DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
534
26 Ağustos 2015 2 TL. sosyalistisci.org
-
-
BARIS İCİN YENİDEN
SOKAKTA MÜCADELE
P D H A T K I SAND HOPA:
PETROS
DOĞAL FELAKET
CONSTANTİNOU:
DEĞİL CİNAYET
“YUNANİSTAN’DA
6-7 EYLÜL 1955: BİR DAHA ASLA!
SİYASİ KRİZ AĞIRLAŞACAK” sayfa 3
sayfa 4
sayfa 11
2
GÜNDEM
SAVAŞIN KAZANANI OLMAZ “PKK BENİM ADIMA SAVAŞMA”
Kibirli Türk milliyetçileri, PKK’ye benim adıma savaşma diye seslenen Kürtleri pek seviyorlar. Kendileri Erdoğan ve AKP liderliğine aynı çağrıyı yapamıyorlar ama bazı Kürtlerin PKK’ye bu türden çıkışlar yapmasına bayılıyorlar. Biraz kibirden arınmış bir bakış açısı, bu türden çağrıları sevinçle karşılayan Türklerin, gerçekte çok kaba bir milliyetçiliğin içine yuvarlandıklarını görmelerini sağlardı ama kibirleri o kadar parıltılı ve Türklük bilinçleri o kadar gelişkin ki, “benim adıma savaşma” sloganının orijinalinin temel özelliğini bile görmezden geliyorlar. ABD’de 11 Eylül saldırlarının ardından George. W. Bush Afganistan ve Irak’ın işgali için düğmeye bastığında, ABD’li demokratlar, sendikalar, savaş karşıtları, Bush’a, 11 Eylül’ün acılarını savaş lordlarının çıkarları için kullanamazsın mesajını vermek üzere “Benim adıma savaşma” diyen bir mektup kaleme aldılar. Barıştan yana ABD’liler, ABD’nin yönetici elitine seslendi, Afgan halkına, El Kaide’ye ya da Irakılara değil. Kendi devletlerini uyardılar. Tersi, kibirli Türk milliyetçilerinin dışında hiçbir demokratın, hiçbir insan hakları aktivistinin hatta devlet sözcülüğünü yapanlar dışında hiçbir gazetecinin ve aydının alabileceği, sahip çıkabileceği bir tutum değildir, olamaz. Bir kaç Kürt’ün PKK’ye benim adıma savaşma çıkışı yapmasını coşkuyla karşılayan Türkler, eğer coşkularının kaba milliyetçilik sınırlarında değerlendirilmesini istemiyorlarsa, burada, batıda, kendi devletlerine, Erdoğan’a, AKP’ye, orduya ve MHP’ye, “Benim adıma savaşma!” diyerek mektuplar yollamalılar. Kendi devletlerinin yakasına yapışmalılar. Bunu yapıyorlar mı? Asla! Savaş ortamında yaptıkları tek katkı, PKK’yi lanetlemek, savaşı PKK’nin başlattığını kanıtlayan analizler yapmak, HDP’nin bir suç örgütü olduğu algısını yaratmak için kronolojiler ve yakın dönem resmi tarih tezleri üretmek. Özellikle Selahattin Demirtaş aleyhinde nefret dalgası yaratmak için, neredeyse savaşı Demirtaş’ın çıkarttığı yalanını her gün ısrarla pişirip pişirip piyasaya sürmek. Tek işleri bu. Tek dertleri bu. Bu kibirli Türk milliyetçileri, bir tek şeyin farkında değil: Her şey, herkesin gözünün önünde cereyan ediyor, herkes her şeyi görüyor. Tüm manzarada, PKK’ye “benim adıma savaşma” diye çıkışan küçük bir azınlığı bu kadar coşkuyla karşılamalarının kaba bir seçim yatırımı olduğu çok acıklı bir şekilde sırıtıyor. Erdoğan’ın çıkarları için, AKP tabanının AKP’de kalmasını sağlama almak için, devletin bombardıman sağanağına tek bir ses çıkartmadan bu kadar yaygara kopartıp sonra da “bize de Türk milliyetçisi diyorlar” serzenişinde bulunmak eşine az rastlanır bir sağcılık. İsrail’in Gazze üzerindeki terörüne hiç ses çıkartmayan ama Filistinli bir kaç kişinin direnen Filistinlililere “benim adıma savaşma” çağrısı yapmasını İsrail gazetelerinin tümünde manşetlere çıkartarak destek veren İsrailli gazetecilerin kaba milliyetçiliği neyse, kibirli Türk aydınları ve gazetecilerinin yaptığı da o. Savaşın sorumlusunu arayanlara, Sosyalist İşçi olarak aynı soruyu bir kez daha soruyoruz: Abdullah Öcalan’la aylardır görüşmeleri engelleyen kimse, bu savaşın sorumlusu da o! Sahi, kim Öcalan’ın görüşmeler yapmasını engelliyor?
Kürt halkı barış elini uzatıyor
Erken seçim kararı resmi gazetede yayınlandı. Böylece
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın basıncı sonucu 45 gün boyunca hükümetin kurulamadığı ve seçimlerin tekrarlanacağı resmileşmiş oldu. Erdoğan herhangi bir konuda teamüllere uymayan tavrını bu konuda da sürdürdü. Hükümet kurma görevini devretmedi. Şimdi seçimlere kadar görev başında olacak bir seçim hükümetinin kurulması gerekiyor. Anayasaya göre mecliste bulunan partiler sandalye sayısına göre bu hükümete bakan veriyor. CHP ve MHP seçim hükümetine girmeyeceğini açıklarken, HDP seçim güvenliğinin sağlanması için yer alacağını açıkladı. 1 Kasım’daki seçime kadar, dışarıdan bürokratların da üyesi olduğu AKP-HDP seçim hükümeti gündemde. Savaş ittifakı Yaklaşık üç ay önce gerçekleşen genel seçimlerde Türkiye halklarının tercihi çok açıktı. AKP’nin oyları neredeyse her ilde düşmüş, toplamda yüzde 9 oranında oy kaybetmişti. Seçim kampanyası boyunca yapılan tüm baskılara rağmen yüzde 13 oy alarak seçim barajını deviren HDP, Erdoğan’ın başkanlık hayallerini suya düşürmüştü. Rejimin fiilen değiştiğini iddia eden Erdoğan AKP’nin ağır bir yenilgi aldığı HDP’nin ise zaferle çıktığı seçimin ‘yenilenmesini’ istiyor.
nıyor. Bu bölgelere girmek yasak. Silvan’daki sokağa çıkma yasağı süresiz hale getirildi. Güvenlik bölgesi ilan edilen mahallelerde özel harekat polisleri operasyonlar düzenliyor. Siviller katlediliyor, dükkanlar, evler kurşunlanıyor. Halk sokaklara perde gererek mermilerden kurtulmaya çalışıyor. Kürt siyasetçiler gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Askeri güvenlikli bölge ilan edilen ilçe ve mahallelerin neredeyse tamamı 7 Haziran genel seçimlerinde HDP’nin yüksek oy aldığı yerler. Şimdi olağan üstü hal koşulları yaşattıkları bu bölgelerde seçimlerin tekrarlanmasını dayatıyorlar. Kürt illerinde savaş koşullarında seçime gidiliyor. Ölüm değil çözüm Her gün ölüm haberlerinin geldiği savaş koşullarının ‘işine yarayacağını’ uman AKP liderliği yanılıyor. Bir ay içerisinde yüzden fazla insan öldü. Türkiye halklarının büyük çoğunluğu çatışmaların sona ermesini, ölümlerin durmasını istiyor. Barış istiyor. Seçimlerin ardından bir anda başlayan savaşın Erdoğan’ın ve egemenlerin çıkarı için sürdürüldüğünün herkes farkında. Ölen askerlerin aileleri savaşa lanet okuyor ve vatan sağolsun demiyor.
Sınırın öte yanında bir Kürt devleti kurulması ihtimaline ve çözüm masasında Öcalan’ın elinin güçlenmesine tahammül edemeyen AKP, harcında Kürt düşmanlığı olan devlet ve uluslararası sermayenin Ortadoğu’daki ittifakının dışında kalmak istemeyen Türkiye egemen sınıfı ABD’nin de onayıyla savaş başlattı. Savaş politikalarının esas amaçlarından biri HDP’yi geriletmek. Temmuz ayından beri devam eden bombardımanların yanı sıra Kürt illerinde ağır bir devlet şiddeti uygulanıyor. Yüksekova, Lice, Varto, Silvan başta olmak üzere toplam 127 yer ‘askeri güvenlik bölgesi’ ilan edildi. Yani olağanüstü hal koşulları yaşa-
REWHAT
GEÇİCİ GÜVENLİK BÖLGELERİ HDP’YE KARŞI
“Barıştan yana olanların hem siyasal hem toplumsal sorumlulukları vardır. Bizler eşitsizliğin hüküm sürdüğü, adaletsizliğin egemen olduğu bir dünyada yaşasak da ölüler eşittir.” Bercan Aktaş, bir tweet nedeniyle tutuklanan HDP Parti Meclisi üyesi
Valilikler tarafından ‘geçici askeri güvenlik bölgesi’ ilan edilen yerlerde devletin kolluk güçlerine geniş yetkiler veriliyor. ‘Geçici’ denilen sürenin ne kadar olacağı tamamen devletin inisiyatifine bırakılmış durumda. Güvenlik bölgesi ilan edilen 127 ilçenin ezici çoğunluğunda 7 Haziran seçimlerinde AKP ağır yenilgiler alırken HDP büyük bir zaferle çıktı. Diyarbakır Silvan’da yüzde 89, Lice’de yüzde 96, Muş’un Varto ilçesinde yüzde 93, Hakkari Yüksekova’da yüzde 95 oranında HDP’ye oy çıktı. Güvenlik bölgesi ilan edilen Ardahan, Kars, Van, Siirt, Şırnak gibi illerde HDP birinci parti.
GÜNDEM
CENAZELERDE SAVAŞA ÖFKE
3
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
DARBECİ BAHÇELİ MHP lideri Devlet Bahçeli sıkıyönetim çağrısı yaptı. Memleketin elden gittiğini düşünüyor Bahçeli muhtemelen. Vatan elden gidiyorsa, vatanın asli sahiplerinin göreve çağrılması milliyetçiliğin şanındandır! Bunların asıl şefleri de öyleydi. Alparslan Türkeş de, MHP’nin kurucu führeri olarak, 12 Eylül darbesinin ardından kendilerinin hapiste fikirlerinin iktidarda olduğunu söylemişti. Faşist partinin sıkıyönetim çağrısı yapması, bu partiÇatışmada ölen subayın cenazesinde yarbay ağabeyinin isyanı, toplumda çözüm ve barış isteğinin ne denli güçlü olduğunu gösterdi.
