DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
540
28 Ekim 2015 2 TL. sosyalistisci.org
1 KASIM TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK BARIS, EYLEMİ
OYLAR HDP’YE
EL NİNO’NUN ŞİDDETİNİ FOSİL YAKITLAR BELİRLİYOR.
CLARA ZETKİN: BİR SINIF SAVAŞÇISI
YUNANİSTAN GENEL GREVE HAZIRLANIYOR sayfa 4
sayfa 8
sayfa 11
2
GÜNDEM
SAVAŞA, BASKIYA, SÖMÜRÜYE MİLLİYETÇİ CEPHEYE HAYIR! 1 Kasım seçimlerinde iki cephe var. Cephelerden birisi milliyetçi, cephelerden birisi Kürt düşmanı, cephelerden birisinde faşist parti var, cephelerden birisinde Ermeni düşmanları var. Bu cephede Suriye tezkeresine “Evet!” diyen partiler var. Bu cephe, bol keseden seçim vaatlerinde bulunan partilerden oluşuyor. Bu cephede AKP-CHP-MHP var. Bu militarist bir cephe. Evet, CHP bu militarist cephenin bir ortağı. Bizzat Kılıçdaroğlu, MHP’yle benzer vaatlere sahip olduklarını ve seçimlerden sonra koalisyon kurabileceklerini açıkladı. Bu cephenin Kürt sorununa yaklaşımı, “milli çıkarlar” söz konusu olduğunda benzeşmeye başlıyor. AKP “milli çıkarlar” için çözüm sürecini buzdolabına kaldırıyor, CHP, “milli çıkarlar” için Öcalan’la müzakere yürütülmesine karşı. MHP, “milli çıkarları” zedelediğini düşündüğü her şeye, Kürtlerin Türklük dışında bir kimlik edinmesine karşı. Bu cephe kendi çalıp kendi oynayanlar cephesi. AKP, 13 yıldır iktidarda. 2011 yılından beri giderek, Gezi direnşinden sonra ise tam gaz demokrasi karşıtı tüm uygulamaların odağı haline geldi. Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından rejimin değiştiğini iddia etti ve aslında değişmemiş olan rejimi iradi olarak değiştirme adımları atarak hukuksal düzeyde ve teamüller açısından demokrasi adına elde olan tüm kazanımların gerilemesine, dağılmasına ve siyasal istikrarsızlığın giderek siyasal krize dönüşmesine kapı araladı. MHP, AKP’yle birlikte Dağlıca’da çok sayıda askerin, ardından çok sayıda polisin öldürülmesinin ardından kitlesel linç girişimlerini örgütleyen parti. Milliyetçi cephenin partileri son iki seçim kampanyasında emekli maaşlarına zam yapma vaadi yarışmasında uzlaşmıyor görünse de aralarındaki fark, demokrasinin sınırlarını genişletip genişletmeme konusunda değil; fark, devlet iktidarını pekiştirme konusuda sahip oldukları yöntem farklılığında. AKP, tek başına, Erdoğan’ın fiili başkanlığında, MHP, tek başına faşist bir rejim inşa ederek, CHP bir koalisyonla “milli çıkarlara” dayalı devlet yönetimi hedefliyor. Milliyetçi cephenin üç partisi de bölücü. Üç parti de toplumda çeşitli kesimlere yönelik ayrımcılıkta anlaşıyor, anlaşamadıkları bu kesimlerin tanımı. AKP, AKP’ye oy vermeyen herkesi, MHP, Türk olmayan herkesi, CHP Kemalizmin “kutsal” ilkelerine biat etmeyen herkesi siyasetin dışına itmek istiyor. Bu siyasi fikirlerin hepsi, işçi sınıfının, toplumun ezici yoksul çoğunluğunu bölen fikirler. Fakat, 1 Kasım seçimlerinde bir cephe daha var. AKP-CHPMHP partisinin karşısında, milliyetçi olmayan, düşmanlık yaratmayı amaçlamayan, savaştan değil barıştan yana olan, yoksulların arasına yapay ideolojik duvarlar örmeyi değil yoksulların, Kürt ve Türk emekçilerin ittifakını, dayanışmasını koyan, HDP’nin temsil ettiği cephe. Bu cephe özgürlükler cephesi. Bu nedenle, “Oyumuz umuda, oyumuz HDP’ye” kampanyası, sadece bir seçim kampanyası değil. “Oyumuz umuda” kampanyası 1 Kasım’dan sonra milliyetçi, ulusalcı, devletçi ve savaşçı cepheye karşı dayanışmanın ve özgürlüklerin, direnişin ve mücadelenin, barışın ve eşit koşullarda kardeşliğin cephesine su taşımayı amaçlayan bir mücadele platformu olarak da görülmelidir.
AKP’YE OY YOK! AKP bir dönem, hem ekonomik büyümenin getirdiği istikrar atmosferiyle hem de demokrasi düşmanı darbecilerin onu gayrimeşru yollarla iktidardan devirme çabalarıyla, halkın yarısının desteğini alan, Ermenilere karşı ırkçılıktan Kürt sorununa bir dizi alanda reformlar yapmak ister gibi gözüken, devletin baskıcı geleneğiyle arasında farklar bulunan bir partiydi. Son birkaç yılda ise, AKP kendisini darbe tehdidinden kurtardığını hissettiğinden beri, gerçek yüzünü ortaya çıkardı. Sağcı bir burjuva partisi olan AKP, sürekli “millî irade” demesine rağmen, Tayyip Erdoğan’ın inisiyatifiyle 7 Haziran seçimleri sonucunda ortaya çıkan halk iradesini yok saydı, koalisyon yolları tıkandı ve 1 Kasım’da erken seçimlerin yapılması dayatıldı. Çözüm sürecini bozan parti Erdoğan ve arkadaşları, bu süreçte, Kürt halkına karşı yürütülen 30 yıllık kirli savaşı yeniden başlattı. Çözüm süreci “buzdolabına” kaldırıldı, fiili ateşkes durumu bozularak Kandil bombalanmaya başladı, Kürdistan’da birçok kent merkezi ablukaya alınarak “terörle mücadele” adı altında siviller katledildi. AKP artık devletin klasik reflekslerini
REWHAT Beyaz Toros
sahiplenen, Türk egemen sınıfı adına bu baskı mekanizmasını koordine eden, seçim çalışmalarından Ankara katliamı protestolarına polis şiddeti yoluyla devlet baskısını şiddetlendiren bir parti. AKP, Ankara katliamını PKK ile ilişkilendirmeye çalışan, failler IŞİD’li çıkınca “Canlı bombaları eylem yapmadan tutuklayamayız” diyen, 102 kişi öldükten sonra bile saldırıyı gerçekleştirenlerden çok saldırının hedef aldıklarını suçlayan, HDP’nin seçim beyannamesinin toplatılmasından Tahir Elçin’in “PKK terörist değildir” dediği için gözaltına alınmasına her türlü hukuksuzluğu kural hâline getiren sağcı bir parti. Yolsuzlukları aklayanların partisi AKP yolsuzlukları aklayanların partisi. Yolsuzlukları aklamak için bu soruşturmalara “kumpas” derken, bundan önce darbecilerin yargılandığı bütün davaları da “kumpas” ilan eden, Tayyip Erdoğan ağzından Harp Akademileri Komutanlığı'nda “Aldatıldık” diyen, “Oluk oluk kan akacak” diyen Sedat Pekerlerin desteğini alan parti. Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat, Kafes Eylem Planı, Poyrazköy davası, JİTEM davası… AKP bütün katillerin, derin devletin en kirli unsurlarının,
darbecilerin koruyucusu kollayıcısı olan parti. AKP, Kürtleri “beyaz Toroslar” ile tehdit eden, bu unsurları bildiği hâlde yakalayıp yargılamak yerine HDP’ye şantaj aracı olarak kenarda tutanların partisi. AKP, Suriyeli milyonlarca yoksulun kaderini Avrupa’nın efendileri ile altın tahtlarda oturarak “pazarlık eden” Tayyip Erdoğan’ın aparatlarından oluşan bir çıkar birliği. AKP, Soma’dan Ermenek’e madenleri ve tüm işyerlerini işçilere mezar hâline getiren neoliberal politikaların savunucusu. İşçilerin yüksek asgari ücret talebini patronlara şikâyet edenlerin partisi. AKP homofobik, AKP cinsiyetçi. Kadın cinayetleri AKP döneminde muazzam bir artış gösterirken partinin liderleri kadınları aşağılayan söylemlerini sürdürüyor. AKP ağacın, yeşilin, derelerin, gezegenin ve canlı yaşamının düşmanı; nükleerden ve kirli enerji politikalarından yana. AKP’yi 1 Kasım’da göndermek için Oyumuz Umuda!
GÜNDEM
ANKARA KATLİAMI: YETKİLİLER İSTİFA ETMELİ
İhmal çok sorumlu yok Bunca ihmal, devletin olaydan habersiz olmadığını ve katliama göz yumduğunu kanıtlar nitelikte. Başbakanlığı döneminde; 7 Haziran seçimlerinden önce HDP bürolarına bombalı paketler gönderilmiş, HDP’nin Diyarbakır’da yaptığı miting bombalanarak insanlar katledilmiş, Suruç’ta 33 genç ve en son Ankara’da 102 barış aktivisti yine canlı bombalarla öldürülmüş olsa da Ahmet Davutoğlu yerinde rahat görünüyor. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı Kobane
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
KÜRTLER NE YAPMALI? 7 Haziran seçimlerinin ardından çözüm süreci buzdolabına kaldırıldı. Kısa sürede savaş yeniden başladı. Büyük kayıplar veriliyor savaşta.
10 Ekim’de yaşanan Ankara Katliamı’nın ardından ortaya çıkan gerçekler, olayın basit bir IŞİD saldırısı olmadığını gözler önüne serdi. Katliamı yapan bombacılar aylardır devletin “arananlar” listesindeyken, ailelerinin defalarca uyarısına rağmen gözaltına alınsalar da basit kovuşturmalarla serbest bırakılmışlardı. Olayın yaşandığı gün Gaziantep’ten araçlarla Ankara’ya gelen canlı bombaların polisin yaptığı yol kontrollerinden de kolayca geçtikleri öğrenildi. Bu kişilere rehberlik yapan Yakup Şahin verdiği ifadede “camları filmli Focus marka araçla yapılan sıkı aramadan nasıl geçtiğini anlamadığını” söyledi.
