyon hükümeti kurulmasını sağlaması gereken “geçici hükümet”, halkın parlamentoyu oluşturma iradesini bir kenara bırakarak ülkeyi savaşa soktu. PKK ile devlet güçleri birçok yerde çatışıyor. İnsanlar ölüyor. Bayatlamış “terör” edebiyatı AKP’liler, devletin klasik söylemiyle Kürtleri itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Hükümet yanlısı gazete ve televizyonlarda terör aşağı, terör yukarı, çözüm sürecini Kürt hareketinin bozduğu anlatılıyor. Oysa Dolmabahçe’de AKP yetkilileriyle HDP heyeti arasındaki görüşmenin ardından bu tabloya karşı çıkan ve bu uğurda Bülent Arınç’la ters düşen Tayyip Erdoğan’dı. Beşir Atalay, seçimlerden önce çözüm sürecini durdurarak hata yaptıklarını itiraf etmişti. Cumhurbaşkanı, tüm seçim kampanyasını Kürtlere düşmanlık üzerine kurdu. Ancak terör edebiyatı kaybetti, AKP’nin oylarının beşte biri eridi. Kürdistan’da ise tabela partisi hâline geldiler. Bugün çözüm sürecini rafa kaldıran, savaş politikalarını hayata geçiren, sürecin baş aktörü Abdullah Öcalan’la gö-
rüşmeleri engelleyen AKP. AKP iktidara tutunmak savaş başlattı 7 Haziran seçimleri sonrası AKP yenik bir güçtü. Herkes partinin oy kaybının sebeplerini tartışıyordu. AKP’nin içindeki çatlaklar herkes tarafı ndan bilinir olmuştu. Yolsuzlukların hesabının sorulması çağrısı yükseliyordu. Bugün Erdoğan, Kürtlere karşı savaş başlatarak, hem AKP içindeki bölünmelerin üstünü örtmeyi hem de egemen sınıfı kendisinin etrafında birleştirmeyi hedefliyor. Hem AKP yanlısı hem de AKP karşıtı medya “terörü” lanetliyor, PKK’ye büyük darbeler vurulduğu yalanını söylüyor. Geçici hükümet, geçici olma vasfını anlayamayıp, daha hükümet kurulmadan savaşı başlatarak yoksulları ölüme gönderiyor. Yenilginin intikamı için Ölenler, hem Kürt sorununda çözüme ayak diretildiği ve süreçte somut adım atılmadığı için, hem de AKP seçimlerde %13 alarak barajları paramparça eden HDP’den intikam alınmak istendiği için çatışmaların ortasına atılıyor. Sürekli “sandık” diyerek demokrasinin tek yöntemi olarak seçimlere işaret eden AKP’liler, 7 Haziran’da sandıktan çıkan “millî irade”yi beğenmedikleri için erken seçime kadar kendilerini öne çıkaracak bir ortam yaratmaya çalışıyorlar.
GÜNDEM
SAVAŞI ABİLİRİZ AKP NİÇİN YENİLECEK?
ABD ile ittifak yapsa da, Türk milliyetçilerinin desteğini alsa da, erken seçim için güç toparlamak isteyen AKP’nin savaş politikalarının uzun vadede kazanması mümkün değil. Bundan henüz iki ay önce HDP, barış isteyen 6 milyon kişinin oyunu aldı, %13’le 12 Eylülcülerin Kürtlere karşı koyduğu ve AKP’nin Kürtlere karşı savunduğu %10 barajını paramparça etti.
HDP seçmenleri arasında yapılan araştırmada %98.8 verdiği oy için pişman değil, %93.5 ise bugün seçim olsa yine HDP’ye oy vereceğini söylüyor. Barışın en büyük teminatı bu güç. Üstelik, yine seçimlerden sonra yapılan bir ankete göre, Türkiye halklarının %67’si AKP’nin aksine çözüm sürecinin arkasında. Size savaş yaptırmayacağız! Ancak savaş kendi kendine durmayacak. Kürt halkı örgütlü bir güç ve savaşa karşı olduğunu her fırsatta ortaya koyuyor. Batı’da ise hükümet, savaş politikalarına eşlik eden “terör” operasyonlarıyla tüm toplumsal muhalefet için bir korku ortamı yaratmaya çalışıyor. Toplumun çözüm isteyen üçte ikisine ve HDP’yi destekleyen milyonlara dayanarak bu havayı kırmak ve tersine çevirmek mümkün. Bu dinamikler yaygın bir barış kampanyası etrafında birleştirilip sokağa çıkarılabilirse, Kürt halkına en büyük destek verilmiş olur. Böyle bir kampanya şu taleplerle harekete geçmeli: n Çözüm sürecinin muhatabı Öcalan’ın tecriti derhal sona erdirilsin. n Savaş politikalarından ve bombardımanlardan vazgeçilsin n Dolmabahçe mutabakatına geri dönülsün, 10 madde etrafında görüşmeler başlasın n Tayyip Erdoğan anayasal sınırlarına geri çekilsin, seçimlerde halkın ortaya koyduğu iradeye saygı duyulsun
7
GÖRÜŞ Roni Margulies
BAŞBAKAN’DAN MEKTUP VAR Batı ülkelerinin hükümetleri kendi vatandaşlarının tehlikeli yerleri gitmesini önlemek için her yaz listeler yayınlar. Örneğin, “Evet, çok güzel ülkeler, ama Suriye ve Afganistan’da yapacağınız tatil sakin ve huzurlu geçmeyebilir, tavsiye etmeyiz” derler. Emperyalizmin hoş yanlarından biridir bu! Gidip bir ülkeyi cehenneme çevirir, sonra da kendi vatandaşına “Aman gitmeyin, oradakiler bizi sevmez, başınıza bir şey gelebilir” diye tavsiyede bulunur! Bu yaz Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere hükümetleri gidilmesi tavsiye edilmeyen ülkeler listesine Türkiye’yi de ekledi. Sayın Başbakanımız bu duruma çok üzülmüş olsa gerek. Bizim gibi misafirperver, barış sevdalısı bir memleketi “tehlikeli” olarak damgalamak çok yanlış tabii! Hemen önüne bir parça kâğıt almış, danışmanlarından birinden kalem ve kalemtıraş istemiş, Washington Post gazetesine bir yazı döşenmiş. “Bir tarih profesörü, diplomat