Çözüm sürecini rafa kaldırarak savaşı yeniden başlatan
AKP, çatışmalarda ölen TSK askerleri için “şehitlik” edebiyatını yüceltiyor. Tayyip Erdoğan şehit ailelerine “mutlu olmalarını” önerse de cenazelerde AKP karşıtı tepkiler büyüyor. Bazı yerlerde AKP’liler cenazelerden kovuluyor. Ancak bu süreç çelişkili ilerliyor. TSK saflarında savaşmak zorunda kalan askerler öldüğünde, cenazelerde Kürtçe ağıtlar yakılıyor ve barış isteği dillendiriliyor. Aynı aileden farklı isimlerin TSK ve PKK saflarında savaştığına vurgu yapılarak çatışmaların bitmesi talep ediliyor. Batı’daki cenazelerde bazen böyle tepkiler görülse de,
Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Mert Güvenç felaketin ardından yaptığı açıklamada, “Karadenizdeki tüm derelerde sayısız HES ve regülatör var. ‘Bu kadar suyu tutamazsınız, bu arazinin kendi dinamikleri var’ dediğimizde bizleri boş konuşmakla, elektrik üretimine karşı çıkmakla ve vatan haini olmakla suçlayanlar nerede şimdi? Siz kafanıza göre derelerin önünü kesip suyu istediğiniz gibi yönlendirebileceğinizi mi sandınız? HES'lerden kurtulabilen sular ise Karadeniz otoyolunu geçip denize ulaşamıyor. Karadenizdeki tahribat daha çok felakete gebe!” dedi. Hopa’da yaşananlar doğal felaket gibi görünse de aslında
bir farka sahip olduğunu ortaya seriyor. Sıkıyönetim,
önemli bir bölümünde MHP’li faşistler, AKP’ye olan tepkiyi barış yönünde değil, çözüm sürecinin en baştan itibaren hata olduğu imasına evriltmeye çalışıyor.
mülki idarenin o bölgedeki en yüksek askeri otorite
Barışı ve Kürt halkının özgürlüğünü savunanlar olarak, savaş sürecine ve hem PKK gerillalarının hem de TSK üniformasıyla cepheye sürülen genç yoksulların ölümüne karşı çıktığımız için çözüm istiyoruz. Bu doğrultuda MHP’lilerin provokasyonlarına prim vermiyor, AKP’yi “çözüm süreci” sebebiyle değil savaş politikaları nedeniyle eleştiriyoruz. Cenazelerdeki tepkilerde de önemli olan öfkenin böyle demokratik bir kanala yöneltilmesi.
orduya devretme çağrısı yapması, o partinin siyasi
HOPA: DOĞAL FELAKET DEĞİL CİNAYET Metrekareye 265 kilogram yağışın düştüğü Hopa’da sel ve heyelan nedeniyle sekiz kişi öldü, on dokuz kişi yaralandı, iki kişi kayıp. Şehirde dört aylık yağış 6 saatte yağdı. Metrekareye 265 kilogram yağışın düştüğü şehirde yağmurun önümüzdeki günlerde de yağmaya devam etmesi bekleniyor. Hopa belediye başkanı Nedim Cihan, ilçede yaşanan felaketin son 50 yılın en büyük felaketi olduğunu söyledi.
nin olağan, sağcı, otoriter burjuva partilerinden nasıl
cinayet. Bu felaketin iki temel nedeni var: Birincisi, sera gazı emisyonunun yol açtığı iklim değişikliği. Bir yandan dünya en sıcak yazı yaşarken diğer yandan bazı yerlerde yağış miktarı anormal derecede artıyor ve sel felaketine yol açıyor. Ayrıca buzulların erimesi her yerde su seviyesinin yükselmesine neden oluyor. İkincisi ise Karadeniz Bölgesi’nde HES ve yol yapımları, sahil şeridinin doldurulması nedeniyle su ile toprak arasındaki bağlantının koparılmasıdır. Karadeniz’de arazi eğimleri ve yağış miktarları dikkate alınmadan yol yapım çalışmaları sürdürülüyor. Son olarak Yeşil Yol’da olduğu gibi dağların tepelerine bile yol yapılıyor. Tarıma açılan arazilerin buna elverişli olup olmadığı kontrol edilmiyor. Bu alanlar jeolojik olarak incelenmeli, uygun yerler tarıma açılmalı, geri kalan arazi ise ormanlık alan olarak bırakılmalı. Bunlar yapılmadığı taktirde hem Karadeniz’i hem de dünyayı önümüzdeki günlerde daha büyük çevre felaketleri bekliyor olacak.
kimse ona devredilmesi, kısacası idarenin askerileştirilmesi demektir. Bir siyasi partinin, siyasal iktidarı hedeflerini ve karakterini açığa sermeye yeter. MHP’liler esasında memleketin elden gitmediğinin farkında, Bahçeli durumu çok net ve yakından biliyor, iki haftadır süren savaşın düşük yoğunluklu bir savaş, en azından Kürt hareketi açısından tırmandırılmak istenmeyen bir çatışma düzeyinde olduğunun farkında. Kamu düzeninin bozulmadığını da biliyor, insanlar batıda işlerinde güçlerindeler, tatiller hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor. Sadece 200’e yakın Kürt şehir, kasaba ya da ilçesinde olağanüstü hal var. Bunun da temel nedeni, devletin Kürtlere karşı uygulamayı alışkanlık haline getirdiği şiddet. Çatışmalar düşük yoğunluklu seyretmesine rağmen Bahçeli’yi sıkıyönetim çağırmaya iten gerçek neden, MHP’nin Kürt düşmanı faşist bir parti olması. Kürtlere karşı başlayan savaşın, Sri Lanka modelini hayata geçirme ihtimali Bahçeli ve kurmaylarını heyecanlandırıyor. Erdoğan ve AKP’yi savaşı sonuna kadar götürme, son PKK’lıya kadar Kürt hareketinin aktvistlerini imha etme politikasına sahip çıkma konusunda yetersiz bulan Devlet Bahçeli, bu konuda sonuna kadar güvenebileceği orduyu göreve çağııyor. MHP için siyasal alanın tümden tasfiyesi sorun teşkil etmiyor. MHP zaten siyasal alanı, tüm özgürlükleri
HAFTANIN IRKÇISI IRAKLI MÜLTECİNİN BAŞINA SİLAH DAYAYANLAR Geçtiğimiz hafta Samsun’da ırkçılığın insanlıkla ilgili bütün değerleri ayaklar altına alan büyük bir tehlike olduğuna dair bir olay yaşandı.Fındık işçisi olarak Samsun’a gelen Iraklı bir mülteci, görünüşü itibarıyla “kendilerinden” olmadığını anladıkları köylüler tarafın-
dan PKK’li olduğu iddiasıyla rehin alındı. Köylüler Iraklı fındık işçisinin başına silah dayayarak sorgulamaya çalıştılar. Şayet Iraklı mülteci paniğe kapılıp kaçmaya ya da karşı koymaya çalışsa, yaralanması veya ölmesi işten bile değildi. Samsun’da “terörist” yakalandığı haberi sosyal medyada kısa sürede yayıldı. Iraklı mültecinin olay yerine gelen jandarmaya teslim edilmesiyle birlikte gerçek durum ortaya çıktı ve mülteci serbest bırakıldı. Genel seçimde HDP’nin %13 oy almasıyla birlikte Kürt düşmanlığını ve ırkçılığı tırmandıran AKP’nin de sebep olduğu havanın etkisiyle kendilerinden olmayan, üstelik de Kürt sandıkları herkesi PKK’li ve terörist olarak tanımlayan, üstüne üstlük ölüm tehdidiyle esir alan Samsunlu köylüler, ırkçılığın bu billurlaşmış haliyle haftanın ırkçısı olmaya hak kazandılar.
tasfiye etmek için örgütlenen özel bir örgütlenme. Kapitalizm, adını hiç kimsenin bilmediği amatör bir ressamdan Almanya’nın başbuğluğuna bir kaç senede yükselebilmiş bir diktatörü yaratma ve şekillendirme yeteneğine sahip. Ressamın adı Hitler. Nazi deneyimi, Türk faşistleri açısından sonsuz bir ilham kaynağı. Devlet Bahçeli Hitler’den ilham almaya devam ediyor. Derdi, TBMM’ye 80 milletvekili sokan HDP’nin kökünün kazınması. “MHP faşisttir, kapatımalıdır!” dediğimizde, bizi eleştirenler, burjuva siyaset alanında faşist bir partinin ne anlama geldiğini Devlet Bahçeli’nin sıkıyönetim çağrısıyla birlikte bir kez daha düşünseler iyi olur.
4
DÜNYA
‘SEÇİMLER SİYASİ KRİZİ AĞIRLAŞTIRACAK’ Yunanistan’daki Sosyalist İşçi Partisi’nden (SEK) Petros Constantinou Syriza’nın erken seçim kararı ve bölünmesini yazdı.
kontrolünde kamulaştırılması taleplerini içeren antikapitalist bir programda ısrar etti.
PETROS CONSTANTİNOU
SYRİZA hükümetinin istifası, işçi hareketinin ve Çipras’ın uluslararası kurumlar AB, IMF ve Avrupa Finansal İstikrar Mekanizması ile anlaşmasının ardından 13 Ağustos’ta Yunanistan Parlementosu’nda oylanan yeni kemer sıkma önlemleri paketine direnen solun kitlesel basıncının bir sonucudur.
Ancak asıl önemlisi ANTARSYA ve Sosyalist İşçi Partisi (SEK) kapitalistlerin hükmüne son vermeye ve bunun yerine işçilerin örgütlü gücünü koymaya dayanan bir alternatifi vurguladı. Direnmeye değil taviz vermeye karar veren SYRİZA’ya yapılan şantajı durdurabilecek olan da bu güç. Sol reformizm bu kabul edilemez tavizlerin verilmesine yol açtı. SYRİZA devrimci sol bir parti değil, yukarıdan parlamento yoluyla değişim gerçekleştirmeye çalışan bir partiydi.
Kurumlarla yapılan bu anlaşma egemen sınıfın tümünün EVET’i desteklediği ve %62 HAYIR oyu ile sonuçlanan bir referandumun ardından yapıldı. Yunan halkını korkutmak ve teslim olmaya zorlamak için bankalar kapatılıp, sermaye kontrolü devreye sokulsa da, bunlar işe yaramadı. SYRİZA’nın Parlamento grubunun neredeyse üçte biri 3.memoranduma karşı oy kullandı ve bu milletvekillerinden 25’i Syriza’dan istifa edip, kemer sıkma önlemlerine karşı çıkan yeni bir partiyi, Halk Birliği’ni oluşturdular. Panagiotis Lafazanis liderliğindeki Sol Platform, hükümetin düşmesini sağlayan radikalleşmiş işçi hareketi tarafından partiden ayrılmaya zorlandı. Sağcı muhalefet partileri karmaşa ve yenilgi havasındayken, ilk kez sol bir hükümet yine sol tarafından düşürüldü. Egemen sınıfın yönetimde geleneksel olarak dayandığı temel güçler olan PASOK ve Yeni Demokrasi’nin çöküşü sürüyor. 25 Ocak 2015’te Syriza seçimleri kazandığında direniş durmadı. İşten atılan devlet televizyonu çalışanları, temizlikçiler ve öğretmenler Syriza hükümetini zorlayarak işlerini geri
Derinleşen kapitalist krizle birlikte ilerleyen siyasi kriz ortamında SYRİZA’nın 3.memorandumu egemen sınıfa verilmiş gereksiz bir tavizdi. Bu taviz işçi haklarından ödün verilmesi, ücretlerde, eğitimde, emekli maaşlarında kesintiye gidilmesi, limanların ve havayollarının özelleştirilmesi ve yoksullardan daha fazla vergi alınması anlamına geliyordu. Yunanistan’da devrimci sosyalistler, antikapitalist alternatifi inşa ediyor.