3
Tüm eksiklerine rağmen çözüm sürecinin aynı zamanda bir çatışmasızlık süreci olması, savaşın başlamasıyla değerini, önemini artırdı. Çözüm sürecini beğenmeyenler, Kürt hareketinin nasıl olup da AKP’yle çözüm masasına oturduğunu sorgulayıp durdular. Bugünlerde, en keskin çözüm süreci karşıtları bile, “müzakereden”, “barıştan” söz etmeye başladı. Bu en azından olumlu bir tutum. “Bir musibet bir nasihatten iyidir” ne de olsa! Çözüm sürecini savunanlar, süreç mükemmel işlediği için, AKP’yi dünyanın en barışsever partisi olarak gördükleri için değil, Kürt halkının haklarının iadesi için çok önemli bir başlangıç noktası olarak çözüm süreci adı verilen hamleyi gördükleri için desteklediler gelişmeleri. Ortaya dökülen onca bilgi ve belgeye rağmen, katliama göz yuman tek bir devlet görevlisi bile tutuklanmadı.
protestoları sırasında yaşamını yitirenlerin sorumlusu olarak ilan etse de kurşunların devlet güçlerinin silahlarından çıktığını söylemeyen Davutoğlu, yıl-
lar sonra ilk kez ilan edilen sokağa çıkma yasaklarıyla gösterileri durdurabildi. Çözüm sürecinin Erdoğan tarafından bitirilmesiyle de HDP’ye karşı başlatılan
karalama kampanyası 7-9 Eylül günlerinde yerini ırkçı saldırılara bıraktı. Son olarak Ankara’daki katliamla bu sürecin en kanlı adımı atılmış oldu.
DAVUTOĞLU DERHAL GÖREVİ BIRAKMALI Ankara katliamının siyasi sorumlusu, bu siyasi koşulları yaratan hükümet ve onun Başbakanı Ahmet Davutoğlu’dur. Katliamın ardından yapılan göstermelik soruşturmalarla Ankara İl Emniyet Müdürü, İstihbarat Şube Müdürü ve Güvenlik Şube Müdürü’nün görevlerinden uzaklaştırılması hükümete yeterli görünse de başta “Güvenlik zafiyeti olduğunu düşünmüyorum” diyerek insan aklıyla alay eden İçişleri Bakanı Selami Altınok olmak üzere; gazetecilerin istifa etmeyi düşünür müsünüz sorusuna karşılık pişkince sırıtan Adalet Bakanı Kenan İpek ve MİT
HAFTANIN IRKÇISI
Müsteşarı Hakan Fidan da derhal istifa etmelidir. Başbakanlığı süresince bombalamalardan, katliamlardan, ölümlerden geçilmeyen Davutoğlu henüz hiçbir olayın sorumluluğunu almayarak kendini aklamaya çalışıyor. Bunu yaparken de AKP’li olmayan üyesi bulunmayan hükümetinden “Bildiğiniz gibi şu anda bir AK Parti hükümeti iş başında değil” diye bahsederek sorumluluğun AKP’de olmadığını kanıtlamaya uğraşırken gülünç duruma düşüyor.
Her şeyden öte, çözüm sürecini de Kürt hareketine akıl verme hastalığından hiçbir zaman kurtulamayacak olanlardan farklı olduğumuz için destekledik. Kürtlerin kararına saygı duymak, savaşanların ne zaman barışacaklarına da karar vermesini istemekten doğal bir tutum olamaz. Esasında olur, oluyor. Söz konusu olan Türkiye ise, ezilen halkın eğilimlerini görmezden gelen, her şeyin en doğrusunu bildiğini sanan ve Kürtlerin eğilimlerine notlar vermeyi, bu notları da demokrasi adına uyarılar maskesiyle gizlemeyi başaran, bunu alışkanlık haline getiren güçlü bir gelenek var. Bu geleneğin kökeninde, Kemalizmin yattığını düşünüyorum ama bu başka bir tartışma konusu. Önemli olan, çözüm süreci günlerinde Kürtlere sürece güvensizlik aşılamak üzere akıl verenlerin, süreç bitince, bir anda PKK’yi eylemsizlik kararı alması, silahları bırakması yönünde sıkıştırmaya başlamaları. Kendinizi Kürtlerin yerine koysanıza! Barış masasındayken, “böyle barış mı olur” diye çıkışıyor dost bildikleriniz, savaş başladığında da “savaşma, ateşkes ilan et” diyorlar!
kabul edilemeyeceği, müzakere değil mücadele edilmesi gerektiği anlatılıyor. Üstelik bu nefreti kusarken gerillalardan “Ermeni piçi” diye söz ediliyor.
ERMENİ NEFRETİ ÜZERİNDEN ÖLÜM İSTEYEN MHP
Ermeni soykırımının kanları üzerinde yükselen Türkiye devletinin en büyük korkusu, Ermeni soykırımı gerçeğinin ortaya çıkması. Çünkü bu takdirde yalanlar üzerine inşa ettiği devlet binasının çökeceğini ve bütün soykırımcılarla inkârcıların enkaz altında kalarak yok olacağını biliyor. Bundan ötürü günlük politikada birbirlerinden nefret ediyor gibi görünen partiler, Ermeni soykırımı söz konusu olduğunda inkârcılıkta derhal birleşiyor.
Faşist parti MHP’nin hazırladığı bir seçim afişi, ırkçı nefretin en billurlaşmış örneklerinden birini gözler önüne serdi. Afişte yüz binlerle ifade edilen Türk ordusunun beş bin gerilla karşısında mağlup olmasının
Türkiye devlet geleneğinin en güçlü sahiplenicilerinden olan faşist parti MHP, hazırladığı bu ırkçı/katliamcı/ kana susamış seçim afişiyle, haftanın ırkçısı olmaya hak kazandı.
Ne düşünürdünüz? En yumuşak şekliyle, “Ne kadar kibirli bu insanlar” dersiniz. Kürtlere akıl verenlere bir şey söylemek lazım ama. Kürtlerin aklınıza ihtiyacı yok! Gerçekten! Kürtlerin, desteğe ihtiyacı var. Kürt halkının, batıda yaşayan Kürt olmayan çoğunluğun desteğine ihtiyacı var. Kürtlerin ne için mücadele ettiğinin anlaşılır kılınması, devletin Kürtleri nasıl ezdiğinin teşhir edilmesi için Kürtlerin dışında güçlü bir sesin çıkmasına ihtiyacı var. Bu ses, Kürtlere akıl veren kibirden arınmış olmalı. Bu ses, gözlerini devlete dikmeli, devleti teşhir etmeli. Mütemadiyen Kürtlere “Şunu yap, bunu yapma” demekten derhal vazgeçmeli.
4
DÜNYA
SURİYE’NİN KADERİ MASADA
Geçen hafta Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısı için New York’ta bulunan Obama ve Putin bir araya geldi. Görüşmenin gündem maddeleri Suriye, Ukrayna ve İran nükleer anlaşması oldu.
YUNANİSTAN GENEL GREVE HAZIRLANIYOR
Toplantı çıkışında her iki lider de pek çok konuda ortak görüşleri paylaştıklarını söylese de aslında emperyalist güçler arasındaki rekabetin en üst düzeyde yaşandığı dönemlerin birisinden geçiyoruz. Her iki lider bu toplantıda da Suriye’nin geleceği konusunda anlaşamadığı gibi 23 Ekim’de Viyana’da yapılan ve Rusya, ABD, Suudi Arabistan ve Turkiye Dışişleri Bakanlarının bir araya geldiği toplatıdan da bir mutabakat çıkmadığı duyuruldu. Esadlı bir geçiş dönemi konusunda fikir birliğine varılmış gibi gorunse de bu geçiş sürecinde Esad’ın rolünün ne olacağı ve geçis sürecinin sona ermesinin ardından Esad’a nasıl bir pozisyon biçileceği konusu uzlaşmanın sağlanamadığı başlıklar gibi görünüyor. Ayrıca ABD geçen hafta Rusya’nın Suriye’den sonra Irak’a da müdahale etmesi ihtimaline karşı Irak yonetimini uyarmış ve Rusya ile işbirliği yapmaları durumunda kendilerinin Irak’tan ellerini tamamen çekeceklerini söylemişti.
İşçiler kredi açtıkları Syriza hüklümetine karşı mücadeleye atılıyor.
Yunanistan’da sendikalar emekli maaşlarına yönelik saldırılara karşı 12 Kasım’da genel grev çağrısı yaptı.
Türkiye ve Suudi Arabistan Esad’ın geçiş sürecinde ve sonrasında herhangi bir aktif rol oynamasına şiddetle karşı çıkarken ABD Esad’lı geçiş sürecine dair daha ılımlı bir yaklaşıma sahipken bu üç ülke de Rusya’nın Suriye’ye müdahalesine karşı çıkmıştı. Rusya ise 30 Eylül’de Suriye’de hava saldırılarına başlamış ve Salı günü Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı Moskova’da ağırlamıştı. Suudi Arabistan’ın muhalefeti nedeniyle Viyana’daki toplantıya katılmamış olsa da İran’ın da Rusya ile birlikte Esad’ın yanında tutum aldığı biliniyor. Rusya ayrıca rdun ile de anlaşıklarını ve Rus ve Ürdün ordularının Suriye’deki eylemlerini Amman’daki özel bir çalışma mekanizması üzerinden koordine edeceklerini duyurdu. KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse
RUSYA ANTİ-EMPERYALİST Mİ? Suriye bir süreden beri emperyalist rekabetin sahası haline geldi ve bu sahanın son günlerdeki en önemli oyuncusu Rusya oldu. Ancak Rusya’nın ABD emperyalizmine karşı antiemperyalist bir güç olduğunu düşünmek büyük bir yanılgı olur. Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte dünya artık iki kutuplu bir dünya olmaktan çıktı. Dünyadaki hegemonya mücadelesi artık sadece ABD ve Sovyetler Birliği ve bu ikisinin arkasında dizilen ülkeler arasındaki mücadele değildi. Artık bu hegemonyanın ikiden fazla talibi vardı. Bunların başında da Çin ve Avrupa geliyordu. Bu süreçte Sovyetler Birliği dağıldı ancak bu dağılmanın sonucunda oluşan yeni bölgelere kimin hakim olacağı ABD ile Rusya arasında hep bir mücadele konusu oldu. Üstelik bu mücadeleye Çin de dahil. 2002’de Prag’da yapılan NATO toplantısında NATO’ya eskiden SSCB’nin blokunda bulunan 7 devlet kabul edilmişti. Rusya ve ABD’nin karşı karşıya geldiği diğer krizler 2008 Gürcistan krizi, 2014 Ukrayna krizi oldu. Bu rekabet Balkanlarda da devam ediyor. Rusya da ABD
Bu grev hem özel sektör çalaışanlarının örgütlendiği GSEE’nin ve hem de kamu sektörü sendikası ADEDY’nin son bir yıldır birlikte katıldığı ilk genel grev olacak. Dört yıllık savaşın sonunda tam bir yıkıma uğrayan Suriye’de ortaçağ koşulları hakim.