ve politikacı olarak” diye başlamış ve bu alçak gönüllü ses tonunu sürdürerek Amerikalılara neyin ne olduğunu anlatmış. Yüzyılların devlet geleneğiyle, demiş, Türkiye her şeyin merkezine diplomasiyi koyar. Bu sayede, demiş, cumhuriyetimiz eski düşmanlıkları yeni dostluklara ve ittifaklara çevirmiştir. Ama n’apalım, bölgede bizim dışımızda kötü ve habis güçler var, “kaos ve anarşi” var demiş. “Biz onyıllardır süren şiddeti demokratikleşme yoluyla sona erdirmek için tarihsel bir süreç başlattık,” ama PKK sınırlarımızdaki kaos ve anarşiden yararlanarak Batı’ya sevimli görünmeye çalışıyor demiş. Oysa, siz de biliyorsunuz ki, demiş, onlar terörist. Özetlersek dediği şu: Lütfen ya, n’olur ya, PKK’yi sevimli görmeyin, gelin bütün kötü insanları beraberce bombalayalım. En azından, ses çıkarmayın, bırakın biz bombalayalım. Bu yazının içeriğini Obama yönetimi zaten biliyor. Zaten anlaştılar: “IŞİD’i bombalarsanız, İncirlik’i kullanmamıza izin verirseniz, Kürtleri bombalayabilirsiniz. Ama Irak’ta bombalayacaksınız, Suriye’deki Kürtlere ihtiyacımız var, onları bombalayamazsınız. İhtiyacımız kalmadığı gün haber veririz, o zaman baştan konuşuruz.” Doğal olarak, Obama yönetiminden hiç kimse “Şiddeti demokratikleşme yoluyla sona erdirmek için başlattığınız tarihsel süreci niye süründürüp duruyorsunuz? Şimdiye kadar çoktan çözebilirdiniz, bütün bunlar başınıza gelmezdi” dememiştir. Ama Türkiye’de tam da bunu söyleyenler çok. Washington Post okuyucularını bilmem, onlar biraz saf olabilir, “Vah zavallı Türkiye, vah zavallı iyiniyetli AKP hükümeti” diye düşünebilir. Ama Türkiye’de kimse o kadar da saf değil.
8
TEORİ
SAVAŞ VE MİLLİYETÇİLİK
Irak Kürdistanı’na atılan TSK füzelerindeki milliyetçilik. ÖZDEŞ ÖZBAY
Ulusal baskı
Milliyetçilik bir egemen sınıf ideoloji olarak sınıfsal farklılıkların görünmez kılınıp o devletin sınırları içerisinde yaşayan herkesin çıkarlarının bir olduğunu anlatmaya yarayan bir araçtır. Milliyetçilik ve ırkçılıklar farklı şeyler olmakla birlikte kol kola yürür çoğu zaman. ABD’de var olan milliyetçilik ortak bir etnik kökene dayanmamasına rağmen yüzyıllardır siyahlara ve Latinlere yönelik ırkçı uygulamalara ev sahipliği yapmıştır. Bugün de farklı bir düzeyde devam etmektedir. Türkiye’de ise Anadolu halklarının kalabalık unsurlarından biri olan Türkler, milliyetçilik akımının gelişmesinin ardından Cumhuriyet ile ana unsur olarak seçilmiştir ve Türk olmayanlara yönelik ırkçı baskılar uygulanmıştır.
Türkiye’de ise milliyetçilik Türk olmayan Müslüman halkların Türklüğe asimile edilmesi ve Müslüman da olmayan halkların ise imha edilmesi ve kaçmaya zorlanmaları üzerine kuruludur. Yani Müslüman halklar Türklük altında milliyetçi hegemonya ile birleştirilmeye çalışılırken, Müslüman olmayanlar ırkçı politikalarla sistematik ayrımcılık ve baskıya uğrarlar. El konulan mal varlıkları Türk burjuvazinin ilkel sermaye birikimini sağlar. Müslüman olmayan ama Anadolu topraklarındaki ticaret burjuvazisinin de çoğunluğunu oluşturan bu halklar arka arkaya yaşanan savaşlarla topraklarından sökülüp atıldılar. I. Dünya Savaşı döneminde yaşanan Ermeni soykırımı ve arkasından egemenlerin adına “kurtuluş savaşı” dedikleri savaşta katledilen ve sürülen Rumlar, Süryaniler, Ermeniler ve bir savaş sonrası antlaşması ile yaşanan Türk-Yunan mübadelesi bu politikayı büyük oranda başarıya ulaştırdı.
Ekonomik temel Bir ulusal pazar, bu pazar üzerinde işleyen kapitalist bir ekonomi ve burjuvazinin çıkarları doğrultusunda örgütlenmiş bir devlet aygıtı milliyetçi ideolojinin vücut bulmuş şeklidir. Hakimiyeti altındaki tüm halklara ve sınıflara ortak bir tarih, ortak bir dil, ortak bir çıkar anlatır. Ancak bu hegemonya o toplumdaki ekonomik ve sınıfsal dalgalanmalardan da etkilenir. İşçi sınıfı hareketinin her yükselişi beraberinde egemen fikirlerin de sorgulanmasına neden olur. Ekonomik krizler, büyük politik kaos dönemleri veya savaş dönemleri de o güne kadar anlatılan devlet, ortak çıkar, kalkınma ve benzeri fikirlerin sorgulanmasına neden olur. Kapitalizmin çelişkisi bir yandan ulusal pazarlarla dünyayı devletlere bölmek bir yandan da sürekli büyümesi ve yayılması gereken kapitalizmin emperyalist aşamaya geçmek durumunda olmasıdır. Toprağa dayalı ekonomi dönemlerinin emperyalist yayılmasından farklı olarak kapitalist emperyalizm mutlaka toprağı ele geçirmek zorunda değildir. Hakimiyeti altında bulundurduğu coğrafyanın kaynaklarına el koyar ve ekonomik bir tahakküm uygular. En gelişmiş kapitalist ülkelerin emperyalist rekabetleri büyük savaşlara, dünya savaşlarına neden olur. İki emperyalist bloğun kapışması zaman zaman sınırlı bir bölge savaşı olarak da ortaya çıkabilir. 1950 yılında başlayan Kore Savaşı ve son birkaç yıldır Suriye’de yaşanmakta olan iç savaş bu tarz savaşların birer örneğidir.