aldılar. Pire liman işçileri özelleştirmeyi durdurmak için greve gittiler, antifaşistler Altın Şafak üyesi Neonazilerin yargılanmasının başlamasını sağlamak için seferber oldular. Mültecilerle dayanışmak amacıyla ve toplama merkezlerinin kapatılması için de gösteriler yapıldı. Antikapitalist solun Sol Platform’un Syriza’dan ayrılmasına sevinmesi için pek çok
KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse
MÜLTECİLERİN DRAMI İki gün önce Makedonya sınırında toplanan 4 bin göçmen savaştan sonra bir başka cehennemi de sınırda yaşadı. Sınırı geçerek Makedonya’ya girmek isteyen göçmenler ile polis arasında çatışmalar yaşandı. Polis bu çatışmalarda ses bombası ve cop kullandı. Canları pahasına Makedonya’ya girmeye çalışan mültecilere yaşanan bu çatışmaların ardından nihayet ülkeye giriş izni verildi. Sadece geçtiğimiz ay 39 bin Suriyeli, Iraklı ve Afganistanlı mültecinin Makedonya’ya geçtiği biliniyor. Bu rakam daha önceki ayların iki katı. Bu insanların tek amacı Macaristan yoluyla Avrupa’ya gidebilmek. Macaristan hükümeti ise bu gelişmelerin üzerine 175 km uzunluğundaki Avrupa’ya açılan sınırına 4 metrelik çelik tel örgü çekmeye, sınırlardaki güvenliği artırmaya ve göçmenlerin ülkeye girişini zorlaştıran yasalar çıkarmaya karar verdi.
nedeni var. İlk olarak bu ayrılık ANTARSYA’nın sekter olmakla suçlandığı bir döneme son verdi. ANTARSYA krizden çıkış için, eski ve yeni kemer sıkma paketlerinin reddedilmesi, 320 milyarlık Avro borcunun reddedilerek Avrupa Merkez Bankası ve IMF’ye ödemelerin durdurulması, AB’den ve Avro’dan çıkış, bankaların ve işletmelerin işçilerin
her 122 kişiden biri ya mülteci ya ülke içinde zorla yerinden edilmiş durumda ya da başka bir ülkeye göç etmeye çalışıyor. Dünya üzerindeki mültecilerin yüzde 51’i 18 yaşın altında. Bu mültecilerin büyük çoğunluğu Irak, Afganistan, Suriye ve Libya’dan geliyor. Sadece Suriye’den 4 milyon kişinin savaştan kaçtığı tahmin ediliyor ancak bu rakamın çok daha yüksek olduğu söyleniyor. Kapitalizmde mültecilik sorununun iki temel kaynağı var. Birincisi Dünya Bankası, IMF gibi kapitalizmin uluslararası kuruluşlarının ülkelerde uyguladığı politikalar sonucunda giderek yoksullaşan ve kendi ülkelerinde yaşayamaz hale gelenler göç etmek zorunda kalıyor. Dünya Bankası’nın politika ve projeleri (özelleştirmeler, kemer sıkma politikaları, baraj yapımları vs.) sonucunda geçtiğimiz son beş yılda 3.4 milyon kişi göç etmek zorunda kaldı. İkincisi ise Orta Doğu’daki giderek yayılan savaş. 2003’de başlayan ve günümüze kadar devam eden savaş ve işgal artık sadece Irak’tan ibaret değil. Bu savaş Suriye’ye, Yemen’e , Libya’ya yayılmış durumda ve daha da yayılma tehlikesi taşıyor.
Dünya İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en büyük mülteci göçünü yaşıyor. BM’ye göre günümüzde dünyada daha önce hiç olmadığı kadar çok sayıda mülteci var.
Üstelik mülteciler küresel kapitalizmin ve asıl olarak ABD, Rusya, İngiltere gibi ülkelerin neden oldukları savaşın sonucunda artık yaşayamaz hale geldikleri ülkelerinden kaçmak zorunda kaldıklarında bir de sınırların yüzlerine kapatılması ya da gittikleri ülkelerde istenmemek gibi korkunç bir ırkçılığa maruz kalıyorlar.
2014 yılı sonu itibariyle dünyada zorla yerinden edilmiş insan sayısı yaklaşık 60 milyonu bulmuştu. Bu, üç yıl önceki rakamın neredeyse üç katı. Şu anda dünyada
Kapitalizm mültecilere ne kendi ülkelerinde ne de dünyanın herhangi başka bir yerinde insanaca yaşama olanağı tanıyor.
ANTARSYA, Halk Birliği ve diğer sol güçlerle birlikte birleşik bir cephe halinde kemer sıkma önlemlerine karşı, antikapitalist bir alternatifi hedefleyen direnişi örgütleyebilir. Büyük ihtimalle 20 Eylül’de yapılacak olan seçimler siyasi krizi ağırlaştıracak, çünkü hiçbir partinin net bir çoğunluk sağlayabilmesi beklenmiyor. ANTARSYA seçime girecek. Bizim ihtiyacımız olan kapitalist saldırıya karşı tam zafer kazanılana dek solun büyümesine katkı sağlayacak güçlü bir devrimci parti.
LÜBNAN: HALK KOKUŞMUŞ DÜZENE KARŞI SOKAKTA Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta şehrin ana çöp toplama alanının dolması ve hükümetin yeni bir alan bulamaması üzerine sokaklarda oluşan çöp yığınlarını protesto için başlayan eylemler, işsizlik, yoksulluk, açlık, polis şiddeti ve siyasetçilerin yozlaşmışlığını da hedef alan kitlesel gösterilere dönüştü. Cumartesi günü 25.000 kişi sokaklara çıkarken, Pazar günü yapılan gösterilere ordu müdahale etti. Polis ve askerin saldırılarında 400 kişi yaralandı. Sosyal medya üzerinden “Kokuyorsunuz” sloganlı bir kampanya örgütleyen eylemciler hem çöplerin toplanmamasını hem de aynı konuda birkaç gün önce yapılan eyleme yönelik polis şiddetini protesto etti. Polisin plastik mermi, tazyikli su ve gaz bombası ile saldırıp havaya ateş açmasının ardından eylemciler “Özgürlük” ve “Halk rejimin devrilmesini istiyor” sloganı attılar. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı başta olmak üzere tüm devlet görevlilerinin mezhepçi kotalara göre seçildiği Lübnan’da 15 aydır Cumhurbaşkanı seçilemiyor. Ülkedeki en son seçim 2009 yılında yapılmıştı.
RÖPORTAJ
5
TÜRKİYE’DEN AVRUPA’YA ÖLÜMCÜL GÖÇLER İrlanda'da yaşayan sosyalist aktivist Memet Uludağ, İzmir-Bodrum-Kos hattında mültecilerin kaçış yolculuğuna tanıklık ettikten sonra gazetemizin sorularını yanıtladı Mülteciler konusunda Türkiye-Yunanistan hattı ve sayıları giderek artan mülteciler sürekli gündemde. Bu konuda Avrupa Birliği ve Türkiye gibi komşu ülkelerin tavrı nedir? Mehmet Uludağ: Türkiye'den Yunanistan adalarına geçen göçmenler Türkiye ve dünya gündeminde yer almaya devam ediyor. Sadece bu geçişler değil aynı zamanda Avrupa sınırlarında, örneğin Fransa'da Calais'te, Yunanistan-Makedonya sınırında yaşananları hayretle izliyoruz. Ana akım medya ve çeşitli yorumlarda mültecilerin yaşadığı acılar ve çileleri anlatılsa da, sonuçta AB, Türkiye ve Yunanistan devletleri merkezli bir analiz var. Yapılan haberlerde son tahlilde AB, Türkiye ve Yunanistan devletleri sanki bu krizin asıl kurbanlarıymış gibi gösteriliyor. "Aşırı sayıda gelen mültecilerle başetmeye çalışan...", "Binlerce mültecinin akımıyla uğraşmak zorunda kalan..." gibi yorumlar okuyoruz. Kısacası bir yandan bir insanlık trajedisi yaşandığını gösterdiği video ve fotoğraflarla kabul eden medya ve resmi ağızlar iş buna karşı yapılması gerekenlere gelince sorunu dönüp dolaşıp mültecilere bağlıyor ve bu mültecilerin neden kaçmak, neden Avrupa'ya gitmek ve Avrupa-Yunanistan'ın neden kapıları açmak zorunda olduğu konusunda hiç bir önermeleri yok. Oysa ki bugün Yunanistan adalarında, Calais'te ve Makedonya'da yaşananlar kendi başına, bağımsız bir sorun değil, nedeni ve kökeni çok öncesinde ve çok vahim olan bir sorunun sonuçları. AB sınırlarını tel örgülerle çevirerek, mültecileri kaçak olarak, ölümcül yolculuklara zorlayarak ve meseleyi sadece ve sadece mülteci sayıları (sanki işgal ordularıymış gibi) üzerinden tartışarak ne asıl sorunun çözümüne ne de bu sorunun çilesini çeken mültecilere bir yardım ve insanlık eli uzatıyor. "İzmir Basmane'den Kos'a giden ölümcül yolculuk diyorsun", bunu açar mısın biraz? Mehmet Uludağ: İzmir'den Yunan adalarına geçen göçmenlerin yolunu takip ettim. Bunu yapmamdaki sebep, son zamanlarda ölüm haberlerinin sıklığından da anlaşıldığı gibi tehlikeli ve ölümcül bir yolculuğun başı (Türkiye) ve ara durağı (Yunan adaları) arasındaki mültecilerin neler yaşayıp neden bu göçü göze aldıklarını biraz daha iyi anlamak ve anlatmak içindi. Öncelikle şunu söylemeliyiz, hiç bir mülteci bu yollara sırf bir tercih/seçim yaptığı için değil, hem Türkiye'deki koşullar hem de kendi ülkelerine dönüş imkanlarının kalmadığı için düşüyor. Bu mülteciler için temel ve asıl mesele hayatta kalabilmenin ve daha güvenli bir ortamda yeniden insanca bir yaşama başlamanın umudu. Bir mültecinin dediği gibi, "deli değiliz, yolda çocuklarımızın, bizim ölebileceğimizi biliyoruz. Ama ölümden işsizliğe, sokaklarda yatmaya, dilenmek zorunda kalmaya, oradan da insan gibi yaşamanın umuduna kaçıyoruz. Her geri adım bizim için daha kötü ve belki de geleceğimizin olmadığı bir adım olur". Hepimiz neden mültecilerin Yunanistan üzerinden Avrupa'ya gittiğini anlamak için Avukat Hasan Fehmi Özer'in "Mülteci düşmanlığı ile misafir odası baskısı altında: Suriyeli mültecilerin statüsüne bir bakış" yazısını okumalıyız. Meselenin özü bu yazıda anlatılıyor. 19 yaşındaki bir genç, 3 çocuklu bir anne-baba koca bir ömrü belirsizliklerle, sokakta yatarak, işsiz evsiz geçiremez. Kaçarken düşünmek zorunda oldukları gittikleri yerlerin durumu, sorunları değil, elbette kendi sorunları olacaktır. Basmane-Bodrum-Kos hattında gördüğüm tanık olduklarım bu durumu hem somut anlamda gösterdi hem de daha net anlamamı sağladı. Yolda gördüğüm boğulmuş insan bedenleri ve sudan çıkarılmış üstleri ıslak limanda sessizce bekletilen mülteciler durumun ne derece insanlık
Savaştan ve fakirlikten kaçan mülteciler, daha iyi bir yaşam için Avrupa’ya akıyor.