Rusya ayrıca Suriye’de Kürtlerin ve rejim guçlerinin IŞİD’e karşı birlikte mücadele etmesi gerektiğini söyledi. Emperyalist rekabetin yeni alanı olan Suriye’nin kaderinin belirlenmesinde kimin dediğinin olacağı sadece Orta Dogu değil küresel hegemonya mücadelesi açısından önem taşıyor. Böyle bir mücadelede masada oturanlar ise kendi etki alanlarını daha da güçlendirmekle ilgileniyor. gibi bu ulkelerde üsler kurmayı ve askeri varlığını artırmayi planlıyor. Ancak askeri varlık açısından ABD’nin hala Rusya’dan kat be kat daha güçlü olduğu çok açık. ABD’nin savunma bütçesi Rusya’nın savunma bütçesinden hala 10 kat daha fazla. Bu arada Rusya insan hakları açısından da oldukça kötü durumda. Her türlü örgütlenme özgürlüğü kısıtlanmış durumda. 1991 yılndan bu yana yaklaşık 350 gazeteci mesleki faaliyetlerinden dolayı öldürüldü ya da kaybedildi. İnternete yasaklar getirildi. Eşcinselliğin propogandasının yapılması yasaklandı. Ayrıca uluslararası STK’ların ülke içindeki örgütlenmelerine de kısıtlamalar getirildi. Rusya şu anda tarihsel müttefiki Esad’ı bir kez daha kurtararak ve Orta Doğu’da daha aktif bir rol oynamak üzere hızlı adımlar atarak oyunun dışında kalmayacağını göstermiş oldu. Daha da önemlisi Çin de bu cephenin daha az görünür olan ama önemli bir parçası. Çünkü mesele sadece Suriye’de kimin dediğinin olabilecegi değil. Pasifikin hakiminin kim olacağından ticaret yollarının hegemonyasına kadar bir dizi küresel egemenlik mücadelesinin bir parçası şu an Suriye’de yaşananlar. Rusya’nın emperyalizmi ABD ya da Batının emperyalizmine tercih edilir bir emperyalizm değildir. Suriye’de ölen, göç etmek zorunda kalan, savaştan dolayı hayatları mahvolan insanlar hiçbirisinin zerre kadar umurunda değil. Onlar sadece emperyalist rekabetteki hegemonya alanlarını genişletmekle ilgileniyor.
Ayrıca liman işçileri de geçtiğimiz hafta Perşembe günü özelleştirmelere karsı üç günlük grev ve eylem cağrısı yaptı. İşçiler ve onları destekleyenler bir liman şehri olan Pire’de gosteri ve yürüyüş yaptı. Ayrıca öğretmenler de geçen hafta sendika ile eğitim bakanı arasında yapılan toplantıyıı basarak toplantıyı durdurdular ve kendi taleplerini bakana ilettiler. Çünkü işten çıkarmalar nedeniyle Yunanistan’da çok fazla sayıda öğretmen işsiz kaldı. Öğretmenler de daha fazla öğretmenin işe alınması için greve çıkmaya hazırlanıyor. Bu ayın başında binlerce işçi milletvekillerinin Başbakan Alexis Tsipras’in yeni kemer sıkma programına onay vermesini parlamento önünde gösteri yaparak protesto etmişti. Kesintileri destekleyenler Tsipras’in Eylül’de tekrarlanan seçimlerden sonra kazandığı ilk zaferi sevinçle karşıladılar. Solcu bir hükümetin, Yunanistan’a kredi verenlerin taleplerini, bugüne kadar bunu yapmakta başarısız olan sağcı hükümetlerden daha başarılı bir şekilde karşıayabileceğini umuyorlar. Ancak Tsipras 300 milletvekilinden olusan Yunan parlamentosunda sadece 154 milletvekilinin desteğini aldı. Bütün muhalefet partileri kemer sıkma programının aleyhine oy kullandı. Tabii ki neo-liberal partilerin bu programa destek vermemesi son derece pragmatik gerekçelere dayanıyor ancak aynı zamanda Tsipras’in zayıflığını da gösteriyor. Genel grev çağrısı ise Temmuz ayında yapılan referandumda kemer sıkma programına “hayır” diyen işşçilerin bugün de “hayır” demeye devam ettiğini gösteriyor.
RÖPORTAJ
5
1 KASIM’DA BARIŞIN SESİNİ YÜKSELTELİM Oyumuz Umuda kampanyası Ekim ayının başında farklı kesimlerden ve meslek alanlarından yüzlerce imzayla HDP’ye desteğini açıklayarak yola çıktı. Kendisini Antikapitalistler olarak tarifleyen aktivistlerin başını çektiği kampanya sokak standları, bildiri dağıtımları, sosyal medya eylemleri ve forumlarla seçim çalışmalarına devam etti. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a yönelik linç kampanyalarına karşı ‘Hepimiz Demirtaşız’ diyerek bir basın toplantısı gerçekleştirdi. Oyumuz Umuda HDP’den bağımsız olan ancak barışı kazanmanın tek yolunun 1 Kasım seçimlerinde HDP’nin zaferle çıkması olduğunu düşünenlerin kampanyası. Kampanya Türkiye’nin batısında barış isteyenlerin sesinin daha güçlü çıkmasını kolaylaştırmak istiyor. Sosyalist İşçi olarak aktivistlere Oyumuz Umuda kampanyasından beklentilerinin ne olduğunu ve seçimden sonra mücadelenin seyri hakkında neler düşündüklerini sorduk. BENGİSU GENCAY
Ben, bu yapıyı kampanyadan ziyade bir platform olarak görüyorum. Seçim öncesinde özellikle barış ve demokrasi alanlarında farkındalığın güçlendirilmesinin memleketteki en acil ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Bulutsuzluk Özlemi’nin dediği gibi: Acil Demokrasi! Her zamankinden yüksek sesle söylemeliyiz bunu. Özetle aslında biraz umutlanmak... Nefes almak... Yalnız olmadığımı hissetmek. Öncelikle hiyerarşinin hakim olmadığı bu yapının korunması gerektiğini düşünüyorum. Gündemimizi ise insan hakları, demokratikleşme, hukukun üstünlüğü belirlemeli. Kadın hakları, ifade özgürlüğü, çevre sorunları, çözüm süreci, yolsuzluk gibi konular temel eksenimizi oluşturmalı. İnsanları en çok ihtiyaç duydukları hisle, umutla buluşturmanın yollarını aramalıyız. Tabii bunun için önce kendimiz umutlanmalıyız. Umutlanmak için ise bir arada üretmekten güzel yol yok bence. FUNDA ATA
Oyumuz Umuda kampanyasının HDP’den bağımsız olarak, hükümetin savaş yanlısı politikalarına karşı küçük de olsa bir muhalif odak olmasını umuyordum. Beklediğim gibi de oldu zaten. Bu tür kampanyalar ne kadar çoğalır ve yaygınlaşırsa o kadar başarı şansımız artar bence. Eminim kendi çapımızda birilerini etkilemişizdir. Benzer konularda kampanya yapan diğer dostlara da moral desteği verdiğimize eminim. Şeçimler hemen hemen geçen seçimlere benzer şekilde sonuçlanacak. Matematik üç aşağı beş yukarı aynı olacağından kısa sürede savaş politikalarının sona ereceğini düşünmüyorum. Bir taraftan bu konuda bir şeyler yapmaya devam ederiz sanırım. Bir taraftan da Kasım ayı içerisinde gerçekleşecek G20 zirvesine yönelik kısa süreli de olsa bir kampanya yapmak gerekir. Sonrasına hep beraber karar vereceğiz. ALEV KARADUMAN
Oyumuz Umuda kampanyasını önemsiyorum ve bir fark yaratacağını umut ediyorum. Yeniden yaratılmaya çalışılan savaş ortamında, adaletin ve eşitliğin savunucusu olarak seçimlere giden HDP’nin, üzerindeki baskılar ve sorumluluklardan ötürü mümkün mertebe Turkiye’nin batısından ve bağımsız sivil inisiyatiflerden desteğe ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Oyumuz Umuda, HDP’ye yaptığı oy çağrısıyla bu misyonu üstlenmekte sorumluluk almış bir kampanya ve temennim tabii ki kampanyanın amacına ulaşması. HDP’nin geçen seçimde aldığı %13’ten yüksek bir oy ile parlemantoda temsil edilmesi. Seçimlere dair oluşan tabloyu iyi değerlendirmek gerekiyor. Seçim günü sandıklarımıza ve oylarımıza sahip
HDP’nin seçim kampanyası zorla engellendi. Oyumuz Umuda aktivistleri sokakta kampanya yürüterek Kürt halkına destek verdi.
çıkarak ve sonrasında da yasal süreçleri sağduyulu bir şekilde takip ederek seçimin adaletinden emin olmak, şaibe varsa ortaya çıkarmak için elimizden geleni yapmak düşer hepimize. Sonrasında ise muhtemelen bizi yine koalisyon seçenekleri bekliyor olacak. Oy verdiğimiz partiye hem güvenerek hem de objektif bakabilmek suretiyle bu sürecin geçmesi herkes için en sağlıklısı olur gibi. Umarım hepimizi güzel günler bekliyordur ve 2 Kasım Türkiye’nin içinde bulunduğu çıkmazlardan sıyrıldığı günlerin başlangıcı olur. AYŞEGÜL TOLGAY
Oyumuz Umuda kampanyasından beklentim, kararsız, kafası karışık ya da yılgın, umutsuz ama özgürlük, eşitlik ve barıştan yana herkesi beklentilerini karşılayacak tek partinin HDP olduğuna ikna ederek oy vermesini sağlamak. Sonrası için seçim sonuçlarına göre bir strateji geliştirmek gerekir. Seçimden sonra meclisi kapalı tutmaya devam etmeye yönelik tüm girişimler engellenmeli. Baskıyı, şiddeti, katliamları, kaosu kalıcı kılmak amacıyla sistemi kilitleyen, uzatan, tüm oyalama taktiklerine ve olası yeni seçim tekrarına, AKPMHP koalisyonuna karşı acil, gerçekçi, uygulanabilir çözüm önerileri geliştirmek için seçimi beklemeye bile gerek yok bence. Meclisin açılabilmesi ve güvenoyu talebiyle, ‘’yeniden cumhurbaşkanı seçimi’’ yaptırabilmek için yasal ortamı oluşturmak da benim iyi niyetli hayalim diyebilirim.