Müslüman olmayan halklar arasında ise Balkan ve Kafkasya savaşlarından kaçarak gelen halkları asimile etmek ve devlete bağlamak zor olmadı. Göçmen olarak başka topraklara gitmek zorunda kalanların davranış biçimleri genelde gittikleri yeri sahiplenme ve o devlete kendini makbul vatandaş olarak kanıtlama eğilimindedir. Bu halklar son yıllara kadar (yani Kürt özgürlük hareketinin yükselişine kadar) Türk devletine karşı her hangi bir ulusal hak mücadelesine girmediler. Kürtler söz konusu olduğunda ise Türk burjuvazisi başarılı olamadı. Kürt halkı özelinde en temel ayırt edici faktör Kürdistan diye bir ülkenin var olmasıdır. Osmanlıda da, “kurtuluş savaşı” döneminde de, 1925 Şey Sait isyanı öncesi TBMM konuşmalarında da Kürtlerin çoğunlukta olduğu coğrafyadan Kürdistan diye bahsedilirdi. Kürdistan coğrafyasının en büyük parçasını işgal eden Türkiye Cumhuriyeti yaklaşık yüz yıldır zaman zaman şiddeti azalsa da Kürdistan’da savaş sürdürüyor. Bu savaşı sürdürmek için de her defasında milliyetçilik ve ırkçılık kartlarını oynuyor. Burjuvazi, milliyetçilik kartı ile Türk işçileri ve köylülerini Kürdistan’daki savaşta kendi yanına çeker. Irkçılık kartı ile de direnen hareketleri asi, terörist ilan ederek baskıcı uygulamalara yönelir. 1925’te değiliz Bugün devletin yeniden ilan ettiği savaş bu tarihsel sürecin
bir devamıdır. Ancak bu savaşın da sürdürülemezliği ortada. Bir yandan sömürgeci politikaları devam ettirmek için savaşı yükseltmek öbür yandan savaşın yol açacağı ekonomik ve politik istikrarsızlığı engellemek gibi bir çelişkisi var egemenlerin. Bu çelişkiyi milliyetçiliği yükselterek aşmaya çalışıyor hükümet. Oysa burada da bir başka çelişki karşısında dikiliyor. Kürtler artık 1925’teki halk değil. Son derece örgütlü ve politik olarak bilinçli. Son seçimlerde HDP’nin Kürdistan coğrafyasının tamamında birinci parti olması da bu durumun en net kanıtı. Ayrıca Irak ve Suriye Kürdistanı’nda da kendi yönetimlerini kurdular. IŞİD’le giriştikleri savaş tüm dünyada meşruiyet kazandırdı PKK’ye. Üstelik bu hareket Batıdan daha önce hiç bulmadığı kadar da büyük destek buldu. Yani savaş artık Kürtlerin avantajlı olduğu bir dönemde yapılıyor. Bir yanda ekonomik sıkıntılar, bir yanda savaş istemeyen büyük çoğunluk ve HDP’ye verilen destek savaşı egemenler açısından sürdürülemez kılıyor. Bu çelişkinin bir sonucu olarak burjuvazi ikili oynuyor. Bir yandan Kürt hareketini geriletmek bir yandan da “çözüm süreci”ni sürdürmek arasında gidip geliyorlar. Barış için devrimci mücadele Savaşın sürdürülemezliği ile Batıda sol güçlerin ve işçi hareketinin hareketsizliği ve güçsüzlüğü ise maalesef bir diğer çelişki. Kürdistan bu saldırıyı daha önce defalarca yaptığı gibi yine püskürtecektir ama bu yalnızlıkları çok fazla yaşama mal olabilir. Oysa kitlesel bir işçi hareketinin, değil kendi devletinin sürdürdüğü savaşı durdurmak dünya savaşlarını dahi durduğunu tarihten biliyoruz. Barış sloganı ile ayaklanan işçiler 1917’de tarihin ilk işçi iktidarını kurmuş ve dünya savaşının kısa süre sonra bitmesini sağlamıştı. Savaşın yıkıcılığı ekonomik sıkıntılarla birleştiğinde burjuvazinin işçi sınıfı üzerinde sürdürdüğü milliyetçi hegemonya çatlar ve rejimlerin meşruiyeti sorgulanır duruma gelir. Ancak böyle durumlarda bir de karşı hegemonya aracına ihtiyaç vardır. Bolşevikler bir yandan barış sloganını öne çıkarırken bir yandan Çarlık rejimine ve onun Rusya’yı halkların hapishanesine çevirdiği hegemonyasına karşı işçileri enternasyonalizme ve Sovyet iktidarı fikrine kazanmıştı. Bugün Türkiyeli sosyalistlerin önünde yukarıda bahsedilen çelişki nedeniyle ikili bir görev duruyor. İlki acilen Batıda kitlesel bir savaş karşıtı hareket yaratarak AKP ve CHP tabanındaki savaş karşıtlığını da mobilize etmek ve bu hareket içerisinde antikapitalist bir cephe inşa etmek.