dışı olduğunu kanıtladı. Kos'ta polisin, ırkçıların bu insanlara nasıl saldırdığı, öte yandan yardım-destek gruplarının çalışmaları bu yolculuğu ve süreci anlamam için amacına ulaştırdı. Peki bundan sonra ne olacak? Mehmet Uludağ: Mülteciliği yaratan nedenler varolduğu sürece mülteciler de olacak. Afganistan, Irak, Suriye ve diğer yerlerde yaşanan, kimi onlarca yıl süren ve sürecek olan savaş-işgal-çatışma koşulları, Esad ve IŞİD katliamları -ki Batı'nın ve emperyalizm bunların pek çoğunda doğrudan bir sorumluluğu vardır - mülteci sorunun asıl nedenidir. Sorun mültecilerin kendileri değil, bunu yaratan koşullardır. Şimdi, Türkiye, Yunanistan ve AB ülkelerinin önünde iki seçenek var: Ya tüm insanlığın geleceği ve ortak faydası için mültecilere kapılar açılıp güvenli ve insani geçiş, barınma, sığınma hakları verilecek ya da 2014-15 ve gelecek yıllar bir barbarlık dönemi olarak tarihe geçecek. AB ülkeleri tüm dünyada varolan mültecilerin çok küçük bir
oranını barındırıyor. Bırakınız AB'nin ve Batı dostu, NATO ülkelerinin, taraf ve sorumlu oldukları Ortadoğu işgalleri, katliamlar, onlarca yıl süren sekter çatışmalar, silahlandırılan diktatör rejimler ve terörist çeteler konusunda af dilemelerini, öncelikle yapmaları gerek şey kafalarını kumdan çıkarıp, ırkçı-ayrımcı politikalardan vazgeçip mültecilere kapıları açmalarıdır. Şu an yaşanan mülteci krizi 2. Dünya Savaşı'ndan sonraki en büyük kriz. AB'nin içinde bulunduğu kriz, işsizlik, evsizlik mültecilerin gelmesiyle ne daha kötü olacak ne de daha iyi. Bir zenginlik paylaşımı sorunu olan bu krizin çözümü - ırkçı çevrelerin ve AB devletlerinin dediği gibi - mülteci çocuklara gaz sıkarak onları sınırlardan kovmaktan geçmiyor. AB'de sivil toplum kuruluşlarının, sosyalistlerin, tüm demokrat çevrelerin yapmaları gereken kendi devletlerine kitlesel eylemlerle baskılar yapıp AB halklarının mülteci dostu çığlıklarını yükseltmek olmalıdır. Durum çok net: Ya yeni bir dünya ya da barbarlık.
6 GÜNDEM CHP’NİN TABANI KİMLERDEN OLUŞUYOR? CHP’nin “sol” olarak lanse edilmesi, bu partinin tabanının sınıfsal özelliklerine değil, Türkiye’de kemalizm nedeniyle laiklik savunuculuğunun “aydınlanmacılık” ve solculuk sanılmasına dayanıyor. KONDA’nın 2015 genel seçimleri sonrası yaptığı araştırmaya göre, gelir düzeyi arttıkça CHP’ye oy verenlerin oranı da artıyor. Partiye oy verenlerin %40’ının geliri asgari ücretin iki katından fazla olan 2 bin liranın üstünde. Aylık 3000 TL’nin üzerinde kazanan seçmenler arasında da CHP açık ara birinci parti.
CHP DEĞ
Devlet partisi CHP, 1960’ların ortalarından itibaren yükselen işçi hareketinin yarattığı dalgaya bakmak zorunda kalmış ve “ortanın solu” politikası geliştirerek bu hareketin aktivistlerinin güvendiği bir parti olmaya çalışmıştı. Özellikle 1990’ların ortalarından itibaren “gericiliğe” ve “bölücülüğe” karşı devlet ekseninde bir politikaya kayan CHP, 28 Şubat süreciyle birlikte solla ilişkisini tamamen bitirdi. Eskiden merkez sağın geleneksel olarak güçlü olduğu yerlerde “sekülerlik” hattıyla kazanan CHP, eskiden solun güçlü olduğu emekçi şehirlerini ise AKP’ye kaybetti.
Yıllardır değiştiği iddia edilen CHP, geçen sene faşist MHP ile ittifak halindeydi.
Sandıktan mağlup çıkan Erdoğan’ın imdadına Deniz Baykal yetişirken, Kılıçdaroğlu AKP ile hükümet kurmak için canla başla çalıştı. OZAN TEKİN
HDP-CHP İTTİFAKINA NEDEN KARŞIYIZ? Barış Bloku’nda sağlanan birliğin bir devamı olarak seçimlerde HDP’nin CHP ile ve CHP’nin etrafında kümelenen ulusalcı sosyalistlerle “demokrasi bloku” kurması öneriliyor. Henüz bir barış mitinginde sonuna kadar kalmaya bile tahammül edemeyen ve devletin/hükümetin Kürdistan’daki baskı politikalarına çoğu zaman destek veren bir parti ile HDP’yi birleştirme önerisi siyasi intihar anlamına gelir. CHP hâlâ asıl olarak “bölücülük” ve “gericilik” tehditlerinden korkan orta-üst sınıfların partisidir. Bu korku Kürtlere ve yoksul halka karşı nefreti içerir. Kürtlerin katillerini destekleyenlerle Kürtler bir araya getirilemez. Üstelik, CHP muhalefetinin elitizmi ile arasına mesafe koyamayan hiçbir siyasi hat, AKP’yi geriletemez. Ulusalcıların yıllardır savundukları politikalar hep AKP’yi güçlendirdi. Onun neoliberalizmini merkeze alan ve kemalizmle ilişki kurmayan muhalefet denemeleri ise hep başarıyla sonuçlandı. 7 Haziran’da oylarını 2011’e göre ikiye katlayan HDP, AKP’nin tabanındaki yoksulları kazanmak için hem AKP’nin savaş ve yoksulluk politikalarını hem de CHP’nin kemalizminin hiçbir değişim önermedeğini teşhir eden bir hazırlıkla seçimlere girmelidir.
Kemal Kılıçdaroğlu 2010 yılının başlarında genel başkan-
lığa geldiğinden beri, CHP’nin değiştiği iddiası sıklıkla gündeme geliyor. 28 Şubat döneminde başlayan katı ulusalcı ve asker yanlısı politikaların Deniz Baykal’ın gidişiyle birlikte değiştiği konuşuluyor. Gezi direnişi sonrası ise CHP’nin AKP karşıtı muhalefet içinde “saygın” bir yeri varmış gibi davranılıyor. 5 yılı aşkın süredir bir türlü tamamlanamayan bu “değişim” iddiası özgürlük ve demokrasi mücadelesi verenlerin saflarında sürekli kafa karışıklığına yol açıyor. Değişim emareleri CHP’nin geçtiğimiz yıllarda “değişim” olarak sayılabilecek en ciddi hamleleri, partinin ulusalcılığı konusunda sembol sayılabilecek isimleri temizlemesi oldu. Birgül Ayman Güler, Emine Ülker Tarhan, Onur Öymen, Önder Sav gibi isimler gerçekten de parti yönetiminden temizlendi. Kemalist parti son dönemde Kürt sorunundaki sert tavrını yumuşatmış olarak lanse ediliyor. Partinin yöneticileri Barış Bloku’nun toplantılarında yer alıyor. CHP ile HDP’nin AKP’ye karşı ittifak ihtimalleri konuşuluyor. Ancak bütün bunlar CHP’de tabandan gelen bir değişim rüzgarının ürünü olarak gerçekleşmiyor. CHP’nin milliyetçiliği geriledi mi? 24 Nisan 2015’e gelinen süreçte CHP’nin Ermeni Soykırımı ile ilgili tavrındaki yumuşamanın sınırı, tıpkı AKP gibi
“ortak acılar” söyleminde ortaklaşarak soykırımın inkârı yönünde oldu. Kamp Armen direnişine destek veriyor gibi görünen ve bir Ermeni adayı vekil olarak meclise sokan CHP, 24 Nisan öncesinde Avrupa Parlamentosu’nun soykırım kararına karşı AKP ve MHP ile birlikte ortak deklarasyona imza attı. Ermeni aday Selina Doğan partide kriz yaratırken, Iğdır’da CHP’nin vekil adayı, her fırsatta Ermeni yurttaşları ve Ermeni kurumlarını hedef gösterip etnik ve dini ayrımcılık yaparak topluma düşmanlık tohumları eken, Türkiye'de yaşayan Ermeniler hakkında nefret söylemi yayan Asim-Der'in Genel Başkanı ve eski Ülkü Ocakları Başkanı Göksel Gülbey’di. Kürt sorununda daha önce “Dersim’de analar ağlamadı mı?” diyerek savaş politikalarını savunan ve çözüm süreci başladığında meseleyi “vatana ihanet” suçlamasıyla Anayasa Mahkemesi’ne götüren CHP, AKP’nin PKK’ye yönelik bütün sınırötesi harekât tezkereleri lehine oy verdi. Son dönemdeki savaşta ise daha önce Suriye’ye yönelik müdahalelere Esad sevgisi nedeniyle karşı çıkan CHP’liler, TBMM’deki özel oturumda “terör karşıtı” konuşmalar yapmaya devam etti. Barış Bloku’nun geçtiğimiz haftalarda İstanbul’da düzenlediği mitingde ise CHP’liler “Öcalan bayraklarının açılması” nedeniyle alanı terk ettiler. Murat Karayalçın’ın ifadesine göre, Öcalan’ın olduğu bir yerde barıştan söz edilemezdi. CHP, Kürt halkının tecritte tutulan liderinin ve çözüm sürecinin bir numaralı muhatabının savaşın durdurulması konusunda bir rolü olamayacağını düşünüyor. CHP bir yandan da Suriyeli mültecilere yönelik ırkçı nefret
GÜNDEM
ĞİŞTİ Mİ?
7
GÖRÜŞ Roni Margulies
NE OLDU DA ŞİMDİ SAVAŞ DİYOR Şemdinli’de iki asker öldü; Silvan’da üç mahallede çatışma çıktı ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi; kardeşinin cenazesinde isyan eden Yarbay’ın açtığı tartışmalar ateşlenerek sürdü; Hopa’yı sel bastı; Cumhurbaşkanı erken seçim kararını resmen verdi. Bunlar dün olanlar. Tek bir gün içinde olanlar! Ve aynı zamanda bunlar, AK Parti’nin seçim kazanma ihtimalinin sıfır olmasının nedenleri. Kazanmak bir yana dursun, erken seçimde oylarını artırma ihtimalinin bile yok sayılacak kadar az olmasının nedenleri. Yarbay Mehmet Alkan, kardeşinin cenazesinde şöyle bağırmış: “Bunun katili kim? Düne kadar çözüm diyenler ne oldu da şimdi savaş diyor? Saraylarda 30 tane korumayla gezip zırhlı arabalara binip ‘Şehit olmak istiyorum’ diye bir şey yok.” Alkan ailesi Osmaniyeli. Osmaniye’de Haziran ayında MHP yüzde 41, AKP yüzde 39 oy almış. Kürt bölgesi değil, Alevi bölgesi değil. Ona rağmen cenazede bunlar yaşanıyor, AKP milletvekillerine tepki gösteriliyor, kimse “vatan, millet” edebiyatı yapmıyor. “Vatan sağolsun” diyen yok. Hatta gazetelerden birine göre, hükümet “Niye yok?” diye bir kamuoyu araştırması başlatmış. Araştırma yaptırtmaya gerek yok. Cevap çok kısa ve basit: Alkan’ın cenazesi ağustos başından bu yana Osmaniye’de altıncı cenaze.