JALE YANIK
Kampanyadan beklentim, HDP’nin 7 Haziran seçimlerinde aldığı oyların ve insanların farkındalıklarının arttırılması. Yıllardır birçok alanda devam eden antidemokratik yapının değişimi için mücadele seçimden sonra da devam etmeli. FIRAT DOĞU GÜL
Kısa vadeli beklentim, rekabetin hâlâ güçlü olduğu ve küçük oy oranlarının bile milletvekili getirebileceği büyük şehirlerde HDP oy yüzdesinin artmasıdır. Bunun yanına uzun vadeli olarak da beklentim; HDP’nin başta sol olmak üzere, etnik kimlikten uzak ideolojileri de içine alan, en önemlisi Türklerin de bittabi oy verdiği bir parti olduğu gerçeğini seçmene yerleştirebilmektir. Bu sayede HDP’nin hitap ettiği seçmen kitlesinin genişlemesini umuyorum.Bu seçim sonrasında da kampanyanın bir hareket olarak devam etmesi, açık antikapitalist tabanına rağmen, liberaller, dindarlar gibi farklı ideolojilerden insanları da “vicdan” ve “umut” ekseninde HDP ile buluşturma çabası devam etmeli. HDP’nin kendi kampanyalarını açık başarı ile yürüttüğünü göz önünde bulundurursak, bizim yapmamız gereken HDP iletişiminin genel çatısı dışında kalan boşlukları doldurabilmek olmalı. Eğer ki büyük şehirlerdeki misyonumuzu tamamlayabilirsek, Anadolu’nun ikincil büyük şehirlerini ve sosyal gruplarını da hedefleyen açılımlar yapabiliriz.
6 BARIŞ
OYUMUZ UMUDA, OYU
1 KASIM’DAN SONRA M Tayyip Erdoğan’ın 7 Haziran’da ortaya çıkan halk iradesini beğenmeyerek dayattığı 1 Kasım erken seçimleri kapıda. Çoğu anket sonucu, 7 Haziran sonuçlarındaki tablonun ufak tefek değişikliklerle yeniden belirginleşeceğini söylüyor. 7 Haziran’dan sonra AKP liderleri, başkanlık olmadığı için kaosun başlayacağını söylüyorlardı. Bu tehdit gerçekleşti. Kürt halkına karşı savaş yeniden başlatıldı, çatışmalarda ve devletin kent merkezlerinde gerçekleştirdiği katliamlarda yüzlerce kişi öldü. Bunlara, Suruç ve Ankara’da patlatılan bombalarda ölenler eklendi. Erdoğan ve AKP, iktidara tutunmak için ülkeyi bir savaş alanına çevirdi. Ancak bu planları gene tutmuyor. Başkanlık hayalleri suya düşüyor. AKP yanlısı gazetelerde seçimlerle ilgili en iyimser tahmin “tek parti iktidarına uzak olunmadığı”. Geçici hükümet dönemindeki onca baskı, katliam ve hukuksuzluktan sonra, AKP yine tek başına iktidar olacak oya sahip değil. AKP’deki çatlak derinleşecek Üstelik, Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın son dönemdeki çıkışlarında görüldüğü gibi, bir süredir savaş politikaları etrafında birleşilmesiyle üstü örtülen AKP içindeki çatlaklar, oldukları yerde duruyorlar. Seçim sonuçlarına göre bu krizler büyüyebilir. Kamuoyu yoklamaları, “iç ve dış tehdit” hissiyatıyla AKP tabanında kenetlenme olduğunu, ancak yolsuzluktan Kürt sorununa, kibirden yoksulluğa birçok başlıkta Erdoğan’a oy veren emekçi kitlelerin içinde de büyük huzursuzlukların olduğunu ortaya koyuyor. Barış ısrarımız sürüyor Ne Suruç’taki ne de Ankara’daki katliam, ne Cizre’deki ne Silvan’daki devlet ablukası barış mücadelesini durdurabildi. Barış mitinginde patlayan bombanın ardından hem Kürt illerinde hem de Batı’daki birçok merkezde yüz binlerce kişi sokağa çıktı. Liseliler derslere girmeyerek eylemlere katıldı, üniversitelerde boykotlar yüzünden bazı okullarda dersler tatil edildi, DİSK ve KESK iki günlük grev yaptı, bütün şehirlerde kitlesel gösteriler oldu. Bombalar, barış için mücadele eden kitlelerde korku ve panik yapmayı hedefliyordu. Buna böyle büyük kalabalıklarla yanıt verilmesi, baskın hissiyatın mücadele etme ve barış isteği olduğunu ortaya koydu. “Her şeye rağmen barış” diyenler engellenemedi. Tayyip Erdoğan katliamın “DAEŞ, PKK, El Muhaberat ve PYD’nin kolektif saldırısı” olduğunu iddia ededursun, sokaklara çıkanlar “Katil Erdoğan”, “Katil AKP” ve “Katil devlet” diyerek faili yakaladılar. Oyumuz Umuda demenin önemi Tüm bu ortamda, sokaktaki bu direnme isteğini sandığa da taşımak, hükümetin ve egemen sınıfın Kürt sorunundaki üç aylık politikasının sürdürülebilir olmadığını hatırlatmak, savaş yanlılarına karşı barış isteğini artırmak için HDP’nin oylarını koruması ve artırması çok önemli olacak.
Batıdaki işçileri ve yoksulları kazanacak bir antikapitalist alternatifi nasıl yaratacağız? 2 Kasım’da solu bekleyen temel soru budur.
“Oyumuz Umuda” kampanyası bunu bilerek yola çıktı. “Terör” edebiyatıyla yükseltilen milliyetçiliğin karşısında, HDP’ye kazanacağımız her bir oy çok değerli. Her bir oy, Kürt sorununda çözümü ve eşitliği savunan, barışı savunan geniş kalabalıkların sesine güç katacak.
ANTİKAPİTALİSTLER MÜCADELEYE HAZIRLANIYOR
1 Kasım’dan sonra mücadeleye! Seçimlerden sonra Türkiye istikrara kavuşmayacak. Siyasi istikrarsızlığa ekonomik krizin eşlik etme ihtimali oldukça yüksek gözüküyor. “Oyumuz Umuda” diyen Antikapitalistler kampanyası olarak bizleri birçok alanda mücadeleler bekleyecek. Kürt sorununda devletin politikalarına karşı, ırkçılığa karşı, AKP’nin Suriye üzerinden savaş politikalarına karşı, yoksulluğa ve neoliberalizme karşı, Türkiye’de yapılacak G0 zirvesine karşı, Aralık ayında BM İklim Zirvesi’ne karşı protestoları örgütleyeceğiz. Bütün bu sürece moralli, güvenli ve daha kitlesel kampanyalar inşa edebilme perspektifiyle hazırlanmamız için de HDP’nin erken seçimlerde alacağı oyun yüksek olması büyük önem taşıyor.
Oyumuz Umuda diyerek sokaklara çıkan Antikapitalistler kampanyası, 1 Kasım’dan sonraki mücadele dönemine hazırlanıyor. Milyarlarca işçi ve yoksula karşı dünyanın efendilerini bir araya getiren G20 zirvesini protesto edip “Kâr değil insan” diyeceğiz. Daha sonra iklim değişikliği için dünyanın liderlerine karşı sokağa çıkacak küresel hareketin bir parçası olacağız. Yoksulluğa, işçi ölümlerine, kadın cinayetlerine, homofobiye ve ırkçılığa karşı faaliyet yürüteceğiz. Antikapitalistler, tüm bu başlıklarda mücadele eden aktivistleri bir araya getiren bir kampanya birliği. Bütün bu mücadelelerin deneyimlerini birleştirmeye, buradan AKP neoliberalizmine ve CHP kemalizmine karşı antikapitalist bir alternatif inşa etmeyi hedefliyor.
SEÇİMLER
OYUMUZ HDP’YE
A MÜCADELEYE!
7
GÖRÜŞ Roni Margulies
AİLE VAR OLDUKÇA, DEVLET VAR OLUR Beş altı yıl önce garajda şehirlerarası otobüsümün kalkmasını beklerken, çaycıyla sohbete daldık. Adam Kürt’tü, birbirimizi hemen anladık. Laf lafı açarken, dört çocuğu olduğunu, ama en az on çocuk yapacağını söyledi. Benim bunu biraz garipsediğimi anladı, “Harekete militan yetiştirmek gerek,” dedi, “onlar bizi azaltmaya çalıştıkça biz daha da çoğalmalıyız.” Bir şey diyemedim doğrusu!
Bu sabah AKP’nin seçim afişlerini görünce, aklıma önce çaycı sonra da Cumhurbaşkanı geldi. Seçilemeyeceklerini kendileri de biliyor, biz de biliyoruz, ama AKP seçilirse birinci çocuğa 300, ikinciye 400, üçüncüye 600 lira verecekmiş. 7 Haziran seçimlerinden önce otomotiv fabrikalarında başlayan grev ve direnişler, tabandaki mücadele isteğini açığa çıkarmıştı.
HEPİMİZ DEMİRTAŞ’IZ
AKP FAŞİSTLERLE KOALİSYON KURABİLİR
Oyumuz Umuda kampanyası, geçen hafta İstanbul’da bir basın toplantısı düzenleyerek, HDP eş başkanı hakkındaki kara propagandaya ve tehditlere karşı “Hepimiz Demirtaş’ız” dedi. Bunu, sosyal medyada profil fotoğraflarının “Hepimiz Demirtaş’ız” görselleriyle değiştirilmesi takip etti.
1 Kasım seçimlerinden sonra, büyük sermaye, 7 Haziran’dan sonra yaptığı gibi AKP-CHP koalisyonunun kurulması için bastıracak. Ancak AKP içindeki bir başka eğilim de MHP’li faşistlerle birleşerek ülkeyi yönetmekten yana.
Yapılan açıklamada, “Biz barış dedikçe öfkelenmeye başladılar. Öncelikle HDP’yi ve barış umudunu en etkili, toplumun tüm kesimlerinin vicdanına seslenerek dile getiren Selahattin Demirtaş’ı hedeflediler. HDP ve Demirtaş, aylardır süren bir kara propagandaya muhatap oluyor. Bu kara propagandanın temel özelliği, sadece yalana dayalı olması değil, düzeysiz olduğu bilinerek üretilen yalanlara dayalı olması. Ankara katliamında esas hedef HDP korteji olmasına rağmen, daha katliamın üzerinden beş dakika geçmeden, barış mitinginde buluşanların kendi kendisini bombaladığını söyleyenler, bu kara propagandanın sözcülüğünü yapıyorlar. Başbakan Davutoğlu Ankara katliamından sonra AKP’nin oylarının arttığını söyleyebiliyor! Vicdanları solmuş insanların, vicdanlı insanların sözcüsü olan Selahattin Demirtaş hakkındaki kara propagandasına geçit vermeyeceğiz” denildi.
Bu, önümüzdeki en büyük tehlike olarak duruyor. 7-8 Eylül’de tüm ülkede gerçekleştirilen faşist gösteriler, HDP bürolarına ve Kürtlere yönelik saldırı ve linç girişimleri, bu koalisyonun neleri beraberinde getirebileceğini gösteriyor. Eylül ayı başında AKP liderliği savaş politikalarıyla ve HDP’yi hedef hâline getiren söylemleriyle, Kürt işçilere saldırıları ve Kırşehir’de bir kitabevinin de yakılmasını içeren iki günlük ırkçı kalkışmanın
taşlarını döşemişti. Geçici hükümetten faşist saldırılara ciddi bir itiraz gelmediği gibi, saldırıların bir anda kesilmesi de devletin faşistlerin eylemleri üzerinde kontrol sahibi olduğunu gösteriyor. 1 Kasım’dan sonraki olası bir AKP-MHP koalisyonu, 7-8 Eylül’deki karanlık günlerin genelleşmesi anlamını taşıyacak. Baskının, saldırıların ve ırkçılığın tırmandırılmasına sebep olacak. Bu saldırılara yanıt, Ankara’da bombalanan barış mitinginde olduğu gibi, Türkiye işçi sınıfıyla Kürt halkının mücadelesini birleştirecek kitlesel ve yaygın kampanyalar inşa etmek olacak. Bunun yapılabilmesi için de 1 Kasım’da HDP’nin yüksek oy alması önemli bir başlangıç.