SINIF MÜCADELESİ
METAL İŞÇİLERİ MÜCADELEYE DEVAM EDİYOR
9
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
MEMUR TOPLU SÖZLEŞMELERİ VE BARIŞ MÜCADELESİ Her iki yılda bir ağustos ayında hükümetle memur sendikaları arasında toplu sözleşme görüşmeleri yapılır ve memurların ne kadar maaş zammı alacakları belirlenir. Toplu sözleşme görüşmelerinde uzlaşma sağlanamaması halinde devreye Kamu Görevlileri Hakem Kurulu girer ve bu kurulun verdiği kararlar kesin olur. Türkiye’de memurlar işçi sınıfının en örgütlü kesimidir. 2002’de 1,3 milyon olan sendikalaşabilir memur sayısı, 2015’te 2,3 milyona çıktı. Sendika üye sayısı ise 651 binden 1,7 milyona ulaştı. Temmuz 2015 istatistiklerine göre en büyük üç konfederasyonun üye sayısı, Memur-sen 836 bin, Kamu-sen 445 bin, KESK 236 bin şeklinde. Diğer konfederasyonların ve bağımsız sendikaların 150 bin dolayında üyesi var.
n Birleşik Metal-İş’in son TİS sürecinde ilan ettiği grevin yasaklanmasının ardından fiili olarak mücadeleye devam eden fabrikalardan birisi olan Paksan'da 12 işçi hiçbir gerekçe gösterilmeden ve yasal prosedür dahi işletilmeden işten çıkartıldı.
n TİS görüşmeleri öncesinde Çalışma Bakanlığı önünde eylem yapmak isteyen KESK üyelerine polis saldırdı.
n Türk Metal’den istifa eden Arçelik LG işçileri, işten atma saldırısı karşısında direnişlerini sürdürüyor.
n Sendikalaştıkları için işten atılan, patronların saldırı ve tehditleriyle karşılaşan Petrol-İş üyesi Çan-Norm Ortak Girişimi üyesi işçiler, direnişi şirketin Ataşehir’deki merkezinin önüne taşıdı.
n TKG Otomotiv işçileri söz verilen ücret zamlarının gerçekleştirilmemesi karşısında, şirketin Bursa’daki iki ve Sakarya’daki bir fabrikasında üretimi durdurdu. n Başiskele’de bulunan Enpay fabrikasında Türk Metal sendikasından istifa edip DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye oldukları için tazminatsız olarak kovulan 125 işçinin direnişi sürüyor. Diğer işkollarındaki mücadeleler n Sarıyer Belediyesi’nde çalışan taşeron işçileri, direnişlerinin 80. gününde, haklarının gasp edilmesine ve işten atılmalarına karşı CHP İstanbul İl Başkanlığı binasına kendilerini zincirledi. MARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım
FAŞİZMLE UZLAŞMAYA HAYIR Erdoğan’ın Kürtlere karşı savaşta başlıca müttefiki Devlet Bahçeli. IŞİD’in Ezidi ve Kürt katliamlarına alkış tutan ülkücü faşistler sarayın yanında. Erdoğan şahinlik yaparak MHP’ye kaptırdığı oyları geri alıp, başkan olma hayalinde. Bahçeli ise Türk faşizminin beslendiği alan olan PKK’ye karşı savaş ve Kürt sorununda çözümsüzlük fırsatıyla sevinçli, HDP’ye dozajı giderek artan bir şekilde saldırıyor. Tek başına iktidar için sırasıyla generaller, büyük sermaye ve ABD emperyalizmi ile kol kola giren Erdoğan, son
n SES Bakırköy Şubesi’ne üye sağlık emekçileri, eylem yaparak toplu sözleşme görüşmelerine yönelik taleplerini yineledi.
n Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan IFF Aroma ve Esans San. ve Tic. A.Ş. fabrikasında çalışan işçiler sendikal haklarının engellenmesini protesto etti. n Düzce'de bulunan Venüs Giyim fabrikasında sendikalı oldukları için işten atılan ve direnişte olan tekstil işçileri ve TEKSİF temsilcileri, fabrikanın üretim yaptığı İstanbul Mecidiyeköy’deki George/Walmart Türkiye Ofisi önünde eylem yaptı. n Şırnak DEDAŞ’ta çalışırken işten çıkarılan arıza ve onarım işçileri, işten çıkartılmalarını protesto ederken, 170 DEDAŞ işçisi de iş bırakarak arkadaşlarına destek verdi. olarak Bahçeli’ye koştu. Bahçeli faşistine koşan koşana. HDP’yi ekarte etmek için binbir dolabın döndürüldüğü RTÜK başkanlığı seçimlerinde CHP adayı MHP adayı lehine çekildi. CHP, zaten 2007’den bu yana MHP ile ittifak halindeydi. Daha geçen yıl belediye başkanlığı seçimlerinde Ankara’da bir faşist artığını belediye başkanı yapmış, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde MHP’li Ekmeleddin İhsanoğlu’nu desteklemişti. Nasyonal sosyalistler de “bas geç”, ‘AKP’ye karşı tabii ki MHP’ diyerek faşistlere koştu. Faşizmle uzlaşmanın yarattığı iklimin faturası ağır. Gezi Parkı direnişinde ilk kez mücadeleye atılmış bir çok genç solcu için MHP, yan yana düşmekte sorun olmayan, katliam yapacağına inanılmayan bir güç. Kendini merkez partisi gibi gösterip büyük sermayenin onayını kazanmak, tüm faşist partilerin stratejisidir. Bah-