Emeğin hakkını savunduğunu söyleyen CHP, yönettiği belediyelerde taşeron işçi çalıştırıyor.
dalgasını körükleyen güçlerden bir tanesi. MHP’li faşistler her yerde göçmenlere saldırırken, CHP de “seçim vaadi” olarak Suriyelilerin ülkelerine gönderilmesini önerdi. Ordusuz kemalizm CHP bir yandan da yıllarca sırtını TSK’ya yaslayan ve AKP’nin devrilmesi için ordu içindeki darbe girişimlerini destekleyen bir parti. Deniz Baykal, soruşturmalar ve operasyonlar başladığında kendisini “Ergenekon’un avukatı” ilan etmişti. Bugün partinin tam olarak böyle bir görüntü vermiyor olmasının sebebi, CHP’nin kemalizmle ve askeri vesayetle hesaplaşması değil, kurucu ideolojinin son 10 yılda verilen mücadeleler sonucu büyük bir krize girmesi ve TSK’nın siyasetin dışına itilmesi. Bugün Erdoğan’ın ittifak yaparak sokağa saldığı Ergenekoncular, Balyozcular ve diğer TSK generalleri, CHP’nin geleneksel müttefikleri. CHP’de genel seçimler öncesi vekil adaylarını belirlemek için yapılan ön seçimlerde birçok yerde bu çizgideki adaylar kazandı. AKP’yi geriletmenin yolu AKP iktidara geldiğinden beri onun karşısında asıl olarak iki tür muhalefet şekillendi. Biri, CHP tipi ulusalcılık ve onun sağdan ve soldan destekçileri. Bu çizgi kemalist devletin geleneksel reflekslerini savunarak, halkın büyük çoğunluğunu aşağılayarak, cahil görerek, sırtını elitlere ve orduya yaslayarak AKP’yi devirmeyi hedefledi. Her kritik dönemeçte bu hat kaybetti.
Diğeri ise AKP’nin toplumdaki değişim isteğine seslenerek kazandığı kesimleri, yoksul emekçileri başka bir siyasi alternatife kazanmak isteyen, özgürlükçü solun ve Kürt hareketinin muhalefeti. Demirtaş, cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Tayyip Erdoğan’ı neden alkışladığı sorulduğunda, AKP tabanını kazanmak istediklerini ve bunun için önce onlara saygı duymaları gerektiğini açıkça deklare etti. Genel seçimler öncesi bir röportajında, AKP’nin belirgin karakterinin İslamcılık değil neoliberal kapitalizm olduğunu dile getirerek Kemalistlerin muhalefetinin bu partiyi güçlendirdiğini söyledi. Bu çizgi Erdoğan ve AKP liderliğini geriletmeyi başardı.
ÜLKÜCÜ FAŞİSTLERİN BİRİCİK ORTAĞI
Yeni Şafak, derin bir çaresizlik içinde iyi haber ararken, “Edi Bese - Yeter Artık” diye bir kampanya başlatan birilerini bulmuş. Gazetenin “Kürt kökenli gençler” diye tarif ettiği bu kişiler (tahminen bir Kürt köyünün delisi ve delinin amcaoğlu) Cumhurbaşkanı’na mektup gönderip şöyle yazmış: “Bizler, bu vatanı öz yurdu, ay yıldızlı şanlı bayrağı şerefi ve namusu olarak kabullenmiş, ülkenin bütünlüğüne kastetmiş teröristlerin ihanetine tanıklık eden, terör örgütünün zulmüne maruz kalmış gençleriz. Bu vatan uğruna canlarını feda eden şehitlerimiz gibi vatan ve millet sevdalısı asil bir Kürt gençliğinin de canlarını feda etmeye hazır olduğunu bilmenizi isteriz.” AKP için iyi haberler aşağı yukarı bu mektuptan ibaret. Artık bir savaş, karmaşa ve istikrarsızlık partisi haline gelen, barış umutlarını darmadağın eden AKP’nin kazanma ihtimali kalmadı. Bu durum, barıştan yana olanların kazanacağını garantilemiyor ama.
“Değiştiği” ve “solculaştığı” iddia edilen CHP, son üç seçimlerin ikisinde “AKP karşıtlığı” temelinde faşist parti MHP ile ittifaklar yaptı. Yerel seçimlerde Ankara’da ülkücü Mansur Yavaş aday olarak gösterildi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP ve MHP’nin çatı adayı olan Ekmeleddin İhsanoğlu, genel seçimlerde MHP’den vekil olarak yerini buldu.
Devlet Bahçeli geçen hafta “Milli Güvenlik Kurulu olağanüstü toplanmalıdır. Ülkemizin bir bölümünü mutlaka sıkıyönetim tedbirleriyle emniyete almak zorunludur” dedi.
Cumhuriyet mitingleri döneminden beri CHP, Türkiye’de özgürlüğe doğru atılan ve atılabilecek her adımın baş düşmanı olan MHP ile birlikte hareket ediyor.
Bugün sadece AKP’ye karşı değil, ordunun memlekette tekrar söz sahibi olmasına karşı da mücadelenin temeli barış talebidir.
Sıkıyönetim, savaşın daha da kızışması demektir; askerin yönetimi ele almasının ilk adımıdır.
8
GELENEK
UNUTTURULAN TARİH: AFRİKA'NIN AVRUPALILAR TARAFINDAN YAĞMALANMASI
Irkçılık, Afrika’nın sömürgeleştirilmesi ve yağmalanmasını meşrulaştırmak için üretildi.
"Eski Dünya"da yaşayan insanlar olarak yoksul ve sefil bir Afrika manzarasına o kadar alıştık ki, ister istemez bunun ezelden beri böyle olduğunu düşünüyoruz. Afrika'nın yüksek uygarlıklarının gerçek ve görkemli tarihi bize sadece unutturulmakla kalınmadı, sanki asla var olmamış gibi davranıldı. Basın ve yayın organlarımızda Afrika'ya dair bir haber yayınlandığında, bu genelde açlık, sefalet ve iç savaşla ilgili oluyor. Oysa bu durum bir yandan Afrika toplumlarının çeşitliliğini dikkate almayan dar bir bakış açısını ortaya koyarken, öte yandan pek çok bölgede halkın yaşam koşulları gerçekten de çok zor, hatta dayanılmaz durumda. Ucuz hammadde peşinde koşan emperyalist büyük devletler, yerli işbirlikçilerle birlikte bu durumun genişleyerek sürmesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Afrika'da siyah derili insanlar tarafından kurulan yüksek uygarlıklar ve efsanevi zenginlikler gerçeği, köleciliği ve zalim yağma faaliyetlerini haklı çıkartmaya çalışan beyaz ırkın üstünlüğü teorileri ile çelişen bir durumdu. Bundan ötürü Afrika'nın bu görkemli uygarlıkları Avrupa'nın egemen sınıfları tarafından orduları, bombaları ve hastalıkları ile yok edildi ve Afrika'nın tarihi bunun üzerine inşa edildi. O zamandan bu yana Afrikalıların gayri medeni oldukları gibi, bir tarihe de sahip olmadıkları anlatılıyor. Oysa gerçek bundan farklı. Yüksek kültürler yok edildi 13. yüzyılda Avrupalı bir seyyah Batı Afrika'daki (bugün Nijerya) Benin şehrini ziyaret ettiğinde, büyük bir heyecanla burada her biri 40 metre genişliğinde 30'dan fazla ana caddeden, Harlem'in (Hollanda) tümü kadar büyük bir saraydan, "temizlik bakımından Hollandalılardan hiç de aşağı kalmayan" şehir sakinlerinden ve güneşte parlayan evlerinden söz ediyordu. Amiral Rawson komutasındaki Britanya kuvvetleri 1897 yılında bu şehri işgal ettiler,
binaları havaya uçurdular ve geri kalan harabeleri yakıp kül ettiler. Paha biçilmez sanat hazineleri, sık sık olduğu gibi, Avrupa müzelerine gönderildi. Bir başka örnek ise 10. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar bilhassa Manhyia saray kompleksiyle ziyaretçileri kendisine hayran bırakan, Ashanti krallığının başkenti Kumasi şehridir. Bugünkü Gana'da bulunan bu şehir "Mağrip" mimarisiyle dünyaca ün kazanmıştı. 1817 yılında bile seyyahlar üst katlarında tuvaletlerin bulunduğu çok katlı binalardan, büyük ana caddelerden ve meydanlardan söz ediyorlardı. Evlerse antikalarla, saatlerle, Bohemya kristalleriyle, yağlıboya tablolarla ve akla gelebilecek her dilden kitaplarla doluydu. Bu muhteşem şehir 19. yüzyılın sonlarında Britanya birlikler tarafından yağmalandı ve ateşe verildi. Efsanevi Timbuktu Sömürgeciliğin ve emperyalizmin işgalinden önce Afrika toplumlarının ne kadar gelişmiş ve örgütlü olduklarına dair başka bir kanıt, bugünkü Mali'de bulunan Timbuktu'dur. Bugünkü Timbuktu Londra'dan 236 defa küçüktür ve görkemli zamanlarından kalan anıtları ve arşivleri kendi gücüyle muhafaza edecek durumda değildir. Avrupa merkezli tarih yazımının özenle gizlediği gerçek aslında şöyledir: 14. yüzyıla kadar dünyanın en zengin üç bölgesi Batı Afrika'daki Mali Krallığı, Çin ve İran/Irak'tı. Ancak son iki devlet o dönemde Cengiz Han liderliğindeki Moğollar tarafından ele geçirildiği için, geriye bağımsızlığını koruyan tek bir büyük krallık kalmıştı: Efsanevi başkenti Timbuktu'yla Mali. O zamanlar Timbuktu'nun nüfusu ortaçağ Londra'sından beş kat daha fazlaydı ve Mali'de en az 400 şehir daha bulunuyordu. Unutulan zenginlik Bu krallığın hükümdarı olan ve hakkında efsaneler anlatı-
lan I. Mansa Musa Keita insanlık tarihinin en zengin adamıydı, imparatorluğu bugünkü Mali, Senegal, Gambiya ve Gine devletlerini kapsıyordu. Öldüğü dönemde küresel altın ve tuz ticaretinin yarısından fazlası Mali üzerinden yapılıyordu. 1324 yılında 60.000 kişilik bir maiyetle Mekke'ye hacca gittiğinde yanında o kadar fazla altın götürmüş ve bunları o kadar bonkör bir şekilde etrafa dağıtmıştı ki, bölgedeki altın fiyatları on yıllık bir dönem boyunca dibi görmüştü. Kral, Timbuktu'da dünyanın her yerinde her dilde ve her disiplinden kitapların bir araya geldiği dev bir kütüphane kurmuştu. National Geographic, 25.000 öğrencinin yaşadığı Timbuktu'yu "ortaçağ dünyasının Paris'i" olarak tanımlamaktadır. 15. yüzyılda, Galileo ve Kopernik'ten çok önce, Timbuktulu matematikçiler gezegenlerin yörüngeleri hakkında bilgi sahibiydiler. Mısırlı âlim Ibn Fadl el-Umari'ye göre Malili denizciler MS 1311 yılında Amerika kıtasına ulaşmışlardı. SiliconAfrika.com yayıncısı ve aktivist Mawuna Koutonin, sömürgeci işgal kuvvetlerinin Afrika'da uyguladığı dört temel ilkeyi şu şekilde ortaya koyuyor: Birincisi: Güçlüleri öldür ve yerleşim yerini işgal et, İkincisi: Güçsüzleri destekle, Üçüncüsü: Bilgilileri ve iyi eğitimlileri sür veya kaçır, Dördüncüsü: Sömürgeciliğin altın ilkesini "ya benim istediğim gibi, ya hiç" kabul ettir. Doğrudan sömürgeci baskı bugün yerini serbest ticaret ideolojisi ve "yapısal uyum programları" gibi Afrika pazarlarını batılı büyük şirketlere peşkeş çeken, daha az dikkat çekici ekonomik yöntemlere terk etti. Dolayısıyla eğer bugün insanlar Afrika'dan kaçıyorsa, bunu Avrupa'nın (ve sonradan dünyanın diğer) kudretli devletlerinin işlediği ağır tarihsel ve güncel suçların ortaya çıkardığı durum yüzünden yapıyorlar.