Dünyanın her yanında yoksullar zenginlerden daha çok çocuk yapar. Türkiye’de de böyle. Devletin yoksullara yardım etmesi doğrudur, iyidir. Bu yardımlar Batı ülkelerinde işçi sınıfının mücadelesiyle kazanılmış haklardır. AKP’nin vaat ettiği bu paralar ise, yoksullara yardım etmekle, sosyal haklarla filan ilgili değil. Neyle ilgili olduklarını geçen yıl katıldığı bir düğünde Cumhurbaşkanı şöyle anlattı: “Beypazarı’ndan bir amcamın bana tavsiyesi var, diyor ki; bir olur garip olur, iki olur rakip olur, üç olur denge olur, dört olur bereket olur, gerisi Allah Kerim... Biz milletimizi güçlü kılmak için daha çok genç nüfusa, dinamik nüfusa ihtiyacımız var. Muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak istiyorsak bu milletin güçlü olması lazım. Bu ülkede yıllarca bir doğum kontrolü ihaneti yaptılar ve neslimizi kurutma yoluna gittiler.” Önceki yıl da Aile ve Sosyal Politikalar Zirvesi’nde Erdoğan, “Hazreti Adem ve Hazreti Havva ile başlayan” aile kurumunun önemine dikkat çekerek, “Aile var oldukça, millet var oldukça, devlet var olur. Aile var oldukça sağlıklı nesiller var olacak, iyilik var olacaktır. Aileye yönelik her saldırıyı doğrudan insanlığa bir saldırı olarak görüyoruz” dedi. Özetlersem, mesele insana yardım etmek değil, devleti güçlendirmek. Kalabalık olalım da Türk devleti dünyaya meydan okusun! Hep birlikte saldırdık mı kimse devletimizin önünde duramaz! Şu aralar devletin özellikle saldırmak istediği yerler Kuzey Suriye ve Güneydoğu Türkiye. Aksi gibi, Kürtlerin çoğu üç çocuk değil on çocuk yaptığı için olsa gerek, devlet bu saldırılarda henüz bir başarı kazanabilmiş değil.
8
GELENEK
CLARA ZETKİN: BİR SINIF SAVAŞÇISI ücretleri ve kötü koşullarına rağmen, kadınların kollektif direniş potansiyellerinin artığını görmüştür.
JUDİTH ORR
Clara Zetkin bir devrimci, bir Marksist ve sosyalizm ve kadın özgürlüğünün cesur bir savaşçısıydı. Kadın haklarını savunduğundan ve savaşa hayır dediğinden, pasifist ve feminist olmakla suçlandı. Ancak bu yaftalamalar onun devrimci Marksist kişiliğini yanlış yansıtıyor. İngiltere’de yayınlanan iki yeni kitapla bu yeniden gündeme getirilecektir. Bu kitaplar Zetkin’in yazıları, konuşmaları ve mektuplarından seçkilerden oluşuyor.
Zetkin 25 yıldan uzun sure Gleichheit (Eşitlik) isimli bir kadın işçi dergisinin editörlüğünü yapmıştır. Bu dergi 1913’te 112.000 kopya satmaktaydı. Aynı dönemde SPD’ye katılan kadın sayısında cok ciddi bir artiş yaşandı; 1905’te 4.000 iken, 1913’te 141.000’in üzerine çıktı. Zetkin bu yayını kadın işçilerin en militan ve politize olanlarına ulaşmak için bir yol olarak görüyordu. İşçi sınıfı içinde devrimci bir liderlik inşa etmek istiyordu. Bu SPD’nin reformist kanadında gerilime neden oldu, Zetkin’in yayını kadınların çoğu için “cok zor” hale getirdiğini ileri sürdüler. Bir moda eki çıkarmasını ve yemek tarifleri yayınlamasını istediler.
Bu derlemeler, Zetkin’in Marksist geleneğe katkılarının ve kadın hakları mücadelesi başta olmak üzere, döneminin tartışmalarının kısa bir kesitini sunmanın yanı sıra, ayrıca, Zetkin’in yazıları ve konuşmalarının ne kadar keskin olduğunu ve düşmanları ile dalga geçmek için mizahı nasıl kullandığını da gösteriyor. Zetkin 20 yaşından itibaren 19. yüzyılın sonlarındaki Alman sosyalist hareketine kök salmıştır. Bununla beraber, son yüzyıla girmemizle birlikte uluslararası bir figür haline gelmiştir. En baştan beri bir aktivisttir, siyasi sürgünde olduğu 10 yılın dışında yetişkin hayatının tümünü Almanya’da sosyalist hareketin inşası için çalışarak geçirmiştir. Zetkin kendini Marksist olarak tanımlayan kitlesel sosyalist Alman Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) üyelerinden biriydi. Reform Ancak partide hem Zetkin ve Rosa Luxemburg gibi devrimciler hem de sistemi yalnızca düzeltmekle yetinmekten yana olan reformistler yer almaktaydı. Zetkin 1918’den itibaren Alman Devriminin ön saflarında yer aldı. SPD işçi sınıfına önderlik etme testinde yenildi ve bunun üzerine partideki devrimci azınlık partiden ayrıldı. Zetkin, Luxemburg’la birlikte Birinci Dünya Savaşı’nın emperyalist yıkımına karşı mücadele eden azınlıkta yer aldı. SPD liderliğinin büyük çoğunluğu ise, utanç verici bir şekilde, Alman devletinin savaş girişimlerini destekledi. Zetkin’in aktif yıllarının erken dönemini, 1890’larda Almanya anti-sosyalist kanununa karşı illegal örgütlenmeye harcadı. Kadınların erkeklerle birlikte siyasi örgütlenmelerde bulunmaları ve topluluk önünde konuşmaları kanunla yasaklanmıştı. SPD bu kanunun çevresinden dolaşmanın bir yolunu buldu. Sosyalist kadınlar ‘eğitim’ sınıfları adı altında siyasi gruplar oluşturdular. Bu gruplar işçi kadınları siyasi örgütlenmeye çekmekte o kadar başarılıydı ki, SPD kanun değiştikten sonra da bu grupları devam ettirdi. SPD üyelerinden olan Louise Zietz kadınların topluluk önünde konuşmalarını yasaklayan kanunu nasıl aştıklarını anlatırken şöyle demişti: ‘Bir erkek yoldaş 10 dakika konuşurdu, sonra ben dinleyiciler arasından tartışmaya katılırdım ve bir buçuk saat konuşurdum.’ Zetkin genellikle Uluslararası Kadın Günü’nün kutlanmasını öneren kişi olarak bilinir. Bu gün kadın işçilerin oy kullanma ve eşit ücret mücadelelerini kutlama fırsatı olarak ön görülmüştü. Zetkin’in kadınların kurtuluşuna adanmışlığı, Kadın Kurtuluş Hareketinin yükselişe geçtiği 1960 ve 1970’lerde aktivistlere üzerinde yükselebilecekleri bir potilik miras sunmuştur. Zetkin’in baskı ve sınıf konusundaki görüşlerini yanlış anlayanlar onun feminist olduğunu idda
Zetkin bunları kabul etmedi ve kadın aktivistlerin basit bir dile ihtiyacı olmadığını öne sürdü. “Kadınların beyinlerinin daha küçük olduğu veya güya doğal olarak anneliğe yatkın oldukları” gibi ön yargıların kadınları “entellektüel iş gücünün” dışında bırakmasına öfke duyuyordu.
etmistir. Zektin sınıfı toplumu bölmenin anahtarı olarak görüyordu. Bugün aktivistlerin zenginlere “yüzde 1” demelerine benzer şekilde, Zetkin Alman toplumundaki “üst sınıftan 10.000 kişi” ile ilgili yazmıştır. Bununla beraber, sınıf baskısının toplumu hem böldüğünü ve hem de bununla şekillendirdiğini anlamıştır. Bu sınıftan olan ve “mülkiyetinin verdiği yetkiye dayanarak birseyselliğini özgürce geliştirebilecek - istediği gibi yaşayabilecek” bir kadının çelişkilerini ortaya koymuştur. Ancak bu kadın yine de bir eş olarak kabul edilir ve “yasal olarak erkeğe tabidir”. Zetkin, yalnızca “kendi sınıfının erkekleri” ile eşit olmak için mücadele eden ayrıcalıklı kadınları çok keskin bir şekilde eleştirmiştir. Ancak bu, bu kadınların altında oldukları baskıyı görmediği anlamına gelmez. Varlıklı kadınlar için “oyuncak bebek evinde oyuncak bebekler gibi yaşamaya calışan, ancak modern kültürün gelişiminde bir rol oynamak isteyen eş” diye yazmıştır. “Ve kent soylu feministlerin savaşlarının hem ekonomik hem de entellektüel-ahlaki tarafları tamamen makuldur.” Yanılsamalar Ancak Zetkin’in bu kadınların çıkarları ile işçi kadınların çıkarlarının aynı olduğuna dair bir yanılsaması yoktur. Kadınların kurtuluşu sorununun tek başına meydana gelen izole bir sorun değil, “daha büyük toplumsal sorunların bir bölümünü oluşturduğunu idda etmiştir. “Kadınların ve tüm insanlığın kurtuluşu ancak iş gücünün sermayeden kurtulmasıyla mümkün olacaktır.” Zetkin kapitalizmin temeli olan sömürü sistemininin baskının temel nedeni olduğunu ileri sürmüştür. En önemlisi “makineler kas gücüne gereksinimi ortadan kaldırmıştır ve her yerde kadınlar erkeklerle aynı işi üretebilir. ” Bu nedenle, 20. yüzyılın başında kadınların işş gücüne kitlesel katılımlarını sevinçle karşılamıştır. Sınıfı bir bireyin acı çekmesinin nedenlenlerinden biri olarak görmemiştir. Düşük
Zetkin SPD’deki devrimci Marksist azınlığa katılıp derginin kontrolünü kaybedince, dergide yemek tarifleri ve elbise modelleri yayınlanmaya başladı. 1917’de editörlükten alındığında, partisindeki savaş öncesi çoğunluğa karşı gelmeye devam etti. “Sessiz kalmak vakarsız bir ödleklik yaklaşımı olarak kabul edilecektir” diyordu. Alman Devriminin yenilgisinden ve Rusya’da Stalinizmin yükselişinden sonra, Zetkin bir daha aynı rolu oynamadı. Zayıf Kötü sağlığı nedeniyle Sovyet Hastanelerinde çok fazla zaman geçirdi.1932’de, Hitler gücünü eline almadan yalnızca birkaç ay önce, kısa bir süre politik sahnede söz sahibi oldu. 30 Ağustos’ta saklanmaktan vazgeçti ve sağlığının iyi olmamasına, kör olmasına ve Nazilerden gelen ölüm tehditlerine rağmen, Berlin’e döndü. Eski bir milletvekili olarak, parlemontoyu toplama hakkı vardı ve bu hakkı kullanmaya kararlıydı. Ambulanstan bir seydeyle alındı, Nazi göstericileri geçti ve kürsüye çıktı. Ancak bir saatten fazla bir süre konuşamadı. Birçok Nazi üyenin önünde faşistlere saldırdı ve faşizme karşı birlik cağrısında bulundu. Kadınların müdaceleye dahil edilmesini de çağrısına ekledi. Konuşmasını şöyle sonlandırdı: “Hastalığıma rağmen, Sovyet Almanya’nın İlk Meclis Kongresi’ne en yaşlı üye olarak katılma mutluluğuna erişmeyi diliyorum.” Ancak böyle olmadı, Zetkin sonraki yıl öldü. Sosyalist hareketin baskı ve emperyalizme baş kaldıran devlerinden biriydi. İşçi sınıfını sistemi değiştirebilecek, toplumu dönüştürebilecek bir sosyal güç olarak görüyordu. Tespitlerinden bazıları modern okuyucuyu sarsacaktır. Hatta bazı yerlerde sosyalizmin kadınları daha mutlu eş ve anneler yapacağını yazmıştır. Ancak bugün de değerli olan anlayışıyla dönemindeki bir çoklarının cok daha ilerisindeydi. İşçi sınıfının “ulusal veya mesleki ayrım olmadan, birlikte” savaşması halinde daha güçlü olacağını, “cinsiyet ayrımı olmadan birlikte mücadelenin kurtuluş getireceğini” görmüştür.