Türkiye, memurların giderlerinin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içerisindeki oranı bakımından OECD ülkeleri içerisinde son sıralarda yer alıyor. 2014 yılında memur giderlerinin gayri safi yurt içi hasıla içerisindeki payı yüzde 6.1 oldu. Buna karşılık, aynı dönem itibarıyla OECD ortalaması yüzde 12 düzeyinde. Yani, bizde memurlar için yapılan harcamalar OECD ülkeleri ortalamasının yarısı kadar. Türkiye’de bu oran yıllar geçtikçe düşme eğiliminde. Bu da memur maaşlarının, gayri safi yurt içi hasılanın artışı ile aynı oranda artmadığını ve memurların büyümeden yeterince pay alamadıklarını gösteriyor. Bu toplu sözleşme döneminde görüşmelerle ilgili önemli bir sorun var. 2,5 yıldır süren barış süreci bozuldu, savaş yeniden başladı. Bu olumsuz koşullarda sağlıklı bir toplu sözleşme süreci olmasını beklemek olanaksız. Halen sürmekte olan savaş ortamı memurların mücadele isteğini azaltacak, muhtemel eylemlerin ertelenmesine yol açabilecektir. Barış ortamı sağlanmadan memurlar için yararlı bir toplu sözleşme imzalanması çok zordur, bu nedenle memur toplu sözleşme görüşmelerinin, zam için mücadelenin barış mücadelesi ile birleştirilmesi gerekir. Barış için mücadele, zam için mücadelenin önüne geçmiş durumdadır. Ayrıca memurların mevcut toplu sözleşme yasası değiştirilmeli, toplu pazarlık masası demokratik hale getirilmeli ve memurlara grev hakkı tanınmalıdır. Aksi halde memurlar ve emekliler son iki yılda olduğu gibi yeni bir toplu sözleşme faciası ile yüz yüze kalabilirler. çeli’yi saygın bir politikacı, bir muhalif, AKP’den hesap soracak bir zat, partisini bal gibi hükümet kurulacak bir politikacı olarak gösteren “sol muhalifler” bu stratejiye hizmet etti. Sokakta Ülkü Ocakları üyeleri HDP’ye ve Kürtlere bir yılda 200’den fazla saldırının başını çekmişken, CHP-MHPHDP koalisyonu için ortalıkta dolaşanlar, ülkücü faşizmi en üst düzeyde meşrulaştırdı. Bu muhalifler, bugün HDP’nin çevresinde toplanmış durumda. Şimdi kemalist CHP ile HDP’nin yollarını kesiştirmekle meşguller. Erdoğan ve AKP’ye karşı destekledikleri Devlet Bahçeli ise HDP’ye oy veren emekçilere “zengin şerefsizler” diyor. Sosyalistlere düşen: 1) Faşistlerin beslendiği bu savaşı durdurmak. 2) Faşizmin marksist analizi ve antifaşist mücadele deneylerini yeni mücadeleci kuşaklara aktarmak. 3) Anti-faşist mücadeleyi işçi sınıfının içinde inşa etmek.
10 MEKTUPLAR BARIŞ BLOKU ÇALIŞMALARI HIZLANIYOR Erdoğan’ın Suriye’ye yönelik tehditlerine tepki olarak onlarca kurum bir araya gelerek Barış Bloku’nu kurdu. Blok’un kurulduğu hafta önce Suruç katliamı oldu, ardından da devlet Kandil’i bombalamaya başladı. Blok’un ilk eylemi bu ortamda yasaklandı.
Ankara 05324750150 Sincan: 05397440268 İstanbul Beyoğlu: 05368474650 Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099 Kadıköy: 05334479709 Üsküdar: 05075550272 İzmir 05544602111 Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445 Üniversiteler 05397980171
İSTANBUL’DA TOPLANTI 6 Ağustos Perşembe, saat 19.00
SICAKLAR YOKSULLARI ÖLDÜRÜYOR Konuşmacı:
Volkan Akyıldırım Yer: DSİP Şişli Rumeli Caddesi, Nakiye Elgün Sokak, İkbal Apt, No:32/3 Osmanbey
Savaşa karşı bu mitingi tüm gücümüzle inşa etmeliyiz. Blok’un içinde savaşa karşı olan en geniş kesimlerin yer almasını sağlamak için çaba göstermeliyiz.
DSiP YAZ KAMPI 19-23 AĞUSTOS KÜÇÜKKUYU/ÇANAKKALE
SÖYLEŞİ VE TARTIŞMALAR n 19 Ağustos Çarşamba 19:30 TÜRKİYE’DE VE ORTADOĞU’DA SAVAŞA KARŞI MÜCADELE
Şemsi Dinç
Konuşmacılar: Yıldız Önen - Ozan Tekin
KAMP ARMEN DİRENİŞİ DEVAM EDİYOR Bu satırlar yazılırken Kamp Armen direnişi 90. gününe uyanmıştı. Direniş ilk günkü kararlılığıyla devam ediyor. Kampın iade edilmesi için verilen mücadeleye destek olan kurum ve bireysel aktivistlerin sayısı artıyor. Etrafımıza örülen dayanışma ağı sayesinde haftalardır moral ve motivasyonumuzdan bir şey kaybetmedik. İlk günkü iddiamızın hâlâ arkasındayız. Tapu iade edilene kadar vazgeçmeyeceğiz. Yaklaşık üç aydır kamptaki direniş nöbetimiz sürerken Türkiye’de pek çok gelişme yaşandı. Biz de yaşanan bu gelişmelere duyarsız kalmadık. Suruç’ta katledilen 31 genç arkadaşımızın anısına Kamp Armen’in bahçesine fidanlar diktik. Ezgi’nin, Ece’nin, Büşra’nın ve tüm arkadaşlarımızın anısı birer çınar olarak bahçemizde yaşayacak. Gasp edilen Ermeni mülklerinden sadece biri olan Kamp Armen’in esas sahiplerine, Ermeni halkına iade edilmesi için sürdürdüğümüz mücadele 100. gününe yaklaşıyor. 100. günde taleplerimizi daha yüksek sesle haykırmak,
n 20 Ağustos Perşembe 11:00 EVRİM TEORİSİ YAŞAMIN ÇEŞİTLİLİĞİNİ AÇIKLAYABİLİYOR MU?