Avusturya’da yayınlanan devrimci gazete Linkswende’de yayınlanan bu makaleyi Atilla Dirim çevirdi
SINIF MÜCADELESİ
SOMALI MADENCİLER İÇİN ADALET!
9
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
MEMUR SENDİKALARININ ZAM PAZARLIĞI Memur sendikaları ile hükümet arasındaki zam pazarlığı görüşmeleri tamamlandı. Bu zamlardan 3 milyon memur ve 2 milyon memur emeklisi etkilenecek. Memurlara 2016 yılı için 6+5 oranında, kümülatif yüzde 11,3 oranında zam yapıldı. 2017 için ise yüzde 3+4 oranında, kümülatif olarak yüzde 7,1 zam yapıldı. Gerçekleşen enflasyon, bu oranları aşarsa enflasyon farkı ayrıca ödenecek
AKP madenlerde iş güvenliğini sağlamazken, Soma katliamının ertesi günü Erdoğan’ın adamları işçi,lere saldırdı.
2014 yılının Mayıs ayında 301 kişinin yaşamını yitirdiği Soma’daki maden faciasıyla ilgili davanın duruşmaları görülmeye devam ediyor. Davadaki gelişmeler, katliamın öncesindeki ihmalleri, işçilerin ölümüne patronların kâr hırsı ile AKP’nin neoliberal politikalarının zemin hazırladığını gösteriyor. Gelişmeler şöyle: n Vardiya amiri mühendis Erdem Cambaz, “Bu konuda özel bir eğitim almadım. Bizden daha tecrübeli amirlerle çalışarak işimizi öğrendik” dedi. Cambaz, ısı sensörlerini takip edip etmediğine yönelik soruya ise ısı sensörü bilgisi olmadığı, sadece gaz okuması yapmayı bildiği yanıtını verdi.
n Can Gürkan ayrıca enerji bakanının katliamdan sonra kendisini ziyareti sorulduğunda “Politik sorulara yanıt vermiyorum” dedi, madende taşeron işçi çalışmadığını iddia etti. n Katliamın ardından SGK’nın hazırladığı inceleme raporunda Soma Kömür İşletmeleri A.Ş’nin yüzde 100 kusurlu bulunduğu ortaya çıktı.
n Sanıklar tek bir ağızdan katliamın neden yaşandığının bilinmediğini ve facianın sebebinin belirsiz olduğunu iddia ediyor.
n İşletme müdürü yardımcısı İsmail Adalı “Üretim bazı sebeplerden düşebilir. Bunu kontrol etmek ve çözmek benim görevimdir” dediğinde “Üretim kötü gittiğinde ne önlem alıyorsunuz? Ne yapıyorsunuz?” sorusu soruldu. Bunu salondaki aileler “Dövüyor!” diye yanıtladı. Ayrıca, Adalı’nın katledilen madenciler için "arkadaşlarım" ifadesini kullanması ailelerin büyük tepkisini çekti.
n Sanık avukatları, “Soma katliamı” ifadesinin teröristlerce kullanıldığını iddia ederek, işçi avukatlarının bu ifadeyi kullanmasının mahkeme tarafından yasaklanmasını talep etti.
n Soma Kömür İşletmeleri AŞ Genel Müdürü Ramazan Doğru, yeni maden ihalesinin açılması için bölgedeki diğer maden şirketleriyle birlikte AKP mitinglerine işçileri götürdüklerini ve bunun sonunda ihale açıldığını söyledi.
n Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.'nin tutuklu yönetim kurulu başkanı Can Gürkan, “Ocakta çok önemli bir sıkıntı varmış, TKİ, Park Maden bunu bize söylemedi. Biz olaydan sonra öğrendik” dedi. Oysa 07.10.2009 tarihinde Park Teknik’in TKİ Genel Müdürlüğü’ne yazdığı dilekçede “İleride telafisi mümkün olmayacak problemlerle karşılaşılacağı anlaşılan bu durumda hem şirketimizin hem de kurumunuzun olumsuz etkilenmemesi için bu işi devretmek istemekteyiz” denilmişti.
n Maden Teknikeri ve İş Sağlığı ve Güvenliği Vardiya Amiri Mehmet Ali Günayçelik, acil eylem planında bir görevi olup olmadığı sorusuna bunu bilmediğini ve acil durumda “gerekeni yaptığını” söyledi. Günayçelik’in hava çıkış yönünün ters çevrilmesinin doğru bir karar olduğunu söylemesi üzerine salonda bulunan aileler “Doğru bir karardı, onun için 301 canımızı katlettiniz” tepkisi verdi. Sanık ayrıca madendeki dayıbaşı sistemini savundu.
MARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım
takları Körfez monarşileri ile birlikte Irak ile Suriye’de harmanlanan bölgesel savaşa aktif olarak katılıyor. Emperyalizme karşı mücadele ise bir zamandır demode.
EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELE İki savaşın birden başlaması Erdoğan’ın iktidar hırsı kadar, emperyalizmin savaş örgütü NATO’nun üyesi Türkiye devletinin jandarmalığı ve bölgesel haydutluğuna dayanıyor. Bir ayı aşkındır Irak Kürdistanı’nda PKK’yi bombalayan Türkiye, bölgenin efendisi olan ABD’den izni İncirlik Üssü ve IŞİD’e karşı savaş sözüyle aldı. Türk ordusu Suriye sınırındaki 80 kilometrelik bir alanı işgal etmeye hazırlanıyor. ABD ordusu havadan vurarak destekleyecek. Eğit-Donat fiyaskosu henüz gündemden düşmüşken IŞİD kontrolündeki bu bölgenin “temizlenmesi” ve ÖSO’nun kontrolünde tutulması hedefleniyor. Yani Türkiye ABD’nin başını çektiği Batı emperyalizmi ve or-
Türkiye devletini her pisliğini ABD emperyalizmine bağlayarak aklayan, dünyanın Washington’daki bir masadan idare edildiği gülünç fikrini savunan nasyonal sosyalistlerin milliyetçi anti-emperyalizmi bunun başlıca nedenlerinden biri. IŞİD’e karşı Irak ve Suriye’nin ABD tarafından bombalanmasının “insani gerekçelerle” desteklenmesi fikrinin yaygınlığı, bunun solda da alıcı bulması ise belirleyici. Ortadoğu’da vahşetin ve zulmün tarihi IŞİD’le değil 20. yüzyılın başından bugüne bölgeye müdahale eden emperyalizmle başlar. Bölge halklarının kendi kendini yönetmesine asla izin verilmedi. IŞİD canavarı Irak’ın işgalinden, en yoksul kentlerin ABD savaş uçakları tarafından yerle bir edilmesinden, işbirlikçi rejimin mezhepçiliğinden, emperyalizmin 100 yılı aşkın Ortadoğu halklarına dayattığı cehennemden çıktı
Zam dışında bu toplu sözleşme ile 2005 yılından sonra göreve başlayan 1 milyon 200 kamu çalışanına 1 derece verilecek. Öğretmenlere nöbet ücreti ödenecek. Merkezi sınavlarda görevlendiren öğretmenlerin sınav ücretleri artırılacak. 4C’liye kadro için yasal çalışma ve ek ödeme yapılacak. Cuma günleri öğle tatili ibadet hürriyetine engel olmayacak şekilde düzenlenecek. Toplu sözleşme son yıllarda olduğu gibi, yine hükümete yakın Memur-sen Konfederasyonun taleplerinin tartışılması ile geçti, diğer konfederasyonların, Kamu-sen ve KESK’in talepleri görüşme masasına gelemedi. Hatta sözleşmenin imzalanmasından sonra Konfederasyon başkanlarının kendi görüşlerini ifade etmesi bile Çalışma Bakanı tarafından engellendi. Memur-Sen, görüşmelere başlarken 2016 için yüzde 8+8 zam ve 150 TL seyyanen zam istiyordu. En düşük memur maaşı için yüzde 33 zam demek olan bu talebe karşın, Memur-Sen sonuçta yüzde 11 zamma razı oldu. Zam oranı 2017 için daha da az, 2017 yılı memur ve emekliler için tam anlamıyla kayıp yıl olacak. Geçtiğimiz aylarda işçi sendikalarının hükümetle imzaladığı toplu sözleşmede en azından 500 TL’lik tek seferlik ödeme vardı, memurlara böyle bir ödeme de yapılmadı. 4C’lilerin kadroya alınması için somut bir madde de sözleşmede yok. Memur maaşları ABD’de ortalama 6 bin dolar, Avrupa’da 5 bin dolar seviyesinde iken Türkiye’de halen 1200 dolar seviyesinde. Giderek derinleşen ekonomik istikrarsızlık koşullarında verilen bu zamlar mevcut satın alma gücünü bile koruyamayacak, memurlar giderek daha da fakirleşecek. İnsanca yaşamak için en azından yoksulluk sınırında (4500 TL/ay) ücret alması gereken memurların taban maaşı, zamlardan sonra ancak 2400 TL/ay olabilecek. Bu kısır döngüden çıkmanın yolu, hükümet yanlısı memur sendikalarında değil, mücadeleci sendikalarda örgütlenmek, sendika yönetimlerini mücadele için zorlamaktır. ve taban buldu. 2011’deki Arap ayaklanmalarının açtığı devrimci yolu kapatmak için sünni burjuvalar tarafından desteklendi. ABD ordusunun sık sık itiraf ettiği gibi emperyalizminin bombardımanları IŞİD’i yok etmek bir yana güçlendirdi. Afganistan ve Irak işgallerinde yenilen emperyalizm, IŞİD’e karşı tek yol olarak sunduğu kara harekatını “bölgesel aktörlerin” yapmasını istiyor. Suudi Arabistan gibi Türkiye de 20. yüzyılın başından bugüne Ortadoğu’da emperyalizmin kurduğu baskı rejiminin bir parçası. Tam da bu yüzden, Erdoğan ve AKP çıkarları örtüşen ABD emperyalizminin istekleri doğrultusunda Suriye işgalini planlanıyor. Erdoğan’ın Kürtlere karşı savaşına karşı olmak yetmez. Türkiye devletinin emperyalist ittifakla Irak ve Suriye’de savaşmasına, işgale de karşı olmaıyız. Ortadoğu’da IŞİD’i yenmenin ve demokratik çoğulcu rejimlere geçişin yolu önce emperyalizmin kovulmasından ve bölgesel ortağı haydut devletlerin yenilmesinden geçiyor.