SINIF MÜCADELESİ
İŞYERLERİNDE MÜCADELE VAR!
9
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
EMEKÇİLER KİTLESEL EYLEMLERE DEVAM ETMELİ 10 Ekim’de Ankara garı önünde gerçekleşen katliam, sadece Kürt halkına, HDP kortejine değil, aynı zamanda işçi sınıfına da yöneliktir. Katliamı düzenleyenler işçilerin kitlesel miting yapma yeteneğine saldırıda bulunmuş oldular. Mitingin çağrıcısı dört emek örgütü DİSK, KESK, TMMOB ve TTB şimdiye kadar pek çok kritik dönüm noktasında işçi sınıfının önünü açan eylemlere önderlik ettiler, o eylemlerin çağırıcısı oldular. Memurlara sendika hakkı için mücadelede, sağlıkta özelleştirmelere karşı eylemlerde, Taksim’in 1 Mayıs kutlamalarına açılması için verilen mücadelede, 2003 yılında “Irak’ta Savaşa Hayır!” demek için düzenlenen gösterilerde, iş cinayetlerine karşı mücadelelerde hep bu dört örgütün öncülüğü söz konusu oldu.
Bolu İzzet Baysal Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi çalışanları grev yaptı, kazandı.
n Rize’nin Çayeli ilçesine bağlı Madenli beldesindeki Çayeli Bakır İşletmeleri'nde çalışan 320 işçi, 30 Ekim’de başlayacak grev öncesinde eylem gerçekleştirdi. n Türkiye’deki tüm hastanelerde devam etmekte olan gelir adaletsizliğini ve performans sistemini protesto eden Bolu İzzet Baysal Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi çalışanları, iki günlüğüne greve çıktı. n Ümraniye’den Gamak Motor işçileri, patronun %8’lik zam teklifini kabul etmeyerek 17 Ekim’de greve çıktı. n İnşaat-İş Sendikası, 3 aydır ücretini alamayan 18 işçi ile birlikte bugün Aydınoğlu İnşaat önünde direnişe geçti. İşçilerin direnişi sonucu firma yetkilileri geri adım attı. Karşılıklı imzalanan protokol sonucu işçilerin eylemi kazanımla sonuçlandı. n İzmir’de Selçuk Belediyesi’nde Ankara Katliamı’nı lanetlemek için greve çıkan emekçilere soruşturma açılması, yapılan eylemle protesto edildi. n Şişecam işçileri, şirketin Mersin'deki fabrikalarında hayata geçirilecek işçi kıyımını önlemek için online imza kampanyası yaparak destek topluyorlar. n DİSK Genel İş Dersim Şube Eşbaşkanı Erkan Yılmaz'ın PKK gerillalarının 4 Eylül'de Merkez Polis Karakolu'na yaptığı eylem sonrasında yaralılara yardım etmek istediği için tutuklanması emekçiler tarafından protesto edildi. n Türk-İş’e bağlı TES-İŞ Sendikası üyesi enerji işçileri, TEİAŞ ile imzalanan toplu iş sözleşmesi sonrasında birçok ilde sendikadan istifa etmeye başladı. n Gebze’de bulunan Amerikan firması IFF’de direnişte MARKSİZM TARTIŞMALARI Volkan Akyıldırım
TEK YOL DEVRİM Önceki üç seçimde olduğu gibi 1 Kasım’da da HDP’nin barış ve demokratik çözümü getirecek zaferi için mücadele ediyoruz. Ancak derinleşen politik krize emekçi sınıfların lehine bir çözümü içeren yanıt ve köklü bir değişim sadece parlamenter mücadele ile gelmez. Unutmamak gerekir. Bu devlet Erdoğan ve AKP iktidarda olmadan önce Kıbrıs’ın kuzeyini işgal etmiş, Kürtlere karşı savaşmış, NATO’nun bir parçası olarak sağa sola işgal birlikleri yollamıştı. Cumhuriyet kurulduğu günden bu yana hükümetler değişse de meclis her zaman devletin çıkarlarının uygulayıcısı oldu. Burjuva demokrasisinde parlamento, egemen sınıfın şid-
olan işçiler, ABD Konsolosluğu önünde protesto eylemi yaptı. n DİSK Dev Sağlık-İş sendikası üyesi ve SHÇEK çalışanı 9 işçi, işten atmaya karşı Cağaloğlu’ndaki Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü önünde eylem başlattı. n Serapool işçilerinin direnişi 140. gününde. n Çerkezköy'de kurulu B/S/H Ev Aletleri Sanayi’de Türk Metal’den kurtulmak istedikleri için işten atılan işçilerin işe iade davası öncesinde adliye önünde eylem yapıldı. n İzmir AOSB’de bulunan Senkromeç’te üretimin durdurulmasının ardından patron gasp ettiği ücretleri ödemek zorunda kaldı. n 46 işçinin işten atıldığı Kocaer Metal Fabrikası önündeki direniş, birinci ayını doldurmak üzere. n BTS İstanbul 1 No’lu Şube, Ankara katliamında hayatını kaybeden üyeleri için Haydarpaşa Garı’nda başlattıkları “Saygı nöbeti”ni düzenlenen basın açıklaması ile sonlandırdı. n DİSK Gıda İş’e üye oldukları için işten atılan 55 Divan Turizm işçileri, direnişlerinin 250. gününde fabrika önündeki eylemi sonlandırma kararı alarak ‘Mücadelemizi sürdüreceğiz’ dediler. n İzmir’de Alsancak Devlet Hastanesi Baş Hekimliği önüne siyah çelenk koyan hastane çalışanları, başhekimin mobbing uygulamalarını protesto etti. n Ege Serbest Bölge’de kurulu bulunan SF Deri’de DERİTEKS Sendikasına üye oldukları için işten atılan 14 işçiyle ilgili anlaşmaya varıldı, direniş sonlandırıldı. det aygıtı devletin bir parçasıdır. “Milletin egemenliği” ucuz bir yalandır. Şu ya da bu egemen sınıf partisinden seçilerek meclise giren milletvekilleri dört boyunca halkın denetiminden uzaktır. Parlamentolarda halkın egemenliği ancak dışarıda kitlesel mücadeleler varolduğunda, bunlar kazandığında belirir. Kürtlerin mücadelesi buna örnektir. Yakın zamana dek bırakın meclisi, herhangi bir yasal alanda mücadele etmeleri devlet şiddetiyle engellenen, bütün partileri kapatılan ve temsilcileri hapse atılan Kürtler aşağıdan mücadeleyle varlıklarını ve taleplerini gündeme getirdi. Türkiyeli barış yanlılarının da desteğini kazanan HDP, Kürdistan’da parlamenter alanın dışında verilen kitlesel mücadelelerinin ürünüdür. Büyük yığınlar henüz devrim fikrinden uzak, çözümü parlamentodan beklerken, sosyalistler bu gerçeği veri olarak kabul eder. Parlamenter alanda da mücadele yürütürüz. Seçimlerde işçilerin ve ezilenlerin lehine olan en iyi se-
Bugün bu katliamın hesabını sormak için geri çekilme değil, işçi sınıfının acil sorunları için harekete geçme zamanıdır.1 Kasım seçimlerinden sonra işçi sınıfı için daha zorlu bir mücadele dönemi başlayacaktır. 7 Haziran seçimleri sonrası burjuvazi bir hükümet oluşturamadığı için aslında beş aydır işçi sınıfı görece rahat bir dönem geçirdi, örneğin parlamentodan işçi sınıfı aleyhine bir yasa çıkaramadılar. Yeni bir seçim yapmak zorunda kaldıkları için tüm burjuva partiler emekçi kesimlere bazı sözler vermek zorunda kalıyorlar. Mesela asgari ücreti yükseltme konusu hepsinin ortak söylemi. Ayrıca emekli maaşlarını iyileştirmek ve banka faizlerinin yükünü azaltacak öneriler sunmakta adeta yarışıyorlar. Patronlar ise şimdilik burjuva partilerin bu seçim vaatleri yarışına müdahil olmuyorlar. Ama 1 Kasım seçimlerinden sonra eğer bir hükümet kurabilirlerse, siyasetçisi ve patronu ile tüm burjuva kesim bütün bu seçim vaatlerinin etkisini yok edecek yeni bir saldırı programını yürürlüğe koyacaklar. Ayrıca Kürt halkına karşı yürütülmekte olan savaşın da daha tahrip edici bir boyuta yükselmesi sürpriz olmayacak. İşte bu nedenle işçi sınıfı seçim sonrası ekonomik, demokratik hakları için zorlu bir mücadeleye hazır olmalıdır. Tüm bu gelişmelere karşı işçi sınıfının elindeki en önemli silah kitlesel eylem yapmaktır. Emek örgütleri ve emekçiler katliam sonrası protesto eylemlerine kitlesel katılımlar sağlayarak katliamın korku yaratma boyutunu kırmada başarılı oldular. Bundan sonra da emekçiler kitlesel eylemlere ara vermeden devam etmelidir. Gün geri çekilme değil, mücadeleyi yükseltme zamanıdır. çeneğin kazanması için çalışırız. Sandıklar kapandıktan sonra dönüp emekçi sınıflara gerçeği anlatırız. Devlet, çoğunluğun bilinçli eylemi olan bir devrimle yıkılmadan yeni bir topluma geçilemez. Devrim sadece “teknik” olarak egemen sınıfın şiddet aygıtı devletten kurtulmak için değil, böylesi bir eyleme girişen kitlelerinin kendi kendilerini de değiştirebilmesi , eski toplumun fikir, gelenek ve tortularından kurtulabilmesi için de gerekli. 1 Kasım’da sandıkta HDP’ye oy vereceğiz. HDP’ye verilen her oy batıdaki işçi sınıfında hakim olan milliyetçi fikirleri geriletecektir. Kürtlerin kurtuluşu, Türkiye işçi sınıfının devlete karşı mücadelesine de uygun zemini hazırlayacak. 2 Kasım’dan itibaren hayatın her alanında devrimci mücadeleyi yükseltip, sosyalist alternatifi inşa edeceğiz. Batıdaki işçi sınıfı için antikapitalist bir alternatif yükselmeden bize kurtuluş yok.