Konuşmacı: Mustafa Arslantunalı 19:30 1915’TEN KAMP ARMEN’E: ERMENİ SOYKIRIMI İLE HESAPLAŞMA
Konuşmacılar: Çağla Oflas - Tolga Tüzün n 21 Ağustos Cuma 15:00 İKLİM KRİZİ VE ANTİKAPİTALİST ALTERNATİF
Konuşmacılar: Nuran Yüce - Memet Uludağ 19:30 KÜRESEL KRİZ, SOSYAL MÜCADELELER VE ANTİKAPİTALİZM
Konuşmacılar: Ümit İzmen - Roni Margulies n 22 Ağustos Cumartesi 15:00 dayanışmamızı büyütmek için gerçekleştirmeyi planladığımız etkinliklerin hazırlıklarına başladık. Herkesi bu uzun soluklu mücadelenin bir parçası olmaya davet ediyorum. Uraz Kaspar
FAŞİZME KARŞI MÜCADELE Konuşmacılar: Canan Şahin - Volkan Akyıldırım 19:30 İSTİKRARSIZ KOŞULLARDA ANTİKAPİTALİST ALTERNATİFİ BÜYÜTMEK
Konuşmacılar: Meltem Oral - Şenol Karakaş
DETAYLAR İÇİN İLETİŞİM: 05314516251
SOSYALİST İŞÇİ’Yİ DÜZENLİ OLARAK ALMAK İÇİN BİZİ ARAYIN
İlk toplantısından beri Blok çalışmaları içinde yer alıyoruz.
Şimdi Blok İstanbul’da bir miting kararı aldı.
TROÇKİ BÜYÜKADA’DA HAYATIM’I YAZDI
ŞİRKET EGEMENLİĞİNİ ELEŞTİREN ÜÇ DİZİ
20. yüzyılın en önemli marksistlerinden Lev Troçki’nin ismi, Büyükada’da kaldığı evin satışı ile gündeme geldi.
Hollywood filmlerinde devrim ve gerekliliği fikri nasıl işleniyorsa, 2008 ekonomik kriziyle sarsılan ABD’de çekilen yeni bilimkurgu dizileri de şirket egemenliğini eleştiriyor.
1905 ve 1917 Rus devrimlerinin kalbi Petrograd Sovyeti’nin başkanı, Ekim Devrimi’nin liderinden, işçi iktidarının kuruluşunda Lenin’in 5 yıl birlikte çalıştığı Troçki, 1929’da stalinist rejim tarafından Rusya’dan sürgün edildi. Stalin’in liderliğindeki bürokrasi iktidarı ele geçirir geçirmez Ekim Devrimi’nin tüm kazanımlarını yok ederken, Troçki’yi düşman ilan etmişti.
Mr. Robot: Karanlık şirket Evil Corp’a karşı mücadele eden hackerlar, neoliberalizm ve yabancılaşmanın derin eleştirisi, açık politik tutumlar. Dizi, şimdiden modern bir klasik kabul ediliyor. 21. yüzyılın antikapitalist ruh hali... IMDb 9.2
1929-33 yılları arasında Büyükada’da sürgün hayatı yaşayan Troçki, burada dünya işçi sınıfını stalinizm ve nazizm konusunda uyaran bir çok önemli yazı yazdı, daha önce başladığı bazı eserlerini tamamlama fırsatı buldu. Fakat Troçki Büyükada’da deyince akla otobiyografisi Hayatım gelir. Hayatını, uluslararası işçi hareketi ve dünya devriminin zaferine adamış bir devrimcinin otobiyografisi, 20. yüzyılın başında dünyayı sarsan sosyalist hareket hakkında bir çok detay ve bilgi içeriyor. Akıcı anlatımıyla yaz okuması için uygun, dolu dolu bir kitap. n Hayatım, Lev Troçki. Yazın Yayıncılık. 620 sayfa, etkiket fiyatı 35 lira.
Zoo: Hayvanlar bilinçlenip insanlardan intikam almaya başlarsa? Sinirinizi bozabilecek Hollywood klişelerinin kullandıldığı dizide, yaşam çemberinin bozulmasından bir küresel şirket sorumlu tutuluyor. Hayvanlardan yana hafif bir aksiyon izlemek isterseniz. IMDb 7.1 Dark Matter: Uzay gemileriyle oradan oraya gidip, kara listeye girenleri avlayan 6 avcının serüvenleri. Kahramanlar da şirket kurbanı. Bir şirkete karşı mücadele ederken birden fazla şirketin hakimiyetini fark ediyorlar. Politik değil eğlencelik. IMDb 7.1
GÜNDEM 11
KADINLAR SUSTUKÇA ARINÇ KONUŞUYOR
SAVAŞ MEDYASININ GÖNÜLLÜ AJİTATÖRLERİ AKP’nin iktidarını sağlamlaştırmasından önce Hürriyet gazetesinin başını çektiği medya grupları, her savaş ihtimalinde coşmaya başlardı. Doğan meyda grubunun gazeteleri, özellikle ABD’nin Irak işgali öncesi Türkiye’nin ABD’yle birlikte savaşa girmesi için George W. Bush’tan daha fazla ve daha arzulu bir kampanya yaptılar. Ertuğrul Özkök, Emin Çölaşan gibi yazarlar, Türkiye’nin ABD’yle birlikte Irak’ın işgalinin aktif bir parçası olması gerektiğini savundu. Hürriyet yazarı Cüneyt İlsever şunları yazabilmişti: “Tezkere bu kez geçerse, cebimize para girecek mi, girmeyecek mi? Bu para gelmezse ekonomik dengeleri nasıl kuracağız? Madem bu iş ‘’havadan’’ oluyordu, pazarlığa neden ‘’karadan’’ başladık? Madem ‘’kara harekátı’’ olmayacaktı, neden üslerin tadilatı için tezkere çıkardık? Neden bu kadar malzeme ülkemize geldi? Madem bu savaş zaten olacaktı, neden avucumuzu yaladık? (Cüneyt Ülsever, Hürriyet, 20 Mart 2003)