10 SINIF MÜCADELESİ
MÜCADELE DALGASI DİNMEDİ Seçimlerden önce Bursa’nın büyük fabrikalarında metal işçilerinin direnişi ile bir çok sektöre yayılan mücadele ve grev dalgası, siyasi belirsizlik ve savaşa rağmen bir çok işkolunda devam ediyor
MEKTUPLAR YAZ KAMPI’NDA DEVRİMCİ FİKİRLER TARTIŞILDI Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSİP) 19-23 Ağustos tarihleri arasında Küçükkuyu'da gerçekleşen yaz kampı, Türkiye'nin sıcak gündeminin çok sayıda yoldaşla birlikte tartışıldığı verimli bir platform oldu. Kampa damgasını AKP'nin Kürt halkına karşı başlattığı savaş atmosferi ve buna karşı nasıl bir barış mücadelesinin inşa edileceği üzerine tartışmalar vurdu. Genel eğilim, bir yandan HDP merkezli Barış Bloku kampanyasıyla birlikte yürürken, bir yandan da Batı'da barış isteyen daha geniş kesimleri sokağa çıkarabilecek bir kampanyanın inşa edilmesi gerekliliği üzerineydi. Bunun dışında iklim değişikliği tartışmasında İrlanda'daki su hakkı mücadelesinin deneyimlerini, evrim üzerinden ırkların uydurulmuş olgular olduğunu, Ortadoğu'da Arap Baharı'nın yenilgisi, emperyalizmin kontrolünü yeniden sağlama çabası ve IŞİD'in yükselişi bağlamında barış mücadelesini, Türkiye'deki siyasi istikrarsızlığı ve hem egemen sınıf hem de AKP içindeki çatlakların yarattığı fırsatları, bir yandan ise dünyadaki sosyal mücadeleleri tartıştık. Farklı şehirlerden sosyalist aktivistleri bir araya getiren kampımız, önümüzdeki dönemin mücadelelerine daha güçlü hazırlanmak için hepimize motivasyon kaynağı oldu. Kerem
Maden işçileri Hattat Holding’e karşı mücadelede.
n Hattat Holding’e bağlı Hema AŞ’nin Bartın’ın Amasra’da bulunan maden ocağında hem Hema AŞ. hem de Denfa adlı taşeron şirket ile yapılan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinden sonuç çıkmadı. Genel Maden İşçileri Sendikası, 2 Eylül’de grev başlayacağını duyurdu.
lışırken keyfi bir şekilde işten atılan Cafer Kalağ, verdiği mücadelenin kazanmasıyla işbaşı yaptı.
n Kırşehir Karayolları 61. Şube Şefliği’nde çalışan taşeron karayolu işçileri, ücret ve yemek paralarının gasbedilmesine karşı iş bırakmıştı. Kırşehir ve Nevşehir şubelerinde de iş bırakma eylemi tekrar başladı.
n İkitelli’de Teknik Yapı İnşaat işçileri, yaşadıkları sorunların çözülmemesi nedeniyle isyan ederek iş bıraktı.
n Düzce’de bulunan Nero Plastik Ambalaj İmalat Sanayi Tic. Ltd, Şti.’de grev ilan edildi. n DİSK’e bağlı Dev Sağlık-İş Sendikası’nın genel merkez yöneticisi Mustafa Hotlar, zam talebi nedeniyle işten atılması üzerine Adana Balcalı Hastanesi’nde direnişe başladı. n Topkapı Maltepe’de bulunan Kalıp-San fabrikasında ça-
n Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi’ndeki Sanifoam fabrikası, üç işçiyi performans düşüklüğünü gerekçe göstererek işten çıkardı. İşçiler direnişe geçti.
n DİSK’e bağlı Cam Keramik-İş’e üye oldukları için işten atılan SeraPool işçilerinin direnişi 80. gününe yaklaşıyor. n Silivri Belediyesi’nden herhangi bir gerekçe gösterilmeden işten atılan üç işçi, belediye binası önünde kurdukları çadırda direnişlerini sürdürüyor. n İskenderun’da şu ana kadar yaklaşık bin işçinin atıldığı İSDEMİR’de işçiler, fabrikaya yakın noktalarda stand açarak destek için imza topluyorlar.
SOSYALİST İŞÇİ’Yİ DÜZENLİ OLARAK OKUMAK İÇİN BİZİ ARAYIN Ankara 05324750150 Sincan: 05397440268 İstanbul Beyoğlu: 05368474650 Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099 Kadıköy: 05334479709 Üsküdar: 05075550272 İzmir 05544602111 Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 arşivimiz: Akhisar 05443270445 www.sosyalistisci.org Üniversiteler 05397980171
GRAMSCİ’NİN HAYATI, FİKİRLERİ, DEVRİMCİ MÜCADELESİ HAKKINDA EN İYİ KAYNAK KİTAP CAN IRMAK ÖZİNANIR
Antonio Gramsci, 20. yüzyılda Batı Marksizmi’nin temel başvuru kaynaklarından biri olmasının yanı sıra, Eurokomünizm gibi reformist siyasi akımlar kendisini Gramsci’nin görüşlerine dayandırdığını iddia etti. Akademinin de yakın ilgisini çeken Gramsci neredeyse siyasi pratikten kopuk bir teorisyen gibi algılanmaya başlandı. Oysa Gramsci, genç yaşlarından itibaren militan bir sosyalist, İtalya’daki işçi konseyleri deneyiminin liderlerinden biri ve İtalyan Komünist Partisi’nin en önemli kurucu figürlerinden birisiydi. Guiseppe Fiori’nin yazdığı bu biyografi, Güneyli bir Sardunya milliyetçisi olduğu gençlik yıllarından, Torino’da işçi hareketinin kalbine ulaşmasına, bir sosyalist olarak verdiği mücadeleden, Rusya’da Komintern sorumlusu
olarak geçirdiği yıllara, işçi konseyleri deneyiminden faşizm tarafından kapatıldığı cezaevlerine kadar Gramsci’nin hem bir devrimci hem de bir teorisyen olarak tam bir portresini çiziyor. Gramsci’nin yazılarını, özellikle de teorik olarak en önemli katkılarını yaptığı Hapishane Defterleri’ndeki notlarını okumak gerçekten zor. Bu biyografinin yaptığı en büyük katkı tüm bu zorluğu aşmaya yardımcı olması. Kitabı okuduğunuzda hegemonya ve buna bağlı bir dizi kavramının Avrupa çapında işçi hareketinin yenilgisiyle, birleşik cephe taktiğiyle, İtalya’daki Kuzey-Güney sorunuyla, örgütsel sorunlarla yakın bağlantısını anlamak çok daha kolay hâle geliyor. Gramsci’nin yazılarını teorik alıştırmalar değil de pratikle bağlantılı somut öneriler olarak anlamak isteyen aktivistler için Fiori’nin Gramsci biyografisi mutlaka okunması gereken bir eser. n Antonio Gramsci Bir Devrimcinin Yaşamı, Giuseppe Fiori, 539 sayfa, İletişim Yayınları
GÜNDEM
KADIN GERİLLAYA İŞKENCE HALKI SİNDİRMEK İÇİN AYLA DEREN
Muş’un Varto ilçesinde, çatışmada hayatını kaybeden PKK üyesi Kevser Eltürk'ün (Ekin Wan) cenazesine işkence yapılarak, çıplak halde sokağa atıldıktan sonra fotoğrafları güvenlik güçlerince sosyal medyada paylaşıma sokuldu. Ekin'in naaşını gömülmeden önce görenlerden DBP Van İl Eş Başkanı Hamiyet Şahin, cenazenin Ekin'e ait olduğunu belirterek, vücudunda sürüklendiğine ve işkence edildiğine dair çok sayıda bulguya rastladıklarını söyledi. Kevser Ertürk'ün cenazesinin teşhir edilmesini Muş Valiliği'de kabul etti. Valilikten yapılan açıklamada, "etkisiz hale getirildiği" ifade edilen Eltürk’ün görüntülerini ve servis edenler hakkında soruşturma başlatıldığı bildirildi. Valiliğin tepkisi bir kadını işkence ederek öldüren, çırılçıplak soyanlara değil de sosyal medyada yayanlara olmuştur. Çünkü 30 yıllık kirli savaşta olduğu gibi savaş makinesi tekrar çalışmaya başladığında binlerce “faili meçhul” olarak adlandırılan cinayetinlerin herkesçe bilinen failleri özel harekât güçlerinin işkence yapması insan öldürmesi Valilik tarafından çok doğal kabul edilmektedir. İşkenceye ve savaşa karşı ses çıkar Ekin Van’a yapılan saldırı iktidarın bütün vahşetiyle kadın bedeninin çıplaklığı üzerinden toplumu ve kadınları aşağılama, korkutma ve sindirme çabasıdır. Bunu yapanların hiçbir insani değere sahip olmadığını bir kez daha gördük. Tüm savaş çığırtkanlığına Ekin Van örneğinde olduğu gibi uygulanan vahşete rağmen toplumun pek çok kesiminden “çocuklarımızı feda etmeyeceğiz”, “hep yoksulların çocukları ölüyor, savaş istemiyoruz” çığlıkları yükseliyor. Bazen bir asker cenazesinde, bazen bir taziye ziyaretinde açığa çıkan bu çığlık barış mücadelesinin önemini hızla kitleselleşme olanakları gösteriyor. Ekin Van’ın vahşice öldürülmesinin ardından pek çok yerde yapılan basın açıklamasında kadın örgütleri kadınlar olarak savaşın sesini susturmak için mücadeleye devam edeceklerini açıkladılar. Şimdi barışın sesini daha fazla yükseltme zamanı.
11
KÜRESEL KAPİTALİZMİN CEHENNEME ÇEVİRDİĞİ YAZ
California
Artvin
ARİFE KÖSE
ralandı. İklim değişikliği doğrudan ölümlere yol açar hale geldi.
1880 yılından bu yana tutulmaya başlanan kayıtlara göre bu yaz dünya tarihinde görülen en sıcak yaz. Üç uluslar rası meteoroloji kuruluşuna göre bu yıl Temmuz ayı tarihte görülen en sıcak Temmuz ayıydı ve 2015 genel olarak yaşanan en sıcak yıldı. Yine aynı kuruluşlara göre bu sıcaklığın temel nedeni sera gazı emisyonlarının artmasıyla beraber yaşanan iklim değişikliği. Bu yıl rekor düzeye ulaşan sıcaklıklar nedeniyle Pakistan’da 800 kişi, Asya genelinde 2 bin 500 kişi hayatını kaybetti. Sıcaklık Tayland’da 41 dereceye kadar ulaştı. İran’da Bandar Mahşar İskelesi olarak adlandırılan yerde sıcaklığın 70 dereceye kadar çıktığı görüldü. Yağmuru ve serinliği ile ünlü İngiltere’de bile sıcaklığın 37 dereceye ulaştığı kaydedildi. Küresel ısınma bir yandan sıcaklığın artışı anlamına gelirken diğer yandan yağışların ve sel felaketlerinin de artması anlamına geliyor. Bu yıl Myanmar'da (Burma) bir milyon kişi seller nedeniyle tahliye edildi. Son olarak Hopa’da yaşanan sel felaketinde 8 kişi hayatını kaybetti, 17 kişi ya-
Küresel ısınmanın bir diğer sonucu da orman yangınlarında hem Türkiye’de hem de dünyada inanılmaz bir artış yaşanması oldu. Ormanlar yandıkça karbon atmosfere karışıyor ve küresel ısınmaya yol açıyor. Küresel ısınma arttıkça da orman yangını artıyor. Alaska’da günde 120 bin hektar, Kanada’da ise toplam 4 milyon hektar orman yanıyor. ABD’nin beş eyaletinde başlayan orman yangınları durdurulamıyor. Önümüzdeki 35 yıl içinde, dünyanın her yerinde deniz seviyelerinin buzların erimesine bağlı olarak üç metre yükselmesi bekleniyor. Ege Üniversitesi’nin NASA ile birlikte yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye’nin dağlarındaki buzulların yarısından fazlası yok olmuş durumda. Küresel ısınma şu an durdurulduğunda bile artık gezegenimize geri dönüşü olmayan zararlar vermiş durumda. Şu an yapmaya başlayacaklarımız en azından zaiyatı azaltacak. Eğer hiçbir şey yapmazsak insanlığı ve tüm gezegeni bir felaket bekliyor olacak.