10 MEKTUP
ELİNİZİ, DİLİNİZİ, AKLINIZI BEDENİMİZDEN ÇEKİN İşyerinizdeki, okulunuzdaki, haksızlıkları, mücadelenizi bize yazın yayınlayalım sosyalistisci@gmail.com Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey
Kadına yönelik ayrımcılığın gündelik hayatta birçok farklı şekilde dışı vurumu gerçekleşebiliyor. İlk aklımıza gelenler sözlü ve fiziksel taciz, espiriler, kadınların “erkeklere ait” görülen alanlara dair becerileri gibi. Fakat geçen hafta maç sırasında bir taraftar grubunun diğer taraftar grubunu aşağılamak üzere cansız bir kadın mankenine karşı takımın formasını giydirip tribünde yakması son zamanların ilginç dışa vurumlarından biri oldu. “Erkek alanı” olarak görülen yerlerde ahlakçı, ayrımcı, homofobik dili her zaman daha çok bulmak mümkün. Stadlar ise bir güruhla birlikte hareket etmenin rahatlığını ve güvenini verdiğinden en prolemli yerlerden bir tanesi. Bu konuda hem Türkiye’de hem dünyada birçok kampanya başlatıldı. Kimi ülkelerde cinsiyetçi, ayrımcı, ırkçı küfürler, slogan ve davranışlar cezalandırılıyor. Ancak ne yazık ki cin-
dele de gündelik hayatın içinde, her an verilmesi gereken bir mücadele. Örneğin; stadlarda özgürce küfür edip kadın manken yaktıktan sonra, bunu yapanların kadınlar ile ilişkilerine kaldığı yerden devam etmemesini, edememesini sağlayacak bir mücadele. Erkeklerin kadın bedenini bir aşağılama aracı olarak kullanamamasını, bedenimizi espiri malzemesi yapamamasını sağlamak için verilen bir mücadele. En önemlisi de bu konuda inatçı ve kararlı bir mücadeleyi ayrım yapmaksızın vermek gerekir. Yani devlet makamlarına, ‘dışarıdakilere’ karşı sergilediğimiz tutumu evde aile bireylerine, sevgililerimize, kocalarımıza, arkadaşlarımıza, yoldaşlarımıza karşı da sergilemekten ve taviz vermemekten başlayacak bir mücadele cinsiyetçiliğin hayatımızdan silinmesi için büyük bir adım olacaktır.
siyetçiliğin stadlardan, ekranlardan, kürsülerden ve sokaklardan silinmesi kolay değil. Cinsiyetçilik ve ayrımcılık her gün, sistemin her aracı tarafından, hayatın her alanında tekrar tekrar üretiliyor. Bu yüzden cinsiyetçiliğe karşı müca-
TOPLANTI DUYURULARI 29 Ekim Perşembe 19:00 ‘ÖZGÜRLÜKLER ÜLKESİNDE’ GEÇEN HAFTA: TAHİR ELÇİ’DEN PERİNÇEK’E TÜRKİYE’DE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
Şişli Konuşmacı: Şenol Karakaş Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey Üsküdar Konuşmacı: Roni Margulies Daimler Pastanesi Tunusbağı Cad 46/b
Ayşe Demirbilek - İstanbul
1915 SOYKIRIMDIR AİHM Büyük Daire’nin ‘Perinçek-İsviçre’ davasında verdiği kararın ardından Türkiye Devleti ifade özgürlüğü ‘şenlikleri’ başlattı. Şenlikler kapsamında bir hafta içinde ‘PKK terör örgütü değildir’ dediği için Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi gözaltına alındı, Kürtçe şarkı söyleyen Selim Serhed öldürüldü. AKP Ergenekonla uzlaştığından beri Talat Paşa Komitesi’ni ihya edenler, Hrant Dink’i hedef gösterenler, Ermeni halkına düşmanlığı örgütleyenler yeni meşruiyet alanları kazanıyor. AİHM’in 1915 Ermeni soykırımını inkâr eden Perinçek’in İsviçre’de sarf ettiği sözleri ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmesi inkârcılıkta birleşenleri coşturdu. Dışişleri Bakanlığı “demokrasi, ifade özgürlüğü ve insan hakları açısından, ayrıca, devletimizin 1915 olaylarına ilişkin son yıllarda sabır ve suhuletle sürdürdüğü politika bakımından önemli bir hukuki kazanımdır” dedi. Kılıçdaroğlu Perinçek’e minnettarlığını bildirdi. Böylece hepimiz Türkiye’de ifade özgürlüğü ve insan haklarının birincil öncelik olduğunu öğrendik. Ancak mahkeme kararını 1915’te soykırım yaşanmadığına dair kanıt zannedenler yanılıyor. AİHM
24 Nisan 2015, Taksim’de Ermeni soykırımı kurbanları anması.
SOSYALİST İŞÇİ’Yİ DÜZENLİ OKUMAK İÇİN BİZİ ARAYIN
1915’in soykırım olup olmadığına dair herhangi bir karar vermedi. Kararda ‘soykırım yoktur’ denmiyor. Ancak yine de söz konusu karar Türkiye’deki ırkçı, inkârcı tezlere kazandırılan meşruiyetin buradaki Ermeni toplumuna dair
nefreti körüklediğini ve Ermenileri hedef haline getirdiğini görmezlikten geliyor. İnkârın son bulması, soykırımın kabul edilmesi için verilen mücadele çok önemli.
özgürlüğü konusundaki iki yüzlülüğe son verecek olan şey de özgürlük, barış ve demokrasi için verilen mücadeleyi büyütmekten geçiyor.
Türkiye Devleti’nde ve sağda ifade
Zehra Eren - İstanbul
Ankara 05324750150 Sincan: 05397440268 İstanbul Beyoğlu: 05368474650 Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099 Kadıköy: 05334479709 Üsküdar: 05075550272 İzmir 05544602111 Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445 Üniversiteler 05397980171 ARŞİV: www.sosyalistisci.org
11
GÜNDEM
EL NİNO’NUN ŞİDDETİNİ FOSİL YAKITLAR BELİRLİYOR
ÖNE ÇIKAN Çağla Oflas
ALTIN TAHTTA KİRLİ ANLAŞMA Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya akınını engellemek için Türkiye’yi “tampon bölge” yapmak isteyen AB yetkilileri harekete geçti. Bürüksel zirvesinin hemen ardından Türkiye’yi ziyaret eden Almanya Başbakanı Merkel, Erdoğan’la Suriyeli mülteciler üzerine pazarlık yaptı. Merkel, Türkiye sınırları içerisinde bulunan iki milyon Suriyeli mülteinin tutulması karşılığında Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişini hızlandırmayı, vize muafiyetini değerlendirmeyi ve 3 milyar Euro civarında mali yardımda bulunmayı önerdi.
Demokrasi pazara kadar İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne en geniş çaplı mülteci akımıyla karşı karşıya kalan Avrupa’nın egemenleeri “sorunun” bir parçası oldukları savaşın sonuçlarıyla yüzleşmek yerine, mülteci haline getirilmiş milyonlarca insanın seyahat özgürlüğünü kısıtlamak peşinde.
Esad’ın ve IŞİD’in zulmünden kaçan mil-
yonlarca Suriyelinin ayak sesleri Avrupa kapılarına dayandığında panikleyen Avrupa hükümetleri, 160 bin kişilik mülteci kotası planını açıkladı. Günden güne artmakta olan mülteci akınına karşı yükselttikleri duvarların yetersizliğini gören Avrupa ülkeleri lierleri “güvenliksiz bölge” ilan ettikleri Türkiye ile milyonlarca insanın hayatını pazarlık masasına yatırmakta bir sakınca görmedi.
Avrupa Bir-
liği’nin Türkiye ilerleme raporunu, 1 Kasım seçimleri sonrasına ertelenmesi de, bu pazarlığın bir parçası. AB’nin
demokrasisi de pazara kadar: Ankara’nın
ortasında 102 kişinin katledilmesi, her geçen gün ifade ve yayın özgürlüğünün kısıtlanmasına yönelik girişimler, Kürt illerinde yapılan kuşatmalar liamlar NURAN YÜCE
Bu yıl El Nino nedeniyle şiddetli hava olayları yaşanacağına ilişkin uyarılar basında yer almaya başladı. Tüm kuraklık, sel, tayfun, fırtına vb. hava olayları haberlerinin verilişinde olduğu gibi El Nino’nun veriliş tarzında da bir sorun bulunuyor.
neden oluyor. Ama sadece Amerika kıyılarını değil, dünyanın neredeyse her bölgesindeki iklim olaylarını (yoğun kar yağışı, kasırga, sel, heyelan veya kuraklığı artırarak) ciddi biçimde etkiliyor. Fırtınaların şiddeti artıyor
ve kat-
“demokratik Avrupa”nın umurunda değil.
Söz konusu küresel sermayenin çıkarlarıysa gerisi teferruat olacaktır elbette.
Krizi fırsat olarak görenler Erdoğan ise mültecilerin yarattığı krizi fırsata çevirmek peşinde.
Daha
da vahimi Erdoğan’a muha-
lefet ettiği düşünülen pek çok köşe yazarı da
Bu hava olaylarının her zaman olagelen tarzda değil de daha şiddetli olmasının, daha sık yaşanmasının, sonuçlarının daha yıkıcı olmasının bir sebebi var: İklim değişikliği! Oysa haberleri izlediğinizde bu tür hava olayları ile iklim değişikliği arasında hiçbir bağlantının kurulmadığını görürsünüz, haberler sadece “bu yılın daha kurak” olacağını ya da “her sene bir önceki senenin sıcaklık rekorlarını kırdığını” söylemekle yetinir ama bu radikal değişikliklere neyin neden olduğunu asla ve asla söylemez.