Meclis kürsüsünden HDP’li milletvekili Nursel Aydoğan’a ‘bir kadın olarak sus’ diye bağıran kişinin Bülent Arınç olmasına kadınlar şaşırmadı. Arınç’ın kadın düşmanı olduğunu daha önce yaptığı yorumlarla öğrenmiştik. Bülent Arınç’ın kadın tanımı şöyle: ‘Kadınsa o da iffetli olacak. Mahrem namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak’. Belli ki kadınların kahkaha atmaması yeterli olmamış. Arınç kadınlar sussun istiyor. AKP üç yıl önce kürtaj hakkını yasaklamaya çalışmış ancak kadınların mücadelesi sayesinde püskürtülmüştü. Bülent Arınç meclisteki kadın milletvekillerine o zaman şöyle sesleniyordu: “Kürtaj meselesi konuşulurken siz öyle bir söz sarfettiniz ki benim yüzüm kıpkırmızı oldu. Bir evli, bir bayan, çocuğu olan milletvekili kendisi ile ilgili bir organını nasıl böyle açıkca konuşabilir”. Arınç’ı utandıran söz ‘vajina’. Arınç kimin vekili? 7 Haziran seçimlerinde halkın oylarıyla iktidardan düşen
AKP’nin, seçilmeyen ‘vekili’ partisi gibi yetki sınırlarını aşıyor. Bülent Arınç artık bir milletvekili değil, meclis kürsüsünde yeri olmamalı. Ancak Arınç ‘benim burada ne işim var bir de konuşuyorum’ diyeceğine zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışıyor. Nursel Aydoğan’a yönelik ‘bir kadın olarak sus’ sözleri tepki çeken Arınç kendisini ‘cav cav konuşan bir kadına sus demeyi suç olarak gördüler’ diyerek savunmaya çalıştı. Erdoğan ve Arınç gibi cinsiyetçiler kadınları hedef alan konuşmalar yaptıkça kadınlar cinayete, tacize, tecavüze maruz kalıyor, failler cezalandırılmıyor, şiddete karşı kendisini savunan kadınlar hayatta kalmayı başardıkları için cezalandırılıyorlar. AKP’nin kadın politikaları, yargıdaki cinsiyetçilik failleri kendisine daha güvenli hale getiriyor. Arınç’ın meclisteki cinsiyetçi söyleminden bir gün sonra, abisinin tecavüzüne uğrayan 22 yaşındaki Aysun Altay intihar etti. Aysun Altay’ın ‘susmayı’ tercih etmesinin nedeni cinsiyetçi dünya ve kadın düşmanı politikalardır. Bülent Arınç başta Nursel Aydoğan olmak üzere tüm kadınlardan şimdiye kadar sarf ettiği cinsiyetçi söylemler için özür dilemelidir.
Ankara 05324750150 İstanbul 05334479709 İzmir 05544602111 Tekirdağ 05332334150 www.altust.org
Dönemin Hürriyet yazarı Fatih Altaylı, 1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM’de reddini şu başlıkla yazı yazarak ele almış: “1 Mart Türkiye tarihine kara gün olarak geçecek.” Hürriyet gazetesi tezkerenin reddini felaketin miladı olarak belirlemişti ve ekonomik bir çöküntü olacağını düşünüyordu. Aynı zamanda merkez medyanın sayfalarından ırkçı bir Kürt düşmanlığı da yayılmaya başlamıştı. Bu dönemin hakim medyası paşaların istediği gibi açıklama yaptığı, paşasının medyası denilebilecek bir yapıya sahipti. O günlerden bugünlere çok zaman geçti ve şimdi en az merkez meyda kadar pespaye olan, ırkçılık yapan, savaş tamtamları çalan yeni bir meyda daha var. Bu meydanın temel işlevi, Erdoğan’ın her adımını meşrulaştırmak, Erdoğan’ın her kararını haklı çıkartmak üzere yayın yapmak. Eskiden paşasının meydasıydı söz konusu olan, şimdi paşasının meydasının yanına “başkanın” meydası yerleşti. Sabah gazetesi, Türkiye gazetesi, Yeni Şafak gazetesi, Akit, bunlar, Erdoğan neylerse doğru eyler diyerek, bazen aynı gün aynı manşeti atarak, hemen her gün Erdoğan’ın uçağında poz veren “muhabirleriyle” övünerek habercilik yapıyorlar. 2003 yılında Irak işgalini destekleyen Kürt düşmanı merkez meyda neyse, bugün Tükiye’nin Kandil’i bombalamasını, Suriye’yle savaş haline girmesini, ırkçılığı, Kürt düşmanlığını pişiren başkanın medyası bir ve aynı şey.
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
SERİNLEMEK İCİN . MÜCADELEYE NURAN YÜCE
Bir yandan AKP’nin barış ortamını ve demokrasiyi hiçe sayan savaş politikaları bir yandan sıcak havalar ile birlikte her açıdan bunaltıcı günler yaşıyoruz. Savaş politikaları ile barış sürecinin durdurulamayacağı, Kürt halkının demokratik taleplerinin önüne geçilemeyeceği çok açık. Bundan önceki birçok hükümetin denediği askeri yöntemlerle sorunu çözme anlayışı bu sefer de işe yaramayacak, Türkiye’nin büyük çoğunluğu Kürt halkının demokratik taleplerinin tanınması ile gerçekleşecek barışı istiyor ve buna engel olmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecek, bu savaş iklimini yok etmeyi başaracağız. Kavurucu sıcaklar Son günlerde hepimizi nefessiz bırakan bunaltıcı bir diğer sıcaklığın, reel sıcaklığın nedeni ise tartışmasız bir biçimde iklim değişikliğinden kaynaklanıyor. NASA son raporunda “bu yılın ilk 5 ayı şimdiye kadar kaydedilmiş en sıcak 5 ay olacak” demişti. Her yıl bir önceki yılın sıcaklık rekorlarını kırdığı için 2015 yılının 2014’den daha sıcak olması, 2016’nın da 2015’den sıcak olacak olması kimseyi şaşırtmamalı. Meteoroloji uzmanları, doktorlar basın aracılığıyla özellikle içinde bulunduğumuz hafta için uyarılarda bulunuyorlar. Tüm Türkiye’yi etkisine alan birkaç ilde ise daha fazla etkili olan mevsim normallerinin üstünde seyreden sıcaklık değerleri dudak uçuklatacak cinsten.