6-7 EYLÜL 1955: BİR DEVLET OPERASYONU ÖZDEŞ ÖZBAY
edecekti.
Türkiye’nin ve sermayenin Türkleştirilme-
Demokrat Parti’nin iktidarda olduğu 1955 yılında ekonomik sorunların yanı sıra hükümetin baskıcı politikalarına karşı toplumda hoşnutsuzluk oldukça artmıştı. Bu sorunların yanı sıra Kıbrıs’ta da olaylar yaşanıyordu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir devlet geleneği olarak Kıbrıs veya Yunanistan’da Türk halkına yönelik yaşanan sıkıntıları bahane ederek her dönem Türkiyeli Rumlara karşı ırkçı uygulamalara yönelmiştir. 1955 yılında da Londra’da Kıbrıs görüşmeleri devam ederken önceden saldırıya hazırlanmış paramiliterler Selanik’te M. Kemal’in evine bombalı saldırı yapıldığı haberi üzerine harekete geçti. Haber, Ekspres gazetesinde daha
si politikaları kapsamında daha önce 1915 Ermeni soykırımı, 1923-24 Türk-Yunan mübadelesi, 1934 Trakya olayları ve 1942 Varlık Vergisi gibi uygulamalarla Müslüman olmayan halklar ya doğrudan öldürülerek ya da ülkeyi terk etmeye zorlanarak tüm mal varlıklarına el konmuştu. 6-7 Eylül olayları Mübadele sonrası İstanbul’da kalan Rumları hedef alan ve emekli Tuğgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun itiraf ettiğine göre “muhteşem bir Özel Harp işiydi”. Devletin ırkçı politikaları 1964’te Rum halkının önemli bir kısmını göç etmeye zorlayan sürgün yasası ile devam
olaylar gerçekleşmeden 2 saat önce yer almıştı. Ellerinde satır ve sopalarla bekleyen gruplar 2 gün boyunca çoğunlukla Rumların yaşadığı bölgelerde saldırı ve yağmaya girişti.
Devlet her ne kadar Kıbrıs nedeniyle Rumları hedef almış gibi gözükse de aslında hedef Türk ve Müslüman olmayan tüm halklardı. Nasıl ki Ermeni soykırımı sırasında Süryani, Ezidi gibi halklar da hedef alındıysa, nasıl ki mübadelede Rum olmayan diğer Ortodoks halklar da hedef alındıysa ve varlık vergisi ile tüm azınlıklar hedef alındıysa; 6-7 Eylül’de de hedef Rumlarla birlikte tüm diğer azınlıklardı. Tahrip edilen işyerlerinin %59’u Rumlara, %17’si Ermenilere, %12’si ise Yahudile-
re aitti. Birçok iş yeri ve eve saldırganlar tarafından el kondu. Saldırıyı izleyen 6 ay içerisinde binlerce Müslüman olmayan yurttaş ülkeyi terk etti.
Devlet kaynaklarına göre 4 bin 214 ev, 1.004 işyeri, 73 Rum Ortodoks kilisesi, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika ve otel gibni yerlerin bulunduğu 5 bin 317 yer tahrip edildi. 11 kişi hayatını kaybetti ve tecavüz olayları yaşandı. Demokrat Parti hükümeti ekonomik sıkıntılar nedeniyle yükselen muhalefet ve hoşnutsuzluğu Kıbrıs üzerinden milliyetçi bir hezeyana çevirerek geçiştirmeyi amaçladı. Yükseltilen milliyetçilik hem gündemi değiştirdi hem de azınlıkların mal varlıkları bir kez daha el değiştirdi.
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
SAVAŞIN HESABINI SANDIKTA SOR!
7 Haziran genel seçimlerinde HDP’nin AKP’yi bir tabela partisine dönüştürdüğü bölgelerde şimdi olağanüstü hal koşulları yaşanıyor. Hükümet etme yetkisini halkın oylarıyla kaybeden AKP’nin başlattığı savaş her geçen gün dozunu arttırıyor.
birleştirmeliyiz.
Savaş tamtamları çalanların bu seçimi kazanma şansının olmayacağı çok açık. 7 Haziran seçimlerinde AKP’nin aldığı hazin yenilginin en önemli nedeni çözüm sürecini bitirenin kendileri olduğunu itiraf etmeleri ve ‘Kürt sorunu yoktur’ söylemi olmuştu. Çözümsüzlükten yana olanlar seçimde yenildiler. Çözümsüzlükte ısrar edenler bir kez daha yenilecekler.
Seçim sonuçları yalnızca istatiksel rakamlar değil bölgede yaşayan halkın politik tercihi. Seçim iradesi ayaklar altına alınan bölge halkıysa özerklik ilan ediyor. Şimdiye kadar Silopi, Cizre, Nusaybin, Şırnak, Yüksekova, Bulanık ve Varto gibi il ve ilçelerde özerklik ilanı yapıldı. Özerklik ilan edilen bölgelerde devlet kurumlarının meşruiyeti reddediliyor. Bu bölgeler aynı zamanda valilikler tarafından askeri güvenlikli bölge ilan edilen ve sivillere dönük özel harekat saldırılarının gerçekleştirildiği bölgeler. Seçimlerdeki oyu ‘reddedilen’ halkın kendisini yönetme iradesine devletin yanıtı katliam, baskı, OHAL koşulları.
NE İSTİYORUZ? n Önce barış! Önce ölümler durmalı. n Abdullah Öcalan’ın tecriti son bulmalı. n Dolmabahçe mutabakatına geri dönülsün, müzakere başlasın!
Barış kazanacak Kürt illerinde sivillerin can güvenliğinin olmadığı bir ortamda seçimlere gitmek zorundayız. Bu koşullarda barıştan, özgürlükten ve halkların eşitliğinden yana olanların önündeki görev savaşı durdurmak ve çözüm sürecinin yeniden başlamasını sağlamak için mücadeleyi büyütmek. Türkiye halklarının barış isteğinin üzerine basarak sürdürülen savaşı durdurmalıyız. Hedef haline getirilen HDP’nin etrafına dayanışma duvarı örmeliyiz. Savaş isteyen Erdoğan’a, devlete, faşistlere inat barış isteyenlerin seçimlerdeki adresi yine Halkların Demokratik 2013 Newroz’unda Öcalan’ın mektubunun okunmasıyla başlayan çözüm görüşmelerinin sürdüğü iki yıl boyunca önemli bir çatışmasızlık dönemi yaşanmıştı. Öcalan’ın devlet ve HDP heyetleriyle yaptığı görüşmelerin neticesinde geçen Şubat ayında ‘Dolmabahçe mutabakatı’ olarak bilinen on madde üzerinde uzlaşının sağlandığı açıklanmıştı. Başbakanlık konutunda AKP yetkililerinin de yer aldığı toplantıda Öcalan’ın açıklaması okunmuştu. İki yıl boyunca süren görüşmelerin geldiği bu aşama oldukça önemliydi. Ancak hakettiği değeri bulmadı. Çözüm görüşmeleri boyunca HDP’ye yöneltilen eleştirilerden biri ‘AKP’yle çözüm olmaz’ olmuştu. Dolmabahçe mutabakatındaki ‘fotoğrafı’ beğenmeyen sadece Erdoğan değildi. O fotoğrafı Kürt halkının çözüm konusundaki kazanımı olarak değil de AKP-HDP işbirliği olarak görenler şimdi ‘Dolmabahçe mutabakatına geri dönülsün’ diyor. AKP ile işbirliği yaptığı iddia edilen HDP Erdoğan’ı başkan yaptırmadı ve seçimlerde AKP’yi yendi. Şimdi HDP’ye savaşın en ağır faturası ödetilmeye çalışılıyor.
n Sivilleri katleden, işkenceci özel hareket polisleri cezalandırılsın! n Sınırötesi operasyonlara son verilsin! Partisi olacak. 7 Haziran genel seçiminde HDP’ye oy veren 6 milyondan fazla insan barışın ilk teminatıdır. Şimdi önümüzdeki Kasım’da yapılacak seçimde HDP’nin meclise çok daha güçlü bir şekilde girmesini sağlamak için kolları sıvamalıyız. Sandıktan bir kez daha barışın çıkması için güvenebileceğimiz 6 milyon oy var. Barış isteyen her kesimi sokakta savaşa karşı mücadelede, sandıkta ise HDP’de
n İncirlik Üssü’nün ABD liderliğindeki koalisyon güçlerine kullandırılmasına son verilsin! n Geçici Askeri Güvenlik Bölgesi ilanları kalksın! n Operasyonlar derhal dursun, devlet güçleri çekilsin! n Kürt halkının kendi kendi yönetme iradesi tanınsın!
ÇÖZÜMÜN KIYMETİ Çözüm süreci konusunda HDP’yi eleştirenlerin bugün çözümün kıymetini anlamış görünüyor. Ancak Öcalan’la yapılan görüşmelerin ne kadar önemli olduğunu anlamak için çatışmaların yeniden başlamasına gerek yoktu. Yaşadığımız süreç çözüm için Kürt hareketinin gösterdiği ısrarın ve bu ısrara Batı’dan gelecek des-
teğin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu savaş sürdürülebilir değil. Savaş elbet sona erecek ve çözüm görüşmeleri öyle ya da böyle yeniden başlayacak. Son iki yıl boyunca çözüm sürecine burun kıvıranlar yine süreci onaylamıyor olacaklar. Son iki
senedir yaptıkları gibi süreci küçümseyecekler. Kürt halkını masaya oturduğu için eleştiriyor olacaklar. Masada bir ‘pazarlık’ olduğu gerçeğini bulandırarak süreci Kürtlerin devletle işbirliği olarak lanse edecekler. Kürt halkının kiminle ve nasıl çözüm süreci yürüteceğine dair akıl verenlere karşı şimdiden tartışılmalı. Bu tartışmayı şimdiden yapmak yarın çözüm süreci yeniden başladığında bulandırmaya ve karalamaya çalışanların değil çözümden ve barıştan yana olanların sesinin daha gür çıkmasını sağlamak için önemli. Dün çözüm sürecini desteklemek için koşul koyanlar bugün de savaş karşıtı hareketin bileşenlerini ‘daraltmaya’ çalışıyor. Barış Bloku’nu sadece barış isteyenlerin birleşme zemini olarak değil beyhude bir çabayla HDP’yi CHP’ye yakınlaştırmanın, seçim ittifakı zorlamanın bir basamağı olarak görüyorlar. Bugün kitlesel bir barış hareketine ihtiyacımız var. Sloganı sadece barış olan ve bu savaşa tepki duyan geniş kesimleri bir araya getirebilecek bir hareket inşa etmeliyiz.