Yüzyıllardır 3 ila 5 yılda görülen El Nino şimdi neden daha fazla haber oluyor derseniz yanıtı çok basit; iklim değişikliği El Nino’nun şiddetini artıyor. İklim değişikliğinin olmadığı yani sıcaklığın artmadığı bir dünyada 3-5 yılda sıcaklıkların mevsim normallerinin 2-3 derece artması olumsuz olsa da yine de katlanabilir bir durumdur. Ama iklim değişikliğinin zaten yarattığı olumsuzlukları yaşadığımız bir ortamda El Nino’nun sıcaklık artışını 2-3 derece daha artırması; hayatımızda birden bire çok daha fazla olumsuzluk yaratır. Isınan okyanus suları El Nino’nun daha şiddetli oluşmasına neden oluyor.
El Nino, Peru kıyıları boyunca, ekvatoral doğu Pasifik'te okyanus yüzey suyunun aşırı ısınmasına verilen isim. Bu olay yılsonuna denk gelen zamanlarda meydana geldiği için de Hz. İsa’nın doğumu ile bağdaştırılarak İsa'nın oğlu anlamına gelen El Nino ismi takılmış. Okyanus suyunun aşırı ısınmasıyla oluşan tropikal yapı güney yönünde hareket ederek, Güney Amerika'nın batı kıyılarında, 3 ile 5 yıllık zaman aralıklarında çok kuvvetli meteorolojik olaylara
Son “Süper El Nino” uyarısı 1997-1998 yılları için yapılmış. Bu tarihlerde gerçekleşen Linda isimli kasırganın saatte hızı 295 kilometre olarak ölçülmüş. Bu yıl ise “Dünya böylesini görmedi” başlığı ile Batı yarıkürede kayıtlara geçen en şiddetli (en üst seviye kabul edile 5’inci kategorideki) Patricia isimli kasırganın hızının 325 kilometreye ulaştığı haberlerini okuduk. Bu canavar kasırganın tetikleyicisi ise bu yıl güçlü bir El Nino yılı olması.
yanılıyorlar.
Sorun iklim değişiminde
an-
laşmanın bir fırsat olabileceğini düşünüyor. “Mülteci krizi”ni
AB’ne girişi kolaylaştıracak bir anahtar
olarak görüyor. Oysa mültecilerin Türkiye’de tutulması Ege denizinde ölen bebeklerin sayısının artması anlamına geliyor. Türkiye sınırları içerisinde yaşayan milyonlarca Suriyeli ırkçılığa ve her türlü hak ihlallerine maruz kalıyorlarken, bu anlaşmadan mutlu bir son bekleyenler Türkiye ile Avrupa arasındaki anlaşma
sorunu çözemez, sorunun çözümü mültecilere sınırların açılmasından ve güvenli-yasal sığınma ve göç haklarının tanınmasından geçmektedir. Ölü bebekler üzerinden yapılan pazarlıklar üzerinden demokrasi çıkmaz.
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
DÜNYANIN EN TEHLİKELİ TERÖRİSTLERİ GELİYOR! Küresel kapitalizm, Avrupa’dan yayılan krizle nasıl başedeceğini bulamıyor. Dünyadaki en zengin yüzde 1’lik kesimin serveti, geri kalanının toplamına yaklaştı. Her yerde işçiler ve yoksullar iklim felaketleriyle boğuşuyor.
G20 NEDİR? Arjantin, Avustralya, Brezilya, Kanada, Çin, Fransa, Almanya, Hindistan, İtalya, Japonya, Güney Kore, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Türkiye, İngiltere, ABD ve Avrupa Birliği’nin, yani küresel gayrisafi milli hasılanın yüzde 85’ini ve global ticaretin yüzde 80’ini elinde bulunduran 20 devletin üyesi olduğu örgütlenme. G20 zirvelerine katılan liderler, 8 milyar insanın hayatını ilgilendiren ekonomik ve siyasi kararlar alıyor.
15-16 Kasım’da Antalya’da toplanacak G20 zirvesi, küresel sorunlara çözüm yeri değil, sorunun ta kendisi. Antalya Belek’te bir tatil merkezinde toplanacak liderler zirvesi hakkında magazin haberleri yayınlanıyor: ‘Organizasyon, 250 dönüm üzerine inşa edilen ve 250 milyon TL’ye mal olan bir otelde yapılacak. Otelin etrafı binlerce metrelik jiletli telle çevrildi’, ‘Zirveye katılan heyetler, 22 farklı otelde konaklayacak...’, ‘Obama golf oynayacak’, ‘Erdoğan lüks villada kalacak...’, ‘Lüks villaların içinde disko bile var...’
G8 NEDİR? G20’de alınan kararlar bu devletlerde yaşayan dünya nüfusunun üçte ikisine ve geri kalana uygulansa da, asıl karar merci G8. ABD, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Kanada ve Rusya’nın üyesi olduğu en gelişmiş 8 emperyalist devlet dünyanın asıl efendisi ve geri kalan ekonomiler onların yakınına bile yanaşamıyor. 8 devletin kararları G20 zirvesine hakim oluyor. Her iki küresel kapitalist örgütlenmede, dünyadaki üretim araçlarını elinde bulunduran küresel burjuvazinin, sınırlarla uluslararası işçi sınıfına dayatacağı ekonomik politikaların belirlendiği yer.
11 bin polis ve jandarmanın koruması altında toplanacak G20 liderler zirvesi, Türkiye medyasının tasvir ettiği şekilde eğlence organizasyon değil. Zirve, savaş rüzgarlarının ortasında toplanıyor. Ukrayna’dan Suriye’ye: Oligarkların savaşı G20’nin aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 14 üyesi Suriye’de savaşta. ABD ve müttefikleri Avustralya, Fransa, Suudi Arabistan, Türkiye ve İngiltere savaş uçakları IŞİD bahanesiyle Suriye’yi bombalıyor. Kanada, Almanya, Güney Kore ve Avrupa Birliği, ABD’nin savaş koalisyonuna silah, uzman ve para yardımı yapıyor. Suriye’de rejime karşı muhalefet eden ÖSO ve bazı İslamcı gruplar ile Kürtlerin silahlı gücü YPG’yi destekliyorlar. Rusya savaş uçakları da IŞİD bahanesiyle Suriye’yi bombalıyor. Çin, Rusya ile müttefik. Esad rejimine birlikte ekonomik ve askeri yardım yapıyorlar. Arap devrimleri savaş ve darbe ile ezilirken, umut yerini bölgeyi yeniden paylaşmak ve dünya çapında egemenlik kurmak isteyen iki emperyalist kampın savaşına bıraktı. Suriye bunun sahası yapıldı ve bedelini halklar ödüyor. G20 zirvesinin asıl gündemi savaş politikaları olacak. Dünyadaki silahların üreticisi ve kullanıcısı olan devletler ve liderleri yüz binlerce insanı yok eden en tehlikeli teröristler.
2014, Avustralya’da G20 zirvesi protestosu.
KİRLİ ENERJİ DAYATMASI Dünyanın iklimini değiştiren, insan ve bir çok canlı türü için yaşanmaz bir yere dönüştüren kapitalist sistemin enerji tercihleri ve önümüzdeki dönem politikaları, G20’nin ikinci önemli gündemi. Aralık ayında Paris’te Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi toplanacak. Burada devletler sera gazı emisyonlarını hangi oranda kısacaklarına karar verecek. Antalya’da toplanan G20 zirvesinde bu konuda uzlaşmanın sağlanması ve enerji bakanlarının ortak bir deklarasyonla taahütlerini dünyaya duyurması bekleniyor. Yakından bakıldığında ise devletlerin insanları ve canlıları kurtarmaktan çok sera gazlarını indirmekten kurtulmak için çaba gösterdiği görülüyor. Hiçbir devlet kömür, petrol, doğalgaz kullanmaktan vazgeçmeye yanaşmıyor. Oysa bilim insanları fosil yakıtlara dayalı kirli enerjiden toptan vazgeçilip yenilenebilir enerji tüketilmesi uyarasını çoktandır yapıyor. Yenilebilir enerji G20’nin bir gündemi. Konuştukları güneş, rüzgar, jeotermal gibi yenilenebilir doğal kaynaklardan 8 milyar insanın nasıl yararlanacağı değil yenilenebilir enerjinin piyasa ekonomisi tarafından nasıl kullanılacağı ve bu alandaki rekabetin örgütlenmesi. Şu ana kadar 1 derecelik ısı artış atmosferde ve denizlerde gerçekleşti. 2 derecelik bir ısı artışı felaket olacak. Devletler ise radikal önlemler almak yerine temsil ettikleri sermaye gruplarının nasıl kâr etmeye devam edeceğinin pazarlığını yapacak. 8 milyar insanın hayatı bir avuç kapitalistin çıkarlarından önemsiz.
G20 ½%1’E HİZMET EDİYOR? n Dünyadaki en zengin yüzde 1'lik kesimin varlığı, 2009'da yüzde 44 iken, 2014'te yüzde 48'e yükseldi. n En zengin yüzde 1’lik kesiminin elinde ise 110 trilyon dolar bulunuyor. Bu miktar, dünyanın yüzde 50’lik kısmını oluşturan insanların elindeki toplam varlığın 65 katına denk. n En zengin 85 kişinin serveti, en fakir 3,5 milyar insanın toplam malvarlığına denk n En zengin yüzde 1, 2016'da küresel servetin yarısından fazlasına sahip olacak.
20 TERÖRİSTTEN BİRİ Önceki Cumhurbaşkanı “Böyle giderse Allah göstermesin G20 üyeliğinden düşeriz” demişti. Peki Türkiye G20 zirvesine nasıl gidiyor ve ne bekliyor? Zirvenin gündemi savaş. Türkiye kendi sınırları içinde PKK ile savaşı başlatmışken, ABD’nin savaş koalisyonunda yer alarak Irak ve Suriye’yi bombalıyor. Türkiye son 10 yılda atmosfere en fazla karbondioksit yollayan ülkeler arasında. G20 zirvesinde Türkiye, sera gazı emisyonlarını 2030 yılında yüzde 21 oranında indirmeyi deklare edecek. 2012- 2030 yılları arasında toplam sera gazı emisyonlarını 430 milyon tondan 929 milyon tona çıkarmayı planlayan Türkiye’niin indirimi sadece bir etiket. Kömür ve petrolden vazgeçmeyen Türkiye, sera gazı emisyonlarında yüzde 116 oranında bir artış hedefliyor. Savaştan kaçan 2 milyondan fazla Suriyeliyi kendi sınırları içinde tutan Türkiye, küresel göçmen krizinin kendisine sağladığı avantajı kullanarak savaş ve iklimin katili politikalarına G20’de destek arayacak.