Şanlıurfa’da geçtiğimiz günlerde termometre 54 dereceyi gösterirken, hava sıcaklığı gölgede 45 dereceydi. Adana ve Osmaniye’de bu hafta başından itibaren hava sıcaklığının uzun yılların ortalamasının üstünde şimdiye kadar yaşanmış en yüksek sıcaklığın 4 ile 6 derece üstünde olacağı, beklenen nem oranı ile birlikte bu iki ilde hissedilen sıcaklığın illere göre 50-60 derece olacağı söyleniyor.
Adana’da uzun yıllar ortalama sıcaklık değeri 34.3 iken, en yüksek sıcaklık ise 36.6 derece olarak ölçülmüş. Şimdi ise nemle birlikte hissedilen 50 derece sıcaklardan bahsediliyor. Güneş ve denizi ile tatilcilerin vazgeçilmez yerlerinden Antalya, ‘tehlikeli sıcaklık’ uyarısı yapılan bir başka yer. Antalya’nın içi ve yakın çevresinde “sıcaktan asfalt eridi” ya da “asfaltta yumurta pişirdiler” gibi haberleri bu hafta içinde okuyabiliriz. Akdeniz’de deniz suyu sıcaklığının 30 dereceğe ulaştığı, soğuk denizi ile meşhur Karadeniz’de Akçakoca, Sinop, Trabzon ve Hopa’da ki deniz suyu sıcaklıklarının rekor kırdığı ve deniz suyu sıcaklıklarının, Ege Denizi’nin bazı bölgelerini yakaladığı söyleniyor. Tabi basın bu haberleri “tatilcileri artık deniz bile serinletemeyecek” laubaliğinde verse de bahsedilen sıcaklıkların olumsuz etkileri sadece bununla sınırlı değil. Sıcaklarla baş edebilir miyiz? Her geçen yıl bir önceki yıla göre artan, gölgede bile 45 dereceyi gösteren sıcaklık
değerlerinin gündelik hayatımızda yarattığı olumsuz sonuçlar ile tek başımıza baş etmemiz mümkün değil. Yetkililer, “çöl dalgası”, “balkanlardan gelen sıcak hava dalgası”, “cehennem sıcakları” gibi isimler vererek sıcaklıkların istisnai, gelip geçici bir durum olduğu algısı yaratmak isteseler de iklim değişikliğinden kaynaklık sıcaklık artışı, iklim değişikliğini durdurma konusunda adım atılmadığı sürece artmaya devam edecek. “Sıcaklığın en etkili olduğu öğle saatlerinde dışarı çıkmayın, sokağa çıkma-
yın” gibi uyarıların büyük kalabalıklar için hiçbir anlamı yok. Bu yılın başlarında Hindistan ve Pakistan’da açık alanda çalışmak zorunda olan binlerce insan sıcaklardan dolayı öldüler. Türkiye’de de benzer vakaların oluşmaması için hiçbir neden yok. Sıcaklar kapitalizm nedeniyle, şirketlerin çıkarına çalışan hükümet politikaları nedeniyle çıldırmış durumda. Demek ki sisteme karşı, sistemin aparatları olan ükümetlere karşı kitlesel mücadeleler dışında iklim değişikliğini durduracak hiçbir yolumuz yok.
G20 LİDERLERİ 15 KASIM’DA ANTALYA’DA Bu yıl G20 zirvesi Türkiye’nin liderliğinde 15 Kasım’da Antalya’da yapılacak. Dünyanın en büyük ilk yirmi ekonomisi aynı zamanda fosil yakıt sektörünün de en büyükleri yani iklim değişikliğinden de sorumlu olanlar, Aralık ayından yapılacak iklim zirvesinden önce son kez Antalya’da bir araya gelecekler.
olan, kendini bilmez ırkçıların bir türlü Çinlileri ayırt edememeleri ile tüm Asyalıların tehdit edilmesine yol açan “ Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı zulüm” argümanı ziyaret sırasında “Doğu Türkistan İslami Hareketi’nin Çin’e yönelik terörist faaliyetlerine karşı duruyoruz”a dönüştü.
Tüm dünya genelinde kapitalist işleyişine, neoliberal politikaların uygulanmasına ve yaygınlaşmasına çeşitli enstrümanlarla (IMF, Dünya Bankası, savaşlar) öncülük eden, bu politikaların bekçiliğini yapan G20 ülkelerinden iklim değişikliğini durdurmak için çözüm üretmelerini beklemek büyük bir hayalcilik. G20’nin ‘parlayan yıldızı’ Türkiye’nin uyguladığı enerji politikalarından yola çıkarak da bunu tahmin etmek hiç zor değil. Seragazları artış hızı açısından dünyada lider olan Türkiye’nin uzun erimli kalkınma planları arasında kömürlü termik santraller hala büyük yere sahip.
İki ülke arasında ekonomik işbirliğinin ve yatırımların geliştirilmesi için tarihi buluşma olarak nitelendirilen bu buluşmada en önemli yatırımlar arasında nükleer ve kömür de var. Çin’in, Türkiye’deki kömür madenlerinin işletilmesinde ve üçüncü nükleer santralin yapımında en güçlü aday ülke olduğu açıklaması yapıldı. Ne Çin’in ne Türkiye’nin ne de geri kalan G20 ülke liderlerinin tüm insanlığı ve diğer canlı türlerinin yok oluşuna neden olacak iklim değişikliğini umursamadıkları çok açık. Yaptıkları her bir ekonomik anlaşma bizlere ne zenginlik ne de gelecek vaat ediyor. Yapılan anlaşmaların vaat ettikleri daha fazla sıcaklık, kuraklık, seller ve fırtınalar.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Çin’e yaptığı son ziyaretine yüzden fazla iş adamı eşlik etti. Bu ziyaret öncesi Türkiye ve Çin arasında gerginliğe neden
Bu nedenle G20’yi toplantı yapamaz hale getirmek, protesto etmek tüm yaşamımız için yaşamsal önemde bir etkinlik olacak.